AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[21.07.2023 21:40] Babam: Çünkü onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı. - Nebe' - 27. Ayet
[21.07.2023 21:41] Babam: Tarih
َِلِل َر َِب
ِٰ 
ُد
14
َح ْم
.07.2023
ل
ْ
ا
َ
ن 
َۜ
َدي َ
هُ ال ۪
َ
۪صي َن ل
ْخلِ
 
 ُهَو َفا ْد ُعوُه ﷽ُم
َه اََِلَ
ٰ
ل
َل اِ
َا
 
َح َيُ
ْ
ُهَو ال
۪مي َن 
َ
َعال
ْ
ال . 
َم 
َ
َ
ْيِه َوَسل
َ
ُ َعل
ي ا َلِل ٰ
َ
َ
ِ َصل
َل َر ُسو ُل ا َلِل ٰ
َو : َقا
َن 
 َما َكا
َ
َِلَ
 إ
ِ
َع َمل
ْ
ُل ِم َن ال
 يَ ْقبَ
َ َلَ
 ا َلِلَ
َ
َن
ِ
ًا َواْبتُِغ َي بِِه َو ْجُهه ُ
إ هُ َخالِص
َ
ل .
DİN SAMİMİYETTİR, İSTİSMAR İHANETTİR
Muhterem Müslümanlar!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz 
şöyle buyuruyor: “O, ‘Hay’dır, diridir. O’ndan 
başka hiçbir ilâh yoktur. O halde sadece Allah’a 
itaat ederek samimiyetle O’na ibadet edin. Hamd, 
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber 
Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah, ancak 
samimiyetle ve kendi rızası için yapılan amelleri 
kabul eder.”2
Aziz Müminler!
Dinimiz İslam’ın özü samimiyettir. Samimiyet, 
içimizle dışımızın, özümüzle sözümüzün bir 
olmasıdır. Bütün söz ve davranışlarımızda Allah’ın 
rızasını gözetmektir. Samimiyet, imanımızı ve 
ibadetlerimizi her türlü riya ve gösterişten 
korumaktır. 
Değerli Müslümanlar!
İmanı kemale erdiren samimiyettir. Yapıp 
ettiklerimizi ahiret sermayesine dönüştüren 
samimiyettir. İyiliği anlamlı kılan samimiyettir. 
Bilgiye değer katan samimiyettir. Allah Resûlü 
(s.a.s)’in ُة ح َّصيِ
ُل نَّ
ُل دِي ن ُاَّ
َّا” Din, samimiyettir.”
3
hadisini şiar edinenler, istikamet üzere bir ömür 
yaşamaya gayret ederler. Ahde vefa gösterirler. 
Doğru sözlü ve dürüst olurlar; kimseyi aldatmazlar. 
Adaletten, hak ve hakikatten asla ayrılmazlar. Kul ve 
kamu hakkına riayet ederler.
Kıymetli Müminler!
Rabbimizin rızasından uzaklaştıran 
kötülüklerden birisi de istismardır. İstismar, 
insanların inançlarını, duygularını ve zaaflarını 
kişisel çıkarlara alet etmektir. Dinimizin yüce 
değerleriyle insanları aldatmaktır. Maddi ve manevi 
imkânları sömürerek güç elde etmektir. Hâsılı 
istismar, Allah’a, Kur’an’a, Peygamber’e, insana ve 
topluma ihanettir. 
Muhterem Müslümanlar!
İstismarcı insanların amacı, asla Allah rızası 
değildir. Onlar, İslam’ı şahıslar üzerine bina ederler. 
Hak ve hakikatin yegâne temsilcilerinin kendileri 
olduğunu iddia ederler. Kur’an’ın ifadesi ile
“Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ 
denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.
Hâlbuki onlar bozguncuların ta kendileridir. 
Lâkin anlamazlar.” 4 Evet, ayet-i kerimelerde de 
işaret edildiği gibi bu tür kişiler, suret-i haktan 
görünerek toplumu ifsat ederler. Milli ve manevi 
değerler üzerinden güç devşirirler. İnsanların iyi 
niyetlerini suistimal ederler, geleceklerini çalarlar.
Kıymetli Kardeşlerim!
Bundan tam yedi yıl önce 15 Temmuz 
gecesinde, milletimizin birliği ve devletimizin bekası 
istismarcılar tarafından hedef alındı. Ancak o gece, 
Rabbimizin yardımı yine bizimleydi. Millet ve devlet 
el ele vererek, bozguncuların karşısında dimdik 
durduk. Destansı bir direnişle dâhili ve hârici 
hainlerin emellerini boşa çıkardık. 
ُ
 
ي َّن
۪
َّما ِكر
ْ
ُ َّخْي ر ُال
 
َُّوا لل ٰ
ُۜ
 
 tuzak Onlarَّ “وَّم َّك روا َُّوَّم َّكَّر ُا لل ٰ
kurdular. Allah da onların tuzaklarını bozdu. 
Allah, tuzak bozanların en hayırlısıdır.” 5 Nice 
kardeşimiz bu direnişte şehadete yürüdü. Nice 
kardeşimiz de gazilik nişanesini bir şeref madalyası 
olarak bedeninde taşımaktadır. 
Aziz Müslümanlar!
İstismarcı kişi ve yapıların tuzaklarına bir daha 
düşmemek için, dinimizi sahih kaynaklardan, ehil ve 
güvenilir kişilerden öğrenelim. Yüce Kitabımız 
Kur’an-ı Kerim’i ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in 
sünnetini doğru anlayıp hayatımıza aktaralım. 
Ailemizde, insani ilişkilerimizde, ticaretimizde, 
işimizde, hâsılı hayatımızın her alanında güveni ve 
samimiyeti esas alalım. Geleceğimizin teminatı olan 
çocuklarımızı ihmal etmeyelim. Onları ailesine, 
çevresine, vatanına, milletine ve insanlığa faydalı 
kişiler olarak yetiştirelim. Ülkemizi ve aziz 
milletimizi fitne ve fesada sürüklemek isteyenlere 
karşı her daim yekvücut, tek yürek olalım.
Bu vesileyle geçmişten günümüze, muazzez 
değerlerimiz uğruna canlarını feda eden bütün 
şehitlerimize ve ahirete irtihal eden kahraman 
gazilerimize Yüce Rabbimden rahmet diliyorum. 
Cenâb-ı Hak, onların bize emanet bıraktığı değerleri 
yaşayabilmeyi ve gelecek nesillerimize aktarabilmeyi 
nasip eylesin.
 
