AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[30.07.2023 15:05] Babam: Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. - Bakara - 137. Ayet
[30.07.2023 15:05] Babam: Hediyeleşin. Çünkü hediye, gönülden kini söküp atar... - Tirmizî, Velâ, 6
[30.07.2023 15:05] Babam: “Rabbinden sana vahyedilene uy. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven; güvenip dayanmak için Allah yeter.” - Ahzâb, 33/2-3
[30.07.2023 15:05] Babam: Yüce Allah, söylenecek sözün daima doğru ve güzel olmasını istemektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim de iyi veya kötü sözü; bir ağacın kökü ve dallarına benzeterek şöyle açıklamıştır: “Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi. (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misal getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olamayan kötü bir ağacın durumu gibidir. Allah iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır…” (İbrahim, 14/24-27) Sevgili Peygamberimiz de güzel sözü sadaka saymış hayatı boyunca aile fertlerine güzel söz ve güler yüzle yaklaşmıştır. Yunus’un; “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” cümlelerinde ifade ettiği gibi güzel söz aile ortamındaki gerginlikleri ve kırgınlıkları ortadan kaldıracak ve daha da önemlisi sevgi bağlarımızın gelişmesine katkıda bulunacaktır. - GÜZEL SÖZ
[30.07.2023 15:06] Babam: İle İlgili Bilgiler
25- Hac için afaktan (Mikat dışından) gelenler için ihrama girecekleri belli yerler vardır ki, bunlar beş yerdir. Bunların her birine 'Mikat' denir. Çoğulu 'Mevakıt' dır. Bunlar: 'Zülhuleyfe, Zati Irk, Cuhfe, Karn, Yelemlem' denilen yerlerdir. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girebilirler. Öyle ki, Süveyş yolu ile hacca gidenler 'Rabiğ' hizasında ihrama girerler. Burası Şamlıların mikatı olan ve Mekke'ye üç merhale uzakta bulunan, bugün izi kalmamış 'Cuhfe' kasabası yakınındadır.
26- Bir hac yolcusu, ihramsız olarak mikatı geçerse, bakılır: Eğer henüz hac işlerini (menasikini) yapmaya başlamadan mikata dönerse, ihrama girerek telbiyede bulunur. Böylece kendisine bir ceza gerekmez. Fakat mikata dönmez de sonradan ihrama niyet ederse veya hac menasikinden birini yaptıktan sonra ihram için mikata dönerse, ceza olarak kurban (bir koyun kesmek) gerekir. Haccın kaçırılmasından korkulmazsa, mikata dönmek daha faziletlidir.
27- Mekke'de bulunaların hac için mikatları, bulundukları Mekke'dir. Bu şehirden ihrama girerler. İsterse Mekke halkından olmasınlar. Fakat Umre yapmak için Harem bölgesi dışına çıkar ve oradan, çoğunlukla 'Tenîm' denilen yerden, ihrama girerler. Bunun için bu yere Umre de denilmiştir.
28- Mekke şehri çevresinde belli bir sahaya 'Mekke Haremi, Harem Bölgesi' denir. Bu bölgenin dışında olup mikatlara kadar uzayan sahaya da 'Hill' adı verilir.
Hill Bölgesinin Mekke'ye en yakın yeri, batı tarafından üç-dört mil uzaklıkta bulunan 'Ten'îm' adındaki yerdir.
Hill sözü, ihrama son vermek manasına
[30.07.2023 15:06] Babam: araştırma teknikleriyle mantık kurallarına bağlı ilkelerin etkisi altındadır. Bundan dolayı, onun çekimi tam anlamıyla herşeyi kapsayan genel bir çekim değildir. Gerçekten astronomide ne gök cisimlerinin zerreleri veya tek tek parçaları arasındaki atomların çekimi veya tek tek parçaların birbirine tutunmaları ve bütünleşmeleri gibi kimyasal ilişkileri, ne canlılığın gelişmesini anlatan beslenme ve üremesindeki organik çekimi; ne nefsin iyilik ve kötülük arasındaki sevgi ve nefret, şehvet ve öfke gibi meyillerini ve heyecanını anlatan vicdanla ilgili ilişkileri; ne duygusal izlenimleri ve hayal gücüyle elde edilebilen tasavvur ve tasarımları dile getiren ve onları belli sentezlere kavuşturup anlaşılabilir misaller halinde sunan bir özellik görürüz. Madde aleminin kendisinde insan
[30.07.2023 15:07] Babam: ivayet şöyledir: 'Alış-verişlerinin bereketi yok edilir: Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz kılar.'
 
Buhârî, Büyû 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû, 47, (532); Ebu Dâvud, Büyû 53, (3459); Tirmizî, Büyû 26, (1246); Nesâî, Büyû 3, (7, 244-245).
 
ALIŞ-VERİŞTE VE İKALE'DE (AKDİ BOZMA) KOLAYLIK
 
198 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 'Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini bol kılsın'.
 
Buhârî, Büyû 16; Tirmizî Büyû 75, (1320).
 
199 - Tirmizî'nin rivayeti şöyledir: 'Allah, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle muamele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir, alacağını isteyince (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi.'
 
Tirmizî, Büyû 75. (1320).
 
200 - Tirmizî'nin Ebu Hüreyre'den kaydettiği bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur: 'Allah, satıştaki müsâmahayı, satın alıştaki müsâmahayı, ödemedeki müsâmahayı sever'
 
Tirmizî, Büyû 75 (1319).
 
201 - Huzeyfe ve Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittiklerini anlatır: 'Sizden önce yaşamış olan birisine, ruhunu kabzetmek üzere melek gelmiş idi, sordu:
 
'-Bir hayır işledin mi?' Adam:
 
'-Bilmiyorum' diye cevapladı. Kendisine tekrar:
 
'-Hele bir düşün (belki hatırlarsın) dendi. Adam:
 
'-Bir şey hatırlamıyorum, ancak dünyada iken, insanlarla alış-veriş yapardım. Bu muâmelelerimde zengine ödeme müddetini uzatır, fakire de (ödeme işlerinde müsâmaha ve bazı eksikliklerini bağışlamak sûretiyle) kolaylık gösterirdim' dedi.
 
Allah onu (bu kadarcık iyiliği sebebiyle affedip) cennetine koydu.'
 
