[08.09.2023 18:13] Annem: Bir Ayet: İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! (Fussilet, 41/34) Bir Hadis: Kim borcunu ödemekte zorlanan kimseye kolaylık tanırsa Allah da dünya ve ahirette onun işlerini kolaylaştırır. (Müslim, "Zikir", 38) Bir Dua: … Hamd, bizden hüznü gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Fâtır, 35/34) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [08.09.2023 18:13] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık. (Enbiyâ, 21/105) İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden- lerin Allah katındaki mertebeleri pek büyüktür. Muradına erecek olanlar da onlardır. (Tevbe, 9/20) Diyanet Takvimi Arka Yüz: UHUD’DA CESUR BIR KADIN: ÜMMÜ UMÂRE (RA) Medine’de ilk kez kadınların savaşa katılmasına izin veriliyordu. Kadınlar, yaralıları tedavi etme, su, yiyecek ve ilaç temini gibi yardımcı hizmetlerde görev alacaklardı. Bunlardan biri Ümmü Umâre künyesiyle tanınan Nesîbe bint Ka’b idi. Uhud savaşında Müslümanlar hazırlıksız yakalanmışlardı. İslam ordusu dağılmak üzereydi. Ümmü Umâre, Resûlullah’ın ve etrafındaki bazı sahabilerinin mücadele ettiğini görünce hemen yanlarına koştu. Eline geçirdiği kılıç ve okla canı pahasına Allah Resûlü’ne siper oldu. O gün Hz. Peygamber ne tarafa dönse Ümmü Umâre’yi korkusuzca çarpışırken görüyordu. Ümmü Umâre on iki yerinden yaralanmıştı ama umursamıyordu. Kocası ve oğulları da müşriklerle çarpışıyordu. Allah’ın Elçisi onun ve ailesinin cennette kendisine komşu olmaları için dua etti. Savaş, insanın hayatta karşılaşabileceği en zor ve tehlikeli durumlardan biridir. Uhud savaşında Ümmü Umâre cesaretiyle, Allah Resûlü’nün takdirini kazanmış ve duasına mazhar olmuştur. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [08.09.2023 18:13] Annem: Demek, yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi? - Muhammed - 22. Ayet [08.09.2023 18:14] Annem: Tarih: 08.09.2023 ﷽ َق َ ۪ذي َخل َ َك ال َرب ِ ِ بِا ْسم ْ ق ِا ْق . َرأ َ َن ِم ْن َعل ْْلِْن َسا َق ا َ ُّ َك َخل . َوَرب ْ ِا ْقَرأ ُۙ ْكَرمُّ ْْلَ ا . ُِۙ َم ْ َقل َم بِال َ ۪ذي َعل َ ل َ ا . ْم َ ْم يَ ْعل َ َن َما ل ْْلِْن َسا َم ا َ َعل . ْيِه َعلَ ُ ي ا ّٰلل ه ِ َصلَٰ ُل ا ّٰلل ه ُسو اَل َر َوق َم َ َو َسل : َٰ ِم ا مَعلٰ ُ ت ُِع ْث ُ َما ب ٰنَ ِ إ . İLİM YOLU, CENNET YOLUDUR Muhterem Müslümanlar! Hutbemin başında okuduğum Alak suresinin ilk beş ayeti, Kur’an-ı Kerim’in insanlıkla buluşan ilk ayetleridir. Bu ayetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.” 1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben, bir öğretmen olarak gönderildim.”2 Değerli Müminler! Yüce dinimiz İslam’a göre ilim öğrenmek, kadın erkek her Müslüman’a farzdır. İlim, öncelikle kişinin kendini, Rabbini ve çevresini tanımasıdır. Yaratılış gayesinin farkında olmasıdır. Varlığı ve bütün kâinatı doğru okumasıdır. Aziz Müslümanlar! Bilgiyi kıymetli kılan; insanlığın faydasına olmasıdır. Sahibini Allah’ın rızasına ulaştırmasıdır. Toplumu adalete, doğruya ve iyiliğe götürmesidir. Haksızlıktan, zulümden ve her türlü kötülükten uzaklaştırmasıdır. Zihinlerin bulanmasına, nesillerin ifsadına, toplumların helâkine, dünyamızın tahribine sebep olan bilgi ise değersizdir, zararlıdır. Kıymetli Müminler! Cehalet, İslam’ın en büyük düşmanıdır. Bütün kötülüklerin kaynağıdır. Cehalet, kişiyi Allah katında da insanlar katında da değersiz kılar. Okumak, faydalı bilgilerle donanmak, ilmi insanlığın hayrına kullanmak ise kişiyi yüceltir. Yüce Rabbimiz, ُموَن ۪ذي َن ََل يَ ْعلَ ُموَن َوالَٰ ۪ذي َن يَ ْعلَ ِي الَٰ ْل َه ْل يَ ْسَتو قُ” De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 buyurmaktadır. Bir başka ayette ise hakiki ilim sahipleri şöyle övülmektedir: “Kulları içinde Allah’a en çok saygı duyanlar, âlimlerdir.”4 Değerli Müslümanlar! İlim yolu, cennet yoludur. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “İlim öğrenmek için yola koyulan kişiye, Allah cennete giden yolu kolaylaştırır.” 5 buyurmuştur. Bizler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu bilinçle ilme sarılırsak, bilim ve teknolojinin imkânlarını doğru kullanırsak insanlığa yeniden yön verebiliriz. Kalem ve kelamın gücünü hayatımıza yansıtırsak, tüm dünyaya yeniden adalet ve iyiliği hakim kılabiliriz. İlim ve irfanı mihmandarımız kılarsak, ilahi ve insani değerlerin örselendiği ve ötelendiği günümüz dünyasına yeniden umut olabiliriz. Ancak, ilim ve irfandan uzaklaşırsak, bilgi ve teknolojiyi amacı dışında kullanırsak felakete sürükleniriz. İnsanlık, bugün içine düştüğü zulmün ve haksızlığın karanlığından, şiddet ve huzursuzluk girdabından kurtulamaz. Kıymetli Müminler! Önümüzdeki Pazartesi günü yeni bir eğitim öğretim yılı başlıyor. Milyonlarca çocuğumuz ilim ve irfan yuvası okullarımızla buluşacak. Yavrularımızın milli ve manevi değerlere bağlı, milletine ve insanlığa faydalı nesiller olarak yetişmesi, hepimizin ortak görevidir. Öyleyse İslam’ın emrettiği ilim ufkuyla göz aydınlığı yavrularımızı, aklı, duygusu ve ameli birbiriyle dengeli olan bir mümin olarak yetiştirelim. Çocuklarımızı eğitirken başlıca yöntemimiz, َح َسَنةِ ْ َمْوِع َظةِ ال ْ ِح ْك َمةِ َوال ْ ِال َك ب ِ ِل َرٰب هى َس ۪بي ْدُع اِل Rabbinin “اُ yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.”6 ayet-i kerimesi olsun. En temel gayemiz ise, ْخََلِق تَ ِٰم َم َصالِ َح اِل ْ َ َما بُِع ْث ُت ِِلُ ٰنَ ِ إ” Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” 7 buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in güzel ahlakıyla çocuklarımızı ahlaklandırmak olsun. Bu vesileyle yeni eğitim öğretim yılının öğrencilerimize, öğretmenlerimize, ailelerimize ve milletimize hayırlar getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Muhterem Müslümanlar! Hutbemi sonlandırırken bir hususu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyanet İşleri Başkanlığımıza bağlı 4-6 yaş grubu Kur’an kurslarımız önümüzdeki Pazartesi günü başlıyor. 18 Eylül’de ise bütün Kur’an kurslarımız açılacak olup kayıtlarımız devam etmektedir. Ayrıca kurslarımıza gelemeyecek kardeşlerimiz için çevrimiçi eğitimler düzenlenecektir. Çocuklarımızı, gençlerimizi, kadın erkek her yaştan insanımızı sahih dini bilginin öğretildiği Kur’an kurslarımıza bekliyoruz. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi destekleyen ol. Beşincisi olma, helâk olursun!”8 1 Alak, 96/1-5. 2 Dârimî, Mukaddime, 32. 3 Zümer, 39/9. 4 Fâtır, 35/28. 5 Tirmizî, İlim, 19. 6 Nahl, 16/125. 7 İbn Hanbel, II, 381. 8 Dârimî, Mukaddime, 26. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü [08.09.2023 18:14] Annem: Mü'min, günahını, üzerine yuvarlanmasından korktuğu bir dağ zanneder. Günaha dadanmış kişi, günahını burnunun ucuna konmuş, ona bir şey söylediğinde uçacak bir sinek gibi görür. - Buharî, De'avât, 4 [08.09.2023 18:14] Annem: “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır…” - Tevbe 9/111 [08.09.2023 18:14] Annem: İslam tarihi boyunca Müslümanlar kültür ve medeniyetlerini besmeleyle yoğurmuşlardır. Bütün Müslümanların sofrasında eller yemeğe besmeleyle uzanır. Yemekler onun bereketiyle bollaşır. Gece onunla yatılır, güne onunla başlanır. Evden onunla çıkılır, eve onunla girilir. Vasıtaya onunla binilir. Hayırlı ve anlamlı işlere onunla başlanır. İbadetler onunla eda edilir. Duaya eller onunla kaldırılır. Bütün hatipler sözlerine, bütün yazarlar kitaplarına onunla başlar. Camilerin en müstesna yerlerini o süsler. Hat sanatının şaheserlerinde yine o vardır. Şiirlerin, nesirlerin, bütün edebiyatın vazgeçilmezi odur. Hastalar onunla şifa bulur. Konuşmaya başlayan çocuklara ilk o öğretilir. Kısacası o, her hayrın anahtarıdır. Ne kadar da veciz ifade etmiştir Mevlid-i Şerif’in müellifi Merhum Süleyman Çelebi: Allah adın zikredelim evvelâ Vâcib oldur cümle işte her kula Allah adın her kim ol evvel ana Her işi âsan eder Allah ona - BESMELE: HER HAYRIN ANAHTARI [08.09.2023 18:15] Annem: Sıhhatinin Şartları 20- Hac görevinin sahih olarak yerine getirelebilmesi için şöylece dört şart vardır: 1) İslâm olmak. Bu haccın farziyetinin şartı olduğu gibi, sıhhatinin da şartlıdır. Bir gayri müslim haccettikten sonra müslüman olsa dahi, önceden yapımış olduğu bu haccı sahih olmaz. 2) Özel yerlerde bulunup görev yapmış olmak. Bu yerlerden maksad, Arafat ile Kabe'dir. Onun için Arafat'da vakfe yapmadıkça (beklemedikçe) ve Kabe'yi tavaf etmedikçe hac sahih olmaz. 3) Belli bir vakit olmak. Bundan maksad, Arafat'daki vakfe zamanıdır ki, Arefe gününün zeval vaktinden Kurban Bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise, daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vacib olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, Kurban Bayramının ilk üç günüdür. Bununla beraber İfrad haccının, Temettü haccının, kıran haccının hac görevlerini (menasikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylara Hac Ayları Hac mevsimi denir. [08.09.2023 18:15] Annem: onu doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur. Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahiret [08.09.2023 18:15] Annem: "O, dedi, izârını sarkıtmış olarak namaz kılıyordu. Allah, izarını sarkıtan erkeğin namazını kabul buyurmaz!'' Ebu Dâvud, Libas 28, (4086). MEST ÜZERİNE MESHETMEK 3665 - Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraberdim. Bana: "Ey Muğire, su kabını al!'' emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (la tenhaya gittik. O) benim gözümden kayboldu, kaza-yı hâcet yaptı, (geri döndü). Üzerinde Şâmi bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı. Cübbesinin yenlerini çemreyip) kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler) dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp cübbeyi sırtına koyup kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için abdest aldı. Mestleri üzerine meshetti, sonra namaz kıldı." 3666 - Bir diğer rivâyette: "Mestlerini çıkarmada yardımcı olmak için eğildim. Bana: "Bırak onları, zirâ ben, abdestli olarak mestlerimi giyindim" buyurdu ve üzerlerine meshetti.'' Bu Sahiheyn'in lâfzıdır. 3667 - Müslim merhumun bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri, başının ön kısmı (alnı) ve sarığı üzerine meshetti '' denilmiştir. 3668 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri üzerine meshetmişti; ben: "Ey Allah'ın Resulü! yoksa unuttunuz mu?'' dedim. "Bilakis, dedi, belki sana unutturuldu. Aziz ve celil olan Rabbim, bana böyle emretti [08.09.2023 18:16] Annem: OTUZBİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, şeyh Sofîye gönderilmişdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakın olmak ve berâber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin “aleyhimüsselâm” yolundan ayırmasın! Yanınızdan gelen bir zât dedi ki, şeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmıyor demiş. