[09.09.2023 19:02] Annem: Bir Ayet: Eğer şeytandan sana bir fitleme gelirse hemen Allah'a sığın! Allah işitendir, bilendir. (Fussilet, 41/36) Bir Hadis: Oruçlunun iki sevinci vardır; iftar ettiğinde sevinir, bir de orucunun sevabıyla rabbine kavuştuğunda sevinir. (Buhârî, "Savm", 9; Müslim, "Sıyâm", 164) Bir Dua: Allah'ım! Günahımı bağışlamanı diliyorum. Rahmetinle Senden dilerim. (Hâkim, Müstedrek, 1, 724) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [09.09.2023 19:02] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için (onları diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir. (İbrâhîm, 14/51) Cuma namazına gitmek, büluğa ermiş olan herkese farzdır. (Nesâî, Cum’a, 2) Diyanet Takvimi Arka Yüz: CUMA NAMAZI ADABI Cumanın bereketinden istifade etmeyi murad eden her mümin, Peygamberimizin sünnetine uyarak cuma namazına hazırlanır. Güzelce abdestini alır, bedenini temizler. Kıyafetinin hem temiz hem de namazın şartlarından olan setr-i avrete uygun olmasına özen gösterir. Nahoş kokan yiyecekler yiyip camiye gelmenin sünnete aykırı olduğunu bilir. Güzel kokular sürünür. İbadetin ruhuna, cemaatin huşûuna uygun davranır. Safların sık ve düzgün olmasına riayet eder. Cuma namazına hürmet göstererek gürültü yapmaktan ve yanı başında huzura duranları rahatsız etmekten kaçınır. Bu mübarek günde, dikkat etmemiz gereken diğer bir husus ise cuma hutbesidir. Hutbe, minberden ümmete sesleniştir. Müminlere nasihat, hatırlatma ve uyarıdır. İmana, irfana, ahlaka davet; hakikate çağrıdır. Hutbe aynı zamanda cuma namazının bir şartıdır. Tıpkı namaz gibi hutbe de bir ibadettir. Hutbe okunurken huşû içinde, sessizce ve can kulağıyla hatibi dinlemek dini bir gerekliliktir. Hutbe esnasında yanındakiyle konuşmak ya da cep telefonuyla uğraşmak, hutbenin özünden uzaklaşmaya, sevabından mahrum kalmaya sebep olur. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [09.09.2023 19:02] Annem: Adam şöyle dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin." - Kehf - 67. Ayet [09.09.2023 19:02] Annem: İki serinlik namazını, sabah ve ikindiyi kılan kimse cennete girer. - Buhârî [09.09.2023 19:03] Annem: “Allah’ım! Sevgini, seni seven kimsenin sevgisini ve sevgine ulaştıracak ameli istiyorum. Allah’ım! Sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.” - Tirmizi, Deavât, 74 [09.09.2023 19:03] Annem: Allah Teala, kullarına karşı son derece şefkatli (Bakara, 2/207), merhametli, merhamet edenlerin de en merhametlisidir (Yûsuf, 12/64). O’nun merhameti gazabını geçmiştir (Tirmizî, Deavât, 99). O, yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırmayıp akıllarını başlarına almaları için onlara mühlet verendir. Eğer yaptıkları hata, kusur ve isyanlardan dolayı onları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı (Fâtır, 35/45). Kullarına olan şefkat ve merhameti nedeniyle O, kulun işlediği kötülükleri, günahları, ayıpları ve kusurları örter, onları gizler (Nesâî, Gusül, 7). Allah’ın merhameti o kadar geniş, o kadar kuşatıcıdır ki, Sevgili Peygamberimiz bu durumu şu sözleriyle açıklamıştır: “Allah, rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi katında tutmuş, yeryüzüne sadece bir parçasını indirmiştir. İşte bütün mahlûkat bu bir parça merhametle birbirlerine acırlar. Bir hayvan bile (bu bir parçacık rahmetin eseri olarak yavrusunu emzirirken) üzerine basarım endişesiyle ayağını kaldırır.” (Müslim, Tevbe, 17) - YÜCE ALLAH’IN KULLARINA MERHAMETİ [09.09.2023 19:03] Annem: Sıhhatinin Şartları 20- Hac görevinin sahih olarak yerine getirelebilmesi için şöylece dört şart vardır: 1) İslâm olmak. Bu haccın farziyetinin şartı olduğu gibi, sıhhatinin da şartlıdır. Bir gayri müslim haccettikten sonra müslüman olsa dahi, önceden yapımış olduğu bu haccı sahih olmaz. 2) Özel yerlerde bulunup görev yapmış olmak. Bu yerlerden maksad, Arafat ile Kabe'dir. Onun için Arafat'da vakfe yapmadıkça (beklemedikçe) ve Kabe'yi tavaf etmedikçe hac sahih olmaz. 3) Belli bir vakit olmak. Bundan maksad, Arafat'daki vakfe zamanıdır ki, Arefe gününün zeval vaktinden Kurban Bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise, daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vacib olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, Kurban Bayramının ilk üç günüdür. Bununla beraber İfrad haccının, Temettü haccının, kıran haccının hac görevlerini (menasikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da Şevval ve Zilkade ayları ile [09.09.2023 19:04] Annem: lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete inanmaktır. İkinci bir tafsîl (açıklama) ile Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, öldükten sonra dirilmeye, sevap ve cezaya inanmaktır. Üçüncü bir tafsîl de Kitap (Kur'ân) ve Sünnet ile Muhammed (s.a.v.)'in bildirdiği kesin bir şekilde sabit olan haberlerin ve hükümlerin tümüne ve her birine Allah'ın ve Allah'ın peygamberinin istediği şekilde inanmaktır ki, burada "Onlar gayba inanırlar; ve onlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana inanırlar; ve onlar ahirete kesin olarak inanırlar." ifadesi bütün bunları iki derecede açıklamıştır. Diğer açıklamalar da ilerde gelecektir. Ve bu derecelerden her biri, güç yetme derecesi ile birlikte bulunur. Bütün dini bilmek demek olan tafsîl, havass (saygın kişiler)ın özelliği olabileceğinden, halk ve çoğunluk için birinci farz, özet olarak inanmak ve en son da tafsîlin ikinci derecesine imandır. Ve işte Bakara Sûresi'nin başı bu iki değeri göstermiştir. Halbuki lügat anlamındaki imanın ilgi sahası bundan daha geniştir. O, gerçeği ve yanlışı, doğruyu ve eğriyi içine aldığı gibi, gereksiz sayılacak ayrıntıları da içine alır. Lügat bakımından iman denebilecek birçok tasdikler vardır ki, onlar din açısından tam küfürdürler. Mesela şirke inanmak; şeytanın sözüne, doğruluğuna inanmak; küfrün, zulmün hayır olduğuna inanmak; zinanın, fuhşun, hırsızlığın, haksız yere adam öldürmenin, Allah'ın kullarına saldırmanın doğruluğuna inanmak... lügat itibariyle birer iman, fakat İslâm dininde birer küfürdürler. Lügat anlamında imanın diğer bazı kısımları daha vardır ki, dinî açıdan küfür olmamakla beraber birer inanma görevi teşkil etmezler. Bir kısmı mübah, bir kısmı mendub, bir kısmı da kötülük ve günah olabilir ve bunların açıklaması fıkıh ilmine aittir. Özetle lügat anlamında imanın bir kısmı hak [09.09.2023 19:04] Annem: Ebu Dâvud, Tahâret 61, (159); Tirmizi, Tahâret 74, (99). Ebu Dâvud der ki: "İbnu Mehdi, bu hadisi rivâyet etmezdi. Çünkü Muğire (radıyallahu anh)'den bilinene göre Aleyhissalâtu vesselam mestlerine meshediyordu." Yine Ebu Dâvud der ki: "Bu hadis Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) tarafından da rivâyet edilmiştir: "Aleyhissalatu vesselam çorapları üzerine meshetti." Ancak bu rivâyet muttasıl ve kuvvetli değildir, (zayıftır). Ebu Dâvud der ki: "Çorap üzerine Ali İbnu Ebi Tâlib, İbnu Mes'üd, Bera İbnu Azib, Enes İbnu Mâlik, Ebu Ümame, Sehl İbnu Sa'd ve Amr İbnu Hureys (radıyallahu anhüm ecmain) ecmain de meshetmiştir. Bu tatbikat Ömer İbnu'I-Hattâb ve İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm)'dan da rivayet edilmiştir. 3676 - Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir kavmin kuyusuna gelmiş, abdest alırken gördüm. Abdestini aldı, ayakkabılarına ve ayaklarına meshetti." Ebu Dâvud, Tahâret 62, (160). 3677 - Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm mestin üst ve aşağı kısımlarını meshederdi." 3678 - Ebu Dâvud'un rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam mestlerinin sırtlarına meshederdi." Tirmizi'nin bir başka rivâyetinde de böyle denmiştir [09.09.2023 19:04] Annem: 29 YİRMİDOKUZUNCU MEKTÛB Bu mektûb, Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserîye yazılmışdır. Farzları kılmağa ve sünnetleri, edebleri gözetmeğe teşvîk etmekde ve farzların yanında nâfileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmamağı ve abdestde kullanılan suyu içmemeği ve mürîdlerin secde etmelerinin câiz olmadığını bildirmekdedir: Allahü teâlâ, bizi ve sizi te’assubdan, ya’nî başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygamberi hürmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” pişmân olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın! İnsanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduracak işler, farzlar ve nâfileler olmak üzere ikiye ayrılır. Farzların yanında nâfilelerin hiç kıymeti yokdur. Bir farzı vaktinde yapmak [vakti geçmiş ise, hemen kazâ etmek], bin sene nâfile ibâdet yapmakdan dahâ çok fâidelidir. Hangi nâfile olursa olsun, ne kadar hâlis niyyet edilirse edilsin, ister nemâz, oruc, zikr, fikr olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok fâidelidir.