Buhârî, Büyû 17-18, Enbiyâ 50, İstikrâz 5; Müslim, Müsâkât 26-31, (1560).
 
202 - Amra Bintu Abdirrahmân (radıyallahu anhâ) anlatıyor: 'Bir adam bir meyve bahçesinin
[30.07.2023 15:07] Babam: gibiyim,
Ezelî üstâd ne derse onu söylerim.
 
Düşünerek, işiterek anlaşılan ahkâm-ı islâmiyye bilgileri, şimdi keşf ile hâsıl olmakdadır. Keşfler, ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerinden kıl kadar ayrılmamakdadır. Onların kısaca bildirdikleri şeyleri açıkladılar ve genişletdiler. Düşünerek anlamak yerine içden gelerek öğrenmeği ihsân etdiler. Bir kimse Hâce Şâh-i Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes” hazretlerinden sordu:
 
Süâl: Tesavvuf yolunda ilerlemek, ya’nî sülûk niçindir?
 
Cevâb: (Kısaca, topluca öğrenilenlerin genişlemesi, açılması ve düşünerek bulmak yerine, keşf ile kalbe gelmek içindir) buyurdu. Onlardan başka şeyler öğrenmek içindir buyurmadı. Evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, bilgiler, ma’rifetler hâsıl olmakdadır. Fekat, bunların hepsini bırakıp ilerlemek lâzımdır. En son makâma, ya’nî Sıddîklık makâmına varmadıkça doğru bilgilere kavuşamaz. Şuna şaşılır ki, Ehlüllah arasında, bu şerefli makâma kavuşduklarını söyleyenlerin bu makâma uygun olan bilgileri ve ma’rifetleri acabâ neden olmuyor? (Her ilm sâhibinin üstünde dahâ büyük âlim vardır.)
 
Kazâ ve kader bilgisini de açıkladılar. Öyle bildirdiler ki, islâmiyyetin bildirdiğinden hiç ayrılığı yokdur. Bu bilgiye, îcâb noksanlığı ve cebr lekesi hiç bulaşmamakdadır. Bu bilgi, ayın ondördündeki ay gibi açık anlaşılmakdadır. İslâmiyyetin bildirdiğine hiç uygunsuz olmadığı hâlde bu bilgiyi niçin herkesden gizlediklerine şaşıyorum. Eğer dîn-i islâma uygun olmasa idi, o zemân örtmeleri, saklamaları uygun olurdu. Ne yapdığından süâl olunmaz. Fârisî beyt tercemesi:
 
Onun korkusundan, kim ne yapabilir?
Teslîm olmakdan başka ne diyebilir.
 
İlmler ve ma’rifetler, nisan yağmuru gibi akıyorlar. İnsanın idrâki bunları kavrıyamıyor. Lâf olsun diye insanın idrâki diyoruz. Yoksa, sultânın hediyyelerini ancak onun hayvanları taşıyabilir. Önceleri, bu şaşılacak bilgileri yazmak istiyordum. Fekat başaramadım. Bunun için üzülüyordum. Sonra, (bu bilgileri göndermek, alışdırmak içindir; bunları ezberlemek için değildir) diyerek üzüntümü giderdiler. Nitekim mekteblerde talebe diploma almak için çeşidli şeyler öğrenirler. Bunları ezberlemek için öğretmezler.
 
Bu bilgilerden birkaçını yüksek huzûrunuza sunuyorum. Şûrâ sûresi onbirinci âyetinde (Onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. Ancak O işitici ve görücüdür) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmenin baş tarafı, Allahü teâlâyı tenzîh ediyor. Bu, açıkça anlaşılmakdadır. O işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzîhi temâmlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. Şöyle ki, mahlûklarda da görmek ve işitmek vardır. Mahlûkların bu iki duygusu Allahü teâlânın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. Allahü teâlâ, mahlûkların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. Bu âyet-i kerîmede, işitici ve görücü yalnız Odur, mahlûklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. Allahü teâlâ, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te’sîrler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. İnsanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te’sîr etmez. Te’sîr eder denilirse, te’sîri de O yaratmakdadır. Mahlûkların kendileri te’sîrsiz oldukları gibi, sıfatları da te’sîrsizdir. Herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez.Taş, cimâd, te’sîrsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimâddır, te’sîrsizdir. Harflerin ve sesin çıkmasında hiç te’sîri yokdur. Başka sıfatlar da bunun gibidir. Bu iki sıfat, dahâ meydânda olduğu için, Allahü teâlâ, mahlûklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. Mahlûklarda başka sıfatların da bulunmadığı
[30.07.2023 15:08] Babam: Kiralama
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Kiralama
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
D) Kiralama
 
Kiralama, ticari ve günlük hayatta en çok ihtiyaç duyulan akidlerden, dolayısıyla borç ilişkilerinin en başta gelen kaynaklarından olup, mesken ve iş yeri kiralamasından vasıta ve arazi kiralamasına kadar yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Günlük hayata ve ihtiyaçlara paralel olarak şekillenen İslam borçlar hukukunda da kira akdi, klasik literatürdeki adıyla icare akdi, satım akdinden sonra önem itibariyle ikinci sırada yer alan ve ayrıntıyla işlenen bir akid olmuştur.
 
İslam hukukunun klasik sistematiğinde kira akdi, iş akdi ile birlikte “icare akdi” bölüm ve başlığı altında ele alınır. İcare akdi de “Belli bir menfaati, belli bir bedel karşılığında satma” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, İslam hukukunun klasik sistematiğinde icare akdi, hem gayri menkul ve menkul eşyanın kullanımını konu alan kira akdini, hem de insanın çalışmasını konu edinen iş akdini içine almaktadır. Ancak, öteden beri klasik kitaplar, özellikle konusu hayvan kiralama olan akidler için “kira” kelimesini de kullanmaktadır.
 
Günümüz hukuki düzenlemeleri içinde “iş akdi” olarak ele alınan ve dördüncü bölümde “Çalışma Hayatı” başlığı altında incelenen “icare-i ademi” dışarıda bırakılmak suretiyle kira akdi, “eşyanın menfaatinin bedel karşılığı temliki”, daha açık bir ifadeyle, “bir malın kullanımının belli bir bedel karşılığı başkasına devredilmesi” olarak tanımlanabilir. Buna göre, kira akdinin meydana gelmesi, taraflar (kiralayan ve kiracı), akid kurucu sözler (siga), menfaat (kullanım) ve bedel şeklinde dört unsura dayanmaktadır.
 
