AHMET YILMAZ


Günün yazısı


[06.08.2023 14:57] Babam: Dediler ki: 'Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça, yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça, yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, yahut altından bir evin olmadıkça, ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.' De ki: 'Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.' (90-93) - İsra - 93. Ayet
[06.08.2023 14:57] Babam: Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır. - Müslim, Zikir, 13
[06.08.2023 14:58] Babam: “Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın sefahate dalmış olanları mutlaka şöyle demişlerdir: ‘Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz.’” - Sebe’, 34/34
[06.08.2023 14:58] Babam: Hz. Salih’in kavmi Semûd, Allah’a inanmıyor, büyüklük taslıyor, Salih (a.s.)’a inananları küçük görüyordu. Her peygamberin bir mucizesi vardır. Hz. Salih’in mucizesi de bir deve idi. Bu mucize ile Semûd kavminin bu hayvana nasıl davranacağı Allah tarafından sınanıyordu. Salih (a.s.) kavmine devenin Allah’tan onlara bir işaret olduğunu, ona dokunmamalarını, serbest bir şekilde dolaşmasına karışmamalarını söylemiş, onlardan bir gün devenin bir gün ise kendilerinin olan su hakkına riayet etmelerini istemişti (Şu’arâ, 26/141-159). Deveye dokunmamaları uyarılarına rağmen inanmayanlar deveyi hunharca öldürdüler. Aslında deve bir imtihan aracı idi, maksat onların ilahî buyruklara itaat hususundaki niyet ve kararlılıklarını denemekti. Kur’an’da eski toplumların hak dini kabul etmemekte direnip büyüklük taslayan zorbaları hakkında kullanılan müstekbir tabiri, Semûd kavmi için de kullanılmıştır. Zorbalıkları Hz. Salih’e inananları küçük görmeleri, Salih (a.s.) ile beraberindekilere tuzak kurma planları, savunmasız bir devenin bile hakkını gasp edip onu öldürmeleri ile aşikâr olmuştur. Semûd kavmi bir çığlık ile helak olmuştur. - HZ. SALİH (a.s)’İN DEVESİ
[06.08.2023 14:58] Babam: Haccın Farziyetindeki Şer'î Hikmetler
34- Bilindiği üzere hac, İslâmın beş önemli esasından biridir. 'İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur,' hadis-i şerifi bunu bildirmektedir.
Hac, şartlarını kendinde toplayan her müslüman için çok kutsal bir farzdır. Namaz ile oruç birer bedenî ibadettir. Zekât malî bir ibadettir. Hac ise hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Bu farz, hem bedende olan sıhhat ve selâmetin, hem de mal varlığının bir şükür görevi demektir.
Haccın yapılmasındaki değişik usul ve adap, insanın ezelî ve ebedî olan mabuduna yapacağı tazimatın, göstereceği kulluk tarzının, arzedeceği ihtiyacın en mükemmel şeklini kapsar.
35- İlim ve hikmet sahibi olan yaratıcımızın kutsal bir mabedini ziyaret ederek Yüce varlığına temiz kalble ve samimî duygularla yalvarıp yakarmak ve hürmette bulunmak, bir kul için ruha ferahlık veren yüksek bir mana taşır.
Bundan başka bütün müslümanların kıblesi olan ve İbrahim aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin makamını içinde bulunduran yüce bir mabedde yapılacak ibadet ve duaların sevap ve mükâfatına nihayet yoktur.
Resûlüllah Efendimizin içinde doğup
[06.08.2023 15:00] Babam: önemli ve İslâm'a uygun işlerde veya ile başlamak işin önem derecesine göre ya mendub veya sünnet veya vacibdir. Bu konuyla ilgili uzun uzadıya açıklama kırâet ve fıkıh kitaplarına aittir. İleride konuyla ilgili âyetlerin tefsirlerinde de gerekli açıklamalar yapılacaktır. İstiâze (Eûzü billahi mine'ş-şeytânirracîm demek) konusu, 'Kur'ân okumak istediğin zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.' (Nahl, 16/98) âyetinde; besmeleden daha genel olan tesmiye konusu 'Yaratan Rabbinin adıyla oku.' (Alâk, 96/1) âyetinde; hayvan keserken besmele okuma konusu da En'âm sûresinde (6/121) inşaallah açıklanacaktır. Neml sûresinde de (27/30) yine besmele ile ilgili açıklama yapılacaktır.
 
ÖZETLE: Lütuf ve ihsanı herkesi ve herşeyi kuşatan Allah (c.c.), büyük dostu şanlı peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz'i 'Ve Sen büyük bir ahlâk üzerindesin.' (Kalem, 68/4) ve '(Ey Muhammed), Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.' (Enbiya, 21/107) şereflendirmesiyle bahtiyar kılmak için 'Ruh-i emini = Hz. Cebrail'i' ile 'hakk-ı mübinini = her şeyi apaçık açıklayan Kur'ân-ı Kerim'i' indirirken herşeyden önce onun seçimine, ıslahına ve terbiyesine önem vermiş. İlâhî yardıma mazhar kılmış ayrıca kendisine bağlılığını göstermek ve ilâhî ismini öne almak sureti ile başlamanın kutsal edebini öğrettiği gibi bunu tatbik etmek için de bütün gönülleri ümidin başlangıcı ve emellerin en son noktası Rahmân olan Allah'ın yardımı ve Rahim olan Allah'ın rahmetini varlık âleminin bütün görüntülerinin en büyük kanunu bulunan ilâhlık ve kulluk ilişkileri altında, apaçık bir dil ile Allah'ın birliğini ifade etme, gayet kısa ve kısa olması ile birlikte son derece derli toplu ve olağanüstü akıcı ve açık bir beyan üslubu içinde özetleyen düsturunu, her şeyin bir anahtarı gibi ihsan etmiş ve sonra bu kanunu ve bu edeb ve terbiyeyi bütün İslâm ümmetinin kitapları, yazıtları, Kur'ân okumaları, nutukları ve diğer önemli işleri ve ihtiyaçlarının başında iktibas edecekleri ve uyacakları kıymetli bir gelenek kılmıştır. Gerçekten Resûl-i Ekrem Efendimiz'in hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurulmuştur: 'Besmele her kitabın anahtarıdır'. Bundan başka 'Besmele ile başlanmayan her mühim iş sonuçsuz kalır.' Mutlaka Allah Teâlâ'nın ismi ile başlanmayan herhangi bir iş, onun yüce huzuruna sunulamaz, sunulamayınca da sonuçsuz, tamamlanmamış kalır.
 