[1] Öğrendiğimize göre, Emîr-il-mü’minîn Ömer Fârûk “radıyallahü anh” hazretleri sabâh nemâzını cemâ’at ile kıldıkdan sonra, cemâ’ate bakdı, eshâbından birini bulamadı. (Filân kimse cemâ’atde yokdur) buyurdu. Orada bulunanlar, o kimse gecenin çok sâatlerinde uyumaz. [Nâfile ibâdet yapar.] Belki şimdi uykuya dalmışdır, dediler. Halîfe, (Eğer bütün gece uyuyup da sabâh nemâzını cemâ’at ile kılsaydı dahâ iyi olurdu) buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki: Bir edebi gözetmek ve tenzîhî olsa bile, bir mekrûhdan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murâkabeden ve teveccühden dahâ fâidelidir. Tahrîmî olan mekrûhdan sakınmanın fâidesini, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmek ile ve harâmlardan, mekrûhlardan sakınmak ile birlikde yapılırsa, elbette dahâ güzel, çok güzel olur. Fekat böyle olmazsa, pek zararlı olur. Meselâ zekât olarak bir dank [ya’nî bir dirhemin dörtde birini ki, bir gram gümüş demekdir] bir müslimân fakîre vermek, nâfile olarak dağlar kadar al-tun sadaka vermekden ve hayrât, hasenât ve yardımlar yapmakdan kat kat dahâ iyidir, kat kat dahâ çok sevâbdır. Bu bir dank zekâtı verirken, bir edebi gözetmek, meselâ, akrabâdan bir fakîre vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat dahâ fâidelidir. Bundan anlaşılıyor ki, yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmak ve böylece gece nemâzı sevâbını da kazanmayı düşünmek, çok yanlışdır. Çünki, hanefî mezhebindeki imâmlara göre “radıyallahü teâlâ anhüm” yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmak mekrûhdur. Sözlerinden de, (Kerâhet-i tahrîmiyye) olduğu anlaşılmakdadır. Çünki, yatsı nemâzını gece yarısına kadar kılmak mubâh demişlerdir. Gece yarısından sonra kılmak mekrûh olur buyurmuşlardır. Mubâhın karşılığı olan mekrûh ise, tahrîmen mekrûhdur. Şâfi’î mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak câiz değildir. Bunun içindir ki, gece nemâzı kılmış olmak için ve bu vaktde zevk ve cem’ıyyet elde etmek için, yatsıyı gece yarısından sonraya bırakmak çok çirkindir. Böyle düşünen bir kimsenin, yalnız vitr nemâzını gece yarısından sonraya bırakması yetişir. Vitr nemâzını gece yarısından sonra kılmak müstehabdır. Böylece, hem vitr nemâzı müstehab olan vaktinde kılınmış olur, hem de gece nemâzı kılmak ve se-her vaktinde uyanık bulunmak ni’metlerine kavuşulmuş olur. O hâlde bu işden vaz geçmek ve geçmiş nemâzları kazâ etmek lâzımdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Kûfî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, nemâz abdestinin edeblerinden bir edebi terk etdiği için kırk senelik nemâzı kazâ [09.09.2023 19:05] Annem: Ahlak Felsefesi Ana Sayfa İslam Ahlakı Ahlak Felsefesi İlgili İslam Ahlakı C) Ahlak Felsefesi “Hikmet sevgisi” manasına gelen felsefe tabiri, genel olarak “varlık ve olayların akıl ve düşünce yoluyla araştırılmasını gaye edinen disiplin”in adıdır. Özellikle Kindi’den (ö. 252/866) itibaren İslam düşüncesine giren ve en az beş yüzyıl boyunca Ebu Bekir Zekeriyya er-Razi, Farabi, İhvan-ı Safa, Ebü’l-Hasan el-Amiri, İbn Sina, İbn Rüşd, Şehabeddin es-Sühreverdi, Nasirüddin-i Tusi gibi şahsiyetler yetiştiren ve ürünler veren felsefenin önemli problemlerinden biri de ahlak olmuştur. Felsefenin umumiyetle insanın iki temel yeteneğini konu edindiği kabul edilir ki, bunlar da “bilmek” ve “yapmak”tır. Buna göre felsefe, bir yandan “Neyi bilebiliriz? Bilgilerimizin değeri nedir?” sorularının, bir yandan da “Neyi yapmalıyız? Eylemlerimizin değeri nedir ve ne olmalıdır?” sorularının cevabını araştıran bir disiplindir. İslam düşünürleri, felsefenin bu iki temel kolundan birine “hikmet-i nazariyye”, ikincisine de “hikmet-i ameliyye” demişlerdir. Şu halde felsefe hem alemin sırlarını çözmeye, varlığı olabildiğince bütünlüğü ve derinliği ile kavramaya, böylece insanın muhtaç bulunduğu ve aramakta olduğu gerçeği yakalamaya çalışır; hem de nasıl davranmak gerektiğini, insana yaraşır hayat tarzının hangisi olduğunu göstermek ister. Çünkü gerçekten üstün ve insani hayatın neden ibaret olduğunu bilmek de insanın en zaruri ihtiyacı ve bitmeyen arayışıdır. Böylece ahlak, felsefenin belli başlı araştırma sahaları arasında yer alır. İlgili İlk Gelişmeler ve Örnek Eserler 8 Eylül 2021 Benzer yazı Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti 8 Eylül 2021 Benzer yazı Ahlak İlmi 8 Eylül 2021 Benzer yazı in İslam Ahlakı Diğer Konular Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLAKI ve ŞAHSİYETİ Ahlakın Kaynağı Ahlakın Gayesi İnsanın Kendi Kişiliğine Karşı Görevleri Ailede Ahlaki Görevler Toplumsal Görev ve Sorumluluklar [09.09.2023 19:06] Annem: Aşure Yapmak Ana Sayfa A Aşure Yapmak Rüyada Aşure Almak Rüyada Aşure Kazanı Görmek Rüyada Aşure Dağıtmak Rüyada aşure yapmış olmak, eğer aşure ayında görüldüyse hayırlı bir iş veya bir talih olmak suretiyle tabir edilir. Sezonunda görülmeyen aşure ise, düşüncenizde olmayan bir yerden bir ceza yiyeceğinize ve bu cezadan sonra ödeyeceğiniz toplu miktar paraya işaret eder. Yapmış oltuğunuz aşureyi yediğinizi ve dağıtmış olduğunuzu görmüş olmanız, dostlarınıza ailenize ve çevrenizdeki şahıslara yararı dokunmuş olan bir insan olduğunuza delalet eder. Rüyada Aşure Almak Rüyada bir komşudan veya bir başkasından aşure almış olduğunuzu görmüş olmanız, hayatınızda değişik pozitif gelişmelerin olacağına işaret eder. Sevmiş olduğunuz insanlarda duymuş olacağınız güzel laflara, komşularla ikinizin arasında olan güclü dostluk bağına, nimete ve artan rızka delalet eder. Rüyada sevdiğinizden aşure almış olduğunuzu görmek hayırlı bir işe bahane olacaksınız manasına çıkmaktadır. Rüyada Aşure Kazanı Görmek Rüyada aşure kazanını gören şahsın rızkı ve evinin bolluku artacak anlamına gelir. Görmüş olunan aşure kazanı ne kadar büyükse bollukunda o kadar büyük olacağına, ufak aşure kazanı ise sahip olulacak bollukun daha biraz olduğuna delalet eder. Rüyayı gören kişinin aşure kazanını karıştırdığını görmüş olması, iş ve hane yaşamında rahata ve sakinliğe sahip çıkacağına işaret eder. Aşure kazanının hanende olduğunu ve aşureyi kendinin karıştırdığını gören rüyayı gören kişinin hanesinden ömrü boyunca maddi ve manevi rahatlık var olmaz. Rüyada Aşure Dağıtmak Rüyada aşure dağıttığını gören şahsın etrafında bulunmuş olan sevilmiş olan, sayılmış olan, bununla birlikte lafı geçen bir şahsa delalet eder. Ara sıra rüyada aşure dağıtmış olmak devlet kapısında halledilecek hayırlı bir işe, kimi zaman da menfaatı olan bir kişinin yakınınızda olduğuna işarettir. Aşure dağıtmış olmak umumi olmak suretiyle aile fertleriniz ve dostlarınız arasında sevilmiş olan bir şahıs olduğunuza, devamlı hayırlı işlerle uğraşarak bol dua aldığınıza yorumlanır. Aşure dağıtmış olan şahsın her istediğinin olması ve sağlıklı bir yaşaması manasına da gelmiş olmaktadır. Kimi rüya bilginleri ise, rüyada aşure dağıtmış olmayı şahsın kavuşamadığı kısmetine kavuşması olmak suretiyle yorumlamış olmaktadırlar. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [09.09.2023 19:06] Annem: Ayn Harfi Ana Sayfa A Ayn Harfi Kur’ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk’un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû’a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır. İlgili İZHÂR 9 Eylül 2021 Benzer yazı SECÂVEND 9 Eylül 2021 Benzer yazı MISKA 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [09.09.2023 19:07] Annem: Yüksek ve ciddî irşadlarınızla adım atmayı en büyük bir maksad bilen talebeleriniz, son zamanlarda şâyan-ı şükran bir vaziyete girdiler. Hulusi-i Sâni beş-on arkadaşıyla; Hâfız Ali, civarındaki yirmi-yirmibeş arkadaşıyla; mübarekler, otuz-otuzbeş refikleriyle ve bilhâssa Hacı Hâfız Köyünde Ahmedler ve Mehmedlerin çok hâlis gayretleriyle umumiyet itibariyle hem hiç mübalağasız bin kalemle, belki daha fazla; en geride kalan Isparta’da ise kahraman Rüşdü’nün ve risaleleri kendine tamamen yazan Mehmed Zühdü’nün ve Küçük Ali’nin ve Osman Nuri gibi faal talebelerin gayret ve himmetleriyle otuz ile kırk arasında, hattâ bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdü’nün Küçük Hâfız Ali gibi hem Risalet-ün Nur’u yazarak, hem kendi evinde yüz elli kadar çocuğu serbest olarak üç aydan beri okutmasıyla ve civarında diğer köylerde bulunan onbeş-yirmişer arkadaşlarıyla talebeleriniz, Kur’anî hizmetlerinde gayretli bir surette çalışmaktadırlar. Mübareklerin yazdıkları gibi, dört köyde dört ay zarfında elifba okumayan kırk-elli adam, Risalet-ün Nur’u mükemmel yazmağa muvaffak olmaları, hârika bir keramet-i Risalet-ün Nur olduğuna kanaatımız geldi [09.09.2023 19:07] Annem: Mes’ele Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır. İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor. Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder. Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin… Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder. Beşinci Mes’ele Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sâkin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır. Evet telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mes’ul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şâyan noktalar vardır: İşte çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte: قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا ❊ هذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ Yani: Dedi: “İhtiyar oldun.” Dedim: “Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır.” Hem de: وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ ❊ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi; dimağdan erimiş, sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür. Hem de: وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ ❊ فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi. Hem de: وَكَاَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ ❊ فَاقْتَصَّ مِنْه [09.09.2023 19:08] Annem: [Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’caziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağribden sonra kalbe ihtar edilen ve sure-i قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ın zahir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikata kısa bir işarettir.] بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ İşte yalnız mana-yı işarî cihetinde bu sure-i azîme-i hârika: “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. Bu mu’cize-i gaybiye, beş işaretle kısaca beyan edilecek. Şöyle ki: Bu surenin herbir âyetinin manaları çoktur. Yalnız mana-yı işarî ile beş cümlesinde dört defa “şerr” kelimesini tekrar etmek ve kuvvetli münasebet-i maneviye ile beraber dört tarzda bu asrın emsalsiz dört dehşetli ve fırtınalı maddî ve manevî şerlerine ve inkılablarına ve mübarezelerine aynı tarih ile parmak basmak ve manen “Bunlardan çekininiz” emretmek, elbette Kur’an’ın i’cazına yakışır bir irşad-ı gaybîdir. Meselâ: Başta قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ cümlesi, bin üçyüz elliiki veya dört (1352–1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrîyle tevafuk edip nev’-i beşerde en geniş hırs ve hasedle ve birinci harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan ikinci harb-i umumîye işaret eder. Ve ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) manen der: “Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.” Ve bir mana-yı remziyle, Kur’an’ın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirdlerine hususî bir iltifat ile onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir; manen “İstiaze ediniz” emreder gibi bir remz verir. Hem meselâ: مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ cümlesi -şedde sayılmaz- bin üçyüz altmış bir (1361) ederek, bu emsalsiz harbin merhametsiz ve zalimane tahribatına rumi ve hicri tarihiyle parmak bastığı gibi; aynı zamanda bütün kuvvetleriyle Kur’anın hizmetine çalışan Nur şakirdlerinin geniş bir imha plânından ve elîm ve dehşetli bir beladan ve Denizli hapsinden kurtulmalarına tevafukla, bir mana-yı remzî ile onlara da bakar. “Halk’ın şerrinden kendinizi koruyunuz” gizli bir îma ile der. Hem meselâ: اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ cümlesi -şeddeler sayılmaz- bin üçyüz yirmisekiz (1328); eğer şeddedeki (lâm) sayılsa, bin üçyüz ellisekiz (1358) adediyle bu umumî harbleri yapan ecnebi gaddarların, hırs ve hased ile bizdeki Hürriyet İnkılabı’nın Kur’an lehindeki neticelerini bozmak fikriyle tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci ve İkinci Harb-i Umumî’nin patlamasıyla maddî ve manevî şerlerini, siyasî diplomatların radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını vahşiyane mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine tevafuk ederek, اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ nin tam [09.09.2023 19:08] Annem: MES’ELE: Hikmet ve akıl ile halledilmeyen bir mes’ele-i mühimme. كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنٍ ❊ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ Sual: Kâinattaki mütemadiyen şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar, daima dönüp tazeleniyorlar? Elcevab: Şu hikmetin izahı bin sahife ister. Öyle ise izahını bırakıp gayet muhtasar bir icmalini iki sahifeye sığıştıracağız. İşte nasılki bir şahıs, bir vazife-i fıtriyeyi veyahut bir vazife-i içtimaiyeyi yapsa ve o vazife için hararetli bir surette çalışsa; elbette ona dikkat eden anlar ki, o vazifeyi ona gördüren iki şeydir: Birisi: Vazifeye terettüb eden maslahatlar, semereler, faidelerdir ki; ona “ille-i gaiye” denilir. İkincisi: Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki: Hararetle o vazifeyi yaptırıyor ki, ona “dâî ve muktezi” tabir edilir. Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır ki, onu yemeğe sevkeder. Sonra da yemeğin neticesi, vücudu beslemektir; hayatı idame etmektir. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى şu kâinattaki dehşetengiz ve hayretnüma hadsiz faaliyet, iki kısım esma-i İlahiyeye istinad ederek iki hikmet-i vâsia içindir ki, herbir hikmeti de nihayetsizdir: Birincisi: Cenab-ı Hakk’ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez enva’-ı tecelliyatı var. Mahlukatın tenevvüleri, o tecelliyatın tenevvüünden geliyor. O esma ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani, nakışlarını göstermek isterler. Yani nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı [09.09.2023 19:08] Annem: Buradan oraya gelen mektubları, mübareklerin heyeti bir risale şeklinde toplanmasını ve Hüsrev de cüz’î ve hususî bazı cümlelerini ve lüzumsuz bazı fıkralarını tayyetmeyi, Hâfız Ali ve Sabri’ye havale etmiş olduğunu yazıyorsunuz. O, Risalet-ün Nur hakkında kerametli ve dikkatli ve isabetli ve keskin Hüsrev’in nazarı doğrudur. Bâki bir eserde muvakkat ve cüz’î ve hususî kelimeler tayy edilse daha iyidir. Bu defaki mektubunuzda kerametkârane üç nokta gördük: Birincisi: Buranın bir Hüsrev’i olacak derecede ihlas ve irtibat ve iktidarı gösteren Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi isminde Risalet-ün Nur’un çalışkan bir talebesi askerden gelip, daha ikinci defa görüşüldüğü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini gördük, dedik: Bu Risale-i Nur’un şakirdleri, birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbirine pek yakındır ki, böyle birden hissedip yazdılar. İkincisi: Bu Küçük Hüsrev Feyzi, bu âhirlerde İstanbul’da iken Risale-i Nur hesabına zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. “Acaba rahatsızlığı var mı?” Birden zihnim yüzünü ondan çevirdi, Hâfız Ali ile şiddetli meşgul oldum. Anladım ki, teessür verecek var. Fakat Risale-i Nur’un faal merkezi olan Hâfız Ali cihetinde olacak. Hâfız Ali’ye şifa duasına başladım, devam ettim. Ve mektub gelmeden evvel Feyzi’den sordum: “Sen bir hastalık çektin mi?” O dedi: “Yok.” Dedim: “Öyle ise, Isparta’da Risale-i Nur’un ehemmiyetli ve kuvvetli bir rüknünün bir rahatsızlığı var. Fakat, hayalim hakikatın suretini şaşırmış.” Sonra mektubunuz geldi, hakikat anlaşıldı. Üçüncüsü: Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübarekeden sonra hatırıma geldi ki, vazifedarane kalemi her gün istimal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı icmalîsinde her yirmidört saatte yüz defa hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle has şakirdler dairesi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi. Birkaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebeb hissetmeden yine Hakkı, Hulusi’ye arkadaş oldu. İsmiyle, resmiyle has dairesine girdi. Hakkı’nın “Beni duadan unutmasın.” diye, mektubunuzdaki fıkranın yazıldığı aynı zamanda, hususî duayı kazanmış hesabıyla tahmin ettik. Hattâ bugünlerde bunun gibi inayetin çok lem’aları var. Emin, bunları [09.09.2023 19:09] Annem: Yirmidördüncü Söz' den) BEŞİNCİ DAL Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor. Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur. Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat’î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddi [09.09.2023 19:09] Annem: Bedîüzzaman der: Medresemin plânını yapıyorum. O der: Nerelisin? Bedîüzzaman: -Bitlisliyim. Rus polisi: Bu Tiflis’tir! Bedîüzzaman: Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir. Rus polisi: Ne demek? Bedîüzzaman: -Asya’da âlem-i İslâm’da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım. Rus polisi: Heyhat! Şaşarım senin ümidine. Bedîüzzaman: Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir [09.09.2023 19:10] Annem: ve Yirmi İkinci Ayetlerin Tefsiri İbadetin Hakikatı يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ❊ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Yani: “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz’ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur.” Mukaddeme Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir. Ve keza ibadet, dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve meade, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebebdir ve şahsî ve nev’î kemalâta vasıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır. İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler: Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, zînetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister. Şu meyillerin iktizası üzerine yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini, istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur ki; herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler. Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i akliye Sâni’ tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz’-i ihtiyarîsiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-ı insaniye çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır. Sonra o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci’, bir sahib lâzımdır. O merci’ ve o sahib de, ancak peygamberdir. Peygamber olan zâtın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi; Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de, bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu’cizelerdir. Sonra Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâni’in azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellisiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur. İkincisi: İbadet, fikirleri Sâni’-i Hakîm’e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni’-i Hakîm’e olan tevecc [09.09.2023 19:10] Annem: Emniyet Müdürlüğü’ne Ben sizin insaniyet ve vicdanınıza itimaden, mahrem işlerimi size beyan ediyorum. Hem vazife itibariyle siz, bizimle pek çok alâkadarsınız. Çünki Risale-i Nur’un asayiş noktasında yirmi seneden beri yüzbin şakirdinden hiçbir vukuat olmadığı gibi; pek çok zabıta memurlarının itiraflarıyla ve bir şey aleyhimizde kaydetmemeleriyle, bunu isbat eder. Buraya, Ankara emniyet-i umumiye müdürü geldiğini bir çocuktan işittim. Her halde benim halimi soracak diye bir şey kaleme aldım ki, rahatsızlığım münasebetiyle ona konuşmak yerinde takdim edeyim. Birden gittiğini işittim. Size leffen onu gönderiyorum; münasib görseniz, bera-yı malûmat ona gönderirsiniz. Ben dünya işlerini bilmiyorum, halklar ile görüşemiyorum. Senden başka burada kimsem yok ki re’yini alayım. Benim şahsıma ait mes’ele gerçi çok ehemmiyetsizdir, cüz’îdir; fakat Risale-i Nur’a ait mes’ele; bu vatan ve millette pek çok ehemmiyeti var. Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir. Said Nursî * * * Aziz, sıddık kardeşlerim! Aliköyü’nde Risale-i Nur şakirdlerinden Ali Efendi, münafıklar hakkında bir âyet-i kerimeyi soruyor. Şimdi zamanım izaha müsaid olmadığı için kısaca bir-iki cümle beyan ediyorum. “Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz.” mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şübhe ile, münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lâ ilahe illallah” der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatına dâhil olmamak lâzım gelir. Çünki münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve [09.09.2023 19:10] Annem: Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan Firavun gibi bir firavun olur… Remz Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıdları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan her bir şeyi lehte zanneder. Meselâ güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat senin elin ona yetişemez ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek şemsin sana karşı iki ciheti vardır: Biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle “O bana tesir edemez.” ve onun sana karib olduğu cihetle “Ona tesir edebilirim.” desen, cehlini ilân etmiş olursun. Kezalik Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâlıkındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Hâlıka bakıp, “Bana tesir edemez.” diye bir ahmaklıkta bulunursa dalalete düşer. Ve keza nefis mükâfatı [09.09.2023 19:11] Annem: için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelal’in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları, nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Evet güya insanlar gibi dünyalar dahi, birer misafirdir. Her mevsimde Zât-ı Zülcelal’in emriyle âlem dolar, boşanır. İkincisi: Meselâ: وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ ❊ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ ❊ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلاَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلاَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: “Bütün eşya, bütün ahvaliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor.” demek olan hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelal, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bahusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntazam mahlukatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desatir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde manevî bir surette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, manevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemal-i intizam ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil’in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz’un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san’at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san’atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakikat nerede? Ehl-i gafletin telakkileri nerede? Üçüncüsü: Meselâ, hamele-i arş ve yer ve göklerin melaike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadık’ın tasvir ettiği, meselâ kırkbinler başlı, herbir başta kırkbinler lisan ve her lisanda kırkbinler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetlerini ifade eden hakikata çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelal تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ ❊ وَ سَخَّرْنَا الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ مَعَهُ ❊ اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ gibi âyetlerle tasrih ediyor ki: Mevcudatın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münasib bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor. Evet bir bahr-i müsebbih olan şu semavatın kelimat-ı tesbihiyesi; güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfaz-ı tahmidiyesi; hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır. Demek herbir ağacın, herbir yıldızın cüz’î birer tesbihatı olduğu gibi; zeminin de ve zeminin herbir kıt’asının da ve herbir dağ ve derenin de ve berr ve bahrının da ve göklerin herbir feleğinin de ve her bir burcunun da birer tesbih-i küllîsi vardır. Şu binler başları olan zeminin her başında yüzbinler lisanlar bulunan ve her lisanda yüzbin tarzda tesbihat çiçeklerini, tahmidat meyvelerini, âlem-i misalde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervahta temsil edip ilân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır. Evet müteaddid eşya bir cemaat [09.09.2023 19:11] Annem: Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesad yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat’iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla, اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ düsturuyla: Onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir. İşte dalalette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hodfüruş [09.09.2023 19:12] Annem: sofrasında Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbaniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör. Hem Fettah ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olarak bütün hayvanatın, su katrelerinden açılan pek çok manidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar sîmalarına bak, fettahiyet ve musavviriyet-i İlahiyenin mu’cizatlı cemalini gör. İşte bu mezkûr misallere kıyasen esma-i hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; bir tek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet’i iman gözüyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî’nin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun. Eğer dalaletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın manen menfurları olursun. Beşinci Nokta: Nasılki yüzer hüner ve san’at ve kemal ve cemalleri bulunan bir zât; herbir hüner kendini teşhir etmek ve her bir güzel san’at kendini takdir ettirmek ve herbir kemal kendini izhar etmek ve herbir cemal kendini göstermek istemesi kaidesince o zât dahi bütün hünerlerini ve san’atlarını ve kemalâtını ve gizli güzelliklerini tarif edecek, teşhir edecek, gösterecek olan bir hârika sarayı yapmış. Her kim o mu’cizeli sarayı temaşa etse, birden ustasının ve sahibinin hünerlerine ve mehasinine ve kemalâtına intikal eder ve gözüyle görür gibi inanır, tasdik eder ve der ki: “Her cihetle güzel ve hünerli olmayan bir zât, böyle her cihetle güzel bir eserin masdarı, mûcidi ve taklidsiz muhterii olamaz. Belki onun manevî hüsünleri ve kemalleri bu saray ile tecessüm etmiş gibidir.” hükmeder. Aynen öyle de, bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük [09.09.2023 19:12] Annem: Benim kardeşlerim 9(Haşiye); Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir. Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle [09.09.2023 19:12] Annem: TARİH............ OSMANLIDA KADIN ESİRLER (2)
Bu parlak umutlarına hayal kırıklığı da uğramaz. Esir olması ve bir mal gibi satılması efendisi Türk’ün gözünde onu küçültmez. Bir vezir veya bir paşanın haremine yerleştirilir. Zamanla evin hanımı durumuna gelerek gözde bir kadının bütün önem ve îtibârına sâhip olabilir. Düzenli aralıklarla saray için satın alınanların ihtişamlı hayâtı ise göz kamaştırıcıdır. Aralarından herhangi biri, imparatorlukta söz sâhibi ve sultanların annesi olabilir.
Sultanın bir emriyle câriyelerin topluca denize atıldığı efsânesi o döneme dâir seyahatnâmelerde sıkça rastlanan asılsız bir bilgidir.
Esirin sıhhatli ve güçlü olduğunu tesbît edecek küçük bir muâyene kâfî gelir ve kız, kaba saba ve yarı çıplak kılığına çekidüzen vererek mutlu bir tebessümle hanımının arkasından seğirtir. Türklerin muâşeret âdâbı onu hemen münâsip bir kılığa sokar. Kara tenli çehresi kar beyaz başörtüsü ile asâlet kazanır. Kız da bu yeni durumundan gurur ve memnûniyet duyar.
Prof. Dr. Osman Kemal Kayra TÜRKİYE GAZETESİ 11.12.2021
(İstanbul Manzaraları, Rumeli ve Batı Anadolu’da Gezintilerle.
Çizimler: Thomas Allom, Metinler: Robert Walsh. Çeviren: Şeniz Türkömer.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ocak 2013)
GÜNÜN TARİHİ..............İZMİR’İN KURTULUŞU
Yunanistan, İngilizlerin teşviki ile 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal edip, Ankara’ya kadar yaklaştı. Bu tarihten sonra, yurdun her köşesinde teşkilâtlar kurularak, düşmana karşı mücadeleye başlandı. 3 yıl 3 ay 25 gün süren acılı günlerden sonra, 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz sonunda 9 Eylül 1922 sabahı, Fahrettin (Altay) Paşanın komutasındaki Türk süvarileri şehre girdikleri zaman İzmir’i ateşe verilmiş, yanar hâlde buldular. İzmirliler, yine de sevinçliydi. Çünkü düşman işgalinden kurtulmuşlardı. Yunanlıların bir kısmı ABD’nin gemileriyle Yunanistan’a dönerken, çoğu da Ege Denizi’nde boğuldu.
