AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[25.07.2023 23:13] Babam: Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara, 'Oturun oturan acizlerle beraber' denildi. - Tevbe - 46. Ayet
[25.07.2023 23:13] Babam: Allah sadece samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder. - Nesâî, Cihâd, 24
[25.07.2023 23:14] Babam: 'Allahım! Öfkenden rızana; cezandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Sana övgüyü saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.' - (Müslim, 'Salât', 222)
[25.07.2023 23:14] Babam: İki insan arasında sıradan bir ilişkinin çok ötesinde derin bir sevgi ve saygıyı ifade eden dostluk, insan olmanın bir gereğidir. Allah Resûlü, “Mü’min cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.” (İbn Hanbel, II, 400) buyurmuştur. Bununla birlikte, “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45) uyarısıyla arkadaş seçiminde dikkatli davranılmasını tavsiye etmektedir. Dostların birbirlerini hem düşünce hem de davranış bakımından etkileyeceğini vurgulayan bu ifade, Kur’an’da da pekiştirilmektedir. Kıyamet gününde gerçeklerle yüzleştiğinde, sıkıntıdan ellerini ısıran kâfir, “Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı.” (Furkân, 25/28-29) sözleriyle pişmanlığını ortaya koyacaktır. Zira dünyada iken ona dost görünenlerin bir kısmı şimdi sıkıntı anında kendisine düşman kesilivermiştir. Oysaki dünyada dostluklarını Yüce Rabbin rızasına bağlayanlar, beraberliklerini ebedî âlemde de sürdüreceklerdir (Zuhruf, 43/67). - GERÇEK DOSTLUK
[25.07.2023 23:14] Babam: Haccın Sıhhatinin Şartları
20- Hac görevinin sahih olarak yerine getirelebilmesi için şöylece dört şart vardır:
1) İslâm olmak. Bu haccın farziyetinin şartı olduğu gibi, sıhhatinin da şartlıdır. Bir gayri müslim haccettikten sonra müslüman olsa dahi, önceden yapımış olduğu bu haccı sahih olmaz.
2) Özel yerlerde bulunup görev yapmış olmak. Bu yerlerden maksad, Arafat ile Kabe'dir. Onun için Arafat'da vakfe yapmadıkça (beklemedikçe) ve Kabe'yi tavaf etmedikçe hac sahih olmaz.
3) Belli bir vakit olmak. Bundan maksad, Arafat'daki vakfe zamanıdır ki, Arefe gününün zeval vaktinden Kurban Bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise, daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vacib olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, Kurban Bayramının ilk üç günüdür.
Bununla beraber İfrad haccının, Temettü haccının, kıran haccının hac görevlerini (menasikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylara Hac Ayları Hac mevsimi denir.
Bu aylar içinde en son hac vakti, Arefe günü ile Kurban günüdür. Arefe günü Zevalden sonra Arafat'da az veya çok bulunup Bayramın ilk gününde ziyaret tavafını yapan kimse, hac farzını yerine getirmiş olur.
(Şafiîlere göre de, Arafat'da vakfe zamanı, Zilhicce ayının dokuzuncu günü zeval vaktinden sonra onuncu günün fecrine kadardır. Bu zaman içinde bir an bile olsa, vakfe yeterlidir.)
4) Hac niyeti ile İhram yapmış olmak. Şöyle ki: İhram, haccı veya umreyi veya her ikisini yerine getirmek için, mubah olan şeylerden bir kısmını geçici bir zaman için kendine haram kılmaktır, bunları yapmaktan sakınmaktır. Bu ihram, hacca veya umreye veya hac ile umreye niyet etmek ve 'telbiye' getirmekle meydana gelir. Telbiye, şu sözleri (*) söylemektir.
21- İhram yapana 'Muhrim' denir. Muhrim olmayana da 'Helâl' denir. İhlâl da, ihramdan çıkmak ve bir şeyi harem sahasından dışarıya çıkarmak manasına gelir.
İhram, Beytullah için bir tazim alâmetidir. Öyle ki dışardan bir iş ve ticaret için gelen bir müslüman, hac ve umre niyetinde bulunmasa da, yine ihramsız olarak Harem bölgesine giremez. Bu haramdır, hürmete aykırıdır.
22- İhrama giren bir erkek, dikişli elbiselerini çıkarır. Bir peştemal kuşanır. Üzerine bir omuz havlusu alır. Başını ve ayaklarını açık bulundurur
[25.07.2023 23:15] Babam: Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla
 
1- Mushaf-ı şeriflerde iki türlü besmele vardır. Birisi sûre başlarında yazılan ve sûreden bağımsız olan besmele, diğeri Neml Sûresinin (Neml, 27/30) âyetindeki besmeledir. Bu besmelenin, Neml sûresinin bu âyetinin bir parçası olduğu açıkça bilinmektedir. Bundan dolayı besmelenin Kur'ân âyeti olduğunda şüphe yoktur ve bu durum, açık tevatür ile ve âlimlerin ittifakıyla kesin olarak bilinmektedir. Fakat sûre başlarında yazılan ve her sûreyi birbirinden ayıran ve kırâetin başında okunan besmeleye gelince: Bunun o sûrelerden birinden veya her birinden bir âyet veya âyetin bir kısmı veyahut başlıbaşına Kur'ân'dan tam bir parça olup olmadığı, Neml sûresindeki besmele gibi besbelli olmadığından bu besmelenin Kur'ân'dan olup olmadığı hususu, tefsirde ve usul ilminde bilimsel açıdan tartışmalı bir meseleyi meydana getirmiştir ki bilhassa iman, namaz ve kırâet konularıyla ilgilidir.
 
Said b. Cübeyr Zührî, Atâ ve İbnü Mübarek hazretleri besmelenin başında bulunduğu her sûreden birer âyet olduğunu söylemişlerdir ki, Kur'ân'da yüz onüç âyet eder. İmam Şâfiî hazretleri ve talebeleri bu görüş üzerindedirler. O halde Fâtiha'nın yedi âyetinden birincisi besmeledir. Ve 'en'amte aleyhim' bir âyet başı değildir. Bunun için Şâfiîler namazda besmeleyi yüksek sesle okurlar. Çünkü Şâfiîler diyorlar ki; selef (ilk dönem alimleri) bu besmeleleri Mushaflarda yazmışlar, bunun yanında Kur'ân'ın âyet olmayan şeylerden tecrid etmesini tavsiye etmişlerdir. Ve hatta Fâtiha'nın sonunda 'âmîn' bile yazmamışlardır. Eğer sûrelerin başındaki besmeleler Kur'ân olmasaydı onları da yazmazlardı. Kısacası Mushaf'ın iki kapağı arasında Kur'ân'dan başka birşey bulunmadığında İslâm alimlerinin ittifakı vardır. Ve bunu destekleyen özel hadisler de rivayet edilmiştir. O hadislerden birisi İbn Abbas (r.a.)'dan: 'Besmeleyi terk eden Allah'ın kitabından yüz ondört âyet terketmiş olur.' Ebu Hüreyre (r.a.)'den: 'Resulullah efendimiz 'Fâtihatü'l-Kitab (Fâtiha sûresi) yedi âyettir, bunların başı
 