Demek ki, bize ile Allah kitabının öyle bir anahtarı verilmiştir ki, biz bunda Kur'ân ilminin kısaca konusunu, gayesini bulacağız ve önce
 
Fâtiha'da, ikinci olarak birbirinin ardı sıra Kur'ân'ın bütün sûrelerinde bunun Sidre-i müntehâ'yı geçen manevî sırlarının ortaya çıkmasını etraflıca göreceğiz. Bu manevi sırların görünmesinde Kur'ân'ın sûreleri ve âyetleri arasındaki tertip ve ilişkiler, sade ince ve nazik edebiyatla ilgili bir zevki değil, derin ve geniş bir hikmet ilminin bile hesaba sığmaz tertip ve düzen şekillerini içine almaktadır. O bazı yabancıların zannettikleri gibi, yalnızca gözle görüldüğü şekilde uzun, orta ve kısa yazılma gibi maddi anlamda ve matematiksel niceliklerin ifadesi değildir. Onun içinde sonsuz boyutlarıyla gelişen bir hayatın parçaları ve unsurları arasındaki tabii ve güzel nicelik ve nitelik ilişkilerinden başka, duyarlı bir kulağın güzel ahenklerine, kalblerde uyanan duyguların, sezişlerin çeşitli niceliklerine, akıl ve mantıkla ilgili anlayışların sağlam hikmetlerine uygun düşen, sayılamayacak kadar manevi ilişkiler parlıyor ki, gökteki Ülker yıldızı ile dünyamız arasında genel çekim kanununun özel ilişkisi tamamen ölçülüp ilmî olarak hesaplandığı zaman bile Kur'ân âyetleri arasındaki ilgi ve uyum yine sonsuzluğunu koruyacaktır. 'De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir. Yardım için bir o kadarını dah
[06.08.2023 15:00] Babam: - es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bir sâ', bugün sizlerin kullanmakta olduğunuz müdd'le, bir müdden üçte bir müdd miktarında fazla idi. Ancak bu miktara Ömer İbnu Abdilaziz merhum zamanında ilâve bulunuldu.
 
Buhârî,, İ'tisam 16, Kefârât 5; Nesâî, Zekât 44, (5, 54).
 
209 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: 'Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: 'Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır.'
 
Buhârî, Büyû' 51.
 
ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADİSLER
 
210 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: 'Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.'
 
Müslim, Mesâcid 288, (671).
 
211 - Selman (radıyallahu anh) diyor ki: 'Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.'
 
Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100,(2451).
 
212 - Hz. Ömer (radıyallahu anh): 'Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın' buyurmuştur.
 
Tirmizî, Vitr 21, (487).
 
213 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: 'Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah'ın helal kıldıklarını da haram etmemek şartlarını arzulamaktan ziyade, Allahu Teâla'nın, haklarında: '...o kimseler ki ne bir ticaret ne de bir alış veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz' (Nur, 36) övgüsünü kullandığı kimselerden olmamaktan korkarım.'
 
Bu rivayet Rezîn'in ilâvesidir.
 
NECASETLER
 
214 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'i Mekke'de işittim, şöyle buyuruyordu: 'Cenab-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı.' Bunun üzerine: 'Ey Allah'ın Resûlü 'ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağların, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır' dendi. Cevâben: 'O (nun satışı) haramdır' buyurdu ve ilâve etti: 'Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler.'
 
Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167).
 
215 - Abdurrahman İbnu Va'le'nin anlattığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan üzüm şırası hakkında sorunca ondan şu cevabı almıştır: 'Adamın biri Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm)'a bir şarap dağarcığı hediye etmişti, kendisine 'Allah'ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?' dedi. Adam: 'Hayır bilmiyorum' cevabını verdi ve yanında bulunan birisine birşeyler fısıldadı. Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) adama 'Ona ne fısıldadın?' diye sorunca adam: 'Onu satmasını emrettim' dedi. Resûlullah (aleyhissâlatu
[06.08.2023 15:03] Babam: de açıkladılar. Öyle bildirdiler ki, islâmiyyetin bildirdiğinden hiç ayrılığı yokdur. Bu bilgiye, îcâb noksanlığı ve cebr lekesi hiç bulaşmamakdadır. Bu bilgi, ayın ondördündeki ay gibi açık anlaşılmakdadır. İslâmiyyetin bildirdiğine hiç uygunsuz olmadığı hâlde bu bilgiyi niçin herkesden gizlediklerine şaşıyorum. Eğer dîn-i islâma uygun olmasa idi, o zemân örtmeleri, saklamaları uygun olurdu. Ne yapdığından süâl olunmaz. Fârisî beyt tercemesi:
 
Onun korkusundan, kim ne yapabilir?
Teslîm olmakdan başka ne diyebilir.
 
İlmler ve ma’rifetler, nisan yağmuru gibi akıyorlar. İnsanın idrâki bunları kavrıyamıyor. Lâf olsun diye insanın idrâki diyoruz. Yoksa, sultânın hediyyelerini ancak onun hayvanları taşıyabilir. Önceleri, bu şaşılacak bilgileri yazmak istiyordum. Fekat başaramadım. Bunun için üzülüyordum. Sonra, (bu bilgileri göndermek, alışdırmak içindir; bunları ezberlemek için değildir) diyerek üzüntümü giderdiler. Nitekim mekteblerde talebe diploma almak için çeşidli şeyler öğrenirler. Bunları ezberlemek için öğretmezler.
 