1 Mü’min, 40/65.
2 Nesâî, Cihâd, 24.
3 Müslim, Îmân, 95.
4 Bakara, 2/11, 12.
5 Âl-i İmrân, 3/54.
Din Hizmetleri
[21.07.2023 21:43] Babam: Bir kimse camiye gitme niyetiyle evinden çıktığında, attığı bir adımla kendisine bir sevap yazılır, diğer adımıyla bir günahı silinir. - Ebû Hüreyre
[21.07.2023 21:43] Babam: “İnsanlara bir nimet tattırdığımızda buna sevinirler; fakat kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir bela gelse hemen ümitsizliğe düşerler.” - Rûm, 30/36
[21.07.2023 21:43] Babam: Muhammed sûresi 7. ayet-i kerimede: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” buyrulmaktadır. Her şeyin kendisine muhtaç olup kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı es-Samed olan Allah’a yardımdan kasıt; O’nun dinine ve peygamberine yardımdır. Allah Teâlâ dünya hayatını bir imtihan için takdir buyurduğundan yardımını da kulun kendisine düşeni yerine getirmiş olmasına bağlamıştır. Hz. İsa, Allah yolunda kendine kimlerin yardımcı olacağını sorduğunda Havariler ‘Allah yolunun yardımcıları bizleriz’ diye cevap vermişlerdi (Âl-i İmrân, 3/52). Havariler ‘Allah yolunun yardımcıları bizleriz’ diyerek aslında Allah’ın dinine sahip çıkma ve onu yaymada olanca çabayı sarfedeceklerini bildirmişlerdir. Havarilerin verdiği cevap Saf sûresinde mü’minlere örnek olarak gösterilmiştir (Saff, 61/14). Allah yolunun yardımcıları olacaklar kendi menfaatlerini düşünmezler, küçük hesaplar peşinde koşmazlar, birtakım zorluklara şahsi ikballeri için değil hak ve hakikat uğruna katlanırlar. İşte bu şekilde Allah yolunda canla başla mücadele edenlerin gayretleriyledir ki, İslamiyet kıtalar ötesine yayılmıştır. - ALLAH YOLUNUN YARDIMCISI OLMAK
[21.07.2023 21:45] Babam: Olmasının Şartları
18- Bir kimseye haccın farz olması için sekiz şart vardır. Şöyle ki:
1) Müslüman olmalıdır. Gayri müslimler hac ile mükellef değildir. Buna göre bir gayri müslim hac yaptıktan sonra müslüman olsa, diğer şartlar bulununca yeniden hac etmesi gerekir.
Yine, bir mü'min hac ettikten sonra -Allah korusun- dinden çıkıp da sonra tevbe ederek İslâmiyete dönünce, diğer şartlar bulununca tekrar hac etmesi gerekir.
2) Buluğa ermiş olmalıdır. Bir çocuk, aklı başında ve kâr ile zararı ayıracak durumda da olsa, hac ile mükellef olmaz. Onun yapacağı hac nafile olur. Onun için buluğ çağına erer de hac şartlarını toplarsa, tekrar hac etmesi gerekir.
Velisi ile beraber hacda bulunan çocuğa, velisi hac işlerini yaptırır. Taşları attırır, tavaf yaptırır ki, büyüyünce görevini daha iyi yapabilsin. Bu taşlamayı çocuk terk etse, bundan bir şey gerekmez. Çünkü çocuğa hac vacib değildir.
3) Akıl sahibi olmalıdır. Deli olanlar hacla yükümlü değillerdir. Bunlar iyileşir de hac şartlarını elde ederlerse, o zaman hac etmeleri gerekir.
4) Hür olmalıdır. Köleler ve cariyeler hacla yükümlü değillerdir. Bunların yaptıkları haclar birer nafiledir. Bunlar azad edildikten sonra diğer şartlara sahib bulundukları takdirde hac etmeleri gerekir.
5) Haccın farz olduğunu bilmiş olmalıdır. Şöyle ki: Küfür diyarında (dâr-ı harbde) gayri müslimlere ait bir memlekette bulunup İslâmı kabul eden kimse, haccın farz olduğunu bilmedikçe,hac ile yükümlü olmaz. Fakat İslâm ülkesinde böyle bilmemezlik özür sayılmaz. Onun için İslâm yurdunda bulunan bir gayri müslim, haccın farz olduğunu bilsin veya bilmesin, ihtida eder de, hac şartlarına sahib bulunursa, hac ile mükellef olur.
6) Hac görevine güçlük olmaksızın gidip yerine getirmeye yeterli bir vakit bulunmalıdır. Bunun için bir kimse görevi için diğer şartlara tamamen sahip olduğu tarihten itibaren bu görevi yerine getirmeye elverişli bir vakit bulmadan ölürse, bu farzla mükellef tutulmaz.
7) Hicaz'a gidip gelinceye kadar kendisinin ve aile halkının âdete göre nafakaları bulunmalıdır. Temel ihtiyaçlardan sayılan malların bulunması ile hac farz olmaz. Fakat ihtiyaçtan fazla gelir getiren bir mal veya eşya bulunsa, bunları satıp hac etmek gerekir. Bir evde kira ile oturmak da, haccın farz olmasına engel değildir.
Temel ihtiyaçlar için zekât bölümüne bakılsın!..
8) Kendi durumuna uygun binek vasıta ve yolda yapacağı harcamaları karşılayacak parası bulunmalıdır. Buna Rahiliye, Zadü-t Tarika (yol azığına sahib bulunmak) denir. Şöyle ki:
Hac için yol azığına ve bilinecek vasıtaya gücü yeter olması şarttır. Bu kudretin hac aylarında veya herkesin buluduğu yerde hacıların âdet üzerine hacca gidecekleri zamanda bulunması gerekir. Bu esnada temel ihtiyaçlardan başka hacca yetecek kadar mala sahib olan kimsenin, diğer şartlara da sahib olması halinde, ona hac farz olur. Bu malı başka yere harcayamaz. Harcarsa, hac üzerinde borç kalmış olur. Fakat bu zamandan önce elde edilen mal, bundan önce istenilen yere harcanabilir. Bundan dolayı kendisine hac görevi vacib olmuş sayılmaz.
Meselâ: Muharrem ayında hacca yetecek kadar malı olan kimse, bunu bir iki ay içinde başka bir yere harcayıp da, memleketinde hacca gidilmesi âdet olan bir zamanda elinde mal kalmamış olsa, kendisine hac farz olmuş olmaz. Ödünç ve ikram suretiyle verilen azık ve binek yeterli sayılmaz. Bu ikram minnet altında bırakmayacak kimseler tarafından olsa bile hüküm aynıdır. Onun için Hac etmek üzere yapılan bir malı kabul etmek her halde gerekmez.
Bununla beraber Mekke-i Mükerreme'ye on sekiz saatten yakın bulunan yerlerdeki müslümanlar için yaya yürümeye güçleri olunca binek bulunması şart değildir.
(İmam Malik'e göre, azık ve binit için yeterince imkâna sahib olmak şart değildir. Bu konuda Mekke'ye gidip en düşük şartlarla hac işlerini yerine getirmeğe imkân bulunm
[21.07.2023 21:47] Babam: :
Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla
 
