AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[04.08.2023 10:47] Babam: Kim bir iyilik yaptığında seviniyor, kötülük yaptığında üzülüyorsa o kişi mümindir. 
Hz Muhammed(S.A.S) Hayırlı Cumalar
[04.08.2023 19:01] Babam: Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun! - Şu'arâ - 213. Ayet
[04.08.2023 19:03] Babam: Tarih: 04.08.2023
 
CUMA: HAFTALIK BAYRAM GÜNÜMÜZ
Her hafta Cuma günü tevhidin nişanesi 
minarelerden yankılanan ezan-ı Muhammedi ile
camilere koşan aziz kardeşlerim! Cumamız mübarek 
olsun. Allah’ın selamı, rahmeti ve mağfireti 
hepimizin üzerine olsun.
Muhterem Müslümanlar!
Bugün, günlerden Cuma. Bugün, 
Peygamberimiz (s.a.s)’in buyurduğu üzere, güneşin 
doğduğu en hayırlı gün.1 Bugün, biz müminlerin 
haftalık bayramı. Bugün, Rabbimize olan kulluk 
sözünü tazelediğimiz mübarek bir gün. Bugün, 
kardeşliğimizi pekiştirdiğimiz, birlik ve 
beraberliğimizi sağlamlaştırdığımız bereketli bir 
gün. 
Aziz Müminler! 
Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede 
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman 
edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda 
Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. 
Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”2
Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere kendilerine 
Cuma namazı farz olan kimselerin, ezan okunduktan 
sonra yaptıkları alışveriş ve elde ettikleri kazanç 
helal değildir. Evet, bugün en önemli vazifemiz,
bütün işlerimizi bir tarafa bırakarak Cuma namazı 
için camilerde buluşmaktır. Maddi ve manevi 
kirlerden arınmak için, neşe ve sevinç içerisinde 
Rabbimizin emrine uymaktır. Yanımızdaki 
kardeşimize rahatsızlık vermeden, tertemiz bir 
şekilde omuz omuza saf tutmaktır.
Kıymetli Müslümanlar!
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde 
bizlere şu müjdeyi vermektedir: “Cuma namazı 
vaktinde öyle bir an vardır ki insan o anda 
Allah’tan bir şey dilerse Allah dilediğini ona 
mutlaka verir.”3 Bir başka hadisinde ise Sevgili 
Peygamberimiz (s.a.s), bizleri şöyle uyarmaktadır: 
“Her kim önemsemediğinden dolayı Cuma 
namazını üç defa terk ederse kalbi mühürlenir.”4
Bu hadislerdeki müjde, ne güzel bir müjde; uyarı ise, 
ne büyük bir uyarıdır. Bu müjdeyi ve uyarıyı işiten 
bir mümin, Cuma namazını kasten terk edebilir mi 
hiç?
Değerli Müminler!
Hutbe olmadan Cuma namazı olmaz. Hutbe, 
tıpkı namaz gibi Allah’ı zikretmektir. Hutbenin bir 
adabı vardır. Bu da minberdeki hatibi can kulağıyla
dinlemektir. Hutbe esnasında asla konuşmamaktır. 
Telefonla ya da başka şeylerle meşgul olmamaktır. 
Allah Resûlü (s.a.s) hutbe adabı hususunda bizi 
şöyle uyarmaktadır: “Cuma günü imam hutbe 
okurken konuşan arkadaşına ‘sus!’ bile desen, 
hatalı bir iş yapmış olursun.”5
Aziz Kardeşlerim!
Cuma gününün bereketinden, sevincinden, 
maddi ve manevi kazanımlarından kendimizi 
mahrum bırakmayalım. Günde beş defa eda 
ettiğimiz namazlarımızı Cuma namazıyla
taçlandıralım. “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt 
müminlere fayda verir.”
6
ilahi hitabına kulak 
vererek Cuma namazını birbirimize hatırlatalım.
Gençlerimizi, çocuklarımızı sevgiyle, muhabbetle, 
güzel bir üslupla camiye teşvik edelim. Kadınıyla 
erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla Allah’ın evlerine
koşalım. Çalışanlarımızın ve öğrenci kardeşlerimizin
en önemli farz ibadetlerinden birisi olan Cuma 
namazını eda edebilmelerine yardımcı olalım. İş
yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders 
programlarını Cuma namazının vaktine göre
düzenleyelim. Unutmayalım ki ibadet özgürlüğü ve 
insan haklarına riayet bunu gerektirir. Bu hususta 
hassas davranmayanlar büyük bir vebal altına 
girmektedir. 
 
1 Müslim, Cum’a, 18.
2 Cuma, 62/9.
3 Tirmizî, Cum’a, 2.
4
I
̇bn Mâce, I
̇kâmet, 93. 
5 Müslim, Cum’a, 11.
6 Zâriyât, 51/55.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
[04.08.2023 19:04] Babam: Tarih: 28.07.2023
MUHARREM AYININ ÖNEMİ VE EHL-İ 
BEYT-İ MUSTAFA
Muhterem Müslümanlar!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz 
şöyle buyuruyor: “Allah’a ve Resûlüne itaat edin. 
Birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve 
gücünüz gider. Sabredin, çünkü Allah, 
sabredenlerle beraberdir.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber 
Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Hasan ve 
Hüseyin cennet gençlerinin efendisidir.”2
Aziz Müminler!
Kur’an-ı Kerim’de saygı duyulması emredilen 
dört aydan biri olan Muharrem ayı içerisindeyiz ve 
bugün 10 Muharrem Âşûrâ günü. Muharrem ayı, 
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in hürmete layık olarak 
nitelendirdiği mübarek bir aydır. Allah Resûlü (s.a.s),
“Ramazan’dan sonra tutulan en faziletli oruç, 
Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan 
oruçtur”
3 buyurarak bize, bu ayda oruç tutmayı 
tavsiye etmiştir.
Kıymetli Müslümanlar!
Sayısız lütuf ve faziletlerle dolu olan 
Muharrem ayı, aynı zamanda Müslümanları hüzne 
boğan Kerbelâ hadisesinin yaşandığı aydır. Kerbelâ 
hadisesi, kan ve gözyaşının, üzüntü ve kederin, acı ve
ızdırabın sinelerde açtığı derin bir yaradır. Bu elim 
hadisede, Allah Resûlü (s.a.s)’in “Benim dünyadaki 
çiçeğim, reyhanım”4 diye sevdiği Hz. Hüseyin 
Efendimiz ve çoğu Ehl-i beyt’ten yetmişi aşkın 
Müslüman bir yudum suya hasret bırakılıp şehit 
edilmiştir.
Değerli Müminler!
Kerbelâ hadisesi, bizler için çağları aşan 
mesajlar ihtiva etmektedir. Kerbelâ, her şeyden önce 
adaletsizliğe karşı onurlu bir mücadelenin adıdır. 
Kerbelâ, haksızlığın karşısında cesur ve kararlı bir 
duruşun, zulmün karşısında asil bir yürüyüşün 
sembolüdür. Kerbelâ, adaletin, cesaretin, yiğitliğin ve 
yüksek ahlakın Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında 
vücut bulmuş halidir. 
O gün Kerbelâ’da şehit edilenler, müminler 
tarafından hep hayırla ve rahmetle yâd edilecektir. O
mübarek canlara eziyeti reva görüp onları şehit 
edenler ise Müslümanların vicdanlarında mahkûm
olmaya devam edecektir.
Aziz Kardeşlerim!
Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak, 
doğru anlamak ve ondan gereken dersleri 
çıkarmaktır. Ehl-i beyt-i Mustafa’nın muhabbetini
her daim yüreklerimizde canlı tutmaktır. Hz. Hüseyin
ve Ehl-i beyt’in temsil ettiği değerleri hayata hâkim 
kılmaya gayret etmektir. Bütün ümmeti üzüntüye 
boğan böylesi bir hadiseyi kin ve nefrete, ayrılık 
gayrılığa değil; birlik ve beraberliğe vesile kılmaktır.
 
