AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[05.08.2023 17:46] Babam: De ki: 'Şüphesiz, Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.' - Sebe' - 39. Ayet
[05.08.2023 17:46] Babam: Müslüman, bir ağaç diker, o ağaçtan insan, hayvan veya kuş istifade ederse bu, kıyamet gününe kadar o kimse için sadaka olur. - Müslim, Müsâkât, 10.
[05.08.2023 17:46] Babam: “İyi işler yapan kendisi için yapmıştır, kötülük yapanın da kötülüğü kendinedir; sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” - Câsiye, 45/15
[05.08.2023 17:46] Babam: Karı-koca hafta sonu müstakil bahçeli evlerinde hoşça vakit geçirmek isterler. Yanlarına oğullarını da alarak sabahleyin çiçeklerle donattıkları bahçelerinde kahvaltı yaptıktan sonra, evin beyi çim biçme makinesiyle bahçedeki çimleri biçmeye koyulur. Minik oğul da merakla babasını izlemektedir. O esnada evin telefonu çalar ve karı-koca birlikte içeriye koşarlar. Telefon konuşmaları uzar. Bahçeye çıktıklarında, bir de ne görsünler: Minik yavruları, tıpkı babası gibi, çim biçme makinesiyle aylarca özene bezene yetiştirdikleri o güzelim çiçekleri biçmiştir. Baba, çok sinirlenir ve çocuğun üzerine yürür. Anne, eşinin önüne geçerek kocasını uyarır: “Hayır, yapma! Bizim görevimiz, çiçek yetiştirmek değil; çocuk yetiştirmektir.” Diğer bütün değerler gibi sükûnetin benimsenmesinde de asli görev aile büyüklerine, anne ve babalara düşmektedir. Hırçın anne ve babaların çocukları da genellikle hırçın ve uyumsuz olmaktadırlar. Çok söz değil, doğru davranış esastır. - GÖREVİMİZ ÇİÇEK DEĞİL, ÇOCUK YETİŞTİRMEK
[05.08.2023 17:47] Babam: Haccın Farziyetindeki Şer'î Hikmetler
34- Bilindiği üzere hac, İslâmın beş önemli esasından biridir. 'İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur,' hadis-i şerifi bunu bildirmektedir.
Hac, şartlarını kendinde toplayan her müslüman için çok kutsal bir farzdır. Namaz ile oruç birer bedenî ibadettir. Zekât malî bir ibadettir. Hac ise hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Bu farz, hem bedende olan sıhhat ve selâmetin, hem de mal varlığının bir şükür görevi demektir.
Haccın yapılmasındaki değişik usul ve adap, insanın ezelî ve ebedî olan mabuduna yapacağı tazimatın, göstereceği kulluk tarzının, arzedeceği ihtiyacın en mükemmel şeklini kapsar.
35- İlim ve hikmet sahibi olan yaratıcımızın kutsal bir mabedini ziyaret ederek Yüce varlığına temiz kalble ve samimî duygularla yalvarıp yakarmak ve hürmette bulunmak, bir
[05.08.2023 17:47] Babam: , Allah'ın ismi ile, veya;
 
6- Rahmân, Rahim Allah ismi ile' demek daha doğru olacaktır. Bunda da Allah zat isminin en önemli olan öne alınmasına riayet edilmemiş ve neticede araya giren fiil ile rahmetin arası açılmış olur. Bundan dolayı Allah ismini sıfatları ile beraber bir isim gibi anlatarak;
 
7- Allah-i rahmân-i rahim ismi ile, veya;
 
8- Allah-i rahmân-i rahîm'in ismi ile, denilirse doğrudan Allah ismi başlangıç yapılmış olacak ve bununla beraber rahmet bağlantısı yine temin edilemeyecektir. Bunu 'Allah, rahmân, rahim ismi ile' şeklinde söylemek dilimize göre hepsinden akıcı olacak ise de; bunda da bir teslis şüphesi akla gelebilir. Gerçi ismi ile denilip, isimleri ile denilmemesi bu şüpheyi ortadan kaldırmak için yeterlidir. Ve aynı zamanda isimlerin ve sıfatların birden çok olması zatın birliğine engel değil ise de böyle teker teker saymak şeklinde üç ismin birer zat ismi gibi düşünülmesi hemen akla geleceğinden bunları sıfat 'i'si ile birbirine bağlayarak bir kelime gibi okumak daha güvenli olacaktır. Fakat bunda da terkiplerin birbiri ardında gelmeleri kuşkusundan kurtulamayacağız.
 
O halde ne tek tek kelimelerini ve ne de terkiplerini tam olarak terceme etme mümkün olmayan ve hele belağat yönlerini, beyan ahengini nakletmek hiçbir şekilde mümkün olmayan, dudaktan başlayıp bütün karnı dolaştıktan sonra yine dudakta sona eren harflerinin tatlı düzeni bile başlı başına mükemmel ve eşsiz olan ve bununla beraber her müslümanın ve her Türk'ün çok iyi bildiği ve az çok anladığı bir vecize anlamı bulunan besmeleyi bir 'ile' veya 'adıyla' ifade tarzı hatırı için terceme etmeye kalkışmayıp, her zaman aslına göre söylemek ve bu gibi açıklamalar ve tefsirlerle de mânâsını düşünmeye çalışmak kaçınılmaz bir iştir. Bundan dolayı her şeyin anahtarı ve bir tevhid (Allah'ın birliğinin) âyeti olan ' ' kıymetli ve ahenkli sözünü, Allah'ın birliğine inanan kimseyi müşrik durumuna düşürecek olan mânâsını
 
andıran 'esirgeyici bağışlayıcı tanrı adıyla' gibi beğenilmeyen tercemelerle bozmaya özenmekten sakınmaya mecburuz.
 