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. Müslimâna karşı kötü zanda bulunmak, günâh olduğundan, talebenizi günâhdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluğumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydım. Babam “kaddesallahü teâlâ sirreh” de, buna inandığını, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir sûretle varılmayan varlığa doğru olduğu hâlde, bu i’tikâddan hiç ayrılmamışdı. Âlimin oğlu da, yarım âlim demekdir sözü gereğince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. Çok lezzetler almışdım. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsânı ile, büyük rehber, hakîkatlerin, ma’rifetlerin kaynağı, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, Muhammed Bâkî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi ta’lîm buyurdu. Hiçbirşeye yaramıyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çıkdı. Bu makâmın çeşidli ilmleri, ma’rifetleri kapladı. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydâna çıkdı. (Füsûs) kitâbında yazdığı ve urûcun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellî-i zâtî ile de, şereflendirdiler. Kendisine Evliyânın sonuncusu diyerek yalnız Evliyânın sonuncusuna mahsûs olduğunu yazdığı, bu tecellînin çeşidli bilgilerini, ma’rifetlerini uzun uzadıya, bu fakîre bildirdiler. Bu ma’rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdet-i vücûd hâli, herşeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoşu oldum. O anlarda, hocamın yüksek huzûruna arz etdiğim mektûblarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. [Bu yolda yazılı bir rübâ’înin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldım. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [ya’nî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet, ya’nî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin) bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. H [08.09.2023 18:17] Annem: Ahlaki Özgürlük Ana Sayfa İslam Ahlakı Ahlaki Özgürlük İlgili İslam Ahlakı III. İSLAM’IN BELLİ BAŞLI AHLAK PROBLEMLERİNE BAKIŞI A) Ahlaki Özgürlük Özgürlük ahlak düşüncesinin en temel problemi sayılabilir. Çünkü ahlak insana iyiliği yapma kötülüğü terketme yönünde ödevler yükler ve bunlardan sorumlu tutar. Bunun gerçekleşebilmesi için insanın hem iyiliği isteme (irade) veya seçme (ihtiyar) özgürlüğüne hem de yapma özgürlüğüne ya da imkanına (istitaat) sahip olması gerekir. Pratikte hiçbir insan, kendisinin temelde bu özgürlüklerden yoksun olduğunu düşünmez; hatta bu özgürlükleri doğuştan getirdiği bir hak olarak görür ve bunların elinden alınmasına kesinlikle karşı çıkar. Bununla birlikte gerek düşünce tarihinde gerekse çeşitli dinlerin teolojilerinde insanın tabiat kanunları veya Tanrı’nın iradesi karşısında özgür olup olmadığı, insanlık tarihinin en eski ve en şiddetli tartışma konuları arasında yer almıştır. Nitekim İslam dünyasında ilk ihtilaf konusu olarak bilinen kader sorunu da esas itibariyle insanın özgür olup olmadığı ve bu özgürlüğün sınırının ne olduğu sorunudur. Kader ve dolayısıyla insanın özgürlüğü meselesi daha İslam’ın ilk zamanlarında müslümanların dikkatini çekmişti. Çünkü İslam dini, bir yandan bütün varlıkların var olmasını, bütün olayların vukuunu, dolayısıyla insanların her türlü fiillerini, bu arada, “iradi” denilen davranışlarını Allah’ın ilim, irade ve kudretine bağlıyor ve bunları yaratanın Allah olduğunu; diğer yandan insanlara dini, hukuki ve ahlaki görev yükleyerek bunlardan sorumlu olduklarını bildiriyordu. Bu sebeple, daha Asr-ı saadet’te konuyla ilgili sorular sorulmaya başlamıştı. Fakat İslam Peygamber’i, konunun akli münakaşaya elverişli olmadığını müslümanlara münasip bir dille ifade ederek onları tartışmaya girmekten menetti. Kur’an-ı Kerim’de de kader-insan iradesi meselesini de içine alan “müteşabih ayetler” hakkında tartışmanın uygun olmadığına işaret edilmişti. Ne var ki, Asr-ı saadet’ten sonra konu ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Bu tartışmalar zamanla Cebriyye, Mu‘tezile ve Ehl-i sünnet (Eş‘ariyye ve Matüridiyye) diye anılan başlıca üç görüş ve mezhebin doğmasına yol açtı. Bunlardan Cebriyye, insanın, Allah’ın kudret ve iradesi karşısında tam bir cebir altında bulunduğunu ve asla özgür olmadığını savunurken Mu’tezile kulların, kendi fiillerinin meydana getiricisi, yapıcısı ve yaratıcısı olduklarını, çünkü insanın irade sahibi hür bir varlık olduğunu ileri sürüyor; Resulullah ile sahabe-i kiramın akaid sahasında tuttukları yolu izleyenler manasına gelen “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat” önderleri ise hem Allah’ın kaza-kaderi ile külli iradesini, hem de kulun sınırlı iradesini (irade-i cüz’iyye) ispat etmeye çalışmak suretiyle ihtiyatlı bir yol izliyordu. Netice itibariyle, Gazzali’nin de belirttiği gibi “Ehl-i sünnet mezhebi, Cebriyye ile Kaderiyye (kaderi inkar edenler) arasında orta bir yol tuttu: Onlar, ne insanlarda (sonradan “cüz’i irade” denecek olan) ihtiyarı büsbütün yok saymışlar, ne de Allah’ın kaza ve kaderini inkar etmişlerdir. Aksine, kulların fiillerinin bir yönden kullardan, bir yönden de Allah’tan olduğunu, fiillerin ortaya çıkışında kulun seçme imkanının bulunduğunu ifade etmişlerdir.” Gazzali, bu genel prensibi kabul etmekle birlikte, tasavvufi bir üslupla irade hürriyetinin ispat edilemez olduğunu da ifade etmektedir (geniş bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, Anahatlarıyla İslam Ahlakı, s. 96-106). Yukarıda işaret edilen teorik tartışmalar ne yönde gelişirse gelişsin, İslam inancı bakımından gerçek olan şudur ki; zatı, sıfatları ve fiilleri ile mutlak ve ortaksız olan Allah, sınırsız ilmi, iradesi ve kudreti ile bütün alemin ve bu arada insanın her tür [08.09.2023 18:18] Annem: Aşure Yapmak Ana Sayfa A Aşure Yapmak Rüyada Aşure Almak Rüyada Aşure Kazanı Görmek Rüyada Aşure Dağıtmak Rüyada aşure yapmış olmak, eğer aşure ayında görüldüyse hayırlı bir iş veya bir talih olmak suretiyle tabir edilir. Sezonunda görülmeyen aşure ise, düşüncenizde olmayan bir yerden bir ceza yiyeceğinize ve bu cezadan sonra ödeyeceğiniz toplu miktar paraya işaret eder. Yapmış oltuğunuz aşureyi yediğinizi ve dağıtmış olduğunuzu görmüş olmanız, dostlarınıza ailenize ve çevrenizdeki şahıslara yararı dokunmuş olan bir insan olduğunuza delalet eder. Rüyada Aşure Almak Rüyada bir komşudan veya bir başkasından aşure almış olduğunuzu görmüş olmanız, hayatınızda değişik pozitif gelişmelerin olacağına işaret eder. Sevmiş olduğunuz insanlarda duymuş olacağınız güzel laflara, komşularla ikinizin arasında olan güclü dostluk bağına, nimete ve artan rızka delalet eder. Rüyada sevdiğinizden aşure almış olduğunuzu görmek hayırlı bir işe bahane olacaksınız manasına çıkmaktadır. Rüyada Aşure Kazanı Görmek Rüyada aşure kazanını gören şahsın rızkı ve evinin bolluku artacak anlamına gelir. Görmüş olunan aşure kazanı ne kadar büyükse bollukunda o kadar büyük olacağına, ufak aşure kazanı ise sahip olulacak bollukun daha biraz olduğuna delalet eder. Rüyayı gören kişinin aşure kazanını karıştırdığını görmüş olması, iş ve hane yaşamında rahata ve sakinliğe sahip çıkacağına işaret eder. Aşure kazanının hanende olduğunu ve aşureyi kendinin karıştırdığını gören rüyayı gören kişinin hanesinden ömrü boyunca maddi ve manevi rahatlık var olmaz. Rüyada Aşure Dağıtmak Rüyada aşure dağıttığını gören şahsın etrafında bulunmuş olan sevilmiş olan, sayılmış olan, bununla birlikte lafı geçen bir şahsa delalet eder. Ara sıra rüyada aşure dağıtmış olmak devlet kapısında halledilecek hayırlı bir işe, kimi zaman da menfaatı olan bir kişinin yakınınızda olduğuna işarettir. Aşure dağıtmış olmak umumi olmak suretiyle aile fertleriniz ve dostlarınız arasında sevilmiş olan bir şahıs olduğunuza, devamlı hayırlı işlerle uğraşarak bol dua aldığınıza yorumlanır. Aşure dağıtmış olan şahsın her istediğinin olması ve sağlıklı bir yaşaması manasına da gelmiş olmaktadır. Kimi rüya bilginleri ise, rüyada aşure dağıtmış olmayı şahsın kavuşamadığı kısmetine kavuşması olmak suretiyle yorumlamış olmaktadırlar. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [08.09.2023 18:19] Annem: AYN Ana Sayfa A AYN Birşeyin kendisi. 1. Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim. Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiştir. Meselâ kalem, silgi birer ayndır. Bunların rengi, kokusu ise, arazdır. (Seyyid Şerîf Cürcânî, Teftezânî) 2. Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal. Alış-verişte söz kesilirken, ayn olan malın kendisini vermek lâzımdır. Benzeri hattâ daha iyisi olması için müşteri (alıcı) zorlanamaz. Fakat müşteri rızâsı ile alırsa mukâyada satışı, yâni belli bir malı, başka belli bir mal, ile değiştirmek olur. (İbn-i Âbidîn) Altın ve gümüşten başka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altın ve gümüş, sözleşmede ayrılmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (İbn-i Âbidîn) 3. İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan malı. Ayn olan malın zekâtını ayn olarak vermek lâzımdır. Ayn olan malın kırkta biri ayrılıp verilir. (İbn-i Âbidîn) Deyn olan (başkasında bulunan) malın zekâtı, ayn olarak verilir. Yâni, başkasında bulunan malının zekâtını, hazır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa başkasındaki malından zekât miktârını isteyip, teslim alıp, sonra bu fakire verilir. (İbn-i Âbidîn) Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yâni hâzır olan malın zekâtı olarak fakirdeki alacağını bu fakire bağışlamak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn) İlgili MUKÂYADA SATIŞI 9 Eylül 2021 Benzer yazı DEYN 9 Eylül 2021 Benzer yazı SELEM 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A,  Diğer Konular Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [08.09.2023 18:19] Annem: kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir-iki hâdise beyan ediyorum Birincisi: Hatib Mehmed namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi’ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica’nın âhirlerinde merhum Abdurrahman’ın vefatının tam mukabilinde, kalemi “Lâ ilahe illâ hû” yazıp ve lisanı dahi “Lâ ilahe illallah” diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risalet-ün Nur talebelerinin iman ile kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur’aniyeyi vefatıyla imza etmiş. Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsiaten âmin! İkincisi: Sizin te’lifiniz olan Fihriste’nin tashihinde, bir müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi, Tahsin’e dedim: “Yaz!” O da yazmağa başladı. Simsiyah mürekkepten ve temiz kalemle birden, yazdığınız ikinci cild fihristenin makbuliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep güzel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar biz bu garib hâdiseye taaccüb ederek bakarken, o mürekkep simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarısı, aynı kalem, aynı hokka tam siyah yazıldı. Bir zaman Barla’da, bağlardaki köşkte, Şamlı Hâfız ve Mes’ud ve Süleyman’ın müşahedesiyle aynı hâdiseyi başka şekilde gördük. Şöyle ki: Ben, sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm; birden mütebâkisi çok beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti. Risale-i Nur kâtiblerini şevklendirdi. Gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve tereşşuhunu gösterdi. Said Nursî * * * Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim. Biri dedi: Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor? Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Bu hâdise münasebetiyle yine bugünlerde hatırıma gelen bir vakıayı beyan ediyorum: Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhid zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i şerifte “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer.” Risalet-ün Nur’da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur’anın âyet-ül kübrasının iki tefsiri olan iki Âyet-ül Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi’nin Birinci Makamı’nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem’a-i Arabiye’den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, [08.09.2023 18:20] Annem: Dördüncü Mes’ele Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır. İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor. Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder. Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin… Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder. Beşinci Mes’ele Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sâkin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır. Evet telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mes’ul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şâyan noktalar vardır: İşte çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte: قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا ❊ هذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ Yani: Dedi: “İhtiyar oldun.” Dedim: “Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır.” Hem de: وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ ❊ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi; dimağdan erimiş, sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür. Hem de: وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ ❊ فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi. Hem de: وَكَاَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ ❊ فَاقْتَصَّ [08.09.2023 18:20] Annem: HÂTİME [Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’caziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağribden sonra kalbe ihtar edilen ve sure-i قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ın zahir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikata kısa bir işarettir.] بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ İşte yalnız mana-yı işarî cihetinde bu sure-i azîme-i hârika: “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. Bu mu’cize-i gaybiye, beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki: Bu surenin herbir âyetinin manaları çoktur. Yalnız mana-yı işarî ile beş cümlesinde dört defa “şerr” kelimesini tekrar etmek ve kuvvetli münasebet-i maneviye ile beraber dört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve manevî şerlerine ve inkılablarına ve mübarezelerine aynı tarih ile parmak basmak ve manen “Bunlardan çekininiz” emretmek, elbette Kur’an’ın i’cazına yakışır bir irşad-ı gaybîdir. Meselâ: Başta قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ cümlesi, bin üçyüz elliiki veya dört (1352–1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrîyle tevafuk edip nev’-i beşerde en geniş hırs ve hasedle ve birinci harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan ikinci harb-i umumîye işaret eder. Ve ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) manen der: “Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.” Ve bir mana-yı remziyle, Kur’an’ın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirdlerine hususî bir iltifat ile onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir; manen “İstiaze ediniz” emreder gibi bir remz verir. Hem meselâ: مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ cümlesi -şedde sayılmaz- bin üçyüz altmış bir (1361) ederek, bu emsalsiz harbin merhametsiz ve [08.09.2023 18:21] Annem: ÜÇÜNCÜ MES’ELE: Hikmet ve akıl ile halledilmeyen bir mes’ele-i mühimme. كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنٍ ❊ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ Sual: Kâinattaki mütemadiyen şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar, daima dönüp tazeleniyorlar? Elcevab: Şu hikmetin izahı bin sahife ister. Öyle ise izahını bırakıp gayet muhtasar bir icmalini iki sahifeye sığıştıracağız. İşte nasılki bir şahıs, bir vazife-i fıtriyeyi veyahut bir vazife-i içtimaiyeyi yapsa ve o vazife için hararetli bir surette çalışsa; elbette ona dikkat eden anlar ki, o vazifeyi ona gördüren iki şeydir: Birisi: Vazifeye terettüb eden maslahatlar, semereler, faidelerdir ki; ona “ille-i gaiye” denilir. İkincisi: Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki: Hararetle o vazifeyi [08.09.2023 18:21] Annem: Buradan oraya gelen mektubları, mübareklerin heyeti bir risale şeklinde toplanmasını ve Hüsrev de cüz’î ve hususî bazı cümlelerini ve lüzumsuz bazı fıkralarını tayyetmeyi, Hâfız Ali ve Sabri’ye havale etmiş olduğunu yazıyorsunuz. O, Risalet-ün Nur hakkında kerametli ve dikkatli ve isabetli ve keskin Hüsrev’in nazarı doğrudur. Bâki bir eserde muvakkat ve cüz’î ve hususî kelimeler tayy edilse daha iyidir. Bu defaki mektubunuzda kerametkârane üç nokta gördük: Birincisi: Buranın bir Hüsrev’i olacak derecede ihlas ve irtibat ve iktidarı gösteren Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi isminde Risalet-ün Nur’un çalışkan bir talebesi askerden gelip, daha ikinci defa görüşüldüğü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini gördük, dedik: Bu Risale-i Nur’un şakirdleri, birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbirine pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar. İkincisi: Bu Küçük Hüsrev Feyzi, bu âhirlerde İstanbul’da iken Risale-i Nur hesabına zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. “Acaba rahatsızlığı var mı?” Birden zihnim yüzünü ondan çevirdi, Hâfız [08.09.2023 18:22] Annem: Yirmidördüncü Söz' den) BEŞİNCİ DAL Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor. Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur. Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat’î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddi [08.09.2023 18:22] Annem: medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette lâübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağraza bedel, vilayat-ı şarkıyenin hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam manasıyla hükümfermadır. Bildiğime göre edibler edebli olurlar. Edebsiz bazı gazeteleri naşir-i ağraz görüyorum. Eğer edeb böyle ise ve efkâr-ı umumiye böyle karmakarışık olsa; şahid olunuz ki, böyle edebiyattan vazgeçtim. Bunda da dâhil değilim. Vatanımın yüksek dağlarında yani Başit başındaki ecram ve elvah-ı âlemi, gazetelere bedel mütalaa edeceğim. Muarradır feza-yı feyzimiz şeyn-i temennadan Bize dâd-ı ezeldir, zîrden bâlâdan istiğna Çekildik neşve-i ümidden, tûl-i emellerden Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı leyladan istiğna… Tenbih: Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdad ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete, bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet, eşhası fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakikî medeniyet nev’-i insanın terakki ve tekemmülüne ve mahiyet-i nev’iyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. Hem de mana-yı meşrutiyete ibtila ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve Âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı, meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve tali’ ve taht ve baht-ı İslâm’ın anahtarı da meşrutiyetteki şûradır. Zira şimdiye kadar üçyüz yetmiş milyon İslâm, ecanibin istibdad-ı manevîsi altında eziliyordu. Şimdi hâkimiyet-i İslâmiye, âlemde bahusus bundan sonra Asya’da hükümferma olduğu halde herbir ferd-i müslüman, hâkimiyetin bir cüz-ü hakikîsine mâlik olur. Ve hürriyet, üçyüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeğe bir çare-i yegânedir. Farz-ı muhal olarak burada yirmi milyon nüfus, tesis-i hürriyette çok zarardîde olsalar da feda olsunlar. Yirmiyi verir, üçyüzü alırız. Yazık!. Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuç olmamışlar. İnşâallah elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizac ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek, bir mizac-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir. Yaşasın meşrutiyet-i meşrua!.. Sağ olsun hakikat-ı Şeriatın terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet! İstibdadın Garibüzzamanı Meşrutiyetin Bedîüzzamanı Şimdikinin de Bid’atüzzamanı Said Nursî * * * Bundan sonra; İstanbul’da fazla kalmaz, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi gelir ve sorar [08.09.2023 18:23] Annem: Yirmi İkinci Ayetlerin Tefsiri İbadetin Hakikatı يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ❊ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Yani: “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz’ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur.” Mukaddeme Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir. Ve keza ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve meade, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebebdir ve şahsî ve nev’î kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır. İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler: Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, zînetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister. Şu meyillerin iktizası üzerine yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini, istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur ki; herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler. Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i akliye Sâni’ tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz’-i ihtiyarîsiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-ı insaniye çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır. Sonra o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci’, bir sahib lâzımdır. O merci’ ve o sahib de, ancak peygamberdir. Peygamber olan zâtın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi; Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de [08.09.2023 18:23] Annem: Afyon Emniyet Müdürlüğü’ne Ben sizin insaniyet ve vicdanınıza itimaden, mahrem işlerimi size beyan ediyorum. Hem vazife itibariyle siz, bizimle pek çok alâkadarsınız. Çünki Risale-i Nur’un asayiş noktasında yirmi seneden beri yüzbin şakirdinden hiçbir vukuat olmadığı gibi; pek çok zabıta memurlarının itiraflarıyla ve bir şey aleyhimizde kaydetmemeleriyle, bunu isbat eder. Buraya, Ankara emniyet-i umumiye müdürü geldiğini bir çocuktan işittim. Her halde benim halimi soracak diye bir şey kaleme aldım ki, rahatsızlığım münasebetiyle ona konuşmak yerinde takdim edeyim. Birden gittiğini işittim. Size leffen onu gönderiyorum; münasib görseniz, bera-yı malûmat ona gönderirsiniz. Ben dünya işlerini bilmiyorum, halklar ile görüşemiyorum. Senden başka burada kimsem yok ki re’yini alayım. Benim şahsıma ait mes’ele gerçi çok ehemmiyetsizdir, cüz’îdir; fakat Risale-i Nur’a ait mes’ele; bu vatan ve millette pek çok ehemmiyeti var. Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm’a ve [08.09.2023 18:23] Annem: KATRE’NİN ZEYLİ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ Remz Arkadaş! Vaktin evvelinde, Kâ’be’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beyt’in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmaya dâhil olsun ki, o cemaatın icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her davaya ve her bir sözüne bir hüccet ve bir bürhan olsun. Meselâ: Namaz kılan اَلْحَمْدُ لِلّهِ dediği zaman, sanki o cemaat-ı uzmayı teşkil eden bütün mü’minler “Evet doğru söyledin.” diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı manevî bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hâsseleri, latifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar. Yalnız musallînin Kâ’be’ye olan şu hayalî nazarı, kasdî değil tebaî bir şuurdan ibaret bulunmalıdır. İhtar: Sath-ı Arz mescidini mütehalif ve muntazam harekâtıyla tezyin eden o cemaat-ı uzmanın, satırları andıran saflarının o güzel manzarası muhafaza edilmek üzere, âlem-i misal sahifesinde kalem-i kader ile, İlahî bir fotoğrafla tersim ve terkim edilmekte olduğu ihtimal ve imkândan halî değildir. Remz Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır [08.09.2023 18:24] Annem: Ondördüncü Söz بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ الر كِتَابٌ اُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ [Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar hükmünde o hakikatların bir kısım nazirelerine işaret edeceğiz ve hâtimesinde bir ders-i ibret ve bir sırr-ı inayet beyan edilecek. O hakikatlardan Haşir ve Kıyametin nazireleri, Onuncu Söz’de, bilhâssa Dokuzuncu Hakikatında zikredildiği için tekrara lüzum yoktur. Yalnız sair hakikatlardan nümune olarak “Beş Mes’ele” zikrederiz.] Birincisi: Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ “Altı günde gökleri ve yerleri yarattık.” demek olan; hem belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibaret olan eyyam-ı Kur’aniye ile insan dünyası ve hayvan âlemi altı günde yaşıyacağına işaret eden hakikat-ı ulviyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelal’in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları, nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Evet güya insanlar gibi dünyalar dahi, birer misafirdir. Her mevsimde Zât-ı Zülcelal’in emriyle âlem dolar, boşanır. İkincisi: Meselâ: وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ ❊ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ ❊ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: “Bütün eşya, bütün ahvaliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor.” demek olan hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakikat nerede? Ehl-i gafletin telakkileri nerede? Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melaike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadık’ın tasvir ettiği, meselâ kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetlerini ifade eden hakikata çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelal تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ ❊ وَ سَخَّرْنَا الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ مَعَ [08.09.2023 18:24] Annem: : Şeriatta denilmiştir ki: “Cehennem ceza-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlahî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir? Elcevab: Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki: İnsan, icadsız bir cüz’-i ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müdhiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi; nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes’uliyetini, o çeker. Çünki onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şerr ademî olduğu için, abd ona fâil oldu. Cenab-ı Hak da halketti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azab ile çekmeye müstehak olur. Amma hasenat ve hayrat ise, madem ki vücudîdirler; kesb-i insanî ve cüz’-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan, onda hakikî fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata tarafdar değildir, belki rahmet-i İlahiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız insan, iman ile, arzu ile, niyet ile sahib olabilir. Ve sahib olduktan sonra, o hasenat ise, ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlahiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Va’d-i İlahî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zahirde bir mükâfattır, hakikatta fazıldır. Demek seyyiatta sebeb, nefistir; mücazata bizzât müstehaktır. Hasenatta ise sebeb Hak’tandır, illet de Hak’tandır. Yalnız, insan iman ile tesahub eder. “Mükâfatını isterim.” diyemez, “Fazlını beklerim.” diyebilir. Üçüncü Sual: Beyanat-ı sâbıkadan da anlaşılıyor ki; seyyiat, intişar ve tecavüz ile taaddüd ettiğinden, bir seyyie bin yazılmalı, hasene ise vücudî olduğu için maddeten taaddüd etmediğinden ve abdin icadıyla ve nefsin arzusuyla olmadığından hiç yazılmamalı veya bir yazılmalı idi. Neden seyyie bir yazılır, hasene on ve bazan bin yazılır? Elcevab: Cenab-ı Hak, kemal-i rahmet ve cemal-i rahîmiyetini o suretle gösteriyor. Dördüncü Sual: Ehl-i dalaletin kazandıkları muvaffakıyet ve gösterdikleri kuvvet ve ehl-i hidayete galebeleri gösteriyor ki; onlar bir kuvvete ve bir hakikata istinad ediyorlar. Demek ya ehl-i hidayette za’f var, ya onlarda bir hakikat var? Elcevab: Hâşâ… Ne onlarda hakikat var, ne ehl-i hakta za’f vardır. Fakat maatteessüf kāsır-un nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor. Çünki diyorlar: “Eğer ehl-i hakta tam hak ve hakikat olsaydı, bu derece mağlubiyet ve zillet olmamak gerekti. Çünki hakikat kuvvetlidir. اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ olan kaide-i esasiye ile, kuvvet haktadır. Eğer o ehl-i hakka mukabil galibane gelen ehl-i dalaletin hakikî bir kuvveti ve bir nokta-i istinadı olmasaydı bu derece galibiyet ve muvaffakıyet olmamak lâzım gelecekti?” Elcevab: Ehl-i hakkın mağlubiyeti kuvvetsizlikten, hakikatsızlıktan gelmediği, sâbık işaretlerle kat’î isbat edildiği gibi; ehl-i dalaletin galebesi kuvvetlerinden ve iktidarlarından ve nokta-i istinad bulmalarından gelmediği, yine o işaretlerle kat’î isbat edildiğinden; bu sualin cevabı, sâbık işaretlerin heyet-i mecmuasıdır. Yalnız burada desiselerinden ve istimal ettikleri bir kısım silâhlarına işaret edeceğiz. Şöyle ki [08.09.2023 18:25] Annem: Hem zemin sofrasında Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbaniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör. Hem Fettah ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olarak bütün hayvanatın, su katrelerinden açılan pek çok manidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar sîmalarına bak, fettahiyet ve musavviriyet-i İlahiyenin mu’cizatlı cemalini gör. İşte bu mezkûr misallere kıyasen esma-i hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; bir tek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet’i iman gözüyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî’nin derece-i haşmetini anla. O [08.09.2023 18:25] Annem: اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ Eyyühe-l Üstad-ül Aziz! Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mes’elesini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum. Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazu’ları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arzedeceğim: Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatına merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı Nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvel emirde çirkâbdan selâmete, felâketten saadete, zulmetten nura çıkardığı için Nurlara ve Hazret-i Kur’an’a ve bu Nurların izn-i Hak’la naşiri, mübelliği, vaizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâ-yetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyet hasıl olmuştur. Yüzbin kerre hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havâssımda azîm bir şevk hissediyorum. İkincisi: Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delalet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’an’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun. Üçüncü hâl ve hakikî şahsiyetim: Bunu tarif etmeğe cidden hicab duyarım. Hemen Cenab-ı Allah’tan dilerim; beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cinn ve ins ve şeytanların mekrlerinden muhafaza eylesin ve dalalete sapanlardan eylemesin, âmîn [08.09.2023 18:25] Annem: TARİH....... OSMANLIDA KADIN ESİRLER (1)
Osmanlıda da asrın sosyal gerçeği esirlik ve satış işlemi geçerli idi. Diğer ülkelerin esirlere ve kölelere gösterdiği gaddar ve merhametsiz tutum Osmanlıda olmamıştır. Bunu (yerli) bir Türk yazar belirtmiş olsa taraftarlığından şüphe edilebilirdi.
Bu konuda geniş yazılar yazan 18. yy. İrlandalı yazar Robert Walsh kitabında şu önemli bilgileri aktarmış:
“Avrat pazarı, yâni kadın esirler pazarı Çemberlitaş’a yakın ortasında odalarla çevrelenmiş bir avlu bulunan dikdörtgen bir binâdır. Bu pazara eski dünyanın hemen her yerinden, bilhassa Akdeniz kıyıları ile Karadeniz’in doğu uçlarından mal gelir. Avrat pazarında Nübye ve Habeşistan’ın abanoz renginden, Gürcistan ve Megrelya dağlarının kar beyazına kadar insan teninin her rengini görmek mümkündür… Türkler esirlerini İslâm dînini kabûl etmedikçe âzât etmezler. Esir âzât edilirse hürriyetine kavuşur ve tekrar satılmaz.
Bu hapishânenin bir yabancı üzerinde ilk bıraktığı intibâ mahkûmların neş’esi ve şamatasıdır. Yabancılar içeriye zihinleri esâretin korkunç manzaralarıyla dolu olarak girer. Âilelerinden koparılmış gencecik kızlar, parçalanmış âileler, acı çeken, hüzünle ağlayan ve ümitsizliğe gark olmuş çâresiz kurbanlar görmeyi beklerken, bambaşka bir manzarayla karşılaşırlar. Gâyet neş’eli ve keyifli görünen kızları onların dikkatini çekmek için ellerinden geleni yapar ve her biri anadilinde yabancıyı kendisini satın almaya dâvet eder. Bunun sebebi arkada bıraktıkları hayat şartları ve istikbalden bekledikleriyle îzâh edilebilir. Osmanlı ülkesinde esir olmak çoğu için daha iyi bir hayat demektir ve esir trafiği büyük bir düzen içinde yürür. Kafkasya’da ve Gürcistan’da âileler en güzel kızlarını satıştan kâr etmek için değil, çocuklarının (Osmanlı illerinde) satılarak daha iyi bir hayâta kavuşmaları gâyesiyle esirliğe hazırlar. Zihinlerine onları İstanbul’da bekleyen muhteşem hayat işlenir. Esir tâcirleri her yıl Anapa ve Karadeniz’in diğer lîmânlarına beyaz satın almak üzere geldiklerinde, âileye düşkün olmaması öğretilen kız mutlu bir istikbâlin hayâliyle neş’e ve gönül ferahlığı içinde yola çıkar. (Devamı yarın)