 
ِ َج ۪ميعًا َوََل تََفٰرَقُوا
ِل ا ّٰلل ه
ِ َحْب
ِص ُموا ب
 birlikte Hepَ “وا ْعَت 
Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp 
bölünmeyin”5
ilahi fermanına gönülden bağlı 
 ة .kalmaktır
ُمْؤِمُنوَن اِ ْخَو
ْ
َما ال
 ancak Müminler “اِٰنَ
kardeştirler”6
ilahi hitabındaki din kardeşliğini 
yürekten hissetmektir. Irk, dil, renk, mezhep ve
coğrafya ayrımı gözetmeksizin müminler topluluğu 
olarak omuz omuza vermek, dayanışma ahlakını 
kuşanmaktır. Kardeşlik hukukumuza zarar verecek 
her türlü söz, tutum ve davranıştan kaçınmaktır.
Bu vesileyle başta şehitlerin efendisi, 
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in 
ciğerparesi Hz. Hüseyin Efendimiz ve Kerbelâ 
şehitleri olmak üzere, hak ve hakikat uğruna canlarını 
feda eden bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum.
Diğer yandan bu hafta sonu KPSS’ye girecek olan 
bütün kardeşlerimize başarılar diliyorum. Rabbim 
zihinlerini açık, ömürlerini bereketli eylesin. 
 
1 Enfâl, 8/46.
2 Tirmizî, Menâkıb, 30.
3 Müslim, Sıyâm, 202.
4 Tirmizî, Birr, 11.
5 Âl-i İmrân, 3/103.
6 Hucurât, 49/10.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
[04.08.2023 19:04] Babam: Cennete, kalpleri kuş kalbi gibi (saf ve temiz) olan insanlar girecektir. - Müslim, Cennet,27
[04.08.2023 19:05] Babam: “Allah’ım! Senden şanımı yükseltmeni, günahlarımı silmeni, işlerimi ıslah etmeni, kalbimi temizlemeni, namusumu korumanı, kalbimi nurlandırmanı, günahımı bağışlamanı ve cennette yüksek dereceler istiyorum.” - Hâkim, Deavât, No: 1911
[04.08.2023 19:05] Babam: Cenâb-ı Hakk’ın her ismi, bir bütünün parçası olan ve insan zihnindeki Allah tasavvurunu tamamlayan unsurlardan biridir. Bir anlamda bu isimler, aynı okyanustan çıkıp bütün kâinata hayat verdikten sonra yine aynı yere dökülen sayısız ırmaklardır.##Yüce Allah, kendini tanıtmak için kullandığı isimlerinin sayısını ve sınırlarını kulunun anlayışına ve gönül genişliğine bırakarak esmâ-i hüsnâyı sadece okumak, dinlemek ya da anlamlarını öğrenmekle yetinmememizi ister. Allah’ın güzel isimlerini öğrenip saymanın ötesinde mümin için esas olan, isimlerin tecellilerini umarak hayatında değişiklik meydana getirmesidir. Mümin, Rabbinin isimlerini düşünüp her birini anlayarak ilahî ahlaktan nasibini alır ve bunu bireysel ve toplumsal yaşamına aktarır.##Esmâü’l-hüsnâ müminin hayatına hâkim olduğu gibi duasına da hâkim olur: “En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O hâlde O’na o güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’râf, 7/180). - En Güzel İsimler O’nundur
[04.08.2023 19:05] Babam: Sebebi ve Edasının Fevrî Olup Olmadığı
30- Haccın farz olmasına sebeb Beytullah'ın (Kabe'nin) bulunmasıdır. Bu kutsal mabedi ziyaret için Yüce Allah'ın emri ile hac farz kılınmıştır. Bu sebeb tekerrür etmediği için haccın farziyeti de tekrarlanmaz. Mükellef olan kimsenin ömründe bir defa hac etmesiyle bu farz yerine getirilmiş olur. Öyle ki, akıl ve baliğ olan bir müslüman fakir iken yürüyerek hac etmiş olsa, sonradan zengin olmakla tekrar hac yapması gerekmez.
31- Hac, Hazret-i Peygamberin hicretlerinin dokuzunca yılında farz kılınmıştır. Bu sene Resûlüllah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Bekir Es-Sıddık (radıyallahu anh) Hac Emiri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu yılında da Peygamber Efendimiz Mekke'ye yönelerek hac farizasını yerine getirmişlerdi.
32- Hac farizasını yerine getirmeye gelince, bu fevrî (farz olunca hemen yerine getirilmeli) midir yoksa ömrî (ömrü içinde yapılması yeterli) midir? Burada iki görüş vardır. Bir görüşe göre, hac farizası ömrîdir. Yükümlü bunu hayatta bulundukça dilediği sene yapabilir. Geciktirmesinden dolayı günah işlemiş olmaz. Ancak hac farizasını yapmadan ölürse günahkâr olur.
Fakat sahih görülen diğer bir görüşe göre, bunun edası (yerine getirmesi) fevrîdir. Şartlarını kendinde toplayan kimsenin hemen zamanında hacca gitmesi ona farz olur. Bu tarihte hacca gitmezse günah işlemiş olur. Öyle ki, sonradan bu şartları yitirse, hac üzerine borç kalır, bundan sorumlu bulunur.
33- Hac aylarında (hac mevsiminde) hac şartlarını kendinde toplayan ve yolculuğu için yeterli bir müddet bulunan kimseye de hac farz olur. Bu haccın farziyetinin yerine getirilmesi de bir görüşe göre ömrî ise de, daha sahih görülen diğer bir görüşe göre fevrîdir (hemen o mevsimde hac yapmak gerekir)
[04.08.2023 19:05] Babam: uygun işlerde veya ile başlamak işin önem derecesine göre ya mendub veya sünnet veya vacibdir. Bu konuyla ilgili uzun uzadıya açıklama kırâet ve fıkıh kitaplarına aittir. İleride konuyla ilgili âyetlerin tefsirlerinde de gerekli açıklamalar yapılacaktır. İstiâze (Eûzü billahi mine'ş-şeytânirracîm demek) konusu, 'Kur'ân okumak istediğin zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.' (Nahl, 16/98) âyetinde; besmeleden daha genel olan tesmiye konusu 'Yaratan Rabbinin adıyla oku.' (Alâk, 96/1) âyetinde; hayvan keserken besmele okuma konusu da En'âm sûresinde (6/121) inşaallah açıklanacaktır. Neml sûresinde de (27/30) yine besmele ile ilgili açıklama yapılacaktır.
 