Kira akdinin şekli, işleyişi, tarafların hak ve borçları gibi konular toplumsal şartlarla ve telakkilerle yakından alakalı bulunduğundan, Kur’an ve Sünnet’te bu konuda ayrıntılı hükümler sevkedilmek yerine belli ilkeler konmakla yetinilmiş, bir bakıma borç ilişkilerinin genel çerçevesi çizilmiş, dayanacağı zemin gösterilmiştir. İslam hukukçuları da, Kur’an ve Sünnet’in borç ilişkilerine hakim kılınmasını istediği ilke ve amaçların ışığında ve toplumların şartlarına göre, kira akdinin kuruluş, işleyiş ve sonuçları konusunda birtakım hukuki düzenlemeler getirmişler, bu düzenlemelerde belli hukuki ve objektif ölçüleri esas almaya çalışmışlardır. Bu itibarla, İslam hukukunun klasik kaynaklarında kiralamayla ilgili olarak yer alan bilgi, kural ve çözümlerin önemli bir kısmı, İslam hukukçularının doktriner görüşlerinden, tesbit ve önerilerinden ibarettir. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki, İslam hukukçularının kiralama ile ilgili olarak benimsedikleri görüşler, hem ayet ve hadislerin genel çerçevesi ve bütünlüğü içerisinde oluştuğu hem de asırların tecrübesi ışığında insan ilişkileri sağlıklı bir zemine ve işleyişe kavuşturmayı amaçladığı için, gerek günlük hayatımız ve gerekse kültür tarihimiz açısından fevkalade önemi haizdir.
 
İslam hukukçularının kiralama ile ilgili olarak ortaya koydukları görüş, şart ve çözümler İslam borçlar hukukunun genel ilke ve kurallarının belli bir alana uygulanmasından ibarettir ve şöylece özetlenebilir:
 
Kira akdinin hukuken geçerli ve sağlam bir şekilde kurulabilmesi için tarafların akid kurma ehliyetine sahip olmaları, hangi konuda, hangi süreyle, ne gibi bir bedel karşılığı anlaştıklarını açıkça beyan etmeleri gerekir. İslam hukukçuları akidlerin kuruluşu ve karşılıklı hak ve borçların tesisi konusunda açıklığı ve dürüstlüğü esas almışlar, birçok ayrıntının başta tek tek belirlenmesini isteyerek ileride doğabilecek çekişme ve anlaşmazlıkları asgari düzeye indirmeyi hedeflemişlerdir.
 
Kira akdinin konusu, menkul veya gayri menkul bir malın kullanımı olduğundan, kira süresinin, kira
[30.07.2023 15:09] Babam: At Sevmek
 
Ana Sayfa
A
At Sevmek
Rüyada At Sevmek, Bilginlerin derhal hepsi, rüyası esnasında at gören insanın umulmadık anda mevki maliki olabileceğine işaret ederler. At asiliği temsil eder. Rüyayı gören şahsın yaşamında pozitif gelişmelere, güzel ev, yolculuk, bolluklu günler, rüyada at görmek, her zaman uğur olmak suretiyle da kabul edilir. At görmek her çeşit sorununun nihayet bulacağına ve her zaman hayırlı işlere yorulur. Ata binen bir kişinin dileği derhal yerine gelir. At murattır.Tabirciler Atın rengine göre de yorumlamaktadırlar.Beyaz at, Hayırlı işlere yorulur. Tez zamanda gelmiş olacak ve bir ömür devam edecek mutlu edici bir sonuca rivayet edilir.Siyah at,  Büyüklüğe  ve zenginliğe.Uysal ve evcil Arap atına binmek, O atın kıymeti kadar baht güzelliği ve saadet elde edeceğinize.Kahverengi at, Muvaffakiyet ve zafer elde etmeye, hem maddi hem manevi manada kuvvet kazanmaya.Kuyruğu, yelesi ve ayakları kızıl olan at, Dindarlıktır.Boz renkli at, Hasımlarınızı yeneceğinize.Kendisi sarı, yelesi ve kuyruğu kızıl olanı, Matem ya da gelmiş olun için toplanmış değişik bayanlara delalet eder.Her kısımı yelesi ve kuyruğu kızıl olan kısrak, Neşeli, neşeli bir kadındır.Çift kanatlı ata binen, Ya dünyalığa, veya saltanata kavuşur.Kır bir ata bindiğinizi görmek, Eğer bekarsanız kısmetinizin açık hale getirilerek derhal evlenmiş olacağınıza işarettir.Uslu  bir ata bindiğinizi görmek, Asla ummadığınız süprizlerle karşılaşacağınıza.Genç ve iyi bir tip at görmek, Kuvvetinizin çoğalmasına, yiyip içeceği şeylerin artmasına.Yelesi ve kuyruğu siyah, öbür yerleri kızıl olan at görmek, İzzet ve yüceliğe.Atın yavrusu olan Taya bindiğinizi görmek, Benzerinin şahane bir çocuk maliki olacağına delildir.Uzaktan gelmiş olan bir atı görmek, Hayır ve son derece sevindirici havadis manasına gelmektedir.Beyazımsı gri renkli bir at görmek, Kazancınızın bereketleneceğine.Attan indiğini görmek, İyi değildir, kader alametidir.Atın kendini ısırdığını görmek, Nimet, mal, izzet ve kuvvetle tabir olunur.Savaş atı görmek, Hasımın ziyanına uğramayacağına.Hasta at, hastalanmış görmek, Bir dostunuzun, sevdiğinizin sağlık vaziyeti hakkında sizi uyarmaktadır.Bağlı at görmek, Değişmeyen mevkiye.At satmış olun almak, Bir işe ve evliliğe.Yorgun at, Çok para harcamaya.At satmak, Tartışmaya.Allah tüm insanların kalbına göre versin. umarız hepimizin rüyaları hayra çıkar. dileklerimize, müjdelerimize kavuşuruz…
 
 
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[30.07.2023 15:10] Babam: A’MÂL-İ ŞER’İYYE
 
Ana Sayfa
A
A’MÂL-İ ŞER’İYYE
İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler. (Bkz. Amel)
 
İlgili
Ahkâm-ı Şer’iyye
9 Eylül 2021
Benzer yazı
KİTÂB
9 Eylül 2021
Benzer yazı
FÜRÛ’
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[30.07.2023 15:11] Babam: Mukaddime
Birkaç işaretle başka yerlerde yani Yirmiikinci, Ondokuzuncu, Yirmialtıncı Sözlerde izah edilen birkaç mes’eleye işaret ederiz.
 