ZEKÂ BULMACASI.............BABA - OĞUL
İki baba ile iki oğul, lokantada yemek yiyip, 150 lira öderler. Her birine 50 lira düşer. Bu nasıl mümkün olabilir? (Cevabı yarın)
09.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [09.09.2023 19:12] Annem: • Lefkoşe’nin Fethi (1570) 'Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!' (A’râf, 7/10) Semerkand Takvimi [09.09.2023 19:13] Annem: Vasiyet Ertuğrul Gazi, Allah dostlarına ihtimam hususunda oğlu Osman Gazi’ye şu kıymetli vasiyette bulunmuştu: Bak oğul! Beni incit, Şeyh Edebâli’yi incitme! O bizim aşiretimizin maneviyat güneşidir. Terazisi dirhem şaşmaz! Bana karşı gel, ona karşı gelme! Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim; ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur, baksa da görmez olur! Sözümüz Edebâli için değil, senin içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say! Bu öğütler sadece Osman Gazi için değildi elbette, ondan sonra gelen bütün Osmanlı hükümdarlarına da yön verdi. Deryadan İnciler Kalbin ölmesi, nefsin şehvetlerinin peşine düşmesinden ileri gelmektedir. Kişi, şehvetlerini terkettiği ölçüde, kalbi manevi hayata kavuşur. Hakkı hak olarak ancak, kalbi diriler duyup anlayabilirler. Kalbi (manen) ölmüş kimse bir şey işitemez ve anlayamaz. Bu hale işaret olarak, Allah Teâlâ, Resûlüm! Sen ölü olan kalplere hakkı işittiremezsin (Rûm 30/52) buyurmuştur. İmam Muhammed b. Ali Bâkır [rahmetullahi aleyh] Semerkand Takvimi [09.09.2023 19:13] Annem: “Başa gelen bir sıkıntı sebebiyle hiç biriniz ölmeyi istemesin. Eğer ölümü istemek zorunda kalırsa şöyle desin: Allah’ım yaşamak benim için hayırlı ise bana hayat ver, ölmek benim için hayırlı olduğu zaman canımı al.” (Buhari, Merda 19, Müslim, Zikir 10) [09.09.2023 19:13] Annem: Bize: "Namazı dosdoğru kılın, Allah'a karşı gelmekten sakının" (diye emredildi), toplanacağınız yer O'nun huzurudur. EN'ÂM Sûresi 72.Ayet [09.09.2023 19:13] Annem: Aşûre Aşûre (âşûrâ), kamerî takvime göre muharrem ayının onuncu günüdür. Bu günde tutulması tavsiye edilen oruca “âşûrâ orucu” denir. Tüm Sâmî dinlerde özel bir yere sahip görünen aşûre günü, Câhiliye Arapları’nca da önemli sayılmıştır. Hatta Resûl-i Ekrem’in de peygamberlik öncesi ve sonrası dönemde bir süre bu günde oruç tuttuğuna dair rivayetlere de rastlanır. Medine döneminde bu orucu müslümanlara tavsiye ettiği bilinen bir husustur (Buhârî, “Savm”, 69; Müslim, “Sıyâm”, 134; Tirmizî, “Savm”, 50; Müsned, VI, 29-30). Sağlam belgelere dayanmamakla birlikte bugünde gerçekleştiğine inanılan birtakım olaylar bulunmaktadır. Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtulmaları, Hz. Nûh’un gemisinin Cudi dağına oturması, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarılması, Hz. Mûsâ’nın ve Hz. Îsâ’nın doğumları, inanışa göre aşûre gününde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber, “Biz Mûsâ’ya sizden daha lâyıkız” (Müslim, “Sıyâm”, 202; İbn Mâce, “Sıyâm”, 31) diyerek yahudilerin aşûre günü tuttukları orucu, bir gün öncesi veya sonrasıyla tutmayı tavsiye etmiştir. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesi de muharremin onuncu günü gerçekleştiği için, aşûre günü aynı zamanda, İslâm tarihinde son derece acı, acıklı ve üzücü bir olayı hatırlatma özelliği de taşımaktadır. Bu sebeple Şiîler, aşûre gününü Hz. Hüseyin’in intikamını alma sözünü tazeledikleri bir matem günü kabul ederler; hatta dövünerek ve kendilerine işkence yaparak bu oruca başlarlar. Gerek bu uygulama gerekse bu uygulamaya karşılık Emevîler’in bu günün bir bayram sevinci ile kutlanmasını sağlama yönündeki gayretleri temelde siyasal bakış ve görüş farklılığı ile ilgilidir. Müslüman Türkler’deki muharrem ayında ve özellikle bu ayın onuncu gününden itibaren “aşûre” adı verilen bir tatlı pişirilerek dağıtılması geleneği, hayır işlemek ve gönül almak için güzel bir vesile olagelmiştir. Bu tür uygulamalarda, -dinde bir dayanağı bulunmadığı sürece- bir matem veya kutlama niyeti ve şeklinin bulunmamasına dikkat edilmeli; İslâmiyet’in daima teşvik edegeldiği hayır ve hasenat işlemek için, dinde oruç tutulması tavsiye edilen böyle bir günü iyi vesile sayma niyetinin dışına çıkılmamalıdır. ...Daha az [09.09.2023 19:14] Annem: De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!” [Muminun Sûresi.118] [09.09.2023 19:14] Annem: ALLAH’A GÜVENMEK DİNÎ KAVRAMLAR Müslümanın, her hususta Allah’a güvenip dayanmasına, üze- DÂBBETÜ’L-ARZ rine düşen görevleri yaptıktan sonra işlerini Allah’a havale Sözlükte “canlı, hafif yürüyen, etmesine tevekkül denir. debelenen, binek hayvanı, nüfûz Dolayısıyla, çalışmadan, sebeplere sarılmadan işi Allah’a havale etmek tevekkül değildir. Buna göre, çalışma, sabır ve gelen arz kelimesinin birleşme- tevekkül birlikte olacaktır. Çalışmadan işleri Allah’a havale et- sinden oluşan bir terkiptir. Kı- (kıyamet yaklaştığı) zaman, on- lara yerden bir dâbbe, (yaratık) çıkarırız da, bu onlara insanla- rın ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” (Neml, 27/82) mek doğru olmadığı gibi, Allah’ı hesap dışı bırakmak da doğru değildir. Zira kişinin, Allah’ın izin ve yardımı olmadan başarılı olması mümkün değildir. Kur’an’da mü'minlerin Allah’a te- vekkül etmeleri emredilmiş (Mâide, 5/11); “Kim Allah’a tevekkül miştir. “O söz başlarına geldiği ederse, O kendisine yeter” (Talak, 65/3) buyrularak tevekkül eden bir mü'minin Allah’ın koruması altında olduğu bildirilmiştir. eden” anlamlarına gelen dâbbe kelimesi ile yeryüzü anlamına yametin alameti olarak yerden çıkacağı bildirilen dâbbetü’l- arzın nasıl bir yaratık olduğu ve ne zaman çıkacağı bildirilme- ÖZLÜ SÖZ Nice insanlar gördük üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördük içinde insan yok. (Mevlâna) [09.09.2023 19:15] Annem: Doğu toplumlarının önemli meziyetlerinden birisi sosyal örgünün çok sağlam olmasıdır. Bu meziyet, devlet ve yasaların yetişemediği, eksik bıraktığı alanlarda sosyal bozulmayı önleyici ve sosyal dengeyi sağlayıcı bir işlevi de yerine getirmektedir. Hızlı şehirleşme ve apartman hayatı, çalışma hayatı, çekirdek aile gibi modern yaşama biçiminin önlenemez sonuçları, aynı zamanda sosyal değerleri ve ilişkileri de derinden etkilemekte, hatta belirleyici olmaktadır. Bu bağlamda akıl ve bilimin, yenileşme ve modernleşmeyi, dinin ise değişmemeyi ve geleneği muhafaza etmeyi temsil ettiği söylenemez. Aksine dinin değişmeyi tabii karşıladığı, hayatın değişmeye açık alanlarında ayrıntıdan ziyade ilke ve amaçlar belirlemekle yetindiği, buna mukabil değişirken yozlaşmayı ve bozulmayı önleyici bazı önlemlerde ısrar ettiği söylenebilir. Toplumsal hayatın ve ilişkilerin önemli bir ögesini temsil eden töre ve törenler de toplumdan topluma ve gelişim sürecine bağlı olarak değişik formlar alabilir. Dinin bu değişime ve farklılığa karşı çıkması söz konusu olmadığına göre toplumsal töre ve törenler, esas itibariyle değil, şekil ve sonuçları itibariyle yani dinin gözettiği temel değerler ve bunları koruma amacıyla getirdiği ilkeler açısından tartışmaya açılabilir. A) Mevlid Mevlid kelimesi, "doğum, doğum yeri ve doğum vakti" gibi anlamlara gelir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in doğumunu anlatmak için kullanılan "mevlîd-i nebî" Türkçemiz'de kısaca mevlid kandili olarak anılır. Mısır'da Fâtımîler döneminde başlatılan Hz. Peygamber'in doğumunu anma ve kutlama törenleri, çok geçmeden Eyyûbîler tarafından benimsenerek çeşitli törenler ve şenlikler yapılmış, âlim, şair, din ve devlet işlerinde yararlık gösterenlere hil`atler giydirilmiş ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra mevlid törenleri İslâm dünyasında yaygınlık kazanarak günümüze kadar devam etmiştir. Esasen Resûlullah'ın doğum yıldönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlid töreni giderek, Kadir, Mi`rac, Regaib ve Berat gecelerinde veya sünnet, evlenme, ölüm, deprem gibi önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur. Osmanlılar döneminde mevlid törenine ayrı bir önemin verildiği bilinmektedir. Osmanlı'nın ileri döneminde Mevlid Alayı diye anılan görkemli törenlerde şeyhülislâm, vezirler ve diğer askerî ve mülkî erkân, büyük müderrisler, belli bir düzen içinde rebîülevvel ayının on ikisinde Sultan Ahmed Camii'nde yerlerini alırlardı. Padişahın gelmesinden sonra vaazlar verilir, mevlidhanlar tarafından Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevlid okunur ve bu esnada Medine'den getirilmiş olan hurmalar camide bulunanlara ikram edilirdi. Günümüzde de Türkiye Diyanet Vakfı Peygamberimiz'in doğumunu anmak ve kutlamak amacıyla o haftayı "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilân etmiş ve yüzyıllardan beri süregelen bu geleneğe ayrı bir anlam katmıştır. Bu hafta münasebetiyle çeşitli ilmî, fikrî, dinî paneller ve sempozyumlar yapılmakta, çeşitli alanlarda yarışmalar düzenlenmektedir. Edebiyatımızda Peygamberimiz'in doğum günü olan bu kutlu günü anlatan birçok eser yazılmıştır. Bunlar içinde Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevlid, Osmanlı'dan beri halen ülkemizde değişik vesilelerle coşkuyla, bir âyin atmosferi içerisinde okunmakta ve dinlenmektedir. Mevlid okuma ve okutmanın bid`at olduğu şeklinde birtakım iddialar gündeme getirilmiştir. Bid`at, Hz. Peygamber zamanında olmayan "dinî" mahiyetli bir hususun sonradan dine sokuşturulması, dinden sayılması olarak tarif edilir. Mevlid okuma ve okutmanın bid`at olarak nitelendirilebilmesi için ona, "Ölünün kırkıncı gününde veya sene-i devriyesinde mevlid okutmak gereklidir" demek gibi dinî bir gereklilik veya ibadet şeklinde bir muhteva yüklenmesi gerekir. Mevlid okumanın gerekli, vâcip [09.09.2023 19:15] Annem: O, insani bir damla sudan yaratti Fakat bakarsin ki (insan) Rabbine apaçik bir hasim oluvermistir (NAHL/4) Karsilikli konusan arkadasi ona hitaben: "Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'i inkâr mi ettin?" (KEHF/37) Ey insanlar! Eger yeniden dirilmekten süphede iseniz, sunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (asilanmis yumurtadan), sonra uzuvlari (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmis canli et parçasindan (uzuvlari zamanla olusan ceninden) yarattik ki size (kudretimizi) gösterelim Ve diledigimizi, belirlenmis bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak disari çikaririz Sonra güçlü çaginiza ulasmaniz için (sizi büyütürüz) Içinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çagina kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir sey bilmez hale gelsin Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yagmur indirdigimizde o, kipirdanir, kabarir ve her çesitten (veya çiftten) iç açici bitkiler verir (HAC/5) Sonra onu saglam bir karargâhta nutfe haline getirdik (MÜ'MİNUN/13) Sonra nutfeyi alaka (asilanmis yumurta) yaptik Pesinden, alakayi, bir parçacik et haline soktuk; bu bir parçacik eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladik Sonra onu baska bir yaratisla insan haline getirdik Yapipyaratanlarin en güzeli olan Allah pek yücedir (MÜ'MİNUN/14) Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yaratti Sonra sizi çiftler (erkek-disi) kildi O'nun bilgisi olmadan hiç bir disi ne gebe kalir ne de dogurur Bir canliya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltilmasi da mutlaka bir kitaptadir Süphesiz bunlar, Allah'a kolaydir (FATIR/11) Insan görmez mi ki, biz onu meniden yarattik Bir de bakiyorsun ki, apaçik düsman kesilmis (YASİN/77) Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan (asilanmis yumurtadan) yaratan sonra bebek olarak çikaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çaga erismeniz, sonra da ihtiyarlamaniz -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardir- ve belli bir vakte ulasmaniz için sizi yasatan O'dur Umulur ki düsünürsünüz (MÜ'MİN/67) (Rahime) atildigi zaman nutfeden (NECM/46) O, (döl yatagina) akitilan meninin içinden bir nutfe (sperm) degil miydi? (KIYAMET/37) Gerçek su ki, biz insani katisik bir nutfeden (erkek ve kadinin dölünden) yarattik; onu imtihan edelim diye, kendisini isitir ve görür kildik (İNSAN/2) Bir nutfeden (spermadan) yaratti da ona sekil verdi (ABESE/19) [09.09.2023 19:16] Annem: Yezid İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: " Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün" Tirmizî, Menâkıb 77, (3790). [09.09.2023 19:16] Annem: Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” [Bakara Sûresi.136] [09.09.2023 19:16] Annem: "Ey Rabbimiz, bize ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (Haşr 59/10) [09.09.2023 19:16] Annem: Allah, hastalığı, gamı, kederi, gönül hoşluğu meydana çıksın ve anlaşılsın diye yaratmıştır.[Mevlâna] [09.09.2023 19:17] Annem: AŞERE-İ MÜBEŞŞERE Peygamber efendimiz tarafından Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî. Ebû Bekr Cennet'tedir. Ömer Cennet'tedir. Osman Cennet'tedir. Ali Cennet'tedir. Talhâ Cennet'tedir. Zübeyr Cennet'tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennet'tedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennet'tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet'tedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrah Cennet'tedir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel) Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır. Bu Eshâbın da en üstünü Hudeybiye'de Resûlullah efendimize bî'at edip söz verenlerdir. Bunların da en üstünü Bedr muhârebesinde bul unanlardır. Bunların da en üstünü ilk müslüman olan kırk kişidir. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşeredir. (Teftâzânî) [09.09.2023 19:18] Annem: Bani A. Kuran, kurucui tesis eden kimse Kısaltmalar: A. Arapça, F. Farsça, FR. Fransızca, IB. İbranice, İ. İtalyanca, Moğ. Moğolca, T. Türkçe, Y. Yunanca, E.T. Eski Türkçe [09.09.2023 19:18] Annem: Cuma ve bayram namazlarına geç gelen bir kimse, imam selam verdikten sonra kılmadığı rekatları nasıl kılmalıdır? Cuma namazına imam selam vermeden önce yetişen kimse cuma namazına yetişmiş olur. Bu kişi imamın selam vermesinden sonra namazını kendisi tamamlar. İmamın selamından sonra camiye gelen kimse, Cuma namazını değil öğle namazını kılar (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, Beyrut, 1982, I, 267). Buna göre Cuma namazının bir rekatına yetişen kişi imamın selamından sonra, ayağa kalkarak bir rekat daha kılar ve selam verir. Kendi başına kıldığı bu rekatta da besmele, Fatiha ve zammı sure okur. İmama teşehhüdde yetişmiş olan imamın selamından sonra ayağa kalkar ve iki rekat kılarak selam verir. Böylece cuma namazını tamamlamış olur. Maliki ve Şafiilere göre ise, cumaya yetişmiş sayılabilmek için en az bir rekatı imamla birlikte kılmak gerekir. Buna göre, imam ikinci rekatın rükuundan doğrulduktan sonra yetişerek uyan kimse, namazını öğle namazı Muhtesari’l-Halil, Daru’l-Fikr olarak dörde tamamlar (Şirbini, Muğni’l-muhtac, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts. , I, 296; Haraşi, Şerh, Beyrut, ts. , II, 84). [09.09.2023 19:19] Annem: Sebîlürreşâd cerîde-i İslâmiyyesinin kahraman askerlerimize armağanı Yurdunu Allâh’a bırak, çık yola: “Cenge!” deyip çık ki vatan kurtula. Böyle müyesser mi gazâ her kula? Haydi, levend asker, uğurlar ola! Ey sürüden arkaya kalmış yiğit! Arkadaşın gitti, yetiş, sen de git. Bak ne diyor, cedd-i şehîdin, işit: “Durma git evlâdım, uğurlar ola! Durma git evlâdım, açıktır yolun... Cenge sıvansın o bükülmez kolun; Süngünü tak, ön safa geçmiş bulun, Uğrun açık olsun, uğurlar ola! Yerleri yırtan sel olup taşmalı! Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı! Sendeki coşkunluğa el şaşmalı! Haydi git evlâdım, uğurlar ola! Yükselerek kuş gibi Balkanlar’a, Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a: Bir daha Osmanlı’ya güç sırtara! Git de gel evlâdım, uğurlar ola. Düşmana çiğnetme bu toprakları; Haydi kılıçtan geçir alçakları! Leş gibi yatsın kara bayrakları! Kahraman evlâdım, uğurlar ola.” * * * Balkan’ı bildin mi nedir, hemşeri? Sevgili ecdâdının en son yeri, Bir sıla isterdin a çoktan beri, Şimdi tam vakti... Uğurlar ola! Balkan’ın üstünde sızan her pınar, Bir yaradır, durmaz içinden kanar! Hangi taşın kalbini deşsen: Mezar, Gör ne mübârek yer... Uğurlar ola! Eş hele bir dağları örten karı: Ot değil onlar, dedenin saçları! Dinle: Şehîd sesleridir rüzgârı! Durma levend asker... Uğurlar ola! Ey vatanın şanlı gazâ mevkibi, Saldırınız düşmana arslan gibi. İşte Hudâ yâveriniz , hem Nebî. Haydi gidin, haydi, uğurlar ola! 4 Teşrînievvel 1328 (17 Ekim 1912) [09.09.2023 19:19] Annem: 11 Ramazan ve Mahiyeti Kamerî takvim uygulaması ile her yıl on gün erken gelen Ramazan ayı münasebetiyle “hoşgeldin yâ şehr-i Ramazan” vb. sözlerle ışıl ışıl parıldayan mahyalar minarelerdeki yerlerini bu yıl da aldı. Osmanlı döneminde muhtemelen 16. yüzyılın ikinci yarısında Sultan I. Ahmet döneminde kullanılmaya başlayan bu mahyalar Ramazan ayının aydınlığını ruhlarımıza aksettirmekte ve on bir ay- dır beklediğimiz misafirimizin artık teşrif ettiğini haber ver- mektedirler. Etimolojik olarak Ramazan kelimesinin tahlilini yapacak olursak; birkaç yoruma yer vermemiz gerekecektir: “Son- bahar yaklaşırken yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağ- mur” manasına “ramdâ” kelimesinden geldiği, dolayısıyla bu yağmurun yeryüzünü temizlediği gibi Ramazan ayının da mü’minleri günahlardan temizlediği belirtilmektedir. Ayrıca “güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması” anla- mına gelen “ramad” kelimesinden geldiği, dolayısıyla kızgın yerde yürüyen kimsenin ayaklarının yanıp meşakkat çektiği gibi oruçlunun da açlık ve susuzluğa katlanarak zorluk çek- tiği, ateşin, sıcağın kendisine temas ettiği şeyleri yaktığı gibi oruçla geçirilmiş Ramazan’ın da günahları yakıp yok ettiği, bu yüzden bu aya “Ramazan” isminin verildiği ifade edil- mektedir. RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 11 27.04.2019 00:11:18 [09.09.2023 19:19] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 8 1 ∙∙∙ bir düşünceyi akla getirmeye engel olacak çok açık ifade- ler bulunur. Bunlardan biri olarak şöyle buyrulur: “O’nun hiçbir benzeri yoktur.”44 A. Hayat Cenâb-ı Hakk’ın ebedî bir hayatla diri olması. Bilindiği üzere hayatın yani yaşamanın zıddı ölümdür. Bu da ha- yat âlemine hiç gelmemek veya geldikten sonra bu âlem- den ayrılmak şeklinde olur. Ölümlü olan bir varlığın ev- reni yaratması ve yönetmesi elbette söz konusu değildir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a ortak koşanların taptıkları put- lar için şöyle buyurulur: “Allah’tan başka taptıkları şey- ler yaratılmış olduklarına göre hiçbir şey yaratamazlar. Onlar diri olmayan cansız varlıklardır! Ne zaman dirilti- leceklerini de bilemezler.”45 Sübûtî sıfatların ilkini oluş- turan ”hayat” diğer sıfatların aslını teşkil eder, çünkü ha- yat olmadan ilim, kudret gibi niteliklerin varlığından söz edilemez.46 B. İlim Bilme. Cenâb-ı Hak göklerin enginliğinde, yeryüzünün uçsuz bucaksız köşelerinde bulunan, insanlar için ulaşıl- maz ve bilinemez bütün hususları,47 karada ve denizde olup biten her şeyi,48 yerde ve gökte söylenen her sözü,49 44 eş-Şûrâ 42/11. 45 en-Nahl 16/20-21. 46 Bâkıllânî, Temhîdü’l-evâil, s. 45-46; Fahreddîn er-Râzî, el-Metâli- bü’l-âliye, III, 217. 47 Bk. Âl-i İmrân 3/29; el-Mâide 5/97; Yûnus 10/18; el-Hacc22/70; Fâtır 35/38. 