ÖZETLE: Lütuf ve ihsanı herkesi ve herşeyi kuşatan Allah (c.c.), büyük dostu şanlı peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'i 'Ve Sen büyük bir ahlâk üzerindesin.' (Kalem, 68/4) ve '(Ey Muhammed), Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.' (Enbiya, 21/107) şereflendirmesiyle bahtiyar kılmak için 'Ruh-i emini = Hz. Cebrail'i' ile 'hakk-ı mübinini = her şeyi apaçık açıklayan Kur'ân-ı Kerim'i' indirirken herşeyden önce onun seçimine, ıslahına ve terbiyesine önem vermiş. İlâhî yardıma mazhar kılmış ayrıca kendisine bağlılığını göstermek ve ilâhî ismini öne almak sureti ile başlamanın kutsal edebini öğrettiği gibi bunu tatbik etmek için de bütün gönülleri ümidin başlangıcı ve emellerin en son noktası Rahmân olan Allah'ın yardımı ve Rahim olan Allah'ın rahmetini varlık âleminin bütün görüntülerinin en büyük kanunu bulunan ilâhlık ve kulluk ilişkileri altında, apaçık bir dil ile Allah'ın birliğini ifade etme, gayet kısa ve kısa olması ile birlikte son derece derli toplu ve olağanüstü akıcı ve açık bir beyan üslubu içinde özetleyen düsturunu, her şeyin bir anahtarı gibi ihsan etmiş ve sonra bu kanunu ve bu edeb ve terbiyeyi bütün İslâm ümmetinin kitapları, yazıtları, Kur'ân okumaları, nutukları ve diğer önemli işleri ve ihtiyaçlarının başında iktibas edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek kılmıştır. Gerçekten Resûl-i Ekrem Efendimiz'in hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurulmuştur: 'Besmele her kitabın anahtarıdır'. Bundan başka 'Besmele ile başlanmayan her mühim iş sonuçsuz kalır.' Mutlaka Allah Teâlâ'nın ismi ile başlanmayan herhangi bir iş, onun yüce huzuruna sunulamaz, sunulamayınca da sonuçsuz, tamamlanmamış kalır.
 
Demek ki, bize ile Allah kitabının öyle bir anahtarı verilmiştir ki, biz bunda Kur'ân ilminin kısaca konusunu, gayesini bulacağız ve önce
 
Fâtiha'da, ikinci olarak birbirinin ardı sıra Kur'ân'ın bütün sûrelerinde bunun Sidre-i müntehâ'yı geçen manevî sırlarının ortaya çıkmasını etraflıca göreceğiz. Bu manevi sırların görünmesinde Kur'ân'ın sûreleri ve âyetleri arasındaki tertip ve ilişkiler, sade ince ve nazik edebiyatla ilgili bir zevki değil, derin ve geniş bir hikmet ilminin bile hesaba sığmaz tertip ve düzen şekillerini içine almaktadır. O bazı yabancıların zannettikleri gibi, yalnızca gözle görüldüğü şekilde uzun, orta ve kısa yazılma gibi maddi anlamda ve matematiksel niceliklerin ifadesi değildir. Onun içinde sonsuz boyutlarıyla gelişen bir hayatın parçaları ve unsurları arasındaki tabii ve güzel nicelik ve nitelik ilişkilerinden başka, duyarlı bir kulağın güzel ahenklerine, kalblerde uyanan duyguların, sezişlerin çeşitli niceliklerine, akıl ve mantıkla ilgili anlayışların sağlam hikmetlerine uygun düşen, sayılamayacak kadar manevi ilişkiler parlıyor ki, gökteki Ülker yıldızı ile dünyamız arasında genel çekim kanununun özel ilişkisi tamamen ölçülüp ilmî olarak hesaplandığı zaman bile Kur'ân âyetleri arasındaki ilgi ve uyum yine sonsuzluğunu koruyacaktır. 'De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir. Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yet
[04.08.2023 19:06] Babam: 208 - es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bir sâ', bugün sizlerin kullanmakta olduğunuz müdd'le, bir müdden üçte bir müdd miktarında fazla idi. Ancak bu miktara Ömer İbnu Abdilaziz merhum zamanında ilâve bulunuldu.
 
Buhârî,, İ'tisam 16, Kefârât 5; Nesâî, Zekât 44, (5, 54).
 
209 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 'Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır.'
 
Buhârî, Büyû' 51.
 
ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADİSLER
 
210 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: 'Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.'
 
Müslim, Mesâcid 288, (671).
 
211 - Selman (radıyallahu anh) diyor ki: 'Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.'
 
Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100,(2451).
 
212 - Hz. Ömer (radıyallahu anh): 'Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın' buyurmuştur.
 
Tirmizî, Vitr 21, (487).
 
213 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: 'Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah'ın helal
[04.08.2023 19:06] Babam: bilgisini de açıkladılar. Öyle bildirdiler ki, islâmiyyetin bildirdiğinden hiç ayrılığı yokdur. Bu bilgiye, îcâb noksanlığı ve cebr lekesi hiç bulaşmamakdadır. Bu bilgi, ayın ondördündeki ay gibi açık anlaşılmakdadır. İslâmiyyetin bildirdiğine hiç uygunsuz olmadığı hâlde bu bilgiyi niçin herkesden gizlediklerine şaşıyorum. Eğer dîn-i islâma uygun olmasa idi, o zemân örtmeleri, saklamaları uygun olurdu. Ne yapdığından süâl olunmaz. Fârisî beyt tercemesi:
 
Onun korkusundan, kim ne yapabilir?
Teslîm olmakdan başka ne diyebilir.
 
