SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[12.09.2023 18:41] Annem: Bir Ayet:
Kullarının tövbesini kabul eden, günahları bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen O'dur.
(Şûrâ, 42/25)

Bir Hadis:
Kişi, din kardeşine yardım ettiği sürece, Allah da ona yardım eder.
(Müslim, "Zikir", 38)

Bir Dua:
Allah'ım! Kendimi Sana teslim ettim. İşimi Sana havale ettim. Sana yöneldim. Senden korkarak aynı zamanda Sana karşı ümitvar olarak Sana sırtımı dayadım. Senin gazabından korunmak için, Senden başka gidilecek ne bir sığınak ne de kurtuluş yeri vardır. İndirdiğin Kitab’a ve gönderdiğin Peygamberine iman ettim.
(Buhârî, "Deavât", 7; Müslim, "Zikir", 56)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[12.09.2023 18:41] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Fâtır, 35/34)
Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Kuşkusuz na- maz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak en büyük iştir. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebût, 29/45) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
NAMAZ: RABBİMİZE YAKIN OLMA ÇABAMIZ
Peygamberimiz (sas) ashabıyla sohbet ederken onlara şöyle sordu: “Birinizin kapısının önünden bir nehir geçse ve o nehirde günde beş defa yıkansa, o kimsede kirden eser kalır mı?” Sahabe-i kiram, “Kalmaz Ya Resûlallah” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bu namazlarla günahları yok eder.” (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 6) Namaz; insanın ruhu, bedeni, aklı, yüreği, sevgisi ve hürmetiyle, kısacası bütün varlığıyla Allah’a yönelişinin sembolüdür. Namaz dünyaya ait telaşe ve sıkıntıları bir kenara bırakarak çıkılan mukaddes bir yolculuktur. Namaz bir külfet değildir. Aksine kendimizi tanımaya, yenilenmeye, zikir, şükür ve tefekkür ile olgunlaşmaya vesile olan eşsiz bir nimettir. Namazın şifa veren, güven ve sükûnet aşılayan ikliminde Rabbimizle buluşmaktan ailece mahrum kalmayalım. Bu hayatta “dinimizin direği”, ahirette ise “hesabımızın ilk sorusu” olan namazlarımızı ihmal etmeyelim.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[12.09.2023 18:42] Annem: Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. - Yâsîn - 49. Ayet
[12.09.2023 18:42] Annem: Kişinin kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz. Kötülüğünden komşusu emin olmadıkça kişi cennete giremez. - Ahmed b. Hanbel, Müsned, III /198
[12.09.2023 18:42] Annem: “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” - Mülk, 67/2
[12.09.2023 18:42] Annem: Sevgili Peygamberimiz, yaşayan hiçbir canlıya zulmedilmesine göz yummamış, hayvanlar söz konusu olduğunda da oldukça hassas davranarak onlara eziyet etmeyi yasaklamıştır. Bununla ilgili olarak, Abdullah b. Mes’ûd (r.a.), Hz. Peygamber’le birlikte oldukları bir yolculuk esnasında yaşanan olayı nakletmektedir. Buna göre, yolculuk sırasında orada bulunanlar iki tane yavrusuyla birlikte bir kaya kuşu görmüşler ve yavruları yakalamışlardı. Bunun üzerine anne kuş gelip onların yanında çırpınmaya başlamıştı. Tam o sırada Allah Resûlü onların yanına geldi ve yapılanlar karşısında “Bu kuşu yavrularından dolayı üzen kim? Hemen yavrularını ona geri verin!” buyurdu. Hz. Peygamber, aynı kişilerin bir karınca yuvasını da bilinçsizce ateşe verdiklerini görünce bunu kimin yaptığını sormuş ve onlara: “Ateşle azap etmek ancak ateşin Rabbine mahsustur!” şeklinde uyarıda bulunmuştu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 112) - RAHMET ELÇİSİ’NİN HAYVANLARA MERHAMETİ
[12.09.2023 18:43] Annem: Mikat İle İlgili Bilgiler
25- Hac için afaktan (Mikat dışından) gelenler için ihrama girecekleri belli yerler vardır ki, bunlar beş yerdir. Bunların her birine "Mikat" denir. Çoğulu "Mevakıt" dır. Bunlar: "Zülhuleyfe, Zati Irk, Cuhfe, Karn, Yelemlem" denilen yerlerdir. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girebilirler. Öyle ki, Süveyş yolu ile hacca gidenler "Rabiğ" hizasında ihrama girerler. Burası Şamlıların mikatı olan ve Mekke'ye üç merhale uzakta bulunan, bugün izi kalmamış "Cuhfe" kasabası yakınındadır.
26- Bir hac yolcusu, ihramsız olarak mikatı geçerse, bakılır: Eğer henüz hac işlerini (menasikini) yapmaya başlamadan mikata dönerse, ihrama girerek telbiyede bulunur. Böylece kendisine bir ceza gerekmez. Fakat mikata dönmez de sonradan ihrama niyet ederse veya hac menasikinden birini yaptıktan sonra ihram için mikata dönerse, ceza olarak kurban (bir koyun kesmek) gerekir. Haccın kaçırılmasından korkulmazsa, mikata dönmek daha faziletlidir.
27- Mekke'de bulunaların hac için mikatları, bulundukları Mekke'dir. Bu şehirden ihrama girerler. İsterse Mekke halkından olmasınlar. Fakat Umre yapmak için Harem bölgesi dışına çıkar ve oradan, çoğunlukla "Tenîm
[12.09.2023 18:43] Annem: olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider.

Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani

dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur.

Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz.

Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete inanmakt
[12.09.2023 18:43] Annem: Sünnet 19, (4727).

1661 - Hz.Abbas İbnu Abdilmuttalib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bathâ nâm mevkide, aralarında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.

"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Buna müzn de denir" dedi. Oradakiler:

"Evet müzn de denir" dediler. Bunun üzerine Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) :

"Anân da denir" buyurdu. Ashab da:

"Evet anân da denir" dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.

"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.

"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:

"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabâni keçi (süretinde melek) var. Bunların sınnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisirıde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir."

Tirmizî, Tefsir, Hâkka, (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâve, Mukaddime 13, (193).

Bir rivâyette şu açıklama yer alır: "Bu hadisi Câmiu'1-Usül sâhibi, Kütüb-i Sitte'ye dâhil kitaplardan hiçbirine nisbet etmemiştir."

Katâde ve Abdullah'dan yapılan bir rivayet şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashalbıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti:

"Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, el-anân (denen buluttur), bu arzımızın sakasıdır. Allah Teâlâ bunu kendisine hiç ibâdet etmeyen bir kavme göndererek (su ihtiyaçlarını görür)" dedi. Bir müddet sonra devamla:

"Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde diğer bir sema vardır" dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra konuşmasına devamla:

"İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musuzıuz?" diye sorduktan sonra "Beş yüz yıl!" dedi. Sonra tekrar:

"Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun gerisinde Arş var. Allah, Arş'ın fevkindedir. Ademoğlunun ef'âlinden hiçbiri O'na gizli kalmaz" buyurdu. Sonra tekrar:

"Bu arz nedir, biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var. Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı" hadisi zikretti."

1662 - Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan yapılan rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)şöyle buyurmuştur: "Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir. "

Derim ki: "Tirmizî'nin Câmi'inde yer alan Katâde hadisi, bazı takdim ve te'hirler, ziyâde ve noksanlarla Hasan Basri an Ebî Hüreyre tarikinden merfu olarak gelmiştir.

Allahu a'lem.

1663 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bedevî gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü, (kuraklıktan) insanlar meşakkate düştüler. Aile efradı zayiata uğradı. Hayvanlarımız da helâk oldular. Bizim için Allah'a dua et, su göndersin. Zîra biz Allah'a karşı senin şefaatini, sana karşı da Allah'ın şefaatini taleb ediyoruz!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama şu mukabelede bulundu:

"Yazık sana, söylediğin şeyin idrakinde misin ? Sübhanallah!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sübhanallahları o kadar tekrar etti ki bunun tesiri Ashab'ın yüzünden okunmaya başladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne şöyle d
[12.09.2023 18:44] Annem: 1665 - Hz. Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Güneş batarken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte mescidde idim. Bana:

"Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben:

"Allah ve Resûlü daha iyi bilirler!" dedim.

"Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenâb-ı Hakk'ın şu sözü haber vermektedir. (Mealen): "Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir"(Yâsin 38).

Buhârî, Tefsir Yâ-sin 1, Bed'u'1-Halk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İmân 250, (159); Tirmizî, Tefsir, Yâ-sin, (4225).

1666 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki.: "Güneş ve Ay kıyamet günü sarılırlar."

Buhâî, Bed'ül-Halk 4.