08.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [08.09.2023 18:25] Annem: • Ağaçlarda Yaprak Dökümünün Başlaması 'Kalıcı olanı, geçici olana tercih ediniz. Kuşkusuz dünya sona erecek ve dönüş Allah’a olacaktır.' Hz. Osman [radıyallahu anh] Semerkand Takvimi [08.09.2023 18:26] Annem: Dindar Olanı Seç Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] eş seçiminde şu tavsiyelerde bulunuyor: Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını (ve ahlâkı güzel olanı) seç ki elin bereket bulsun (Buhârî; Müslim). Hz. Mevlânâ’nın [kuddise sırruhû] Mesnevî’de geçen şu sözleri bu hadisi daha iyi kavramamızı sağlıyor: Malın sebatı yoktur, gece gelir, gündüz dağılıverir. Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir. Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler malla, mülkle gururlanır. Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir âr olur (Mesnevî, 6/258). Salih ve saliha bir eşe sahip olmak insanı her iki dünyada da mutlu kılar. Dolayısı ile dünyasını ve ahiretini mâmur etmek isteyenler Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] tavsiyesine uymalıdırlar. Semerkand Takvimi [08.09.2023 18:26] Annem: “Hasta olmaları yüzünden Medine’de kalıp savaşa katılamayan öyle kimseler var ki; siz bir yolda yürüdüğünüz ve bir vadiyi geçtiğinizde onlar niyetlerinden dolayı sizinle beraber gibidirler.” Başka bir rivayette ise: “Sevap kazanmakta onlar size ortak oldular.” (Müslim, İmâra 159) [08.09.2023 18:26] Annem: O halde, Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme. ﴿ Sabah akşam Rabbinin adını an. İnsân Sûresi 24,25.Ayet [08.09.2023 18:27] Annem: Kefâretler Kefâret kelimesi sözlükte “örten, gizleyen” anlamına gelir. Dinî bir terim olarak ise, “işlenen bir kusur ve günahtan dolayı Allah Teâlâ’dan af ve mağfiret dilemek niyetiyle yapılan, ceza özelliği de bulunan bir tür malî ve bedenî ibadet”tir. Kefâretlerin sebebi, ya dinen yapılması gereken bir şeyin yapılmaması, ya da yapılmaması gereken bir şeyin yapılması şeklinde işlenen kusurlu davranışlar, hata ve günahlardır. Allah Teâlâ bu hatalı ve kusurlu davranışlara karşılık olmak üzere yine ibadet nevinden bazı fiillerin işlenmesine ve bu sayede kulun kendini affettirmesine imkân tanımıştır. Bunun için de mükellefin kefâretleri Cenâb-ı Hak tarafından kusur ve günahının affedilmesine vesile kılınması niyet ve arzusuyla yerine getirmesi esastır. Bu sayede Allah’ın bu kimsenin söz konusu kusurlu davranışını affetmesi umulur. Bu sebeple kefâretler yapılma niyet ve amacı itibariyle mükellefin ibadet sorumluluğu dahilinde bir konudur. Öte yandan kefâretler, konuluş amacı itibariyle hem ibadet hem de ceza mânası taşımakla birlikte mahiyeti itibariyle ibadet nevinden fiillerin bir veya birkaçından ibarettir. Fıkıh kitaplarında kefâretlerin ibadet ana grubunda yer alması, kefâretlerle yükümlü tutulmanın Allah’ın lutuf ve kereminin bir tezahürü olarak müslümanlara tanınan bir ayrıcalık ve imkân olarak nitelendirilmesi bu sebeplerledir. Kur’an ve Sünnet’te belirtilen veya sadece Hz. Peygamber’in söz ve uygulamasıyla sabit olan kefâret nevileri olarak; orucu bozma, yemin, zıhâr, hac yasaklarını ihlâl, adam öldürme ve hayızlı kadınla cinsel temas sebebiyle gereken kefâretler sayılabilir. 1. Oruç Bozma Kefâreti Fıkıh literatüründe kefâret-i savm terimiyle ifade edilen bu kefâret türü, “Ramazan orucunu eda ederken, herhangi bir mazereti bulunmaksızın, oruçlu olduğunu bilerek orucunu kasten bozan kimseye gereken kefâret”tir. Oruç ibadeti İslâm’ın beş temel şartından biri olup bu ibadeti yerine getirmekte zorlanan kimselere, oruç konusunda anlatıldığı üzere, bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiştir. Ayrıca kasten oruç tutmayan, başladığı orucu iradesi dışında veya haklı görülebilir bir sebeple bozan kimsenin de bu orucunu kazâ etmesi imkânı vardır. Bu ruhsat ve imkânlardan sonra, başladığı ramazan orucunu hiçbir mâkul ve haklı görülebilir sebep yokken, bilerek ve isteyerek bozan kimsenin durumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş ve böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’tan af dileyebilmeleri için, biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefâret olarak öngörülmüştür. Orucu kasten bozan kimse için öngörülen kefâretin cezaî yönü ağır basar. Bu kefâreti gerektiren sebep ise, ramazan orucunu eda eden kimsenin orucu kasten ve isteyerek bozmasıdır. İkrah (ağır baskı), hata, unutma gibi kasıtlı olmayan durumlar kefâreti gerektirmez. Hanefîler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre ramazan orucunun cinsî münasebetle veya yeme içme ile bozulması aynı hükme tâbi iken Şâfiîler başta olmak üzere bir grup fakihe göre ramazan orucunun sadece cinsî münasebetle bozulması kefâret gerektirir. ...Daha az [08.09.2023 18:27] Annem: Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir. [Hud Sûresi.4] [08.09.2023 18:27] Annem: ŞEFKAT PEYGAMBERİ ve ÇOCUKLAR Kâinat sevgi üzerine kurulmuştur. Her şeyin özünde sevgi vardır. İnsanlar arasındaki bağlar sevgi yoluyla gerçekleşir. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.s.), sevdiğimiz kimselere duy- gularımızı ifade etmemizi tavsiye etmiştir. Çocuklara duyulan sevgi ve şefkatin onlara bir şekilde hissettirilmesini istemiştir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir çocuk gördüğü zaman mübarek yüzünü neşe ve sevinç kaplardı. Onu kollarının arasına alır, sever öperdi. Gördüğü her çocuğa selam verir ve halini hatırı- nı sorardı. Çocuklarla arkadaşça konuşur, onlarla sohbet eder, öğütler verirdi. Sevgisi ve şefkati çocukların ağlamasına dahi müsaade etmezdi. Erkek ve kız çocukları arasında ayırım ya- panları hiç hoş görmezdi. On çocuğu olduğu halde hiçbirini öpmediğini söyleyen saha- beye “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhârî, “Edeb”, 18) buyurmuştur. DİNÎ KAVRAMLAR LİVÂ-İ HAMD Livâ, bayrak ve sancak demek- tir. Livâ-i hamd kavramı ise, Hz. Peygamberin bayrağı ve sancağı anlamındadır. Hz. Peygamber’e inanan ve onun sünnetini eksiksiz yerine getirenler, kıyamet gününde bu bayrağın altında toplanacak- lardır. Çünkü Allah kıyamet gü- nünde Hz. Muhammed’i şefaat edecek bir makama ulaştıracak- tır. “Gecenin bir kısmında uya- narak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama gönderebileceğini umabilirsin.” (İsrâ, 17/79) ÖZLÜ SÖZ Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun, Aman Müslüman olun, aman Müslüman olun. (Necip Fazıl Kısakürek) [08.09.2023 18:28] Annem: Komşu tabiri, birbirine bitişik veya yakın yerlerde yaşayanlar için kullanılır. Komşu olmanın doğurduğu birtakım hak ve görevlerin yanı sıra bunların sağlandığı bir ilişkiler düzeni bulunmaktadır. Bunlara genel olarak komşuluk veya komşuluk ilişkileri denilir. Komşuluk ilişkileri özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerinde sosyal dayanışma açısından önemli olduğu gibi, ailelerin huzur ve güven içinde yaşamaları açısından da önemlidir. İyi komşuluk ilişkileri mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sahip olduğundan fert ve ailelere toplum içinde destek olur. Dolayısıyla sosyal bünyeyi güçlendirir. Kötü komşuluk ilişkileri de sürekli rahatsızlık, güvensizlik ve yalnızlık hissi uyandırır. Kültürümüzdeki süzülmüş bir anlayışın ifadesi olan, "Ev alma, komşu al" özdeyişi, komşuluk ilişkilerinin her iki yönü açısından da son derece isabetli bir tesbiti dile getirmektedir. Yine dilimizdeki "Komşu komşunun külüne muhtaçtır", "Komşuda pişer, bize de düşer" gibi özdeyişler ve sık gelip gitmeleri anlatmak üzere, "komşu kapısına çevirmek" ve benzeri deyimler, komşuluk ilişkilerinin anlamını ve boyutlarını göstermek bakımından önemlidir. Sosyal dayanışma ve yardımlaşma açısından insana aileden sonra en yakın sosyal çevreyi komşular teşkil ettiği içindir ki, gerek Kur'an ve gerekse hadislerde komşuluk ilişkilerine titizlikle değinilmiştir. Bir âyette ana baba ve yakın akrabalardan sonra, yakın ve uzak komşuya iyilik etmek, iyi davranmak tavsiye edilmektedir (en-Nisâ 4/36). Peygamberimiz komşuluk hakları konusunda kendisine yapılan sıkı tavsiyeleri anlatmak ve komşuluk hukukuna dikkat çekmek maksadıyla, "Cebrâil bana komşu hakları konusunda öyle hükümler getirdi ki, bu gidişle her halde komşu komşuya vâris kılınır diye düşündüm" (Buhârî, "Edeb", 123) demiştir. Peygamberimiz'in, "Komşusu elinden, dilinden emin olmayan kişi mümin sayılmaz" (Buhârî, "Edeb", 29) sözü, komşuluk ilişkisinin önemini ve ne kadar hassas bir konu olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Yine Resûlullah'ın "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun" (Buhârî, "Edeb", 31) gibi sözleri de bu bağlamda değerlendirilebilir. Resûl-i Ekrem komşuluk ilişkilerinde nasıl davranmak gerektiğine ilişkin olarak şu hususlara dikkat çekmiştir: 1. Hastalandığında geçmiş olsun ziyaretine gitmek. 2. Öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmak. 3. Borç istediğinde vermek. 4. Darda kaldığında yardımına koşmak. 5. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek. 6. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek. 7. Evi onun rüzgârını (güneşini, manzarasını) engelleyecek şekilde yüksek yapmamak. 