SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[07.09.2023 18:22] Annem: Bir Ayet: Allah'a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve"Ben Müslümanlardanım"diyenden daha güzel sözlü kim vardır? (Fussilet, 41/33) Bir Hadis: Nerede olursan ol, Allah'a karşı gelmekten sakın ve kötülüğün ardından bir iyilik yap ki yaptığın iyilik, o kötülüğü yok etsin. (Tirmizî, "Birr", 55) Bir Dua: En büyük olan Allah'ım! En büyük olan Allah'ım! Beni bağışla çünkü büyük günahları ancak büyük olan Rab bağışlar. (Hâkim, Müstedrek, 1, 716) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [07.09.2023 18:22] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Osmanlı Devleti’nin 10. Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Vefatı. (1566) Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristi- yan ya da Mecusi yapar... (Buhârî, Tefsîr -Rûm- 2)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: ÇOCUKLARIN AHİRETTEKİ KONUMU İslam âlimlerinin çoğunluğu çocukların dinî mükellefiyetlerinin bulunmadığını ancak ergenlik dönemine girince bütün dinî görevleri yerine getirmekle yükümlü olduklarını kabul eder. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın insanları muvahhid (hanif) olarak yarattığı, yaratmasında bir değişikliğin olmayacağı belirtilir. Bu sebeple doğan her çocuğun fıtri bir imana sahip bulunduğunu söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’e nispet edilen farklı rivayetler sebebiyle âlimler Müslüman ve kâfirlerin ergenlikten önce vefat eden çocuklarının durumunu tartışmışlardır. Ölen bütün çocukların cennete gireceğini ifade eden hadisler, Allah’ın hiçbir kuluna zulmetmeyeceği, herkesin işlediği amellere göre karşılık bulacağı ve kimsenin başkasının günahından sorumlu tutulmayacağını bildiren ayetlerle uygunluk arz etmektedir. Bu sebeple ebeveyni ister Müslüman ister kâfir olsun, büluğ çağına ermeden ölen bütün çocukların cennete gireceğini savunan görüşün tercih edilmesi daha isabetli görünmektedir. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [07.09.2023 18:22] Annem: İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur, eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir. - Buhârî, Îmân, 39, Müslim, Müsâkât, 107 [07.09.2023 18:22] Annem: "Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor." - Tûr - 16. Ayet [07.09.2023 18:22] Annem: “De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (hakikati) yalan sayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!” - En’âm, 6/11 [07.09.2023 18:23] Annem: Allah Teala, Hz. Yusuf’un hayatını anlatan kıssayı “kıssaların en güzeli” olarak nitelendirir. Bir rüya ile başlayan bu kıssa, o rüyanın gerçekleşmesiyle sona erer.##Bu kıssanın en güzel kıssa olmasının sebebi, sadece onu bize anlatanın Allah (c.c.) olması, kerem sahibi bir peygamberden bahsetmesi veya Kur’an-ı Kerim’de geçmesi değildir. Hz. Yusuf’un kuyudan saraya yükselişini anlatan bu hikâye, günümüz insanları için pek çok öğütler barındırmaktadır:##Evladından ayrılan Hz. Yakub’un sabrı ve tevekkülü; Hz. Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlıkları ve pişmanlıkları; hasedin kurbanı olup kuyuya atılan, sonra iftiraya maruz kalan ve suçsuz olduğu hâlde hapse giren fakat ihlası, sabrı ve Rabbinin lütfu sayesinde hapisten kurtulup makam sahibi olan Hz. Yusuf’un iffeti, sadakati ve iradesi…##Alınacak en güzel öğüt ise Hz. Yakub’un oğullarına yaptığı vasiyette özetlenebilir: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Bakara, 2/132). - KISSALARIN EN GÜZELİ: Hz. YUSUF KISSASI [07.09.2023 18:23] Annem: Haccın Sıhhatinin Şartları 20- Hac görevinin sahih olarak yerine getirelebilmesi için şöylece dört şart vardır: 1) İslâm olmak. Bu haccın farziyetinin şartı olduğu gibi, sıhhatinin da şartlıdır. Bir gayri müslim haccettikten sonra müslüman olsa dahi, önceden yapımış olduğu bu haccı sahih olmaz. 2) Özel yerlerde bulunup görev yapmış olmak. Bu yerlerden maksad, Arafat ile Kabe'dir. Onun için Arafat'da vakfe yapmadıkça (beklemedikçe) ve Kabe'yi tavaf etmedikçe hac sahih olmaz. 3) Belli bir vakit olmak. Bundan maksad, Arafat'daki vakfe zamanıdır ki, Arefe gününün zeval vaktinden Kurban Bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise, daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vacib olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, Kurban Bayramının ilk üç günüdür. Bununla beraber İfrad haccının, Temettü haccının, kıran haccının hac görevlerini (menasikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylara Hac Ayları Hac mevsimi denir [07.09.2023 18:23] Annem: etmek, onu doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur. Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl [07.09.2023 18:24] Annem: Buhari, Vudü 50, Ezan 43, Cihad 92, Et'ime 20, 26; Müslim, Tahâret 92, (355); Tirmizi, Et'ime 33, (1837). 3657 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı, beraberinde ben de vardım. Ensârdan bir kadına uğradı. Kadın ona bir koyun kesti. Bir tabak tâze hurma getirdi, ondan yeyip sonra öğle için abdest aldı ve namaz kıldı. Sonra (namazdan) ayrıldı. Kadın ona koyundah arta kalan bir şeyler getirdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) onu da yiyip ikindiyi kıldı, bu sırada abdest almadı." Muvatta, Tahâret 25, (1, 27); Tirmizi, Tahâret 59, (80); Ebu Dâvud, Tahâret 75, (191,192); Nesâi, Tahâret 23, (1,108). Bu Tirmizi'nin lafzıdır. Ebu Dâvud ve Nesai'nin rivayetinde: "Resulullah'ın son iki icraatından biri ateşin değiştirdiğinden abdest almayı terketmekti'' denmiştir. 3658 - Ubeyd İbnu Sümâme el-Murâdi anlatıyor: "Abdullah İbnu'I-Hâris İbni Cez' (radıyallahu anh), Mısır'a yanımıza geldi. Kendisi Resulullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın ashabından idi. Mısır Camii'nde şu hadisi anlatırken işittim: "Ben, öyle hatırlıyorum ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'la bir adamın evinde oturan yedi kişiden yedincisi veya altıdan altıncısıydım. Derken Bilâl (radıyallahu anh) geçti ve ezan okudu. Biz de çıktık. Giderken bir adama uğradık tenceresi ateş üstündeydi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Tenceren yeterince pişti mi?'' diye sordu. Adam: "Evet, annem babam sana feda olsun!" dedi. Resulullah bunun üzerine bir parça aldı. Çiğnemesi devam ederken namaz için iftitah tekbiri aldı. Ben bu sırada ona bakıyordum [07.09.2023 18:24] Annem: edilir. Okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Fıkh kitâblarını okumamak ise, zararlı olabilir. Bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. Az yazmak, çok şeyleri gösterir. Fârisî beyt tercemesi: Az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. Allahü teâlâ bizi ve sizi, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” tam olarak uymakla şereflendirsin! 30 OTUZUNCU MEKTÛB Bu mektûb da, şeyh Nizâm-ı Tehânîserîye yazılmışdır. Âfâkda ve enfüsde olan şühûdları ve abdiyyet makâmını bildirmekdedir: Allahü teâlâ sizi Muhammed aleyhisselâma tâm uymakla şereflendirsin ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” sünnetlerinin süsü ile zînetlendirsin! Ne yazacağımı bilemiyorum. Mevlâmız, sâhibimiz “teâlâ ve tekaddes” hazretlerinden söz edersem, yalan söylemiş ve iftirâ etmiş olurum. O, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konuşan aşağı kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. Maddeden yapılmış olan, his organlarının esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamıyandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zemânlı ve mekânlı olan, maddesiz, zemânsız ve mekânsız olana nasıl yol bulabilir? Zevallı mahlûk, kendi âleminden dışarıya nasıl çıkabilir? Dışarıdan haber alamaz. Fârisî beyt tercemesi: Çok iyi veyâ çok fenâ olsa da bir zerre, Ömrünce dolaşsa, gezer kendi âleminde! Bu hâl, seyr-i enfüsîde de hâsıl olmakdadır. (Seyr-i enfüsî), bu yolun nihâyetinde ele geçer. Yüksek hocamız Behâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretleri buyurdu ki, (Ehlüllah, ya’nî Allah adamları, Fenâ ve Bekâ makâmına kavuşdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. Bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur). Zâriyât sûresinin yirmibirinci âyetinde meâlen, (Kendinizdedir, görmüyor musunuz?) buyuruldu. Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin ya’nî ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen şeyler hiçdir. Ya’nî, aranılana göre hiç sayılır. Yoksa, şühûd-i enfüsîye kavuşmak için, önce seyr-i âfâkî lâzımdır. Aldanmamalı! Şühûd-i enfüsîyi, şühûd-i tecellî-i sûrî ile karışdırmamalıdır. Hâşâ ikisi bir şey değildir. Tecellî-i sûrîler nasıl olursa olsun, sâlikin nefsinde ya’nî kendinde müşâhede olunurlar, ya’nî görünürler ise de, hepsi seyr-i âfâkîde hâsıl olmakdadır. Ve (İlm-ül-yakîn) mertebesinde hâsıl olurlar. Şühûd-i enfüsî ise, (Hakk-ul-yakîn) mertebesindedir. Bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. Başka kelime bulunamadığı için şühûd diyoruz. Çünki, aranılan, istenilen şey, hiçbir şeye benzemediği gibi, Ona uygun olan, Ona bağlı olan herşey de anlaşılamaz ve anlatılamaz. Anlaşılabilen şeyler, anlaşılamıyan şeylere benzemez. Fârisî iki beyt tercemesi: Anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıkdır, Nâsın Rabbi, kuluna böyle bağlıdır! İnsan bu bağlılığı anlamaz aslâ, Herşeyi bilir, cânını bilen Mevlâ! Şühûd-i enfüsîyi bu şühûd-i sûrî ile karışdırmak, insanın her iki makâmda Bekâ hâsıl etmesinden ileri gelmekdedir. Çünki, tecellî-i sûrî, sâliki fânî yapmaz. Birçok bağlılıklarını yok eder ise de, fenâya kadar götüremez. Bundan dolayı, bu tecellîde, sâlikin varlığından birşeyler bulunmakdadır. Seyr-i enfüsî, tâm Fenâdan ve son Bekâdan sonra olduğundan ve sâlikin anlayışı az olduğundan, bu iki Bekâyı birbirinden ayıramaz. İkisini birleşmiş sanır. Eğer bu ikinci bekâya (Bekâ-billah) denildiğini ve bu varlığa, Allahü teâlânın verdiği vücûd denildiğini bilseydi, ikisini karışdırmakdan kurtulurdu. Süâl: (Bekâ-billah) demek, kendini Hak teâlâ olarak bulm [07.09.2023 18:25] Annem: Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar Ana Sayfa İslam Ahlakı Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar İlgili      İslam Ahlakı E) Siyasetle İlgili Görev ve Sorumluluklar a) İslam Düşüncesinde Siyasetin Önemi İslam dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem ahiret dini oluşudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Medine’ye hicret eder etmez, yalnız dar anlamda bir din önderi değil, aynı