Bu bilgilerden birkaçını yüksek huzûrunuza sunuyorum. Şûrâ sûresi onbirinci âyetinde (Onun benzeri gibi hiç birşey yokdur. Ancak O işitici ve görücüdür) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmenin baş tarafı, Allahü teâlâyı tenzîh ediyor. Bu, açıkça anlaşılmakdadır. O işiticidir, görücüdür buyurması da, bu tenzîhi temâmlamakda ve kuvvetlendirmekdedir. Şöyle ki, mahlûklarda da görmek ve işitmek vardır. Mahlûkların bu iki duygusu Allahü teâlânın işitmesi ve görmesi gibi sanılabilir. Allahü teâlâ, mahlûkların işitmediğini, görmediğini bildirerek, böyle sanmak yolunu kapamakdadır. Bu âyet-i kerîmede, işitici ve görücü yalnız Odur, mahlûklarda yaratılmış olan kulak ve göz, işitmekde ve görmekde hiç rol oynamaz. Allahü teâlâ, kulağı ve gözü yaratdığı gibi, işitmeyi ve görmeyi de yaratmakdadır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kulakdan ve gözden beyne te’sîrler gelince işitmeyi ve görmeyi yaratmakdadır. İnsanların sıfatları, görmelerine ve işitmelerine hiç te’sîr etmez. Te’sîr eder denilirse, te’sîri de O yaratmakdadır. Mahlûkların kendileri te’sîrsiz oldukları gibi, sıfatları da te’sîrsizdir. Herhangi bir kuvvetle taşdan ses çıkarılırsa, taş konuşuyor, o konuşucudur denilemez.Taş, cimâd, te’sîrsiz, cansız olduğu gibi, onda konuşmak sıfatı vardır denirse, bu sıfat da cimâddır, te’sîrsizdir. Harflerin ve sesin çıkmasında hiç te’sîri yokdur. Başka sıfatlar da bunun gibidir. Bu iki sıfat, dahâ meydânda olduğu için, Allahü teâlâ, mahlûklarda bu iki sıfatın bulunmadığını bildirdi. Mahlûklarda başka sıfatların da bulunmadığı bundan anlaşılmakdadır. Allahü teâlâ insanlarda önce ilm sıfatını yaratdı. Bir şeyi bilmek için, bu sıfatın o şeye teveccühünü ya’nî ilgisini yaratdı. Bundan sonra, bu sıfatın o şeye bağlanmasını yaratdı. Bundan sonra o şeyin bu sıfat üzerinde görüntüsünü yaratdı. Âdeti böyle oldu. O şeyin görüntüsünün ilm sıfatında yaratılmasında, bu sıfatın ne te’sîri olabilir? Bunun gibi, önce işitmek sıfatını yaratdı. Bundan sonra sesleri bu sıfata getirecek kulak ve başka sebebleri yaratdı. Sonra ses dalgalarını yaratdı. Sonra kulağın bu sesi almasını, bundan sonra da sesi duymağı yaratdı. Yine bunun gibi önce gözü yaratdı. Sonra gözde görüntüyü yaratdı. Sonra görüntüyü beyinde yaratdı. Dahâ sonra görmeyi yaratdı. İşitici ve görücü o kimseye denir ki, işitmesi ve görmesi, kendisinin bu sıfatları ile olsun. Böyle olmayınca, buna işitici ve görücü denmez. Bundan anlaşılıyor ki, mahlûkların sıfatları da, kendileri gibi cimâddır, te’sîrsizdir. Sözün kısası, mahlûklarda sıfatlar yokdur. Bu sıfatlar ancak Allahü teâlâda vardır. Bu âyet-i kerîmede, tenzîh ile teşbîh bir araya getirilmişdir. Hattâ �
[06.08.2023 15:04] Babam: Karz
 
Ana Sayfa
Hukuki ve Ticari Hayat
Karz
İlgili
  
 
  Hukuki ve Ticari Hayat
 
 
 
 
H) Karz
 
Sözlükte “bir şeyi kesmek, makaslamak” demek olan karz, günlük kullanımda kısaca, “geri ödenmek üzere birine verilen mal” anlamına gelir.
 
Kur’an’da karz kelimesi daha ziyade, Allah’ın rızasını gözeterek ihtiyaç sahiplerine ödünç verme anlamında ve bunun yanında sırf Allah rızasını gözeterek yoksullara karşılıksız yapılan yardım anlamında kullanılmıştır (elMaide 5/12; el-Hadid 57/11, 18; el-Müzzemmil 73/20).
 
Karşılıksız yardım gibi ihtiyacı olanlara borç ve ödünç vermek de faziletli bir davranış kabul edilmiştir. Peygamberimiz, yapılan bir sadakanın on kat, buna karşılık iyi niyetle verilen borcun ise on sekiz kat sevap kazandıracağını söylemiştir (İbn Mace, “Sadakat”. 19). Yine zor durumda bulunan birine borç veren müslümana, geri kendisine ödeninceye kadar her gün sevap yazılacağı, vade dolduğu halde borçluyu sıkışırmadığı takdirde alacaklı olduğu para kadar veya iki katı kadar sevap yazılacağı yönünde hadisler de bulunmaktadır (İbn Mace, “Sadakat”, 14).
 
Fıkıhta teknik olarak, “Birinin diğer bir kimseye intifa ile tüketilen belli bir misli malın, misli kendine iade edilmek üzere vermesidir” şeklinde tanımlanan karz, kısaca birine, bedeli iade edilmek şartıyla verilen şey demektir. Karz, altın ve gümüşün, nakit paranın veya bir malın ödünç olarak verilmesi anlamına gelir.
 
Esasen bir teberrudan, maddi karşılığın gözetilmediği bir iyilikten ibaret olan karz akdinde, karz olarak verilen şeyin para (nakit) veya misli mal olması gerekir. Herhangi bir menfaat getiren karz işleminin faiz olacağı yönündeki rivayetler, karzın teberru kabilinden ve hasbeten-lillah yapılan bir işlem oluşuyla da yakından ilgilidir. Bu rivayetler sebebiyle karz işlemi yapılırken, karz verene menfaat sağlayacak bir şartın koşulmaması gerektiği özenle belirtilmektedir.
 
Özellikle enflasyonun yüksek olduğu yerlerde, verilen paranın değer kaybının telafi edilmesinin faiz sayılıp sayılmayacağı da öteden beri ilgi konusu olmuştur. Mesela Kadri Paşa’nın ifadesine göre, karz olarak verilen fülus (altın veya gümüş karışımlı madeni para) kesada uğrarsa (değer kaybederse veya tedavülden kalkarsa), borç almış olan kişi, bunların ödeme vaktindeki değerini değil, borç aldığı sıradaki değerini vermekle yükümlüdür. Bu yaklaşım, karz akdinin misli mallarda cereyan etmesi ve ödemenin misil üzerinden yapılması esprisine dayandığı gibi, bunda borç veren kimseyi haketmediği bir zararı yüklenmek durumunda bırakmama düşüncesi de etkili olmuştur.
 
Klasik anlayışa göre karz veren kimsenin herhangi bir vadeyle sınırlandırılmaması ve istediği zaman verdiği borcu geri isteme hakkına sahip kılınması da akdin teberrudan ibaret görülmesiyle ilgili olduğu gibi, borç veren kişinin borç vermiş olma sebebiyle benzeri bir sıkıntıya düşmesinin hakkaniyete uymadığı anlayışıyla da bağlantılıdır.
 
Karzın ribanın cereyan ettiği (ribevi) bir şeyi kendi cinsi mukabilinde kabz olmaksızın satmak anlamında olduğunu ileri sürerek karzın kıyasa aykırı olduğunu iddia etmişlerse de çoğunlukla karzın, tıpkı ariyet gibi, “menfaatin teberru edilmesi” kabilinden olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber, onu gönül hoşnutluğu ile yapılan bir bağış ve iyilik anlamında “meniha” olarak isimlendirmiştir. Mislin iadesi aynın iadesi sayıldığı için misil üzerine ziyade şart koşmak yasaklanmıştır (Müslim, “Zekat”, 73; Tirmizi, “Birr”, 37).
 
