SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[06.09.2023 20:35] Annem: Bir Ayet: "Rabbimiz Allah'tır"deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: "Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin! (Fussilet, 41/30) Bir Hadis: Müslüman, insanların dilinden ve elinden emin olduğu kimsedir. (Tirmizî, "Îmân", 12) Bir Dua: Allah'ım! Senden; bağışlamanı celbedecek ve Senin azabından koruyucak olan azmetmeye değer ameller yapmayı, her günahtan esenliğe kavuşmayı, her türlü iyilikten pay sahibi olmayı, cenneti kazanmayı ve cehennemden kurtulmayı nasip etmeni istiyoruz. (Hâkim, Müstedrek, 1, 716) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [06.09.2023 20:35] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz. (Muhammed, 47/31) Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın... (Ahzâb, 33/70)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: DİL KILIÇTAN KESKİNDİR Ne söylediğine dikkat etmeyen, kırıcı ve sert konuşan kimselerin, çevresindeki insanların gönlünde kılıç yarasından daha derin yaralar açtığını ve büyük düşmanlıkların yaşanmasına sebep olduğunu anlatmak için “dil, kılıçtan keskindir” deriz. Genel olarak bu atasözünü diliyle insanlara eziyet veren kişileri uyarıp toplumun huzur ve rahatını sağlamak için kullanırız. Ağzımızdan çıkan her sözün kendine göre bir ederi, söz söylemenin de bir usulü vardır. Ne söylediğimiz, ne zaman, hangi ortamda ve nasıl söylediğimiz çok önemlidir. “Konuşmak sanattır” desek konuyu abartmış olmayız. Bu sanatın içinde sadece dili kılıç gibi kullanmamak ve kendimize beklediğimiz nezaketi karşımızdakine göstermek yer almaz. Aynı zamanda konuştuğumuz zaman muhatabın anlayış seviyesine göre konuşmak gerekir. Bu da konuşmanın usulündendir. Buna dikkat edilmediğinde farkında olmadan yanlış anlaşılmalara sebep olabilir, insanların konuştuklarımızı farklı yorumlamasına kapı açmış olabiliriz. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [06.09.2023 20:36] Annem: Firavun, ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı olan Lût kavmi) hep o suçu işlediler. - Hâkka - 9. Ayet [06.09.2023 20:36] Annem: Ana babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip te gerekli hizmette bulunmama sebebiyle cennete giremiyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün … - müslim, Birr,9 [06.09.2023 20:36] Annem: "Allahım! Nefsime takvasını (günahlardan sakınma duygusu) ver ve onu (her türlü günahtan) temizle, Sen temizleyenlerin en hayırlısısın. Onun koruyucusu ve efendisi de sensin." - (Müslim, "Zikir", 73 ) [06.09.2023 20:36] Annem: Hicretin dokuzuncu yılıydı. Allah Resûlü ashabıyla birlikte Tebük’e varmıştı. Resûlullah ile bütün gazâlara katılan Kâ’b b. Mâlik bu sefer ağır davranmış, vaktinde hazırlanamadığı için seferden geri kalmıştı. Halbuki uzak ve tehlikeli bir yolculuğa çıkılacağı, güçlü bir düşmanla karşılaşılacağı için ordunun hazırlıkları uzun sürmüştü. Medine’de kendisiyle birlikte yalnızca münafıklar ve savaşamayacak zayıf kimseler kalmıştı. Çoktan pişman olmuştu Kâ’b, ama artık çok geçti. Resûlullah, zorlu seferden dönmüş, neden katılmadığını sormuştu ona. Hiçbir mazereti yoktu, maddi durumu da sıhhati de yerindeydi. Olduğu gibi anlattı halini, yalan söylemedi. İhmalinin bedeli ağır olmuştu. Müslümanlar kendisiyle konuşmuyor, Allah’ın Resûlü yüzüne bakmıyordu. Kırk günün ardından hanımından da ayrı kalması emredildi. Olanca genişliğine rağmen yeryüzü ona dar gelmiş, hayatı zindana dönüşmüştü. Pişmanlık, iliklerine kadar işlemiş, bedenini yakıp kavurmuştu. Ama sabretti. Ellinci gecenin sabahında beklediği müjdeyi Rabbi gönderdi: Affedilmişti. (Buhârî, Megâzî, 80; Tevbe, 9/118) - KÂ’B B. MÂLİK’İN ZORLU İMTİHANI [06.09.2023 20:38] Annem: Gerektiren Şartlar 19- Haccın yerine getirilmesinin farz olmazı için beş şart vardır. Şöyle ki: 1) Beden sağlıklı olmalıdır. Onun için hac görevini yerine getirebilmek için vücud sağlığına sahip olmayan kimseye hac farz olmaz. Kör ve kötürüm olanlar da böyledir. Fakat iki İmama ve İmam Azam'dan bir rivayete göre, kendisini koruyup yol gösterecek kimsesi bulunan âmâya (iki gözü köre), diğer şartlarla sahib olunca, hac etmesi farz olur. 2) Haccın yerine getirilmesi için arızî engeller bulunmamalıdır. Bir kimse tutuklanırsa (hapsedilirse) veya zorla hacdan engellenirse, hac ile yükümlü olmaz. 3) Yol emniyeti bulunmalıdır. Yolda tehlike bulundukça, hacca gidilmesi farz olmaz. 4) Sefer mesafesinden (en az onsekiz saatlik bir uzaklıktan) hac yapacak bir kadın için yanında kocası veya meübbeden mahremi bulunan bir erkek bulunmak şarttır. Bunların akıllı, buluğa ermiş veya buluğ çağına gelmiş olmaları gerekir. Beraberinde böyle bir kimse bulunmayan kadın için hac farz değildir. Kendisine hac farz olan bir kadının yanında böyle bir mahremi bulunduğu takdirde, kocası onu hacdan alıkoyamaz. Çünkü böyle bir farzı yerine getirmek, koca hakkından önde gelir. Genç bir kadının yalnız süt kardeşi veya damadı ile hac etmesi, zamanın bozukluğu bakımından bazı alimlere göre caiz görülmemiştir. 5) Hacca gidecek kadın, kocasından boşanmış veya kocası ölmüş ise, iddeti bitmiş olmalıdır. Böyle bir iddet bekleme içinde bulundukça kadın hacca gidemez. Öyle ki, yola çıktıktan sonra Mekke'ye en az on sekiz saat uzak bir yerde iken kocasının orada ölmesi gibi bir sebeble iddet bekleyecek olan kadının o yerden iddeti bitmeden önce çıkmaması gerekir [06.09.2023 20:38] Annem: asdik etmek, onu doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî [06.09.2023 20:39] Annem: Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sordu. Arkadaşı: "Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim '' diye cevapladı.'' Ebu Dâvud, Tahâret 79, (198). KADINA DEĞME 3641 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi. Urve rahimehullah der ki: "Kendisine: "Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!" dedim, Hz. Aişe gülmekle cevap verdi.'' Ebu Dâvud, Tahâret 69, ( 178, 179,180); Tirmizi, Tahâret 63, (86); Nesâi, Tahâret 121, (1,104); İbnu Mâce, Tahşet 69, (502). 3642 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Erkeğin hanımını öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa abdest alması gerekir." Bu rivayetin bir benzeri İbnu Mes'ud'dan gelmiştir. Muvatta, Tahâret 64, (1, 43). 3643 - Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü, dedim, bir kimse hanımıyla cima yapsa fakat inzal olmasa yıkanması gerekir mi?" "Kadına değen kısmını yıkar, sonra abdest alır ve namaz kılar!" buyurdular." Buhari, Gusl 29, Müslim, Hayz 85, (346). FERCE DEĞMEK 3644 - Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi. "Ey Allah'ın Resulü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?) '' Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: "O, kendisinden bir parça değil midir?" Ebu Dâvud, Tahâret 71, (182, 183); Tirmizi, Tahâret 62, (85); Nesâi, Tahâret 120, (1,101). Bu metin Tirmizi'nindir. 3645 - Büsre Bintü Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "ResululIah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.'' Tirmizi, Tahâret 61, (82, 83, 84); Muvatta, Tahâret 58, (1; 42); Ebu Dâvud, Tahâret 70, (181); Nesâi, Taharet 118, (1, 100). 3646 - Mus'ab İbnu Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh)'a Kur'an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa'd: "Her halde zekerine değdin?'' dedi. Ben "evet!" deyince: "Kalk, abdest al!'' emretti. Ben de gidip  abdest alıp geri döndüm." Muvatta, Tahâret 59, (1,42). 3647 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "Ben, bir sefer sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine: "Bu, şimdiye kadar kıldığınızı hiç görmediğim bir namaz!'' dedim. Şu açıklamayı yaptı: "Sabah namaz kılmak üzere abdest aldım sonra fercime dokundum. Sonra da abdest almayı unuttum (ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden abdest alıp namazımı iade ettim.'' Muvatta, Tahâret 60, (1, 42, 43). UYKU, BAYILMA; KENDİNDEN GEÇME 3648 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı: (Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye: "Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu: "Vallahi evet!" diye te'yid etti." Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (200); Tirmizi, Tahâret 58, (78). 3649 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar, abdest almadan namaz kılardı." Muvatta 3650 - Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın." Ebu Dâvud, Tahâret 80, (203). 3651 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır. İbnu Abbas der ki: "Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak u [06.09.2023 20:39] Annem: 31 OTUZBİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, şeyh Sofîye gönderilmişdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakın olmak ve berâber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin “aleyhimüsselâm” yolundan ayırmasın! Yanınızdan gelen bir zât dedi ki, şeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmıyor demiş. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. Müslimâna karşı kötü zanda bulunmak, günâh olduğundan, talebenizi günâhdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluğumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydım. Babam “kaddesallahü teâlâ sirreh” de, buna inandığını, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir sûretle varılmayan varlığa doğru olduğu hâlde, bu i’tikâddan hiç ayrılmamışdı. Âlimin oğlu da, yarım âlim demekdir sözü gereğince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. Çok lezzetler almışdım. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsânı ile, büyük rehber, hakîkatlerin, ma’rifetlerin kaynağı, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, Muhammed Bâkî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi ta’lîm buyurdu. Hiçbirşeye yaramıyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çıkdı. Bu makâmın çeşidli ilmleri, ma’rifetleri kapladı. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydâna çıkdı. (Füsûs) kitâbında yazdığı ve urûcun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellî-i zâtî ile de, şereflendirdiler. Kendisine Evliyânın sonuncusu diyerek yalnız Evliyânın sonuncusuna mahsûs olduğunu yazdığı, bu tecellînin çeşidli bilgilerini, ma’rifetlerini uzun uzadıya, bu fakîre bildirdiler. Bu ma’rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdet-i vücûd hâli, herşeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoşu oldum. O anlarda, hocamın yüksek huzûruna arz etdiğim mektûblarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. [Bu yolda yazılı bir rübâ’înin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldım. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [ya’nî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet, ya’nî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin) bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. [06.09.2023 20:40] Annem: Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar Ana Sayfa İslam Ahlakı Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar İlgili      İslam Ahlakı E) Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar a) İslam Düşüncesinde Siyasetin Önemi İslam dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem ahiret dini oluşudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Medine’ye hicret eder etmez, yalnız dar anlamda bir din önderi değil, aynı zamanda siyasi bir lider olarak davranmış; din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasi işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış; Medine’deki müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasi yapı oluşturmaya başlamıştır. Siyaset mesleğinin zaman zaman bazı toplumlarda ahlak ilkelerinin dışına saptırılarak değer aşınmasına uğratılmasını arızi bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de birer siyasi lider oldukları göz önüne alındığında İslam’da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslam bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır. İslami ilimlerden fıkhın önemli bir kısmını siyaset konuları oluşturur. Genel fıkıh kitaplarından ayrı olarak İslam hukuk literatürü içinde “el-Ahkamü’s-sultaniyye” ve benzeri eser türlerinin yer alması, fıkıh bilginlerinin siyaset konusunu kendi ilgi alanları içinde görmüş olmalarının önemli bir delilidir. Özellikle Şia mezhebinin devlet başkanının tayinini (nasb) itikadi bir konu olarak ele alması dolayısıyla, kelam ilminde de siyasetle ilgili bazı konulara yer verilmiştir. Ayrıca İslam düşünürleri, özellikle Farabi’den itibaren İslam kültür tarihi bakımından büyük değer taşıyan, oldukça orijinal bir siyaset felsefesi geliştirmişlerdir. Bütün İslam bilginleri siyaseti, insanın toplumsal bir varlık olmasının sonucu sayarlar. Bunlardan Gazzali, siyaseti özellikle iki açıdan gerekli görmüştür: 1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. Şöyle ki: İnsanlar, yalnız başlarına altından kalkamayacakları çoklukta ihtiyaçlarla yüklüdürler. Bu durum, insanların birlikte yaşamalarını zorunlu kılar; ancak bu birliktelik sürtüşme ve çekişmelere de yol açar. İşte ihtiyaçların çekişmelere yol açmayacak şekildebarış, güvenlik ve adalet içinde karşılanması ancak siyaset denilen yapılanmayla mümkün olur. Böylece Gazzali siyasetin ahlaki boyutuna da işaret etmiş olur. 2. Siyaset, dini hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir. Çünkü