zamanda siyasi bir lider olarak davranmış; din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasi işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış; Medine’deki müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasi yapı oluşturmaya başlamıştır. Siyaset mesleğinin zaman zaman bazı toplumlarda ahlak ilkelerinin dışına saptırılarak değer aşınmasına uğratılmasını arızi bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin de birer siyasi lider oldukları göz önüne alındığında İslam’da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslam bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır. İslami ilimlerden fıkhın önemli bir kısmını siyaset konuları oluşturur. Genel fıkıh kitaplarından ayrı olarak İslam hukuk literatürü içinde “el-Ahkamü’s-sultaniyye” ve benzeri eser türlerinin yer alması, fıkıh bilginlerinin siyaset konusunu kendi ilgi alanları içinde görmüş olmalarının önemli bir delilidir. Özellikle Şia mezhebinin devlet başkanının tayinini (nasb) itikadi bir konu olarak ele alması dolayısıyla, kelam ilminde de siyasetle ilgili bazı konulara yer verilmiştir. Ayrıca İslam düşünürleri, özellikle Farabi’den itibaren İslam kültür tarihi bakımından büyük değer taşıyan, oldukça orijinal bir siyaset felsefesi geliştirmişlerdir. Bütün İslam bilginleri siyaseti, insanın toplumsal bir varlık olmasının sonucu sayarlar. Bunlardan Gazzali, siyaseti özellikle iki açıdan gerekli görmüştür: 1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. Şöyle ki: İnsanlar, yalnız başlarına altından kalkamayacakları çoklukta ihtiyaçlarla yüklüdürler. Bu durum, insanların birlikte yaşamalarını zorunlu kılar; ancak bu birliktelik sürtüşme ve çekişmelere de yol açar. İşte ihtiyaçların çekişmelere yol açmayacak şekildebarış, güvenlik ve adalet içinde karşılanması ancak siyaset denilen yapılanmayla mümkün olur. Böylece Gazzali siyasetin ahlaki boyutuna da işaret etmiş olur. 2. Siyaset, dini hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir. Çünkü dünya işlerinin düzgün ve sağlıklı işlemediği yerde dini ödevler de aksar. Bu suretle toplumda huzur ve güvenliği sağlayan siyaset, bireylerin dini yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için rahat bir ortam hazırlamış olur. Siyasetin din ve dünya hayatına bu hizmeti dolayısıyla İslam bilginleri, adaletle yürütülen siyaseti üstün bir ibadet saymışlardır (Gazzali, İhya, I, 12; III,195-196). Başta Farabi olmak üzere bütün İslam bilginleri siyaseti, yalnız dar anlamda hakları paylaştıran, sosyal birliği koruyan, sorumlulukları düzenleyen cismani bir yönetim saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, İslam’ın itikadi ve ahlaki boyutuna uygun olarak, toplumdaki herkesin manevi gelişmesini ve en yüksek mutluluktan pay almasını sağlayıcı bütün imkanları araştıran bir disiplin olarak görmüşlerdir. Bu, siyasetin bir peygamber mesleği olmasının gereğidir. b) Yöneticinin Bazı Nitelikleri ve Görevleri 1. Ehliyet ve Liyakat Hz. Peygamber, “İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle” (Buhari, � [07.09.2023 18:26] Annem: Aşure tatlısı Ana Sayfa A Aşure tatlısı Bakınız;Tatlılar.Rüyada aşure aldığını gören kimse sevinç yaşar.Aşure pişirenin de kendine ve başkalarına yararı dokunur.Rüyada asure görmek veya yemek,fena bir haberle yorumlanir.Rüyasinda komsularina tas tas asure dagittigini gören,hükümetten para cezasi veya mahkemeden bir tazminat karari,veyahut düsmanlarindan kendisini büyük bir zarara sokacak bir tehdit mektubu alir.Asure ayinda,asure dagittigini görmek,hayirli bir kismetle veya haberle yorumlanir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [07.09.2023 18:27] Annem: ÂYİSE Ana Sayfa A ÂYİSE Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın. Kadın elli beş yaşlarında âyise olur. Hâmile (gebe) ve âyise kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz (âdet) kanı olmaz. Hastalık sebebiyle gelen bu kan istihâza yâni özür kanıdır. (İmâm-ı Birgivî) İlgili İSTİMRÂR 9 Eylül 2021 Benzer yazı Sahîh Kan 9 Eylül 2021 Benzer yazı İSTİHÂZA 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [07.09.2023 18:28] Annem: Risale-i Nur’un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir-iki hâdise beyan ediyorum Birincisi: Hatib Mehmed namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi’ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica’nın âhirlerinde merhum Abdurrahman’ın vefatının tam mukabilinde, kalemi “Lâ ilahe illâ hû” yazıp ve lisanı dahi “Lâ ilahe illallah” diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risalet-ün Nur talebelerinin iman ile kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur’aniyeyi vefatıyla imza etmiş. Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsiaten âmin! İkincisi: Sizin te’lifiniz olan Fihriste’nin tashihinde, bir müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi, Tahsin’e dedim: “Yaz!” O da yazmağa başladı. Simsiyah mürekkepten ve temiz kalemle birden, yazdığınız ikinci cild fihristenin makbuliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep güzel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar biz bu garib hâdiseye taaccüb ederek bakarken, o mürekkep simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarısı, aynı kalem, aynı hokka tam siyah yazıldı. Bir zaman Barla’da, bağlardaki köşkte, Şamlı Hâfız ve Mes’ud ve Süleyman’ın müşahedesiyle aynı hâdiseyi başka şekilde gördük. Şöyle ki: Ben, sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm; birden mütebâkisi çok beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti. Risale-i Nur kâtiblerini şevklendirdi. Gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve tereşşuhunu gösterdi. Said Nursî * * * Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim. Biri dedi: Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor? Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar [07.09.2023 18:28] Annem: Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır. İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor. Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder. Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin… Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder. Beşinci Mes’ele Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sâkin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır. Evet telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mes’ul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şâyan noktalar vardır: İşte çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte: قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا ❊ هذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ Yani: Dedi: “İhtiyar oldun.” Dedim: “Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır.” Hem de: وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ ❊ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim [07.09.2023 18:28] Annem: kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri “Elhamdülillah Elhamdülillah” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır. İkinci bir küllî meyvesine “Yirmidördüncü” ve “elif”ler kerametini gösteren “Yirmidokuzuncu Söz”ler işaret edip parlak bir surette meleklerin vücudunu ve vazifesini isbat etmişler. Evet kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârane bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz cemadat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi, ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rububiyetin her tarafta, serada süreyyada, zeminin temelinde, dışında hakîmane ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler. Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-i arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda Sevr ve Hut namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yani nezaretlerinde ve Cennet’ten getirilen ve fâni küre-i arzın bâki bir temel taşı olmak, yani ileride bâki Cennet’e bir kısmını devretmeğe bir işaret için Sahret namında uhrevî bir madde, bir hakikat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinad edilmiş diye Benî-İsrail’in eski peygamberlerinden rivayet var ve İbn-i Abbas’tan dahi mervîdir. Maatteessüf bu kudsî mana, mürur-u zamanla bu teşbih, avamın nazarında hakikat telakki edilmekle, aklın haricinde bir suret almış. Madem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın, üstünde duracak cismanî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur. Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o ferdlerin a’zâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarane temsil edip dergâh-ı İlahiyeye takdim etmek için kırkbin başlı ve her başı kırkbin dil ile ve herbir dil ile kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-ı hakikat olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş. Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebat-ı Rabbaniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail (A.S.) ve zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlık’a mahsus olan icraat-ı İlahiyeyi yalnız temsil edip ubudiyetkârane nezaret eden İsrafil (A.S.) ve Azrail (A.S.) ve hayat dairesinde rahmetin en cem’iyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmaniyeye nezaretle beraber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mahiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i rububiyetin muktezasıdır. Onların ve herbirinin mahsus taifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat’îdir ve şübhesizdir. Melaikeye ait başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Evet küre-i arzda dörtyüzbin nevileri zîhayattan halkeden, hattâ en âdi ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren ve mu’cizat-ı san’atına karşı, onlara dilleriyle “Mâşâallah, B� [07.09.2023 18:30] Annem: HÂTİME [Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’caziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağribden sonra kalbe ihtar edilen ve sure-i قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ın zahir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikata kısa bir işarettir.] بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ İşte yalnız mana-yı işarî cihetinde bu sure-i azîme-i hârika: “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. Bu mu’cize-i gaybiye, beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki: Bu surenin herbir âyetinin manaları çoktur. Yalnız mana-yı işarî ile beş cümlesinde dört defa “şerr” kelimesini [07.09.2023 18:30] Annem: İşte esma-i İlahiyenin herbiri, ayrı ayrı birer âyine ister. Hem meselâ: Rahman, Rezzak hakikatlı, asıl oldukları için, kendilerine lâyık, rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı ister. Rahman nasıl hakikî bir dünyada rızka muhtaç hakikatlı zîruhları ister; Rahîm de, öyle hakikî bir Cennet’i ister. Eğer yalnız Mevcud ve Vâcib-ül Vücud ve Vâhid-i Ehad isimleri hakikî tutulup öteki isimler onların içine gölge olmak haysiyetiyle alınsa, o esmaya karşı bir haksızlık hükmüne geçer. İşte şu sırdandır ki: Cadde-i Kübra, elbette velayet-i kübra sahibleri olan sahabe ve asfiya ve tâbiîn ve eimme-i Ehl-i Beyt ve eimme-i müçtehidînin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’anın birinci tabaka şakirdleridir. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ اَللّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ [07.09.2023 18:30] Annem: Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz, tâ o sırrın bir hülâsası görünsün. Said Nursî   بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ الَّتِى كَتَبْتُمْ وَتَكْتُبُونَ Aziz, sıddık kardeşlerim! Onuncu Şua namında, yazdığınız Fihriste’nin İkinci kısmı bana şöyle kuvvetli bir ümid verdi ki: Risale-i Nur benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir bîçareye bedel, genç, kuvvetli çok Said’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risale-i Nur’un tekmil ve izahı ve haşiyelerle beyanı ve isbatı size tevdi’ edilmiş tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki; bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettim ise de çalıştırılamadım. Evet Risale-i Nur size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ Kur’an kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza.. mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve talim ile, belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şua’ın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek. Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir [07.09.2023 18:31] Annem: Söz' den) BEŞİNCİ DAL Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor. Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur. Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat’î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle s [07.09.2023 18:31] Annem: Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette lâübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel, vilayat-ı şarkıyenin hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam manasıyla hükümfermadır. Bildiğime göre edibler edebli olurlar. Edebsiz bazı gazeteleri naşir-i ağraz görüyorum. Eğer edeb böyle ise ve efkâr-ı umumiye böyle karmakarışık olsa; şahid olunuz ki, böyle edebiyattan vazgeçtim. Bunda da dâhil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında yani Başit başındaki ecram ve elvah-ı âlemi, gazetelere bedel mütalaa edeceğim. Muarradır feza-yı feyzimiz şeyn-i temennadan Bize dâd-ı ezeldir, zîrden bâlâdan istiğna Çekildik neşve-i ümidden, tûl-i emellerden Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı leyladan istiğna… Tenbih: Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet nev’-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. Hem de mana-yı meşrutiyete ibtila ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve Âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı, meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve tali’ ve taht ve baht-ı İslâm’ın anahtarı da meşrutiyetteki şûradır. Zira şimdiye kadar üçyüz yetmiş milyon İslâm, ecanibin istibdad-ı manevîsi altında eziliyordu. Şimdi hâkimiyet-i İslâmiye, âlemde bahusus bundan sonra Asya’da hükümferma olduğu halde herbir ferd-i müslüman, hâkimiyetin bir cüz-ü hakikîsine mâlik olur. Ve hürriyet, üçyüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeğe bir çare-i yegânedir. Farz-ı muhal olarak [07.09.2023 18:32] Annem: Birinci ve Yirmi İkinci Ayetlerin Tefsiri İbadetin Hakikatı يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ❊ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Yani: “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz’ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur.” Mukaddeme Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir. Ve keza ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve meade, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebebdir ve şahsî ve nev’î kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır. İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler: Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, zînetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister. Şu meyillerin iktizası üzerine yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini, istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesaî etmeye [07.09.2023 18:32] Annem: Yirmi senedir gayr-ı resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğu ve sebebsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğü halde sükût eden bir bîçare ile resmî değil, hakikî ve ciddî görüşmek istersen az sizinle konuşacağım.] Evvelâ: İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektublarını tedkikten sonra, idare ve asayiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil; mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitablarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir seneddir. Yirmi seneden evvelki hayatım ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil, eski harb-i umumîde gönüllü alay kumandanı olarak başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve harekât-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara’daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb’usan beni orada görmekle alkışlamasıdır. Demek bu yirmi senede bana verilen azab, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim. Artık yeter! Kabir kapısındayım, beni dünyaya baktırmayınız. Hem emniyet-i umumiye reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lâzım. Çünki mahkemelerce sabit olduğu gibi, Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle asayişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilayet zabıtalarını işhad edebilirim. Risale-i Nur’un dersini işitenler, polisten ziyade asayişe hizmet ettiklerini ehl-i insaf zabıtalar anlamışlar. Bu âhirde pek ziyade, ahaliyi memurlar benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle anladım ki, hakkımda haddimden fazla ve lâyık olmadığım teveccüh-ü ammeyi kırmak için imiş. Ben de size bunu kat’iyyen beyan edip ve has kardeşlerime mahremce yazdığım mektublarda teveccüh-ü ammeyi kat’iyyen -mesleğimize ve ihlasımıza muhalif olduğu için- şahsıma kabul etmiyorum ve reddediyorum. Ve o hususta, çok has kardeşlerimin de hatırlarını kırmışım. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’in hakikatını emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un kıymetini [07.09.2023 18:33] Annem: kudretine pek kolay ve pek ehven ve ibadına fevkalâde mühim ve pek şedid-ül ihtiyaç olan haşrin tekrar be tekrar va’dinde bulunmuştur. Malûmdur ki, hulf-ül va’d kudretin izzetine, rububiyetin merhametine zıddır. Zira va’din hilafını yapmak, cehlin veya aczin alâmetidir. Bu ise Kadîr-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak olan zâta muhaldir. Maahâza, insanların haşri nebatatın haşri gibidir. Bunu gören onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan va’di ise, bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların icmaiyle sabit olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’in lisanıyla da sabittir. Ezcümle: اَللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَ مَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا olan âyet-i kerime, büyük bir şiddet ve kuvvetle haşrin icadına söz veriyor. Fakat, bazı insan pek nankördür ki; bütün mevcudat, sıdkına ve hak olduğuna delalet ettiği o Mâlik-ül Mülk’ün sözlerini tasdik etmez, kendi hezeyanına ve ahmaklığına itimad eder. Ve keza bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. Evet görüyoruz ki: Koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti’ bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir. Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevî gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tâbi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır. Halbuki, azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zaîf, zâil, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak, bu dünya o azametli rububiyetin pek azîm ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mu’cizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki, tahrib edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve bâki bir âleme cüz’ olmak için tebdil edilecektir. Binaenaleyh bu tebeddülât ma’rezi olan âlemin Sâni’i için diğer tegayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zarurîdir. Maahâza, zahirden hakikata geçen ervah-ı neyyire ashabı ve kulûb-ü münevvere aktabı ve ukûl-ü nuraniye erbabı ve kurb-u huzur-u İlahîde dâhil olanlar, o Zât-ı Zülcelal’in muti’ler için bir dâr-ı mükâfat ve âsiler için bir dâr-ı mücazat ihzar ettiğini ve pek metin va’dler ile şedid tehdidleri olduğunu kat’î ihbar ediyorlar. Malûmdur ki, va’dleri îfa etmemek bir zülldür. Hâlık-ı Âlem züll ve zilletlerden münezzehtir. Ve aynı zamanda, o hakikatı ihbar eden ehl-i hakikat ve enbiya ve evliya ve asfiya cemaatlerine kâinat bütün âyâtıyla, kelimatıyla zahir olarak ihbarlarını teyid ve takviye ediyor. Ey insan! Bu haberden daha doğru bir haber ve bu sözden daha doğru bir söz var mıdır? Ve keza bu âlemin mutasarrıfı, dar ve muvakkat şu arz meydanında, âlem-i âhiretin büyük meydanının çok misallerini, nümunelerini her vakit gösteriyor. Ezcümle: Bahar mevsiminde arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır. Evet altı gün zarfında, o karışık nebatatın tohumlarından ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesedleri galatsız, haltsız kema-fi-s sâbık inşa ve iade etmekle, arz meydanında nebatî haşirleri yapan kudret, semavat ve arzı altı günde halketmesinden âciz değildir. Ve o kudrete nazaran göz işareti kadar kolay olan haşr-i insanîyi yapmamak imkânı var mıdır? Evet haşr-i nebatîde kelimeleri, yazıları tamamen silinmiş üçyüz bin kadar sahifeleri, birlikte, bilâ-halt ve bilâ-galat kısa bir zamanda eski yazılarını iade eden bir kudrete, tek bir sahifeden ibaret bulunan haşr-i insanî ağır gelir mi? Hâşâ! İşte o kudret sahibi, lisan-ı Kur’an ile emrettiğiفَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللّهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ � [07.09.2023 18:34] Annem: KATRE’NİN ZEYLİ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ Remz Arkadaş! Vaktin evvelinde, Kâ’be’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beyt’in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmaya dâhil olsun ki, o cemaatın icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve her bir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun. Meselâ: Namaz kılan اَلْحَمْدُ لِلّهِ dediği zaman, sanki o cemaat-ı uzmayı teşkil eden bütün mü’minler “Evet doğru söyledin.” diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı manevî bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün [07.09.2023 18:35] Annem: gayr-ı resmî, hem haps-i münferid, hem tecrid-i mutlak içinde bulunduğu ve sebebsiz evham yüzünden emsalsiz tazyik gördüğü halde sükût eden bir bîçare ile resmî değil, hakikî ve ciddî görüşmek istersen az sizinle konuşacağım.] Evvelâ: İki sene, iki mahkeme, yirmi sene hayatımın eserlerini, mektublarını tedkikten sonra, idare ve asayiş aleyhinde hiçbir madde bulunmadığına ve bulmadıklarına delil; mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitablarımı beraetimle beraber iade etmeleri cerhedilmez bir hüccettir, bir seneddir. Yirmi seneden evvelki hayatım ise, bu vatan ve millet lehinde fedakârane sarfolunduğuna delil, eski harb-i umumîde gönüllü alay kumandanı olarak başkumandanın takdiratı altında hizmetlerimle ve harekât-ı milliyede fevkalâde hizmetimi Ankara’daki hükûmet reisleri takdir ile ve Meclis-i Meb’usan beni orada görmekle alkışlamasıdır. Demek bu yirmi senede bana verilen azab, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir muameledir. Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevi, yalnız geçirdim. Artık yeter! Kabir kapısındayım, beni dünyaya baktırmayınız. Hem emniyet-i umumiye reisi olduğunuz cihetle, benim hizmetime taraftar olmanız lâzım. Çünki mahkemelerce sabit olduğu gibi, Risale-i Nur’un dersleri, dünyaya baktığı vakit bütün kuvvetleriyle asayişin temellerini muhafaza etmek, korumak ve fesad ve ihtilâllerin önünü kesmek olmasından, kudsî ve manevî inzibat komiserleri hükmünde olduğuna delil, üç vilayet zabıtalarını işhad edebilirim. Risale-i Nur’un dersini işitenler, polisten ziyade asayişe hizmet ettiklerini ehl-i insaf zabıtalar anlamışlar. Bu âhirde pek ziyade, ahaliyi memurlar benimle görüşmekten ürkütmek cihetiyle anladım ki, hakkımda haddimden fazla ve lâyık olmadığım teveccüh-ü ammeyi kırmak için imiş. Ben de size bunu kat’iyyen beyan edip ve has kardeşlerime mahremce yazdığım mektublarda teveccüh-ü ammeyi kat’iyyen -mesleğimize ve ihlasımıza muhalif olduğu için- şahsıma kabul etmiyorum ve reddediyorum. Ve o hususta, çok has kardeşlerimin de hatırlarını kırmışım. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’in hakikatını emsalsiz bir surette tefsir eden Risale-i Nur’un kıymetini gösteren eski zâtların gaybî haberlerini kabul edip yazmışım. Ve kendim âdi bir hizmetkâr olduğumu isbat etmişim. Farz-ı muhal olarak bu teveccüh-ü ammeye taraftar olsam da, asayiş lehinde hizmet edecek ve sizin gibi asayiş memurlarına faidesi dokunacak. Madem ölüm öldürülmüyor; hayattan çok ziyade ehemmiyetli bir mes’eledir. Yüzde doksanı bu hayatın selâmetine çalışıyorlar; biz Risale-i Nur şakirdleri de, herkesin başına muhakkak gelecek olan ölümün dehşetli hücumuna karşı mücadele ediyoruz. Hadsiz şükür olsun ki; şimdiye kadar o ölüm i’dam-ı ebedîsini, yüzbinler adam hakkında terhis tezkeresine Risale-i Nur ile çevirdiğine yüzbinler şahid gösterebiliriz. Bu hakikat nokta-i nazarından sizin gibi vatanperver, milliyetperverler bizi teşviklerle alkışlaması lâzım gelirken, evhamlarla ittiham altına alıp tarassudlarla taciz etmek, ne kadar insaftan ve hamiyetten uzak olduğunu insafınıza havale ediyorum. Gayr-ı resmî tecrid ve haps-i münferidde Said Nursî [07.09.2023 18:35] Annem: Söz بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ الر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ [Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar hükmünde o hakikatların bir kısım nazirelerine işaret edeceğiz ve hâtimesinde bir ders-i ibret ve bir sırr-ı inayet beyan edilecek. O hakikatlardan Haşir ve Kıyametin nazireleri, Onuncu Söz’de, bilhâssa Dokuzuncu Hakikatında zikredildiği için tekrara lüzum yoktur. Yalnız sair hakikatlardan nümune olarak “Beş Mes’ele” zikrederiz.] Birincisi: Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ “Altı günde gökleri ve yerleri yarattık.” demek olan; hem belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibaret olan eyyam-ı Kur’aniye ile insan dünyası ve hayvan âlemi altı günde yaşıyacağına işaret eden hakikat-ı ulviyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelal’in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları, nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Evet güya insanlar gibi dünyalar dahi, birer misafirdir. Her mevsimde Zât-ı Zülcelal’in emriyle âlem dolar, boşanır. İkincisi: Meselâ:  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ ❊ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ ❊ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: “Bütün eşya, bütün ahvaliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor.” demek olan hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakikat nerede? Ehl-i gafletin telakkileri nerede? Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melaike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadık’ın tasvir ettiği, meselâ kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetlerini ifade eden hakikata çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelal  تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ ❊ وَ سَخَّرْنَا الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ مَعَهُ ❊ اِ� [07.09.2023 18:36] Annem: İkinci Sual: Şeriatta denilmiştir ki: “Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlahî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir? Elcevab: Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki: İnsan, icadsız bir cüz’-i ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müdhiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi; nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes’uliyetini, o çeker. Çünki onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şerr ademî olduğu için, abd ona fâil oldu. Cenab-ı Hak da halketti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azab ile çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler; kesb-i insanî ve cüz’-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan, onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata tarafdar değildir, belki rahmet-i İlahiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahib olabilir. Ve sahib olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlahiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Va’d-i İlahî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zahirde bir mükâfattır, hakikatta fazıldır. Demek seyyiatta sebeb, nefistir; mücazata bizzât müstehaktır. Hasenatta ise sebeb Hak’tandır, illet de Hak’tandır. Yalnız, insan iman ile tesahub eder. “Mükâfatını isterim.” diyemez, “Fazlını beklerim.” diyebilir. Üçüncü Sual: Beyanat-ı sâbıkadan da anlaşılıyor ki; seyyiat, intişar ve tecavüz ile taaddüd ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı, hasene ise vücudî olduğu için maddeten taaddüd etmediğinden ve abdin icadıyla ve nefsin arzusuyla olmadığından hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazan bin yazılır? Elcevab: Cenab-ı Hak, kemal-i rahmet ve cemal-i rahîmiyetini o suretle gösteriyor. Dördüncü Sual: Ehl-i dalaletin kazandıkları muvaffakıyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki; onlar bir kuvvete ve bir hakikata istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i [07.09.2023 18:36] Annem: Hem bütün kâinatı enva’ıyla beraber bir kitab-ı kebir-i hikmet ve öyle bir kitab ki; her harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitab hükmüne getiren hakîmiyet-i İlahiyenin cemal-i bîmisaline bak, gör. Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan ve bütün ecram-ı ulviye ve süfliyenin müvazenelerini idame ettiren ve güzelliğin en mühim bir esası olan tenasübü veren ve her şeye en güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve cezalandıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak gör. Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını, buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı sâniyesini çekirdeğinde yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfıziyet-i Rabbaniyenin letafetli cemalini gör. Hem zemin sofrasında Kerim-i Mutlak [07.09.2023 18:37] Annem: اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ Eyyühe-l Üstad-ül Aziz! Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mes’elesini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum. Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazu’ları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arzedeceğim: Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatına merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı Nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvel emirde çirkâbdan selâmete, felâketten saadete, zulmetten nura [07.09.2023 18:37] Annem: SOHBET........ NAMAZ KILMAK

Namaz; dînin direğidir,
Namaz; Allaha yaklaştırır,
Namaz; İslâmın binasıdır,
Namaz; Îmânın alâmetidir,
Namaz; kurbettir ve tâattır,
Namaz; mü’mine burhandır,
Namaz; nîmetlerin şükrüdür,
Namaz; abdestli olarak kılınır,
Namazı; inkâr eden kâfir olur,
Namaz; kılmayanın dîni yıkılır,
Namaz; Cennetin anahtarıdır,
Namaz; mü’minlerin mîracıdır,
Namaz; kalbi parlatan ciladır,
Namaz; şeytandan uzaklaştırır,
Namaz; kılmayanın kalbi kararır,
Namaz; ibâdetlerin en hayırlısıdır,
Namaz; ibâdetlerin en üstünüdür,
Namaz; Müslüman ve kâfiri ayırır,
Namaz; kötülüklerden koruyandır,
Namaz; Allahın huzurunda olmaktır,
Namaz; kılan, dînini doğrultmuş olur,
Namaz; kılınca, Cennet kapıları açılır,
Namaz; İslâmın beş şartından biridir,
Namaz; Müslüman olan namaz kılar,
Namazın; şartlarını öğrenmek farzdır,
Namaz; kılan İslâmın ipine sarılmış olur,
Namaz; kılmayanın duâları kabul olmaz,
Namaz; Îmân ile küfür arasında perdedir,
Namazı; vaktinde kılmak, birinci vazîfedir,
Namaz; farz namazları kazâ etmek farzdır,
Namaz; Cehennemden kurtuluş vesîlesidir,
Namaz; bütün ibâdetleri kendinde toplamıştır,