 
 
İlgili
Hibe
8 Eylül 2021
Benzer yazı
Enflasyonun Borç İlişkilerine Etkisi
8 Eylül 2021
Benzer yazı
Akid
8 Eylül 2021
Benzer yazı
in Hukuki ve Ticari Hayat
Diğer Konular
Kar Haddi
Hava Parası
Borsa ve Hisse Senedi
Sigorta
Helal Kazanç
Faiz Yasağı
[06.08.2023 15:06] Babam: Ata Bindiğini
 
Ana Sayfa
A
Ata Bindiğini
Rüyada At Sürmek
Rüyada Attan İnmek
Rüyada Ata Bindiğini Görmenin Psikolojik Tabiri
Rüyada ata bindiğini görmek, şahıs için çok iyi gelişmelere tabir edilir. Bilhassa henüz evlenmemiş şahıslar için ata bindiğini görmek murat olmak suretiyle yorumlandığı gibi, yapılacak güzel, hayırlı bir evliliğin de işaretçisi olmak suretiyle yorumlanır. Ata bindiğini gören şahsın hem hususi yaşamında, hem de iş yaşamında her şey istediği gibi şekillenir ve çok memnun bir yaşama kavuşur. Sorunların şahısdan hep ırak olacağına, sıhhat problemleri yaşanmadan çok uzun ve güzel bir hayata malik olunacağı manalarına da gelmiş olan rüya, çocuk maliki olmak isteyenler için de bebek habercisidir. İslami değerlendirmeye göre de bu rüya sahibinin bütün dilekleri kabul olur, henüz evlenmemiş ise evlenir, haneli ise çocuğu olur ve yaşlı ise hastalıklarından feraha erip, uzun bir hayata kavuşur.
 
 
 
 
Rüyada At Sürmek
Rüyada at sürmüş olmak, muvaffakiyetden mutlu edici bir sonuca koşulacak bir geleceğe malik olunacağını ve son derece büyük işler başarmış olup tüm insanların imreneceği bir hayata kavuşulacağına yorumlanır. At sürdüğünü gören kimsenin akrabası de varsıl ve huzur dolu bir yaşam sürer. Kuvvetli bir kişiliğin ve önem derecesi yüksek projelerde vazife alan birisi olunacağının da işaretçisidir. At sürmüş olan şahıs henüz evlenmemiş ise, geleceğini istediği gibi şekillendirmiş olma talihi yakalar. Büyük bir fırsatın, önem derecesi yüksek bir kısmetin ele geleceğine, iyi bir evlilik yapılıp daha da memnun bir yaşam sürdürüleceğine de işaret eder.
 
Rüyada Attan İnmek
Rüyayı gören kişi için bir hadisenin sonuna gelinmiştir. Şahıs ele geçirdiği talihi iyi değerlendirememiş ve hayalleri boşamış ol gitmiştir. Umumilikle bir ömür tesiri altında kalınacak bir kusurunun ya da çok kıymet verilen bir vaziyetin, şahsın kaybı manasına gelmiş olan rüya, işlerin yoldan ayrılmasına, işyerinin kapanmasına ya da işten ayrılmış olmaya da delalet eder.
 
Rüyada Ata Bindiğini Görmenin Psikolojik Tabiri
Kendisi geleceği hakkında inisiyatif kullanmış olmak istemiş olmanın ve özgür, bağımsız hareket etme dileğinin alametidir. Psikolojik olmak suretiyle bağımlı olmayan, özgürlüğüne düşkün, kendisi kararlarını alan ve ayakları üzerinde durmuş olan, kuvvetli karaktere malik şahısları işaret eder.
 
in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[06.08.2023 15:07] Babam: Ahlâk İlmi
 
Ana Sayfa
A
Ahlâk İlmi
Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim.
Ahlâk ilmi, çok şerefli, pek kıymetli, en lüzumlu bir ilimdir. Çünkü rûhun kötülükleri bu ilim ile temizlenebilir. Rûhun iyi huyları, sıhhati, kuvveti bununla kolayca elde edilir.
Kuvvetli rûhlar ahlâk ilmi sâyesinde güzel ahlâk sâhibi olur. Kirlenmiş, hasta rûhlar da, bu ilim yardımı ile temizlenir, iyi ahlâka kavuşur. (Ali bin Emrullah)
 
İlgili
Ahlâk-ı Zemîme
9 Eylül 2021
Benzer yazı
TASAVVUF
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İlm-i Ahlâk
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.
Tamam
[06.08.2023 15:08] Babam: Dördüncü İşaret
Nasılki hikâyede oniki suretle gördük ki: Hiçbir cihetle mümkün değil; öyle bir padişahın, öyle muvakkat misafirhane gibi bir memleketi bulunsun da, müstekar ve haşmetine mazhar ve saltanat-ı uzmasına medar diğer daimî bir memleketi bulunmasın… Öyle de hiçbir vecihle mümkün değil ki; bu fâni âlemin bâki Hâlık’ı, bunu icad etsin de, bâki bir âlemi icad etmesin? Hem mümkün değil: Şu bedî’ ve zâil kâinatın sermedî Sâni’i bunu halk etsin de, müstekar ve daimî diğer bir kâinatı icad etmesin? Hem mümkün değil: Bu meşher ve meydan-ı imtihan ve tarla hükmünde olan dünyanın Hakîm ve Kadîr ve Rahîm olan Fâtır’ı onu yaratsın, onun bütün gayelerine mazhar olan dâr-ı âhireti halk etmesin? Bu hakikata oniki kapı ile girilir. Oniki hakikat ile o kapılar açılır. En kısa ve basitten başlarız:
 
Birinci Hakikat:
Bâb-ı rububiyet ve saltanattır ki, ism-i Rabb’in cilvesidir.
 
Hiç mümkün müdür ki: Şe’n-i rububiyet ve saltanat-ı uluhiyet, bâhusus böyle bir kâinatı, kemalâtını göstermek için gayet âlî gayeler ve yüksek maksadlar ile icad etsin, onun gayat ve makasıdına karşı iman ve ubudiyetle mukabele eden mü’minlere mükâfatı bulunmasın. Ve o makasıdı red ve tahkir ile mukabele eden ehl-i dalalete mücazat etmesin?
 
İkinci Hakikat:
Bâb-ı kerem ve rahmettir ki, Kerim ve Rahîm isminin cilvesidir.
 
Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi; kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın. Evet şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki; en âciz, en zaîften tut 6(Haşiye) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zaîf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedâheten gösteriyor.
 
Meselâ, bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit en tatlı, en musanna’ meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir
[06.08.2023 15:08] Babam: Mektub
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
 
اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
 
Şu mektub  فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sırrına mazhar olmuş, şiddetli yazılmamış.
 
Çoklar tarafından sarihan ve manen gelen bir suale cevabdır.
 