İlmler ve ma’rifetler, nisan yağmuru gibi akıyorlar. İnsanın idrâki bunları kavrıyamıyor. Lâf olsun diye insanın idrâki diyoruz. Yoksa, sultânın hediyyelerini ancak onun hayvanları taşıyabilir. Önceleri, bu şaşılacak bilgileri yazmak istiyordum. Fekat başaramadım. Bunun için üzülüyordum. Sonra, (bu bilgileri göndermek, alışdırmak içindir; bunları ezberlemek için değildir) diyerek üzüntümü giderdiler. Nitekim mekteblerde talebe diploma almak için çeşidli şeyler öğrenirler. Bunları ezberlemek için öğretmezler.
 
Bu bilgilerden birkaçını yüksek huzûrunuza sunuyorum. Şûrâ sûresi onbirinci âyetinde (Onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. Ancak O işitici ve görücüdür) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmenin baş tarafı, Allahü teâlâyı tenzîh ediyor. Bu, açıkça anlaşılmakdadır. O işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzîhi temâmlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. Şöyle ki, mahlûklarda da görmek ve işitmek vardır. Mahlûkların bu iki duygusu Allahü teâlânın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. Allahü teâlâ, mahlûkların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. Bu âyet-i kerîmede, işitici ve görücü yalnız Odur, mahlûklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. Allahü teâlâ, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te’sîrler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. İnsanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te’sîr etmez. Te’sîr eder denilirse, te’sîri de O yaratmakdadır. Mahlûkların kendileri te’sîrsiz oldukları gibi, sıfatları da te’sîrsizdir. Herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez.Taş, cimâd, te’sîrsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimâddır, te’sîrsizdir. Harflerin ve sesin çıkmasında hiç te’sîri yokdur. Başka sıfatlar da bunun gibidir. Bu iki sıfat, dahâ meydânda olduğu için, Allahü teâlâ, mahlûklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. Mahlûklarda başka sıfatların da bulunmadığı bundan anlaşılmakdadır. Allahü teâlâ insanlarda önce ilm sıfatını yaratdı. Bir şeyi bilmek için, bu sıfatın o şeye teveccühünü ya’nî ilgisini yaratdı. Bundan sonra, bu sıfatın o şeye bağlanmasını yaratdı. Bundan sonra o şeyin bu sıfat üzerinde görüntüsünü yaratdı. Âdeti böyle oldu. O şeyin görüntüsünün ilm sıfatında yaratılmasında, bu sıfatın ne te’sîri olabilir? Bunun gibi, önce işitmek sıfatını yaratdı. Bundan sonra sesleri bu sıfata getirecek kulak ve başka sebebleri yaratdı. Sonra ses dalgalarını yaratdı. Sonra kulağın bu sesi almasını, bundan sonra da sesi duymağı yaratdı. Yine bunun gibi önce gözü yaratdı. Sonra gözde görüntüyü yaratdı. Sonra görüntüyü beyinde yaratdı. Dahâ sonra görmeyi yaratdı. İşitici ve görücü o kimseye denir ki, işitmesi ve görmesi, kendisinin bu sıfatları ile olsun. Böyle olmayınca, buna işitici ve görücü denmez. Bundan anlaşılıyor ki, mahlûkların sıfatları da, kendileri gibi cimâddır, te’sîrsizdir. Sözün kısası, mahlûklarda sıfatlar yokdur. Bu sıfatlar ancak Allahü teâlâda vardır. Bu âyet-i kerîmede, tenzîh ile teşbîh bir araya getirilmişdir.
[04.08.2023 19:07] Babam: Şirket
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Şirket
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
F) Şirket
 
İslam hukukunun temelde dayandığı kaynaklar olan Kur’an ve Sünnet’te ticari hayatla ilgili genel ilkeler getirilmiş olduğu, ticari ve hukuki ilişkilerin şekli, boyutu ve konusu toplumların şart ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişkenlik gösterebileceğinden bu konuda ayrıntılı hükümlere çok az yer verildiği bilinmektedir. İşte, iki veya daha fazla kişinin bir mal, menfaat, emek veya karda ortak olmalarını ifade eden şirketleşme konusu da dayandığı temel ilkeler dışında toplumlara, bölge ve dönemlere göre farklılık gösterebilecek bir konu olduğundan, Kur’an ve Sünnet’te şirket hukukuyla ilgili ayrıntılı hükümler yer almaz. Akidlerin ve hukuki işlemlerin açıklık, dürüstlük, karşılıklı rıza ve hakkaniyete dayanması, faizden, aldatmadan, beklenmedik risk ve aldanmadan (garar) uzak olması gibi ilk planda ahlaki karakter taşıyan ilkeler, müslüman toplumlarda zamanla gelişen şirketler hukukuna da temel teşkil etmiştir. İslam toplumunda ticari faaliyetlerin, kurumların ve hukuk ekollerinin gelişim seyrine paralel olarak bu temel üzerinde şirketler hukukuyla ilgili ayrıntılı bir hukuk doktrini oluşmuş ve literatürde “şirket” gibi genel veya “mudarabe”, “müsakat”, “müzaraa” gibi özel başlıklar altında ele alınmıştır.
 
İslam hukukunda şirketler genel bir tasnifle ibaha, mülk ve akid şirketleri şeklinde üç bölümde ele alınarak bütün iradi ve gayri iradi ortaklık nevilerine genel bir açıklama getirilmek istenmiştir (Mecelle, md. 1045). İbaha şirketi, toplumun ortak yararına bırakılmış kamu malları ve kamu irtifak hakları üzerinde bireylerin sahip olduğu kullanma ve yararlanma hakkını veya bu konudaki fırsat eşitliğini ifade eder. Mülk şirketi, satın alma, hibe, vasiyeti kabul, mirasçılık, malların ayrılamayacak şekilde birbirine karışması gibi ihtiyari veya gayri ihtiyari bir sebeple bir mal veya hak üzerinde iki ve daha fazla kimsenin ortaklığını ifade eder (Mecelle, md.1060). Akid şirketi ise, iki veya daha fazla kimsenin sermaye, emek ya da kredi imkanlarını belirli ölçüler içinde birleştirmelerini ve bundan hasıl olacak karın paylaşımını konu alan akidleşme olup (Mecelle, md. 1329,1332) hukuk dilinde ve örfteki kullanımda şirket tabiriyle -kural olarakkastedilen budur.
 