'Bismillahirrahmanirrahim'dir buyurdu. Ümmü Seleme (r.a.)'den: 'Resulullah (s.a.v.) Fâtiha'yı okudu ve 'Bismillahirrahmanirrahim elhamdülillahi rabbil âlemîn'i bir âyet saydı. O halde Fâtiha'dan bir âyet değilse, âyetin bir kısmıdır. Bundan dolayı namazda okunması farzdır ve yüksek sesle okunur. İmam Şâfiî gibi Ahmed b. Hanbel hazretlerinden de bu iki hadis arasında tereddütlü iki rivayet vardır.
 
Diğer taraftan İmam Mâlik hazretleri Kur'ân'ın her yerinde dahi Kur'ân'dan olduğu açıkça ve tevatür yoluyla belli olacağı, halbuki hakkında değişik görüşler bulunan bir sözün Kur'ân'dan olduğuna hükmedilemiyeceğinden dolayı ve Medine halkının geleneğine dayanarak sûre başlarındaki besmelelerin ne Fâtiha ne de diğer sûrelerden, ne de bütün Kur'ân'dan özel bir parça olmadığına ve Neml Sûresi'ndeki âyetten başkasında besmelenin Kur'ân olmayıp sûreleri birbirinden ayırmak ve teberrük (mübarek sayıldığı) için yazıldığı görüşünü ileri sürmüş ve bundan dolayı namazda ne yüksek sesle ne de gizli okunması uygun olmaz demiştir. Bunun için Mâlikîler namazda besmeleyi okumazlar.
 
Hanefîlere gelince, bu mezhebin en sıhhatli görüşü şudur: Sûrelerin başındaki besmele başlı başına bir âyet olarak Kur'ân'dandır. Ve sûrelerin hiç birinin bir parçası olmayarak sûreleri birbirinden ayırmak ve sûre başında teberrük olunması için inmiştir. Gerçekten yukarıda zikredilen karşıt iki değişik görüş ve delil içinde ortaya çıkan kat'î olarak bilinen nokta budur. Madem ki, yukarıda açıklanan şartlar gereğince mushafın her iki kabı arasında Kur'ân'dan başka birşey yazılmadığına dair ittifak vardır; o halde sûre başlarındaki besmeleler de Kur'ân'dandır. Şâfiî'nin ileri sürdüğü delilin kesin iddiası budur. Madem ki besmelenin, başı
[25.07.2023 23:15] Babam: DAVAR BESLEME
 
6664 - Ümmü Hâni radıyallahu anhâ anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana 'Koyun ve keçi edin. Zira onda bereket vardır' buyurdular.'
 
6665 - Urve el-Bârikî radıyallahu anhüma, 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü nakletmiştir: 'Deve, sahipleri için bir izzet vesilesidir. Koyun ve keçi de berekettir. Hayır, Kıyamete kadar atın alnına bağlanmıştır.'
 
6666 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Koyun ve keçi cennet hayvanlarındandır.'
 
6667 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zenginlere koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki: 'Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde, Allah, köylerin helak olmasına izin verir.'
 
SIDK VE EMÂNET (GÜVEN)
 
193 - Ebu Sa'id el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: 'Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve sâlihlerle beraberdir.'
 
Tirmizî, Büyû 4, (1209); İbnu Mâce, Ticârât 1, (2139).
 
194 - Tirmizî'nin, Rifâ'a İbnu Râfi'den yaptığı diğer bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: 'Kıyamat günü tüccarlar fâcirler (günahkârlar) olarak diriltilecekler. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna'
 
Tirmizî, Büyû 4 (1210); İbnu Mâce, Ticârât3, (2146)
[25.07.2023 23:15] Babam: Ayna arkasındaki papağan gibiyim,
Ezelî üstâd ne derse onu söylerim.
 
Düşünerek, işiterek anlaşılan ahkâm-ı islâmiyye bilgileri, şimdi keşf ile hâsıl olmakdadır. Keşfler, ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerinden kıl kadar ayrılmamakdadır. Onların kısaca bildirdikleri şeyleri açıkladılar ve genişletdiler. Düşünerek anlamak yerine içden gelerek öğrenmeği ihsân etdiler. Bir kimse Hâce Şâh-i Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes” hazretlerinden sordu:
 
Süâl: Tesavvuf yolunda ilerlemek, ya’nî sülûk niçindir?
 
Cevâb: (Kısaca, topluca öğrenilenlerin genişlemesi, açılması ve düşünerek bulmak yerine, keşf ile kalbe gelmek içindir) buyurdu. Onlardan başka şeyler öğrenmek içindir buyurmadı. Evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, bilgiler, ma’rifetler hâsıl olmakdadır. Fekat, bunların hepsini bırakıp ilerlemek lâzımdır. En son makâma, ya’nî Sıddîklık makâmına varmadıkça doğru bilgilere kavuşamaz. Şuna şaşılır ki, Ehlüllah arasında, bu şerefli makâma kavuşduklarını söyleyenlerin bu makâma uygun olan bilgileri ve ma’rifetleri acabâ neden olmuyor? (Her ilm sâhibinin üstünde dahâ büyük âlim vardır.
[25.07.2023 23:16] Babam: Buluntu Mal
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Buluntu Mal
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
N) Buluntu Mal
 
Buluntu malla ilgili fıkhi düzenlemeler İslam hukukunda lukata terimiyle ifade edilir ve literatürde de bu başlık altında incelenir.
 
İslam dini, müslümanların güvenli ve huzurlu bir toplum düzeni kurmalarını ve böyle bir toplumda yaşamalarını hedeflediğinden, genellikle karşılaşılan toplumsal meseleleri hem ahlaki ve hem de dini ve hukuki boyutta ele almış, toplumda istikrar ve düzen sağlamak istemiştir. Bu cümleden olmak üzere Kur’an, müslümanların doğru, adil, hakkaniyetli olmalarını, emaneti ehline vermelerini emretmiş, insanların haklarını eksik vermelerini ve başkalarının mallarını haksız şekilde yemelerini yasaklamış, bunları İslami hayat tarzının temel ilkeleri arasında saymıştır. Hz. Peygamber de, sahibi tarafından kaybedilip bir başkası tarafından bulunan eşya ve hayvanlarla ilgili olarak birtakım ilkeler koymuş, bazı emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Ancak alınan önlemlerin ve yapılan tavsiyelerin o günkü toplumun imkanlarıyla sınırlı olduğunu, burada asıl amacın malların zayi olmasını önleyip gerçek sahibine ulaşmasını sağlayıcı bir mekanizmayı kurmak olduğu söylenebilir.
 