1- Mushaf-ı şeriflerde iki türlü besmele vardır. Birisi sûre başlarında yazılan ve sûreden bağımsız olan besmele, diğeri Neml Sûresinin (Neml, 27/30) âyetindeki besmeledir. Bu besmelenin, Neml sûresinin bu âyetinin bir parçası olduğu açıkça bilinmektedir. Bundan dolayı besmelenin Kur'ân âyeti olduğunda şüphe yoktur ve bu durum, açık tevatür ile ve âlimlerin ittifakıyla kesin olarak bilinmektedir. Fakat sûre başlarında yazılan ve her sûreyi birbirinden ayıran ve kırâetin başında okunan besmeleye gelince: Bunun o sûrelerden birinden veya her birinden bir âyet veya âyetin bir kısmı veyahut başlıbaşına Kur'ân'dan tam bir parça olup olmadığı, Neml sûresindeki besmele gibi besbelli olmadığından bu besmelenin Kur'ân'dan olup olmadığı hususu, tefsirde ve usul ilminde bilimsel açıdan tartışmalı bir meseleyi meydana getirmiştir ki bilhassa iman, namaz ve kırâet konularıyla ilgilidir.
 
Said b. Cübeyr Zührî, Atâ ve İbnü Mübarek hazretleri besmelenin başında bulunduğu her sûreden birer âyet olduğunu söylemişlerdir ki, Kur'ân'da yüz onüç âyet eder. İmam Şâfiî hazretleri ve talebeleri bu görüş üzerindedirler. O halde Fâtiha'nın yedi âyetinden birincisi besmeledir. Ve 'en'amte aleyhim' bir âyet başı değildir. Bunun için Şâfiîler namazda besmeleyi yüksek sesle okurlar. Çünkü Şâfiîler diyorlar ki; selef (ilk dönem alimleri) bu besmeleleri Mushaflarda yazmışlar, bunun yanında Kur'ân'ın âyet olmayan şeylerden tecrid etmesini tavsiye etmişlerdir. Ve hatta Fâtiha'nın sonunda 'âmîn' bile yazmamışlardır. Eğer sûrelerin başındaki besmeleler Kur'ân olmasaydı onları da yazmazlardı. Kısacası Mushaf'ın iki kapağı arasında Kur'ân'dan başka birşey bulunmadığında İslâm alimlerinin ittifakı vardır. Ve bunu destekleyen özel hadisler de rivayet edilmiştir. O hadislerden birisi İbn Abbas (r.a.)'dan: 'Besmeleyi terk eden Allah'ın kitabından yüz ondört âyet terketmiş olur.' Ebu Hüreyre (r.a.)'den: 'Resulullah efendimiz 'Fâtihatü'l-Kitab (Fâtiha sûresi) yedi âyettir, bunların başı
 
'Bismillahirrahmanirrahim'dir buyurdu. Ümmü Seleme (r.a.)'den: 'Resulullah (s.a.v.) Fâtiha'yı okudu ve 'Bismillahirrahmanirrahim
[21.07.2023 21:48] Babam: 6646 - Selman radıyallahu anh anlatıyor: 'Resulullah aleyhissalatu vesselam: 'Kim sabah namazına giderse, iman bayrağıyla gitmiş olur. Kim de çarşıya giderse o da iblis bayrağıyla gitmiş olur' buyurdular.
 
ERKENDE BEREKET
 
6647 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resulullah aleyhissalatu vesselam: 'Allahın, ümmetim için perşembe günü ilk vaktin(de yapılan iş)i mübarek kıl' diye dua ettiler.
 
6648 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: 'Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle dua buyurdular: 'Allahım, ümmetime, günün ilk vakitlerin(de yaptıkları iş)i bereketlendir.'
 
SÜTÜ MEMEDE BIRAKILAN HAYVANIN SATIŞI
 
6649 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: 'Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: 'Ey insanlar! Muhaffele, yani müşteriyi aldatmak için sütü sağılmayıp memesinde kalan bir hayvanı satın alan kimse üç gün muhayyerdir. (Hayvanı bu esnada geri verebilir.) Eğer geri verecek olursa, hayvanla birlikte, sağdığı sütün iki mislini -veya sağılan sütünün (kıymetinin) bir mislini buğday olarak demişti- geri versin.'
 
6650 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: 'Doğru söyleyen ve doğruluğu (mucizelerle) tasdik edilen Ebu'l-Kasım aleyhissalatu vesselam üzerine şehadet ederim ki, O bize şöyle buyurdular: 'Muhalleb (sütü memede hapsedilmiş) hayvanları satmak aldatmacadır ve aldatma işi hiçbir mü'mine helal olmaz.'
 
KÖLENİN MUHAYYERLİĞİ
[21.07.2023 21:48] Babam: 17
ONYEDİNCİ MEKTÛB
 
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Yükselmedeki ve inişdeki hâllerden birkaçı bildirilmekdedir:
 
Yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan Ahmed sunar: Buradaki sevdiklerimizden biri, çok zemândan beri, olduğu yerde kalmışdı. Bu mektûbun yazıldığı gün, bu makâmdan çıkarılarak aşağı indirildiği anlaşıldı. Fekat tam indirilmemişdir. Bu makâmın altında kalmış olan derecelere de götürüldü. Bu üstdeki makâmdan inmeğe başlamışdır. Bundan sonra her ne hâl olursa açığa vurulacak ve yüksek huzûrunuza yazılacakdır. Bu hâle kavuşan da, hâli açıldıkdan sonra kendisi birşey yazarsa, doğru olur. Bu inişi kuvvetli olduğu için ve bu aşağı köleniz cüllâb [gülsuyu] şerbeti içerek hâlsizleşdiğim için bu inişin sonunu inceliyemedim. İnşâallahü teâlâ onu da bildirirler.
 
18
ONSEKİZİNCİ MEKTÛB
 
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Telvînden sonra olan temkîni
[21.07.2023 21:49] Babam: 17
ONYEDİNCİ MEKTÛB
 
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Yükselmedeki ve inişdeki hâllerden birkaçı bildirilmekdedir:
 
Yüksek kapınız hizmetçilerinin en aşağısı olan Ahmed sunar: Buradaki sevdiklerimizden biri, çok zemândan beri, olduğu yerde kalmışdı. Bu mektûbun yazıldığı gün, bu makâmdan çıkarılarak aşağı indirildiği anlaşıldı. Fekat tam indirilmemişdir. Bu makâmın altında kalmış olan derecelere de götürüldü. Bu üstdeki makâmdan inmeğe başlamışdır. Bundan sonra her ne hâl olursa açığa vurulacak ve yüksek huzûrunuza yazılacakdır. Bu hâle kavuşan da, hâli açıldıkdan sonra kendisi birşey yazarsa, doğru olur. Bu inişi kuvvetli olduğu için ve bu aşağı köleniz cüllâb [gülsuyu] şerbeti içerek hâlsizleşdiğim için bu inişin sonunu inceliyemedim. İnşâallahü teâlâ onu da bildirirler.
 