İslam hukukunun klasik sisteminde şirketler, yani sözleşmeden doğan ortaklıklar değişik açılardan çeşitli ayırım ve adlandırmalara tabi tutulmuştur. Bunlar arasında en bilinenlerinden birisi şirketin emval, a‘mal ve vücuh şirketi şeklindeki üçlü ayırımıdır. Emval şirketi, ortaklardan her birinin bir miktar sermaye koyup bununla yapacakları ticaretten doğacak karı paylaşmak üzere kurdukları şirkettir. A‘mal veya diğer adıyla ebdan şirketi iki veya daha fazla şahsın belli bir işi yapmak üzere kurdukları emeğe dayalı iş gücü ortaklığının adıdır. Vücuh şirketi ise, ortakların sermayesiz, sadece kredileriyle mesela ödünç para kullanarak veya vadeli mal alıp satmak suretiyle kar etmek ve bunu paylaşmak üzere kurdukları kredi ve itibar ortaklığıdır. Her üç tür şirket de ortaklar arası hak ve yetki dengesi yönüyle mufavada ve inan şeklinde ikili ayırıma tabi tutulur. Ortaklar şirkete sermaye olabilecek bütün mallarını ortaklığa dahil ederek sermaye ve kar nisbetleri eşit olmak ve taraflar da birbirinin kefili sayılmak üzere kurulan şirket “şirket-i mufavada” olarak anılır. Eşitlik şart koşulmazsa kurulan ortaklık “şirket-i inan” adını alır ve bu tür şirkette ortaklar birbirinin kefili durumunda değildir (Mecelle, md. 1331, 1356 vd., 1365 vd.). Sonuç itibariyle İslam hukuk literatüründe bu grupta altı tür şirketten söz edilir.
 
Yukarıda sözü edilen şirket türlerine, konusu ve hükümleri itibariyle kısmen farklılık gösteren mudarebe, müzaraa, müsakat gi
[04.08.2023 19:08] Babam: At Yarışı
 
Ana Sayfa
A
At Yarışı
Rüyada at yarışları üstünde iddiaya girmek hayır sayılmaz.Bahse girmiş olarak yitirmek üzüntüye, bir dostı ile bir mevzu üstünde iddiaya girmek çalıştığı isinden ayrılmış olacağına işarettir.At yarışı sözcüğünün rüya yorumu farkına varmış olduğunuz üzere net ve anlaşılır anlatılmıştır. Yalnız rüya yorumlarında unutmuş olmamanız lazım olan en önem derecesi yüksek özellik rüyanızda gördüğünüz öbür nesle ve fiillerin izah etmelerine bakmış olmak bunların tamamını birleştirerek mana vermektir. Bunun için muhakkak sitemizdeki arama menüsünü kullanınız.Dikkat etmeniz lazım olan başka ehemmiyetli bir konu ise rüyanızı bütünlüğünü muhafaza ederek görüp ona göre değerlendirmeye tabi tutmaya çalışmış olmanız gerekmektedir. Rüyalar sürekli size ilerisi için malumat vermiş olmak için olmayabilir, gündelik yaşamınızda üstüne muhakeme etdiğiniz mevzular ile alakalı rüyalar görmüş olmanız doğaldır. Baze ise rüyalar çok karışık ve mana vermek bir o kadar güçtür. Bu vaziyetlerde tabirlerden faydalandığınızda ve yorum yaparken farkında olunması lazım gelen mevzu iyimser olmak suretiyle yorumlamış olmak olmalıdır.Bir rüyayı tabir etmek, yorumlamış olmak cidden zordur. Ama bilmiş olmalısınız ki burdaki izahlar senelerce biriktirilmiş malumatların ve tecrübelerin ürünüdür.Rüyanızda temel nesne olmak suretiyle At yarışı görmüş olabilirsiniz fakat muhakkak öbür neslelerin de rüya tabirlerine bakmış olarak rüyanızı bütünlüğünü muhafaza ederek manalandırmaya çalışınız.
 
 
 
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[04.08.2023 19:08] Babam: Ahkâm-ı İctihâdiyye
 
Ana Sayfa
A
Ahkâm-ı İctihâdiyye
Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler.
 
İlgili
Mezheb İmâmı
9 Eylül 2021
Benzer yazı
RE’Y
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Re’y Yolu
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[04.08.2023 19:09] Babam: mümkün olur mu ki; bu güzel masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni’-i Zülcelal; onun mukabilinde zîşuurdan marziyatı ve arzuları ne olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin!
 
Hem hiç mümkün olur mu ki; nev’-i insanı, şuurca kesrete mübtela, istidadca ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin!
 
Daha bunlar gibi çok vezaif-i nübüvvet var ki, herbiri bir bürhan-ı kat’îdir ki: Uluhiyet, risaletsiz olamaz…
 
Şimdi acaba âlemde Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’dan -beyan olunan evsaf ve vezaife- daha ehil ve daha câmi’ kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermiş midir? Hâyır, aslâ ve kat’â!. Belki o, bütün resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlukatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır.
 
Evet ehl-i tahkikatın ittifakıyla, Şakk-ı Kamer ve parmaklarından su akması gibi bine baliğ mu’cizatından hadd ü hesaba gelmez delail-i nübüvvetinden başka, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakaik ve kırk vecihle mu’cize olan mu’cize-i kübra, Güneş gibi risaletini göstermeğe kâfidir. Başka risalelerde ve bilhâssa Yirmibeşinci Söz’de Kur’anın kırka karib vücuh-u i’cazından bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.
 
Üçüncü İşaret
Hatıra gelmesin ki: Bu küçücük insanın ne ehemmiyeti var ki, bu azîm dünya onun muhasebe-i a’mali için kapansın, başka bir daire açılsın? Çünki bu küçücük insan, câmiiyet-i fıtrat itibariyle şu mevcudat içinde bir ustabaşı ve bir dellâl-ı saltanat-ı İlahiye ve bir ubudiyet-i külliyeye mazhar olduğundan büyük ehemmiyeti vardır.
 
Hem hatıra gelmesin ki: Kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur? Zira küfür; şu mektubat-ı Samedaniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı manasız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi; bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esma-i kudsiye-i İlahiyeyi inkâr ile red ve Cenab-ı Hakk’ın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahî bütün delillerini tekzib olduğundan nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise, nihayetsiz
[04.08.2023 19:09] Babam: Mektub
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
 
Şu mektub  فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sırrına mazhar olmuş, şiddetli yazılmamış.
 