BESMELE'NİN YÜCE TEFSİRİ: Anladık ki besmeledeki kelimelerin sıralanışında en fazla etkili olan nokta baştaki ' = bâ' harfidir. 'Ba' harfi sayesinde biz Allah'ın ismine ulaşırız. Bütün varlıkların ve varlıkların gelişmesinin ilk başlangıç noktası ve tek isteği olan 'Allah-i rahmân-ı rahîm'in ismini; kalbimizde niyet ettiğimiz ve henüz meydana gelmesini görmediğimiz, yapmayı kasdettiğimiz işimize bağlayarak kelimeleri kısa, mânâsı dünyayı kaplayan bir özlü söz söyleyebilmemize vesile olan ancak bu ' = bâ'dır. İşimizde istediğimizi yapmakta ne kadar serbest olursak olalım, yaptığımız şeylerin tam sebebi olmadığımız bir gerçektir. Çünkü bizim isteklerimiz, varlık zincirinin kesin bir ilk sınırı değildir, onun akışı içinde bir değişme anıdır. Ve bunun için biz bütün iradelerimizin istek ve dileklerimizin aksamadan ve sıkıntısız meydana geldiğini görmüyoruz. Demek ki başarılarımız, herşeyin ilk sebebi ile isteklerimiz arasındaki münasebetin bereketine bağlıdır ki, bu bereket başlangıçta Rahmân'a ait, sonunda Rahim'e aittir. Biz ister bilelim, ister bilmeyelim kâinatta bu oran, bu ciddiyet, bu ilişki, bu bağlantı bütünlük arzeden genel bir kanundur ve eşyanın varolması, bu kanunun meydana çıkmasıdır. İşte besmele ' =bâ'sı ile bizde bu kanunu anlaşılır hale getiren bir sözlü etkendir. Bu hiss parıltısından kastedilen en son hedef bu varoluş noktasıdır. Bu açıdan besmelenin tefsirinde odak noktası ' = bâ'dır ve bundan dolayı besmelenin mânâsı ' = bâ'dadır. Bâ'nın sırrı da noktasındadır denilir. Bu hikmete ve bu kanuna işaret etmek içindir ki, Türk şairlerinin övünç kaynağı olan Hâkânî Hilyesi'nde:
 
 
 
 
 
'Eğer besmele yazılışında uzatılmasaydı hiç eşya cinsi meydana gelir miydi?' demiştir.
 
En
[05.08.2023 17:48] Babam: SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADİSLER
 
210 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: 'Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.'
 
Müslim, Mesâcid 288, (671).
 
211 - Selman (radıyallahu anh) diyor ki: 'Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.'
 
Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100,(2451).
 
212 - Hz. Ömer (radıyallahu anh): 'Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın' buyurmuştur.
 
Tirmizî, Vitr 21, (487).
 
213 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: 'Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah'ın helal kıldıklarını da haram etmemek şartlarını arzulamaktan ziyade, Allahu Teâla'nın, haklarında: '...o kimseler ki ne bir ticaret ne de bir alış veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz' (Nur, 36) övgüsünü kullandığı kimselerden olmamaktan korkarım.'
 
Bu rivayet Rezîn'in ilâvesidir.
 
NECASETLER
 
214 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'i Mekke'de işittim, şöyle buyuruyordu: 'Cenab-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı.' Bunun üzerine: 'Ey Allah'ın Resûlü 'ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağların, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır' dendi. Cevâben: 'O (nun satışı) haramdır' buyurdu ve ilâve etti: 'Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler.'
 
Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî
[05.08.2023 17:48] Babam: birkaçını yüksek huzûrunuza sunuyorum. Şûrâ sûresi onbirinci âyetinde (Onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. Ancak O işitici ve görücüdür) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmenin baş tarafı, Allahü teâlâyı tenzîh ediyor. Bu, açıkça anlaşılmakdadır. O işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzîhi temâmlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. Şöyle ki, mahlûklarda da görmek ve işitmek vardır. Mahlûkların bu iki duygusu Allahü teâlânın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. Allahü teâlâ, mahlûkların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. Bu âyet-i kerîmede, işitici ve görücü yalnız Odur, mahlûklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. Allahü teâlâ, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te’sîrler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. İnsanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te’sîr etmez. Te’sîr eder denilirse, te’sîri de O yaratmakdadır. Mahlûkların kendileri te’sîrsiz oldukları gibi, sıfatları da te’sîrsizdir. Herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez.Taş, cimâd, te’sîrsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimâddır, te’sîrsizdir. Harflerin ve sesin çıkmasında hiç te’sîri yokdur. Başka sıfatlar da bunun gibidir. Bu iki sıfat, dahâ meydânda olduğu için, Allahü teâlâ, mahlûklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. Mahlûklarda başka sıfatların da bulunmadığı bundan anlaşılmakdadır. Allahü teâlâ insanlarda önce ilm sıfatını yaratdı. Bir şeyi bilmek için, bu sıfatın o şeye teveccühünü ya’nî ilgisini yaratdı. Bundan sonra, bu sıfatın o şeye bağlanmasını yaratdı. Bundan sonra o şeyin bu sıfat üzerinde görüntüsünü yaratdı. Âdeti böyle oldu. O şeyin görüntüsünün ilm sıfatında yaratılmasında, bu sıfatın ne te’sîri olabilir? Bunun gibi, önce işitmek sıfatını yaratdı. Bundan sonra sesleri bu sıfata getirecek kulak ve başka sebebleri yaratdı. Sonra ses dalgalarını yaratdı. Sonra kulağın bu sesi almasını, bundan sonra da sesi duymağı yaratdı. Yine bunun gibi önce gözü yaratdı. Sonra gözde görüntüyü yaratdı. Sonra görüntüyü beyinde yaratdı. Dahâ sonra görmeyi yaratdı. İşitici ve görücü o kimseye denir ki, işitmesi ve görmesi, kendisinin bu sıfatları ile olsun. Böyle olmayınca, buna işitici ve görücü denmez. Bundan anlaşılıyor ki, mahlûkların sıfatları da, kendileri gibi cimâddır, te’sîrsizdir. Sözün kısası, mahlûklarda sıfatlar yokdur. Bu sıfatlar ancak Allahü teâlâda vardır. Bu âyet-i kerîmede, tenzîh ile teşbîh bir araya getirilmişdir. Hattâ âyet-i kerîmenin hepsi tenzîhi bildirmekde, benzeri olmadığını beyân buyurmakdadır. Birinci ilm, ya’nî mahlûklarda görülen sıfatların Hak teâlânın sıfatları olması ve mahlûkları cimâd, ya’nî te’sîrsiz bilmek, içinden su akan musluk ve testi gibi bulmak, evliyâlık makâmına uygun olan bilgidir. İkinci ilm, ya’nî mahlûkların sıfatlarını da cimâd gibi bulmak ve Zümer sûresinin otuzuncu âyet-i kerîmesinde (Sen, elbette ölüsün. Onlar da elbette ölüdürler) bildirildiği gibi, mahlûkları ölü bilmek, şehâdet makâmına uygun olan ilmdir. Buradan da, bu iki makâm arasındaki başkalık anlaşılmakdadır. Bir şeyin azının görülmesi, çoğunun bulunduğunu gösterir. Bir yerden su sızması, büyük su bulunduğunu haber verir. Fârisî mısra’ tercemesi:
 
Senenin iyiliği behârından belli olur.
 