48 en-En’âm 6/59. 49 el-Enbiyâ 21/4. ALLAHA İMAN.indd 81 12.03.2015 09:08:59 [09.09.2023 19:19] Annem: Ravi: İbnu Abbas (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Tefsir 1, (2951) Hadisin Açıklaması: Münâvi buradaki tehdidin, Kur'an-ı Kerîm hakkında, gerçeğin başka şekilde olduğunu bildiği halde, yanlış söz edenle Kur'ân-ı Kerîm'in müşkil âyetleri üzerine Sâhabe ve Tâbiîn'den nakledilen dışında söz edenleri ilgilendirdiğini belirtir. İbnu'l-Esîr buradaki yasaklamanın iki vechi olduğuna dikkat çeker: "Birincisi: Kişinin bir hususta peşin bir hükmü vardır. Bu hüküm o şeye duyduğu arz ve hevesden doğmuştur. Adam tutar Kur'ân'ı alır ve gâyesine uygun şekilde ondan delil çıkarır. Şayet bu peşin arzu ve hevâsı olmasaydı Kur'ân'dan o mâna çıkmayacak idi. Bunu bazan bilerek yapar, tıpkı ehl-i bid'at gibi ortaya attığı sapık görüşünü doğru göstermek için bir âyetten te'vîl ederek delil çıkarır, halbuki pekâlâ bilmektedir ki âyetin asıl muradı bu değildir. Bunu bazan cehâletle yapar. Şöyle ki: Birçok mânâya muhtemel olan bir âyeti alır, onu gâyesine uygun mânada anlar ve bu mânayı şahsî re'y ve arzusuna dayanarak tercih eder ve böylece kendi re'yine dayanarak Kur'an'ı tefsir etmiş olma durumuna düşer. Çünkü bu olmasaydı, mezkûr ihtimal nezdinde tercihe mazhar olamayacaktı. Bazan da kişinin doğru bir gâyesi vardır. Buna Kur'ân'dan bir delil arar ve düşündüğü maksadla nâzil omadığını bildiği bir ayeti kendine delil yapar, şöyle ki: İnsanları kalpteki kasâvetle mücâdeleye çağırmak isteyen kimsenin "Firavun'a git doğrusu o azmıştır" (Ta-Hâ: 20/24) mealindeki âyeti kullanması gibi. Ayeti okuyup kalbine işaret ederek Firavun'la kalbin kastedildiğine imâda bulunur. Bu çeşit davranışlara bir kısım vâizler meşru ve doğru bir maksad için tevessül ederler. Böylece sözlerine güzellik katıp dâvet ettikleri meseleye cemaatin hevesini uyandırmak isterler. Gaye müsbet bile olsa bu davranış yasaktır, sorumluluğu büyüktür. İkincisine gelince, bu ayetin, sırf zâhirine, Arabça elfazına göre onu tefsir etmeye kalkmaktır. Burada Kur'an'ın garib ve mübhem kelimelerindeki ihtisar, hazf, izmâr, takdim, tehîr gibi durumlardaki incelikleri, nakle başvurarak, ehlini dinleyerek anlama, araştırma cihetine gitme yoktur. Şu halde kim tefsir için gerekli olan hâricî şartları gözetmeden, mücerret Arabça bilgisiyle Kur'ân'dan mâna çıkarma cihetine giderse çok hata yapar ve hadiste tehdid edilen: "İlme dayanmadan Kur'an tefsir edenler" zümresine dâhil olur. Şu halde tefsir için nakl (yani selefin açıklamaları) ve semâ (yani ehil olanların dersini dinlemek) zaruri olan iki ön şarttır. Bu şartların gerçekleşmesinden sonra anlamak ve mâna istinbat etmek imkân dâhiline girer. Zâhirî şartları eksiksiz ikmal etmeden bâtinî mânaya nüfuz etme hevesine düşülmemelidir." [09.09.2023 19:20] Annem: Hz. Peygamber (sav) muhakale, müzabene, muaveme ve muhabere suretiyle yapılan ahş-verişleri yasakladı. - Ravi der ki: Muaveme, birkaç yılı içine alan bir satıştır.- Keza, sünya'yı da yasakladı" Sünen müellifleri şu ziyadeyi kaydederler, "...bilinme durumu hariç" Kaynak: Müslim, Büyu 85, (1536) Rivayet: Cabir [09.09.2023 19:21] Annem: İNSANLAR ARASINDA SÖZ TAŞIMANIN YASAKLIĞI "O halde çok yemin edip duran alçaklara, insanların arkasında konuşanlara ve aralarını açmak için söz getirip götürenlere, hayra engel olan saldırgan günahkarlara itaat edip uyma.." (68 Kalem, 10-12) "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen ve dediklerini kayda geçiren bir melek bulunmasın." (50 Kaf, 18) 1537: Huzeyfe (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "İnsanların arasını açmak için laf getirip götüren asla cennete giremez." 1538: İbni Abbas (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yanından geçmekte olduğu iki kabir hakkında şöyle buyurdu: "Bu iki kabirde yatan kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azab görüyorlar. Aslında günahları büyüktür. Biri koğuculuk(İnsanların arasını açmak için laf getirip götüren) yapardı, diğeri ise idrarından sakınmaz ve iyice temizlenmezdi." (Buhari, Vudu, 55; Müslim, Cenaiz, 82) 1539: İbni Mes’ud (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Size el-adh kelimesinin ne demek olduğunu söyleyeyim mi? O insanların arasını bozmak için laf taşımak demektir.” (Müslim, Bir 102) [09.09.2023 19:21] Annem: 5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Bâbı 871- Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' El-Hemdânî rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbn Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivâyet etti (Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti, Âişe şöyle dedi: «İbn Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müezzinlik yapardı.» 872- Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman’dan, onlar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mânın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hazret-i Bilâl ile birlikte İbn Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin olmasını mekruh görürler» İbn Ebî Şeybe ile İbn Münzir'in rivâyetlerine göre Abdullah İbn Mes'ûd, İbn Zübeyr (radıyallahü anhüma) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe’nin «â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki Ebû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî İmâmları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Muhit», «Ez-Zâhire» ve «El-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın İmâm olması bile evlâdır. «El-Burhan» nâm eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın İmâm olması evlâdır; Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbn Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi» denilmektedir. [09.09.2023 19:21] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Eğer paça veya kürek eti yemeğe davet edilsem, derhal giderim. Şayet bana kürek veya paça hediye edilse, hemen kabul ederim.” Buhârî, Hibe 2, Nikâh 73; Müslim, Nikâh 104 [09.09.2023 19:21] Annem: “Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek, günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilmektedir, hikmet sahibidir.” Nisâ, 4/26 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [09.09.2023 19:21] Annem: Ota mani olmak maksadıyla suyun fazlasına mani olmayın. Buhari, Müsakat 2, Hiyel 5; Müslim, Musakat 37, (1566); Muvatta, Akdiye 29, (2, 744); Ebu Davud, Büyu 62, 3473); Tirmizi, Büyu 24 (1272); İbnu Mace, Ruhun, 19, (2478) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [09.09.2023 19:22] Annem: “The Four Abdullahs” 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı There are 200 and according to another riwayah 300 Abdullahs among the Companions. The four of them are famous as “al-'Aba`dila al-Arba'a” which means “The Four Abdullahs”. These are: Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Umar, Abdullah bin Zubayr and Abdullah bin Amr bin As (R.A.). After the death of the prophet (PBUH), the opinions of these Companions were taken for the solution of many problems. The subject matters that they agreed on are called “Qawl al-Abadila”. [09.09.2023 19:22] Annem: HASTAYA NE YEDIRELIM? Davud (a.s.) Lokman Hekim’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. Lokman Hekim de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Davud (a.s.), bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini talep etti. Lokman Hekim, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Hz. Davud, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi: “Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!..” Hekimliğin Atası Lokman Hekim, hekimliğin atası olarak da tanınmış, onun bütün bitkilerin özünü bildiği söylenmiş ve kendisinden dertlere şifa olacak reçeteler ve formüller nakledilmiştir. Lokman’a nisbet edilen meseller çeşitli adlarla bir araya getirilmiştir. Bunlardan biri Emsâlü Lukmân al-Hakîm ve ba’zu aķvâli’l-’Arab’dır, bir diğeri olan Emsâlü Lukmân el-Hakîm’dir. Lokman Hakîm Hazretleri’ne bir gün sormuşlar: “Efendim, hastalarımıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?” Lokman Hakîm şu güzel ve özlü cevabı vermiş: “Hastalarınıza acı söz yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşallah…” Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [09.09.2023 19:22] Annem: ❝Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya eşyasını bineğine yüklemek sadakadır. Güzel söz ve namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yol göstermek sadakadır.❞ | Hz. Muhammed (sav) - Buhârî, Cihâd, 72 [09.09.2023 19:23] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Hazreti Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür." Kaynak : İbnu Mace Sünen (4193) - Hds :(7281) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [09.09.2023 19:23] Annem: [Hadis No : 3622] Rabâh İbnu Abdirrahmân İbni Ebi Süfyân İbnu Huveytip an ceddihâ an ebihâ 'dan rivâyete göre demiştir ki: "Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim. Diyordu ki: "Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen kişinin abdesti yoktur." Tirmizi, Tahâret 20, (25). İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [09.09.2023 19:23] Annem: “Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66) [09.09.2023 19:23] Annem: Bir Ayet Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu derin sapıklıktır. (İbrahim, 14/18) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [09.09.2023 19:24] Annem: Bir Hadis Kim Allah için hacceder, çirkin söz ve günahlardan sakınırsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak döner. (Buharî, Hacc, 4) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [09.09.2023 19:24] Annem: Bir Dua Allahım! İmanı bize sevdir. Onun güzelliğini gönüllerimizde hissettir. Küfrü, fasıklığı ve isyanı ise bize itici kıl. Bizi doğru yolda olanlardan eyle. İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [09.09.2023 19:24] Annem: Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah’ın (sav) konuşması, işiten herkesin anlayabileceği kadar açık seçikti.” (D4839 Ebû Dâvûd, Edeb, 18) [09.09.2023 19:25] Annem: 38- KİTÂBU'L-HAVÂLÂT. 