Buldukları malları ne yapacaklarını soran sahabilere Hz. Peygamber, buldukları bu malı muhafaza edip bir yıl süre ile ilan etmelerini ve sahibini araştırmalarını, beklemelerini, bu esnada malın sahibi çıkıp gelirse iade etmelerini, gelmezse yanlarında emanet olarak bulunmakla birlikte o malı harcayabileceklerini, kullanabileceklerini, bir gün sahibi çıkıp gelirse yine iade etmelerinin gerektiğini ifade etmiştir (Ebu Davud, “Lukata”, 1). Bir başka hadiste de, “Kim bir yitik malı bulursa, iki adil kimseyi olaya şahit yapsın, gizleyip saklamasın. Sahibini bulursa ona iade etsin. Bulamazsa o mal Allah’ın malı hükmünde olup Allah onu dilediğine verir” (Ebu Davud, “Lukata”, 1) buyurmuşlardır.
 
Sahibinden kaçan ve yitirilen hayvanlar hakkında da Hz. Peygamber, “Kim bir yitik hayvanı yanında barındırırsa, onu ilan edip duyurmadığı sürece yanlış yoldadır” (Müslim, “Lukata”, 1) buyurmuş, öte yandan hacıların yitirdiği mallara dokunulmamasını, kendi haline bırakılmasını istemiştir (Müslim, “Lukata”, 1). Yine Resulullah başı boş dolaşan develerin serbest bırakılmasını, onlara yitik muamelesi yapılmamasını, sahibinin onu veya onun sahibini bulacağını belirtmiştir (Müslim, “Lukata”, 1).
 
Hadislerden anlaşıldığına göre, bulunan malın bir yıl süre ile ilan edilerek sahibinin aranması ve beklenmesi, sahibi gelip de malını tanımlayabilirse malının iade edilmesi gerekmektedir. Öte yandan, bulan kimsenin, sahibi gelince iade edebilmek ve gerçek sahibini tanıyabilmek için, bulduğu malın ayırıcı özelliklerine dikkat etmesi ve unutmaması, yitiği de sahibine vermek kastıyla alması istenmektedir.
 
Hz. Peygamber’in bu konuda koyduğu ilkeler ve açıkladığı hükümler hem müslümanların güvenilir bir ortamda yaşamasını, müslümanların birbirinden emin olmasını, zarar görmemesini sağlamayı, hem de yitirilen malın muhafaza altına alınmasını, zayi ve telef olmaktan kurtarılmasını amaçlayan önlem ve çözümlerdir. Bulunan eşya ile hayvanlar arasında, hayvanlardan da mesela, koyunlarla develer arasında belli bir ayırımın yapılmış olması da, maksadı sağlayacak tedbirlerin durum ve şartlara bağlı olarak değişebileceğini anlatmak içindir. Nitekim başı boş develer hakkında Hulefa-yi Raşidin uygulamaları da birbirinden farklı olmuştur.
 
İslam hukukçuları da bu konudaki hadisleri ve uygulamaları esas alarak, bulunmuş malın durumu, yapılacak işlemler, ilgili kişilerin hak ve görevleri konularında birçok ayrıntılı hüküm ve önlemlerden söz etmişler ve konuyu hukuki bir çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır. Konu, fıkıh kitaplarında “lukata” bölü
[25.07.2023 23:17] Babam: Atlıkarınca
 
Ana Sayfa
A
Atlıkarınca
Rüyada atli karincaya bindigini veya çocugunu bindirdigini görmek,çoktan beri bekledigi büyük bir haberi alacagina ve is hususunda ortaklari veya is arkadaslari ile anlasarak büyük bir kazanca sahip olacagina delalet eder.Rüyada atli karincaya binmek,sevinçli günlerin yakin olduguna isarettir.
 
 
 
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[25.07.2023 23:18] Babam: ALİYY (El-Aliyy)
 
Ana Sayfa
A
ALİYY (El-Aliyy)
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın
(yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: “O(Allah) Aliyy’dir. Hakîm (her işinde hikmet sâhibi) dir. (Şûrâ sûresi: 51)
El-Aliyy ism-i şerîfini söyleyen, işlerinde muvaffak olup ilerler. (Yûsuf Nebhânî)
 
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[25.07.2023 23:19] Babam: Mukaddime
Birkaç işaretle başka yerlerde yani Yirmiikinci, Ondokuzuncu, Yirmialtıncı Sözlerde izah edilen birkaç mes’eleye işaret ederiz.
 
Birinci İşaret
Hikâyedeki sersem adamın o emin arkadaşıyla, üç hakikatları var.
 
Birincisi: Nefs-i emmarem ile kalbimdir.
 
İkincisi: Felsefe şakirdleriyle, Kur’an-ı Hakîm tilmizleridir.
 
Üçüncüsü: Ümmet-i İslâmiye ile millet-i küfriyedir.
 
Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır. Hikâyede nasıl emin adam demişti: “Bir harf kâtibsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz.” Biz de deriz:
 
Nasılki bir kitab, bâhusus öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir. Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitabdır ki, her sahifesi çok kitabları tazammun eder. Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitab içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın proğramı, fihristesi var. İşte böyle bir kitab, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal’in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. Demek âlemin şuhuduyla, bu iman lâzım gelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş ola…
 
Hem nasılki bir hane ustasız olmaz. Bâhusus öyle bir hane ki; hârika san’atlarla, acib nakışlarla, garib zînetlerle tezyin edilmiş. Hattâ herbir taşında, bir saray kadar san’at dercedilmiş. Ustasız olmak, hiçbir akıl kabul edemez, gayet mahir bir san’atkâr ister.
 
Bâhusus o saray içinde sinema perdeleri gibi her saatte hakikî menziller teşkil edilip, kemal-i intizamla elbise değiştirdiği gibi değiştiriyor. Hattâ herbir hakikî perde içinde, müteaddid küçük küçük menziller icadediliyor. Öyle de şu kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni’ ister. Çünki şu muhteşem kâinat öyle bir saraydır ki: Ay, Güneş lâmbaları; yıldızlar, mumları; zaman, bir ip, bir şerittir ki, o Sâni’-i Zülcelal her sene bir başka âlemi ona takıp, gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üçyüzaltmış tarzda muntazam suretlerini tecdid ediyor. Kemal-i intizamla ve hikmetle değiştiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmış ki, her bahar mevsiminde, üçyüzbin enva’-ı masnuatıyla tezyin ediyor. Hadd ü hesaba gelmez enva’-ı ihsanatıyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilat içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor. Başka cihetleri buna kıyas et… Nasıl, böyle bir sarayın Sâni’inden gaflet edilebilir?
 