Bunun gibi, bu yüksek makâmın sâhibleri, mahlûkların işlerini de, ölü gibi ve cimâd gibi bulurlar. Bunların işleri, Allahü teâlânın işidir, bu işleri yapan hep Odur demezler. Allahü teâlâ, böyle olmakdan çok yüksekdir. Bir kimse, bir taşı hareket etdirse, bu kim
[05.08.2023 17:56] Babam: Ariyet
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Ariyet
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
G) Ariyet
 
Ariyet akdi, bir kimseye bedelsiz olarak belli bir süre kullanmak üzere bir malın verilmesini konu alan bir sözleşme türüdür. Türkçe’de bu akde iğreti sözleşmesi de denir. Akdin temel özelliği belli bir süreyle kayıtlı olması, bir malın tüketimini değil kullanımını (intifa) konu alması ve bedelsiz olmasıdır. Bu özellikleriyle hibe, kira ve satıştan ayrılır. Akdin iki tarafın da gönül rızası ve bu rızayı gösteren irade beyanı (icap ve kabul) ile kurulacağı açıktır. Gerek taraflar ve gerekse ariyet konusu malla ilgili olarak İslam hukuk doktrininde ileri sürülen şartlar, akdin sağlıklı işleyişini sağlama, insani bir yardım amacı taşıyan bu akdin neticede taraflar arası anlaşmazlık ve mağduriyet sebebi olmasını önlemektir.
 
Kur’an’da ariyet akdiyle doğrudan ilgili bir ayet yoktur. Ancak Maun suresindeki, “Yazık onlara ki. maunu da engellerler” (el-Maun 107/1-7) ifadesinde yer alan “maun” insanlar arası yardımlaşmanın bir örneği olan zekat veya ariyetle açıklanır. Gerek Kur’an’da gerek Hz. Peygamber’in sözlerinde ve örnek davranışlarında insanlar arasında yardımlaşmayı, birbirinin sıkıntı ve ihtiyacını gidermeyi teşvik eden birçok genel ilke ve özel hüküm mevcuttur. Resulullah’ın ihtiyacı olduğunda diğer sahabilerden at, zırh gibi eşyaları ariyet olarak alıp bir süre kullanmıştır (Ebu Davud, “Büyu’”,88).
 
Ariyet veren kimsenin bu sebeple herhangi bir bedel istememesi, bu işi insani ve dostça bir yardım amacıyla yapması gerekir. Her ne kadar dilediğinde malını geri isteme hakkı varsa da karşı tarafın ihtiyacını gidermesini ve yardımın amacına ulaşmasını beklemesi doğru olur. Ariyet alan kimse de aldığı bu malı ihtiyacı sona erdiğinde, süre sonunda veya mal sahibinin istemesi halinde geri vermesi, kullandığı süre içinde de malı usulüne, örf ve adete, mal sahibinin arzu ve talimatına uygun olarak kullanması gerekir. Ariyet alınan mal hukuken emanet hükmünde olduğundan, alan ve kullananın kasıt, ihmal veya kusuru bulunmadıkça malda meydana gelen zararı ödemesi gerekmez. Ancak ariyet alınan malın süresinde iade edilmemesi, izinsiz olarak üçüncü şahıslara kullandırılması veya makul ölçülerin dışında bir kullanımı sebebiyle meydana gelen zararları ödemesi gerekir. Hz. Peygamber’in, “El, aldığı şeyden onu geri verinceye kadar sorumludur” (Ebu Davud, “Büyu‘”, 88) şeklindeki sözü bu alanda da geçerlidir.
 
 
 
İlgili
Hibe
8 Eylül 2021
Benzer yazı
Akid
8 Eylül 2021
Benzer yazı
İş Akdi
8 Eylül 2021
Benzer yazı
in Hukuki ve Ticari Hayat
Diğer Konular
Kar Haddi
Hava Parası
Borsa ve Hisse Senedi
Sigorta
Helal Kazanç
Faiz Yasağı
[05.08.2023 17:58] Babam: Ata Bindiğini
 
Ana Sayfa
A
Ata Bindiğini
Rüyada At Sürmek
Rüyada Attan İnmek
Rüyada Ata Bindiğini Görmenin Psikolojik Tabiri
Rüyada ata bindiğini görmek, şahıs için çok iyi gelişmelere tabir edilir. Bilhassa henüz evlenmemiş şahıslar için ata bindiğini görmek murat olmak suretiyle yorumlandığı gibi, yapılacak güzel, hayırlı bir evliliğin de işaretçisi olmak suretiyle yorumlanır. Ata bindiğini gören şahsın hem hususi yaşamında, hem de iş yaşamında her şey istediği gibi şekillenir ve çok memnun bir yaşama kavuşur. Sorunların şahısdan hep ırak olacağına, sıhhat problemleri yaşanmadan çok uzun ve güzel bir hayata malik olunacağı manalarına da gelmiş olan rüya, çocuk maliki olmak isteyenler için de bebek habercisidir. İslami değerlendirmeye göre de bu rüya sahibinin bütün dilekleri kabul olur, henüz evlenmemiş ise evlenir, haneli ise çocuğu olur ve yaşlı ise hastalıklarından feraha erip, uzun bir hayata kavuşur.
 
 
 
 
Rüyada At Sürmek
Rüyada at sürmüş olmak, muvaffakiyetden mutlu edici bir sonuca koşulacak bir geleceğe malik olunacağını ve son derece büyük işler başarmış olup tüm insanların imreneceği bir hayata kavuşulacağına yorumlanır. At sürdüğünü gören kimsenin akrabası de varsıl ve huzur dolu bir yaşam sürer. Kuvvetli bir kişiliğin ve önem derecesi yüksek projelerde vazife alan birisi olunacağının da işaretçisidir. At sürmüş olan şahıs henüz evlenmemiş ise, geleceğini istediği gibi şekillendirmiş olma talihi yakalar. Büyük bir fırsatın, önem derecesi yüksek bir kısmetin ele geleceğine, iyi bir evlilik yapılıp daha da memnun bir yaşam sürdürüleceğine de işaret eder.
 