Birinci İşaret
Hikâyedeki sersem adamın o emin arkadaşıyla, üç hakikatları var.
 
Birincisi: Nefs-i emmarem ile kalbimdir.
 
İkincisi: Felsefe şakirdleriyle, Kur’an-ı Hakîm tilmizleridir.
 
Üçüncüsü: Ümmet-i İslâmiye ile millet-i küfriyedir.
 
Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır. Hikâyede nasıl emin adam demişti: “Bir harf kâtibsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz.” Biz de deriz:
 
Nasılki bir kitab, bâhusus öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir. Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitabdır ki, her sahifesi çok kitabları tazammun eder. Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitab içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın proğramı, fihristesi var. İşte böyle bir kitab, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal’in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. Demek âlemin şuhuduyla, bu iman lâzım gelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş ola…
 
Hem nasılki bir hane ustasız olmaz. Bâhusus öyle bir hane ki; hârika san’atlarla, acib nakışlarla, garib zînetlerle tezyin edilmiş. Hattâ herbir taşında, bir saray kadar san’at dercedilmiş. Ustasız olmak, hiçbir akıl kabul edemez, gayet mahir bir san’atkâr ister.
 
Bâhusus o saray içinde sinema perdeleri gibi her saatte hakikî menziller teşkil edilip, kemal-i intizamla elbise değiştirdiği gibi değiştiriyor. Hattâ herbir hakikî perde içinde, müteaddid küçük küçük menziller icadediliyor. Öyle de şu kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni’ ister. Çünki şu muhteşem kâinat öyle bir saraydır ki: Ay, Güneş lâmbaları; yıldızlar, mumları; zaman, bir ip, bir şerittir ki, o Sâni’-i Zülcelal her sene bir başka âlemi ona takıp, gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üçyüzaltmış tarzda muntazam suretlerini tecdid ediyor. Kemal-i intizamla ve hikmetle değiştiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i nimet yapmış ki, her bahar mevsiminde, üçyüzbin enva’-ı masnuatıyla tezyin ediyor. Hadd ü hesaba gelmez enva’-ı ihsanatıyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilat içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor. Başka cihetleri buna kıyas et… Nasıl, böyle bir sarayın Sâni’inden gaflet edilebilir?
 
Hem nasılki bulutsuz, gündüz ortasında, Güneşin deniz yüzünde bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve kar’ın bütün parçalarında cilvesi göründüğü gibi ve aksi müşahede edildiği halde Güneşi inkâr etmek, ne derece acib bir divanelik hezeyanıdır. Çünki o vakit bir tek Güneşi inkâr ve kabul etmemekle; katarat sayısınca, kabarcıklar mikdarınca, parçalar adedince, hakikî ve bil’asale güneşçikleri kabul etmek lâzım geliyor. Her zerrecikte (ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde) koca bir Güneşin hakikatını içinde kabul etmek lâzım geldiği gibi, aynen öyle de: Şu sıravari içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelal’i evsaf-ı kemaliyle tasdik etmemek, ondan daha berbad bir dalalet divaneliğidir, bir mecnunluk hezeyanıdır. Zira herşeyde, hattâ herbir zerrede bir uluhiyet-i mutlaka kabul etmek lâzımdır. Çünki meselâ havanın herbir zerresi; herbir çiçek ile herbir meyveye, herbir yaprağa girer ve işleyebilir. İşte şu zerre, eğer memur olmazsa, bütün girebildiği v
[30.07.2023 15:12] Babam: Mektub
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
 
Şu mektub  فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sırrına mazhar olmuş, şiddetli yazılmamış.
 
Çoklar tarafından sarihan ve manen gelen bir suale cevabdır.
 
(Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şey’imi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil, belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-ı hâli hem dostlarıma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için “Beş Nokta”yı beyan ediyorum.)
 
BİRİNCİ NOKTA: Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
 
Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.
 
İKİNCİ NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?
 
Elcevab: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir-iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlı olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünki diyor: Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetin
[30.07.2023 15:12] Babam: Cehennem’i bildirir. Evet nasılki imanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de: Risale-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki mes’elelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhâssa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidadın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve manevî azabları var.. eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî cehennem olur. Ve büyük Cehennem’den bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasından, bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder. “Ben onun bir mâyesiyim.” der. “Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususî nümunesi, benim meyvem olur.”
 
Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir. Öyle ise hadsiz bir azaba müstehak eder. Madem bir dakika katl, onbeş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür. Elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azab çekmesi, o kanun-u adalete muvafık geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekizyüzseksen milyara yakın dakikada azaba müstehak ve خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا sırrına mazhar olur. Her ne ise…
 
Kur’an-ı Hakîm’in Cennet ve Cehennem hakkındaki mu’cizane izahatı ve Kur’an’ın tefsiri ve ondan gelen Risale-i Nur’un Cennet ve Cehennem’in vücudlarına dair hüccetleri, daha başka beyana ihtiyaç bırakmamışlar.
 
وَيَتَفَكَّرُونَ فِى خَلْقِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
 
رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا ❊ اِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا ❊
 
gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (A.S.M.) ve umum peygamberler ve ehl-i hakikatın, her vakit dualarında, en ziyade اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ ❊ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ ❊ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ ve vahy ve şuhuda binaen onlarca kat’iyyet kesbeden Cehennem’den bizi hıfzeyle demeleri gösteriyor ki; nev’-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennem’den kurtulmaktır. Ve kâinatın pekçok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikatı Cehennem’dir ki; bir kısım o ehl-i şuhud ve keşif ve tahkik onu müşahede eder. Ve bir kısmı tereşşuhatını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryad ederler. “Bizi ondan kurtar” derler.
 
Evet bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur. Cehennem’siz Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve bir tek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur. Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet’e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur. Kerametli Yirmidokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktelerine havale ederek kısa kesiyoruz.
 