Namaz; Kıyâmet Günü îmândan sonra sorulur,
Namaz; Cemaat ile, birlik ve beraberliğin nümûnesidir,
Namaz; hesabı doğru verilirse, diğer sorular kolay geçer,
Namazı; özürsüz kılmayan 80 hukbe Cehennemde yanar,

 

07.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [07.09.2023 18:37] Annem: • Kanûnî Sultan Süleyman’ın Vefatı (1566) 'Allah sevdiğini kullarına da sevdirir.' Hz. Ömer [radıyallahu anh] Semerkand Takvimi [07.09.2023 18:37] Annem: Dört Büyük Hastalık Süfyân-ı Sevrî hazretleri [kuddise sırruhû] şöyle diyor: Velilerin büyükleri hariç, şu dört manevi hastalıktan kurtulan çok azdır: • Tamahkârlık, • Yalan söylemek, • Şikâyet etmek, • Riya. Zikir Nedir? Zikir, anmak ve hatırlamak manasınadır. Yüce Allah’ın kutsal isimlerini anmak ve vâcip olan bir görevdir, en yüksek bir zikirdir. Yüce Allah’ı zikretmek, ya büyüklüğünü düşünmekle olur ki, bundan yüceltme ve tâzim meydana gelir. Ya da Allah’ın sonsuz kudretini düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur ki, bundan şükür ve hamd meydana gelir. Yahut pek acayip ve üstün olan eserlerini düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve ibret alma yüz gösterir. Zikrin karşıtı,  nisyan  (unutma)dır. Yüce Allah’ın mübarek isimleri ile kulun gönlünü süslememesidir. Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: Allah’ı çok zikrediniz ki kurtulasınız  (Cum‘a 62/10). Bir hadis-i şerifte de,  Zikrin en faziletlisi ‘lâ ilâhe illallah’tır. Duanın da en faziletlisi ‘elhamdülillâh’dır  (Nesâî; İbn Mâce) buyrulmuştur. Semerkand Takvimi [07.09.2023 18:38] Annem: “İyilik gerçek müslümanlık, sevaba vesile olan şeyler, güzel ahlaktan ibarettir. Günah ve kötülük ise insanın kalbini tırmalayan ve başka kimselerin bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr 14) [07.09.2023 18:38] Annem: Kadınlarından zıhar yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Mücâdele Sûresi 3.Ayet [07.09.2023 18:38] Annem: İstibrâ ve İstincâ İslâmî öğretiler bütün hayatı kuşatıcı nitelikte olduğu için, bu öğretilerde zaman zaman şahısların en özel ve mahrem görünen durumlarıyla ilgilenildiği ve bu konuda bazı emir ve tavsiyelerde bulunulduğu da olur. Tuvalet âdâbıyla ilgili olarak hadislerde ve fıkıh kültüründe birtakım kural ve önerilerin bulunması böyledir. Küçük ve büyük abdest bozduktan sonra yapılması gereken maddî temizlik, gerek bunun akabinde yapılacak hükmî temizliğin ve ibadetlerin sıhhati gerekse ferdin sağlığı, beden ve elbise temizliği açısından önemlidir. Küçük abdest bozduktan sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temizleme işlemine fıkıh dilinde "istibrâ" denilir. Özellikle erkekler açısından istibrâ daha önemlidir. Şayet özür hali söz konusu değilse vücuttan idrar sızıntısı olduğu sürece abdest geçerli olmaz. Bunun için de idrarın vücuttan iyice çıkmasını beklemek, bu amaçla biraz hareket etmek, yürümek veya öksürmek gerekebilir. İdrar sonrası abdest alınmayacak olsa bile, temizlik iyi yapılmadığında geriye kalan idrar sızıntısı elbiseye bulaşacağından bu temizliğe dikkat edilmesi her zaman önemini korumaktadır. Bunun için Hz. Peygamber idrardan sakınmayı emretmiş, kabir azabının çoğunun idrardan sakınmama sebebiyle olacağını haber vermiştir (Buhârî, “Vudû”, 55; İbn Mâce, “Tahâret”, 26). Çevre temizliği kadar beden ve elbise temizliği de gerek kişinin sağlığı ve beşerî ilişkileri gerekse ibadet hayatı için önem taşıdığından literatürde "istincâ" terimiyle ifade edilen temizlik yani büyük abdest bozulduktan sonra dışkı ve idrar yollarında yapılacak dışkı, idrar vb. temizliği de müslümanın hayatında ayrı bir önem taşır. Aslolan bu temizliğin su ile yapılmasıdır. Hatta su ile temizliğin İslâm toplum ve medeniyetinin en belirgin vasıflarından biri olduğu ve bu sebeple müslümanların kavuştukları beden ve elbise temizliğinin Batılılar tarafından da hayranlıkla ifade edildiği görülür. Su bulunmadığı takdirde bu temizliğin en uygun temizlik araçlarıyla yapılması gerekir. Temizlik sol elle yapılmalı, suyun ve diğer temizlik araçlarının kullanımında israftan kaçınılmalı, fakat temizliğin titizlikle yapılmasından da ödün verilmemelidir. Fıkıh kitaplarında eğitim ve ilim aracı olduğu için kâğıdın istibrâ ve istincâda kullanılması doğru bulunmamış ise de günümüzde iki kâğıt türü birbirinden ayrıldığı ve kâğıdın imal ve temini kolaylaştığı için, özellikle büyük abdest temizliğinde suyun kullanımı ve kurulanma kaçınılmaz olmuştur. Bu itibarla Batı toplumlarında yaygın olduğu şekliyle sadece tuvalet kâğıdı ile temizlenmenin yetersiz olduğunu, su ile temizlik yapıldıktan sonra avret yerinin bez veya tuvalet kâğıdı ile kurulanmasının sağlık ve temizlik açısından daha uygun hatta gerekli olduğunu belirtmek gerekir. ...Daha az [07.09.2023 18:39] Annem: Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir. [Enam Sûresi.159] [07.09.2023 18:39] Annem: MADDİ ve MANEVİ TEMİZLİK Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın çok tövbe edenleri ve çok temiz- lenenleri sevdiği haber verilir (Bakara, 2/222). Kur’an’da diğer ayetlere bakıldığında maddi ve manevi temizliğin iç içe oldu- ğu görülür. Zira hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan namaz ibadetinin (Ankebût, 29/45) sıhhatinin şartı olan abdest maddi temizliği ifade ettiği gibi manevi temizliği de ifade eder. Zekat ibadeti maddi olduğu kadar manevi bakımdan da kişisel arın- ma ve temizlik anlamına gelir (Tevbe, 9/103). Oruç ibadeti, nefis temizliğinin zirvesi olan “takva”ya erişmek için farz kılınmış- tır (Bakara, 2/183). Mü'minin en güzel azığı/sermayesi olarak nitelendirilen takva hacc’da cinsellik, fısk ve cedelleşmekten/ kavgadan uzak durmakla kazanıma dönüştürülür. DİNÎ KAVRAMLAR EKÂNİM-İ SELÂSE Uknum kelimesinin çoğulu olup, sözlükte “asıl, esas ve temel” anlamına gelmektedir. Dînî ıstılahta ise, Hristiyan- larca Allah anlayışının teşek- kül ettiği üç sıfatın birbiriyle olan ilişkisini sağlayan baba, oğul ve Ruhu’l-Kudüs de- mektir. Bu üç esas (ekânîm-i selâse) şöyle açıklanmak- tadır; Allah Teala’dan iba- ret olan zat (baba), İsa’dan ibaret olan ilim (oğul) ve Meryem’den ibaret bulunan hayat (zevce) dir. ÖZLÜ SÖZ Ver ama başa kakma. Sonunda yine sen kazanırsın. (Sadi Şirazî) [07.09.2023 18:39] Annem: Komşu tabiri, birbirine bitişik veya yakın yerlerde yaşayanlar için kullanılır. Komşu olmanın doğurduğu birtakım hak ve görevlerin yanı sıra bunların sağlandığı bir ilişkiler düzeni bulunmaktadır. Bunlara genel olarak komşuluk veya komşuluk ilişkileri denilir. Komşuluk ilişkileri özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerinde sosyal dayanışma açısından önemli olduğu gibi, ailelerin huzur ve güven içinde yaşamaları açısından da önemlidir. İyi komşuluk ilişkileri mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sahip olduğundan fert ve ailelere toplum içinde destek olur. Dolayısıyla sosyal bünyeyi güçlendirir. Kötü komşuluk ilişkileri de sürekli rahatsızlık, güvensizlik ve yalnızlık hissi uyandırır. Kültürümüzdeki süzülmüş bir anlayışın ifadesi olan, "Ev alma, komşu al" özdeyişi, komşuluk ilişkilerinin her iki yönü açısından da son derece isabetli bir tesbiti dile getirmektedir. Yine dilimizdeki "Komşu komşunun külüne muhtaçtır", "Komşuda pişer, bize de düşer" gibi özdeyişler ve sık gelip gitmeleri anlatmak üzere, "komşu kapısına çevirmek" ve benzeri deyimler, komşuluk ilişkilerinin anlamını ve boyutlarını göstermek bakımından önemlidir. Sosyal dayanışma ve yardımlaşma açısından insana aileden sonra en yakın sosyal çevreyi komşular teşkil ettiği içindir ki, gerek Kur'an ve gerekse hadislerde komşuluk ilişkilerine titizlikle değinilmiştir. Bir âyette ana baba ve yakın akrabalardan sonra, yakın ve uzak komşuya iyilik etmek, iyi davranmak tavsiye edilmektedir (en-Nisâ 4/36). Peygamberimiz komşuluk hakları konusunda kendisine yapılan sıkı tavsiyeleri anlatmak ve komşuluk hukukuna dikkat çekmek maksadıyla, "Cebrâil bana komşu hakları konusunda öyle hükümler getirdi ki, bu gidişle her halde komşu komşuya vâris kılınır diye düşündüm" (Buhârî, "Edeb", 123) demiştir. Peygamberimiz'in, "Komşusu elinden, dilinden emin olmayan kişi mümin sayılmaz" (Buhârî, "Edeb", 29) sözü, komşuluk ilişkisinin önemini ve ne kadar hassas bir konu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Yine Resûlullah'ın "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun" (Buhârî, "Edeb", 31) gibi sözleri de bu bağlamda değerlendirilebilir. Resûl-i Ekrem komşuluk ilişkilerinde nasıl davranmak gerektiğine ilişkin olarak şu hususlara dikkat çekmiştir: 1. Hastalandığında geçmiş olsun ziyaretine gitmek. 2. Öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmak. 3. Borç istediğinde vermek. 4. Darda kaldığında yardımına koşmak. 5. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek. 6. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek. 7. Evi onun rüzgârını (güneşini, manzarasını) engelleyecek şekilde yüksek yapmamak. 8. Ne pişirdiğini ona belli etmemek, belli ederse pişirdiğinden ona da vermek (Mecma`u'z-zevâ'id, VIII, 168-170). Hz. Peygamber'in bu tavsiyesi komşuluk ilişkilerine oldukça kuşatıcı bir çerçeve çizmekle birlikte, komşunun komşu üzerindeki bütün haklarını saymayı değil belki önemli olanlarına örnek kabilinden işaret etmeyi amaçlar. Bu itibarla bir müslümanın, din ve dindarlık farkı, kültür ve bölge farkı gözetmeksizin bütün komşularıyla iyi ilişki içinde olması, İslâm'ın yardımlaşma, dayanışma, zarar vermeme, küs durmama ilkeleri doğrultusunda hareket etmesi, bu konudaki örf ve âdeti ihmal etmemesi gerekir. Günümüzde hızlı şehirleşmenin, şehir yapılaşmasının ve değişen iş hayatının komşuluk ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Aynı apartmanda yaşadıkları halde yardımlaşma, dayanışma bir tarafa tanışmayan, konuşmayan insanlar bulunmaktadır. Apartman hayatına, değişen iş hayatına uygun ilişki biçimlerinin oluşması, buna fizikî anlamda imkân sağlayacak çözümlerin araştırılması beklenmektedir. Komşuluk ilişkilerinin müsbet yönleri hakkıyla gerçekleş [07.09.2023 18:40] Annem: (Firavun) Söyle dedi : Ben size izin vermeden önce ona inandiniz öyle mi! Hakikat su ki o, size büyü ögreten ulunuzdur Simdi elleriniz ile ayaklarinizi tereddüt etmeden çaprazlama kesecegim ve sizi hurma dallarina asacagim! Böylece, hangimizin azabinin daha siddetli ve sürekli oldugunu iyice anlayacaksiniz  (TAHA/71) Düzgün kiraz agaci,  (VAKIA/28) [07.09.2023 18:40] Annem: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "İslâm garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garîb hâle dönecektir. Gariblere ne mutlu!" Müslim, İmam 232, (145) Tirmizî, İman 13 (2631). [07.09.2023 18:40] Annem: "“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”" [Bakara Sûresi.129] [07.09.2023 18:40] Annem: "Rabbimiz! Bizi, inkar edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey Rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan sensin." (Mümtehine, 60/5) [07.09.2023 18:41] Annem: Allah korkusu, insanı O'nun gazabından koruyan bir kalkan ve rızasını kazanmaya bir vesiledir. Hadiseler karşısında Allah'tan korkun,cemaate sarılın fırka fırka ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.