Rüyada Attan İnmek
Rüyayı gören kişi için bir hadisenin sonuna gelinmiştir. Şahıs ele geçirdiği talihi iyi değerlendirememiş ve hayalleri boşamış ol gitmiştir. Umumilikle bir ömür tesiri altında kalınacak bir kusurunun ya da çok kıymet verilen bir vaziyetin, şahsın kaybı manasına gelmiş olan rüya, işlerin yoldan ayrılmasına, işyerinin kapanmasına ya da işten ayrılmış olmaya da delalet eder.
 
Rüyada Ata Bindiğini Görmenin Psikolojik Tabiri
Kendisi geleceği hakkında inisiyatif kullanmış olmak istemiş olmanın ve özgür, bağımsız hareket etme dileğinin alametidir. Psikolojik olmak suretiyle bağımlı olmayan, özgürlüğüne düşkün, kendisi kararlarını alan ve ayakları üzerinde durmuş olan, kuvvetli karaktere malik şahısları işaret eder.
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[05.08.2023 18:08] Babam: AHLÂK
 
Ana Sayfa
A
AHLÂK
İnsanda yerleşmiş huylar. Hulkun çokluk şeklidir. (Bkz. Hulk) İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Câmi’us-sagîr, Künûz-üd-dekâik) İnsanları memnûn etmek için malınız yetmez. Ancak güleryüz ve güzel ahlâkla onları memnun edebilirsiniz. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)
Allahü teâlânın en sevdiği şey, güzel ahlâktır. (Hadîs-i şerîf – Ahlâk-ı Celâlî) İçinizde en sevdiğim kimse, ahlâkı en güzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-müfred) İslâm âlimlerinin çoğuna göre insanlar iyiliğe, yükselmeğe elverişli olarak doğar. Sonra nefsin kötü arzûları ve güzel ahlâkı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak kötü huyları meydana getirir. (Ali bin Emrullah)
 
İlgili
HUY
9 Eylül 2021
Benzer yazı
SULEHÂ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İFSÂD
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[05.08.2023 18:24] Babam: AHLÂK
 
Ana Sayfa
A
AHLÂK
İnsanda yerleşmiş huylar. Hulkun çokluk şeklidir. (Bkz. Hulk) İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Câmi’us-sagîr, Künûz-üd-dekâik) İnsanları memnûn etmek için malınız yetmez. Ancak güleryüz ve güzel ahlâkla onları memnun edebilirsiniz. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)
Allahü teâlânın en sevdiği şey, güzel ahlâktır. (Hadîs-i şerîf – Ahlâk-ı Celâlî) İçinizde en sevdiğim kimse, ahlâkı en güzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-müfred) İslâm âlimlerinin çoğuna göre insanlar iyiliğe, yükselmeğe elverişli olarak doğar. Sonra nefsin kötü arzûları ve güzel ahlâkı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak kötü huyları meydana getirir. (Ali bin Emrullah)
 
İlgili
HUY
9 Eylül 2021
Benzer yazı
SULEHÂ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İFSÂD
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[05.08.2023 18:24] Babam: Dördüncü İşaret
Nasılki hikâyede oniki suretle gördük ki: Hiçbir cihetle mümkün değil; öyle bir padişahın, öyle muvakkat misafirhane gibi bir memleketi bulunsun da, müstekar ve haşmetine mazhar ve saltanat-ı uzmasına medar diğer daimî bir memleketi bulunmasın… Öyle de hiçbir vecihle mümkün değil ki; bu fâni âlemin bâki Hâlık’ı, bunu icad etsin de, bâki bir âlemi icad etmesin? Hem mümkün değil: Şu bedî’ ve zâil kâinatın sermedî Sâni’i bunu halk etsin de, müstekar ve daimî diğer bir kâinatı icad etmesin? Hem mümkün değil: Bu meşher ve meydan-ı imtihan ve tarla hükmünde olan dünyanın Hakîm ve Kadîr ve Rahîm olan Fâtır’ı onu yaratsın, onun bütün gayelerine mazhar olan dâr-ı âhireti halk etmesin? Bu hakikata oniki kapı ile girilir. Oniki hakikat ile o kapılar açılır. En kısa ve basitten başlarız:
 
Birinci Hakikat:
Bâb-ı rububiyet ve saltanattır ki, ism-i Rabb’in cilvesidir.
 
Hiç mümkün müdür ki: Şe’n-i rububiyet ve saltanat-ı uluhiyet, bâhusus böyle bir kâinatı, kemalâtını göstermek için gayet âlî gayeler ve yüksek maksadlar ile icad etsin, onun gayat ve
[05.08.2023 18:38] Babam: Mektub
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
 
Şu mektub  فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sırrına mazhar olmuş, şiddetli yazılmamış.
 
Çoklar tarafından sarihan ve manen gelen bir suale cevabdır.
 
(Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şey’imi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil, belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-ı hâli hem dostlarıma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için “Beş Nokta”yı beyan ediyorum.)
 
BİRİNCİ NOKTA: Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
 
Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.
 
İKİNCİ NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?
 
Elcevab: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir-iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlı olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünki diyor: Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetin
[05.08.2023 18:39] Babam: DOKUZUNCU MES’ELE
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّآمَنَ بِاللّهِ وَمَلئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ
 
ilâ âhir-il âye…
 
Bu âyet-i ecma ve a’lâ ve ekber’in bir küllî ve uzun nüktesini beyan etmeğe, bir dehşetli manevî sual ve bir azametli ve İlahî bir nimetin inkişafından neş’et eden bir hal sebebiyet verdiler. Şöyle ki: Manen ruha geldi; neden bir cüz’î hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden kâfir olur ve kabul etmeyen müslüman olmaz? Halbuki Allah ve âhirete iman bir güneş gibi o karanlığı izale etmek lâzım geliyor. Hem neden bir rükün ve hakikat-ı imaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sair erkân-ı imaniyeye imanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor
[05.08.2023 18:39] Babam: Birisi: Cenab-ı Hakk’ı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyatı dairesinde hareket etmek, o ittibaı iktiza ediyor. Çünki bu işde en mükemmel imam, Zât-ı Muhammediyedir (A.S.M.).
 
İkincisi: Madem Zât-ı Ahmediye (A.S.M.), insanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlahiyenin en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ı Hak hesabına, hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabil ise, fıtraten benzemek ister. İşte Habibullah’ı sevenlerin, sünnet-i seniyesine ittiba ile ona benzemeye çalışmaları, kat’iyyen iktiza eder.
 
Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehasini ile ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi; masnuatını, hususan sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîşuur mahlukatı sever. Cennet’in bütün letaif ve mehasini ve lezaizi ve niamatı, bir cilve-i rahmeti olan bir zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir
[05.08.2023 18:40] Babam: mümkinatın da iki vechi vardır:
 
Birisi: Enaniyet ile vücuddur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur.
 
İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcib-ül Vücud’a bakar bir vücud kazanır. Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın!..
 
 
 
Nükte
 
(Mukaddemede zikredilen dört kelimeden, niyet hakkındadır.)
 
Arkadaş! Bu niyet mes’elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.
 
Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
 
Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
 
Ve keza dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:
 
Bir cihette, o nimetlerin bir mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
 
İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganîmet telakki ederek minnetsiz yer. Halbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünki Mün’im’i düşünür. Mün’im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümidvar olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır
[05.08.2023 18:40] Babam: -i Nur’un tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeş (1325) rumi senelerinde, İstanbul’da iştiharla “Bedîüzzaman” namı ve lakabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtı (1326) senesinde Hazret-i Üstad’ın “Bedîüzzaman Said-i Kürdî” lakabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu’yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu’nun meşhur ülemasından Hacı Ziya ve diğer ülema arasında vapura teşyi’ edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selâm durarak mütebessim ve nuranî sîmalarıyla ve keskin nazarlarıyla selâmlarına ve manevî nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat’iyyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.
 
Tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütununda, Isparta’da halkın fazla alâka göstermesinden, din ve iman telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından tevkif edildiğini teessürle okumuştum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir defa böyle acı haber aldığım halde, akibetinden kat’iyyen başka bir malûmat edinememiştim. On seneden beri Cenab-ı Rabb-ül Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, daima beş vakit dualarımda, “Yâ Rab! Bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur.” niyazında iken, bundan üç sene evvel yani hicri bin üçyüz elliyedi (1357) ve miladi bin dokuzyüz otuzsekiz (1938) senesinde, İnebolu’da bir kahvede, Kastamonu’lu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu’da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim. Dikkat ettim ve tahkik ve ta’mik ettim. Anladım ki; otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hayretle öğrendim. Ve kalbimdeki sevgi günler geçtikçe ateşlendiğini hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip, mübarek ellerini öpmek lâzım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, Eski Said’in ism-i mübarekleri Bedîüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur’un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemal-i aşk ve ihlasla sarıldım. Ve benim yegâne
[05.08.2023 18:41] Babam: mübarek ellerinizi bûs ile, duanızı istirham eylerim efendim hazretleri.
 
Abdülcelil oğullarından
 
Âdilcevaz’lı
 
Emrullah oğlu Bekir
 
* * *
 
(Bu fıkra Hulusi-i sâni Sabri’nindir)
Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüt-misal yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemin gayet revnakdar ve enva’ türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânif-ül beyan eser, âlem-i bekanın sened-i hakikî ve kat’îsi ve en kavî ve gayet rasin ve son derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir delail ve berahin-i kat’iyye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalalette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amîk işarat ve hakaikı ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ kadr-il istitaa öğrendim.
 
Her ne kadar o kıymetdar eserin derecat-ı refia ve mühimmesini hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek, bidâamın fersah fersah fevkinde ise de, menba’-ı hakikîsi bulunan Furkan-ı Mübin’den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şâheser olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz u za’fımla bîhadd bahr-i hakaika daldım ve bahr-i muhit-i nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu.
 
Binaenaleyh havas ve havass-ul havas dikkatle onu mütalaa ederlerse, daha ne derecelerde hakaik-i İlahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahede ederek, iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiğini îma ve işaretle beraber ve “On” numaradan sonra daha bir çok eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandırdı
[05.08.2023 18:41] Babam: Umum kardeşlerime ve hemşirelerime birer birer selâm ve tebrik ve dua ediyorum.
 
Said Nursî
 
* * *
 
[Gayet ehemmiyetli iki mes’eleyi; sizlere -zekâvetinize itimaden- Risale-i Nur’da müteferrikan parçaları bulunmalarına binaen, gayet muhtasar konuşacağım.]
 
Birincisi: Risale-i Nur’un hakikî ve hakikatlı bir şakirdi bulunan ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın kâtibi, bu defa yazdığı mektubda, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannına istinaden, bir hakikat soruyor. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilafet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda, üstadı noktasından bir cilvesini gördüğünden, bana o hilafet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor.
 
Evvelâ: Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtela şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır
[05.08.2023 18:43] Babam: -i ebediyeye işaret eden bürhanlardan biri de, insandaki gayr-ı mütenahî istidadlardır. Evet Cenab-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidadlar var. Bu istidadların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan neş’et eden hadde gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan husule gelen gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat var. İşte bunların herbirisi haşr-i cismanînin arkasındaki saadet-i ebediyeye, şehadet parmaklarını uzatarak gösteriyorlar.
 
Yedinci Bürhan: Evet Rahman ve Rahîm olan Sâni’-i Hakîm’in rahmeti, rahmetlerin en büyüğü olan saadet-i ebediyenin geleceğini tebşir ediyor. Zira rahmet, ancak saadet-i ebediye ile rahmet olur. Ve nimet, ancak o saadet ile nimet olur. Evet bütün nimetleri nıkmetlere çeviren ebedî ayrılmaktan doğan ve umumî matemlerden yükselen o belalardan, kâinatı bilhâssa şuurlu olan mahlukatı kurtaran şey, saadet-i ebediyenin gelmesidir. Çünki bütün nimetlerin, rahatların, lezzetlerin ruhu olan saadet-i ebediye gelmezse, umum kâinatın şehadetiyle sabit olan ve güneş gibi parlayan rahmet ve şefkat-i İlahiyenin bedahetine karşı mükâbere ile inkâr lâzım gelir.
 
Ey Habib-i Şefik ve ey Şefik-i Habib! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said! Rahmet-i İlahiyenin en latifi, en zarifi, en lezizi olan muhabbet ve şefkate bakınız. O muhabbet ve şefkati, firak-ı ebedî ve hicran-ı lâyezalî ile karşıladığınız takdirde; vicdan, hayal ve ruh ne hale gireceklerdir. O muhabbet ve o şefkat en büyük, en tatlı bir nimet iken, en azîm bir musibete, bir belaya inkılab eder. Acaba göz önünde bilbedahe görünen rahmet-i İlahiye, firak-ı ebedînin muhabbet ve şefkat aleyhine hücum etmesine müsaade eder mi? (Vallahi hâyır!..) لاَ وَاللّهِ Ancak o rahmetin şe’nindendir ki, firak-ı ebedîyi hicran-ı lâyezalîye, hicran-ı lâyezalîyi firak-ı ebedîye ve adem-i mutlakı da her ikisine musallat eder ki, o firakların, o hicranların kökleri ortadan kalksın.
 