(Şu cevabı vermek benim için hoş değil, arzu etmiyorum. Her şey’imi, Cenab-ı Hakk’ın tevekkülüne bağlamıştım. Fakat ben kendi halimde ve âlemimde rahat bırakılmadığım ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said değil, bilmecburiye Eski Said lisanıyla, şahsım için değil, belki dostlarımı ve Sözlerimi ehl-i dünyanın evham ve eziyetinden kurtarmak için; hakikat-ı hâli hem dostlarıma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için “Beş Nokta”yı beyan ediyorum.)
 
BİRİNCİ NOKTA: Denilmiş: “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
 
Elcevab: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu.. ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husulü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat’î şahid, o vakitten beri sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduğumu ve dinlediğimi, biri çıksın söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beş senedir bütün dikkat ile benim halime nezaret ediliyor. Siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturuyla, en büyük hileyi hilesizlikte bulan pervasız, alâkasız bir insanın, değil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iştihası ve arzusu olsaydı; tedkikata, taharriyata lüzum bırakmayarak top güllesi gibi sadâ verecekti.
 
İKİNCİ NOKTA: Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?
 
Elcevab: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını; meşkuk bir-iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışma ile feda etmemek için.. hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatlı olan hizmet-i iman ve Kur’an için şiddetle siyasetten kaçıyor. Çünki diyor: Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor. Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetin
[06.08.2023 15:09] Babam: Elcevab: İman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a’zam olur. Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikatı ibtal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur. Hem maddî, hem manevî Cehennem’e gider. İşte biz bu makamda, gayet muhtasar işaretlerle ve Meyve Risalesi’nde haşrin isbatında, sair erkân-ı imaniye haşri de isbat ettiklerini kısacık hülâsalarla beyanı gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla -Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle- bu nükte-i a’zam altı noktada beyan edilecek.
 
BİRİNCİ NOKTA: İman-ı Billah, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem iman-ı bil’âhireti isbat eder ki; Meyve
[06.08.2023 15:09] Babam: Elcevab: İman altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a’zam olur. Öyle ise bütün erkânı, bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakikat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakikatı ibtal edip inkâr edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-ü inadî yapabilir. Gitgide küfr-ü mutlaka düşer, insaniyeti mahvolur. Hem maddî, hem manevî Cehennem’e gider. İşte biz bu makamda, gayet muhtasar işaretlerle ve Meyve Risalesi’nde haşrin isbatında, sair erkân-ı imaniye haşri de isbat ettiklerini kısacık hülâsalarla beyanı gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla -Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle- bu nükte-i a’zam altı noktada beyan edilecek.
 
BİRİNCİ NOKTA: İman-ı Billah, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem iman-ı bil’âhireti isbat eder ki; Meyve Risalesi’nin Yedinci Mes’elesinde güzelce göstermiş. Evet bu hadsiz kâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütün levazımı ile idare eden ve mizan ve intizam dairesinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerratı ve seyyaratı ve sinekleri ve yıldızları birer muntazam ordu gibi beraber techiz ve idare eden ve emir ve iradesi dairesinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatla faaliyete ve seyr ü cevelana ve ubudiyetkârane bir resm-i küşada ve seyahata getiren ezelî ve bâki bir saltanat-ı rububiyet ve ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i uluhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâki ve daimî saltanatın bâki bir makarrı ve daimî bir medarı ve sermedî bir mazharı olan dâr-ı âhiret olmasın? Bin defa hâşâ!
 
Demek Cenab-ı Hakk’ın saltanat-ı rububiyeti ve -Yedinci Mes’ele’de beyan edildiği gibi- ekser isimleri ve vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete şehadet ederler ve isterler. Ve bu kutb-u imanî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinadı var.. gör, bil, görür gibi inan
[06.08.2023 15:09] Babam: Birisi: Cenab-ı Hakk’ı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyatı dairesinde hareket etmek, o ittibaı iktiza ediyor. Çünki bu işde en mükemmel imam, Zât-ı Muhammediyedir (A.S.M.).
 
İkincisi: Madem Zât-ı Ahmediye (A.S.M.), insanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlahiyenin en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ı Hak hesabına, hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabil ise, fıtraten benzemek ister. İşte Habibullah’ı sevenlerin, sünnet-i seniyesine ittiba ile ona benzemeye çalışmaları, kat’iyyen iktiza eder.
 
Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakk’ın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehasini ile ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi; masnuatını, hususan sevdirmesine sevmek ile mukabele eden zîşuur mahlukatı sever. Cennet’in bütün letaif ve mehasini ve lezaizi ve niamatı, bir cilve-i rahmeti olan bir zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak, ne kadar mühim ve âlî bir maksad olduğu bilbedahe anlaşılır. Madem nass-ı kelâmıyla; onun muhabbetine, yalnız ittiba-ı Sünnet-i Ahmediye (A.S.M.) ile mazhar olunur. Elbette ittiba-ı Sünnet-i Ahmediye (A.S.M.), en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.
 
ONBİRİNCİ NÜKTE: “Üç Mes’ele”dir.
 
Birinci Mes’ele: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vâcib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalalettir ve büyük hatadır. Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir. Çünki herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ı hayatiye
[06.08.2023 15:10] Babam: mümkinatın da iki vechi vardır:
 
Birisi: Enaniyet ile vücuddur. Bu ise, ademe gider ve ademe kalbolur.
 
İkincisi: Enaniyetin terkiyle ademdir. Bu ise Vâcib-ül Vücud’a bakar bir vücud kazanır. Binaenaleyh vücud istersen, mün’adim ol ki vücudu bulasın!..
 
 
 
Nükte
 
(Mukaddemede zikredilen dört kelimeden, niyet hakkındadır.)
 
Arkadaş! Bu niyet mes’elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.
 
Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.
 
Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz ve mehasiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
 
Ve keza dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:
 
Bir cihette, o nimetlerin bir mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
 
İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganîmet telakki ederek minnetsiz yer. Halbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünki Mün’im’i düşünür. Mün’im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümidvar olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki, ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.
 
Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, iman ile bakılırsa, bunlarda bir hareket-i devriye görülür ki; emsaller birbirini takib eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat-ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki; lezaiz-i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor. Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval hadd-i zâtında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünki bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölüm ile mahkûm olur…
 
 
 
Nokta
 
Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebeb olur. Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hattâ sadakat ve vefadarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen
[06.08.2023 15:10] Babam: tasdik ediyoruz. Çünki bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrübelerle müşahede ettik. Hattâ çokları meraklarından, cemaati belki de namazı terkeder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinliyor. Mimsiz medeniyetin sefahet ve dalalet ve İslâm’a ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokatlara ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dairelerine alâkadarane dikkat etmekle; ve nefesi zehirli ve başı sarhoş şahıslardan radyoda ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.
 