1667 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Yahudiler, gök gürültüsünün ne olduğunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den sordular:

"Bulutlara müvekkel olan melektir. Berâberinde ateşten kamçılar var. Bununla bulutları Allah'ın dilediği yere sevkeder"diye cevap verdi.

Onlar tekrar sordular:

"Ya şu işitilen ses, o nedir?"

"Bu, bulutların istenen yere gitmeleri için onlara yapılan bir
[12.09.2023 18:44] Annem: söz konusu olmakdan çok yüksekdir. Maddeden yapılmış olan, his organlarının esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamıyandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zemânlı ve mekânlı olan, maddesiz, zemânsız ve mekânsız olana nasıl yol bulabilir? Zevallı mahlûk, kendi âleminden dışarıya nasıl çıkabilir? Dışarıdan haber alamaz. Fârisî beyt tercemesi:

Çok iyi veyâ çok fenâ olsa da bir zerre,
Ömrünce dolaşsa, gezer kendi âleminde!

Bu hâl, seyr-i enfüsîde de hâsıl olmakdadır. (Seyr-i enfüsî), bu yolun nihâyetinde ele geçer. Yüksek hocamız Behâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretleri buyurdu ki, (Ehlüllah, ya’nî Allah adamları, Fenâ ve Bekâ makâmına kavuşdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. Bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur). Zâriyât sûresinin yirmibirinci âyetinde meâlen, (Kendinizdedir, görmüyor musunuz?) buyuruldu. Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin ya’nî ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen şeyler hiçdir. Ya’nî, aranılana göre hiç sayılır. Yoksa, şühûd-i enfüsîye kavuşmak için, önce seyr-i âfâkî lâzımdır. Aldanmamalı! Şühûd-i enfüsîyi, şühûd-i tecellî-i sûrî ile karışdırmamalıdır. Hâşâ ikisi bir şey değildir. Tecellî-i sûrîler nasıl olursa olsun, sâlikin nefsinde ya’nî kendinde müşâhede olunurlar, ya’nî görünürler ise de, hepsi seyr-i âfâkîde hâsıl olmakdadır. Ve (İlm-ül-yakîn) mertebesinde hâsıl olurlar. Şühûd-i enfüsî ise, (Hakk-ul-yakîn) mertebesindedir. Bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. Başka kelime bulunamadığı için şühûd diyoruz. Çünki, aranılan, istenilen şey, hiçbir şeye benzemediği gibi, Ona uygun olan, Ona bağlı olan herşey de anlaşılamaz ve anlatılamaz. Anlaşılabilen şeyler, anlaşılamıyan şeylere benzemez. Fârisî iki beyt tercemesi:

Anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıkdır,
Nâsın Rabbi, kuluna böyle bağlıdır!
İnsan bu bağlılığı anlamaz aslâ,
Herşeyi bilir, cânını bilen Mevlâ!

Şühûd-i enfüsîyi bu şühûd-i sûrî ile karışdırmak, insanın her iki makâmda Bekâ hâsıl etmesinden ileri gelmekdedir. Çünki, tecellî-i sûrî, sâliki fânî yapmaz. Birçok bağlılıklarını yok eder ise de, fenâya kadar götüremez. Bundan dolayı, bu tecellîde, sâlikin varlığından birşeyler bulunmakdadır. Seyr-i enfüsî, tâm Fenâdan ve son Bekâdan sonra olduğundan ve sâlikin anlayışı az olduğundan, bu iki Bekâyı birbirinden ayıramaz. İkisini birleşmiş sanır. Eğer bu ikinci bekâya (Bekâ-billah) denildiğini ve bu varlığa, Allahü teâlânın verdiği vücûd denildiğini bilseydi, ikisini karışdırmakdan kurtulurdu.

Süâl: (Bekâ-billah) demek, kendini Hak teâlâ olarak bulmak değil midir?

Cevâb: Hayır, öyle değildir. Tesavvuf büyüklerinin birkaçının sözlerinden böyle olduğu anlaşılmakda ise de, bu bekâ, birçoklarına, cezbe makâmında, kendilerini yok bildikden sonra hâsıl olmakdadır. Kendilerini böyle yok bilmeleri, Fenâ makâmına kavuşmağa benzemekdedir. Nakşibendiyye büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” bu Bekâya (Vücûd-i adem) adını vermişlerdir. Bu, fenâdan öncedir. Bu hâl yok olabilir. Yok olduğu görülmüşdür de. Zemân olur ki, bu hâli ondan alırlar. Sonra geri verirler. Tam Fenâdan sonra hâsıl olan Bekâ ise, hiç yok olmaz. Hiç sarsılmaz. Bunların Fenâsı, devâmlıdır. Bekâda iken fânîdirler. Fenâda iken de bâkîdirler. Çabuk geçen, tükenen fenâ ve bekâ, kalbin hâlleri ve değişiklikleri sırasında gelip geçici şeylerdir. Bizim anlatmak istediğimiz ise, böyle değildir. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirreh” buyurdu ki, (Vücûd-i adem denilen hâl, insanın tabî’î hâline döner.
[12.09.2023 18:45] Annem: Cahiliye Dönemi Ahlakına Kısa Bir Bakış