Sekizinci Bürhan: Bütün âlemce her hususta sıdkı ve doğruluğu malûm ve müsellem olan Hazret-i Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, parmağıyla kameri şakkettiği gibi, lisanıyla de saadet-i ebediyenin kapılarını açmıştır. Ve bütün enbiya-yı izamın bu hakikat üzerine icma’ları, bir hüccet-i katıadır.
 
Dokuzuncu Bürhan: Onüç asırdan beri yedi vecihle i’cazı tasdik edilen Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın haşir hakkındaki beyanatı, saadet-i ebediyenin geleceğine kâfi bir delil değil midir? Başka bir delile ihtiyaç var mıdır?
 
Onuncu Bürhan: Bu bürhan, binlerce bürhanları müctemi’dir. Bu bürhanları, çok âyetler tazammun etmişlerdir. Evet Kur’an-ı Kerim, çok âyetlerinden haşre nâzır pencereler açmıştır. Ezcümle: وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا âyetiyle, saadet-i ebediyeye yol açan bir kıyas-ı temsilîye işaret etmiştir. Kezalik وَ مَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ âyet-i kerimesiyle, o saadeti gösteren bir kıyas-ı adlîye işaret etmiştir.
 
Birinci âyetle işaret edilen kıyas-ı temsilî: Evvelâ insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıbdan kalıba girip çıktığını gör. Sonra insanın bekasına dikkat et. İnsan, bu vücud libasını her sene değiştirir. Bu vücud değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da, bütün a’zânın erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ı Hakk’ın bir kanun-u mahsusla ihzar ettiği o madde-i latifeden alınan ecza ile yapılır. Sonra o madde-i latifenin ahvaline bak. Nasıl a’zânın ihtiyaçlarına göre muayyen bir kanun ile taksim edilir ve bedenin her tarafına mahsus bir nizam ile muntazaman dağıtılır. Yine şâyan-ı dikk
[05.08.2023 18:44] Babam: -ı müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadakatı uzatacağız, biat edeceğiz. Onun habl-ül metinine sarılacağız.
 
Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevk-ül ceyş ile kuvvet bulan hayalât ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki: Hak neşv ü nema bulacaktır, eğer çendan toprakta gizlense… Ve tarafdar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır, eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar…
 
Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir. Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar... Zira mazi kıt’asında, vahşetâbâd sahralarında hayme-nişin taassub ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nişin müzahrefat ve istibdad olanlara, Şeriat-ı Garra’nın galebe-i mutlak ve istila-i tâmmına sed ve mani olan sekiz emir, üç hakikat ile zîr ü zeber olmuşlardır ve oluyorlar. O maniler ise: Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye’stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebeb olmuşlardır.
 
Sekizinci ve en birinci mani ve bela budur: Biz ile ecnebiler; bazı zevahir-i İslâmiyet ve bazı mesail-i fünun ortasında hayal-i bâtıl (!) ile tevehhüm eylediğimiz müsademet ve münakazattır. Âferin maarifin himmet-i feyyazanesine ve fünunun himmet-i merdanesine ki; meyl-i taharri-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki techiz ederek o manilere gönderip zîr ü zeber etmiş ve ediyor.
 
Evet en büyük sebeb ki: Bizi dünya rahatından ve ecnebileri âhiret saadetinden mahrum eden, şems-i İslâmiyet’i münkesif ettiren, sû’-i tefehhüm ile tevehhüm-ü müsademet ve muhalefettir. Feya lil’aceb!... Köle efendisine ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir? Halbuki İslâmiyet, fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir. Fakat vâ-esefâ bu sû’-i tefehhüm ve şu tevehhüm-ü bâtıl, şimdiye kadar hükmünü icra ederek vesvesesiyle ye’si ilka edip bâb-ı medeniyet ve maarifi Ekrad ve emsallerine kapattırdı. Zira bazı zevahir-i diniyeyi, fünunun bazı mesailine muarız tahayyül ederek ürktüler. Ezcümle: Küreviyet-i arz ki, fünunun en birinci derecesi olan coğrafyanın en birinci basamağıdır. İleride gelecek altı mes’eleye münafî zannettiklerinden, bu bedihî mes’elede mükâbere etmekten çekinmediler.
 
Ey benim şu kitabıma im’an-ı nazar ile nazar eden zât, malûmun olsun! Bu kitabla istediğim hizmet budur: İslâmiyette olan tarîk-ı müstakimi göstermekle ehl-i tefrit olan a’da-yı dinin teşkikatını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarîk-ı müstakimin öteki canibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sırat-ı
[05.08.2023 18:45] Babam: ve ya Rabbî! Ben imanın gözüyle ve Kur’anın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve İsm-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle intizamıyla senin mevcudiyetine işaret ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki; sükûtuyla gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın. Ve hiçbir yıldız yoktur ki; mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle senin haşmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine işaret ve şehadette bulunmasın. Ve oniki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli müsahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı uluhiyetine işaret etmesin!..
 
Evet gökler; sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yaratıcı!- senin vücub-u vücuduna öyle zahir şehadet.. -ve ey zerratı, muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!- senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zahir delalet.. ve hadsiz semavatı ihata eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bütün mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümulüne şübhesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delalet o kadar zahirdir ki; güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nurani delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise; muti’ neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acaib lâmbalar gibi vaziyetiyle, senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delalet ve ihtarıyla, güneşin sair arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.
 
Ey Vâcib-ül Vücud! Ey Vâhid-i Ehad! Bu hârika yıldızlar, bu acib güneşler, aylar; senin mülkünde, senin semavatında, senin emrin ile ve kuvvetin ve kudretin ile ve senin idare ve tedbirin ile teshir ve tanzim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir tek Hâlık’a tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile “Sübhanallah, Allahü Ekber” derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla seni takdis ederim.
 
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelal! Ey Kādir-i Mutlak! Kur’an-ı Hakîminin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın talimiyle anladım: Nasılki gökler, yıldızlar, senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler.. öyle de; cevv-i sema bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârları ve yağmurlarıyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler.
 