8. Ne pişirdiğini ona belli etmemek, belli ederse pişirdiğinden ona da vermek (Mecma`u'z-zevâ'id, VIII, 168-170). Hz. Peygamber'in bu tavsiyesi komşuluk ilişkilerine oldukça kuşatıcı bir çerçeve çizmekle birlikte, komşunun komşu üzerindeki bütün haklarını saymayı değil belki önemli olanlarına örnek kabilinden işaret etmeyi amaçlar. Bu itibarla bir müslümanın, din ve dindarlık farkı, kültür ve bölge farkı gözetmeksizin bütün komşularıyla iyi ilişki içinde olması, İslâm'ın yardımlaşma, dayanışma, zarar vermeme, küs durmama ilkeleri doğrultusunda hareket etmesi, bu konudaki örf ve âdeti ihmal etmemesi gerekir. Günümüzde hızlı şehirleşmenin, şehir yapılaşmasının ve değişen iş hayatının komşuluk ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Aynı apartmanda yaşadıkları halde yardımlaşma, dayanışma bir tarafa tanışmayan, konuşmayan insanlar bulunmaktadır. Apartman hayatına, değişen iş hayatına uygun ilişki biçimlerinin oluşması, buna fizikî anlamda imkân sağlayacak çözümlerin araştırılması beklenmektedir. Komşuluk ilişkilerinin müsbet yönleri hakkıyla gerçekleş [08.09.2023 18:28] Annem: Sonra onun can damarini koparirdik (onu yasatmazdik) (HAKKA/46) [08.09.2023 18:29] Annem: Nevvâs İbnu Sem'ân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah, bize iki tarafında iki ev bulunan bir doğru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev değil "İki sur" denmiştir- Bu evlerin açık olan kapıları vardır. Kapıların üzerine de perdeler çekilmiştir. Biri yolun başında, biri de onun yukarısında durmuş iki dâvetçi (gelip geçenlere) şu dâveti okuyorlar: "Allah cennete çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir" (Yunus, 25). Yolun iki yakasındaki kapılar ise Allah'ın hududu (yani yasakları)dur. Hiç kimse perdeyi açmadan bu yasaklara düşmez. Kişinin yukarısındaki davetçi, Rabbisinin vâiz'idir" Tirmizî, Emsâl 1 (2863). Rezîn, bu temsili, İbnu Mes'ûd tarafından rivayet edilen bir hadisle açıklar: Doğru yol; "İslâm'dır, kapılar; Allah'ın haramlarıdır, perdeler; Allah'ın hudududur (yasaklar); yolun başındaki dâvetçi; Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bunun yukarısındaki davetçi; her mü'minin kalbinde yerleştirilmiş olan (bazan vicdan, bazan sağ duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu ki, buna bazı hadislerde lümme-i melekîye de denmiştir vâizullah'tır." [08.09.2023 18:29] Annem: Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” [Bakara Sûresi.136] [08.09.2023 18:29] Annem: "Rabbim! Bana ve anneme babama lutfettiğin nimete şükretmeye, razı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı eyle, pişmanlıkla dönüp senin kapına başvurmaktayım ve ben süphesiz sana boyun eğenlerdenim!" (Ahkâf, 46/15) [08.09.2023 18:29] Annem: Allah temiz insanların davranışlarına bir iken on yazar. Sen de kimde bir iyilik görürsen onun bazı kusurlarını siliver.[Sadi Şirazî] [08.09.2023 18:30] Annem: Asr Sûresi Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi. Asr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Üç âyettir. Sûrede insanların zararda oldukları, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları haber veriliyor. (Taberî, İbn-i Abbâs) Asr sûresinde meâlen buyruldu ki Asra yemin olsun ki, muhakkak insan (ömrünü yalnız geçici dünyâ isteklerine kavuşmak için harcadığından) büyük bir (zarar ve) ziyândadır. Ancak îmân edenlerle, sâlih (iyi işler) amel yapanlar, birbirlerine hakkı, (inanılması ve yapılması lâzım olan şeyleri ve ibâdetleri yapmak, günâhlardan sakınmak husûsunda) sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar zararda ve ziyânda değildirler) . (Âyet 1-3) Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl) Kur'ân-ı kerîmde başka hiç bir sûre nâzil olmasaydı, inmeseydi şu pek kısa olan Asr sûresi bile, insanların dünyâ ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alır. (İmâm-ı Şâfiî) [08.09.2023 18:30] Annem: Balkan T. Sık ormanlık, sıradağlar Kısaltmalar: A. Arapça, F. Farsça, FR. Fransızca, IB. İbranice, İ. İtalyanca, Moğ. Moğolca, T. Türkçe, Y. Yunanca, E.T. Eski Türkçe [08.09.2023 18:31] Annem: Cuma ve bayram namazlarına geç gelen bir kimse, imam selam verdikten sonra kılmadığı rekatları nasıl kılmalıdır? Cuma namazına imam selam vermeden önce yetişen kimse cuma namazına yetişmiş olur. Bu kişi imamın selam vermesinden sonra namazını kendisi tamamlar. İmamın selamından sonra camiye gelen kimse, Cuma namazını değil öğle namazını kılar (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, Beyrut, 1982, I, 267). Buna göre Cuma namazının bir rekatına yetişen kişi imamın selamından sonra, ayağa kalkarak bir rekat daha kılar ve selam verir. Kendi başına kıldığı bu rekatta da besmele, Fatiha ve zammı sure okur. İmama teşehhüdde yetişmiş olan imamın selamından sonra ayağa kalkar ve iki rekat kılarak selam verir. Böylece cuma namazını tamamlamış olur. Maliki ve Şafiilere göre ise, cumaya yetişmiş sayılabilmek için en az bir rekatı imamla birlikte kılmak gerekir. Buna göre, imam ikinci rekatın rükuundan doğrulduktan sonra yetişerek uyan kimse, namazını öğle namazı Muhtesari’l-Halil, Daru’l-Fikr olarak dörde tamamlar (Şirbini, Muğni’l-muhtac, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts. , I, 296; Haraşi, Şerh, Beyrut, ts. , II, 84). [08.09.2023 18:32] Annem: İlim Yolu, Cennet Yoludur" “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.” (Alak, 96/1-5) Muhterem Müslümanlar! Hutbemin başında okuduğum Alak suresinin ilk beş ayeti, Kur’an-ı Kerim’in insanlıkla buluşan ilk ayetleridir. Bu ayetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini öğreten O’dur.”[1] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben, bir öğretmen olarak gönderildim.”[2] Değerli Müminler! Yüce dinimiz İslam’a göre ilim öğrenmek, kadın erkek her Müslüman’a farzdır. İlim, öncelikle kişinin kendini, Rabbini ve çevresini tanımasıdır. Yaratılış gayesinin farkında olmasıdır. Varlığı ve bütün kâinatı doğru okumasıdır. Aziz Müslümanlar! Bilgiyi kıymetli kılan; insanlığın faydasına olmasıdır. Sahibini Allah’ın rızasına ulaştırmasıdır. Toplumu adalete, doğruya ve iyiliğe götürmesidir. Haksızlıktan, zulümden ve her türlü kötülükten uzaklaştırmasıdır. Zihinlerin bulanmasına, nesillerin ifsadına, toplumların helâkine, dünyamızın tahribine sebep olan bilgi ise değersizdir, zararlıdır. Kıymetli Müminler! Cehalet, İslam’ın en büyük düşmanıdır. Bütün kötülüklerin kaynağıdır. Cehalet, kişiyi Allah katında da insanlar katında da değersiz kılar. Okumak, faydalı bilgilerle donanmak, ilmi insanlığın hayrına kullanmak ise kişiyi yüceltir. Yüce Rabbimiz, قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[3] buyurmaktadır. Bir başka ayette ise hakiki ilim sahipleri şöyle övülmektedir: “Kulları içinde Allah’a en çok saygı duyanlar, âlimlerdir.”[4] Değerli Müslümanlar! İlim yolu, cennet yoludur. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “İlim öğrenmek için yola koyulan kişiye, Allah cennete giden yolu kolaylaştırır.”[5] buyurmuştur. Bizler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu bilinçle ilme sarılırsak, bilim ve teknolojinin imkânlarını doğru kullanırsak insanlığa yeniden yön verebiliriz. Kalem ve kelamın gücünü hayatımıza yansıtırsak, tüm dünyaya yeniden adalet ve iyiliği hakim kılabiliriz. İlim ve irfanı mihmandarımız kılarsak, ilahi ve insani değerlerin örselendiği ve ötelendiği günümüz dünyasına yeniden umut olabiliriz. Ancak, ilim ve irfandan uzaklaşırsak, bilgi ve teknolojiyi amacı dışında kullanırsak felakete sürükleniriz. İnsanlık, bugün içine düştüğü zulmün ve haksızlığın karanlığından, şiddet ve huzursuzluk girdabından kurtulamaz. Kıymetli Müminler! Önümüzdeki Pazartesi günü yeni bir eğitim öğretim yılı başlıyor. Milyonlarca çocuğumuz ilim ve irfan yuvası okullarımızla buluşacak. Yavrularımızın milli ve manevi değerlere bağlı, milletine ve insanlığa faydalı nesiller olarak yetişmesi, hepimizin ortak görevidir. Öyleyse İslam’ın emrettiği ilim ufkuyla göz aydınlığı yavrularımızı, aklı, duygusu ve ameli birbiriyle dengeli olan bir mümin olarak yetiştirelim. Çocuklarımızı eğitirken başlıca yöntemimiz, اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.”[6] ayet-i kerimesi olsun. En temel gayemiz ise, إِنَّمَا بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ صَالِحَ الْأَخْلَاقِ “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[7] buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in güzel ahlakıyla çocuklarımızı ahlaklandırmak olsun. Bu vesileyle yeni eğitim öğretim yılının öğrenc [08.09.2023 18:32] Annem: “Bir kerre de azmettin mi, artık Allah’a dayan...” (Kur’an, Âl-i İmrân, 159) – “Allâh’a dayanmak mı? Asırlarca dayandık! Düştükse bu hüsrâna, onun nârına yandık! Yetmez mi çocukluktaki efsâneye hürmet? Hâlâ mı reşîd olmadı, hâlâ mı bu ümmet? Dersen ki: Ufuklarda bir aydınlık uyansın; Mâzîye ateş vermeli, baştan başa yansın! Şaşkınlık olur köhne telâkkileri ihyâ; Şeydâ-yı terâkkî, koşuyor baksana dünyâ. Elverdi masal dinlediğim bunca zamandır; Ben kanmıyorum, git de sen aptalları kandır!” – Allah’a değil, taptığın evhâma dayandın; Yandınsa eğer, hakk-ı sarîhindi ki yandın. Meflûc ederek azmini bir felc-i irâdî , Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdî! Mâdem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın; İksîr-i bekâ içsen, emîn ol, yaşamazsın. Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şâyed, Mutlak değil elbette, vazîfeyle mukayyed . Takyîd-i İlâhî ki: Bilâ-kayd ona münkâd, Kalbinde cihanlar daraban eyleyen eb’âd. Lâ-kayd olamazdın, biraz insâfın olaydı, Duydukça bütün sîne-i hilkatten o kaydı. “Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan... Ma’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan! Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid: Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid. Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atâlet”, Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet? Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi; Kur’an duramaz, nezd-i İlâhî’ye dönerdi. “Dünyâ koşuyor” söz mü? Berâber koşacaktın; Heyhât, bütün azmi sen arkanda bıraktın! Mâdem ki uyandın o medîd uykularından, Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan. Ensendekiler “leş” diye çiğner seni sonra; Ba’sin de kalır tâ gelecek nefha-i Sûr’a! Çiğner ya, tabî’î, ne düşünsün de bıraksın? Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın! Dünyâ koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmayacak kimse bu meydâna atılmaz. Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da; Mâzîyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda. Ahlâfa döner, korkarım, eslâfa hücûmu: Mâzîsi yıkık milletin âtîsi olur mu? Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabâha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha! İstanbul, 13 Teşrînisânî 1335 (13 Kasım 1919) [08.09.2023 18:33] Annem: 8 RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II ikinci kez bu ayeti getirdi. Allah Resûlü o andan itibaren hep koştu, hep tebliğ ve davet etti, hep emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker yaparak uyardı. 