18
ONSEKİZİNCİ MEKTÛB
 
Bu mektûb, yine yüksek mürşidine yazılmışdır. Telvînden sonra olan temkîni, Vilâyetin üç mertebesini ve Vücûd-i teâlânın Zât-i teâlâdan ayrı olduğu bildirilmekdedir:
 
Yüksek kapınızın kölelerinin en aşağısı, günâhı çok Ahmed bin Abdülehad sunar ki, hâllerin ve ma’rifetlerin gelmeğe başladığı günden beri, bunları yüksek kapınıza bildirmek saygısızlığında bulundum ve çok ileri gitdim. Allahü teâlâ, yüksek teveccühlerinizin yardımıyla, hâllere bağlı kalmakdan kurtardı. Telvînden temkîne kavuşdurdu. Ya’nî değişik hâllerden kurtarıp sükûnete kavuşdurdu. Şimdi hayret, şaşkınlık ve üzüntüden başka elime hiçbirşey geçmiyor. Vasl yerine fasl ve kurb yerine bu’d hâsıl oldu. Ma’rifetler kalmadı. İlm gitdi. Cehl kapladı. Bu şaşkınlıkla mektûb da yazılamaz oldu. Yalnız, günlük olup bitenleri yazarak, kıymetli vaktlerinizi almağa da elim varmadı. Kalbimi soğukluk o kadar kapladı ki, hiçbirşeyle kızışamıyor. Tenbeller gibi hiçbir iş yapamıyorum. Fârisî beyt tercemesi:
 
Ben hiçim, hiçden de aşağı,
Hiçden bir iş hâsıl olur mu?
 
Sözümüze gelelim. Şimdi (Hakk-ul-yakîn) ile şereflendirdiler. Burada ilm ve ayn, ya’nî bilmek ve görmek birbirine perde değildirler. Fenâ ile bekâ bir aradadır. Hayret, şaşkınlık içinde ilm
[21.07.2023 22:02] Babam: Pey Akçesi ve Cezai Şart
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Pey Akçesi ve Cezai Şart
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
G) Pey Akçesi ve Cezai Şart
 
Yapılan alım satımı yürürlüğe koyması halinde toplam fiyata mahsup edilmek, akidden cayması halinde satıcıya kalmak üzere, müşterinin mal sahibine ekonomik değeri olan herhangi bir şey vererek bir mal satın alması Türkçe’de pey veya pişmanlık akçesi, kaporalı alışveriş gibi terimlerle ifade edilmekte, klasik İslami eserlerde “el-bey‘ bi’l-urbun”, verilen şey de urbun (arabun ve urban) olarak adlandırılmaktadır.
 
Hukuk literatüründe yer alan yukarıdaki bu tanım her ne kadar alım satım üzerine yapılmışsa da, urbun, kiralama vb. akidlerde de söz konusu olmaktadır. Pozitif Türk hukukunda, akid meydana geldiğinde yapılan bu tür bir ödeme, şayet tarafların birbirlerine bağlandıklarını gösterme amacına dayanıyorsa buna pey akçesi denir. Bunun normal şartlarda hükmü, bu akçeyi alan tarafın onu alacağına mahsup etmesidir; bir başka anlatımla pey akçesinin kısmi bir ifa teşkil etmesidir. Eğer böyle bir ödeme akidden caymanın yaptırımı olması amacıyla yapılmışsa, buna pişmanlık akçesi adı verilir. Bu durumda taraflardan her biri tek taraflı bir irade açıklaması ile akidden dönebilir; fakat akidden cayan pişmanlık akçesini veren taraf ise verdiğini terketmeyi, alan taraf ise aldığının iki mislini ödemeyi kabul etmiş olur. Bununla birlikte Türk Borçlar Kanunu’nda pey akçesi teriminin her iki durumu da kapsayabilecek bir üst kavram gibi kullanıldığı söylenebilir.
 
Hz. Peygamber’in urbun yoluyla satımı yasakladığına dair (el-Muvatta’, “Büyu‘”, 1) bir rivayet vardır. Bununla birlikte Hz. Ömer’in böyle bir akid yaptığı, İbn Ömer’in bu akdi caiz gördüğü de (Zemahşeri, el-Faik, II, 416; İbnü’l-Esir, en-Nihaye, III, 202) rivayet edilmektedir.
 
İslam hukukçularının çoğunluğu yukarıdaki hadisi esas almalarının yanı sıra bu satımın, garar içerdiği ve akdin gerçekleşmeme riski taşıdığı, başkasının malını haksız ve bedelsiz yeme kabilinden olduğu, bünyesinde fasid şart (hibe şartı ve beğenmediği takdirde iade etme şartı) bulunduğu ve peşinat verene tanınan muhayyerliğin meçhul olduğu gibi noktalardan hareketle, bu şekilde yapılan akdi geçersiz saymışlardır. Hanefi fıkıh literatüründe, Hanefi imamlardan bu konuda açık bir görüş nakledilmemekle beraber, diğer ekollerin kitaplarında Ebu Hanife’nin de bu görüşte olduğu belirtilmektedir.
 
Ahmed b. Hanbel ve urbun yoluyla satımı yasaklayan hadisi sahih kabul etmeyen Hanbeli bilginler ise, Hz. Ömer’in uygulamasını gerekçe göstererek ve akidlerde şart koşma hürriyetini en geniş biçimde tanıma hususundaki eğilimlerinin gereği olarak bu şekildeki alım satımı caiz görmüşlerdir.
 
Genel olarak çağımız İslam hukuk bilginlerinin konuya bakışı şöyle özetlenebilir: Günümüzde ticari hayatın gerekleri ve İslam hukukunun genel ilkeleri, yüklendiği edimi yerine getirmekte geciken tarafın mali tazminat ödemekle yükümlü olacağı şartının (cezai şartın) koşulmasına olumlu bakmayı mümkün kılmaktadır. Pey akçesinin de bu çerçevede değerlendirilmesi mümkündür. Şöyle ki, belli bir miktar ödeme yapıp malı alan tarafa malı iade etme hakkının tanındığı bir akidde, satıcı için böyle bir muhayyerliğin tanınmaması durumunda satıcı, malı başka birine satma ve pazarlama imkanına sahip olmamaktadır. İşte böyle bir akidde satıcının müşteriden aldığı ve müşterinin vazgeçmesi halinde kendisinde kalacak olan kapora, daha iyi bir satım imkanını kaçırma riskinin karşılığı olarak değerlendirilebilir. Ancak, taraflar arasında anlaşmazlık çıkmaması için, eğer bu muhayyerlik süresi konusunda yerleşik bir teamül yoksa, muhayyerlik süresinin akid esnasında tesbit edilmesi şarttır. Önemli olan hukuki muamelelerde istikrarı ve g�
[21.07.2023 22:04] Babam: Atlas kumaş
 