dünya işlerinin düzgün ve sağlıklı işlemediği yerde dini ödevler de aksar. Bu suretle toplumda huzur ve güvenliği sağlayan siyaset, bireylerin dini yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için rahat bir ortam hazırlamış olur. Siyasetin din ve dünya hayatına bu hizmeti dolayısıyla İslam bilginleri, adaletle yürütülen siyaseti üstün bir ibadet saymışlardır (Gazzali, İhya, I, 12; III,195-196). Başta Farabi olmak üzere bütün İslam bilginleri siyaseti, yalnız dar anlamda hakları paylaştıran, sosyal birliği koruyan, sorumlulukları düzenleyen cismani bir yönetim saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, İslam’ın itikadi ve ahlaki boyutuna uygun olarak, toplumdaki herkesin manevi gelişmesini ve en yüksek mutluluktan pay almasını sağlayıcı bütün imkanları araştıran bir disiplin olarak görmüşlerdir. Bu, siyasetin bir peygamber mesleği olmasının gereğidir. b) Yöneticinin Bazı Nitelikleri ve Görevleri 1. Ehliyet ve Liyakat Hz. Peygamber, “İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle” (Buhari, � [06.09.2023 20:41] Annem: Aşure tatlısı Ana Sayfa A Aşure tatlısı Bakınız;Tatlılar.Rüyada aşure aldığını gören kimse sevinç yaşar.Aşure pişirenin de kendine ve başkalarına yararı dokunur.Rüyada asure görmek veya yemek,fena bir haberle yorumlanir.Rüyasinda komsularina tas tas asure dagittigini gören,hükümetten para cezasi veya mahkemeden bir tazminat karari,veyahut düsmanlarindan kendisini büyük bir zarara sokacak bir tehdit mektubu alir.Asure ayinda,asure dagittigini görmek,hayirli bir kismetle veya haberle yorumlanir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [06.09.2023 20:42] Annem: Âyet-i Muhkeme Ana Sayfa A Âyet-i Muhkeme Muhkem âyet. Çoğulu âyât-ı muhkemât’tır. 1. Kur’ân-ı kerîm. İlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime (Hadîs-i şerîf) ve Fârîdat-ı Âdile (Kitaba ve sünnete uygun ilim, yâni icmâ ve kıyas). (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd) 2. Kur’ân-ı kerîmde mânâsı açık olan âyet-i kerîmelere verilen ad. (Bkz. Muhkem) Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: (Habîbim) sana kitâbı indiren O’dur. O’ndan bir kısmı âyât-ı muhkemâttır ki, bunlar Ümmül-kitâbdır (Kur’ân-ı kerîmin aslıdır, temelidir. Hükümlerde bunlara dayanılır). (Âl-i İmrân sûresi: 7) İlgili FARÎDÂT-I ÂDİLE 9 Eylül 2021 Benzer yazı MUHKEMÂT 9 Eylül 2021 Benzer yazı ÜMM-ÜL-KİTÂB 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [06.09.2023 20:42] Annem: Diğer bir rü’yada Keçeci Mustafa Efendi’nin hafidi Bekir yine hâdise-i elîmeden bir-iki gün sonra görüyor ki: Güneş kıble tarafından çıkıyor. Şuaatı içinde güneş yüzünde Risale-i Nur naşirinin sureti temessül edip, aynen güneşin kursunda görünüyor. Hem mütedeyyin bir kadın, yine hâdiseden sonra görüyor ki: Semavattan mübarek kâğıtlar yağıyor. Soruyorlar: “Bu nedir?” Rü’yada demişler: “Risale-i Nur’un sahifeleridir.” Yani, tabirce Risale-i Nur, Kur’anın tefsiri olduğu cihetle, vahy-i semavî olan Kur’anın semavî ve ilhamî bir tefsiridir. Hem yağmur gibi, insanlara kesretli bir rahmettir. Hâdisenin vukuundan evvel, Risale-i Nur şakirdlerinin herbiri bir cesedin a’zâları gibi, bir cihette o cesede gelen müessir bir ârızayı bütün a’zânın hissetmesi nev’inden; bu hâdiseyi Risale-i Nur’un dört şakirdi, vukuundan bir-iki gün evvel şöyle gördüler: Üçü, yani Mehmed Zühdü, Halil Ruhi, Mehmed Niyazi, Risale-i Nur naşirlerinin üstadını vefat etmiş görüyorlar ki; vefat ise tabirce Risale-i Nur’un ta’tilini haber veriyor. Dördüncüsü: Fâzıl Bey görüyor ki: -Hâdiseden bir gün evvel- Rafta kitabları karıştırır, bazı kitabları düşürür. Üstad bana hiddet ediyor, ben de diyorum: “Re’fet düşürdü.” Birden haneye polisler doluyorlar, herşeyi alıyorlar. Hem bundan yedi buçuk ay evvel Risale-i Nur naşirlerine gelen elîm polishaneye çağırma mes’elesinde Risale-i Nur’un şakirdlerinin dört tanesi (aynı hâdiseyi bir-ikisi, yani Rüşdü ile Lütfü aynen görüyorlar, ikisi de az bir tabirle) aynı hâdiseyi görmeleri ve bu defaki hâdiseyi, yine dört tane şakirdler aynen görmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur şakirdleri, bir cesedin a’zâları gibidirler ki, Risale-i Nur’a gelen hâdiseyi, bir cesedin a’zâları gibi hissediyorlar. Hem Risale-i Nur şakirdlerinden Bekir’e o musibet gününden bir gün evvel biri demiş: “Üstadın seni çağırıyor!” Bir hiss-i kabl-el vuku’ ile ikinci gün Üstadının başına gelen ve rahmet-i İlahiye ile hafif geçen müdhiş musibeti, düşmanların plânları derecesinde büyük, ağır hissetmiş tarzında, ağlayarak gayet korkaklık ve halecan ile koşup geldi. O halecan ve ağlamasına hiç sebeb-i zahirî yokken, yine heyecanını, ağlamasını teskin edemiyordu. Demek Risale-i Nur’a gelen musibet, şakirdlerini kerametkârane ikaz ediyordu [06.09.2023 20:44] Annem: Dördüncü Mes’ele Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır. İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor. Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder. Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin… Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder. Beşinci Mes’ele Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini [06.09.2023 20:44] Annem: ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri “Elhamdülillah Elhamdülillah” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır. İkinci bir küllî meyvesine “Yirmidördüncü” ve “elif”ler kerametini gösteren “Yirmidokuzuncu Söz”ler işaret edip parlak bir surette meleklerin vücudunu ve vazifesini isbat etmişler. Evet kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârane bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz cemadat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi, ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rububiyetin her tarafta, serada süreyyada, zeminin temelinde, dışında hakîmane ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler. Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-i arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda Sevr ve Hut namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerinde ve Cennet’ten getirilen ve fâni küre-i arzın bâki bir temel taşı olmak, yani ileride bâki Cennet’e bir kısmını devretmeğe bir işaret için Sahret namında uhrevî bir madde, bir hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinad edilmiş diye Benî-İsrail’in eski peygamberlerinden rivayet var ve İbn-i Abbas’tan dahi mervîdir. Maatteessüf bu kudsî mana, mürur-u zamanla bu teşbih, avamın nazarında hakikat telakki edilmekle, aklın haricinde bir suret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın, üstünde duracak cismanî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur. Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o ferdlerin a’zâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarane temsil edip dergâh-ı İlahiyeye takdim etmek için kırkbin başlı ve her başı kırkbin dil ile ve herbir dil ile kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-ı hakikat olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş. Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebat-ı Rabbaniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail (A.S.) ve zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlık’a mahsus olan icraat-ı İlahiyeyi yalnız temsil edip ubudiyetkârane nezaret eden İsrafil (A.S.) ve Azrail (A.S.) ve hayat dairesinde rahmetin en cem’iyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmaniyeye nezaretle beraber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mahiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i rububiyetin muktezasıdır. Onların ve herbirinin mahsus taifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat’îdir ve şübhesizdir. Melaikeye ait başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Evet küre-i arzda dörtyüzbin nevileri zîhayattan halkeden, hattâ en âdi ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren ve mu’cizat-ı san’atına karşı, onlara dilleriyle “Mâşâallah, Bârekâllah, S [06.09.2023 20:45] Annem: Mektub بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ (Bu mektub üç mes’ele-i mühimmedir.) BİRİNCİ MES’ELE-İ MÜHİMME: “Fütuhat-ı Mekkiye” sahibi Muhyiddin-i Arab (K.S.) ve “İnsan-ı Kâmil” denilen meşhur bir kitabın sahibi Seyyid Abdülkerim (K.S) gibi evliya-i meşhure; küre-i arzın tabakat-ı seb’asından ve Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyza’dan ve Fütuhat’ta Meşmeşiye dedikleri acaibden bahsediyorlar; “gördük” diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise; halbuki, bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem Coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilaf-ı vaki’ ve hilaf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir? Elcevab: Onlar ehl-i hak ve hakikattırlar; hem ehl-i velayet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler, fakat ihatasız olan halet-i şuhudda ve rü’ya gibi rü’yetlerini tabirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rü’yadaki adam kendi rü’yasını tabir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşf ve şuhud dahi rü’yetlerini o halde iken kendileri tabir edemezler. Onları tabir edecek, “asfiya” denilen veraset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, asfiya makamına çıktıkları zaman, Kitab ve Sünnet’in irşadıyla yanlışlarını anlarlar, tashih ederler; hem etmişler. Şu hakikatı izah edecek şu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Şöyle ki: Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi “Uykum geldi.” deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki; sinek gibi birşey, yatanın burnundan çıkıp, süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki: “Ey arkadaş! Acib bir rü’ya gördüm.” O da der: “Allah hayır etsin, nedir?” Der ki: “Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acib bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altun dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir?” Uyanık arkadaşı dedi: “Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de, şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da, şu küçük deliktir. İşte kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim.” Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar, ikisini de dünyada mes’ud edecek altunları buldular. İşte yatan adamın gördüğü doğrudur, doğru görmüş, fakat rü’yada iken ihatasız olduğu için tabirde hakkı olmadığından, âlem-i maddî ile âlem-i manevîyi birbirinden farketmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, “Ben hakikî maddî bir deniz gördüm.” der. Fakat uyanık adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi farkettiği için tabirde hakkı vardır ki, dedi: “Gördüğün doğrudur, fakat hakikî deniz değil; belki şu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuş, kaval da köprü gibi olmuş ve hâkeza…” Demek oluyor ki; âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden farketmek lâzım gelir. Birbirine mezcedilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ: Senin dar bir odan var; fakat dört duvarını kapayacak dört büyük âyine konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen “Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum.”, doğru dersin. Eğer “Odam bir meydan kadar geniştir.” diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünki âlem-i misali, âlem-i hakikîye karıştırırsın. İşte Küre-i Arz’ın tabakat-ı seb’asına dair bazı ehl-i keşfin, Kitab v [06.09.2023 20:45] Annem: بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ الَّتِى كَتَبْتُمْ وَتَكْتُبُونَ Aziz, sıddık kardeşlerim! Onuncu Şua namında, yazdığınız Fihriste’nin İkinci kısmı bana şöyle kuvvetli bir ümid verdi ki: Risale-i Nur benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir bîçareye bedel, genç, kuvvetli çok Said’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risale-i Nur’un tekmil ve izahı ve haşiyelerle beyanı ve isbatı size tevdi’ edilmiş tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki; bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettim ise de çalıştırılamadım. Evet Risale-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ Kur’an kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir [06.09.2023 20:46] Annem: Yirmidördüncü Söz' den) BEŞİNCİ DAL Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor. Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet [06.09.2023 20:47] Annem: neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ Millet uyanmış, mugalata ve cerbeze ile iğfal olunsa, devam etmeyecektir. Hakikat telakki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile, o aldatmalar ve mugalatalar dağılacak ve hakikat meydana çıkacaktır inşâallah… Sizin işkenceli hapishanenizin hâli; zaman müdhiş, mekân muvahhiş, mahpusîn mütevahhiş, gazeteler mürcif, efkâr müşevveş, kalbler hazîn, vicdanlar müteessir ve me’yus, bidayet-i halde memurlar şematetli, nöbetçiler müz’iç olmakla beraber vicdanım beni tazib etmediği için o hâl bana eğlence gibi idi. Musibetlerin tenevvüü, musikînin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu. Hem de geçen sene tımarhanede tahsil ettiğim dersi, şimdi bu mektebde itmam ettim. Musibet zamanının uzunluğundan, uzun dersler gördüm. Dünyanın ruhanî lezzeti olan hüzn-ü masumane ve mazlumaneden, zaife şefkat ve gadre şiddet-i nefret dersini aldım. Ümidim kavîdir ki: Çok masumların kalblerinden hararet-i hüzün ile tebahhur eden Ây! Vây! ve Âh! lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. Ve Âlem-i İslâm’daki yeni yeni İslâm devletlerinin teşekkülleriyle o rahmetli bulut teşekküle başlamıştır. Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette lâübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel, vilayat-ı şarkıyenin hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam manasıyla hükümfermadır. Bildiğime göre edibler edebli olurlar. Edebsiz bazı gazeteleri naşir-i ağraz görüyorum. Eğer edeb böyle ise ve efkâr-ı umumiye böyle karmakarışık olsa; şahid olunuz ki, böyle edebiyattan vazgeçtim. Bunda da dâhil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında yani Başit başındaki ecram ve elvah-ı âlemi, gazetelere bedel mütalaa edeceğim. Muarradır feza-yı feyzimiz şeyn-i temennadan Bize dâd-ı ezeldir, zîrden bâlâdan istiğna Çekildik neşve-i ümidden, tûl-i emellerden Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı leyladan istiğna… Tenbih: Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve [06.09.2023 20:47] Annem: Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Ayetlerin Tefsiri İbadetin Hakikatı يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ❊ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Yani: “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz’ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur.” Mukaddeme Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan [06.09.2023 20:48] Annem: [Yirmi senedir gayr-ı resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğu ve sebebsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğü halde sükût eden bir bîçare ile resmî değil, hakikî ve ciddî görüşmek istersen az sizinle konuşacağım.] Evvelâ: İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektublarını tedkikten sonra, idare ve asayiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil; mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitablarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir seneddir. Yirmi seneden evvelki hayatım ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil, eski harb-i umumîde gönüllü alay kumandanı olarak başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve harekât-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara’daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb’usan beni orada görmekle alkışlamasıdır. Demek bu yirmi senede bana verilen azab, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı [06.09.2023 20:49] Annem: kudretine pek kolay ve pek ehven ve ibadına fevkalâde mühim ve pek şedid-ül ihtiyaç olan haşrin tekrar be tekrar va’dinde bulunmuştur. Malûmdur ki, hulf-ül va’d kudretin izzetine, rububiyetin merhametine zıddır. Zira va’din hilafını yapmak, cehlin veya aczin alâmetidir. Bu ise Kadîr-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak olan zâta muhaldir. Maahâza, insanların haşri nebatatın haşri gibidir. Bunu gören onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan va’di ise, bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların icmaiyle sabit olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’in lisanıyla da sabittir. Ezcümle: اَللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَ مَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا olan âyet-i kerime, büyük bir şiddet ve kuvvetle haşrin icadına söz veriyor. Fakat, bazı insan pek nankördür ki; bütün mevcudat, sıdkına ve hak olduğuna delalet ettiği o Mâlik-ül Mülk’ün sözlerini tasdik etmez, kendi hezeyanına ve ahmaklığına itimad eder. Ve keza bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. Evet görüyoruz ki: Koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti’ bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir. Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevî gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tâbi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır. Halbuki, azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zaîf, zâil, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak, bu dünya o azametli rububiyetin pek azîm ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mu’cizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki, tahrib edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve bâki bir âleme cüz’ olmak için tebdil edilecektir. Binaenaleyh bu tebeddülât ma’rezi olan âlemin Sâni’i için diğer tegayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zarurîdir. Maahâza, zahirden hakikata geçen ervah-ı neyyire ashabı ve kulûb-ü münevvere aktabı ve ukûl-ü nuraniye erbabı ve kurb-u huzur-u İlahîde dâhil olanlar, o Zât-ı Zülcelal’in muti’ler için bir dâr-ı mükâfat ve âsiler için bir dâr-ı mücazat ihzar ettiğini ve pek metin va’dler ile şedid tehdidleri olduğunu kat’î ihbar ediyorlar. Malûmdur ki, va’dleri îfa etmemek bir zülldür. Hâlık-ı Âlem züll ve zilletlerden münezzehtir. Ve aynı zamanda, o hakikatı ihbar eden ehl-i hakikat ve enbiya ve evliya ve asfiya cemaatlerine kâinat bütün âyâtıyla, kelimatıyla zahir olarak ihbarlarını teyid ve takviye ediyor. Ey insan! Bu haberden daha doğru bir haber ve bu sözden daha doğru bir söz var mıdır? Ve keza bu âlemin mutasarrıfı, dar ve muvakkat şu arz meydanında, âlem-i âhiretin büyük meydanının çok misallerini, nümunelerini her vakit gösteriyor. Ezcümle: Bahar mevsiminde arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır. Evet altı gün zarfında, o karışık nebatatın tohumlarından ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesedleri galatsız, haltsız kema-fi-s sâbık inşa ve iade etmekle, arz meydanında nebatî haşirleri yapan kudret, semavat ve arzı altı günde halketmesinden âciz değildir. Ve o kudrete nazaran göz işareti kadar kolay olan haşr-i insanîyi yapmamak imkânı var mıdır? Evet haşr-i nebatîde kelimeleri, yazıları tamamen silinmiş üçyüz bin kadar sahifeleri, birlikte, bilâ-halt ve bilâ-galat kısa bir zamanda eski yazılarını iade eden bir kudrete, tek bir sahifeden ibaret bulunan haşr-i insanî ağır gelir mi? Hâşâ! İşte o kudret sahibi, lisan-ı Kur’an ile emrettiğiفَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللّهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ � [06.09.2023 20:49] Annem: Söz بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ الر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ [Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar hükmünde o hakikatların bir kısım nazirelerine işaret edeceğiz ve hâtimesinde bir ders-i ibret ve bir sırr-ı inayet beyan edilecek. O hakikatlardan Haşir ve Kıyametin nazireleri, Onuncu Söz’de, bilhâssa Dokuzuncu Hakikatında zikredildiği için tekrara lüzum yoktur. Yalnız sair hakikatlardan nümune olarak “Beş Mes’ele” zikrederiz.] Birincisi: Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ “Altı günde gökleri ve yerleri yarattık.” demek olan; hem belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibaret olan eyyam-ı Kur’aniye ile insan dünyası ve hayvan âlemi altı günde yaşıyacağına işaret eden hakikat-ı ulviyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelal’in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları, nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Evet güya insanlar gibi dünyalar dahi, birer misafirdir. Her mevsimde Zât-ı Zülcelal’in emriyle âlem dolar, boşanır. İkincisi: Meselâ:  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ ❊ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ ❊ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: “Bütün eşya, bütün ahvaliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor.” demek olan hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakikat nerede? Ehl-i gafletin telakkileri nerede? Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melaike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadık’ın tasvir ettiği, meselâ kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetlerini ifade eden hakikata çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelal  تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ ❊ وَ سَخَّرْنَا الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ مَعَهُ ❊ اِ [06.09.2023 20:50] Annem: : Bazı risalelerde ve sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalalet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki hilkat-i kâinatın bir netice-i a’zamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatla mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a’zamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip, camid, fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir. İşte enva’-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor. Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur’an-ı Hakîm’in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’anın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesine ittibadır. Gir ve tâbi’ ol! ONİKİNCİ İŞARET: Dört sual ve cevabdır. Birinci Sual: Mahdud bir hayatta, mahdud günahlara mukabil, hadsiz bir azab ve nihayetsiz bir Cehennem nasıl adalet olur? Elcevab: Sâbık işaretlerde, hususan bundan evvelki Onbirinci İşaret’te kat’iyyen anlaşıldı ki: Küfür ve dalalet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür. İkinci Sual: Şeriatta denilmiştir ki: “Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlahî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir? Elcevab: Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki: İnsan, icadsız bir cüz’-i ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müdhiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi; nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes’uliyetini, o çeker. Çünki onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şerr ademî olduğu için, abd ona fâil oldu. Cenab-ı Hak da halketti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azab ile çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler; kesb-i insanî ve cüz’-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan, onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata tarafdar değildir, belki rahmet-i İlahiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahib olabilir. Ve sahib olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlahiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Va’d-i İlahî ile verilecek [06.09.2023 20:51] Annem: Hem bütün kâinatı enva’ıyla beraber bir kitab-ı kebir-i hikmet ve öyle bir kitab ki; her harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitab hükmüne getiren hakîmiyet-i İlahiyenin cemal-i bîmisaline bak, gör. Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan ve bütün ecram-ı ulviye ve süfliyenin müvazenelerini idame ettiren ve güzelliğin en mühim bir esası olan tenasübü veren ve her şeye en güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve cezalandıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak gör. Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını, buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı sâniyesini çekirdeğinde yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfıziyet-i Rabbaniyenin letafetli cemalini gör [06.09.2023 20:51] Annem: (Bu uzun fıkra Hulusi Bey’indir) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ Eyyühe-l Üstad-ül Aziz! Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mes’elesini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum. Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazu’ları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arzedeceğim: Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatına merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş [06.09.2023 20:51] Annem: YEMEK............ KELLE-PAÇA ÇORBASI

MALZEME: 1 koyun başı, 4 ayak, biraz karın, 1 kaşık tereyağı, 3 kaşık zeytinyağı, 2 kaşık un, tuz, kırmızı biiber, sirke, sarımsak.
YAPILIŞI: Önce kelle 4-5 saat suda bekletilir. Daha sonra süzülerek düdüklü tencereye alınır. Üstünü geçecek kadar su eklenir. Kaynamaya başladıktan sonra ortalama 30-40 dakika arasında pişer. Kelle paçanın suyu bir kenara ayrılır. Tencereye alınan etler ayrılarak didiklenir.
Küçük küçük doğranan bir miktar işkembe de ayrı bir tencerede pişirilir, suyu süzülür. Bir başka tencereye tereyağı ve zeytinyağı alınır. Yağ hafif kızınca un eklenir ve eriyene kadar karıştırılır. Kelle paçanın suyu ilâve edilir. Ardından didiklenen etler ve işkembe eklenir. Kaynamaya başladıktan sonra tuz konur. 1 tatlı kaşığı toz biber yağda kızdırılır, çorbaya eklenip güzelce karıştırılır. Pişen çorba, sirke ve sarımsakla sıcak servis yapılır.
¥    ¥    ¥
Türk mutfağının sakatat kategorisinde yer alan kelle paça çorbası, pek çok hastalığa iyi geliyor, faydaları saymakla bitmiyor. Uzmanlar bu çorbanın faydalarını anlatırken; sirkeli ve sarımsaklı sosla beraber tüketilmesini tavsiye ediyor.
H Tam bir şifa deposu. İçindeki vitamin ve minerallerle doğal antibiyotik etkisi gösterir ve bağışıklığı güçlendirir.
H Eğer hastaysanız ve  enerjiniz bir an önce gelsin istiyorsanız kelle paça çorbası yemelisiniz.
H Hem kemik sağlığı hem de cilt sağlığı için gerekli olan kolajen bol miktarda bulunur.
H İncinme, çatlak, kırık veya zedelenme gibi durumlarda kısa sürede iyileştirir.
H Kas gelişimi ve kemiklerin güçlenmesine yardımcı olur.
H Protein, antioksidan ve kolajen yönünden zengindir ve düzenli olarak içilmelidir.
H Normal kilosunun altında olan ve kilo alamayanlar içebilirler. 