Evet camid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Hem elektriğin en büyüğü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine işaret ederek ondan istifadeye teşvik eden şimşek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir
[05.08.2023 18:46] Babam: ihvan-ı vatan! Gidelim dâhil olalım! Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum.
 
………
 
Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fasideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; şeriat-ı garra üzerine müesses olan kanun-u esasî Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü.
 
Sakın ey ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî ile, şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.
 
Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki
[05.08.2023 18:47] Babam: Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû’-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın. 13(Haşiye) Zira hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk eder ve neşvünema bulur.
 
………
 
Bedîüzzaman
 
* * *
 
Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (A.S.M.)
Dinî Ceride: 77
 
5 Mart 1325 (18 Mart 1909)
 
Şeriat-ı garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nefs-i emmarenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinad iledir. O hablülmetine temessük iledir. Ve
[05.08.2023 18:48] Babam: Hüsrev’in mektubundan bir fıkradır
Evet Üstadım, gözümüzle görüyoruz ki: Ehl-i tarîkat, bid’alara dayanamamışlar; hem girmişler, içinden çıkamıyorlar, hem salikleri ondan bir-ikiye inmiş. Hem onlar da itiraf ediyorlar ki: Zevklerinden, cezbedici güzelliklerinden ellerinde çok şeyleri kalmamış. Cenab-ı Hakk’ın sırf bir ihsanı olarak Risalet-ün Nur’un parlak, nuranî nâsiyesini müşahede ediyoruz ki, in’ikas eden lemaat-ı nuriyesi, bütün ihtiyacımıza kâfi ve vâfi geliyor, herkesi hayrette bırakıyor. Hem ehl-i bid’ayı serfüru’ ettiriyor. Öylelerin lisanlarından, nedamet ve teessüfü ifade eden “Bilmemişiz!” kelimeleri dökülüyor.
 
Muhitimizde, Risalet-ün Nur’a karşı cazibedar ve çok âlî hakikatlarından başka ehl-i bid’a lisanları susmuş; güya
[05.08.2023 18:49] Babam: Ve bu beş paralık cüz’-i ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.
 
پَسْ دَرْ رَاهِ تُو َازْ اِينْ جُزْءْ نِيزْ بَازْ مِى گُذَشْتَنْ چَارَهءِ مَنْ اَسْتْ
 
O çare ise şudur ki: O cüz’-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz’-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
 
تَا عِنَايَتِ تُو دَسْتْگِيرِ مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُو پَنَاهِ مَنْ اَسْتْ
 
Tâ senin inayetin, acz u za’fıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ
[05.08.2023 18:51] Babam: 2- ' Kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'ân'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.' (Kastamonu Lâhikası sh: 75) 
 
   2.1- 'Mûsâ Bekûf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümâşâtkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış tevillerle tahrif ediyor. ' (Lemalar sh: 274) 
 
   2.2- 'Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, o derece cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka tevillerle mânâ-yı zâhirîyi kabul etmemek imkân haricindedir. ' (Şualar sh: 229) 
 
   3- 'Ey insafsız hey'et! Eğer her asırda üç yüz elli milyonun kudsî ve semâvî rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeâiri diniyenin muhafazası haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'âniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak..'tır. (Şualar sh: 432) 
 
   4- ' Sarahat-ı Kur'aniye te'vil kaldırmaz. ' (Osmanlıca Lemalar sh: 125) 
 
   4.1- 'Ey aklı nakl üzerine tercih eden mütefelsif,  bil ki! Sen kendi felsefî aklınla nakli tevil ediyor, belki de tahrif ediyorsun. Öyledir, zira gururdan ve felsefiyatta tegalguldan tefessüh etmiş olan aklın ona dar gelir.' (Mesnevî-i Nuriye sh: 208, Tercüme: A. Badıllı) 
 
   4.2- 'Risale-i Nur'un mesleği, sair tarikatlar, meslekler gibi mağlûp olmayarak, belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi, pek çok hâdisâtın şehadetiyle, bu asırda bir mucize-i mâneviye-i Kur'âniye olduğunu isbat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle, bu memlekette, bu hususî ve cüz'î ve yalnız şahsî hizmet veya mağlûbane perde altında veya bid'alara müsamaha suretinde ve te'vilât ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hâdisat bize kanaat vermiş. ' (Emirdağ Lâhikası-I sh: 63)
 
(Esasat-ı Nuriye 17.sh)
[05.08.2023 19:03] Babam: 'Şayet biriniz kendisini ilâhî huzurla hissederse yalnız kendi nefsi için dua etmemeli, başkası için de himmet ve gayretini esirgememelidir. Yapacağı duaların çoğu mümin kardeşleri için de olmalıdır.' Ali Havvâs Berlisî [rahmetullahi aleyh]
 
Semerkand Takvimi
[05.08.2023 19:04] Babam: Önce Düşün Sonra Yap
 
Resûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor:
 
 Bir iş yapmak istediğinde teennî ile hareket et. Tâ ki Allah Teâlâ sana ondan bir çıkış yolu göstersin  (Buhârî).
 
Açıklama: İnsan, sonunu güzelce göremediği bir işe başlayacağı zaman acele etmemeli, güzelce düşünmelidir. Tâ ki Allah Teâlâ ona hayırlısını nasip etsin. Hele insan, maddi ve manevi sorumluluğu sabit olan bir şeyi istememelidir. Kendisini böyle tehlikeli bir durumdan kurtarmaya çalışmalıdır. Sonra pişmanlık fayda vermez.
 
Nasıl Dua Ederim?
 
Bilindiği gibi Hz. Eyyûb [aleyhisselâm], sabır ve metaneti ile dillere destan olmuştu. Bir rivayete göre, o meşhur hastalığını on sekiz sene çekmişti. Hiçbir zaman isyan etmeyen Hz. Eyyûb’a [aleyhisselâm], hanımı bir gün sordu:
 
 Bu hastalığın bitmesi, çektiğin dertlerin gitmesi için Cenâb-ı Hakk’a dua etsen olmaz mı? 
 
Hz. Eyyûb [aleyhisselâm], hanımına şu cevabı verdi:
 
 Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet seksen yıldır. Çekmiş olduğum darlık ve sıkıntılı zaman ise daha bu süreye ulaşmamıştır. Bu durumda ben Allah’tan utanırım! O’na, bu halin üzerimden gitmesi için nasıl dua ederim ki? 
 