Hem nasılki bulutsuz, gündüz ortasında, Güneşin deniz yüzünde bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve kar’ın bütün parçalarında cilvesi göründüğü gibi ve aksi müşahede edildiği halde Güneşi inkâr etmek, ne derece acib bir divanelik hezeyanıdır. Çünki o vakit bir tek Güneşi inkâr ve kabul etmemekle; katarat sayısınca, kabarcıklar mikdarınca, parçalar adedince, hakikî ve bil’asale güneşçikleri kabul etmek lâzım geliyor. Her zerrecikte (ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde) koca bir Güneşin hakikatını
[25.07.2023 23:19] Babam: şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan; surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müdhişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya’nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artür Kal’asında tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanı’nın bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.
 
Amma Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tâbi’ olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi’ olanları oraya oturtur. Zâten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir Cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
 
İşte İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı başgösterir, galebe eder ve “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz’da mühim bir mevkiye sahib olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.
 
Beşinci sualinizin meali: Kıyametin hâdisatından ervah-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?
 
Elcevab: Derecatlarına göre müteessir olacaklar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre müteessir oldukları gibi müteessir olurlar. Nasılki bir insan, sıcak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titreyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle müteessir olur. Öyle
 
 
 
de: Zîşuur olan ervah-ı bâkiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâinatın hâdisat-ı azîmesinden derecelerine göre müteessir olmalarını; ehl-i azab ise elemkârane, ehl-i saadet ise hayretkârane, istiğrabkârane, belki bir cihette istibşarkârane teessüratları bulunmasını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm, her zaman kıyametin acaibini tehdid suretinde zikrediyor. “Göreceksiniz…” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek, kabirde cesedleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden hisseleri var.
 
Altıncı sualinizin meali: كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ Bu âyetin âhirete, Cennet’e, Cehennem’e ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?
 
Elcevab: Şu mes’ele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velayetin medar-ı bahsi olmuş. Şu mes’elede söz onlarındır. Hem de şu âyetin çok genişliği ve çok meratibi var. Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: Âlem-i bekaya şümulü yok. Diğer kısmı ise: Âni olarak onlar da az bir zamanda, bir nevi helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki, fenaya gidip gelmiş hissetmeyecekler. Amma bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fena-yı mutlak ise, hakikat değildir. Çünki Zât-ı Akdes-i İlahî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfâtı ve esması dahi sermedî ve daimîdirler. Madem sıfâtı ve esması daimî ve sermedîdirler; elbette onların âyineleri ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bâkiyat ve ehl-i beka, fena-yı mutlaka bizzarure gidemez.
 
Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden şimdilik iki nokta hatıra ge
[25.07.2023 23:20] Babam: Hem mahiyet-i küfür dahi Cehennem’i bildirir. Evet nasılki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de: Risale-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki mes’elelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhâssa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevî azabları var.. eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur. Ve büyük Cehennem’den bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasından, bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder. “Ben onun bir mâyesiyim.” der. “Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususî nümunesi, benim meyvem olur.”
 
Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir. Öyle ise hadsiz bir azaba müstehak eder. Madem bir dakika katl, onbeş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür. Elbette bir küfür bin katl
[25.07.2023 23:20] Babam: iken, iman ve Kur’andan gelen bir mededle فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh, kemal-i emniyetle ve sürurla o âyetin içine girdi. Evet anladım ki; âyetin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi, beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekinet verdi. Evet nasılki mana-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a der: “Eğer ehl-i dalalet arka verip senin şeriat ve sünnetinden i’raz edip Kur’anı dinlemeseler, merak etme! Ve de ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerlerinize ittiba edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı herşeyi muhittir. Ne âsiler, hududundan kaçabilirler ve ne de istimdad edenler mededsiz kalırlar!” Öyle de mana-yı işarîsiyle der ki: Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fena yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terkedip mezaristana girerse, eğer ehl-i gaflet ve dalalet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme! De ki: Cenab-ı Hak bana kâfidir. Madem o var, herşey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler. Onun başka memleketine gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm sahibi, nihayetsiz cünud u askerinden başkalarını gönderir. Ve mezaristana girenler mahvolmadılar, başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarları gönderir. Ve dalalete düşenlere bedel, tarîk-ı hakkı takib edecek muti’ kullarını gönderebilir. Madem öyledir, o herşeye bedeldir. Bütün eşya, bir tek teveccühüne bedel olamaz! der.
 
İşte şu mana-yı işarî vasıtasıyla; bana dehşet veren üç müdhiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani: Hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zât-ı Zülcelal’in taht-ı tedbir ve rububiyetinde ve hikmet ve rahmeti içinde hikmetnüma bir seyeran, ibretnüma bir cevelan, vazifedarane bir seyahat suretinde bir seyr ü seferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıyor, gidiyor, geliyor!..
 
BEŞİNCİ NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ âyet-i azîmesi, ittiba-ı Sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet şu âyet-i kerime, kıyasat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa, gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı, öyle ise netice veriyor ki: Şimdi gündüzdür.” Menfî netice için deniliyor: “Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfî iki netice kat’îdirler. Aynen böyle de: Şu âyet-i kerime der ki: “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki: Allah’a muhabbetiniz yoktur.” Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah’ın Sünnet-i Seniyesine ittibaı intac eder.
 
Evet Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe Habibullah’ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur. Evet bu kâinatı bu derece in’amat ile dolduran Zât-ı Kerim-i Zülcemal, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mu’cizat-ı san’atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelal, elbette bilbedahe zîşuurlar içinde en mümtaz birisini kendine muhatab ve tercüman ve ibadına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı hadd ü hesaba gelmez tecelliyat-ı cemal ve kemalâtına mazhar eden o Zât-ı Cemil-i Zülkemal, elbette bilbedahe sevdiği ve
[25.07.2023 23:20] Babam: renkleri gibi macun, bir takım nuranî âyetlerdir. Kâinat bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Hâlık’ın vücub-u vücud ve vahdetine delalet eder. Evet kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.
 
Arkadaş! Kâinatın şu geçen hakikatların lisanıyla söylediği اَللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ delailiyle لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّهِ ı isbat eder. Ve keza فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ hakikatı مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ ı istilzam ediyor. مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ da, imanın beş rüknünü tazammun ettiği gibi, sıfat-ı rububiyete de mazhar ve mir’attır. Bu sırra binaendir ki, مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ imanın mizan ve terazisinde لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ ile karin ve müvazi olmuştur. Nübüvvet, sıfat-ı rububiyete nâzır ve mazhar olduğundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velayet ise, hususî ve cüz’îdir. Aralarındaki nisbet رَبُّ الْعَالَمِينَ ile رَبِّى arasındaki nisbet gibidir ki, birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususîdir. Veya arzdan arşa olan mi’racla secdedeki mi’rac arasında veya arş ile kalb arasındaki nisbet gibidir.
 
Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz bürhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden bürhanların her birisi, parmağını uzatıp, matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. O bürhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani, birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf bürhanların za’fiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile, dairenin bozulmasına sebeb olmaz. Ancak daire küçülür.
 
Maahâza bürhanların heyet-i mecmuasına terettüb eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her ferdden istemek ve her ferdde aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh bir bürhana bakıldığı zaman za’fiyetten dolayı vehimler başgösterirse, öteki bürhanlardan süzülen kuvvet ile ortada za’fiyet kalmaz, vehimler de dağılır.
 
Maahâza bazı bürhanlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi bürhanları gayet latif ve dikkatli ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki; dökülmesin, sönmesin, uçmasın
[25.07.2023 23:21] Babam: وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
 
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ رَمَضَانَ فِى حُرُوفِ مَا كَتَبْتُمْ مِنَ الرَّسَائِلِ
 
Aziz, sıddık kardeşlerim!
 
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşâallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar Leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymetdar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes’id ederim.
 
Kardeşlerim! Bu defa kudsî kalemle hediyeleriniz o kadar beni minnetdar ve mesrur etti ki, güya dünyayı ışıklandıracak bir nur fabrikası ve mazi ve istikbali rayiha-i tayyibesiyle muattar edecek bir gül fabrikası semadan bizim imdadımıza gönderilmiş ve benim arkamda kuvvet-üz zahr olarak duruyor ve mütemadiyen çalışıyorlar diye mesrur oluyorum. Yüzbinler Elhamdülillah.
 
Sabri kardeş! Senin fâsılalı iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki şahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasına ben de “Elfü elfi mâşâallah, bârekâllah, veffakakellah” derim. Sen ile Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduğunuzdan, senin ile konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarınız duadan hissedardırlar.
 
Hâfız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasın ve Hüsrev’e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatın, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, manevî kazançlara inşâallah hissedar kabul edildi. Her bir sahifelerini birer kıymetdar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldım.
 
Hüsrev kardeş! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altun yaldızla yazdığın Mu’cizat-ı Ahmediyeye mukabil herbir sahifesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtib tayin edildiğinize kanaatım kat’iyyet kesbetti. Rabb-ı Rahîm’e hadsiz hamd ü sena olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüşdü bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur’a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri’nin iki mektubunun -daha gelmeden- manevî tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. Bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyet-ül Kübra Şua’ını, Hâfız Ali’nin otuzüç “Lâ ilahe illallah” ile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selâm.
 
Duanıza muhtaç
 
Said Nursî
 
* * *
 
Aziz kardeşlerim!
 
Temadî eden tahribat-ı maneviye karşısında -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur’un mu’cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dalaletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tagutunu dağıtıp, Kur’an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalaletlerin enva’ı çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem’asını da bize gönderiniz.
 
* * *
 
Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstad’dan aldıkları cevab
 
Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: “Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.” Bunun izahını istiyoruz?
 
Elcevab Üstadımız diyor ki:
 
Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecne
[25.07.2023 23:21] Babam: )
İşbu cihankıymet eserin mütalaasında nasıl bulduğumuz istifsar buyuruluyor. Dekaik-ı hikmet ve hakaik-i ilmiye ile tezyin ve tarsin edilmiş olan yüksek eser hakkında bir mütalaa serdetmek, bidâamın fevkindedir.
 
Hakkı
 
* * *
 
(Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hâfız Ali’nindir)
Efendim! Yirmibeşinci Söz, Cenab-ı Hakk’ın ferman-ı mübini olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan için öyle bir vuzuh-u etemmi hâvi bir muarrif-i hakikîdir ki: Bahr-i hakaikte seyr ü seyahat eden ve haricen çelikle mücella ve müstahkem ve dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba’-ı hakikîsi olan Furkan-ı Hakîm gibi, daima gençliğini ve resanetini, zînet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiçbir vecihle ahkâm-ı memduhasına nakîse getirmeyen, bir sefine-i semaviyenin mahsulü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve âsilere şiddetle darbe-i müdhişe ve mühlikesini çarpan o Söz, muti’lere lütf-u dest-i manevîsiyle, dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatını ihsan eden Cenab-ı Hakk’ın, zât-ı üstadanelerine lütuf buyurduğu ve Vehhab ism-i celilinden tulû’ eden nurun lem’asıyla ziyalandırıp hakaik-i İlahiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren üstadımın hakaik denizinde seyr ü seyahatları esnasında isabet eden mevceler ki; yekdiğerini müteakib her birisi başlı başına bir mu’cize hattâ bir katresi bile îcazıyla i’cazını gösterdiğini gördüğümde “Mâşâallah”, “Elhamdülillahi alâ nur-il iman ve hidayet-ir Rahman” cümle-i celilesini lisanımda vird ediyorum.
 
Ali
 
* * *
 
(Yine şu fıkra Sabri’nindir)
Nurları âlemi tenvir eden, kıt’ası küçük ve kıymeti pek büyük ve ulvî ve azîm-ül meal ve bizzât hatt-ı ekremîleriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmiikinci Nur deryasına dalıyorum.
 
Sabri
 
* * *
 
(Şu fıkra mühim bir talebe olan Seyyid Şefik’indir)
Şifahane-i kalbinizden tulû’ eden Otuzüçüncü Söz’ünüzle otuzüç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhâssa istirham eylerim.
 
Seyyid Şefik
 
* * *
 
(İnşâallah Kur’an’a büyük hizmet edecek olan Küçük Hâfız Zühdü’nün mektubudur)
Bugün istinsahına muvaffak olduğum İ’caz-ı Kur’an’ın bu bîçare talebenize bahşetmiş bulunduğu nihayetsiz füyuzat, mevte mahkûm ruhuma öyle bir tabib-i hâzık ameliyatı yapmış ki, mübtela olduğum emraz-ı kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı minnetdarî eyler ve bu bînazir mücevherat mahzeninin diğer renkli kapılarının da açılmasını âcizane istirham eylerim.
 
Otuzüçüncü Mektub’un otuzüç penceresinden ayrı ayrı lemaan eden nuranî ziyalar kalb-i âcizaneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzatından hisseyâb olmasını bârigâh-ı Ehadiyetten tazarru’ ederim efendim.
 