H Saç dökülmesi problemlerinde tam bir şifa kaynağıdır.
H Vücudu tepeden tırnağa yeniler, göz sağlığı için faydalıdır.
H Antioksidan özelliği ile vücuttaki enfeksiyonu ve kötü bakterileri kısa sürede temizler.
Türkiye genelinde araştırma yapan Areda Survey, katılımcılara “En sevdiğiniz çorba çeşidi hangisidir?” sorusunu sordu. Anket sonucunda %23,7 ile kelle paça çorbası ilk sırada yer aldı.

 

06.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [06.09.2023 20:52] Annem: 'Dünyada, gönül zenginliği içinde bulun ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikmeden yaşa ki insanlar seni sevsin.' (Hadis-i Şerif) Semerkand Takvimi [06.09.2023 20:53] Annem: Tasavvuf Terbiyesi Tasavvuf, kişiyi Peygamber’ine bağlı, onun bildirdiklerine sadık bir müslüman yapmaya çalışırken, nefis, şeytan ve kötü insanlar da düşmanlıklarından geri kalmayacaklardır. Fakat tasavvuf terbiyesi zaten bu düşmanları alt ederek ilerlemeyi sağlamak içindir. En önemli düşman da kişinin kendi nefsidir. Nefis aşırı isteklerle dünyaya yönelir, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı lâkayt ve tembel davranıp sadece kendi zevklerinin tatminini ister. Kalbi de aşağı çekmeye çalışır. Çünkü kalp melekleşmeye meyilli olduğundan nefsin istediği hayatla tamamen zıt hareket edip onu engeller. Kalp nefse teslim olmadığı sürece nefsin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü kalp insan varlığında en önemli yere sahiptir ve padişah hükmündedir. Bu padişahın hastalanıp yataklara düşmüş, kimseye söz geçiremeyip çevresine oyuncak olmuş hali içler acısıdır. Fakat insanın aklı kalbin yardımcısıdır. Eğer akıl insafla hareket eder, geçici dünyaya bağlanmanın, gerçek ve sonsuz hayat olan ahirete sırt dönmenin saçmalığını itiraf ederse, kalbe yardım etmiş olur. Semerkand Takvimi [06.09.2023 20:53] Annem: “İman yetmiş yahut altmış bu kadar şubedir. En yükseği "Le İlahe İllallah" Allah’tan başka ibadet edilecek sözü dinlenecek gerçek ilah yoktur sözüdür. En aşağısı ise eziyet verecek şeyleri yollardan kaldırmaktır, utanmak da imanın bir parçasıdır.” (Buhârî, İman 3; Müslim, İman 58) [06.09.2023 20:53] Annem: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir! el-A'RÂF Sûresi 54.Ayet [06.09.2023 20:53] Annem: ) Mevlid Mevlid kelimesi, “doğum, doğum yeri ve doğum vakti” gibi anlamlara gelir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğumunu anlatmak için kullanılan “mevlîd-i nebî” Türkçemiz’de kısaca mevlid kandili olarak anılır. Mısır’da Fâtımîler döneminde başlatılan Hz. Peygamber’in doğumunu anma ve kutlama törenleri, çok geçmeden Eyyûbîler tarafından benimsenerek çeşitli törenler ve şenlikler yapılmış, âlim, şair, din ve devlet işlerinde yararlık gösterenlere hil‘atler giydirilmiş ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra mevlid törenleri İslâm dünyasında yaygınlık kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Esasen Resûlullah’ın doğum yıldönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlid töreni giderek, Kadir, Mi‘rac, Regaib ve Berat gecelerinde veya sünnet, evlenme, ölüm, deprem gibi önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur. Osmanlılar döneminde mevlid törenine ayrı bir önemin verildiği bilinmektedir. Osmanlı’nın ileri döneminde Mevlid Alayı diye anılan görkemli törenlerde şeyhülislâm, vezirler ve diğer askerî ve mülkî erkân, büyük müderrisler, belli bir düzen içinde rebîülevvel ayının on ikisinde Sultan Ahmed Camii’nde yerlerini alırlardı. Padişahın gelmesinden sonra vaazlar verilir, mevlidhanlar tarafından Süleyman Çelebi’nin yazdığı mevlid okunur ve bu esnada Medine’den getirilmiş olan hurmalar camide bulunanlara ikram edilirdi. Günümüzde de Türkiye Diyanet Vakfı Peygamberimiz’in doğumunu anmak ve kutlamak amacıyla o haftayı “Kutlu Doğum Haftası” olarak ilân etmiş ve yüzyıllardan beri süregelen bu geleneğe ayrı bir anlam katmıştır. Bu hafta münasebetiyle çeşitli ilmî, fikrî, dinî paneller ve sempozyumlar yapılmakta, çeşitli alanlarda yarışmalar düzenlenmektedir. ...Daha az [06.09.2023 20:54] Annem: İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.  Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar. [Enam Sûresi.92] [06.09.2023 20:54] Annem: (Bir Ayet - Bir Yorum) ALLAH’IN RAZI OLDUĞU KULLAR Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde, takva sahip- lerinden (Âl-i İmrân,3/15), sadıklardan (Mâide, 5/119), iman, hicret ve cihad edenlerden (Tevbe, 9/21) ve bunun en güzel örneklerini sergileyen sahabe-i kiramdan (Tevbe, 9/100; Fetih, 48/18) razı oldu- ğunu belirtir. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Al- lah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedi olarak ka- lacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerin- de çok güzel köşkler vaad etti. Allah’ın rızası ise, bunların hep- sinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 9/71-72) DİNÎ KAVRAMLAR ÂMÎN Yüce Allah’ın kabul etme- sini temenni amacıyla dua sonunda “kabul buyur” an- lamında söylenen bir söz- dür. Bu kelime Kur’an’da geçmemektedir. Peygam- berimiz (s.a.s.), duanın sonunda âmîn denilmesi- ni tavsiye etmiştir (Müslim, “Salât”, 62, 87; Buhârî, “Ezân”, 111). Namazda Fâtiha sûresi okunduktan sonra âmîn demek sünnettir (İbn Mâce, “İkâme”, 14). ÖZLÜ SÖZ Alkolün sarhoşluğu ölüme, sanatın sarhoşluğu ölümsüzlüğe götürür. (Peyami Safa) [06.09.2023 20:54] Annem: Toplu halde, belirli düzen ve kurallara uyarak yaşama, sadece insana mahsus bir kabiliyet ve ihtiyaç olmayıp bütün canlılar için söz konusudur. Son dönemlerde yapılan araştırmalar, hayvanların da ihtiyaç, şart ve fıtratlarına uygun biçimde çeşitli gruplar oluşturdukları ve bu birlikteliği belli kurallara bağladıkları, aykırı davrananlara bazı yaptırımlar uyguladıkları, aynı hususun bitkiler için de geçerli olup bu konunun yeni bir bilim dalı olan "bitki sosyolojisi"nin alanını teşkil ettiği bilinmektedir. Bununla birlikte sosyal hayata en yatkın olan ve buna en çok ihtiyacı bulunan varlığın da insan olduğu açıktır. İşte, sosyal düzen kuralları bu tabii ihtiyacı en iyi şekilde karşılamaya ve birlikte yaşamayı çekilmez olmaktan çıkarıp anlamlı kılmaya yönelik önlemlerdir. Din, ahlâk ve hukuk kuralları da bir yönüyle sosyal hayatı düzene koymayı, insanların birbirlerine zarar vermeden hatta destek olarak yaşamasını ve neticede birlikte yaşamayı güzelleştirmeyi hedeflerler. Sosyal düzen kurallarının önemli bir kısmını görgü kuralları (âdâb-ı muâşeret) denilen birlikte yaşama sanatı oluşturur. Ahlâk ilmiyle ve kurallarıyla da iç içe olan bu kurallar, bireyin benliğine yerleşen iyi huydan ve iyiyi kötüden ayırıp onu iyiye yönlendiren melekeden (edep) beslenir; beğeni, takdir ve kınanıp ayıplanma şeklinde toplumsal yaptırımla da desteklenir. Netice itibariyle toplum halinde yaşamanın yazılı olmayan anayasasını oluşturur, insan olmanın nezaketini hatta kişinin kendine saygısını temsil eder. İslâm dininin özünü iman esaslarının, ana unsurunu da ibadetlerin teşkil ettiği doğrudur, fakat dindarlık bunlardan ibaret değildir. Dindarlık, yaratana kulluk, yaratılana şefkat ve saygı, hiçbir canlının hakkını ihlâl etmeden, hiçbir kalbi incitmeden hak ve istikamet üzere yaşama demektir. Bireysel huzur, güven ve mutluluk için de toplumsal sükûn ve barış için de bu gereklidir. Din ve dindarlık öyle anlaşılmaz ve uygulanmazsa, ortaya kaba, hoyrat ve bencil bir dindar tipi ön plana çıkar; cahil kesimler de dini böyle algılar ve dinden uzaklaşırlar. Genel ahlâk, âdâb, görgü ve nezaket kuralları insanlara dini hoş göstermek için değil, dinin ve dindarlığın tabii gereği olduğu için benimsenmeli ve uygulanmalıdır. Böyle olduğu için de ahlâk ve âdâb dinî kültürümüzde vazgeçilmez bir öneme sahip olmuş, dinî hayatımızın ve eğitimimizin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmiştir. Âdâb-ı muâşereti öğrenmenin farz-ı ayın sayılması da bu sebepledir (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, I, 29). Ahlâk ve âdâb grubunu teşkil eden değer ve kurallar doğal ve sosyal çevrenin korunmasında da etkin, yapıcı ve uyarıcı bir role sahip olup bu alandaki diğer çabalara güçlü bir destek sağlar. Âdâb, görgü ve sosyal düzen kurallarının özü ve mahiyeti aynı olmakla birlikte biçim ve şekilleri toplumdan topluma değişebilir, kültür ve gelenek farklılıklarına tâbi olarak farklılık gösterebilir. Bunlar arasında trafik kuralları, genel sağlık ve koruyucu hekimlik kuralları gibi oldukça evrensel nitelikte olanlar da toplantı, sohbet, toplu ibadet, ziyafet, toplu taşıma araçlarında seyahat gibi mahallî karakteri ağır basanlar da bulunabilir. Bu tür sosyal düzen kurallarına uymak, toplu halde yaşamanın ve başkalarına saygılı davranmanın tabii gereği olduğu gibi dinin genel ilke ve amaçlarının, büyüklere saygı ve küçüklere sevginin, toplum düzenini ve kul hakkını ihlâl yasağının da gereğidir. Toplumsal düzeni bozucu, insanların birlikte ve güven içinde yaşamasını güçleştirici, toplumsal kargaşa ve bozgunculuğa yol açıcı davranışlar dinî literatürde fitne ve fesat terimleriyle ifade edilir ve şiddetle kınanır. Yoldan geçenlere eziyet veren olumsuz bir durumun giderilmesinin imandan bir parça sayıldığı, ağaçtaki kuş yuvasının bozulmasının insanl� [06.09.2023 20:55] Annem: Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'in ahdine ve insanlarin (müminlerin) himayesine siginmadikça kendilerine zillet (damgasi) vurulmustur; Allah'in hismina ugramislar ve miskinlige mahkum edilmislerdir Çünkü onlar, Allah'in âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksiz yere peygamberleri öldürüyorlardi Bu da, onlarin isyan etmis ve haddi asmis bulunmalarindandir (AL-İ İMRAN/112) Sözlerinden dönmeleri, Allah'in âyetlerini inkâr etmeleri, haksiz yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kiliflanmistir" demeleri sebebiyle (onlari lânetledik, türlü belâlar verdik Onlarin kalpleri kilifli degildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmustur; pek azi müstesna artik iman etmezler (NİSA/155) Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla su gerçek belli olmadi mi ki: Eger biz dileseydik onlari da günahlarindan dolayi musibetlere ugratirdik! Biz onlarin kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) isitmezler  (A'RAF/100) Iste o ülkeler Onlarin haberlerinden bir kismini sana anlatiyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçik deliller getirmislerdi Fakat önceden yalanladiklari gerçeklere iman edecek degillerdi Iste kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler  (A'RAF/101) (O taslar:) Rabbin katinda isaretlenerek (yagdirilmistir) Onlar zalimlerden uzak degildir  (HUD/83) Biz yakinda onun burnuna damga vuracagiz (kibirini kirip rezil edecegiz)  (KALEM/16) [06.09.2023 20:55] Annem: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Mü'min, mütemadiyen rüzgarın eğici tesirine mâruz bir bitkiye benzer. Mü'min, devamlı belalarla başbaşadır. Münâfığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz." Buhârî, Mardâ 1; Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkûn 58, (2809). [06.09.2023 20:55] Annem: “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” [Bakara Sûresi.128] [06.09.2023 20:55] Annem: "Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin herşeye gücün yeter." (Tahrim, 66/8) [06.09.2023 20:55] Annem: Allah korkusu olmayan gönülde Allah sevgisi yaşamaz. Allah’ı seven sevilmeye layık olur.