Semerkand Takvimi
[05.08.2023 19:04] Babam: Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır. ﴾26﴿ Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.
Rahmân Sûresi 26,27.Ayet
[05.08.2023 19:04] Babam: “İki müslüman birbirine kılıç çektiğinde öldüren de ölen de cehennemdedir.” Bunun üzerine ben: Ey Allah’ın Rasûl’ü öldürenin durumu belli ama ölen niçin cehennemdedir? diye sordum. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimiz buyurdular ki: “Çünkü o da arkadaşını öldürmek istiyordu.”
(Buhârî, İman 22; Müslim, Kasâme 33.)
[05.08.2023 19:04] Babam: CİHÂD
Cihâd, sırf Allâhü Teâlâ’nın dinini yaymak için yapılan
gayretlerdir. Müslümanlar her gün yerine getirmekle
mükellef bulundukları ibadet vazifelerinin yanında
ayrıca cihâdla da memurdurlar.
Bid’at ve bâtıllarla mücadele etmek, imanı ve ahlâkı
kemiren şer cereyanların ortadan kaldırılması için malı,
canı ve bütün varlığı ile çalışmak her Müslüman için
başlıca vazifedir.
Cihâd, îlâ-yı kelimetullâh için yapılır. Yani kelime-i
tevhidin nûrunu yaymak, bu nurla müşerref olanların
imanını küfürden korumak, bu nurla müşerref olmayanlara
da bu nûru aşılamak için yapılır. Hak ile bâtıl
çeşitli şekil ve surette daima mücadele halinde olduklarından
cihâd da her yerde, her zaman kıyamete kadar
vardır.
Cihâdın bu şekli zâhirî olanıdır. Bir de bâtınî cihâd
vardır ki, bu da insanın kendi vücudundaki nefse karşı
yaptığı cihâddır. Bu ise cihâdların en büyüğüdür.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) cihâdın ehemmiyetini
bildiren mübarek hadislerinden:
* “Bir kimse Allâh yolunda cihâd etmeyerek ve
gönlünden cihâd etmeyi geçirmeyerek ölürse bir nevi
nifak üzere ölür.” Bundan Allaha sığınırız.
* “Cihâd, kadın ve erkek her Müslümana farzdır.”...Daha az
[05.08.2023 19:04] Babam: Bir Ayet:
Ey iman edenler! Allah'ı çok çok anın. Sabah akşam O'nun yücelik ve eşsizliğini dile getirin.
(Ahzâb, 33/41-42)
 
Bir Hadis:
İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup ameli güzel olandır.
(Tirmizî, 'Zühd', 21)
 
Bir Dua:
Allah'ım! Senden, vereceğin esenlik halini bir an önce vermeni, imtihanına karşı bana sabır vermeni ya da dünyadan çıkıp rahmetine kavuşmayı istiyorum.
(Hâkim, Müstedrek, 1, 703)
 
T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[05.08.2023 19:05] Babam: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Yaz Doksanı-En Sıcak Günler.
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığında kalpleri titrer, başlarına gelen musibetlere sabrederler, namazlarını özenle kılarlar ve kendi- lerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. (Hac, 22/35) 
 
 
Diyanet Takvimi Arka Yüz:
SÜNNETE HİZMETİN ÖNCÜLERİNDEN: ÜMMÜ ATIYYE EL-ENSÂRİYYE (RA)
Ümmü Atıyye künyesiyle meşhur olan Nüseybe bint Hâris; hicretten sonra Resûlullah’a biat eden Medineli hanımlardandı. Ümmü Atıyye, Resûlullah (sas) ile birlikte yedi gazveye katıldı. O, hanımların cenaze hizmetlerinde ilk akla gelen isimlerden biriydi. Allah Resûlü’nün kızları Zeyneb ve Ümmü Gülsüm’ün teçhiz ve tekfin işlemlerinde görev almış ve bu konudaki uygulamaları bizzat Resûlullah’tan öğrenmişti. Basra’da hastalanan ve vefat eden oğlunun cenazesine yetişemeyen Ümmü Atıyye, Allah Resûlü’ne verdiği sözü tuttu ve bu acı karşısında asla isyan etmedi. Sonrasında Basra’da kalan Ümmü Atıyye ilim önderlerinin yetişmesine katkıda bulundu. Onun naklettiği rivayetler hanımlarla ilgili meselelere ve cenazeyle ilgili pek çok hususa ışık tuttu. Zekât malına dair naklettiği bir hadis de fıkıh kaidelerine kayn

FATF Başkanı Kumar: "Türkiye, kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadelede önemli adımlar attı"

Türkiye'nin Almanya'ya kiraz ihracatı "EURO 2024" ile 5'e katlandı

EPDK, elektrik tarifelerinde fiyat artışına gidildiğini duyurdu

TCMB’den TL ticari kredilerde sağlıklı fiyat oluşumunu destekleyecek adım

Ticaret Bakanı Bolat: Gri listeden çıkarılmış olmak uyguladığımız politikaların başarılı olduğunun göstergelerinden biri

Trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 5,5 milyonu geçti

Türkiye gri listeden çıkarıldı

Dünya Bankası enerji verimliliğini hızlandırmaya yönelik bölgesel girişim başlattı

TCMB ekonomistlerinin sektörel enflasyon beklentilerini değerlendirdiği blog yazısı yayınlandı

Yetki belgesiz emlak işletmelerine 29,2 milyon lira ceza uygulandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 38 33 2 3 66 102
2.Fenerbahçe 38 31 1 6 68 99
3.Trabzonspor 38 21 13 4 19 67
4.İstanbul Başakşehir 38 18 13 7 14 61
5.Kasımpaşa 38 16 14 8 -3 56
6.Beşiktaş 38 16 14 8 5 56
7.Sivasspor 38 14 12 12 -7 54
8.Alanyaspor 38 12 10 16 3 52
9.Rizespor 38 14 16 8 -10 50
10.Antalyaspor 38 12 13 13 -5 49
11.Gazişehir Gaziantep 38 12 18 8 -7 44
12.Adana Demirspor 38 10 14 14 -7 44
13.Samsunspor 38 11 17 10 -10 43
14.Kayserispor 38 11 15 12 -13 42
15.Hatayspor 38 9 15 14 -7 41
16.Konyaspor 38 9 15 14 -13 41
17.Ankaragücü 38 8 14 16 -6 40
18.Fatih Karagümrük 38 10 18 10 -3 40
19.Pendikspor 38 9 19 10 -31 37
20.İstanbulspor 38 4 27 7 -53 16