Ey bu Medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım! Bu dehşetli haps-i ebedîden kur
[30.07.2023 15:13] Babam: NÜKTE: Sünnet-i Seniyenin herbir nev’ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkasd tarafdarane ve iltizamkârane talib olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kısımlara zâten ittibaa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehab olan Sünnet-i Seniyenin terkinde günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise, büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniye ise, ittiba ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah’ın âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır. Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrına münafî olduğu için, merduddur. Fakat, tarîkatta evrad ve ezkâr ve meşrebler nev’inden olsa ve asılları Kitab ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usûl ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dâhil edip, fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş. İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sâni (R.A.) diyor ki: “Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniye şuaı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki; sünnet-i seniyenin şuaı, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramağa ihtiyaç yoktur.”
 
İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i Seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.
 
اَللّهُمَّ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ
 
رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
 
ONUNCU NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ âyetinde i’cazlı bir îcaz vardır. Çünki çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: “Allah’a (celle celalühü) imanınız varsa, elbette Allah’ı
[30.07.2023 15:13] Babam: pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?
 
Ve keza şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni’-i Zîşuur’dur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın… Binaenaleyh mâlikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû’-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّهِ de.
 
Üçüncü Hastalık: “Gurur”dur.
 
Evet gurur ile insan maddî ve manevî kemalât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslaf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.
 
Dördüncü Hastalık: “Sû’-i zan”dır.
 
Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû’-i ahlâkı, sû’-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû’-i zandır. Sû’-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.
 
Arkadaş! Taht-el arz yaptığım hayalî bir seyahatta gördüğüm bazı hakikatları zikredeceğim:
 
Birinci Hakikat: Arkadaş! Mâlik-i Hakikî’den gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur. Evet taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhâssa esbabı kendisine kıyas ile, hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesile ile, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlahiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.
 
Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef sû’-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.
 
Arkadaş! Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki: Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlık’ın sıfatlarını fehmetmek için bir vâhid-i kıyastır. Çünki insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsiller ile bilirler. Meselâ: Bir adam Cenab-ı Hakk’ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: “Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir.” diye vehmî bir çizgi çizmekle mes’eleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünki nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi cismine de mâlik değildir. Cismi, ancak acib bir makine-i İlahiyedir. Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye (bir cilveciği) o makinede çalışıyor. Binaenaleyh insan o firavunluk davasından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin! Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah’ın mülkünü esbab-ı camideye taksim etmiş olacaktır.
 
İkinci Hakikat: Ey nefs-i emmare, kat’iyyen bil ki, senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Halbuki o direk kurtludur. O temel taşı da ç�
[30.07.2023 15:13] Babam: fâsılalı iki mektubun, hizmetinin makbuliyetine iki şahid-i gaybî gösterdi. Senin tabirin ile Nur fabrikasına ben de “Elfü elfi mâşâallah, bârekâllah, veffakakellah” derim. Sen ile Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duamda daima beraber bulunduğunuzdan, senin ile konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Masum ve mübarek çocuklarınız duadan hissedardırlar.
 
Hâfız Ali kardeş! Senin mektubundaki tevazuun ve ihlasın ve Hüsrev’e ait medhin ve Risale-i Nur talebeleri bir tek vücud hükmündeki kanaatın, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsn-ü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, manevî kazançlara inşâallah hissedar kabul edildi. Her bir sahifelerini birer kıymetdar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok hem pek çok borçlu kaldım.
 
Hüsrev kardeş! Kasem ederim benim elimden gelseydi, yalnız bu defa altun yaldızla yazdığın Mu’cizat-ı Ahmediyeye mukabil herbir sahifesine, yalnız maddî bir ücret olarak birer altun hediye edecektim. Hakikaten ebedî bir gül fabrikasına kâtib tayin edildiğinize kanaatım kat’iyyet kesbetti. Rabb-ı Rahîm’e hadsiz hamd ü sena olsun. Tasavvurumda Hüsrev, Rüşdü bir tek isim gibi olmuş. İkinizi, Risale-i Nur’a ait herşeyde beraber biliyorum ve buluyorum. Size اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine ait ve birden hatıra gelen ve Sabri’nin iki mektubunun -daha gelmeden- manevî tesiriyle yazılan bir tetimmeyi gönderdim. Bir derece mahremdir, has ve eminlere mahsustur. Şamlı Tevfik, Âyet-ül Kübra Şua’ını, Hâfız Ali’nin otuzüç “Lâ ilahe illallah” ile tevafuklu tarzda bana yazsa iyi olur. Kardeşlerime birer birer selâm.
 
Duanıza muhtaç
 
Said Nursî
 
* * *
 
Aziz kardeşlerim!
 
Temadî eden tahribat-ı maneviye karşısında -lillahilhamd- gittikçe Risale-i Nur’un mu’cizane mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüd ediyor. Dalaletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tagutunu dağıtıp, Kur’an elinde bir elmas kılınç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalaletlerin enva’ı çoktur. O nisbette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem’asını da bize gönderiniz.
 
* * *
 
Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstad’dan aldıkları cevab
 
Sual: Bize verdiğiniz cevabda diyorsunuz: “Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.” Bunun izahını istiyoruz?
 
Elcevab Üstadımız diyor ki:
 
Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevî bir ecnebi olur. Evet ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merak ile, mütedeyyin iken âmî bir adam -beride ilme mensubiyeti varken- eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlubiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten Seyyidler Cemaatinin bir kâfire karşı mağlubiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmî bir adamın, alâkasız bir geniş daire-i siyaset hatırı için, böyle kâfir bir düşmanı mücahid bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acib bir misali değil midir?
 
Evet haricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve ma
[30.07.2023 15:14] Babam: قَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللّهِ تَعَالَى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّهِ
 
7(Haşiye-2)
 
Biraderzadeniz
 
Abdurrahman
 
* * *
 
Demek Onuncu Söz onun hakkında bir mürşid-i hakikî hükmüne geçmiştir ki; birden onu derece-i velayete çıkararak şu üç kerameti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hattâ tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Söz’ün şevkinden demiş: “Yazdığın Sözler’in hepsini bana gönder, kendi hattımla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın.” İşte böyle bir kahraman vârisi kaybettim. Ruhuna elfatiha.
 
Said Nursî
[30.07.2023 15:14] Babam: وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ
 
sırrınca güzellik yazılarımızda değil, belki i’caz-ı Kur’an’dan olan nurlu Sözler’e ve Mektubat’a aittir. Her ferd-i mü’min, derece-i fehm ü zevkine göre, aslında güzel olan bir şeyi tarif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat ve tefekkürdeki ulviyet; hakikaten hiçbir şeyle kabil-i kıyas değilmiş.
 