[Hz. Osman r.a.] [07.09.2023 18:41] Annem: Asr-ı Seâdet Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaşadığı mübârek, bereketli ve hayırlı devir. Zamân-ı seâdet ve vakt-i seâdet de denir. Asr-ı seâdet, zamanların en iyisidir.Sevgili Peygamberimiz; "Asırların en iyisi benim asrımdır." buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî) Resûl-i ekrem efendimizin eshâbı (arkadaşları) buyurdu ki  "Sizin gözünüzde kıl kadar önem vermediğiniz öyle işleriniz var ki, asr-ı seâdette biz bunları büyük günâhlardan sayardık." (İmâm-ı Gazâlî) En mes'ûd en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı zamanda unutulmuş sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bid'atleri yok eden kimsedir. şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden yâni Peygamberimizin asr-ı seâdetinden uzaklaştık ça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için bid'atler yayılmaktadır. Bir kahraman lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid'atı durdursun. Bid'atı yaymak, İslâm dînini yıkmaktır. Bid'at çıkarana ve işleyenlere hürmet etmek, onları büyük bilmek, İsl âmiyet'in yok olmasına sebep olur. (İmâm-ı Rabbânî) [07.09.2023 18:42] Annem: Balamir  T. Gürbüz iri yapılı     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [07.09.2023 18:42] Annem: Erkekler cuma namazından çıkmadan bayanlar öğle namazını kılabilir mi? Kadınlar ve kendilerine cuma namazı farz olmayan hasta ve benzeri kimseler vakit girdikten sonra, imam cuma namazını bitirmeden önce kendi evlerinde öğle namazını kılarlarsa bu namaz geçerli olur. Kendilerine cuma namazı farz olmayan bu gruptakilerin şehirde veya şehir hükmünde olan bir yerde öğle namazında cemaat yapmaları da mekruhtur; kendi başlarına kılmalıdırlar. Kendisine cuma namazı farz olan bir kimse ise, özürsüz olarak cumaya gitmez ve imam cuma namazını bitirmeden önce kendi evinde o günkü öğle namazını kılarsa Hanefilere göre bu namaz geçerlidir, fakat cumaya gitmediği için günahkar olur. Diğer üç mezhebe ve Hanefilerden İmam Züfer’e göre ise kıldığı öğle namazı geçersizdir. Cuma namazı kılındıktan sonra tekrar kılmalıdır. (Merginani, Hidaye, I, 90-91; Halebi, Halebi Sağir, s. 321, Salah Bilici Kitabevi) [07.09.2023 18:43] Annem: Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, bir gün, Şu sağır kubbede, hâib, sesimin dindiğini? Bu heyûlâya da bir kerrecik olsun bak ki, Ebediyyen duyayım kabrime nûr indiğini Hilvan, 10 Teşrînisânî 1347 (10 Kasım 1931) [07.09.2023 18:43] Annem: Ramazan geldi zamanında bu yıl, hamdolsun, O biraz belki azaltır çekilen âlâmı. Hastalık, zelzele, yangın, karışıklık, kıtlık, Daha binlerce felâket eziyor İslâm’ı! “Halk, çok azdı da ondan bu belâlar...” deniyor. Azmayan yok mu, bütün ehl-i sıyâm azgın mı? Kimse, Yâ Rab, süfehâ onları imhâl etme; Yoksa, bir millet-i ma’sûmeyi pâ-mâl etme. 7 Ramazan 1329 / 18 Ağustos 1327 (31 Ağustos 1911) [07.09.2023 18:44] Annem: 7 Ön Söz İ slam medeniyetinin ilham kaynağı Kur’an’ın ilk ayet- leri, okumak, kalemle yazmak, öğrenmek ve öğretmek kavramlarını ihtiva eder. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş olan Kitab’ın böyle bir emir ve telkin ile inmeye başlamış olması oldukça mânidardır: Buna göre bu ümmetin mensuplarının, bu medeniyetin çocukları- nın elinden kitap ve kalem düşmemelidir. Zira elinden kitap ve kalemin düşmediği asırlarda, bu millet ilim, irfan, bilgi ve hikmetle hep yücelmiş; kitapsız ve kalemsiz kaldığı zaman- larda ise hep gerilemiştir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”1 ayetiyle yüce Rabbimiz bu hakikate işaret etmektedir. Bilenler ve bildiği ile amel edenler, dünyaya ışık, hayra mo- tor ve şerre fren olmuşlardır. Okumak, yazmak, öğrenmek ve öğretmek esasında ir- şadın, uyarmanın, davetin, tebliğin, iyiliği dünyanın her noktasına ve tüm insanların gönüllerine ulaştırmanın bir vasıtasıdır. Vahyin ikinci gelişinde dikkat çektiği hususa baktığımızda bunu zaten net olarak görmekteyiz: “Ey örtü- ye bürünen! Kalk, uyar!” Peygamber Efendimiz (s.a.s), Nur Dağı’ndan evine indiğinde “Ört beni ey Hatice!” demişti. Hz. Hatice de Allah’ın sevgilisi Muhammed Mustafa’yı yatır- mış ve üzerini örtmüştü ya, işte tam o sırada Cibril geldi ve 1 Zümer Sûresi, 9 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 7 27.04.2019 00:11:18 [07.09.2023 18:44] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 7 9 ∙∙∙ kabrin başına varınca onlar için hayır dua etmek Cenâb-ı Allah’tan af ve mağfiret dilemek yeterlidir. Mümin ken- disi için istediği ve arzu ettiği şeyleri ancak Allah’tan di- ler, sıkıntı, keder ve çaresizlik anında da ancak Allah’a sığınır, ancak O’ndan yardım diler. Tevhit inancının gere- ği budur. Fâtiha sûresini sürekli olarak okurken, “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” anla- mındaki niyazımız, mânevî bir kaynaktan yardım iste- yeceksek bunun sadece Allah Teâlâ olabileceğini açıkça ifade etmektedir. Namaz kılmak, kurban kesmek, adakta bulunmak gibi ibadetleri -peygamber bile olsa- beşer için yapmak doğru değildir. Zira ibadetler şahsiyetler adına değil, sadece Allah rızası için yapılır. II. SÜBÛTÎ SIFATLAR Cenâb-ı Hakk’ın kendileriyle vasıflandırılması gereken sıfatlara sübûtî sıfatlar denir. Selbî sıfatlar acz, kusur ve eksiklik ifade eden kavramları Allah’ın zatından uzak- laştırmayı amaçlarken sübûtî sıfatlar kemal ve yetkinlik bildiren mâna ve kavramları O’na nispet etmeyi hedef- ler. Sübûtî sıfatların bir diğer özelliği de Allah Teâlâ’nın, kâinatı yaratıp idare edişinin izahında temel kavramları oluşturmuş bulunmalarıdır. Selbî veya tenzîhî sıfatlarda olduğu gibi sübûtî sıfatla- rı da belli bir sayıyla sınırlandırmak mümkün değildir. Zaten Ehl-i sünnet âlimleri Cenâb-ı Hakk’ın bizim bi- lemediğimiz isim ve sıfatlarının bulunmasını mümkün görmüştür.41 Bununla birlikte sözü edilen bilginler, kâinatın Cenâb-ı Hak tarafından yaratılıp idare edilişini ve mesajlarını 41 Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-dîn, s. 27; İbn Teymiyye, Minhâcü’s- sünnet, II, 497. ALLAHA İMAN.indd 79 12.03.2015 09:08:59 [07.09.2023 18:44] Annem: Ravi: Esma Bintu Umeys (ra) Muhammed'i Beyda'da doğurduğunu söylemiş, önceki hadisteki durumu aynen zikretmiştir. (Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle denir: "(Esma..) Zülhuleyfe'de Muhammed'i doğurdu). Ebu Bekir (ra) ona yıkanmasını sonra da ihrama girmesini emretti." Nesai, bir başka rivayette şu ziyadeyi ilave eder: "...sonra hacc için ihrama girmesini, Ka'be'yi tavaf hariç, herkesin yaptıklarını aynen yapmasını (emretti)." Yine Nesai'nin bir başka rivayetinde (Esma) şöyle demiştir: Resulullah'a (birisini) göndererek: "Ne yapayım?" diye sordurdum. Bana: "Yıkan, (kan gelen kısma) sargı bağla, sonra da ihrama gir" haberini gönderdi.) Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Muvatta, Hacc 1, (1, 322), Nesai, Hacc 26,(5, 127) Hadisin Açıklaması: Bu rivâyet, hayızlı ve nifaslı kadınların ihrama girebileceklerini, tavaf ve tavafa bağlı olan iki rekât tavaf namazından başka, bütün hacc fiillerini yapabileceklerini göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), nifaslı halde neler yapabileceğini soran Esmâ'ya, "Tavaf hariç her şeyi" diye cevap vermiştir. Nifaslı ve hayızlı kadınların, ihram için yıkanmaları gerekir mi, gerekmez mi meselesinde ihtilâf edilmiştir. Hanefî ve Şâfiîlerin de dahil olduğu Cumhûr'a göre, yıkanmaları müstehabtır. Hasan Basrî ve Zâhirîler'e göre vâcibtir. Bilindiği üzere, bir kadın doğumdan itibaren 40 gün nifaslı sayılır ve bu esnada, tıpkı hayızlı halde olduğu üzere, oruç tutamaz, namaz kılamaz. Kâ'be'yi tavaf edemez, câmiye giremez, Kur'ân'a el süremez. Bu durumlarda hacc yapabilir mi? Veya hacc menâsikinden hangilerini yapabilir, hangilerini yapamaz? İşte haccın başlatıldığı sırada doğum yapmış olan Esmâ (radıyallahu anhâ) bunu sormuştur. Esma, hacc niyetiyle yola çıkıp, ihram giyme mahalline gelince doğum yaparak nifas olmuştur. Zîra doğum yaptığı zikredilen yerler, Medinelilerin ihrama girdikleri yerlerdir: Şecere, Zülhuleyfe, Beyda. Aslında Şecere ve Beyda, Zülhuleyfe'de muayyen noktaların isimleridir. Zülhuleyfe ise, Medineliler  için, bizzat Resûlullah tarafından tesbit edilen mîkat yani ihram giyme mahallidir [07.09.2023 18:44] Annem: Resulullah (sav) ekini, ölçekli olarak buğdayla satmaktan yasakladı." Kaynak: Ebu Davud, Büyu 19, (3361) Rivayet: İbnu Ömer [07.09.2023 18:45] Annem: 5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı 871- Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbn Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: «İbn Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinlik yapardı.» 872- Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman’dan, onlar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mânın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hazret-i Bilâl ile birlikte İbn Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler» İbn Ebî Şeybe ile İbn Münzir'in rivâyetlerine göre Abdullah İbn Mes'ûd, İbn Zübeyr (radıyallahü anhüma) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe’nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki Ebû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî İmâmları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Muhit», «Ez-Zâhire» ve «El-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın İmâm olması bile evlâdır. «El-Burhan» nâm eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın İmâm olması evlâdır; Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbn Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi» denilmektedir.     [07.09.2023 18:45] Annem: İMAMA UYANIN İMAMDAN ÖNCE BAŞINI SECDE VE RÜKUDAN KALDIRMASININ HARAM OLUŞU 1753: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Sizden biriniz imamdan önce başını secde ve rükudan kaldırdığında Allah-u Teala başını merkep başına veya şeklini merkep şekline çevirmesinden korkmaz mı?” (Buhari, Ezan, 53; Müslim, Salat, 114) [07.09.2023 18:45] Annem: Ebû Ümâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim gazâya çıkmaz veya gazâya çıkan bir mücâhidi techiz etmez ya da cihada çıkan gazinin aile fertlerine hayırla muamele etmezse, Allah Teâlâ o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belâya uğratır." Ebû Dâvûd, Cihâd 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 5 [07.09.2023 18:46] Annem: "Allah'ım, Kıyamet gününde cennet, korku gününde güven istiyorum. Allah'ım, Verdiğin ve vermediğin şeylerin şerrinden sana sığınıyorum." (Hâkim, "De’avât", No: 1868) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [07.09.2023 18:46] Annem: Resulullah (sav) vela'nın alım-satımını ve hibe edilmesini yasakladı." (Bazı alimler, hadisteki "... hibe edilmesini..." kısmının, Hz. Peygamber (sav)'ın sözü olamayacağnı iddia etmişlerdir.) Buhari, Itk 10, Feraiz 21; Müslim, Itk 16, (1506); Ebu Davud, Feraiz 14, (2919); Tirmizi, Büyu 20 (1236); Muvatta, Itk, 10 (2, 782); İbnu Mace, Feraiz 15, (2747); Nesai, Büyu 87, (7,306) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [07.09.2023 18:46] Annem: Ümmü Varaka (r.anha) 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Ümmü Varaka (r.anha), Allah yolunda cihat etmeyi ve şehit olmayı çok arzulayan biriydi. Bedir Savaşı için ordu hazırlandığında Peygamberimize geldi ve “Ey Allah’ın Resûl’ü, müsaade etseniz de sizinle birlikte harbe katılsam! Yaralıları­nızı tedavi eder, hastalara bakarım. Belki Allah yolunda şehitlik de nasip olur…” diye ricada bulundu. Fakat Peygamberimiz hiçbir kadının Bedir Savaşı’na katıl­masına izin vermedi. Ama Ümmü Varaka’yı “Allah sana şehitlik nasip edecek­tir.” diye müjdeledi. Bundan böyle Re­sû­lul­lah (a.s.m.) ona her gördüğü yerde “Şehide” diye hitap etti. Peygamberimiz zaman zaman Ümmü Varaka’yı ziyaret eder, hâlini hatırını sorardı. Sahabiler de onu sayarlardı. Ümmü Varaka (r.anha) dinî meselelerde bilgi sahibiydi. İslamiyet’i en güzel şekil­de yaşamaya gayret gösterirdi. Ev halkına bu hususta yardımcı olurdu. Onun biri erkek biri de kadın iki kölesi vardı. Vefatından sonra onların hürri­yet­le­ri­ne kavuşturulmalarını vasiyet etmişti. Köleler hırsa kapıldılar. Şeytanın da telkiniyle, “bir an önce hürriyetlerine kavuşmak” düşüncesiyle, Ümmü Vara­ka’yı şehit ettiler. Hadise Hz. Ömer’in hilafeti devrinde olmuştu. Ömer (r.a.) bunu duyar duy­maz, “Re­sû­lul­lah doğru söyledi.” dedi. Re­sû­lul­lah’ın müjdelediği şehitliğin ger­çekleştiğini anlamıştı. Bu hadise bütün Müslümanları derinden üzdü. Hz. Ömer suçluların derhâl yakalanmasını emretti. Suçlular yakalandılar. Suçlarının cezasını idam edile­rek ödediler. Medine’de asılarak idam edilen ilk suçlular bu iki köle oldu. Hz. Ömer zaman zaman arkadaşlarına, “Kalkın, gidip şu şehidenin kabrini ziyaret edelim.” derdi. Sonra da hep birlikte kabri ziyaret ederlerdi. Allah onlardan razı olsun![1] ______________________________ [1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 626. [07.09.2023 18:47] Annem: BEL TUTULMASI Bel tutulması, ani ya da ters hareket sonrası bel bölgesinde meydana gelen travma, kas-tendon veya ligamen zedelenmesi ve ağır kaldırma gibi sebeplerin meydana getirdiği, günlük aktiviteleri yapmayı zorlaştıran ağrı ve hareket kısıtlılığı durumudur. Genellikle ağır kaldırılması gereken işlerde çalışan insanların çok sık karşılaştığı bel tutulması için doğal yöntemler çözüm olurken geçmeyen bel tutulması vakaları kişiyi doktor müdahalesine ihtiyaç duyacak duruma getirebilir.Ani bir şekilde kasılıp kalmanız ve belinize vuran keskin ağrı ile gelişen bel tutulmasının tipik belirtileri şunlardır: hareket etmede zorlanma, öksürme ve hapşırma esnasında bele vuran şiddetli ağrı, bacak ve eklem ağrıları.Çeşitli nedenler sonrası meydana gelen bel tutulması yaşandıktan sonra yapılması gereken başlıca şey, ilk günler mümkün olduğunda dinlenmektir. Dinlenmenin dışında, sıcak kompresli masaj yapılarak da bel tutulmasının önüne geçilmesi mümkündür.Bel Tutulmasına Ne İyi GelirDüzenli olarak dinlenmek: Dinlenmek, birçok hastalığın çözümünde tercih edildiği gibi, bel tutulması tedavisinde de uygulanması gereken başlıca yöntemlerdendir. Zarar gören kasların iyileşmesi ve kendine gelmesi için bel tutulması yaşandıktan sonra öncelikle birkaç gün dinlenilmesi gerekir.Sıcak nemli kompres: Sıcak nemli kompresli masaj yöntemi de bel kaslarını rahatlatarak özellikle bel tutulmasının neden olduğu ağrıların önüne geçer.Hafif egzersiz: Dinlenmekle birlikte bel tutulması tedavisi için hafif egzersizler de önerilir. Yavaş yürümek ve hafif ev işleri de bel tutulması tedavisi için uygulanabilecek doğal yöntemler olarak kabul edilir.Rahatlama teknikleri: Meditasyon, tai chi, akupunktur ve derin nefes alma gibi bazı rahatlama teknikleri kasların gevşemesine yardımcı olarak bel tutulması tedavisinde önerilir.Hint veya Hindistan cevizi yağı masajı: Bel tutulması için önerilen bitkisel yöntemlerden biri de Hint yağıdır. Hint yağının ısıtılması sonucu bele uygulanan masaj, bel tutulması ve oluşan ağrıların önüne geçebilir. Isıtılan Hint yağını bele uyguladıktan sonra belinizi yıkayabilirsiniz. Hint yağının yanı sıra Hindistan cevizi yağının içinde de kasları rahatlatan özellikte maddeler olduğundan bel tutulması tedavisinde iki kaşık Hindistan cevizi yağını ısıtarak belinize uygulayabilirsiniz. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [07.09.2023 18:47] Annem: ❝Hasta, doktorun verdiği ilaçları kullanır, verilen perhizlere de riayet ederse iyileşir. Maneviyatta da durum böyledir. Emirlere riayet edilir, yasaklardan da kaçınılırsa insan selamette olur.❞ ▪ Osman Hulûsi Efendi [07.09.2023 18:47] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: İbnu Ömer Radıyallahu Anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah indinde kişinin yuttuğu en sevaplı yudum, Allah'ın rızasını düşünerek kendini tutup, yuttuğu öfke yudumudur." Kaynak : İbnu Mace Sünen (4189) - Hds :(7279) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [07.09.2023 18:48] Annem: [Hadis No : 3620] Hz. Mu'âz radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı gördüm, abdest alınca elbisesinin bir kenarıyla yüzünü siliyordu.'' Tirmizi, Tahâret 40, (54). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [07.09.2023 18:48] Annem: “Allah’ım! Bana verdiğin rızık konusunda beni kanaat sahibi yap ve o rızkımı bereketli kıl. Zayi olan her nimetin daha hayırlısını bana ihsan eyle.” (Hâkim, De’avât, No:1878) [07.09.2023 18:48] Annem: Bir Ayet Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân, 3/102) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [07.09.2023 18:48] Annem: Bir Hadis ...Rahim (akrabalık bağı) Rahman'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır. (Tirmizi, Birr, 16, Ebu Dâvûd, Edeb, 66) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [07.09.2023 18:48] Annem: Bir Dua ...Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle. Öne geçiren de sen, geride bırakan da Sensin. Senin her şeye gücün yeter. (Buhârî, De’avât, 60; Müslim, Zikir, 70) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [07.09.2023 18:50] Annem: Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah (sav), Allah yolunda cihad dışında eliyle hiç kimseye vurmadı. Ne bir kadına ne de bir hizmetçiye! ...” (M6050 Müslim, Fedâil, 79) [07.09.2023 18:50] Annem: 72- KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD 1- Avlanacak Hayvan Üzerine "Bismillah" Demek Babı 2- Mi'râdla Yapılan Av (In Hükmü) Babı 3- Mi'râdın Enli Tarafıyle Vurulan Hayvan(In Hükmü) Babı 4- Yay Avı(Ntn Hükmü) Babı 5- El Parmaklarıyle Ve Sapan Gibi Âletlerle Küçük Taş Ve Yuvarlak Taş Mermi Atma Babı 6- Av Köpeği Yâhud Davar Köpeği Olmayan Bir Köpek Edinen Kimse Babı 7- Bâb: Öğretilmiş Bile Olsa Köpek Avdan Yediği Zaman (0 Avı Yemek Haram Olur) 8- Avlanan Hayvan Avcıdan İki Yâhud Üç Gün Kaybolduğu Zaman, Bu Avın Hükmü Babı 9- Bâb: Avcı, Avının Yanında Başka Bir Köpek Bulduğu Zaman (Av Yenmez Olur) 10- Avcılık Yapmak Ve Avcılıkla Meşgul Olmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı 11- Dağlar Üzerinde Avlanmaya Çalışmak Babı 12- Yüce Allah'ın: "Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, yolcuya da bir fâide olmak üzere- sizin için halâl edildi... " (el-Mâide: 96) Kavli Babı 13- Çekirge Yenilmesi Babı 14- Mecûsîler'in Kapları Ve Meyte(Nin Hükmü) Babı 15- Kesilecek Hayvan Üzerine Bismillah" Demek Ve Kasden Besmeleti Terkeden Kimse Babı 16- İbâdet İçin Dikilmiş Taşlara Ve Putlara Kesilen Hayvanlar Babı 17- Peygamber(S)'İn: 'Allah'ın ismi üzere kessin" (Kavli) Babı 18- Kamış, Beyaz Çakmak Taşı Ve Demirden Bol Kan Akıtan Şeyler(Le Kesmek) Babı 19- Kadının Ve Cariyenin Kestiği Hayvan Babı 20- Bâb: Diş, Kemik Ve Tırnakla Kesim Yapılmaz 21- Çölde Oturanların Ve Benzerlerinin Kestikleri Hayvanlar Babı 22- Harb Ehli Olan Yâhud Harb Ehli Olmayan Kitâblıların Kestikleri Hayvanlar Ve Yağları Babı 23- Ehlî Hayvanlardan Âsî Olup Kaçan, Vahşî Hayvan Menzilesinde Olur Bârı 24- Deveyi Gerdandan, Diğerlerini Boğazdan Kesme Babı 25- Herhangi Bir Hayvanı Diri İken Bâzı Organlarını Kesmenin, Bağlanıp Habsedilmiş Olarak İşkence Etmenin Ve Canlı Atış Hedefi Yapmanın Mekruh (Yânı Çirkin) Olması Babı 26- Tavuk Eti Babı 27- Atların Etleri Bâbî 28- Ehlî Eşeklerin Etleri(Ni Yemenin Haram Kılınması) Babı 29- Azıdişli Yırtıcı Hayvanların Hepsinin Yenmesinin Nehyi Babı 30- Ölmüş Hayvanların Derileri Babı 31- Misk(İn Hükmü) Babı 32- Tavşan (Etinin Halâl Olduğu) Babı 33- Keler (Yemenin Halâl Olduğu) Babı 34- Bâb: Donmuş Yâhud Erimiş Yağ İçine Fare Düştüğü Zaman (Hüküm Nasıldır)? 35- İnsan Ve Hayvanın Yüzüne Damca Ve Alâmet Vurulmasının Nehyi) Babı 36- Bâb: Bir Topluluk Kâfirlerden Bir Ganimet Elde Ettiğinde, Kendilerinden Bâzıları Taksimden Önce Sâhiblerinin Emri Olmaksızın Koyun Yâhud Deve Keserlerse, Râfi' İbn Hadîc'in Peygamber'den Rivayet Ettiği Hadîsten Dolayı, O Hayvan Yenilmez 37- Bâb: Bir Topluluğa Âid Bir Deve Kaçtığında Onu Topluluktan Bâzısı Ok Atıp Da Öldürdüğü Zaman Bu Fiiliyle Topluluğun İyiliğini İrâde Etmiş Olursa, Bu İşi Caizdir. 