Ana Sayfa
A
Atlas kumaş
Güzel ve soylu bir kadınla evlenmeye,takva ehli olmaya ve riyasete delalet eder.( Ayrıca Bakınız;İpek.)Daha önce başladığınız bir işi başarıyla bitireceksiniz.Atlas kumaş satın almak,eşini aldatma;atlas elbise giyinmek ise,iyi bir evlilik yapmak demektir.Rüyada atlastan bir elbise ün,mevki olarak yorumlanır.Rüyada atlastan bezeklere (süs esyasi) sahip oldugunu gören kimsenin,dindar,takva sahibi olmasina yahut serefli ve güzel bir kadinla evlenecegine isaret eder.Bir kimse rüyada durulmus bir atlas kumas satin alsa,o kimse bir cariye satin alir yahut güzel cariyelere malik olur.Bir kimse rüyada atlas elbise giydigini görse,Endülüslü ve bekar bir cariye ile evlenir.Fakih kimselerin atlas görmeleri, onlarin dünyayi taleb etmelerine ve halki bidata,davet etmelerine delalet eder.
 
 
 
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[21.07.2023 22:05] Babam: Ahkâm-ı Mâneviyye
 
Ana Sayfa
A
Ahkâm-ı Mâneviyye
Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgiler, tasavvuf bilgileri.
Peygamber efendimizin vazîfelerinden biri de, Kur’ân-ı kerîmin ahkâm-ı mâneviyyesini, ümmetinin yüksek (olgun) olanlarının kalblerine akıtmaktır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
 
İlgili
Ahkâm-ı Şer’iyye
9 Eylül 2021
Benzer yazı
AHKÂM
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Ahkâm-ı Fıkhiyye
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[21.07.2023 22:10] Babam: : “Nasıl bu koca memleket tahrib edilip, başka yere kurulacak?”
 
İşte görüyorsun ki: Her saat, senin aklın kabul etmediği o tebdil-i diyar gibi çok inkılablar, tebdiller oluyor. Şu toplanmak, dağılmak ve şu hallerden anlaşılıyor ki: Bu görünen sür’atli içtimalar, dağılmalar, teşkiller, tahribler içinde başka bir maksad var. Bir saatlik içtima için on sene kadar masraf yapılıyor. Demek bu vaziyetler maksud-u bizzât değiller. Bir temsildir, bir takliddirler. O zât mu’cize ile yapıyor. Tâ suretleri alınıp terkib edilsin ve neticeleri hıfzedilip yazılsın. -Nasılki, manevra meydan-ı imtihanının herşeyi kaydediliyordu ve yazılıyordu.- Demek, bir mecma-ı ekberde muamele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir meşher-i a’zamda daimî gösterilecek. Demek şu geçici, kararsız vaziyetler; sabit suretler, bâki meyveler veriyorlar.
 
Demek bu ihtifalât; bir saadet-i uzma, bir mahkeme-i kübra, bilmediğimiz ulvî gayeler içindir…
 
Onbirinci Suret: Gel, ey muannid arkadaş! Bir tayyareye, ya şarka veya garba yani mazi ve müstakbele giden bir şimendifere binelim. Şu mu’cizekâr zâtın, sair yerlerde ne çeşit mu’cizeler gösterdiğini görelim. İşte bak, gördüğümüz menzil ve meydan ve meşher gibi acaibler, her tarafta bulunuyor. Lâkin san’atça, suretçe birbirinden ayrıdırlar. Fakat buna iyi dikkat et ki: O sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde; ne kadar bahir bir hikmetin intizamatı, ne derece zahir bir inayetin işaratı, ne mertebe âlî bir adaletin emaratı, ne derece vâsi’ bir merhametin semeratı görünüyor. Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki: Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inayetinden daha ecmel bir inayet ve merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adaletinden daha ecell bir adalet olamaz ve tasavvur edilemez.
 
Eğer farazâ tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar, bâki meskenler, mukim ahali, mes’ud raiyeti bulunmazsa; şu hikmet, inayet, merhamet, adaletin hakikatlarına şu bekasız memleket mazhar olamadığı malûm ve onlara mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inayeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emaratı, işaratı görünen adaleti inkâr etmek lâzım gelir. Hem bu gördüğümüz icraat-ı hakîmane ve ef’al-i kerimane ve ihsanat-ı rahîmanenin sahibini; -hâşâ sümme hâşâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, hakikatlerin zıdlarına inkılabıdır. Halbuki inkılab-ı hakaik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhaldir, mümkün değildir. Yalnız, herşeyin vücudunu inkâr eden Sofestaî eblehler hariçtir.
 
Demek, bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir mahkeme-i kübra, bir ma’dele-i ulya, bir mekreme-i uzma vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inayet ve adalet tamamen tezahür etsinler…
 
Onikinci Suret: Gel şimdi döneceğiz. Şu cemaatlerin reisleriyle ve zabitleriyle görüşeceğiz ve techizatlarına bakacağız ki; o techizat, yalnız o meydandaki kısa bir müddet içinde geçinmek için mi verilmiştir? Yahut başka yerde uzun bir saadet hayatı tahsil etmek için mi verilmiştir? Görelim. Herkese ve her techizata bakamayız. Fakat nümune için şu zabitin cüzdan ve defterine bakacağız: Bu cüzdanda zabitin rütbesi, maaşı, vazifesi, matlubatı, düstur-u harekâtı vardır. Bak, bu rütbe birkaç günlük için değil; pek uzun bir zaman için verilebilir. “Şu maaşı hazine-i hâssadan filan tarihte alacaksın.” yazılıdır. Halbuki o tarih, çok zaman sonra ve bu meydan kapandıktan sonra gelir. Şu vazife ise; şu muvakkat meydana göre değil, belki padişahın kurbünde daimî bir saadeti kazanmak için verilmiştir. Şu matlubat ise, birkaç günlük bu
[21.07.2023 22:11] Babam: Elcevab: Deccal’ın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan; surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya’nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal’asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanı’nın bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.
 
Amma Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi’ olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi’ olanları oraya oturtur. Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
 
İşte İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı başgösterir, galebe eder ve “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkiye sahib olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.
 
Beşinci sualinizin meali: Kıyametin hâdisatından ervah-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?
 
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir olacaklar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre müteessir
[21.07.2023 22:12] Babam: insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor:
 
Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şua’da beyan edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
 
Nev’-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidadlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünki her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: “Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlahiyeye gitti, yine beni Cennet’te kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
 
Hem insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar; yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı teselliyi, ancak ve ancak âhiret imanında bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vaveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa-i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara me’yusane bir zindan ve hayat işkenceli bir azab olurdu. Fakat âhiret imanı onlara der: “Merak etmeyiniz, Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zayi’ ettiğiniz evlâd ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş, mükâfatlarını göreceksiniz.” diye, iman-ı âhiret onlara öyle bir teselli ve inşirah verir ki; her birinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa, onları me’yus etmez.
 
Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacağım.” diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. Bu mananın dahi Risale-i Nur’da bürhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.
 
Hem nev’-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve ağır ceza alan mahpuslar; eğer iman-ı âhiret onların imdadına yetişmezse, her vakit hastalığın ihtarıyla gözü önüne gelen ölüm ve intikamını alamadığı ve namusunu elinden kurtaramadığı zalimin mağrurane ihaneti ve büyük musibetlerde boşu boşuna malını, evlâdını kaybetmekle gelen elîm me’yusiyeti ve bir-iki dakika veya bir-iki saat keyif yüzünden beş-on sene böyle bir hapis azabını çekmekten gelen kederli sıkıntı, elbette o bîçarelere dünyayı zindan ve hayatı bir işkenceli azaba çevirir. Eğer âhirete iman imdadlarına yetişse, birden onlar nefes alırlar; sıkıntıları, me’yusiyetleri ve endişeleri ve intikam hiddetleri derece-i imanına göre kısmen ve bazan tamamen zâil olur.
 
Hattâ diyebilirim ki: Benim ve bir kısım kardeşlerimin bu sebebsiz hapsimiz
[21.07.2023 22:14] Babam: ve çok hazîn halette iken, iman ve Kur’andan gelen bir mededle فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi. Evet anladım ki; âyetin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi, beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekinet verdi. Evet nasılki mana-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a der: “Eğer ehl-i dalalet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i’raz edip Kur’anı dinlemeseler, merak etme! Ve de ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir. Ne âsiler, hududundan kaçabilirler ve ne de istimdad edenler mededsiz kalırlar!” Öyle de mana-yı işarîsiyle der ki: Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fena yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terkedip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalalet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme! De ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir. Madem o var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm sahibi, nihayetsiz cünud u askerinden başkalarını gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar, başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları gönderir. Ve dalalete düşenlere bedel, tarîk-ı hakkı takib edecek muti’ kullarını gönderebilir. Madem öyledir, o herşeye bedeldir. Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel olamaz! der.
 
İşte şu mana-yı işarî vasıtasıyla; bana dehşet veren üç müdhiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani: Hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zât-ı Zülcelal’in taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti içinde hikmetnüma bir seyeran, ibretnüma bir cevelan, vazifedarane bir seyahat suretinde bir seyr ü seferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, geliyor!..
 
BEŞİNCİ NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ âyet-i azîmesi, ittiba-ı Sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet şu âyet-i kerime, kıyasat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa, gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı, öyle ise netice veriyor ki: Şimdi gündüzdür.” Menfî netice için deniliyor: “Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfî iki netice kat’îdirler. Aynen böyle de: Şu âyet-i kerime der ki: “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki: Allah’a muhabbetiniz yoktur.” Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah’ın Sünnet-i Seniyesine ittibaı intac eder.
 
Evet Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe Habibullah’ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur. Evet bu kâinatı bu derece in’amat ile dolduran Zât-ı Kerim-i Zülcemal, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mu’cizat-ı san’atla
[21.07.2023 22:14] Babam: Ve keza bütün enva’ın cüz’iyatında bir tasarruf var. Bu tasarruf, faideli iş ve maslahatlar içindir. Ve nebatat ve hayvanatta bir tebeddül ve tahavvül var. Bu da pek çok menfaatler içindir. Küre-i arzda gece ve gündüz cihetiyle bir tağyir var. Bu dahi büyük büyük gayeler içindir. Kâinatta hükümferma olan nizam ve intizamla beraber, faaliyet hususunda elvan-ı seb’a gibi tebarüz eden şu hakikatler, bilbedahe bir mutasarrıf-ı hakîm, kadîr, fâil-i muhtar gibi bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık’ın vücub-u vücuduna yaptıkları delaleti, kâinat اَللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ ile tebliğ ediyor.
 
Ve keza kâinatın ihtiva ettiği bütün enva’ ve ecza ve zerratı istila eden hudûs, bir muhdis ve bir mûcidi iktiza eder.
 
Ve keza kâinat bütün eczasıyla beraber gayr-ı mütenahî eşkâl ve vaziyetlere kabiliyeti, ihtimali, imkânı varken bu şekl-i hazıra girmesi, elbette bir Hâlık-ı Vâcib-ül Vücud’un ihtiyar, irade ve tercihiyle olmuştur.
 
Ve keza büyük bir fakr u ihtiyaçta bulunan kâinatın enva’ ve eczasına lâzım
[21.07.2023 22:15] Babam: سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
 
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ رَمَضَانَ فِى حُرُوفِ مَا كَتَبْتُمْ مِنَ الرَّسَائِلِ
 
Aziz, sıddık kardeşlerim!
 
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes’id ederim.
 
Kardeşlerim! Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnetdar ve mesrur etti ki, güya dünyayı ışıklandıracak bir nur fabrikası ve mazi ve istikbali rayiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikası semadan bizim imdadımıza gönderilmiş ve benim arkamda kuvvet-üz zahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalışıyorlar diye mesrur oluyorum. Yüzbinler Elhamdülillah.
 
Sabri kardeş! Senin fâsılalı iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki şahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasına ben de “Elfü elfi mâşâallah, bârekâllah, veffakakellah” derim. Sen ile Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduğunuzdan, senin ile konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarınız duadan hissedardırlar.
 
Hâfız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasın ve Hüsrev’e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatın, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, manevî kazançlara inşâallah hissedar kabul edildi. Her bir sahifelerini birer kıymetdar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldım.
 
Hüsrev kardeş! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altun yaldızla yazdığın Mu’cizat-ı Ahmediyeye mukabil herbir sahifesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtib tayin edildiğinize kanaatım kat’iyyet kesbetti. Rabb-ı Rahîm’e hadsiz hamd ü sena olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüşdü bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur’a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri’nin iki mektubunun -daha gelmeden- manevî tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. Bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyet-ül Kübra Şua’ını, Hâfız Ali’nin otuzüç “Lâ ilahe illallah” ile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selâm.
 
Duanıza muhtaç
 
Said Nursî
 
* * *
 
Aziz kardeşlerim!
 
Temadî eden tahribat-ı maneviye karşısında -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur’un mu’cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dalaletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tagutunu dağıtıp, Kur’an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalaletlerin enva’ı çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem’asını da bize gönderiniz.
 
* * *
 
Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstad’dan aldıkları cevab
 
Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: “Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.” Bunun izahını istiyoruz?
 
Elcevab Üstadımız diyor ki:
 
Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağ�
[21.07.2023 22:15] Babam: Efendi’nindir)
İşbu cihankıymet eserin mütalaasında nasıl bulduğumuz istifsar buyuruluyor. Dekaik-ı hikmet ve hakaik-i ilmiye ile tezyin ve tarsin edilmiş olan yüksek eser hakkında bir mütalaa serdetmek, bidâamın fevkindedir.
 