Hâfız Zühdü
 
* * *
 
(Yine şu fıkra Sabri’nindir)
“Maruzat-ı hususiye”: Şu ondördüncü asr-ı Muhammedîde (A.S.M.) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligat-ı Ahmediyeyi bihakkın îfa ve icra ve i’lam ve infaz eden elhak “matla’-i şems-i füyuzat” tabiriyle tavsif ve ta’zime mâsadak bulunan Nur risale-i ferîdelerinden ruh-u âcizîye in’ikas eden ve sermaye-i kemteranemden olmayıp sırf Risalet-ün Nur’un füyuzat ve lemaatından derip, çatıp yazdığım arîzalarım, mahza bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerimaneleri olarak, Risalet-ün Nur sırasına idhal edilmesi hicabımı intac etmiştir. Zira bahr-i muhite nisbeten bir cedvel hükmünde bile olamayan, bu abd-i âcizin pür-kusur ifadeleri öyle bâlâ bir mevki’de yer tutacak bir mahiyette olmadığı aşikârdır. Umarım Cenab-ı Kibriya’dan ki; karin bulunduğu nevvar ve ziyadar Sözler’in nur ve ziyalarından müstefid ve ziyadar ola.
 
Sabri
 
* * *
 
(Şu fıkra Hulusi’nindir)
Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hallerdir. Felillahi
[25.07.2023 23:22] Babam: Said Nursî
 
* * *
 
Aziz, sıddık kardeşlerim!
 
İki sene tedkikattan sonra mahkeme tarafından bana teslim olunan mecmualardan bugün, masumlar taifesinin ve ümmi ihtiyarlar cemaatinin bana yadigâr olarak gönderdikleri parçaları hâvi büyük ve yaldızlı cildli bir mecmua gördüm. Bu mecmuanın başında tâ Kastamonu’da yazdığım bir fıkrayı size göndermek hatırıma geldi. Belki de eskiden bir sureti size gönderilmiş. Bunda kanaatım geldi ki:
 
Feylesoflara ve muannidlere karşı masumlar ve ümmilerin masumane ve hâlisane olan bu elimdeki mecmuası, en büyük bir vasıta-i galebedir; inadları kırıp insafsızları insafa getirmiştir. İşte çok yerlerden bana gönderilen mecmualar ve ümmilerin parçalarını üç mecmua içinde cem’etmiştik. Ve mecmuanın başında, bu gelen parça yazılı gördüm, size de gönderiyorum.
 
Hem bununla, Risale-i Nur’un makbuliyetine delalet eden sekiz parçadan mürekkeb yaptığımız bir mecmua ve Keramet-i Gavsiye ve Aleviye ve İşaret-i Kur’aniyeden başka, lâhika vesaireden üç-dört parça daha ilâve edilen mecmuanın başında yazılmağa lâyık bir parçayı leffen beraber gönderiyorum.
 
Umum kardeşlerime, bilhâssa masum ve ümmilere selâm ve dua eder ve dualarını istiyoruz. Ve bin mâşâallah ve bârekâllah onlara deriz. Onların yazılarını kimler görüyorsa, takdirkârane meftun olur.
 
Risale-i Nur’un küçük ve masum şakirdlerinden elli-altmış talebenin yazdıkları nüshaları bize göndermişler, o parçaları üç cild içinde cem’ettik. İşte bu mecmuadaki parçaları yazanların nümune olarak bir kısmı şunlardır:
 
Ömer 15, Mustafa 13, Hâfız Nebi 14, Hicret 15, Hüseyin 11, Ahmed Zeki 13, Ayşe 11, Hâfız Ahmed 12, Mustafa 14, Bekir 9, Ali 12
 
İşte bu mecmuadaki risaleler, bu masum çocukların Risale-i Nur’dan ders aldıkları ve yazdıklarının bir kısmıdır. Onların bu zamanda bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki: Risale-i Nur’da öyle bir manevî zevk ve cazibedar bir nur var ki; mekteblerde çocukları okumağa şevkle sevketmek için icad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hal gösteriyor ki; Risale-i Nur kökleşiyor. İnşâallah, daha hiçbir şey onu koparamıyacak, ensal-i âtiyede devam edecek gidecek.
 
Aynen bu masum çocuk şakirdler gibi, Risale-i Nur’un cazibedar dairesine giren ümmi ihtiyarların dahi kırk-elli yaşından sonra Risale-i Nur’un hatırı için yazıya başlayıp yazdıkları kırk-elli parça, iki-üç mecmua içinde dercedildi. Bu ümmi ihtiyarların ve kısmen çoban ve efelerin bu zamanda, bu acib şerait içinde herşeye tercihan Risale-i Nur’a bu surette çalışmaları gösteriyor ki: Bu zamanda Risale-i Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; harmancılar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri hacat-ı zaruriyeden ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur’un hakaikını görüyorlar.
 
Bu cildde az ve sair altı cild-i âherde masumların ve ihtiyar ümmilerin yazılarının tashihinde çok zahmet çektim; vakit müsaade etmiyordu. Hatırıma geldi ve manen denildi ki: Sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığından, acelecileri yavaş yavaş okumağa mecbur ettiğinden, Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünki ondaki iman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.
 
Elhasıl: Masumların ve ümmi ihtiyarların noksan yazılarında iki faide var:
 
Birincisi: Teenni ve dikkatle okumağa mecbur etmektir.
 
İkincisi: O masumane ve hâlisane ve samimî ve tatlı dillerinden, derslerinden Risale-i Nur’un şirin ve derin mes’elelerini lezzetli bir hayretle dinlemek ve ders almaktır.
 
اَلْ�
[25.07.2023 23:22] Babam: iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. Âlemde abes yok. Fıtratta israf yok. Bu şahidleri tezkiye eden, istikra-i tamdır ki; her fen, mevzuu bulunduğu nev’in nizamına bir şahid-i âdildir. Ve keza yevm ve sene vesaire gibi her nev’de, nev’î bir kıyamet-i mükerrere vardır. Ve keza beşerdeki istidad, kıyamete bir remizdir. Ve keza beşerin gayr-ı mütenahî meyil ve emelleri, kıyameti ister. Ve keza Sâni’-i Hakîm’in rahmet hazinesinin mahall-i sarfı, ancak kıyamet ve haşirdir. Ve keza sıdk ve emanetle maruf Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sarahaten ilân ediyor. Ve keza Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا ❊ وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyetleriyle ve bu âyetlerin emsaliyle haşrin vukuunu kat’iyyetle isbat ediyor. İşte tam ona baliğ olan şahidler, saadet-i ebediyenin anahtarı olup, o Cennet’in kapılarını açarlar.
 
Delail-i Haşr
Birinci Bürhan: Evet kâinat saadet-i ebediyeyi intac etmese, akılları hayrette bırakan, kâinatta görünen en bâriz, en mükemmel şu nizam, aldatıcı zaîf bir suretten ibaret kalır. Ve bütün maneviyat ve alâkalar, rabıtalar ve nisbetler hep heba olur. Öyle ise o nizamın nizam olması, ancak ve ancak saadet-i ebediyeyi intac etmekle olur. Yani o nizamdaki maneviyat ve nükteler, ancak âlem-i âhirette sünbüllenecektir. Yoksa bütün maneviyat söner, rabıtalar kesilir, nisbetler darmadağınık olur, nizam da berheva olur. Halbuki o nizamda bulunan kuvvet, bütün kuvvetiyle o nizamın berheva edilmeyeceğini ilân ediyor.
 