Hâl-i âlem müsaid olsa da, hazine-i hâssa-i Kur’an’dan çıkararak tabir-i âlînizce dellâllığını yaptığınız elmasları çok gözler görse. Görse de, sarhoşlar ayılsa, mütehayyirler kurtulsa, mü’minler sevinse, mülhidler, kâfirler, müşrikler imana, insafa, daire-i akla gelseler. Ve bu mes’ud ve ulvî neticeyi bizlere idrak ettirmesini eltâf-ı İlahiyeden tazarru’ ve niyaz ediyorum. Âmîn.
 
Muhterem Üstad! Allah-u Zülcelal Hazretlerine ne kadar müteşekkir bulunsanız yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduğunuz saray-ı Kur’an’ın has hazinesinden, gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve me’zun olduğunuz mikdarını
[30.07.2023 15:15] Babam: üstadımız! Biz kendimize bakıyoruz, Risale-i Nur’a muhatab olamıyoruz. Buna rağmen, ihtiyaç şiddetlendikçe, Hâlık-ı Rahîm’in merhametli tecellilerini müşahede ediyoruz. Kalb-i üstad parlak bir âyine, bir mazhar, bir ma’kes.. lisan-ı üstad âlî bir mübelliğ, bir muallim, bir mürşid.. hâl-i üstad tecessüm etmiş en güzel bir örnek, bir nümune, bir misal oluyor. Tavaif-i beşerin ihtiyaçları yazılıyor, gösteriliyor. İşte yedi seneden beri ateş püsküren zalim beşerin hâli, bugün daha çok ızdırablı bir hale girmiş bulunuyor. Her bir zîidrak, acaba yarın ne olacak düşüncesiyle kulaklarını radyoların ağızlarına koymuşlar, mütehayyir duruyorlar. Şarkta Japonların mağlub olmasıyla, dünyanın salah-u selâmete ve emn ü emana kavuşması beklenirken; deccalane bir hareket şimalde kendini gösterdiği görülüyor. Şu vaziyet herkesi heyecana, endişeye sevkediyor. İstikbalin zulmetlere gittiği zannıyla, merakla radyoları takibe koşturuyor. Lillahilhamd Risale-i Nur’un âlî beyanatı, her ihtiyaçlı zamanlarımızda ihtiyacımıza koşuyor. En yüksek, en belig beyanatıyla ruhlarımızı teskin ediyor, hakikî dersleriyle kalblerimizi tatmin ediyor.
 
İşte, bu günde meydana çıkan bu dehşetli cereyanı, ancak ve ancak Hristiyanlık âleminin Müslümanlıkla ittihadı; yani İncil, Kur’an ile ittihad ederek ve Kur’ana tâbi’ olması neticesi elde edilecek semavî bir kuvvetle mağlub edileceği iş’ar buyuruluyor ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın da vüruduna intizar etmek zamanının geldiğini mana-yı işarî ile ihtar ediyor. Mesmuata göre; bugünkü Amerika, aktar-ı âleme tedkikat için gönderdiği dört heyetten birisini, bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek sâlim bir din taharrisine memur etmiştir. Bu ise, müceddidliğini mahkeme lisanıyla her tarafa ilân eden Risale-i Nur, bu muzdarib, perişan beşeriyetin en büyük bir saadeti olacağına imanımız pek kuvvetlidir.
 
Sevgili üstadımız başımızda ve en âlî hakikatları taşıyan ve Kur’anın en yüksek ve mübarek tefsiri bulunan Risale-i Nur elimizde oldukça, sevinçlerimiz hadd ü hududa alınmaz.
 
İşte bu hakikatların herbir cüz’ü, saha-i faaliyete çıksa, her tarafta merakla, zevkle kendini okutturuyor. Buna bâriz deliller pek çok var. Hususuyla, inkâr-ı haşr mefkûresini mağlub eden Onuncu Söz matbu’ nüshaları; ve bilhâssa gizli tab’edildiği halde kendini serbest okutan ve takviye-i imanda pek yüksek hârikaları taşıyan Âyet-ül Kübra risaleleri; ve inkâr-ı uluhiyet mefkûresini zîr ü zeber eden Külliyat-ı Nur Hüccet-ül Baliğa ve Meyve gibi eczaları meydanda… İnşâallah Kur’anın etrafına çevrilmek istenilen imansızlığın emansız sûr’unu, Risale-i Nur temelinden kaldıracak, imansızlığın emansız ateşini söndürüp, âb-ı hayat bahşeden şarab-ı kevserini, bütün dünyaya emanlı iman vermekle içirecektir.
 
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
 
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
 
* * *
 
Zâtınızın şahsıma karşı haddimden pek çok ziyade hüsn-ü zannınızı, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi namına kabul edebilirim; yoksa kendimi o makamlarda görmek benim haddim değil.
 
Hem “Risale-i Nur mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünki Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi; Gavs-ı A’zam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur’dan haber verip tercümanını teşci’ etmiş. Bu mahrem dört risale, Keramet-i Aleviye ve Gavsiyeye ait dört risale inşâallah bir vakit size gönderilebilir. Mahkeme ehl-i vukufu onlara itiraz edememiş, yalnız “Bu
[30.07.2023 15:15] Babam: Dokuzuncu Bürhan: Onüç asırdan beri yedi vecihle i’cazı tasdik edilen Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın haşir hakkındaki beyanatı, saadet-i ebediyenin geleceğine kâfi bir delil değil midir? Başka bir delile ihtiyaç var mıdır?
 
Onuncu Bürhan: Bu bürhan, binlerce bürhanları müctemi’dir. Bu bürhanları, çok âyetler tazammun etmişlerdir. Evet Kur’an-ı Kerim, çok âyetlerinden haşre nâzır pencereler açmıştır. Ezcümle: وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا âyetiyle, saadet-i ebediyeye yol açan bir kıyas-ı temsilîye işaret etmiştir. Kezalik وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyet-i kerimesiyle, o saadeti gösteren bir kıyas-ı adlîye işaret etmiştir.
 