Risale-i Nur şakirdlerinden
 
Emin, Feyzi
 
* * *
 
(Ahmed Nazif’in bir fıkrasıdır)
 
Kıymetli Üstadım!
 
Yüksek şahsiyetinizin aczi ve fakrı içinde inayet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye ile Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazlarını güneşin parlak ve keskin şuaları gibi kalblerimize nüfuz ettiren ve hakaik-i diniye ve imaniyenin, dalalete yüz tutan zaîf ve âciz mü’minlerin halâsı ve selâmeti ve hidayete çıkarılmasına hâdim ve kudsî Risale-i Nur’un, elbette bir hâdî ve bu zamanın muhtaç bulunduğu bir sahib-i zuhur namını taşıyacağı şübhesizdir. Binaenaleyh hem Kur’anın tercümanı ve dellâlı ve hem de bu Risale-i Nur’un müellif ve hâdim-i yegânesi bulunmanız, hem de âciz ve fakir bir nefer iken, manevî hizmetinizle müşiriyet derece-i âliyesine terfi’ ve tefeyyüze istihkak kesbetmiş bulunmanızdadır ki; Âlim-i Mutlak, Hâkim-i Mutlak, Kādir-i Mutlak olan Zülcelal Hazretleri, bu kudsî vazife-i âliyeyi, kıymetsiz gördüğünüz, çok kıymetli ve faziletli ve feyizli ve âlî derecelerde yüksek bir dellâla tevdi’ ve nasîb ve bilhâssa memur etmiştir. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Biz âciz ve âsi ve günahkâr hizmetkârlarınızı dahi lütf u keremiyle irşada ve hidayete siz Üstadımızı rehber ve mürşid ve vasıta buyurmuştur ki; ebedî minnet ve şükranlarımızı edadan âciz bulunuyoruz.
 
İşte Üstadım! Çok kıymetli arkadaşımız ve hizmet-i Kur’aniyede kıymetli refikimiz ve şerikimiz Küçük Hüsrev ve Mehmed Feyzi’nin mektubundan başka yerde ve mahalde mevsimsiz olduğunu idrak ederek, bu hakikî kelimeyi ve mübarek ism-i şerifi Risale-i Nur’a dahi henüz zahiren takmak haddim değildir ve istimalinden hazer ediyorum. Çünki Üstadımın izin ve müsaadesi olmadıkça, bu gibi lakabların kıymeti olamaz. Ancak Risale-i Nur’dan aldığım ilham üzerine, muhitimizde birinciliği ihraz eden bir kardeşimiz olan Feyzi’nin mektubunda bahsedilmesi, sırf hüsn-ü niyet ve fart-ı merbutiyet ve sadakattan ve ihlastan doğmuştur.
 
Bu izharın hatasından hâdis olan meşguliyetinize sebebiyet verdiğimden çok müteessir oldum. Af buyurunuz. İkaz ve irşad edici nimet ve himmet-i itabınızla af buyurulmasını ve Risale-i Nur’un manevî tokatlarından muhafaza edilmekliğimizi kemal-i hulusla istirham eylerim.
 
Aziz ve kıymetli Üstadım! Cenab-ı Hakk’ın lütf u keremiyle ve hadsiz ihsanıyla, intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur’un maddî ve manevî pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu âciz hizmetkârınızın noksanlarını hüsn-ü niyete ve hulus-u kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur’un pek çok kerametlerinden birkaçını arzediyorum. Şöyle ki:
 
Risale-i Nur’un tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zât, bin üçyüz yirmidört (1324) ve yirmibeş (1325) rumi senelerinde, İstanbul’da iştiharla “Bedîüzzaman” namı ve lakabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman onyedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmeti için olacak ki; bin üçyüz yirmialtı (1326) senesinde Hazret-i Üstad’ın “Bedîüzzaman Said-i Kürdî” lakabı altında Karadeniz seyahatında iki hizmetkârı ile İnebolu’yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu’nun meşhur ülemasından Hacı Ziya
[06.08.2023 15:11] Babam: Sonra anladım ki: Kur’an-ı Hakîm’in nur ve ziyadar menba’ı cûş u huruşa gelmiş. Furkan-ı Hakîm’in elmas maadininden dehşetli bir infilâk husul bulmuş, Sözler namında hadsiz tiryaklar ve mücevherat zahir oldu. Pek çok kulûb def’-i maraz ve kesb-i âfiyet etti. Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.
 
Sabri
 
* * *
 
(Şu iki fıkra Hüsrev’indir)
Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum. Duanız berekâtıyla bir gün gelip ona da Cenab-ı Hakk’ın muvaffak buyuracağı ümidini taşıyorum. Ve beni zât-ı âlînize
[06.08.2023 15:12] Babam: Sâniyen: Risale-i Nur’un tezahürü, yalnız tercümanının fikriyle veyahut onun ihtiyac-ı manevî lisanıyla Kur’andan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil; belki o tercümanın muhatabları ve ders-i Kur’anda arkadaşları olan hâlis ve metin ve sadık zâtların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle o tercümanın istidadından çok ziyade o Nurların zuhuruna medar oldukları gibi, Risale-i Nur’un ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin hakikatını onlar teşkil ediyorlar. Tercümanının da içinde bir hissesi var. Eğer ihlassızlıkla bozmazsa, bir tekaddüm şerefi bulunabilir.
 
Sâlisen: Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehâsı, ne kadar hârika da olsalar, cemaatın şahs-ı manevîsinden gelen dehâsına karşı mağlub düşebilir. Onun için, o mübarek kardeşimin yazdığı gibi, âlem-i İslâmı bir cihette tenvir edecek ve kudsî bir dehânın nurları olan bir vazife-i imaniye; bîçare, zaîf, mağlub, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahıs ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa; o yük düşer, dağılır
[06.08.2023 15:13] Babam: 4- Mukadder bulunan neş’enin sıfatına âhiret tabiri, zihinleri neş’e-i ûlâya çevirip, ondan neş’e-i uhraya bil’intikal imkân yolunu göstermek için ihtiyar edilmiştir.
 
5- Yakîn ile beraber tasdiki birlikte ifade eden يُؤْمِنُونَ kelimesine bedel يُوقِنُونَ tabiri, haşir mes’elesi şek ve şübhelere bir mahşer ve bir mecma’ olduğu için, tasdikten fazla îkan ve yakîn daha ehemmiyetli olduğuna işarettir. Veya ehl-i kitabın iddia ettikleri iman, yakînden hâlî olduğundan, onların imanı, iman olmadığına işarettir
[06.08.2023 15:26] Babam: zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemalâtın göklerine yükselip, intişar edip.. öyle füruat ki; meyveleri saadet-i dâreyndir. Ve bizi Kur’an-ı Mu’ciz ile irşad eylemiş…
 
Öyle kitab ki: Kaideleri ile hilkat-i âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmet ile mektub ve cari olan kavanin-i amîka-i dakika-i İlahiyeyi izhar ettiğinden; ahkâm-ı âdilanesiyle nev’-i beşerin nizam ve müvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll olmuştur.
 