Ana Sayfa
İslam Ahlakı
Cahiliye Dönemi Ahlakına Kısa Bir Bakış
İlgili
 

 İslam Ahlakı

 


II. TARİH ve LİTERATÜR

A) Cahiliye Dönemi Ahlakına Kısa Bir Bakış

İslam öncesi Araplarının ahlak zihniyeti hakkındaki en önemli kaynaklar Cahiliye şiiri, atasözleri (emsal) ve hitabet örnekleriyle Kur’an, hadisler ve ilk döneme ait diğer İslami belgeler; Roma, Bizans, İran gibi yabancı kaynaklardır. Özellikle Cahiliye şiiri, atasözleri ve hitabet örneklerinden edinilen bilgilere göre Cahiliye edebiyatında ahlak ve bu kelimenin tekili olan hulk nadiren kullanılmıştır. Kabileci Arap toplum yapısında hayatta kalma mücadelesi, aşiret insanının herhalde en temel meşguliyetiydi; bu da büyük ölçüde kabilenin insan ve mal gücü yanında manevi gücüne ve saygınlığına bağlı bulunduğu için özellikle şeref, cesaret ve cömertlik Cahiliye ahlakında bütün erdemlerin en üstünde yer alıyordu; bu erdemler de genellikle mürüvvet (mürue) kavramıyla ifade ediliyordu. Bununla bağlantılı başka bir kavram da asabiyettir.

a) Mürüvvet, geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. Kısaca “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın Roma’daki “summum bonum” (hayırların hayırı) tabirinin dengi olduğu düşünülebilir. Cahiliye Arapları’nın anlayışında mürüvvet, başta hilim olmak üzere sabır, bağışlama, misafirperverlik, yoksullara yardım, iyi komşuluk, zayıfları koruma gibi erdemleri kapsamaktaydı. Ancak diğer birçok kavramda olduğu gibi mürüvvette de hayret verici bir anlam sapması olmuş; bu kavram, “kandan başka hiçbir şeyin gideremeyeceği azap verici bir susuzluk” ve “delilik diye anlatılabilecek bir şeref hastalığı” halini almıştı (bk. İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, s. 101).

Cahiliye dönemi ahlak zihniyetini içeren literatürde, mürüvvet gibi onunla az çok ilgisi bulunan hayır, maruf, hak, şecaat, kerem, seha, cud, vefa vb. ahlaki muhteva taşıyan kavramlar ve bunların zıtlarının kullanımı da oldukça yaygındı. Ancak bütün bu kavramlar ve terimler, yüksek ve evrensel bir ahlak anlayışını ifade etmekten geniş ölçüde uzak olup dünyevi ve kabileci bir karakter taşımaktaydı.

b) Asabiyet, kısaca kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlaki zihniyet ve değerlerine hakim olan Cahiliye ruhunu yansıtmaktaydı.

Kişi ve kabile şerefi, dönemin ahlak zihniyetini belirleyen etkenlerden biriydi. Bir kısmına yukarıda işaret edilen erdemlerin temel amacı da kişi ve kabile şerefini arttırmak, insanların hayranlık ve saygısını kazanmaktı. Bu dönemde iyilik için iyilik değil, onur kazanmak için iyilik anlayışı hakimdi. Bu yüzden, çoğunlukla fahr ve tefahur kelimeleriyle ifade edilen kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı, -Kur’an-ı Kerim’de de eleştirici bir surede (Tekasür suresi) bildirildiği üzereonlara zaman zaman kabirlere gidip mezar taşlarıyla övünmek gibi saçmalıklar bile yaptırırdı. Edebiyatın başlıca temalarından birinin “medih” ve “zem” olması da o dönem ahlakının egoist karakterini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. İşte asabiyet, Cahiliye ahlakının, en geniş sınırı kabileyi aşmayan bu egoist karakterini ifade eder.