[Mehmet Akif Ersoy] [06.09.2023 20:57] Annem: Asr-ı Sânî İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı. İslâm memleketlerinde ikindi ezânları, asr-ı evvele göre okunmaktadır. İkindi namazı, asr-ı sânîde yâni bu ezândan kışın 36, yazın ise 72 dakîka sonra kılınırsa, İmâm-ı a'zâm'a uyulmuş olur. (İbn-i Nüceym) [06.09.2023 20:57] Annem: Balamir  T. Gürbüz iri yapılı     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [06.09.2023 20:58] Annem: Cuma ve bayram namazı gibi ibadetlerden kadınların muaf tutulmaları nasıl açıklanabilir? Cuma namazı, akıllı, ergenlik çağına erişmiş, sağlıklı, hür ve mukim erkek Müslümanlara farzdır. Kadınlar, hürriyeti kısıtlı olanlar, yolcular ve cemaate gelemeyecek kadar mazereti olanlar cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler. Ancak cuma namazını kılmaları halinde bu namazları geçerli olup ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Cemaatle cuma namazı kılmak, her Müslüman’a farzdır. Ancak, köle, kadın, çocuk ve hastaya farz değildir” (Ebu Davud, Salat, 216) buyurmuştur. Diğer bir hadislerinde ise: “Kadın, çocuk, köle ve hasta hariç, cuma namazı her Müslüman’a farzdır.” (Beyhaki, es-Sünenü’l-kübra, III, 246; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 4, 65, H. No: 5190) buyurmuştur. Asr-ı saadetten günümüze kadar müçtehit imamlar, alimler ve bütün müslümanlar, cuma namazının kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir (İbnü’l- Hümam, Fethü’l-Kadir, II, 62; İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, I, 157; İbn Kudame, Muğni, II, 193; İbn Hazm, el-Muhalla, III, 259; Şirbini, Muğni’l-muhtac, I, 276). Cuma namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir. Diledikleri takdirde, camiye gidip cemaatle cuma namazı kılmalarında dinen bir engel yoktur. Hatta, hutbe ve vaazlardan istifade etmeleri için cuma namazlarına devam etmeleri tavsiye olunur. Bayram namazlarında da aynı durum söz konusudur. Hz. Peygamber döneminde kadınların, namaza katıldıkları; adetli oldukları için namaz kılamayacak durumda olanların ise Musallanın kenarında durup tekbirlere katıldıkları ve hutbeyi dinledikleri bilinmektedir (Buhari, Salat 2; Müslim, Salatü’l-ideyn, 10, 11). [06.09.2023 20:59] Annem: “Dalâle düşmüşlerden başka kim, Tanrı’sının rahmetinden ümîdini keser?” (Kur’an, Hicr, 56) Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin! “Ölmüş” mü dedin? Âh onu öldürmeli miydin? Hakkın ezelî fecri boğulmazdı, a zâlim, Ferdâların artık göreceksin ki ne muzlim! Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez; Yıllarca bakınsan, bir ufak lem’a görünmez. Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin; Girdâba vurur alnını koştukça hayâlin! Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin. Arkanda mı, karşında mı sâhil, seçemezsin. Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın! Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın: Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de, Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde. Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın; Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın! Ey, Hakk’a taparken şaşıran, kalb-i muvahhid! Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o da: Mülhid. Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye’sin? Hâşâ! Bunun imkânı yok, elbette bilirsin. Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun? Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun? Doğduk, “Yaşamak yok size!” derlerdi beşikten; Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten! Telkîn-i hayât etmedi asla bize bir ses; Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, Ye’sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı; Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı! “Devlet batacak!” çığlığı beyninde öter de, Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde! “Devlet batacak!” İşte bu öldürdü şebâbı; Git yokla da bak, var mı kımıldanmaya tâbı? Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik , Batmazdı bu devlet, “Batacaktır!” demeyeydik. Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır; Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır. Kâfî ona can vermeye bir nefha-i îman; Davransın ümîdin, bu ne heybet, bu ne hirman? Mâzîdeki hicranları susturmaya başla; Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşla, Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol... Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. İstanbul, 30 Teşrînievvel 1335 (30 Ekim 1919) [06.09.2023 20:59] Annem: 98 RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-I Ekmek israfının önlenmesi konusunda toplumun bilinç- lendirilmesini amaçlayan ve yurt genelinde çeşitli bilgilendirici çalışmalarla sürdürülen “Ekmek İsrafını Önleme Kampanya- sı”na, toplumun her kesiminin sahip çıkması ve destek olma- sı gerekmektedir. Çünkü çöpe atılan her dilim ekmekle millî servetimiz, doğal kaynaklarımız, emeğimiz ve geleceğimiz de heba olmaktadır. Bu bakımdan çöpe atılan her parça ekmek ile nelerin çöpe atıldığı, nelere sebep olunduğu bir kere daha düşünülmelidir. Sahip olunan zenginlikler, insanlara israfla kaynaklarını heba etme hakkını vermediği gibi “dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, onu çocuklarımızdan ödünç al- dık” bilinciyle hareket edilmeli ve sahip olunan bu zengin- likler korunmalıdır. Yüz milyonlarca insanın aç uyuduğu ve açlık nedeniyle hayatını kaybettiği bir dünyada; ekmeğimizi, emeğimizi ve geleceğimizi israf etmemeliyiz. İsraf edilen her dilim ekmekte, dünyadaki aç insanların hakkının bulunduğu unutulmamalıdır. Son olarak Hz. Peygamber’in şu hadisini paylaşalım ve bir- birimize hatırlatalım: “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka ve- riniz.”94 94 Tirmizî, Birr, 41, IV, 343 RAMAZAN GUNLÜKLER - I.indd 98 27.04.2019 00:11:13 [06.09.2023 21:00] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 7 8 ∙∙∙ üstü niteliklerle övdüğü gibi siz de beni övmeyiniz. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum. Benim için Allah’ın kulu ve resulü deyiniz.”38 buyurması da bu hususun güzel örnek- lerinden birini oluşturur. Belirtmeye çalıştığımız bu hususlara bağlı olarak şunları da söylemeliyiz: Müslümanın Allah’tan başka varlıklara duyacağı saygı ve sevgi yaratılmışlık sınırlarının ötesine geçmemelidir. Allah sevgisi, ister anne baba, evlât, eş ve dost olsun isterse değer verilen bir âlim ya da şeyh olsun hepsinden üstün olmalıdır. Allah sevgisine hiçbir sevgi ortak olamaz. En yüce sevgi, tâzim ve hürmet ancak Al- lah içindir. Allah’tan başka herhangi bir varlığa kutsallık atfedilemez, aşırı tâzimde bulunulamaz. Meselâ Kâbe, Hacerülesved, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ, Hz. Pey- gamber’in hırkası ve sakalı gibi değerler, müslümanların hayatında kapladıkları yer ve taşıdıkları hâtıralar açısın- dan saygıya lâyıktır. Ancak Hz. Ömer’in Hacerülesved için dile getirdiği, “Senin zararı ve faydası dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum; Resûlullah’ın seni öptüğü- nü görmeseydim ben de öpmezdim.”39 sözü, bu hususta sergilenmesi gereken doğru tavrı ortaya koymaktadır.40 Allah’ın birliği ve tevhit konusuna son vermeden önce kabir veya türbe ziyareti, adak adama, kurban kesme gibi uygulamaların tevhit açısından ne konumda bulunduk- larına da işaret etmek gerekecektir. Türbe ve kabir zi- yaretinden maksat ölümü hatırlamak, ölüm gelmeden önce kendi kendimizi muhasebe etmektir. Türbe ya da 38 Buhârî, “Enbiyâ”, 48; Dârimî, “Rikāk”, 68; Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, I, 23, 24, 47, 55. 39 Buhârî, “Hac”, 50; Müslim, “Hac”, 248-251. 40 Topaloğlu, Allah İnancı, s. 62-66; Topaloğlu v.dğr., İslâm’da İnanç Esasları, s. 86-110; Mustafa Sinanoğlu, “Şirk”, TDV İslâm Ansik- lopedisi, XXXIX, 193-198. ALLAHA İMAN.indd 78 12.03.2015 09:08:59 [06.09.2023 21:01] Annem: Ravi: Ebu Vail (ra) Ebu Vail, Rebia kabilesinden el-Haris İbnu Yezid el-Bekri adında bir adamdan naklen anlatıyor: "Medine'ye gelmiştim, Resulullah (sav)'ın yanına gittim. Mescid, cemaatle dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal (ra) kılıcını kuşanmış, Resulullah ()'ın yanında duruyordu. Ben: "Bu insanların derdi ne, (ne oluyor)?" diye sordum. "Resulullah (sav) Amr İbnu'l-As'ı, Rebia'ya doğru göndermek istiyor, (onun hazırlığı var)!" dediler. Ben: "Ad elçisi gibi olmaktan Allah'a sığınırım" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "Ad elçisi de nedir?" buyurdular. Ben: "Bunu çok iyi bilen kimseye düştünüz. Ad (kavmi) kıtlığa uğrayınca Kayl'ı kendileri için su aramaya gönderdi. Kayl da, Bekr İbnu Muaviye'ye uğradı. O, buna şarap içirdi ve Mekke'de o sıralarda seslerinin ve tegannisinin güzelliğiyle meşhur Cerade isminde iki cariye de şarkılar söyledi. [Bu suretle bir ay kadar kaldıktan sonra], Mühre (İbnu Haydan kabilesinin) dağına müteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki: "Ey Allahım! Ben sana ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fidyesini ödeyeceğim bir esir için gelmedim. Sen kulunu, sulayıcı olduğun müddetçe sula. Onunla birlikte Bekr İbnu Muaviye'yi de sula. -Böylece kendisine içirdiği şarap için ona teşekür eder." Bunun üzerine onun için üç parça bulut yükseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri de siyah. Ona: "Bunlardan birini seç!" denildi. O, bunlardan siyah olanını seçti. Ona: "Ad kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu bulutu toz duman olarak al!" denildi." Bunu söyleyince (sav): "(Onlara) sadece şu -yüzük halkası- miktarında rüzgar gönderildi" buyurdular ve arkasından şu mealdeki ayet-i kerimeyi tilavet ettiler: "Ad (kavminin helak edilmesinde) de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgarı göndermiştik. Öyle bir rüzgar ki, her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu" (Zariyat 41-42). Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Tefsir, Zariyat, (3269, 3270) Hadisin Açıklaması: 1- Ebu Bekr İbnu'l-Arabi'nin hadisten çıkardığı bazı tesbitleri kısmen özetleyerek sunuyoruz: 1) Eski milletlerle ilgili haberler, dini ilgilendirmediği  takdirde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dışınaki kimselerden de dinlenebilir, bu caizdir. 2) Bu hadisin aslı uzun ise de, Tirmizî kısaltarak almıştır. Aslına göre Resulullah'a Ad elçisinin hikâyesini anlatan el-Haris İbnu Yezid el-Bekrî, Medine'ye, Aleyhissalâtu vesselâm'dan memleketindeki birkısım arazinin tasarruf yetkisini talep etmek üzere gelmiş birisi idi. Resulullah'ın yanında, aynı şeyi talep eden Temimli bir yaşlı kadın görünce: "Ey Allah'ın Resulü! Ben, Âd kavminin elçisi Kayl İbnu Anz gibi olmaktan Allah'a sığınırım!" der. Bunu nüzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen onların kıssasını biliyor musun?" diye sorar: Haris İbnu Yezid: "Evet!" der ve anlatır: "Biz, onların memleketine iyiliklerini talep etmek üzere gelenlerdeniz. Atalarımız bize onlarla ilgili haberler anlattılar. Bu haberleri küçükler büyüklerden öğrenip yeni gelenlere anlatırlar!" der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine hadiste geçtiği üzere sorusunu sorar ve diğeri anlatır. 3) İslam, tevatür bulduğu takdirde, kâfirin haberini kabul eder, bu hadiste onun delili var. 4) Âd kavminin su talebi için elçi göndermelerinin meşru bir aslı mevcuttur. Nitekim bütün şeriatlerde buna rastlanır. Bizde de araziye çıkıp yağmur duasında bulunmak sünnettir. 5) O sıralarda Mekke'de Amalika kavmi vardı. Bunlar Bekr İbnu Muaviye kabilesine konakladılar. -Muaviye İbnu Bekr İbni Şübeym kabilesi de denmiştir.- Ama burada eğlenceye yöneldiler. Bekr'in meşhur iki çalgıcı cariyesi Ceradeler, Âd ve Semud için onlara şarkılar söylediler. Şiirlerinde, ne maksadla geldilerse onun yerine getirilmesini talep  etmeyi teşvik eden sözler vardı. Bu şiiri, Muğribe İbnu Bekr, Âd kavmine helakın gelmesinden kor [06.09.2023 21:04] Annem: Resulullah (sav) müzabene'yi yasakladı. Müzabene, yaş hurmayı, ölçeğe vurarak kuru hurma mukabili satmaktır, keza taze üzümü ölçeğe vurarak kuru üzüm karşılığmda satmaktır. Kaynak: Buhari, Büyu 75, 82; Müslim, Büyu 74 (1542); Ebu Davud, Büyu 18, (3361); Nesai, Büyu 33, (7, 266); Tirmizi, Büyu 63, (1300); Muvatta, Büyu 23, (2, 624) Rivayet: İbnu Ömer [06.09.2023 21:04] Annem: 5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı 871- Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbn Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: «İbn Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinlik yapardı.» 872- Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman’dan, onlar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mânın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hazret-i Bilâl ile birlikte İbn Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler» İbn Ebî Şeybe ile İbn Münzir'in rivâyetlerine göre Abdullah İbn Mes'ûd, İbn Zübeyr (radıyallahü anhüma) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe’nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki Ebû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî İmâmları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Muhit», «Ez-Zâhire» ve «El-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın İmâm olması bile evlâdır. «El-Burhan» nâm eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın İmâm olması evlâdır; Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbn Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi» denilmektedir.     [06.09.2023 21:04] Annem: İLMİN ÜSTÜNLÜĞÜ "...Ey Rabbim! ilmimi artır de." (20 Taha, 114) "...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ( 39 Zümer, 9) "...Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir..." (58 Mücadele, 11) "...Kulları arasından yalnızca, anlama ve kavrama yeteneğine yani vahiy bilgisine sahip olan alimler Allah'tan gereği biçimde korkarlar." (35 Fatır, 28) 1377: Muaviye (Allah Ondan razı olsun)'dan bildirildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: "Allah kimin hakkında hayır isterse onu din hususunda bilgi ve anlayış sahibi kılar." (Buhari, İlim, 10; Müslim, İmara, 175) 1378: Abdullah ibni Mes'ud (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: "Yalnızca şu iki kimseye imrenilir, onlar gibi olmak istenebilir veya bu iki kimseye hased edilir ve bunlardaki bu nimetin yok olması istenir. 1. Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse, 2. Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmedip onu başkalarına öğreten kimse." (Buhari, İlim, 15; Müslim, Müsafirin, 268) 1379: Ebu Musa el-Eş'ari (Allah Ondan razı olsun)'den bize aktarıldığına göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Allah'ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağan yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir kısmı verimli bir toprak olup, bol çayır ve ot bitirir, bir kısmı da suyu emmeyip üzerinde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır, hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o biriken su ile sularlar. Yine yağmurun yağdığı öyle bir yer daha vardır ki, orası düz ve kaypaktır. Ne suyu üzerinde tutar, ne de ot bitirir. İşte bunun gibidir ki, Allah'ın dininde anlayışlı olup(bilgili olup) Allah'ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem de öğreten kimse ile buna kulak asmayıp başını bile kaldırmayan Allah'ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin durumu bu kaypak kaya gibidir." (Buhari, İlim, 70; Müslim, Fezail, 15) 1380: Sehl ibni Sa'd (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ali (Allah Ondan razı olsun)'a şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete eriştirmesi, senin en kıymetli dünya malı olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır." (Buhari, Fezailu'l-Ashab, 9; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 34) 1381: Abdullah ibni Amr ibni As (Allah Onlardan razı olsun)'dan bildirildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: "Benim vasıtamla size ulaştırılan Kur'an'dan bir ayet bile olsa insanlara ulaştırınız. Sizden önce yaşayan toplumlardan olan İsrailoğullarının ibretli kıssalarından bahsetmenizde de bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan uydurarak hadis isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın." (Buhari, Enbiya, 50) 1382: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Kim Kur'an ve sünnet ilmini öğrenmek için bir yola girerse Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." (Müslim, Zikr, 39) 1383: Yine Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Hidayete Allah'ın dosdoğru yoluna çağıran kimseye kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir.Buna rağmen onların sevabından da hiçbir şey eksilmez." (Müslim, İlim, 16) 1384: Yine Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı sona erer. Yalnız şu üç şey bunun dışındadır: 1. Sadakayı cariye (istifadesi devam eden yol, su, köprü gibi yapılar) 2. İstifade [06.09.2023 21:04] Annem: “Ama kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu güçlü irade gerektiren işlerdendir...” Şûrâ, 42/43 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [06.09.2023 21:04] Annem: Ebû Mes'ûd el-Bedrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerden bir adam hesaba çekildi; hayır namına hiçbir şeyi bulunamadı. Fakat bu adam insanlarla düşer kalkardı ve zengin bir kimse idi. Hizmetçisine, darda kalan fakirlerin borcunu affetmesini emrederdi. Azîz ve Celîl olan Allah: "Biz affetmeye ondan daha lâyıkız; onu affediniz" buyurdu." Müslim, Müsâkât 30. [06.09.2023 21:05] Annem: Resulullah (sav) muhabere ve muhakale'yi yasakladı. Ata der ki: Cabir bize şu açıklamayı yaptı: Muhabere: Boş araziyi, sahibi bir başkasına verir. Alan adam bütün masrafları karşılayarak tarlayı eker. Tarla sahibi mahsulden hisse alır, Müzabene'ye gelince, bunun "daha ağaçta iken yaş hurmayı, kuru hurma ile ölçekle satmak" olduğunu söyledi. Muhakale ise, ekinden cari bir alış-veriş, müzabene'ye benzer, ekinin ölçekle buğday mukabili satılmasıdır. Buhari, Şürb 17; Müslim, Büyu 53, (1536); Tirmizi, Büyu 55, (1290), 72, (1313); Ebu Davud, Büyu 24, (3374-3375); Nesai, Büyu 39, (7, 270) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [06.09.2023 21:05] Annem: “Ama kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu güçlü irade gerektiren işlerdendir...” Şûrâ, 42/43 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [06.09.2023 21:05] Annem: Ümmü Ümâre (r.anha) 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Medineli Müslümanlar, Peygamberimize ve ona iman edenlere kucak açmış­lardı. Onları bağırlarına basmak için sabırsızlanıyorlardı. 2’si kadın 75 kişi, Re­sû­lul­lah ile görüşmek, onu Medine’ye davet etmek gayesiyle Akabe’ye geldiler. İşte, bu iki kadından birisi, asıl ismi “Nesîbe” olan Ümmü Ümâre idi (r.anha). Ümmü Ümâre (r.a.), Peygamberimizin Medine’ye İslamiyet’i öğretmek için gönderdiği Mus’ab bin Ümeyir (r.a.) vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Kuvvetli bir imana sahipti. Allah ve Resûl’ü yolunda hayatını ortaya koymaktan çekin­mezdi. Nitekim Uhud Savaşı’nın en şiddetli ânında vücudunu Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) siper etmiş, örnek kahramanlığıyla ismini tarihe altın harflerle yazdır­mıştı. Hadiseyi kendisinden dinleyelim: “Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüş­tüm. Yanımda su da vardı. Re­sû­lul­lah’ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Gali­biyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duru­ma düştüler. Re­sû­lul­lah’ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit olu­yorlardı. Etrafında çok az kimse kal­mıştı. “Re­sû­lul­lah’a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müş­riklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Re­sû­lul­lah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım. “Re­sû­lul­lah’ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Re­sû­lul­lah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Re­sû­lul­lah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım. “Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atı­nın ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Re­sû­lul­lah bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyur­du.” Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Nesîbe Hatun, Re­sû­lul­lah’ın etrafın­da âdeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonra­sında, “Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümâre’yi yanı başım­da çarpışırken görüyordum.” buyurarak onun bu fedakârlığını takdir etmişti. Bir ara Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu yaralanmıştı. Buna çok üzüldü. Fakat bu­nun sebebi oğluna olan şefkati değil, onun Re­sû­lul­lah’ı korumasından geri kal­masıydı. Oğlunu da üzen sebep buydu. Hemen ciğerparesinin yanına gitti. Ya­rasını sardı, sonra da, “Kalk yavrucuğum, müşriklerle çarpışmaya devam et!” dedi. Onun Re­sû­lul­lah’ı korumaktan geri kalmasına gönlü razı olmuyordu. Pey­gamberimiz (a.s.m.), Nesîbe Hatun’un (r.anha) bu fedakârlığı karşısında, “Ey Üm­mü Ümâre, senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayana­bilir mi?” buyurarak ona iltifat etti. Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu hemen ayağa kalktı, müşriklerle çarpışmaya de­vam etti. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), “İşte, oğlunu vuran adam şu!” buyurdu. Bu büyük İslam mücahidesi he­men harekete geçti. Bir kılıç darbesiyle adamın ayaklarını kesti. Peygamberi­miz, mübarek dişleri görününceye kadar bu manzaraya tebessüm etti. Müşrikler her yandan saldırıyorlar, Re­sû­lul­lah’ın vücudunu ortadan kaldır­mak istiyorlardı. Bir ara azılı müşrik İbni Kamiâ, Peygamberimizin yanına ka­dar sokulmuştu. Bir fırsatını bulunca da Peygamberimizin yüzünü yaraladı, iki dişini de şehit etti. Bir anda Re­sû­lul­lah’ın yüzünü kanlar içinde gören Ümmü Ümâre, azılı müşriğin üzerine hücum etti. Birkaç darbe indirdi. Fakat İbni Kamiâ üst üste iki z [06.09.2023 21:05] Annem: DOSTLARA İKRAM İslâm'da Allah (c.c.)'la kulları arasındaki sevgi karşılıklıdır. Allah kullarını sever, kulları da O’nu sever. Kur'an şöyle der: "Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler." İslâm inancına göre Allahu Teâlâ vedûd ve velîdir. Yani mü’min kullarını çok sever ve onları dost edinir. Dost ve ahbapları yedirmekte, onlara ikram etmekte büyük faziletler vardır. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde "Kim Allah'a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin." buyurmaktadırlar. Misafire gönülden koparak yapılan ikram, kişinin mükemmel bir iman sahibi olduğunun delillerinden biridir.Cafer bin Muhammed (r.a.); "Dostlarınızla sofraya oturduğunuzda oturmayı uzatın. Çünkü bu sofra başı, ömrünüzün Allah huzurunda hesabını vermeyeceğiniz bir parçasıdır." diyor. Hasan-ı Basrî (Allah rahmet etsin); "Kişi kendisine, aile efradına, anne ve babasına yedirdiği yemekten mesuldür. Nereden kazandığının hesabını verecektir. Yalnız dost ve ahbaplarına yedirdiğinden mesul değildir. Allahu Teâlâ bunu sormaktan hayâ eder." demiştir.Abdullah bin Ömer (r.a.); "İyi ve bol azık alarak yolda arkadaşlarına ikram etmek, kişinin şeref ve mürüvvetindendir." buyurdu. Sahabe-i kiram; "Bir sofrada toplanmak, ahlâkî faziletlerdendir." derlerdi. Onlar, Kur'ân okumak için bir araya toplanır ve sonunda bir şey tatmadan yâni hafif bir şey yemeden ayrılmazlardı. Denildi ki bazı dostların böyle samimiyet havası içinde toplantılar tertip etmeleri, dünyalık değil, âhiret işidir.  Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [06.09.2023 21:05] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Zekeriyya (Aleyhisselam) marangoz idi." Kaynak : Müslim, Fedail 169, (2379) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [06.09.2023 21:05] Annem: ❝Şu da bilinmeli ki, ben tövbe edip yürekten inanan ve iyi işler yapan, sonra da doğru yolda sebat eden kimselere karşı çok bağışlayıcıyım.❞ | Tâhâ Suresi, 82 [06.09.2023 21:05] Annem: [Hadis No : 3619] Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın abdest aldıktan sonra kurulandığı bir bezi vardı.'' Tirmizi, Tahâret 40, (53). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [06.09.2023 21:06] Annem: “Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66) [06.09.2023 21:07] Annem: Bir Ayet Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. (Hucurât, 49/10) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [06.09.2023 21:07] Annem: Bir Hadis İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir… (Buhârî, Sulh, 11, Cihâd, 72, 128; Müslim, Zekât, 56) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [06.09.2023 21:07] Annem: Bir Dua Allah'ım! Cehenneme götüren fitneden, Cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım. (Ebu Dâvûd, Vitr, 32) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [06.09.2023 21:09] Annem: Muhammed b. Ziyâd’ın Ebû Hüreyre’den (ra) işittiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinize hizmetçisi yemeğini getirdiğinde onu yanına oturtmazsa (en azından) kendisine bir iki lokma veya bir iki parça yiyecek versin. Çünkü yemeği o hazırlamış ve sunmuştur. (B2557 Buhârî, Itk, 18) [06.09.2023 21:09] Annem: 27-KİTÂBU'L-HACC.. 1- Haccın Vucubü. Fazileti ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 3- (Tevazü İçin) Deve Semeri Üzerinde Hacc Etmek Babı 4- Mebrür Haccın Fazileti Babı 5- Hacc ve Umre Mikaatlarının Farz Edilişi Babı 6- Yüce Allah'ın: "...Bir de azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı, Olmaktir... " (el-Bakara: 197) Kavli Babı 7- Mekke Ahalisinin Hacc ve Umre İçin Yüksek Sesle Telbiye Okuyacakları Yer Babı 8- Medine Ahalisinin Mikaadı Zu'l-Huleyfe Mevkii Olduğu ve Medine Yönünden Gelenlerin Zu'l-Huleyfe'den Evvel İhram ve Telbiye Etmeyecekleri Babı 9- Şam Ahalisinin İhram ve Telbiye Etme Yeri Babı 10- Necd Ahalisinin İhram ve Telbiye Etme Yeri Babı 11- İkaamet Yerleri Mikaatların Berisinde (Yani Vatanları Mikaatlarla Mekke Arasında) Olan Kimselerin İhram ve Telbiye Etme Yerleri Babı 12- Yemen Ahalisinin İhram ve Telbiye Edecek Yerleri Babı 13- Bab: Zatu Irk Mevkiİ Irak Ahalisi İçin Mikaattır 14- Bab 15- Peygamber(S)'in -Mekke'ye Gidişte, Medine'nin-Şecere Yolu Üzerinden Çıkması Babı 16- Peygamber(S)'in "el-Akik, mübarek bir vadidir" Kavli Babı 17- (Hacc Esnasında) Elbiseden Güzel Kokunun Üç Kerre Yıkanması Babı 18- İhrama Girme Sırasında Koku Sürmek, Şahsın İhrama Girmek İstediğinde Giyebileceği Şeyihramlının Taranacağı ve Kendine Yağ Sürebileceği Babı 19- Saçlarını Yapışkan Bir Şeyle Bir Yere Toplamış Olarak Telbiye Eden Kimse Babı 20- Zu'l-Huleyfe Mescidi Yanında Yüksek Sesle Telbiye Etmek Babı 21- İhrama Giren Kimsenin Giymeyeceği Elbiseler Babılf. 22- Hacc Yolunda Bir Bineğe Binmek ve Bineğin Arka Tarafına da Bir Başkasını Bindirmek Babı 23- İhrama Giren Kimsenin Elbiseler, Rıdalar ve İzarlar Nevinden Giyebileceği Şeyler Babı 24- Zu'l-Huleyfe'de Geceleyip Nihayet Sabaha Giren Kimse Babı 25- Telbiye İle Sesi Yükseltmek Babı 26- Telbiye(nin Keyfiyeti) Babı 27- Binek Heyvanı Üzerine Binişten Sonra Yapılan Telbiyeden Önce Tahmid, Tesbih ve Tekbir (Yapılacağı) Babı 28- Binek Vasıtası Kendisini Dümdüz Doğrulttuğu Zaman Telbiye Eden Kimse Babı 29- Kıble Tarafına Yönelerek Telbiye Etmek Babı 30- İhramlının, Vadinin İçine İndiğinde Telbiye Etmesi Babı 31- Bab: Hayızlı ve Nifaslı Kadınlar Nasıl İhrama Girerler? 32- Peygamber(S)in Zamanında Peygamberin İhrama Girmesi Gibi İhrama Girip Telbiye Eden Kimse Babı 33- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 34- Temettü', Ikran, İfrad Hacclarının Beyanı İle Beraberinde Hedy (Kurban) Bulunmayan Kimseler İçin Haccın Feshedilmesi (ve Umreye Çevrilmesinin Cevazı) Babı 35- Hacc Niyetiyle İhrama Girip Telbiye Eden ve Haccın Nevini İsimlendirip Ta'yin Eden Kimse Babı 36- Temettü' Babı . 37- Yüce Allah'ın: "... Bu, ailesi Mescidi Harâm'da bulunmayanlara âiddir. Allah'tan ittikaa edin ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır" (ei-Bakara: 196) Kavlinin Tefsiri Babı 38- Mekke'ye Girme Sırasında Yıkanmak Babı 39- Mekke'ye Gündüzleyin Yahud Geceleyin Girilmesi(nin Meşru'luğu) Babı 40- İhramlının Mekke'ye Nereden Gireceği Babı 41- Bab: İhramlı Mekke'den Çıkışta Nereden Çıkar? 42- Mekke ve Mekke'nin En Meşhur Binası Olan Ka"be’nin Fazileti İle Yüce Allah'ın Şu Kavlinin Tefsiri Babı: 43- Mekke Hareminin Fadlı ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı 44- Mekke Evlerinin Miras Edilmeleri Satılıp Alınmalarının Hükmü) ve Bütün İnsanların Hassaten El-Mescidü'l-Harem'de Müsavi Oldukları Babı 45- Peygamber(S)'in Mekke'ye İnmesi Babı 46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı 47- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı 48- Ka'be Örtüsü(nde Tasarrufun Hükmü) Babı 49- Ka'be'nin (Zamanın Sonunda) Yıkılması Babı 50- El-Haceru'l-Esved Hakkında Zikredilen Şeyler Babı 51- Ka'be'nin Kapısının Kapatılması ve İçeriye Giren Kimsenin Beytin Nahiyelerinden Hangisinde İsterse Namaz Kılabileceği Babı 52- Ka'be İçinde Namaz Kılmak Babı 53- Ka'be Binasının İçine Girmeyen Kimse Babı 54 [06.09.2023 21:09] Annem: 17- "... Eğer Tevbe Ederler, Namaz Kılarlar, Zekât Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın... " (Tevbe: 9/5). 25 Bize Şu'be, Vâkıd ibn Muhammed'den tahdîs etti: Şöyle demiştir: Ben babamdan işittim; İbn Omer'den tahdîs ediyordu (O şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlüllah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a âiddir"     [06.09.2023 21:09] Annem: Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur. (Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr , XII, 319) [06.09.2023 21:12] Annem: Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb, 33/40) [06.09.2023 21:12] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ - إِنَّ الْمُؤْمِنَ يَأْلَفُ ، وَلَا خَيْرَ فِيمَنْ لَا يَأْلَفُ وَلَا يُؤْلَف - ابو هريره رضى الله عنهدن روايت اولوندى كه محقق  رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - محقق مؤمن باشقەلريله ايى كچينر الفت ايدر. الفت ايتمەين و كنديسينه  الفت اولونمايان كيمسه ده خير يوقدر - Ebu Hureyre (r.a.),den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Muhakkak Mü’min, (başkalarıyla) iyi geçinir, ülfet eder. Ülfet etmeyen ve kendisine ülfet olunmayan kimsede hayır yoktur. - Hâkim, el-Müstedrek, h.59 [06.09.2023 21:12] Annem: 5/Mâide 13 - İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever. [06.09.2023 21:12] Annem: حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ، قَالَ حَدَّثَنِي مَالِكٌ، عَنْ إِسْحَاقَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي طَلْحَةَ، أَنَّ أَبَا مُرَّةَ، مَوْلَى عَقِيلِ بْنِ أَبِي طَالِبٍ أَخْبَرَهُ عَنْ أَبِي وَاقِدٍ اللَّيْثِيِّ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَمَا هُوَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ وَالنَّاسُ مَعَهُ، إِذْ أَقْبَلَ ثَلاَثَةُ نَفَرٍ، فَأَقْبَلَ اثْنَانِ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَذَهَبَ وَاحِدٌ، قَالَ فَوَقَفَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَمَّا أَحَدُهُمَا فَرَأَى فُرْجَةً فِي الْحَلْقَةِ فَجَلَسَ فِيهَا، وَأَمَّا الآخَرُ فَجَلَسَ خَلْفَهُمْ، وَأَمَّا الثَّالِثُ فَأَدْبَرَ ذَاهِبًا، فَلَمَّا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏ "‏ أَلاَ أُخْبِرُكُمْ عَنِ النَّفَرِ الثَّلاَثَةِ أَمَّا أَحَدُهُمْ فَأَوَى إِلَى اللَّهِ، فَآوَاهُ اللَّهُ، وَأَمَّا الآخَرُ فَاسْتَحْيَا، فَاسْتَحْيَا اللَّهُ مِنْهُ، وَأَمَّا الآخَرُ فَأَعْرَضَ، فَأَعْرَضَ اللَّهُ عَنْهُ ‏"‏‏.