Hakkı
 
* * *
 
(Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hâfız Ali’nindir)
Efendim! Yirmibeşinci Söz, Cenab-ı Hakk’ın ferman-ı mübini olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan için öyle bir vuzuh-u etemmi hâvi bir muarrif-i hakikîdir ki: Bahr-i hakaikte seyr ü seyahat eden ve haricen çelikle mücella ve müstahkem ve dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba’-ı hakikîsi olan Furkan-ı Hakîm gibi, daima gençliğini ve resanetini, zînet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiçbir vecihle ahkâm-ı memduhasına nakîse getirmeyen, bir sefine-i semaviyenin mahsulü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve âsilere şiddetle darbe-i müdhişe ve mühlikesini çarpan o Söz, muti’lere lütf-u dest-i manevîsiyle, dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenab-ı Hakk’ın, zât-ı üstadanelerine lütuf buyurduğu ve Vehhab ism-i celilinden tulû’ eden nurun lem’asıyla ziyalandırıp hakaik-i İlahiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren üstadımın hakaik denizinde seyr ü seyahatları esnasında isabet eden mevceler ki; yekdiğerini müteakib her birisi başlı başına bir mu’cize hattâ bir katresi bile îcazıyla i’cazını gösterdiğini gördüğümde “Mâşâallah”, “Elhamdülillahi alâ nur-il iman ve hidayet-ir Rahman” cümle-i celilesini lisanımda vird ediyorum.
 
Ali
 
* * *
 
(Yine şu fıkra Sabri’nindir)
Nurları âlemi tenvir eden, kıt’ası küçük ve kıymeti pek büyük ve ulvî ve azîm-ül meal ve bizzât hatt-ı ekremîleriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmiikinci Nur deryasına dalıyorum.
 
Sabri
 
* * *
 
(Şu fıkra mühim bir talebe olan Seyyid Şefik’indir)
Şifahane-i kalbinizden tulû’ eden Otuzüçüncü Söz’ünüzle otuzüç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhâssa istirham eylerim.
 
Seyyid Şefik
 
* * *
 
(İnşâallah Kur’an’a büyük hizmet edecek olan Küçük Hâfız Zühdü’nün mektubudur)
Bugün istinsahına muvaffak olduğum İ’caz-ı Kur’an’ın bu bîçare talebenize bahşetmiş bulunduğu nihayetsiz füyuzat, mevte mahkûm ruhuma öyle bir tabib-i hâzık ameliyatı yapmış ki, mübtela olduğum emraz-ı kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı minnetdarî eyler ve bu bînazir mücevherat mahzeninin diğer renkli kapılarının da açılmasını âcizane istirham eylerim.
 
Otuzüçüncü Mektub’un otuzüç penceresinden ayrı ayrı lemaan eden nuranî ziyalar kalb-i âcizaneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzatından hisseyâb olmasını bârigâh-ı Ehadiyetten tazarru’ ederim efendim.
 
Hâfız Zühdü
 
* * *
 
(Yine şu fıkra Sabri’nindir)
“Maruzat-ı hususiye”: Şu ondördüncü asr-ı Muhammedîde (A.S.M.) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligat-ı Ahmediyeyi bihakkın îfa ve icra ve i’lam ve infaz eden elhak “matla’-i şems-i füyuzat” tabiriyle tavsif ve ta’zime mâsadak bulunan Nur risale-i ferîdelerinden ruh-u âcizîye in’ikas eden ve sermaye-i kemteranemden olmayıp sırf Risalet-ün Nur’un füyuzat ve lemaatından derip, çatıp yazdığım arîzalarım, mahza bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerimaneleri olarak, Risalet-ün Nur sırasına idhal edilmesi hicabımı intac etmiştir. Zira bahr-i muhite nisbeten bir cedvel hükmünde bile olamayan, bu abd-i âcizin pür-kusur ifadeleri öyle bâlâ bir mevki’de yer tutacak bir mahiyette olmadığı aşikârdır. Umarım Cenab-ı Kibriya’dan ki; karin bulunduğu nevvar ve ziyadar Sözler’in nur ve ziyalarından müstefid ve ziyadar ola.
 
Sabri
 
* * *
 
(Şu fıkra Hulusi’nindir)
Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim halle
[21.07.2023 22:15] Babam: Said Nursî
 
* * *
 
Aziz, sıddık kardeşlerim!
 
İki sene tedkikattan sonra mahkeme tarafından bana teslim olunan mecmualardan bugün, masumlar taifesinin ve ümmi ihtiyarlar cemaatinin bana yadigâr olarak gönderdikleri parçaları hâvi büyük ve yaldızlı cildli bir mecmua gördüm. Bu mecmuanın başında tâ Kastamonu’da yazdığım bir fıkrayı size göndermek hatırıma geldi. Belki de eskiden bir sureti size gönderilmiş. Bunda kanaatım geldi ki:
 
Feylesoflara ve muannidlere karşı masumlar ve ümmilerin masumane ve hâlisane olan bu elimdeki mecmuası, en büyük bir vasıta-i galebedir; inadları kırıp insafsızları insafa getirmiştir. İşte çok yerlerden bana gönderilen mecmualar ve ümmilerin parçalarını üç mecmua içinde cem’etmiştik. Ve mecmuanın başında, bu gelen parça yazılı gördüm, size de gönderiyorum.
 
Hem bununla, Risale-i Nur’un makbuliyetine delalet eden sekiz parçadan mürekkeb yaptığımız bir mecmua ve Keramet-i Gavsiye ve Aleviye ve İşaret-i Kur’aniyeden başka, lâhika vesaireden üç-dört parça daha ilâve edilen mecmuanın başında yazılmağa lâyık bir parçayı leffen beraber gönderiyorum.
 
Umum kardeşlerime, bilhâssa masum ve ümmilere selâm ve dua eder ve dualarını istiyoruz. Ve bin mâşâallah ve bârekâllah onlara deriz. Onların yazılarını kimler görüyorsa, takdirkârane meftun olur.
 