Salavat-ı bînihaye, ol Server-i Kâinat ve Fahr-i Âlem’e hediye olsun ki: Âlem, enva’ ve ecnasıyla onun risaletine şehadet ve mu’cizelerine delalet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye dellâllık ediyor. Güya âleme teşrif ettiğinden herbir nev’, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi; Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtarını intak edip herbir tel başka lisan ile mu’cizatının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minada ilelebed tanin-endaz etmiştir. Güya âsuman, kendi mi’rac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik ve zemin kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân ve cevv-i feza, kendi cinn ve bulutların işaratıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüb ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatın fecr-i sadıkını göstererek müjdeci ve zaman-ı hal yani asr-ı saadet lisan-ı haliyle tabiat-ı Arabdaki inkılab-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzanın def’aten tevellüdünü şahid göstererek nübüvvetini isbat ve zaman-ı müstakbel kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmane ile irşadatına teşekkür; nev’-i beşer kendi muhakkikleriyle bahusus hatib-i beligi ki, şems gibi kendi kendine bürhan olan Muhammed’in (A.S.M.) lisan-ı fasihanesiyle haktan geldiğini ilân ve Zât-ı Zülcelal kendi Kur’anının lisan-ı beliganesiyle ol Nebiyy-i Ümmi’nin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve oluyorlar.
 
Beyt:
 
جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَهءِ اِينْ سِلْسِلَه اَنْد
 
رُوبَه اَزْ حِيلَه چِه سَانْ بِگُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا
 
Emma ba’d: Şu fakir, garib Nursî ki, Bid’atü’z-zaman lakabıyla müsemma olmaya lâyık iken haberi olmadan Bedîüzzaman ile meşhur olan bîçare; tedenni-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad u figan ederek, ah!. ah!.. ah!.. vâ-esefâ der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve sû’-i fehm ve sû’-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.
 
Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.
 
Öyle ise, ey ihvan-ı müslimîn!.. Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadakatı uzatacağız, biat edeceğiz. Onun habl-ül metinine sarılacağız.
 
Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevk-ül ceyş ile kuvvet bulan hayalât ve evhamın müdafaasına beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki: Hak neşv ü nema bulacaktır, eğer çendan toprakta gizlense… Ve tarafdar ve mültezimleri muzaffer olacaklardır, eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar…
 
Hem de itikadımdır ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak yalnız hakikat-ı İslâmiyettir. Evet saadet-saray-ı istikbalde taht-nişin hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır. Onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorlar... Zira mazi kıt’asında
[06.08.2023 15:27] Babam: Ve-l Bahr! Kur’anın dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ının talimiyle anladım ki: Nasıl gökler ve feza ve zemin senin birliğine ve varlığına şehadet ederler.. öyle de: Bahrler, nehirler ve çeşmeler ve ırmaklar, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet ederler. Evet bu dünyamızın menba-ı acaib buhar kazanları hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcud, hattâ hiçbir katre su yoktur ki; vücuduyla, intizamıyla, menfaatıyla ve vaziyetiyle Hâlıkını bildirmesin. Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmel bir surette verilen garib mahluklardan ve hilkatleri gayet muntazam hayvanat-ı bahriyeden, hususan bir tanesi, bir milyon yumurtacıkları ile denizleri şenlendiren balıklardan hiçbirisi yoktur ki; hilkatiyle ve vazifesiyle ve idare ve iaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret ve Rezzakına şehadet etmesin. Hem denizde kıymetdar, hâsiyetli, zînetli cevherlerden hiçbirisi yoktur ki, güzel hilkatiyle ve cazibedar fıtratıyla ve menfaatli hâsiyetiyle seni tanımasın, bildirmesin.
 
Evet onlar birer birer şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, beraberlik ve birbiri içinde karışmak ve sikke-i hilkatte birlik ve icadça gayet kolay ve efradça gayet çokluk noktalarından, senin vahdetine şehadet ettikleri gibi; arzı, toprağıyla beraber bu küre-i arzı kuşatan muhit denizlerini muallakta durdurmak ve dökmeden dağıtmadan güneşin etrafında gezdirmek ve toprağı istila ettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvi ve muntazam hayvanatını ve cevherlerini halketmek ve erzak ve sair umûrlarını küllî ve tam bir surette idare etmek ve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzım gelen hadsiz cenazelerinden hiçbirisi bulunmamak noktalarından, senin varlığına ve Vâcib-ül Vücud olduğuna mevcudatı adedince işaretler ederek şehadet eder. Ve senin saltanat-ı rububiyetinin haşmetine ve herşeye muhit olan kudretinin azametine pek zahir delalet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yıldızlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaşe edilen balıklara kadar herşeye yetişen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz genişliklerine delalet.. ve intizamatıyla ve faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve mevzuniyetleriyle, senin herşeye muhit ilmine ve herşeye şamil hikmetine işaret ederler. Ve senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzların bulunması ve insanın seyr ü seyahatına ve gemisine ve istifadesine müsahhar olması işaret eder ki; yolda yapılmış bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden zât, elbette makarr-ı saltanat-ı ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuş ki, bunlar onların fâni ve küçük nümuneleridirler.
 
İşte denizlerin böyle gayet hârika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlukatı dahi, gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi bilbedahe gösterir ki; yalnız senin kuvvetin ve kudretin ile ve senin irade ve tedbirin ile, senin mülkünde, senin emrine müsahhardırlar. Ve lisan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip “Allahü Ekber” derler.
 
Ey dağları zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelal! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın talimiyle ve Kur’an-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler acaibleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.. öyle de: Dağlar dahi, zelzele tesiratından zeminin sükûnetine ve içindeki dâhilî inkılabat fırtınalarından sükûtuna ve denizlerin istilasından kurtulmasına ve havanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.
 
Evet dağlardaki taşların enva’ından ve muhtelif hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata, hususan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olan madeniyatın ecnasınd
[06.08.2023 15:27] Babam: Şeriat-ı garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nefs-i emmarenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz, İslâmiyete istinad iledir. O hablülmetine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdad iledir. Zira Sâni’-i Âlem’e hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın, halka ubudiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır.
 
Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullah’a tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira maruf umum enbiyanın memalik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, kader-i İlahînin bir işaret ve remzidir ki, bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyetle neşv ü nema bulacaktır. Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin mes’eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı za’f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. Bizim cemaatımızın meşrebi: Muhabbete
[06.08.2023 15:27] Babam: Muhitimizde, Risalet-ün Nur’a karşı cazibedar ve çok âlî hakikatlarından başka ehl-i bid’a lisanları susmuş; güya karanlıklı girdablara sokulmuşlar, konuşmuyorlar. Konuşsalar da tesirleri kalmamıştır. Cazibedar ve i’cazkâr lisanıyla ancak Risalet-ün Nur konuşuyor. Bid’a ve dalalet zulmetlerine karşı ancak onun talebeleri, kuvvet-i imanla çelikten bir kal’a gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütuhat yapıyor ve öyle hârikulâde bir surette emir ve nehy-i Kur’anîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müşahedatımızdan yalnız birisini bin kalemli kardeşimiz söylüyorlar ki… Sükût.
 
Hüsrev
 
* * *
 
Kâtib Osman’ın rü’yasına ait bir fıkrasıdır
Şaban-ı Şerifin onbeşinci cumartesi Leyle-i Berat gecesi rü’yamda; büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl sahilinde İngiliz veyahut Almanla, biz yani Türk hükûmeti harbediyormuş. Harb esnasında semadan bir karaltı zuhur etmeğe başladı. “Acaba bu semadan inen nedir?” diye hepimizin nazar-ı dikkatini celbetti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı, yüzü bir parça esmer, başı
[06.08.2023 15:28] Babam: daire-i iktidar, kısa elimin dairesi kadar kısa ve dardır.
 
پَسْ فَقْر و حَاجَاتِ مَا بَقَدْرِ جِهَانَسْتْ
 
Demek fakr u ihtiyaçlarım, dünya kadardır.
 
وَ سَرْمَايَهءِ مَا هَمْ چُو جُزْءِ لاَيَتَجَزَّا اَسْتْ
 
Sermayem ise, cüz’-i lâ-yetecezza gibi cüz’î bir şeydir.
 
اِينْ جُزْءْ كُدَامْ وَ اِينْ كَائِنَاتِ حَاجَاتْ كُدَامَسْتْ
 
İşte şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hacet nerede?
 
Ve bu beş paralık cüz’-i ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez. Bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.
 
پَسْ دَرْ رَاهِ تُو َازْ اِينْ جُزْءْ نِيزْ بَازْ مِى گُذَشْتَنْ چَارَهءِ مَنْ اَسْتْ
 
O çare ise şudur ki: O cüz’-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz’-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
 
تَا عِنَايَتِ تُو دَسْتْگِيرِ مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُو پَنَاهِ مَنْ اَسْتْ
 
Tâ senin inayetin, acz u za’fıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr u ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.
 
آنْ كَسْ كِه بَحْرِ بِى نِهَايَتِ رَحْمَتْ يَافْتْ اَسْتْ تَكْيَه نَه كُنَدْ بَرْ اِينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَابَسْتْ
 
Evet, herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz’-i ihtiyarına itimad etmez; rahmeti bırakıp ona müracaat etmez…
 
اَيْوَاهْ اِينْ زِنْدِگَانِى هَمْ چُو خَابَسْتْ
 
وِينْ عُمْرِ بِى بُنْيَادْ هَمْ چُو بَادَسْتْ
 
Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi’ ettik. Evet şu güzeran-ı hayat
[06.08.2023 15:28] Babam: emrolunduğu gibi te'vilsiz muhafazaya çalışan 'Risalei Nur'dur' diye şek ve şüphesiz olarak Hazret-i Ali radiyallahu Anhü'nün muhatabı o olduğunu kat'i isbat eder.' (Lem'alar sh: 449) 
 
   6- 'Hazret-i Ali'nin hilâfetinin teahhur etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvâmın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdiği gibi sonra inkişaf eden yetmiş üç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisâtın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi harikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzımdı ki dayanabilsin. Evet, dayandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdiği gibi, 'Ben Kur'ân'ın tenzili için harb ettim. Sen de tevili için harb edeceksin.' ' (Mektubat sh: 99) 
 
{El-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82.} 
 
 F) NAKLÎ DELİLLERE TESLİMİYET ESASTIR  
 
   1- 'Mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: ' Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. ' Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder.' (Sözler sh: 276) demek, beşerî düşüncelerle din namına hüküm getirilemez.
 
(Esasat-ı Nuriye 17.sh)
[06.08.2023 15:29] Babam: 'Ahireti için giyinen, avretini örtmek, kendini sıcak ve soğuktan korumak için giyinir. Vakti için giyinen ise zâhiri ile meşguldür ve diğerinden daha nâkıstır. İmam Şa‘rânî [kuddise sırruhû]
 
Semerkand Takvimi
[06.08.2023 15:29] Babam: Kime Tâbi Olmalı?
 
Cüneyd-i Bağdâdî [kuddise sırruhû] şöyle der:  Bir kimsenin havad

FATF Başkanı Kumar: "Türkiye, kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadelede önemli adımlar attı"

Türkiye'nin Almanya'ya kiraz ihracatı "EURO 2024" ile 5'e katlandı

EPDK, elektrik tarifelerinde fiyat artışına gidildiğini duyurdu

TCMB’den TL ticari kredilerde sağlıklı fiyat oluşumunu destekleyecek adım

Ticaret Bakanı Bolat: Gri listeden çıkarılmış olmak uyguladığımız politikaların başarılı olduğunun göstergelerinden biri

Trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 5,5 milyonu geçti

Türkiye gri listeden çıkarıldı

Dünya Bankası enerji verimliliğini hızlandırmaya yönelik bölgesel girişim başlattı

TCMB ekonomistlerinin sektörel enflasyon beklentilerini değerlendirdiği blog yazısı yayınlandı

Yetki belgesiz emlak işletmelerine 29,2 milyon lira ceza uygulandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 38 33 2 3 66 102
2.Fenerbahçe 38 31 1 6 68 99
3.Trabzonspor 38 21 13 4 19 67
4.İstanbul Başakşehir 38 18 13 7 14 61
5.Kasımpaşa 38 16 14 8 -3 56
6.Beşiktaş 38 16 14 8 5 56
7.Sivasspor 38 14 12 12 -7 54
8.Alanyaspor 38 12 10 16 3 52
9.Rizespor 38 14 16 8 -10 50
10.Antalyaspor 38 12 13 13 -5 49
11.Gazişehir Gaziantep 38 12 18 8 -7 44
12.Adana Demirspor 38 10 14 14 -7 44
13.Samsunspor 38 11 17 10 -10 43
14.Kayserispor 38 11 15 12 -13 42
15.Hatayspor 38 9 15 14 -7 41
16.Konyaspor 38 9 15 14 -13 41
17.Ankaragücü 38 8 14 16 -6 40
18.Fatih Karagümrük 38 10 18 10 -3 40
19.Pendikspor 38 9 19 10 -31 37
20.İstanbulspor 38 4 27 7 -53 16