Birinci âyetle işaret edilen kıyas-ı temsilî: Evvelâ insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıbdan kalıba girip çıktığını gör. Sonra insanın bekasına dikkat et. İnsan, bu vücud libasını her sene değiştirir. Bu vücud değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün a’zânın erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ı
[30.07.2023 15:15] Babam: Muhakemat
Müellifi
 
Bedîüzzaman Said Nursî
 
 
 
Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi
 
veyahut
 
Saykal-ül İslâmiyet
 
veyahut
 
Bedîüzzaman’ın Muhakematı
 
 
 
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve Hakîm-i Ezelî ve Rahman-ı Lemyezelî’ye elyaktır ki: Bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garra ile sırat-ı müstakime hidayet etmiştir.
 
Öyle bir şeriat ki; akıl ve nakil, dest be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir
[30.07.2023 15:16] Babam: gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelal! Ey Kādir-i Mutlak! Kur’an-ı Hakîminin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın talimiyle anladım: Nasılki gökler, yıldızlar, senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler.. öyle de; cevv-i sema bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârları ve yağmurlarıyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.
 
Evet camid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yağmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayı konuşturan ve tesbihatının gürültüsüyle gökleri çınlatan ra’dat dahi, lisan-ı kal ile konuşarak seni takdis edip, rububiyetine şehadet eder. Hem zîhayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek, nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete binaen “levh-i mahv ve isbat” ve “yazar, ifade eder, sonra bozar tahtası” suretine çevirmekle, senin faaliyet-i kudretine işaret ve senin vücuduna şehadet ettiği gibi, senin merhametinle bulutlardan sağıp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle, senin vüs’at-i rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder.
 
Ey Mutasarrıf-ı Fa’al ve ey Feyyaz-ı Müteâl! Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur; birer birer şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler. Hem koca fezayı mahşer-i acaib yapan ve bazı günlerde birkaç defa doldurup boşaltan rububiyetinin haşmetine ve o geniş cevvi, yazar değiştirir bir levha gibi ve sıkar ve onunla zemin bahçesini sulattırır bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir şeye şümulüne şehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukatına cevv perdesi altında bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine ve herşeye yetişmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam ve bulut ve yağmur, o kadar alîmane faidelerde istimal olunur ki; herşeye ihata eden bir ilim ve herşeye şamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.
 
Ey Fa’alün Limâ Yürîd! Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haşir ve kıyamet göstermek, bir saatte yazı kışa ve kışı yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misillü şuunatta bulunan kudretin; dünyayı âhirete çevirecek ve âhirette şuunat-ı sermediyeyi gösterecek işaretini veriyor.
 
Ey Kadîr-i Zülcelal! Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d; senin mülkünde, senin emrin ve havlin ile, senin kuvvet ve kudretinle müsahhar ve vazifedardırlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlukatı, gayet sür’atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren âmir ve hâkimlerini takdis ederek, rahmetini medh ü sena ederler.
 
Ey Arz ve Semavatın Hâlık-ı Zülcelali! Senin Kur’an-ı Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle iman ettim ve bildim ki: Nasıl semavat yıldızlarıyla ve cevv-i feza müştemilatıyla senin vücub-u vücuduna ve senin birliğine ve vahdetine şehadet ediyorlar. Öyle de: Arz bütün mahlukatıyla ve ahvaliyle senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler eder.
 
Evet zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül -cüz’î olsun, küllî olsun- yoktur ki; intizamıyla, senin vücuduna ve vahd
[30.07.2023 15:16] Babam: İstanbul’da grup grup gelen ülemanın suallerini cevablandırıyordu. Genç yaşında böyle bilâ-istisna bütün suallere cevab vermesi ve gayet mukni’ ve belig ifade ve hârika hal ve tavırlarıyla, ehl-i ilmi hayranlıkla takdire sevkediyordu. Ve “Bedîüzzaman” ünvanına bihakkın lâyık görüyorlar ve bu fevkalâde zâtı, bir “nadire-i hilkat” olarak tavsif ediyorlardı.
 
Hattâ bu zamanlarda Mısır Câmi-ül Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahit Efendi İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde; Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bedîüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İstanbul üleması, Şeyh Bahit’ten bu genç hocanın ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahit de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Câmiinden çıkıp çayhaneye oturulduğunda bunu fırsat telakki eden Şeyh Bahit Efendi, yanında ülema hazır bulunduğu halde Bedîüzzaman’a hitaben: مَا تَقُولُ فِى حَقِّ اْلاَوْرُوبَائِيَّةِ وَ الْعُثْمَانِيَّةِ
 
Yani: “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” der.
 
Şeyh Bahit Efendi’nin bu sualden maksadı; Bedîüzzaman’ın şekk olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpare-i zekâsını tecrübe etmek değil, belki zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak idi. Buna karşı Bedîüzzaman’ın verdiği cevab şu oldu:
 
اِنَّ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِاْلاَوْرُوبَائِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا
 
Yani “Avrupa, bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir, o da onu doğuracak.”
 
Bu cevaba karşı Şeyh Bahit Hazretleri:
 
-Bu gençle münazara edilmez, ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beligane bir tarzda ifade etmek, ancak Bedîüzzaman’a hastır 12(*) demiştir.
 
Bedîüzzaman’ın İstanbul’da hayatı, bir derece siyasîdir. Siyaset yoluyla İslâmiyete hizmet edilecek, diye kanaat besliyordu. Siyasî hayata karışması, İslâmiyete hizmet aşkının bir neticesi idi. Daima hürriyet taraftarı idi. Gördüğü haksızlıklardan dolayı Jön Türklere daima muhalefette bulunarak:
 
-Siz dini incittiniz, gayretullaha dokundunuz, şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahîm olacaktır, diye izhar-ı muhalefetten çekinmiyordu.
 
Hürriyetten sonra mücahid arkadaşlarıyla
[30.07.2023 15:17] Babam: (1327) rumi senesi Atabey’de sünnet ve hıfz cem’iyetlerinden birinde müşarün’ileyh Osman-ı Hâlidî Hazretlerinin evlâdlarından sonuncusu Ahmed Efendi merhumdan, “Müceddid, müceddid diyorsunuz, nerede ve kimdir?” îrad olunan suale cevaben: “Evet, şimdi mevcuddur ve hem otuz beş yaşlarındadır.” demiştir.
 