İkinci Bürhan: Herbir nev’de, herbir ferdde hikmetlere, maslahatlara riayet eden ve inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i tâmme, saadet-i ebediyenin gelmesini tebşir ediyor. Çünki aksi halde, bedahetle ikrar ve tasdik ettiğimiz şu hikmetleri ve faideleri inkâr etmemiz lâzım gelir. Çünki o faidelerin, o hikmetlerin, o maslahatların herbirisi zıddına inkılab ederler. Bu hal ise, safsatadır.
 
Üçüncü Bürhan: İkinci bürhanı tefsir eder. Fennin de şehadet ettiği gibi Sâni’-i Hakîm her şeyde en kısa yolu, en yakın ciheti, en güzel ve en hafif sureti ihtiyar etmiştir. Bu ihtiyar, kâinatta abesiyetin bulunmadığına delalet eder. Bu ise ciddiyete delalet eder. Ciddiyet ise, saadet-i ebediyenin gelmesiyle olur; yoksa bu varlık adem sayılır ve herşey abesiyete tahavvül eder. Halbuki abes ve israf gibi bâtıldan pâk ve münezzeh olduğunu şu سُبْحَانَكَ مَا خَلَقْتَ هذَا بَاطِلاً kelâmıyla i’lam ve talim eden Zât-ı Zülcelal sözüne nasıl muhalefet eder?
 
Dördüncü Bürhan: Üçüncü Bürhanı izah eder. Bütün fenlerin şehadetiyle, fıtratta israf yoktur. Eğer insan-ı ekber denilen âlemdeki hikmetleri idrakten âciz isen, âlem-i asgar denilen insandaki nüktelere, hikmetlere dikkat et. Evet “Fenn-i Menafi’-ül A’zâ”nın şerh ve beyan ettiği vecihle, insanın cisminde, herbirisi bir menfaat için takriben ikiyüz küsur kemik vardır. Ve herbirisi bir faide için altı bin damar vardır. Ve hüceyrata hizmet eden yirmidört bin mesame ve pencere vardır. O hüceyratta cazibe, dafia, mümsike, musavvire, müvellide namıyla herbirisi bir maslahat için beş kuvvet çalışıyor. Âlem-i asgar böyle olsa, insan-ı ekber ondan geri kalır mı? Ruha nisbeten ehemmiyetsiz olan cesed bu derece israftan uzak bulunsa, ne suretle cevher-i ruhla âsârında, emellerinde, efkârında ve maneviyatında israf olur. Çünki saadet-i ebediye olmasa, bütün maneviyat kurur. O hakikatlar, israf memleketine kaçarlar. Acaba dünya kadar kıymetli olan bir cevhere mâlik olmakla, hem daima onun zarfını ve gılafını muhafaza ettikten sonra, o cevheri birdenbire yere vurup kırmak ihtimali var mıdır? Hangi akıl kabul eder? Hem bir şahsın bünyesindeki
[25.07.2023 23:23] Babam: Tenbih: İnşikak-ı Kamer mütevatir-i bilmanadır. وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ olan âyet-i kerime ile sabittir. Zira hattâ Kur’an’ı inkâr eden dahi, bu âyetin manasına ilişmemiştir. Hem de ihtimal vermeye şâyan olmayan bir tevil-i zaîften başka tevil ve tahvil edilmemiştir.
 
Vehim ve Tenbih: İnşikak, hem âni, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem şu zaman gibi âsumana adem-i tarassud, hem vücud-u sehab, hem ihtilaf-ı metali’ cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâzım gelmez ve lâzım değildir. Hem de hem-matla’ olanlarda sabittir ki, görülmüştür.
 
Birisi ve en birincisi ve en kübrası olan Kur’an-ı Mübin’dir. İşte sâbıkan bir nebzesine îma olunan yedi cihetle i’cazı müberhendir. İlââhirihî… Sair mu’cizatı kütüb-ü mutebereye havale ediyorum.
 
Hâtime
 
Ey benim kelâmımı mütalaa eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve müvazeneli bir basiretle mecmu-u kelâmımı yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetine merkez gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i saire def’ edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan مَا الدَّلِيلُ الْوَاضِحُ عَلَى وُجُودِ اْلاِلهِ الَّذِى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ ye karşı derim: İşte Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm…
 
İşaret ve irşad ve tenbih: Vakta kâinat tarafından, hükûmet-i hilkat canibinden müstantık ve sâil sıfatıyla gönderilen fenn-i hikmet, istikbale teveccüh eden nev’-i beşerin talîalarına rastgelmiş; birden fenn-i hikmet şöyle bir takım sualleri îrad etmiş ki: “Ey insan evlâdları! Nereden geliyorsunuz? Kimin emriyle? Ne edeceksiniz? Nereye gideceksiniz? Mebdeiniz nereden? Ve müntehanız nereyedir?” O vakit nev’-i beşerin hatib ve mürşid ve reisi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ayağa kalkarak, hükûmet-i hilkat canibinden gelen fenn-i hikmete şöyle cevab vermiştir ki: “Ey müstantık efendi! Biz maaşir-i mevcudat, Sultan-ı Ezel’in emriyle, kudret-i İlahiyenin dairesinden memuriyet sıfatıyla gelmişiz. Şu hulle-i vücudu bize giydirerek ve şu sermaye-i saadet olan istidadatı veren, cemi’-i evsaf-ı kemaliye ile muttasıf ve Vâcib-ül Vücud olan Hâkim-i Ezel’dir. Biz maaşir-i beşer dahi, şimdi saadet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.
 
İşte ey hikmet, halt etme ve safsata yapma!.. Gördüğün ve işittiğin gibi söyle!..”
 
Üçüncü Maksad
Haşr-i cismanîdir. Evet, hilkat onsuz olmaz ve abestir. Neam, haşir haktır ve doğrudur. Bürhanın en vâzıhı, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.
 
Mukaddeme
 
Kur’an-ı Mübin, haşr-i cismanîyi o derece izah etmiştir ki; edna bir şübheyi bırakmamış. İşte biz de kuvvetimize göre onun berahinini bir derece tefsir için birkaç makasıd ve mevakıfına işaret edeceğiz.
 