Çoklar tarafından sarihan ve manen gelen bir suale cevabdır.
 
(Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şey’imi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil, belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-ı hâli hem dostlarıma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için “Beş Nokta”yı beyan ediyorum.)
 
BİRİNCİ NOKTA: Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
 
Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.
 
İKİNCİ NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?
 
Elcevab: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir-iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlı olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünki diyor: Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetin
[04.08.2023 19:10] Babam: Bu risalenin başında Birinci Mes’elesi namaza dair güzel bir ders olduğu gibi; hiç düşünmediğim halde, âdeta ihtiyarsız olarak, onun âhiri de namaz tesbihatına dair ehemmiyetli bir ders oldu.
 
اَلْحَمْدُ لِلّهِ عَلَى اِنْعَامِهِ
 
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
[04.08.2023 19:10] Babam: : Sünnet-i Seniyenin herbir nev’ine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkasd tarafdarane ve iltizamkârane talib olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcib kısımlara zâten ittibaa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehab olan Sünnet-i Seniyenin terkinde günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise, büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniye ise, ittiba ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok. Fakat Habibullah’ın âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır. Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise, اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrına münafî olduğu için, merduddur. Fakat, tarîkatta evrad ve ezkâr ve meşrebler nev’inden olsa ve asılları Kitab ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usûl ve esasat-ı sünnet-i seniyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dâhil edip, fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş. İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sâni (R.A.) diyor ki: “Ben seyr-ü sülûk-u ruhanîde görüyordum ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan mervî olan kelimat nurludur, sünnet-i seniye şuaı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki; sünnet-i seniyenin şuaı, bir iksirdir. Hem o sünnet, nur isteyenlere kâfidir, hariçte nur aramağa ihtiyaç yoktur.”
 
İşte böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki: Sünnet-i Seniye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemalâtın madeni ve menbaıdır.
 
اَللّهُمَّ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ
 
رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
 
ONUNCU NÜKTE: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ âyetinde i’cazlı bir îcaz vardır. Çünki çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: “Allah’a (celle celalühü) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”
 
İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir mealidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu âyetin nassıyla gösteriyor ki; o matlab-ı a’lânın yolu, Habibullah’a ittibadır ve Sünnet-i Seniyesine iktidadır. Bu makamda “Üç Nokta” isbat edilse, mezkûr hakikat tamamıyla tezahür eder.
 
Birinci Nokta: Beşer, fıtraten şu kâinatın Hâlık’ına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünki fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecatına göre, o muhabbet tezayüd eder. Aşkın en münteha derecesine kadar gider. Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde, kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfıza, bir kütübhane hükmünde binler kitab kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki: Kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir. Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemale karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır. Ve madem bu kâinatı
[04.08.2023 19:10] Babam: Ve keza mümkinatın da iki vechi vardır:
 
Birisi: Enaniyet ile vücuddur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur.
 
İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcib-ül Vücud’a bakar bir vücud kazanır. Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın!..
 
 
 
Nükte
 
(Mukaddemede zikredilen dört kelimeden, niyet hakkındadır.)
 
Arkadaş! Bu niyet mes’elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.
 
Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
 
Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat
[04.08.2023 19:11] Babam: tasdik ediyoruz. Çünki bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrübelerle müşahede ettik. Hattâ çokları meraklarından, cemaati belki de namazı terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinliyor. Mimsiz medeniyetin sefahet ve dalalet ve İslâm’a ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokatlara ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadarane dikkat etmekle; ve nefesi zehirli ve başı sarhoş şahıslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.
 
Risale-i Nur şakirdlerinden
 
Emin, Feyzi
 
* * *
 
(Ahmed Nazif’in bir fıkrasıdır)
 
Kıymetli Üstadım!
 
Yüksek şahsiyetinizin aczi ve fakrı içinde inayet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye ile Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazlarını güneşin parlak ve keskin şuaları gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-i diniye ve imaniyenin, dalalete yüz tutan zaîf ve âciz mü’minlerin halâsı ve selâmeti ve hidayete çıkarılmasına hâdim ve kudsî Risale-i Nur’un, elbette bir hâdî ve bu zamanın muhtaç bulunduğu bir sahib-i zuhur namını taşıyacağı şübhesizdir. Binaenaleyh hem Kur’anın tercümanı ve dellâlı ve hem de bu Risale-i Nur’un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanız, hem de âciz ve fakir bir nefer iken, manevî hizmetinizle müşiriyet derece-i âliyesine terfi’ ve tefeyyüze istihkak kesbetmiş bulunmanızdadır ki; Âlim-i Mutlak, Hâkim-i Mutlak, Kādir-i Mutlak olan Zülcelal Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kıymetsiz gördüğünüz, çok kıymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi’ ve nasîb ve bilhâssa memur etmiştir. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarınızı dahi lütf u keremiyle irşada ve hidayete siz Üstadımızı rehber ve mürşid ve vasıta buyurmuştur ki; ebedî minnet ve şükranlarımızı edadan âciz bulunuyoruz.
 
İşte Üstadım! Çok kıymetli arkadaşımız ve hizmet-i Kur’aniyede kıymetli refikimiz ve şerikimiz Küçük Hüsrev ve Mehmed Feyzi’nin mektubundan başka yerde ve mahalde mevsimsiz olduğunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i şerifi Risale-i Nur’a dahi henüz zahiren takmak haddim değildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünki Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça, bu gibi lakabların kıymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur’dan aldığım ilham üzerine, muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi’nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadakattan ve ihlastan doğmuştur.
 
Bu izharın hatasından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum. Af buyurunuz. İkaz ve irşad edici nimet ve himmet-i itabınızla af buyurulmasını ve Risale-i Nur’un manevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemal-i hulusla istirham eylerim.
 
Aziz ve kıymetli Üstadım! Cenab-ı Hakk’ın lütf u keremiyle ve hadsiz ihsanıyla, intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur’un maddî ve manevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını hüsn-ü niyete ve hulus-u kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur’un pek çok kerametlerinden birkaçını arzediyorum. Şöyle ki:
 
Risale-i Nur’un tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeş (1325) rumi senelerinde, İstanbul’da iştiharla “Bedîüzzaman” namı ve lakabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtı (1326) senesinde Hazret-i Üstad’ın “Bedîüzzaman Said-i Kürdî” lakabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu’yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu’nun meşhur ülemasından Hacı Ziya v
[04.08.2023 19:11] Babam: ZEYL
(Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebeb olan, âhiret kardeşim Âdilcevaz’lı Bekir Ağa’nın Sözler hakkındaki ihtisasatıdır.)
Faziletmeab Üstadım Hazretleri,
 
Efendim, evvelâ arz-ı ta’zim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her ân u zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.
 
Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misali olan risale-i bergüzidelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi risalelerinize de sed çekilemez. Onları istima’da ruh ve kalbimi tedkik ettim, tedkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım, baktım ki; ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâ-ihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen “haydi haydi” diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vakıayı takib ederken o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlar ile îcab eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi (min gayr-i haddin) arayıp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.
 
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslim ile, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden-lillah bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emanetullah ve emanat-ı Peygamberînin (A.S.M.) gayet parlak yakut ve zümrütten kıymetdar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. Elhamdülillah Cenab-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalaa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa iman eder. İnanmadıkları takdirde ya insaniyetten istifa etmeli veyahut insan değiliz demeli. Bu eserler başlı başına ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşâallah her cihetle, feth ederek fâtih olacaktır. Cenab-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip, şefaatına mazhar buyursun. Âmîn!
 
Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile, duanızı istirham eylerim efendim hazretleri.
 
Abdülcelil oğullarından
 
Âdilcevaz’lı
 
Emrullah oğlu Bekir
 
* * *
 
(Bu fıkra Hulusi-i sâni Sabri’nindir)
Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüt-misal yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemin gayet revnakdar ve enva’ türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânif-ül beyan eser, âlem-i bekanın sened-i hakikî ve kat’îsi ve en kavî ve gayet rasin ve son derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir delail ve berahin-i kat’iyye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalalette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amîk işarat ve hakaikı ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ kadr-il istitaa öğrendim.
 
Her ne kadar o kıymetdar eserin derecat-ı refia ve mühimmesini hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek, bidâamın fersah fersah fevkinde ise de, menba’-ı hakikîsi bulunan Furkan-ı Mübin’den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şâheser olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz u za’fımla bîhadd bahr-i hakaika daldım ve bahr-i muhit-i nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu.
 
Binaenaleyh havas ve havass-ul havas dikkatle onu mütalaa ederlerse, daha ne derecelerde hakaik-i İlahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahede ederek, iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin
[04.08.2023 19:12] Babam: kardeşlerime birer birer selâm ve dua eder ve dualarını rica ederiz.
 
* * *
 
Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!
 
Sizin mübarek Ramazanınızı ve Leyle-i Kadrinizi ve bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik ve tes’id ediyoruz. Cenab-ı Erhamürrâhimîn, emsal-i kesîresiyle sizleri müşerref eylesin, âmîn!
 
Bu Ramazan-ı Şerifte gerçi bir tesmim neticesinde ziyade sıkıntı ve ızdırab çektimse de Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, sabır ve tahammül ihsan eyledi. Ve hastalığın ehemmiyetli sevabı da ızdırabın verdiği gaflet noktalarını izale eyledi. Dualarınız berekâtıyla, bu defa da o tesmimden tam kurtuldum. Fakat verdiği za’fiyet ve sarsıntı, arasıra sıkıntı verir.
 
Size yazmıştım ki: Nasıl “Hizb-i Nuriye” Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsasıdır; öyle de on dakika zarfında Hizb-i Nuriye’nin bir hülâsası, bu Ramazan-ı Şerif’in feyzinden ve Ramazan’da te’lif edilen ve yeni intişar eden Ramazaniye Risalesi olan Âyet-ül Kübra’nın otuzüç mertebe-i vücub u vücud ve tevhid otuzüç elsine-i külliye ile tezahür ettiği gibi; ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkişaf etti ki, herbir mertebenin söylediği “Lâ ilahe illallah” şehadetini dediğim vakit, o küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiğimden, “Âyet-ül Kübra” güneş gibi iman nurlarını ruhlara telkin edebilir. Şeksiz şübhesiz kanaat ettim ve gördüm ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) ona verdiği ehemmiyetin sırrını bildim.
 
Bu defa Isparta umum şakirdlerinin hissiyatı ile Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in yazdığı mektub, gerçi hakkım olmayarak bana ziyade hisse vermiş, fakat Isparta ve civarı kahraman şakirdlerinin tam derece-i irtibatlarını ve Risale-i Nur’un tam kıymetini gösterdiğinden ve mektublarım içinde ve Lâhika’ya, hem daha münasib gördüğünüz makamlarda yazmağa lâyıktır. Size bir sureti yeni hurufla gönderiliyor. Pek çok alâkadar olduğum Kastamonu ve içindeki ehemmiyetli kardeşlerim, Isparta şakirdleriyle vasıta-i irtibat Mustafa Osman, hakikaten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iş görmesinden, birinci saftaki haslar içine girmeğe hak kazanmış. Demek ihlası tamdır ki, az bir zamanda çok zaman işini gördü. Cenab-ı Hak onun emsalini o havalide çoğaltsın, sebat ve selâmet versin, âmîn
[04.08.2023 19:12] Babam: beri yedi vecihle i’cazı tasdik edilen Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın haşir hakkındaki beyanatı, saadet-i ebediyenin geleceğine kâfi bir delil değil midir? Başka bir delile ihtiyaç var mıdır?
 
Onuncu Bürhan: Bu bürhan, binlerce bürhanları müctemi’dir. Bu bürhanları, çok âyetler tazammun etmişlerdir. Evet Kur’an-ı Kerim, çok âyetlerinden haşre nâzır pencereler açmıştır. Ezcümle: وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا âyetiyle, saadet-i ebediyeye yol açan bir kıyas-ı temsilîye işaret etmiştir. Kezalik وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyet-i kerimesiyle, o saadeti gösteren bir kıyas-ı adlîye işaret etmiştir.
 
Birinci âyetle işaret edilen kıyas-ı temsilî: Evvelâ insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıbdan kalıba girip çıktığını gör. Sonra insanın bekasına dikkat et. İnsan, bu vücud libasını her sene değiştirir. Bu vücud değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün a’zânın erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ı Hakk’ın bir kanun-u mahsusla ihzar ettiği o madde-i latifeden alınan ecza ile yapılır. Sonra o madde-i latifenin ahvaline bak. Nasıl a’zânın ihtiyaçlarına göre muayyen bir kanun ile taksim edilir ve bedenin her tarafına mahsus bir nizam ile muntazaman dağıtılır. Yine şâyan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılabdan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rızık olarak taksim edilir. Hem yine şâyan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, yemeklerin ruhu ve hülâsasıdır. O yemekler, âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem’ ve tahsil edilirler.
 
İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar; hep bir kasd, bir irade, bir hikmetten çıkıyor. Evet meselâ Habib’in gözünde yerleşen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u türabdan o garib, acib tavırlarda, inkılablarda yaptığı muntazam hareketinden anlaşılır ki; o zerre, toprakta iken Habib’in gözüne tayin edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine muntazaman i’zam kılınmıştır (yükseltilmiştir.)
 
Evet fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki, o zerrenin hareketi, körükörüne, tesadüf eseri değildir. Çünki o zerre, hangi mertebeye girerse, o mertebenin nizamına tâbi’ olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiş ise, onun muayyen kanunuyla amel etmiştir. Ve hangi bir tabakaya misafir gitmiş ise, muntazam bir hareket ile sevkedilmiştir.
 
Hülâsa: Neş’e-i ûlâya dikkat edenin, neş’e-i uhra hakkında tereddüdü kalmaz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın emrettiği gibi: “Neş’e-i ûlâyı gören adam, neş’e-i uhrayı inkâr edebilir mi?” Çünki: İkinci teşekkül, yani ikinci yapılış; birinci teşekkülden daha kolaydır. Bunu yapan, onu daha kolay yapar.
 
Meselâ: Bir fırka askerin ilk teşekkülünde, efradın birbiriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadığından ve talim ve terbiye görmemeleri yüzünden, yontulmamış taşlar gibi olduklarından, o efrad o fırkanın bünyesinde yerleştirilinceye kadar çok zahmetler vardır. Fakat ba’de-t teşekkül terhis edilip de bir daha taht-ı silâha davet edildiği zaman, pek kolay içtima eder ve fırkayı teşkil ederler. Bu teşekkül, evvelki teşekkülden daha kolay olur.
 
Kezalik birbiriyle ülfet peyda eden ve herbirisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letafet eden bedenin zerratı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlık’ın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrat-ı asliye ve esasiye içtimaa davet edildikleri zaman, pek kolay içtima ederler ve beden-i insanîyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâza kudret-i ezeliyeye
[04.08.2023 19:13] Babam: zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemalâtın göklerine yükselip, intişar edip.. öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir. Ve bizi Kur’an-ı Mu’ciz ile irşad eylemiş…
 
Öyle kitab ki: Kaideleri ile hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub ve cari olan kavanin-i amîka-i dakika-i İlahiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı âdilanesiyle nev’-i beşerin nizam ve müvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.
 
Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âlem’e hediye olsun ki: Âlem, enva’ ve ecnasıyla onun risaletine şehadet ve mu’cizelerine delalet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinden herbir nev’, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi; Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını intak edip herbir tel başka lisan ile mu’cizatının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minada ilelebed tanin-endaz etmiştir. Güya âsuman, kendi mi’rac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik ve zemin kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân ve cevv-i feza, kendi cinn ve bulutların işaratıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci ve zaman-ı hal yani asr-ı saadet lisan-ı haliyle tabiat-ı Arabdaki inkılab-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzanın def’aten tevellüdünü şahid göstererek nübüvvetini isbat ve zaman-ı müstakbel kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmane ile irşadatına teşekkür; nev’-i beşer kendi muhakkikleriyle bahusus hatib-i beligi ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed’in (A.S.M.) lisan-ı fasihanesiyle haktan geldiğini ilân ve Zât-ı Zülcelal kendi Kur’anının lisan-ı beliganesiyle ol Nebiyy-i Ümmi’nin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve oluyorlar.
 
Beyt:
 
جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَهءِ اِينْ سِلْسِلَه اَنْد
 
رُوبَه اَزْ حِيلَه چِه سَانْ بِگُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا
 
Emma ba’d: Şu fakir, garib Nursî ki, Bid’atü’z-zaman lakabıyla müsemma olmaya lâyık iken haberi olmadan Bedîüzzaman ile meşhur olan bîçare; tedenni-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad u figan ederek, ah!. ah!.. ah!.. vâ-esefâ der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû’-i fehm ve sû’-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.
 
Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.
 
Öyle ise, ey ihvan-ı müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadakatı uzatacağız, biat edeceğiz. Onun habl-ül metinine sarılacağız.
 
Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevk-ül ceyş ile kuvvet bulan hayalât ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki: Hak neşv ü nema bulacaktır, eğer çendan toprakta gizlense… Ve tarafdar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır, eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar…
 
Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir. Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar... Zira mazi kıt’asında
[04.08.2023 19:13] Babam: ava, bulut ve yağmur, berk ve ra’d; senin mülkünde, senin emrin ve havlin ile,

FATF Başkanı Kumar: "Türkiye, kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadelede önemli adımlar attı"

Türkiye'nin Almanya'ya kiraz ihracatı "EURO 2024" ile 5'e katlandı

EPDK, elektrik tarifelerinde fiyat artışına gidildiğini duyurdu

TCMB’den TL ticari kredilerde sağlıklı fiyat oluşumunu destekleyecek adım

Ticaret Bakanı Bolat: Gri listeden çıkarılmış olmak uyguladığımız politikaların başarılı olduğunun göstergelerinden biri

Trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 5,5 milyonu geçti

Türkiye gri listeden çıkarıldı

Dünya Bankası enerji verimliliğini hızlandırmaya yönelik bölgesel girişim başlattı

TCMB ekonomistlerinin sektörel enflasyon beklentilerini değerlendirdiği blog yazısı yayınlandı

Yetki belgesiz emlak işletmelerine 29,2 milyon lira ceza uygulandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 38 33 2 3 66 102
2.Fenerbahçe 38 31 1 6 68 99
3.Trabzonspor 38 21 13 4 19 67
4.İstanbul Başakşehir 38 18 13 7 14 61
5.Kasımpaşa 38 16 14 8 -3 56
6.Beşiktaş 38 16 14 8 5 56
7.Sivasspor 38 14 12 12 -7 54
8.Alanyaspor 38 12 10 16 3 52
9.Rizespor 38 14 16 8 -10 50
10.Antalyaspor 38 12 13 13 -5 49
11.Gazişehir Gaziantep 38 12 18 8 -7 44
12.Adana Demirspor 38 10 14 14 -7 44
13.Samsunspor 38 11 17 10 -10 43
14.Kayserispor 38 11 15 12 -13 42
15.Hatayspor 38 9 15 14 -7 41
16.Konyaspor 38 9 15 14 -13 41
17.Ankaragücü 38 8 14 16 -6 40
18.Fatih Karagümrük 38 10 18 10 -3 40
19.Pendikspor 38 9 19 10 -31 37
20.İstanbulspor 38 4 27 7 -53 16