23 sene boyunca buna devam etti ve vazifesini tamamlayıp Rabbine kavuştu. Sonra bu va- zifeyi bize emanet etti. Şimdi biz emaneti yerine getirmek için okuyoruz, yazıyoruz, öğreniyoruz ve öğretiyoruz. Çünkü Resûl’ün varisleriyiz. Elinizdeki bu mütevazı kitap bu amaçla 2015 yılı Ramazan ayı boyunca Yeni Şafak Gazetesi’nde kaleme aldığımız gün- lük makalelerden oluşmaktadır. Yazıların tamamı güncelliği- ni muhafaza eden ve her okunduğunda istifade edilebilecek özelliğe sahiptir. Faydalı olması temennisiyle gayret bizden, tevfik Allah’tandır. Prof. Dr. Ali ERBAŞ NİSAN 2019, ANKARA RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 8 27.04.2019 00:11:18 [08.09.2023 18:33] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 8 0 ∙∙∙ iletmekle görevli peygamberlerin varlığını sistematik bir şekilde anlatabilmek amacıyla bazı tasniflerde bulun- muşlardır. Ehl-i sünnet’in iki kelâm mezhebinden birisi olan Eş’arîler Allah’ın sübûtî sıfatlarını yedi olarak tespit ederken, Mâtürîdiyye âlimleri, aslında fiilî sıfatları tek kelime ile içeren “tekvin” sıfatını da bu listeye ekleyerek sayıyı sekize çıkarmışlardır. Hayat, ilim, sem‘, basar, kud- ret, irade, kelâm ve tekvinden ibaret olan bu sıfatların her biri kısaca tanıtılacaktır. Sübûtî sıfatlar konusunda işaret edilmesi gereken bir hu- sus da şudur: Allah’a nispet edilen bu sıfatlar isimlen- dirme açısından diğer varlıklardaki sıfatlara benzese de mahiyet ve kapsam itibariyle onlarınkinden tamamen farklıdır. Meselâ insanda da hayat, ilim, kudret ve ira- de gibi özellikler vardır, ancak bunlar Allah’ın zatına ait aynı isimdeki sıfatlara hiçbir yönden benzemez. Burada- ki isimlendirmede meydana gelen benzerliğin sebebi de şudur: İnsanların anlayıp kavrama yetenekleri sınırlıdır. Onların duyu ötesinde kalan gerçekleri anlayabilmeleri için kendilerine, yaşadıkları sınırlı âlemin idrak unsurları çerçevesinde hitap etmek gerekir. Bu durum Allah’ın sı- fatlarıyla insanların özelliklerinin birbirine benzer veya denk olduğunu göstermez.42 Ayrıca Allah’ın bilinip ken- disine iman edilmesi duyu organlarımızla kavrayabildi- ğimiz bu âlem sayesinde gerçekleşir, dolayısıyla O’nun kendisinde var olduğunu bildirdiği sıfatlar da dünyada kullandığımız dildeki kelimeler ve onların ifade ettiği anlamlarla bilinir.43 Bunun yanında Kur’ân-ı Kerim’de, isimlendirme konusundaki bu benzerliğin Allah ile yara- tılmış varlıkların birbirine benzer veya denk olduğu gibi 42 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 38. 43 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 119; ayrıca bk. Halife Kes- kin, İslâm Düşüncesinde Allah-Âlem İlişkisi, s. 194-197. ALLAHA İMAN.indd 80 12.03.2015 09:08:59 [08.09.2023 18:33] Annem: Ravi: Utbe İbnu Gazvan (ra) Gerçekten ben kendimi, Resulullah (sav) ile birlikte olan yedi kişiden yedincisi olarak görmüşümdür. Huble yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Öyle ki avurtlarımız yara oldu. Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Müslim, Zühd 15, (2967) Hadisin Açıklaması: null [08.09.2023 18:34] Annem: 5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı 871- Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbn Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: «İbn Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinlik yapardı.» 872- Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman’dan, onlar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mânın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hazret-i Bilâl ile birlikte İbn Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler» İbn Ebî Şeybe ile İbn Münzir'in rivâyetlerine göre Abdullah İbn Mes'ûd, İbn Zübeyr (radıyallahü anhüma) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe’nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki Ebû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî İmâmları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Muhit», «Ez-Zâhire» ve «El-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın İmâm olması bile evlâdır. «El-Burhan» nâm eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın İmâm olması evlâdır; Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbn Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi» denilmektedir. [08.09.2023 18:34] Annem: Resulullah (sav) muhabere ve muhakale'yi yasakladı. Ata der ki: Cabir bize şu açıklamayı yaptı: Muhabere: Boş araziyi, sahibi bir başkasına verir. Alan adam bütün masrafları karşılayarak tarlayı eker. Tarla sahibi mahsulden hisse alır, Müzabene'ye gelince, bunun "daha ağaçta iken yaş hurmayı, kuru hurma ile ölçekle satmak" olduğunu söyledi. Muhakale ise, ekinden cari bir alış-veriş, müzabene'ye benzer, ekinin ölçekle buğday mukabili satılmasıdır. Kaynak: Buhari, Şürb 17; Müslim, Büyu 53, (1536); Tirmizi, Büyu 55, (1290), 72, (1313); Ebu Davud, Büyu 24, (3374-3375); Nesai, Büyu 39, (7, 270) Rivayet: Cabir [08.09.2023 18:34] Annem: İNANMAYANLARA SELAM VERİP ALMAK 866: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selam vermeyin. Yolda onlardan biriyle karşılaştığınızda, onları yolun kenarından yürümeye zorlayınız.” (Müslim, Selam 13) 867: Enes (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Kitab ehli olanlar size selam verdiklerinde onlara “ve aleyküm” deyiniz.” 868: Üsame (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Müslümanlar, müşrikler (puta tapanlar) ve yahudilerden oluşan bir topluluğun yanından geçerken onlara selam verdi.” (Buhari, İstizan 20, Müslim Cihad 116) [08.09.2023 18:34] Annem: Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere benzerini hiç duymadığım bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: “Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” Bunun üzerine Resûlullah’ın ashâbı yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladılar. Buhârî, Tefsîru sûre (5), 12; Müslim, Fezâil 134 Müslim’in rivayeti şöyledir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbının durumuyla ilgili bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı: “Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurdu. Resûlullah’ın ashâbına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar. Müslim, Fezâil 134 [08.09.2023 18:35] Annem: “De ki: Rabbim rızkı dilediğine bol verir, dilediğine kısar; fakat insanların çoğu (bunun hikmetini) bilmezler.” Sebe’, 34/36 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [08.09.2023 18:35] Annem: Resulullah (sav)'in: "Ot satmak maksadıyla suyun fazlası satılmaz" dediğini rivayet etmiştir. Buhari, Şürb 2, Hiyel 5; Müslim, Musakat 38, (1566); İbnu Mace, Ruhun 19, (2478) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [08.09.2023 18:35] Annem: Zinnîre (r.anha) 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Hz. Zinnîre bir köleydi. Peygamberimizin insanları İslamiyet’e davet ettiğini duydu. Resûlullah’a iman eden birkaç kişinin işkenceler altında inim inim inletildiğine şahit olmuştu. Bütün bu baskı ve işkencelere rağmen, iman nuru gönlün aydınlatmaya başladı. Karşılaşacağı zorlukları peşinen kabul ederek Müslüman oldu. Böylece maddeten köle olmakla beraber, manen esaretten kurtuluyordu. Zinnîre’nin (r.anha) efendisi katı yürekli bir İslam düşmanıydı. Onun Müslüman olduğunu duyar duymaz küplere bindi. Ne yapıp etmeli, onu dininden vazgeçirmeliydi. Hemen harekete geçti. Onu akla hayale gelmedik işkencelere maruz bıraktı. Bununla Zinnîre’yi (r.anha) putlara geri çevireceğini zannediyordu. Fakat bütün işkencelere rağmen Zinnîre imanında sebat ediyordu. İnsan bir defa hakikati elde etmeye görsündü, ele geçirdikten sonra bir daha ondan vazgeçer miydi? Hz. Zinnîre’nin bu sebatı, efendisini deli ediyordu. Kendisi başa çıkamayınca, Müslümanlara sıkıntı vermekten, eziyet etmekten zevk alan Ebû Cehil’e de haber gönderdi. Bu, Ebû Cehil için iyi bir eğlenceydi. Hemen yetişti. Hz. Zinnîre’yi dininden döndürmek için bütün maharetini ortaya koydu. Böylece ondaki iman nurunu söndüreceğini zannediyordu. Fakat Hz. Zinnîre akıl almaz bir şekilde sebat ediyordu. Bu durum onu görünce daha da kızdırıyor, işkencenin şiddetini biraz daha artırıyordu. Hz. Zinnîre, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanının kuvvetine göre hadisatın tazyikatından kurtulabilir.” hükmüne güzel bir misal olurken, Ebû Cehil ve diğer müşrikler de kimsesiz, zavallı bir kadına yaptıkları dayanılmaz işkenceyle, “Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.” hükmüne dâhil oluyorlardı. Köle bir kadına işkence etmek, hakarette bulunmak, âcizlikten ve canavarlıktan başka neyle izah edilebilirdi? İşkenceler karşısında Hz. Zinnîre (r.anha) zayıf düşmüş, hattâ gözlerini kaybetmişti. Bu durum kalbini küfür karanlığı kaplayan Ebû Cehil’i ümitlendirdi. “Gördün mü? Onlara tapınmayı bıraktığın için tanrımız Lât ve Uzza senin gözünü kör etti. Müslümanlık’tan vazgeç de, onlar gözlerini tekrar açsınlar.” hezeyanında bulundu. Fakat Hz. Zinnîre’nin kalbi imanla doluydu. Fayda ve zarar vermekten âciz taş ve ağaç parçalarının böyle bir şey yapabileceğine kesinlikle inanmıyordu. Bunun kendisi için bir imtihan vesilesi olduğunu anladı. İmanında sebat etti. Bütün ihlas ve samimiyetiyle Ebû Cehil’e şöyle seslendi: “Hayır, vallahi hayır! Sizin tanrı diye ibadet ettiğiniz taş ve odun parçasından başka bir şey olmayan Lât ve Uzza, ne fayda ne de zarar verebilir. Onlar, kendilerine tapanları bilmedikleri gibi, tapınmayanlardan da habersizdirler. Bu ancak Rabb’imin işidir. Benim Rabb’im gözümü bana tekrar çevirme kudretine sahiptir.” Ebû Cehil hiç beklemediği bu cevap karşısında şaşırıp kaldı. Şaşkınlığı geçer geçmez de Hz. Zinnîre’ye vurmaya başladı. Bir müddet sonra, yorulduğu için bırakmak mecburiyetinde kaldı. Evet, Hz. Zinnîre, “Benim Rabb’im gözümü açma kudretine sahiptir.” diyordu. Bütün kâinatı, insanı, güneşi, ayı, yıldızları, hayvanları, bitkileri yoktan yaratan, onları idare eden ve hayatiyetini devam ettiren Rabb’imize, Hz. Zinnîre’nin gözlerini iade etmek ağır gelir miydi? Elbette O’nun, her şeye gücü yeterdi. Yaratan hiç Kâdir olmaz mıydı? Nitekim günün ilk ışıklarıyla birlikte Zinnîre’nin gözlerini yeniden eski hâline kavuşturdu. Sabahleyin, kaldıkları yerden işkenceye devam etmek için gelen müşrikler, onun gözlerinin açılmış olduğunu görünce şaşakaldılar. Putlarına olan itikatları zayıfladı. Bazıları neredeyse Müslüman olacaktı. Fakat Ebû Cehil hemen araya girdi. [08.09.2023 18:36] Annem: YUSUF HEMEDANÎ HAZRETLERI Yusuf Hemedanî Hazretleri Nakşbendiye geleneğinin önemli isimlerinden birisidir. Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkim olduğu coğrafyada ve Sultan Alpaslan, Sultan Melikşah ve Sultan Sencer’in devirlerini kapsayan bir zaman diliminde yaşamıştır. Hemedanî’nin yaşadığı dönem İslâm dünyasında sünnî ve Şiî mücadelesinin ve ayrılığının yoğun bir şekilde sürdüğü bir devirdir.Yusuf Hemedanî, orta boylu, buğday benizli, kumral sakallı, zayıf bir zat idi. Eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden bir şey istemezdi. Herkese karşı çok iltifat eder, yumuşak ve merhametli davranırdı. Yolda yürürken bile Kur’an-ı Kerim okumakla meşguldü.Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri, mürşidi olan Yûsuf Hemedânî Hazretlerinin güzel ahlâkını şöyle anlatır:“Bu azîz Şeyh, Resûlullah Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sinden zerre kadar ayrılmamıştır. Sahâbe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve selef-i sâlihîn’e tâbî olarak yaşamıştır. Dâimâ şu mübârek sözü söylerdi:«–Hak yol, Allah Resûlü Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. Çünkü Âlemlerin Efendisi şöyle buyurmuşlardır: “Ey Ebû Hüreyre! İnsanlara benim yolumu (Sünnet’imi) öğret ve sen de amel et ki kıyâmet gününde ışık verecek bir nûra kavuşasın!”»Resûlullah Efendimiz’in işareti bu olduğu için, yolu pâk olan bu büyük Şeyh de, dostlarını ve kendisine tâbî olanları Kitap ve Sünnet’in muhtevâsında yaşamaya dâvet ediyordu. Nefsânî arzulara uymaktan, bid’atten, şerîate muhâlefetten, bâtıl ve fitne ehli insanların yolundan ve mukallidlerin taklîdinden sakındırıyor, îkâz ediyordu. Bir defasında şöyle buyurdu:«–Ey Abdülhâlık! Bilesin ki sülûk, yani Hak yolundaki yolculuk, iki kısımdır:Birincisi sülûk-i zâhirdir ki, dâimâ ilâhî emir ve yasaklara riâyet etmek, dînî ölçüleri muhâfaza etmek ve nefsin arzularından kaçınmaktır.İkincisi de sülûk-i bâtındır ki, kalbi temizlemeye çalışmak ve nefsânî sıfatları yok etmek için gayret sarf etmektir. Bâtın temizliği dedikleri işte budur. Kalp zikrinde sınırsız bir gayret ve azim gerekir ki, kalp Hak Teâlâ’yı zikreder hâle gelsin!» Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [08.09.2023 18:36] Annem: ❝Dinimizde yasaklanmış bir işle uğraşmayı bırakıp helâl bir işle meşgul olmak gerekir.❞ ▪ Muhammed Nur Bedeûnî (ks) [08.09.2023 18:36] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Abdullah İbnu'z-Zübeyr Radıyallahu Anhüma'nın anlattığına göre, "Kendilerinin Müslümanlığı kabul etmeleri ile, Allah'ın onları azarladığına dair (şu) ayetin inmesi arasında dört yıldan fazla zaman olmamıştır: "Onlar, daha önce kendilerine kitap verilen ve zaman geçtikçe kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdi" (Hadid ). Kaynak : İbnu Mace Sünen (4192) - Hds :(7280) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [08.09.2023 18:37] Annem: [Hadis No : 3621] Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular: "Abdesti olmayanın namazı yoktur. Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti de abdest değildir." Ebu Dâvud, Tahâret 48, (101). İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [08.09.2023 18:37] Annem: “Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66) [08.09.2023 18:37] Annem: Bir Ayet O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka. (Şu'arâ, 26/88-89) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [08.09.2023 18:37] Annem: Bir Hadis Mü'min ülfet eden (insanlarla iyi geçinen) kişidir. İnsanlarla iyi geçinmeyen ve kendisi ile geçinilmeyen kişide hayır yoktur. (Ahmed b. Hanbel, II, 4, 5, 335) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [08.09.2023 18:37] Annem: Bir Dua “…Allahım! Nefsime takvasını (günahlardan sakınma duygusu) ver ve onu (her türlü günahtan) temizle, Sen temizleyenlerin en hayırlısısın. Onun koruyucusu ve efendisi de sensin...” (Müslim, Dua, 73) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [08.09.2023 18:38] Annem: Ma’rûr anlatıyor: Ebû Zer ile Rebeze’de karşılaştım. Kendisinin de kölesinin de üzerinde aynı kıyafet vardı. Bunun sebebini ona sordum. Dedi ki, “Bir adamla karşılıklı birbirimize sövdük. Ve annesi(nin zenci olması) sebebiyle onu aşağıladım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) bana şöyle buyurdu: ‘Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi aşağıladın? Demek ki sen kendisinde hâlâ câhiliye izleri olan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin eli altında böyle bir kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güç yetiremeyecekleri işler yüklemeyin. Eğer yüklerseniz onlara yardım edin.’” (B30 Buhârî, Îmân, 22) [08.09.2023 18:42] Annem: 59- KİTÂBU BEDTL-HALK.. 1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Hakkında Gelen Şeyler (Tefsirler) Babı: 2- Yedi Kat Yer Hakkında Gelen Şeyler Babı 3- Bab: Yıldızlar Hakkında (Gelen Şeyler) 4- Güneşin Ve Ay'ın Bir Hesâb İle (Er-Rahmân: 5) Sıfatlanışları(Nın Tefsiri) Babı 5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Hakkında Gelen Şeyler Babı 6- Allah'ın Salavâtı Üzerlerine Olsun, Meleklerin Zikri Babı 8- Cennetin Sıfatı Ve Yaratılmış (Yânî Şimdi Mevcûd) Olduğu Hakkında Gelen Şeyler Babı 9- Cennet Kapılarının Sıfatı Babı 10- Cehennemin Sıfatı Ve Yaratılmış Olduğu Babı 11- İblîs'în Sıfatı Ve Askerlerinin Beyânı Babı 12- Cinnlerin Varlığının, Sevâb Ve İkaabları Olduğunun Zikri Babı 13- Aziz Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 15- Bâb: "Müslümânın Hayırlı Malı Koyundur; Müslüman Kişi, Koyunu Dağ Başlarına Götürür" Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 59- KİTÂBU BEDTL-HALK (Allah'ın Mahlûkları İlk Yaratışı Kitabı) [1] 1- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Hakkında Gelen Şeyler (Tefsirler) Babı: a. "O, ilkin mahlûku yaratıp sonra onu (öldürdükten ve tekrar dirilttikten sonra) iade edecek olandır'ki, bu, O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O'nun. O, yegâne gâlib, yegâne hüküm ve hikmet Sâhİbİdİr" (er-Rûm: 27). er-Rabî' ibnu Huseym ile el-Hasen: Hepsi Allah'a kolaydır, demişlerdir. "Heynun" ve "Heyyinun"; "Leyn-Leyyin", "Meyt-Meyyit", "Dayk-Dayyık" kelimeleri gibi şeddeli ve şeddesîzdir [2]. b. "Ya biz ilk yaratışta acz mi gösterdik (ki diriltmekten âciz olalım)? Hayır, onlar bu yeni yaratıştan şübhe içindedirler" {Kaaf: ıs>. c. "... O sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz henüz analarınızın karınlarında döller hâlinde olduğunuz sırada sizi (ne olduğunuzu) çok iyi bilendir. Bunun için kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O (fenalıktan) sakınan kimdir çok iyi bilendir" (en-Necm: 32). d. "And olsun ki, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk dokunmamıştır" (Kaaf: 38). e. "Hâlbuki O, sizi hakikat türlü türlü tavırlarla (hâllerle) yaratmıştır [3]. Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenkli olarak nasıl yaratmış? Onlarda Ay'ı bir nur yapmış, Güneş'i de bir kandil (olarak) asmıştır. Allah sizi Yer'den ot gibi bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla (tekrar) çıkaracak. Allah YerH sizin için bir döşek yapmıştır, onun geniş yollarında gezip dolaşınız diye" (Nûh: 14-20). Lugûb: Yorgunluk; Etvâran; Tavır tavır, yânî şu tavırda, şu tavırda; Ada tavkahû: Mikdânnı geçti, demektir [4] 1-.......îmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber'e Temim oğullan'ndan bir cemâat geldi. Peygamber (S) onlara: — "Ey Temîm oğulları! Müjdelenin, sevinin!" buyurdu. Onlar: — Sen bizi müjdeledin. Bize (Beytu'l-Mâl'den dünyalık) atıyye de ver! dediler. Onların bu hâline üzüldüğünden dolayı Peygamber'in yüzü değişti. Bu sırada Peygamber'in yanına Yemen ehli olan Eş'arî'ler geldi. Peygamber onlara da: — "Ey Yemenliler! Temîm oğullarının kabul etmek istemedikleri o hayır ve saadet müjdesini sizler kabul ediniz!" buyurdu. Yemenli Eş'arîler de: — Kabul ettik (esasen huzuruna biz bunun için geldik), dediler. Bunun üzerine Peygamber (S) mahlûkların ve Arş'ın yaratılış başlangıcını tahdîs edip anlatmaya başladı. Tam bu sırada bir kişi geldi de: — Yâ îmrân! Binek deven bağından sıyrılıp kaçtı, dedi. (Ben de deveme bakmak için kalktım.) Keşke (Peygamber'in meclisinden) kalkmasaydim (da O'nun sözlerini işitseydim, demiştir) [5]. 2-.......Bize Cami' ibnu Şeddâd, Safvân ibn Muhriz'den tahdîs etti. O da İmrân ibn Husayn(R)'ın şöyle dediğini tahdîs etmiştir: Ben işi devemi kapıya bağladım da Peygamber'in huzuruna girdim. Bu rada Peygamb [08.09.2023 18:42] Annem: 18- "Îmân Ancak Ameldir" Diyen Kimse Babı Yüce Allah'ın: "İşte bu, sizin yapa geldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde mîrasçı kılındığınız Cennettir" (Zuhrûf: 43/72; küçük fark ile A'râf: 7/43) Ve ilim ehlinden bir cemâat, Yüce Allah'ın şu: "İşte Rabb'ına and olsun ki onlara, topuna yapmakta oldukları şeylerden elbette soracağız" (Hıcr: 13/92-93) kavli hakkında (sorulacak şey) "La ilahe illa'llâh”tır dediler. Ve bir de "Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murâd için) çalışmalıdır" (Sâffât: 37/61) buyurduğu için (îmân kalbin, lisanın ve a'zâların amelidir). 26 Bize İbn Şihâb, Saîd ibn Museyyeb (93 ? 95)'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti (şöyle demiştir): Rasûlüllah'a: - Amelin hangisi efdaldir? diye soruldu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): - Allah'a ve Rasûl'üne îmân etmektir, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? diye soruldu. - Allah yolunda cihâddır, buyurdu. - Ondan sonra hangisi? denildi. - Makbul olmuş haccdır, cevâbını verdi [08.09.2023 18:42] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا - ابو هريره (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - مؤمنلرك ايمان باقيمندن اك كامل اولانى اخلاق باقيمندن اك كوزل اولانيدر - Ebû Hureyre (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır - Mü’minlerin iman bakımından en kâmil olanı, ahlak bakımından en güzel olanıdır. - Sünen-i Ebî Dâvud, Kitâbü’t-Tıbb, h. 4682 [08.09.2023 18:42] Annem: Nazar (Göz değmesi) gerçektir. Eğer kaderin önüne geçecek bir şey olsaydı nazar onun önüne geçerdi… (Müslim, Selâm, 42) [08.09.2023 18:42] Annem: Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tespih edin. O, sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah müminlere çok merhamet edendir. (Ahzâb, 33/41-43) [08.09.2023 18:42] Annem: 7/A'râf 199 - Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. [08.09.2023 18:42] Annem: Günün Ayeti “Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.” İsra 24 [08.09.2023 18:42] Annem: Tarihte Bugün • Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa Sultanahmet’in İnşasına Başladı 1609 • Dünya Okuma Yazma Günü Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [08.09.2023 18:42] Annem: Günün Hadisi “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” Buhârî, Edeb 28 [08.09.2023 18:42] Annem: Mimarbaşı SEDEFKÂR MEHMED AĞA Sultan Ahmet Camii’nin mimarı olan Sedefkâr Mehmed Ağa, Mimar Sinan’ın yetiştirdiği önemli mimarlardan biridir. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında Rumeli’den devşirme olarak getirilmiş, 1606 tarihinde mimarbaşılık görevine tayin edilmiştir. Arkadaşı Câfer Çelebi’nin Risâle-i Mi‘mâriyye’de yazdığına göre Mehmed Ağa yumuşak huylu, alçak gönüllü, sağlam karakterli, dinine bağlı ve akıllı bir kişidir. Üstünlüklerini gizler, bunlarla övünmez, iyi kalpli ve cömert olup misafirlerini ağırlar, onlara hediyeler verirdi. Sadaka dağıtmayı çok sever, helâlinden sadaka vermek için sedef işleri yapar ve bunları sattırarak fakirlere dağıtırdı. Ayrıca devrin bilginleri, şeyhleri, sultanları ve vezirleriyle sohbet etmeyi severdi. Mehmed Ağa’nın döneminde pek çok eser inşa edilmiştir. Sultan Ahmet Külliyesi, Kâbe’nin tamiratı, Üsküdar ve Samsun/Ladik’te Sultan I. Ahmed camileri onun eserlerinden birkaçıdır. Ayrıca İstanbul Zindankapı dışında kendi adına bir çeşme, Arnavutluk/İlbasan’da kendi adına cami, hamam ve çeşmeler de onun eseridir. Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