Risale-i Nur’un küçük ve masum şakirdlerinden elli-altmış talebenin yazdıkları nüshaları bize göndermişler, o parçaları üç cild içinde cem’ettik. İşte bu mecmuadaki parçaları yazanların nümune olarak bir kısmı şunlardır:
 
Ömer 15, Mustafa 13, Hâfız Nebi 14, Hicret 15, Hüseyin 11, Ahmed Zeki 13, Ayşe 11, Hâfız Ahmed 12, Mustafa 14, Bekir 9, Ali 12
 
İşte bu mecmuadaki risaleler, bu masum çocukların Risale-i Nur’dan ders aldıkları ve yazdıklarının bir kısmıdır. Onların bu zamanda bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki: Risale-i Nur’da öyle bir manevî zevk ve cazibedar bir nur var ki; mekteblerde çocukları okumağa şevkle sevketmek için icad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki
[21.07.2023 22:16] Babam: Kasd ve iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. Âlemde abes yok. Fıtratta israf yok. Bu şahidleri tezkiye eden, istikra-i tamdır ki; her fen, mevzuu bulunduğu nev’in nizamına bir şahid-i âdildir. Ve keza yevm ve sene vesaire gibi her nev’de, nev’î bir kıyamet-i mükerrere vardır. Ve keza beşerdeki istidad, kıyamete bir remizdir. Ve keza beşerin gayr-ı mütenahî meyil ve emelleri, kıyameti ister. Ve keza Sâni’-i Hakîm’in rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir. Ve keza sıdk ve emanetle maruf Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sarahaten ilân ediyor. Ve keza Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا ❊ وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyetleriyle ve bu âyetlerin emsaliyle haşrin vukuunu kat’iyyetle isbat ediyor. İşte tam ona baliğ olan şahidler, saadet-i ebediyenin anahtarı olup, o Cennet’in kapılarını açarlar.
 
Delail-i Haşr
Birinci Bürhan: Evet kâinat saadet-i ebediyeyi intac etmese, akılları hayrette bırakan, kâinatta görünen en bâriz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zaîf bir suretten ibaret kalır. Ve bütün maneviyat ve alâkalar, rabıtalar ve nisbetler hep heba olur. Öyle ise o
[21.07.2023 22:16] Babam: İnşikak-ı Kamer mütevatir-i bilmanadır. وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ olan âyet-i kerime ile sabittir. Zira hattâ Kur’an’ı inkâr eden dahi, bu âyetin manasına ilişmemiştir. Hem de ihtimal vermeye şâyan olmayan bir tevil-i zaîften başka tevil ve tahvil edilmemiştir.
 
Vehim ve Tenbih: İnşikak, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem şu zaman gibi âsumana adem-i tarassud, hem vücud-u sehab, hem ihtilaf-ı metali’ cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâzım gelmez ve lâzım değildir. Hem de hem-matla’ olanlarda sabittir ki, görülmüştür.
 
Birisi ve en birincisi ve en kübrası olan Kur’an-ı Mübin’dir. İşte sâbıkan bir nebzesine îma olunan yedi cihetle i’cazı müberhendir. İlââhirihî… Sair mu’cizatı kütüb-ü mutebereye havale ediyorum.
 
Hâtime
 
Ey benim kelâmımı mütalaa eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmu-u kelâmımı yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetine merkez gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i saire def’ edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan مَا الدَّلِيلُ الْوَاضِحُ عَلَى وُجُودِ اْلاِلهِ الَّذِى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ ye karşı derim: İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm…
 
İşaret ve irşad ve tenbih: Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet, istikbale teveccüh eden nev’-i beşerin talîalarına rastgelmiş; birden fenn-i hikmet şöyle bir takım sualleri îrad etmiş ki: “Ey insan evlâdları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?” O vakit nev’-i beşerin hatib ve mürşid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat canibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevab vermiştir ki: “Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcudat, Sultan-ı Ezel’in emriyle, kudret-i İlahiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücudu bize giydirerek ve şu sermaye-i saadet olan istidadatı veren, cemi’-i evsaf-ı kemaliye ile muttasıf ve Vâcib-ül Vücud olan Hâkim-i Ezel’dir. Biz maaşir-i beşer dahi, şimdi saadet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.
 
İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!..”
 
Üçüncü Maksad
Haşr-i cismanîdir. Evet, hilkat onsuz olmaz ve abestir. Neam, haşir haktır ve doğrudur. Bürhanın en vâzıhı, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.
 
Mukaddeme
 
Kur’an-ı Mübin, haşr-i cismanîyi o derece izah etmiştir ki; edna bir şübheyi bırakmamış. İşte biz de kuvvetimize göre onun berahinini bir derece tefsir için birkaç makasıd ve mevakıfına işaret edeceğiz.
 
Birinci Maksad: Evet kâinattaki nizam-ı ekmel, hem de hilkatteki hikmet-i tâmme, hem de âlemdeki adem-i abesiyet, hem de fıtrattaki adem-i israf, hem de cemi’ fünun ile sabit olan istikra-i tâmm, hem de yevm ve sene gibi çok enva’da olan birer nevi’ kıyamet-i mükerrere, hem de istidad-ı beşerin cevheri, hem de insanın lâ-yetenahî olan âmâli, hem de Sâni’-i Hakîm’in rahmeti, hem de Resul-i Sadık
[21.07.2023 22:17] Babam: Üçüncü Şua
Mukaddime
 
Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delalet ettiği gibi, hem delail-i kat’iyye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delalet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delalet ve isbat eder. Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü isbat eder.
 
Elhasıl: Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
 
Said Nursî
 
Münacat
[Bu Risale-i Münacat, hem vücub-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile isbat eder. Haşre işaratı ve bilhâssa âhirdeki şiddetli işaratı çok kuvvetlidir.]
 
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
اِنَّ فِى خَلْقِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا اَنْزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ َلآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
 
[Üçüncü Şua olan bu Münacat Risalesi, mezkûr âyetin bir nevi tefsiridir.]
 
Ya İlahî ve ya Rabbî! Ben imanın gözüyle ve Kur’anın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle intizamıyla senin mevcudiyetine işaret ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki; sükûtuyla gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın. Ve hiçbir yıldız yoktur ki; mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle senin haşmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine işaret ve şehadette bulunmasın. Ve oniki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli müsahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı uluhiyetine işaret etmesin!..

Çin'in döviz rezervleri kasımda 3 trilyon 346 milyar dolara ulaştı

Bakan Şimşek, ekonomideki kazanımları kalıcı hale getirmek için yapısal dönüşümün önemine işaret etti

Limanlarda elleçlenen yük miktarında kasım ayları rekoru kırıldı

Japonya ve Çin ekonomileri enflasyon-deflasyon ayrışması içine girdi

Bitcoin madenciliğinde enerji tüketimi 2030’a kadar iki katına çıkacak

Bitcoin madenciliğinde enerji tüketimi 2030’a kadar iki katına çıkacak

Bitcoin madenciliğinde enerji tüketimi 2030’a kadar iki katına çıkacak

Fed yılın son para politikası toplantısına görüş ayrılıklarıyla giriyor

Küresel piyasalar Fed haftasına giriyor

İş dünyası ve mali müşavirler "enflasyon muhasebesi"nin kaldırılmasını talep ediyor

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
3.TRABZONSPOR A.Ş. 14 9 1 4 13 31
4.GÖZTEPE A.Ş. 14 7 2 5 10 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 14 5 6 3 -3 18
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 14 3 7 4 -7 13
15.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
17.GENÇLERBİRLİĞİ 14 3 9 2 -7 11
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 14 2 10 2 -13 8

YAZARLAR