Sâniyen: Isparta’nın Yenice Mahallesinden ve kardeşlerimizden Nuri tarafından merhum mumaileyh Ahmed Efendi’den “Pederiniz, benim evlâdımdan birisi o müceddidle mükâleme ve musafahada olacaktır demiş, nasıldır?” diye sorulmuş. Cevaben Ahmed Efendi merhumun “Evet doğrudur, ben onunla görüştüm.” cevabında bulunması, işbu keşfiyat ve beyanata medar olmuştur. Müşarün’ileyh Osman-ı Hâlidî Hazretlerinin müstesna tesbihat ve tahmidatının biri وَ اَنْ لَيْسَ لِْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعىَ âyet-i kerimesinin fazl-u tevfikine sığınarak Isparta’nın cenubunda, dağda Sidre nam mevkide erbaîn eyyam-ı mübarekesini tes’id ve hasr-ı tesbihata niyetle kırk günlük iaşeye tahsis ettiği ki, herbir gün için elli dirhem mikdarında bir bezdirme ekmeğinden kırk tane olan bir tahsisatı bir-iki günde yer ve kırk günde daha yemek yemeden o mevki-i mahsusada imrar-ı evkat ve tesbihatta bulunurlar. İkmalinde, geri avdetlerinde mübarek dudakları birbirine yapışır, bıçakla tekrar açarlar. Biraz ileride şu asr-ı hazırın uğradığı ve uğrayacağı kaviyyen me’mul ve melhuz olan sefahet ve atalete rağmen düstur-u şüyuhatını tahdid ve ancak anasır-ı mecruha cerrahını unutmayıp ve ihmal dahi etmeyerek şehadet-i kat’iyyesini gösterip sahife-i hayatını bin ikiyüz doksanikide (1292) imzalamıştır.
 
Van’da tesisine başlanan Medrese-i Zehra’nın te’hiri, “Doktor hastaya elzemdir.” fehvasıyla, ondokuz bin altun tahsisat ve arkasında Sultan Reşad, daha beride ikiyüz meb’ustan yüzaltmış küsurun inzimam-ı re’yi yüzelli bin banknot kabul ettikleri halde, maddeten mevki-i fiile îsal edilememiş. Herhalde Hakîm-i Mutlak, Kadîr-i Mutlak, daha ahsen suretini dilemiş ki; o Sultan-ı Ezelî’nin lütfuyla, maddiyata minnet etmeden, -Hâzâ min fazlı rabbî, Elhamdülillah- Isparta’da Risale-i Nur’un te’lifine menba’ olması ve manevî Medreset-üz Zehra hükmüne geçmesi, pâyansız kusurlarımızın belki de setrine inşâallah vesile olmasını Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den dileyerek, işbu destgâh-ı manevîyi tahkîmen Osman-ı Hâlidî’nin kıymetdar ve manidar, sadık ve meşhur ihbaratının hedef ve masruf-u lehi günden daha aşikâr bir halde zuhur etmiştir.
 
Şu mütevali vekayi-i müsbete biz âciz hizmetçilere vazife-i aslîmizde ayrıca nazar-ı dikkati celbettiğine muttali olduktan sonra, bin hamd ü sena ile huzur-u Üstad’a birer birer vücud-u manevîmizle arz-ı endam eder ve mübarek ellerini öperiz. Aynı gayeye yardıma koşan ve aynı destgâhın alâkadarları olan Küçük Hüsrev ve Feyzi, Nazif, Emin, Tahsin, Tevfik, Hilmi gibi kardeşlerimize arzederiz.
 
Risale-i Nur Şakirdlerinden
Hasan, Osman, Tahirî, Abdullah, Hulusi-i Sâni Sabri
 
* * *
 
Aziz kardeşlerim!
 
Bugünlerde Tefsir’in ve Onuncu Söz’ün tevafukatına baktım. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilât israftır, ehemmiyetli mes’eleler çoktur, vakit zayi’ olmasın. Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli mes’eleler vardır. Hem madem tevafukta bir inayet-i hâssa ve bir iltifat-ı Rahmanî Risalet-ün Nur’a karşı tezahür etmiş. O iltifata karşı hiss-i şükran ve memnuniyet ve müteşekkirane sevinç, ne kadar ifratkârane de olsa israf olamaz. Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim:
 
Birincisi: Her şeyde -ne kadar cüz

FATF Başkanı Kumar: "Türkiye, kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadelede önemli adımlar attı"

Türkiye'nin Almanya'ya kiraz ihracatı "EURO 2024" ile 5'e katlandı

EPDK, elektrik tarifelerinde fiyat artışına gidildiğini duyurdu

TCMB’den TL ticari kredilerde sağlıklı fiyat oluşumunu destekleyecek adım

Ticaret Bakanı Bolat: Gri listeden çıkarılmış olmak uyguladığımız politikaların başarılı olduğunun göstergelerinden biri

Trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 5,5 milyonu geçti

Türkiye gri listeden çıkarıldı

Dünya Bankası enerji verimliliğini hızlandırmaya yönelik bölgesel girişim başlattı

TCMB ekonomistlerinin sektörel enflasyon beklentilerini değerlendirdiği blog yazısı yayınlandı

Yetki belgesiz emlak işletmelerine 29,2 milyon lira ceza uygulandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 38 33 2 3 66 102
2.Fenerbahçe 38 31 1 6 68 99
3.Trabzonspor 38 21 13 4 19 67
4.İstanbul Başakşehir 38 18 13 7 14 61
5.Kasımpaşa 38 16 14 8 -3 56
6.Beşiktaş 38 16 14 8 5 56
7.Sivasspor 38 14 12 12 -7 54
8.Alanyaspor 38 12 10 16 3 52
9.Rizespor 38 14 16 8 -10 50
10.Antalyaspor 38 12 13 13 -5 49
11.Gazişehir Gaziantep 38 12 18 8 -7 44
12.Adana Demirspor 38 10 14 14 -7 44
13.Samsunspor 38 11 17 10 -10 43
14.Kayserispor 38 11 15 12 -13 42
15.Hatayspor 38 9 15 14 -7 41
16.Konyaspor 38 9 15 14 -13 41
17.Ankaragücü 38 8 14 16 -6 40
18.Fatih Karagümrük 38 10 18 10 -3 40
19.Pendikspor 38 9 19 10 -31 37
20.İstanbulspor 38 4 27 7 -53 16