‏ Ebu Vâkıd el-Leysî'den rivayet edildiğine göre: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlarla birlikte mescitte otururken üç kişi mescide geldi. İkisi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bulunduğu yöne yöneldi, biri başka tarafa gitti. Bu iki kişi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in. huzurunda beklediler. Birisi halkada bir boşluk görerek oraya oturdu, diğeri oturanların arkasına oturdu. Üçüncüsü ise arkasını dönerek gitti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünü tamamlayınca şöyle dedi: "Size şu üç kişinin durumunu bildireyim mi? Birisi Allah'a sığındı Allah da onu kendi korumasına aldı. Diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti. Üçüncüsü yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi. Tekrar: 474 Diğer tahric: Müslim 4/1713 (2176), Buhari 1/156 (66) ve Müsned-i Hanbel 604 (sahih) Grades: Reference: Sahih Buhari 66 In-book reference: Kitap 3, Hadis 8 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [06.09.2023 21:12] Annem: HACC VE UMRE BÖLÜMÜ.. HACC HACC BİRİNCİ BAB HACCIN FAZİLETLERİ ÜÇÜNCÜ BAB MÎKAT VE İHRAM HAKKINDA BİRİNCİ FASIL MÎKÂTLAR MÎKAT: 1) İHRAMA MÎKATTA GİRMEK ŞART MI?. 2- İHRAMI NİÇİN, NEREDE, KİMLER GİYER?. İKİNCİ FASIL İHRAM VE HARAMLARI BİRİNCİ FER TELBİYE HAKKINDADIR İKİNCİ FER İHRAMINI İFSAD EDENLER HAKKINDA.. ÜÇÜNCÜ FER SAYD'IN CEZASI DÖRDÜNCÜ BAB HACCIN ÇEŞİTLERİ:İFRAD, KIRAN, TEMETTU.. İKİNCİ FASIL HACC-I KIRAN ÜÇÜNCÜ FASIL HACC-I TEMETTÜ VE HACCIN FESHİ BEŞİNCİ BAB TAVAF VE SA'Y BİRİNCİ FASIL TAVAF VE SA'Y'İN MAHİYETİ İSTİLÂM İKİNCİ FASIL TAVAF VE SA'Y AHKÂMI ZİYARET TAVAFI VEDA TAVAFI ERKEKLERİN KADINLARLA KARIŞIK TAVAFLARI HICR'IN GERİSİNDE TAVAF SAFA VE MERVE ARASINDA SA'Y.. TAVAF VE SA'YDE DUA ÜÇÜNCÜ FASIL BEYTULLAH'A GİRİŞ 1) KÂBE'YE RESULULLAH (aleyhissalâtu vesselâm) NE ZAMAN GİRDİ? 2) KÂBE'NİN İÇİNDE NAMAZ.. 3) NAMAZIN YERİ VE ŞEKLİ 4) KÂBE'DE NAMAZ CAİZ DEGİL Mİ?. 5) KÂBE'NİN KAPISI NİÇİN KAPATILMIŞTI?. 6) BAZI FEVAİD 7) OSMAN İBNU TALHA ALTINCI BAB VAKFELER VE İFÂZA BİRİNCİ FASIL VAKFELER VE HÜKÜMLERİ (UMÛMÎ BİLGİLER) İKİNCİ FASIL İFÂZA HAKKINDADIR ÜÇÜNCÜ FASIL ARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE. ÜÇÜNCÜ FASIL ARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE. YEDİNCİ BAB REMY (ŞEYTAN TAŞLAMA) BİRİNCİ FASIL REMY'İN KEYFİYETİ (NASIL YAPILDIGI) İKİNCİ FASIL REMY'İN (TAŞLAMANIN) VAKTİ ÜÇÜNCÜ FASIL BİNEREK VE YÜRÜYEREK TAŞLAMA.. DÖRDÜNCÜ FASIL MÜTEFERRİK HADİSLER SEKİZİNCİ BÂB HALK VE TAKSÎR HAKKINDA DOKUZUNCU BAB BİRİNCİ FASIL: İHRAMDAN ÇIKMA (TAHALLÜL) İKİNCİ FASIL İHRAMDAN ÇIKMA VAKTİ ONUNCU BÂB KURBANLAR (HEDY VE EDAHİ) BİRİNCİ FASIL KURBANINVACİB OLUŞU VE SEBEPLERİ UMUMÎ BİLGİLER BAYRAM TELÂKKİSİ: Bayramda Yeme ve İçme: Bayramda Eğlence: DİNLENME VE İSTİRAHATIN VASITA, YER VE ZAMANLARI İKİNCİ FASIL KURBANIN KEMİYETİ VE MİKTARI ÜÇÜNCÜ FASIL KURBAN OLABİLECEK HAYVANLAR.. DÖRDÜNCÜ FASIL KURBAN OLAMAYACAK HAYVANLAR.. BEŞİNCİ FASIL KURBANLIGIN İŞARETLENMESİ ALTINCI FASIL KURBAN KESMENİN YERİ VE ZAMANI YEDİNCİ FASIL KURBAN KESMENİN ÂDÂBI SEKİZİNCİ FASIL KURBANDAN YEMEYE DÂİR DOKUZUNCU FASIL HELÂK OLAN KURBANLIK HAKKINDA.. ONUNCU FASIL KURBANLIK DEVEYE BİNMEK ONBİRİNCİ FASIL KÂBE'YE KURBAN HEDİYE EDEN MUKİM İHRAM GİYER Mİ? ONİKİNCİ FASIL MÜTEFERRİK HADİSLER ONBİRİNCİ BÂB FEVÂT, İHSAR VE FİDYE Umumi Açıklamalar.. BİRİNCİ FASIL HASTALIK VE EZÂ SEBEBİYLE MAHSUR KALANLAR.. FİDYEDE MUHAYYERLİK: FİDYENİN YERİ: SADAKA: İKİNCİ FASIL DÜŞMAN TARAFINDAN MÂNİ OLUNAN KİMSE. ÜÇÜNCÜ FASIL MÜDDETTE YANILANLAR VEYA YOLU KAYBEDENLER.. DÖRDÜNCÜ FASIL MÜTEFERRİK HADİSLER ONİKİNCİ BÂB MEKKE'YE GİRİŞ, KONAKLAMA VE ORADAN ÇIKIŞ ÂDÂBI ONÜÇÜNCÜ BÂB HACCDA NİYÂBET NİYÂBET: ONDÖRDÜNCÜ BÂB HACCLA İLGİLİ MÜTEFERRİK HÜKÜMLER.. BİRİNCİ FASIL TEŞRİK GÜNLERİNDE TEKBİR.. İKİNCİ FASIL MİNA'DA HUTBE ÜÇÜNCÜ FASIL ÇOCUĞUN HACCI DÖRDÜNCÜ FASIL ŞARTLI HACC BEŞİNCİ FASIL HAREM'DE SİLAH TAŞIMA HAKKINDA.. ALTINCI FASIL ZEMZEM SUYU HAKKINDA YEDİNCİ FASIL MÜTEFERRİK HADİSLER ONBEŞİNCİ BÂB HZ. PEYGAMBER'İN HACC VE UMRESİ BAZI HÜKÜMLER HACC VE UMRE BÖLÜMÜ Bu bölümde 15 bab vardır BİRİNCİ BAB HACCIN FAZİLETLERİ İKİNCİ BAB HACCIN FARZİYYETİ ÜÇÜNCÜ BAB MÎKAT İHRAM VE BUNLARLA İLGİLİ MESELELER DÖRDÜNCÜ BAB HACCIN ÇEŞİTLERİ İFRÂD, KIRÂN, TEMETTÛ BEŞİNCİ BAB TAVAF VE SA'Y ALTINCI BAB VAKFELER VE İFADA YEDİNCİ BAB REMY (TAŞLAMA) SEKİZİNCİ BAB HALK VE TAKSİR (TRAŞ) DOKUZUNCU BAB TAHALLÜL (İHRAMDAN ÇIKMA) ONUNCU BAB KURBANLAR ON BİRİNCİ BAB FEVTLER (AKSAMALAR), İHSAR VE FİDYE ON İKİNCİ BAB MEKKE'YE GİRİŞ İKAMET VE ÇIKIŞ ÂDÂBI ON ÜÇÜNCÜ BAB HACDA NİYABET ON DÖRDÜNCÜ BAB HACCLA İ [06.09.2023 21:12] Annem: عَنْ زِرٌّ بْنِ حُبَيْشٍ قال : أَتَيْتُ صَفْوَان بْنَ عَسَّالٍ  أَسْأَلُهُ عَنِ الْمَسْحِ عَلَى الْخُفَّيْنِ فَقال : مَا جَاءَ بِكَ يَا زِرّ؟ُ فَقُلْتُ : ابْتِغَاءَ الْعِلْم,ِ فَقال :إن الْمَلَائِكَةَ َتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا لِطَالِبِ الْعِلْمِ رِضًا بِمَا يَطْلُبُ, فَقُلْتُ : إنهُ قَدْ حَكَّ فِي صَدْرِي الْمَسْحُ عَلَى الْخُفَّيْنِ بَعْدَ الْغَائِطِ وَالْبَوْلِ, وَكُنْتَ امرأً مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فَجِئْتُ أَسْأَلُكَ : هَلْ سَمِعْتَهُ يَذْكُرُ فِي ذَلِكَ شَيْئًا ؟ قال : نَعَم,ْ كان يَأمرنَا إذا كُنَّا سَفْرًا- أَوْ مُسَافِرِينَ-أن لاَ نَنْزِعَ خِفَافِنَا ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ وَلَيَالِيهِنَّ إلا مِنْ جَنَابَة,ٍ لَكِنْ مِنْ غَائِطٍ وَبَوْلٍ وَنَوْمٍ. فَقُلْتُ : هَلْ سَمِعْتَهُ يَذْكُرُ فِي الْهَوَى شَيْئًا ؟ قال : نَعَمْ كُنَّا مَعَ رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فِي سَفَرٍ, فَبَيْنَا نَحْنُ عِنْدَهُ إِذْ نَادَاهُ أَعْرَابي بِصَوْتٍ لَهُ جَهْوَرِيٍّ : يَا مُحَمَّدُ , فَأَجَابَهُ رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  نَحْوًا مِنْ صَوْتِهِ : هَاؤُم, فَقُلْتُ لَهُ : وَيْحَكَ اغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ فَإنكَ عِنْدَ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم,  وَقَدْ نُهِيتَ عَنْ هَذَا ! فَقال : وَاللَّهِ لاَ أَغْضُض. قال الأعْرَابي : الْمَرْءُ يُحِبُّ الْقَوْمَ وَلَمَّا يَلْحَقْ بِهِمْ ؟ قال النَّبِيُّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أحب يَوْمَ الْقِيَامَةِ. فَمَا زَالَ يُحَدِّثُنَا حَتَّى ذَكَرَ بَابًا مِنَ الْمَغْرِبِ مَسِيرَةُ عَرْضِهِ أَوْ يَسِيرُ الرَّاكِبُ فِي عَرْضِهِ أَرْبَعِينَ أَوْ سَبْعِينَ عَامًا. قال سُفْيَان أَحَدُ الرُّواَةِ. قِبَلَ الشَّامِ خَلَقَهُ اللَّهُ تّعاَلَي يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ والأَرض مَفْتُوحًا يَعْنِي لِلتَّوْبَةِ لاَ يُغْلَقُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْهُ . Zirr ibn Hubeyş (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân ibn Assâl’in yanına gitmiştim, Zirr bana niçin geldin diye sordu. Ben de İlim öğrenmek için deyince şunları söyledi: “Melekler ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler, ben de abdest bozduktan sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceği kalbimi kurcaladı, sen de Hz. Peygamberin ashabından olduğun için O’nun bu konuda birşey söylediğini işitmişsindir diye sormaya geldim.” Savfân: “Evet duydum, peygambe-rimiz (sallallahu aleyhi vesellem) yolculukta bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, abdest bozduktan ve uykudan sonra bile mestlere meshetmeyi ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi.” dedi. “O’nun sevgiye dair bir şeyler söylediğini işittiniz mi? dedim” “Evet işittim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile bir sefe [06.09.2023 21:13] Annem: Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır. Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104. [06.09.2023 21:13] Annem: Allah’ım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında af ve âfiyet istiyorum. Allah’ım! Açıklarımı ört, korkularımı gider ve bana güven ver… (Hâkim, "De’avât", No:1902 ; İbn Hıbbân, "Ed’ıye", 961; İbn Ebî Şeybe, Dua, 22, No:29269) [06.09.2023 21:13] Annem: Tarihte Bugün •  Yavuz Sultan Selim Han Tebriz’e Girdi 1514 •  Çeçenistan Bağımsızlığını İlan Etti 1992 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [06.09.2023 21:13] Annem: Günün Ayeti “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” İsra 23 [06.09.2023 21:13] Annem: Günün Hadisi “Allah’a yemin ederim ki senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi,  senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır.” Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe 9 [06.09.2023 21:13] Annem: EYLÜL AYINDA YAPILACAK İŞLER Tarla Bitkileri Kışlık ekim için, toprak işlemesi yapılır. Fasulye hasadı yapılır. Baklagil yerleri sökülür. Pancarlarda erken söküme devam edilir. Pancarlarda sulama yapılır. Çeltik sulaması kesilir. Erkenci çeltiklerin hasadına başlanır. Mısır hasadı yapılır. Ayçiçeği hasadı yapılır. Sebzecilik Havuç, kışlık yeşil soğan; marul ve turpun fide ve tohumlarının yerlerine ekim ve dikim işleri sürdürülür. Hasadı biten sebzelikler temizlenip, kışlık sebzelerin ekimi için toprak hazırlığı yapılır. Kışlık yetiştirilen sebzelerde ot alma, çapalama ve gerekiyorsa sulama yapılır. Lahana kelebeği mücadelesi yapılır. Meyvecilik Tohum tavaları belirlenerek ekime hazırlanır. Çeşitli meyve türlerinde hasada başlanır. Meyve bahçelerinde ve fidanlıklarda zirai işlemleri sürdürülür. (Tüketici sağlığı yönünden, meyveli ağaçlarda ilaçlı mücadeleye hasada 20 gün kala son verilmelidir.) Üzüm hasadı yapılır.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Kıraç, APSCO Konsey Başkanlığına seçildi

AB'den ihracatçılara yeşil ekonomiye geçiş için 7 milyon avro destek

Otomotiv endüstrisi kasımda yaklaşık 3,8 milyar dolarlık ihracat yaptı

Niğde'de ilk fazı tamamlanan tesiste yıllık 7 bin ton likra üretiliyor

İnşaat sektöründe çalışan sayısı üç aydır rekor kırıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.TRABZONSPOR A.Ş. 15 10 1 4 14 34
3.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
4.GÖZTEPE A.Ş. 15 7 3 5 9 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 15 5 6 4 -3 19
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.GENÇLERBİRLİĞİ 15 4 9 2 -4 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 15 3 7 5 -7 14
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
16.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 15 2 11 2 -16 8

YAZARLAR