38- Muhtâc Ve Çaresiz Olan Kimsenin, Yüce Allah Şu Kavilleriyle Ruhsat Verdiği İçin, Haramlardan Yemesi(Nin Cevazı) Babı: 72- KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD (Boğazlanan ve Avlanan Hayvanlar Kitabı) [1] 1- Avlanacak Hayvan Üzerine "Bismillah" Demek Babı Ve Yüce Allah'ın şu kavilleri: "Ey îmân edenler, Allah, görmeksizin kendisinden korkanları ayırdetmek için av nev 'inden ellerinizin, mızraklarınızın erişebileceği birşeyle, and olsun ki, sizi imtihan edecektir. Kim bundan sonra aşırı giderse, ona pek acıtıcı bir azâb vardır" (el-Mâide: 94) [2]; "Ey îmân edenler, bağlandığınız ahidleri yerine getirin. Siz ihrâmlı olduğunuz hâlde avlanmayı halâl saymamak ve size aşağıda okunacak olanlar hâriç kalmak şartıyle davarlar (in etleri) size halâl edildi. Şübhesiz ki, Allah ne dilerse onu hükmeder" (el-Mâide: 1) [3]; "Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan -(henüz canı üstünde iken yetişip) kestikleriniz müstesna olmak üzere- boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, susulmuş, canavar yırtmış olup da ölenler, dikili taşlar üzerinde (onlar adına) [07.09.2023 18:51] Annem: 17- "... Eğer Tevbe Ederler, Namaz Kılarlar, Zekât Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın... " (Tevbe: 9/5). 25 Bize Şu'be, Vâkıd ibn Muhammed'den tahdîs etti: Şöyle demiştir: Ben babamdan işittim; İbn Omer'den tahdîs ediyordu (O şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlüllah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a âiddir"     [07.09.2023 18:51] Annem: Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz... (İbn Hanbel, II, 199; Hâkim, Müstedrek , I, 110 (1/76)) [07.09.2023 18:53] Annem: - عَنْ أَنَسٍ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - طَالِبُ الْعِلْمِ أَفْضَلُ عِنْدَ اللَّهِ تَعَالَى مِنَ الْمُجَاهِدِ فِى سَبِيلِ اللَّهِ - انس رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه و سلم افنديمز شويله بويورمشلردر - علم طلبه سى الله تعالى عندنده الله يولنده جهاد ايدندن دها فضيلتليدر - Enes (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - İlim talebesi Allahü Teâla indinde Allah yolunda cihad edenden daha faziletlidir. - Kenzü’l-Ummal, Kitabü’l-İlim, h. 28727 [07.09.2023 18:53] Annem: Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb, 33/40) [07.09.2023 18:53] Annem: 7/A'râf 199 - Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. [07.09.2023 18:53] Annem: Ebu Bekre babasından şunu aktarmıştır: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devesinin üzerine oturdu, bir kişi de devesinin yularını tutuyordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bu gün hangi gündür?" diye sordu. Biz bu güne başka bir isim vereceğini zannederek sustuk. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem). Kurban günü değil mi?" dedi. Biz: "Evet" dedik. Nebi s.a.v. şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki bu gününüzün, bu ayınızın, bu beldenizin haram olması gibi, canlarınız mallarınız, ırz ve namuslarınız aranızda haramdır. Burada olan olmayanlara tebliğ etsin. Burada olan, kendisinden daha iyi kavrayacak birine tebliğ etmiş olabilir. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 67 In-book reference: Kitap 3, Hadis 9 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [07.09.2023 18:53] Annem: HASEDLE İLGİLİ BÖLÜM... Umumî Açıklama: TARİFİ: MAHİYETİ HASEDİN ZARARLARI: HASEDİN ÇARESİ: MEŞRU HASED: HASEDLE İLGİLİ BÖLÜM Umumî Açıklama: Hased ile gıbta birbirine benzeyen zıd hasletlerdir. Tıpkı tevazu ile tezellül, vekar ile tekebbür, israf ile cömertlik, iktisad  ile cimrilik gibi. Bunlar zahirde bir benzerlik taşısalar da hakikatte zıttırlar, biri memduh, diğeri mezmumdur.[1] TARİFİ: Hased, Râğıb'ın açıklamasına göre nimet verilmiş olan kimseden o nimetin zevalini istemek, yani nimetin yok olarak o kimsenin mahrum kalmasını temenni etmektir. Bazı âlimler "kişinin bu nimete, kendisinin  sahib olmasını temenni etmesidir" diye tarif etmiştir. Gerçek o ki, hased her iki mânaya da şâmildir.[2] MAHİYETİ Hasedin sebebi, insan fıtratından gelir. Normalde, insanoğlu, kendi hemcinslerine karşı üstün olmak arzusu ile mecbul yaratılmıştır. Bu his gereklidir ve belki de birçok beşerî terakkinin zenbereğidir. İnsanın bu fıtrî meyli bir kusur değil bilakis bir imtiyazdır. Ancak bunun akıl ve irade ile hadd-i vasatta tutulması gerekmektedir. Hadd-i vasattaki üstünlük sevgisi ise "gıbta"dır. Bu, başkasında olan nimetin kendinde de olmasını temenni etmektir. Gıbtada, başkasının o  nimetten mahrumiyetini temenni yoktur. Halbuki hased, kendisinde olmayan nimeti başkasında görünce, onun bu nimetten mahrum kalarak kendi seviyesine düşmesini istemektir. Görüldüğü üzere, karşı tarafın mahrumiyeti ile kendisinin yükselmesi veya en azından eşitlenmesini istemek (hased) ile, ondaki nimete sahip olarak ona yetişmeyi veya onu geçmeyi temenni etmek arasında büyük fark mevcuttur. Gıbta mü'minin, hased münafığın vasfıdır. Elmalılı merhum, hased mevzuunda şu kıymetli açıklamayı yapar: "Hasedde asl olan mâna, bir nimetin, bir faziletin, bir kemalin, sahibinden zevalini (yok olmasını) arzu etmek, kendisine geçmesini gerek istesin, gerek istemesin başkasında bulunmasını mutlaka çekememektir. Öyle ki, "onunki onda dursun da sana da verelim" deseler memnun olmaz, keşke onunki mutlaka gitse de kendisine hiçbir şey verilmese bile hoşlanır. Bahusus hased olunan nimet, hasid tarafından gasbolunmak kabil olmayan fezail-i zâtiyye ve kemâlât-ı  nefsiyye kabilinden olursa hasid  o zaman bütün bütün fazilet düşmanı kesilir ve onu kendine tahvil edemediğinden dolayı mahsudunu (çekemediği kimseyi) bi- gayr-ı hakkın (haksız olarak) mutlak imha etmekle müteselli olmak ister el-iyazu  billah. Hülâsa, hasid, kendinin onmasını değil, diğerinin onmamasını ister... Şer olan hasedin asıl mânası, bakşasında bir nimet görmekten müteezzi (rahatsız) olup onun zevalini istemektir ki bizim çekememezlik tâbir ettiğimiz, bir takımlarının zannettiği ve hayli şâyi olduğu vechile kıskançlık demek değildir. Kıskançlık bazan hased  demek dahi olursa da daha ziyade Arapça'da gayret tâbir olunandır... Mesela erkeğin karısını başkasından kıskanması, kezalik karının kocasını başkasından kıskanması hased değil, "gayret" ve "hamiyet"tir, bu memduhtur.[3] HASEDİN ZARARLARI: Bu mezmum ahlâk önce haside zarar verir. Başkasında gördüğü her nimet onu rahatsız eder. Ancak asıl büyük zarar, hasedcinin böyle bir hissi içinde taşımakla yetinmeyip, arzusunu gerçekleştirmek üzere, onun gereği olan hile, söz ve fiillere yer vererek faaliyete geçmesiyle hasıl olur. Bilindiği gibi Felâk sûresinde "hasedcinin hased ettiği zamanki şerrinden Allah'a sığınmak" emredilmiştir. Yani hasedci kimse, içinde geçen hased ve çekememezlik duygularının muktezasını gerçekleştirmek için harekete geçtiği takdirde son derece zararlı olabilmektedir. Zîra böyle habis nefislerin göze almayacağı kötülük, başvuramayacağı hile ve habâset yoktur. Mezkur sûre, hased duygusunun, kişinin içinde kaldıkça sâhibinden başka kimseye zarar vermeyeceğini de dolaylı olarak ifade etmektedir.[4] HASEDİN ÇARESİ: Bir mü'mine [07.09.2023 18:55] Annem: عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  قال:  قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : مَنْ تَابَ قَبْل َأن تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ. Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Güneş batıdan doğmazdan önce kim tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zikir 43) [07.09.2023 18:55] Annem: Allah’ım! Ayakta iken beni İslâm ile koru, otururken beni İslâm ile koru, uyurken beni İslâm ile koru, hakkımda hiçbir düşman ve hasetçinin isteğini yerine getirme. Perçeminden tuttuğun şeylerin şerrinden Sana sığınırım. Her türlü hayrı Senden isterim ki bütün hayırlar Senin elindedir. (İbn Hıbban, "Ed’ıye", No: 934) [07.09.2023 18:55] Annem: İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez. Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16. [07.09.2023 18:55] Annem: Tarihte Bugün •  Kanuni Sultan Süleyman’ın Vefatı 1566 •  Cumhuriyet Tarihinin İlk Büyük Devalüasyonu Yapıldı 1946 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [07.09.2023 18:55] Annem: Günün Ayeti “...Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üstlenmez...” İsra 15 [07.09.2023 18:55] Annem: Günün Hadisi “Ey Müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin!  Alıp verdikleri şey bir koyun paçası bile olsa!..” Buhârî, Hibe 1 [07.09.2023 18:56] Annem: MISRALARIN DA SULTANI KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN Osmanlı padişahlarının birçoğu gibi şair olan Kanûnî Sultan Süleyman, Muhibbî, Muhib ve Meftûnî mahlaslarını kullanmıştır. Kaynaklar onun şiirden iyi anladığı, âlim ve şairlere itibar gösterdiği ve onları himaye ettiği hususunda birleşir. Sultan Süleyman’ın, Bâkî gibi büyük bir şairi bulup onu yakınları arasına alması bunun en bariz göstergesidir. 3 bin civarındaki şiiriyle padişahlardan en çok şiir yazanlar arasında yer alan Muhibbî’nin, büyük babası II. Bayezid’in etkisinde yazdığı ilk manzumeleri dil ve duygu bakımından zayıftır. Ancak zamanla aşk, tabiat, bezmü rezm gibi konularda lirizme ulaşmış, padişah olduktan sonra büyük şairlerle yakın teması neticesinde ustalık kazanmış ve şiiri olgunlaşmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman, yorulmak bilmez bir fütuhat azmi ve gayreti içinde bulunmakla beraber ruhundaki sanatkâr taraf onun aynı zamanda ince duygu ve düşünceler şairi olmasını sağlamıştır. Yazdığı aşk, kahramanlık ve düşünce şiirleriyle büyük bir divan meydana getirmiştir. “Halk içinde mu‘teber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beytinde olduğu gibi dillerden düşmeyen ve atasözü niteliği kazanan hikemî beyitler de söylemiştir.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

TPAO'nun Kırklareli ve Diyarbakır'daki sahaları için kamulaştırma kararı alındı

Çin'in döviz rezervleri kasımda 3 trilyon 346 milyar dolara ulaştı

Bakan Şimşek, ekonomideki kazanımları kalıcı hale getirmek için yapısal dönüşümün önemine işaret etti

Limanlarda elleçlenen yük miktarında kasım ayları rekoru kırıldı

Japonya ve Çin ekonomileri enflasyon-deflasyon ayrışması içine girdi

Bitcoin madenciliğinde enerji tüketimi 2030’a kadar iki katına çıkacak

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
3.TRABZONSPOR A.Ş. 14 9 1 4 13 31
4.GÖZTEPE A.Ş. 14 7 2 5 10 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 14 5 6 3 -3 18
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 14 3 7 4 -7 13
15.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
17.GENÇLERBİRLİĞİ 14 3 9 2 -7 11
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 14 2 10 2 -13 8

YAZARLAR