1- Bâb: Havale(Nin Hükmünü Beyân} Vf Muhîlin Havale Hususunda Dönüp Dönemeyeceği Hakkındadır 2- Bâb: Bir Zengine Havale Ettiği Zaman Onun İçin Reddetmek Yoktur 3- Bâb: Bîr Kimse. Ölünün Borcunu Bir Adama Havale Ederse Bu Fiil Caiz Olur Rahman ve Rahim olan Allah 'in ismiyle 38- KİTÂBU'L-HAVÂLÂT (Havaleler Kitabı) [1] 1- Bâb: Havale(Nin Hükmünü Beyân} Vf Muhîlin Havale Hususunda Dönüp Dönemeyeceği Hakkındadır [2] Hasen Basrî ile Katâde: Muhîl, muhâlun aleyh zengin iken ona borç ihalesi yapmış ise, bu havale caizdir, demişler [3] İbn Abbâs: İki ortak çıkış yarışı yaparlar yanı borçlunun malını rızâ ile bölüşürler), mîrâs sahihleri de çıkışırlar. Şu ayn'ı alır, şu da borcu alır; bu ikiden birinin aldığı şey helak olursa (rızâ ile bölüştükleri için) arkadaşına dönmez, demiştir [4]. 1-.......Ebû Hureyre(R)'den: Rasûluilah (S): "Zengin kişinin borcunu ödemeyi uzatması bir zulümdür. Sizin birinizin isteğinin ödenmesi) bir zengine havale edildiğinde (havaleyi kabul ile ona) müracaat etsin" buyurdu [5]. 2- Bâb: Bir Zengine Havale Ettiği Zaman Onun İçin Reddetmek Yoktur [6] 2-.......Ebû Hureyer(R)'den: Peygamber (S): "Zengin kişinin borcunu Ödemeyi uzatması bir zulümdür. Kim bir zengine tâbi' kılı-nırsa, artık o, ona ittibâ' etsin" buyurdu [7]. 3- Bâb: Bîr Kimse. Ölünün Borcunu Bir Adama Havale Ederse Bu Fiil Caiz Olur [8] 3-.......Selâmetu'bnu'l-Ekva'(R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in yanında oturuyorduk. Bir cenaze getirildi. Cenaze sâhibleri: — (Yâ Rasûlallah), cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Peygamber: — "Ölünün üzerinde bir borç var mıdır?" diye sordu. Onlar: — Hayır, diye cevâb verdiler. Bunun üzerine Peygamber cenaze namazını kıldırdı. (Bir zaman sonra başka bir cenaze getirilmişti. Bu defa da cenaze sâhibleri: Yâ Rasûlallah, cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Rasûlullah: — "Ölünün üzerinde borç var mı?" diye sordu. Cevaben: — Evet, denildi. Rasûlullah: — "Birşey bıraktı mı?" dedi. Onlar: — Üç dînar bıraktı, dediler. Rasûlullah bunun üzerine namazı kıldırdı. Sonra üçüncü bir cenaze getirildi de: — (Yâ Rasûlallah), cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Rasûlullah bu kerre de: — "Ölü dünyalık birşey bıraktı mı?" diye sordu. Onlar: — Hayır, diye cevâb verdiler. Rasûlullah: — "Ölünün üzerinde borç var mı?" diye sordu. Onlar: — Üç dînâr (borç vardır), dediler. Rasûlullah: — "Sahibinize siz namaz kılınız?" buyurdu. Ebû Katâde: — Yâ Rasûlallah, cenaze üzerine namazı kıldır, onun borcu benim üzerime(vâcib)dir, dedi. (Böylece borcu ödemeyi tekeffül edince) Rasûlullah bu cenaze üzerine de namaz kıldırdı [9]. [1] Buhârî nüshalarında "Kitâb" başlığında ayrılıklar vardır. Bâzılarında, müfret bâzılarında cemi' sîgâsıyledir. Bâzısında "Kitâb" lâfzı var, bâzısında yoktur. Bâzılarında Besmele, unvânden evvel, bâzısında sonradır. [2] Yânî muhâlun lehin rnuhîle havale hususunda dönüşü sahîh midir? Havale, Tahavviil'den türemiş bir kelime olup intikaal ma'nâsınadır. Şeriat örfünde havâie, borcu muhîlin zimmetinden muhâlun aieyh'in zimmetine nakl ve tahvil etmektir (Seyyid Şerif, et-Ta'rîfât) Havâle'nin altı rüknü vardır: Muhîl. Muhtâl, Muhâlun aleyh, Muhîl üzerinde Muhtâle âid borç, Muhâlun aleyh üzerinde Muhfle âid borç ve sî°a. Muhîl: Havale eden kimsedir ki., borçlu olandır. Muhâlun leh: Dâin, yânî borç veren kimse. (Muhâlun aleyh: Kendi adına gelen havaleyi kabul eden. fuhâlun bih: Havale olunan maldır. Muhtâl: Havaleyi kabul eden alacaklı. Havale tarafların nzâsıyle gerçekleşen bir akiddir. Fıkıhda birçok hükümleri ve tafsilleri varaır. Buhârî havale mes'elesinde görüş ayrılıkları bulunduğu İçin h� [09.09.2023 19:26] Annem: 7- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır 13-…Bize Müsedded ibn Muserhed (228) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân (198) Şu'be ibn Haccâc'dan, o da Katâde ibn Diâme es-Sedîsî (117)'den, o da Enes ibn Mâlik (93)'ten, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den tahdîs etti. Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki: Bize Katâde, Enes (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbiriniz, kendiniz için arzû ettiğinizi kardeşiniz için arzû etmedikçe, (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" buyurdu. [09.09.2023 19:26] Annem: Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye! (Müslim, Sıfâtü'l-münâfıkîn, 17) [09.09.2023 19:26] Annem: - عَنْ أَبِى ذَرٍّ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - يَا أَبَا ذَرٍّ لَأَنْ تَغْدُوَ فَتَعَلَّمَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تُصَلِّىَ مِائَةَ رَكْعَةٍ - ابو ذر رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه و سلم افنديمز شويله بويورمشلردر - اى ابو ذر! صباح يوله جيقاراق اللهك كتابندن بر آيت اوكرنمه ك سنك ﺍﻳﭽﻮن يوز ركعت نافله نماز قيلمقدن دها خيرليدر - Ebû Zer (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Ey Ebu Zer! Sabah yola çıkarak Allah’ın kitabından bir ayet öğrenmen, senin için yüz rekât nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. - Sünen-i İbn-i Mâce, Kitâbü’l-Mükaddime, h.219 [09.09.2023 19:26] Annem: Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! ..(Ahkâf, 46/15) [09.09.2023 19:27] Annem: 5/Mâide 13 - İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever. [09.09.2023 19:27] Annem: İbn-i Mes’ud r.a. şöyle dedi: Nebiyy-i Muhterem (sallallahu aleyhi ve sellem) va`z (ve nasîhat) husûsunda bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp (ona göre) gün ve (saat) kollardı. Tekrar: 70, 6411. Diğer tahric: Tirmizi edeb; Müslim, Sıfat-ıl Kıyame Grades: Reference: Sahih Buhari 68 In-book reference: Kitap 3, Hadis 10 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [09.09.2023 21:07] Annem: عَنْ أبي حَمْزَةَ أنس بْنِ مَالِكٍ الأنصاري خاَدِمِ رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم, قال : قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : اَللَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ أَحَدِكُمْ سَقَطَ عَلَي بَعِيرِهِ وَقَدْ أَضَلَّهُ فِي أَرْضٍ فَلاَةٍ . وَفِي رِواَيَةٍ لِمُسْلِمٍ : اَللَّهُ أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ حِينَ يَتُوبُ إِلَيْهِ مِنْ أَحَدِكُمْ كان عَلَى رَاحِلَتِهِ بِأَرْضٍ فَلاَة,ٍ فَانفَلَتَتْ مِنْهُ وَعَلَيْهَا طَعَامُهُ وَشَرَابُهُ فَأَيِسَ مِنْهَا, فَأَتَى شَجَرَةً فَاضْطَجَعَ فِي ظِلِّهَا, وَقَدْ أَيِسَ مِنْ رَاحِلَتِه,ِ فَبَيْنَا هُوَ كَذَلِكَ إِذْ هُوَ بِهَا قَائِمَةً عِنْدَه,ُ فَأخذ بِخِطَامِهَا ثُمَّ قال مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ : اَللَّهُمَّ أنت عَبْدِي وأنا رَبُّكَ, أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ . Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in hizmetçisi olan Ebû Hamza Enes ibn Mâlik el Ensârî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: “Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha çoktur.” (Buhârî, Deavât 4; Müslim tevbe 1)Müslim’in başka bir rivayeti de şöyledir: “Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı (ne söylediğini bilmeyerek Allah’ım sen benim Rabbim ben de senin kulunum diyeceği yerde,) sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, tevbe 7) [09.09.2023 21:08] Annem: Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58. [09.09.2023 21:08] Annem: Allah’ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi,haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle, fazlı kereminle beni Senden başkasına muhtaç eyleme. (Hakim, "Deavat", No: 1973) [09.09.2023 21:08] Annem: Tarihte Bugün • İlk Telgraf Hattının Açılması 1855 • İzmir’in Kurtuluşu 1922 • Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralinin Açılması 1974 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [09.09.2023 21:08] Annem: Günün Ayeti “Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tövbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” İsra 25 [09.09.2023 21:08] Annem: Günün Hadisi “Ey insanlar, Allah’a tevbe edin ve O’ndan bağışlanmanızı isteyin. Ben de Allah’a günde yüz defa tevbe ediyorum.” Müslim, Zikir 42 [09.09.2023 21:08] Annem: İZMİR’İN KURTULUŞU 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e ulaşan Miralay Mehmet Zeki Bey’in kumandasındaki İkinci Süvari Tümeni halk tarafından gözyaşlarıyla karşılanmıştı. Mehmet Bey, İzmir’e girdikten hemen sonra Müttefik Devletler memurlarıyla iletişim kurarak hiç kimse için bir tehlike olmadığını beyân eylemiştir. Anadolu Ajansı, İzmir’in geri alınmasını şu tebliğle kamuoyuna duyurmuştu: “Muzaffer ordumuzun kahramân süvârileri bugün cumartesi öğleden evvel saat onda halkın sevinçli gözyaşları arasında İzmir’e duhûl olmuştur. Anadolu Ajansı üç seneyi mütecâviz devre-i iftirâkden sonra Anavatana kavuşan güzel yurdumuzu hasretle selâmlar, halâskâr ordumuza ve azîmkâr milletimize şükrân tebrîklerini arzeyler.” Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle Yunan kuvvetlerinin kuzey grubu Trakya’ya, güney grubundan kurtulanlar ise Sakız Adasına kaçmıştı. İzmir’de bulunmakta olan yeni Yunan Başkumandanı General Polimiyenanos ile Erkan-ı Harbiyesi de bir vapur ile Sakız’a gitmiştir. Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