Birinci Maksad: Evet kâinattaki nizam-ı ekmel, hem de hilkatteki hikmet-i tâmme, hem de âlemdeki adem-i abesiyet, hem de fıtrattaki adem-i israf, hem de cemi’ fünun ile sabit olan istikra-i tâmm, hem de yevm ve sene gibi çok enva’da olan birer nevi’ kıyamet-i mükerrere, hem de istidad-ı beşerin cevheri, hem de insanın lâ-yetenahî olan âmâli, hem de Sâni’-i Hakîm’in rahmeti, hem de Resul-i Sadık’ın lisanı, hem de Kur’an-ı Mu’ciz’in beyanı; haşr-i cismanîye sadık şahidler ve hak ve hakikî bürhanlardır.
 
Mevkıf ve İşaret:
 
1- Evet saadet-i ebediye olmazsa nizam, bir suret-i zaîfe-i vâhiyeden ibaret kalır. Cemi’ maneviyat ve revabıt ve niseb, hebaen gider. Demek nazzamı, saadet-i ebediyedir.
 
2- Evet inayet-i ezeliyenin timsali olan hikmet-i İlahiye, kâinattaki riayet-i mesalih ve hikem i
[25.07.2023 23:23] Babam: şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelal! Ey Kādir-i Mutlak! Kur’an-ı Hakîminin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın talimiyle anladım: Nasılki gökler, yıldızlar, senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler.. öyle de; cevv-i sema bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârları ve yağmurlarıyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.
 
Evet camid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra’dat dahi, lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete binaen “levh-i mahv ve isbat” ve “yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası” suretine çevirmekle, senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle, senin vüs’at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
 
Ey Mutasarrıf-ı Fa’al ve ey Feyyaz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. Hem koca fezayı mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukatına cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve herşeye yetişmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmane faidelerde istimal olunur ki;
[25.07.2023 23:23] Babam: -Bundan daha müşkilini de kendim icad ederim. İki bin beşyüz vaziyet-i muhtemeleye göre yaparım.
 
İki saat zarfında yüz adamdan elli adet gayr-ı müslimi o vaziyette taksim eder ki, daima kur’ayı gayr-ı müslime düşürür. Ve hattâ beşyüz gayr-ı müslim olmakla ikiyüz ellibin vaziyet-i muhtemele üzerine bir mes’ele çıkarttı ve Tahir Paşa’ya göstererek bir risale şeklinde yazdı 9(Haşiye).
 
Bedîüzzaman Van’da bulunduğu zamanlarda, vali Tahir Paşa ile bazı gazetelerden havadis okurdu. Bilhâssa İslâmiyeti alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikameti esnasında, âlem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müdhiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi
[25.07.2023 23:24] Babam: Birincisi: Mektubunu birlikte takdim ettiğim Sabri kardeşimiz, bu âlî fıkra eline vâsıl olacağı anda, bir diğer kardeşine hâdisattan bahsederken bu fıkranın münderecatını anlatması…
 
İkincisi: Bu hakir talebeniz Hüsrev de, bu fıkranın vusulünden bir gün evvel Re’fet Bey’le konuşurken demiştim. “Aziz Re’fet! Biz, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nüzulüne intizar ediyoruz. Bu peygamber-i âlîşan, din lehinde hareket eden cereyanın başlarına nüzul etse gerektir ve o millet de müslüman olacaktır. Sevgili Üstadımızın son mektublarından böyle anlıyorum. Bu hususta ümidim kuvvetlidir. İnşâallah öyle de olacaktır.” demiştim.
 
Üçüncüsü: Atabey’li kardeşlerimin sevgili Üstadıma yazdıkları mektub ki, onu da bu akşam aldım, okudum, çok acib gördüm. O kardeşlerim de Osman-ı Hâlidî’nin bahsettiği müceddid-i din ve o şerefe Cenab-ı Hakk’ın nâil ettiği zâtı da sevgili Üstadımız olan Risalet-ün Nur olduğundan bahsediyorlar. O mektubu da birlikte takdim ettim.
 
Evet muhterem Üstadım, bugünlerde Risalet-ün Nur’un fevkalâde faaliyeti içinde çok kerametlerini müşahede ediyoruz. Hattâ şöyle diyebilirim ki: Herbir talebeniz, başlı başına
[25.07.2023 23:24] Babam: Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.
 
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
 
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki’ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.
 
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve
[25.07.2023 23:25] Babam: Salâhiyet ve mes'uliyeti kendinde toplayan resmîyetin haricinde, yani samimi uhuvvetkârane cemaatta, mezkûr yanlış hareketlere iştirak edilemediği gibi menfî mücadeleler de yapılmaz. Ancak hakikat tebliğ ve izhar edilir. İslâmî resmîyette ise, (49:9) âyetinde zikredildiği üzere, birbiriyle mücadeleye girişmiş iki İslâm taifesini, vazifeli resmî makam, ahkâm-ı şer'iye adaleti dairesinde sulh'a davet eder. Yani, şahısların hâkimiyetini bertaraf ile şer'î esasların hâkimiyetini ikame etmek ister. Eğer bu şer'i davet dinlenilmezse, resmî makam, itaatsızlara karşı mezkûr âyette bildirilen kıtal hakkını kullanır. İmam-ı Ali'nin (R.A.) yaptığı gibi... 
 
   Tesbit edilen esaslar için toplanan parçalarda, kat'î ve sarih hüküm ifade eden kısımları koyu siyah yazı ile yazdık. Koyu (bold) yazı haricindeki yazılar ise, nazara verilen hükmü, biraz daha etraflıca tahkik edebilmek içindir. Daha etraflıca geniş araştırmak isteyenler,  gösterilen me'haz kitabın verilen sahifesine göre tahkik edebilirler. 
 
   Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) Kaside-i Celcelûtiyesinin Risale-i Nurdan haber verdiği kısmında:  
 
   'Risale-i Nur'u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra...' (Şualar sh: 750) 
 
   Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü'nün mezkûr tarzdaki beyanından, bu esasların varlığına bindörtyüz sene önceden işaret ettiğini anlıyoruz. 
 
   Ve keza Bediüzzaman Hazretleri

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Kıraç, APSCO Konsey Başkanlığına seçildi

AB'den ihracatçılara yeşil ekonomiye geçiş için 7 milyon avro destek

Otomotiv endüstrisi kasımda yaklaşık 3,8 milyar dolarlık ihracat yaptı

Niğde'de ilk fazı tamamlanan tesiste yıllık 7 bin ton likra üretiliyor

İnşaat sektöründe çalışan sayısı üç aydır rekor kırıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
3.TRABZONSPOR A.Ş. 14 9 1 4 13 31
4.GÖZTEPE A.Ş. 14 7 2 5 10 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 14 5 6 3 -3 18
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 14 3 7 4 -7 13
15.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
17.GENÇLERBİRLİĞİ 14 3 9 2 -7 11
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 14 2 10 2 -13 8

YAZARLAR