Dine fazla bir ilgi duymayan, hatta dönemin hayat anlayışı, inanç ve düşüncesi hakkında en temel kaynak olan şiirde dine ve dini konulara mesela kadın, aşk ve şarap gibi hafif mevzularla medih, zem ve tefahur gibi egoist ve duygusal konulardan daha az yer veren Cahiliye Arapları’nda yine de bir Allah inancı vardı. Bununla birlikte koyu putperestlik, onların Allah’a göstermeleri beklenen saygı ve ilgilerini öldürmüş olup bu durum, dinin insanlarda bıraktığı deruni ve ahlaki tesirden Cahiliye Arapları’nı mahrum etmişti.

Hürriyet bilinci veya duygu
[12.09.2023 18:46] Annem: At Arabası

Ana Sayfa
A
At Arabası
Rüyada At Otomobiline Binmek
Rüyada At Otomobili Kullanmak
Rüyada Eşek Otomobili Görmek
Rüyada Eşek Görmek
Rüyada Eşek Anırması
Rüyada Eşekten Düşmek
Rüyada at otomobili görmek, keyfine ve huzuruna düşkün olmak biçiminde yorumlanır. Rüyayı gören kişi içmeye ayranı olmasa dahi çeşmeye atla giden öyleki esasen ekmek dahi bulmuş olmakta zahmet çekiyorken gene de lüksünden taviz vermeyen şahıs olmak suretiyle tasvir edilir. Veya bu rüyayı gören kişi için fare deliğinden geçemeyen bir de üzerine beline poşet bağlayan şahıs benzetmiş olması yapılır. Rüyada at otomobili görmek gezmiş olmayı ve gezi etmeyi çok sevmiş olan şahıs biçiminde de değerlendirmeye tabi tutulur. Rüyayı gören kişinin en büyük hayali ölmüş olmadan evvel mavi tura çıkmış olmak ve görmedik hiçbir yer bırakmış olmamaktır. Rüyası esnasında at otomobili görmüş olan kimse dünya turuna çıkmış olmayı arzulamış olan şahıs diye değerlendirmeye tabi tutulur.

 


Rüyada At Otomobiline Binmek
Üstünde durmuş olmaya hiç değmiş olmayacak, rüyayı gören kişinin keyfini kaçırmaya dahi yetmiş olmayacak bir problem yaşaması olmak suretiyle yorumlanır.

Rüyada At Otomobili Kullanmak
Rüyayı gören kişinin bir hayalinin gerçeğe dönüşeceğine işaret eder. Bununla birlikte da, fazlaca arzuladığı bir yere gideceği manasına çıkar.

Rüyada Eşek Otomobili Görmek
Uçak ile gidilecek, ülke dışındaki bir yolculuk manasına çıkar. Rüyayı gören kişinin keyfiyetten, fazlaca arzuladığı yabancı bir namzeti veya koyu görmek için istediği o yolculuğa sonunda çıkabileceği biçiminde yorumlanır.

Rüyada Eşek Görmek
Rüyayı gören kişinin moralinin bozulmaya uğramasına sebep teşkil edecek bir vaziyet yaşayacağına delalet eder. Rüya maliki, birisinden son derece sıkıntılı bir laf işitmiş olacak, buna çok içerlemiş olacak ve kızacak anlamına gelir.

Rüyada Eşek Anırması
Üzücü olaylarla karşı karşıya gelmeye ve büyük düş kırıklıkları yaşamaya işaret eder. Eşek anırmış olması, hoşa gitmeyecek bir hadisenin gerçekleşeceğinin işaretçisidir.

Rüyada Eşekten Düşmek
Rüyayı gören kişi için geçim zorluğu çekmiş olmaya ve darlık içine düşmüş olmaya işaret eder. Rüyası esnasında eşekten düştüğünü gören şahsın iyi giden yaşamı aniden bozulmuş olacak ve sorunlar ortaya çıkacak anlamına gelir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[12.09.2023 18:47] Annem: AZÂB

Ana Sayfa
A
AZÂB
İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: Nîmetlerimin kıymetlerini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım.
Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim. (İbrâhim sûresi: 7)
Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gadab ve azâb edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir… (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle. (Hadîs-i şerîf-Mir’ât-ı Kâinât)
Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ onlara, yalan söylüyorsunuz! buyurur. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-i
Seâdet)
Nasîhatların başı şudur ki: İslâmiyet’in sâhibi olan Peygamber efendimize uymak lâzımdır.
Resûlullah’a uymayanlar, âhirette azâbdan kurtulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gazâb ve azab edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete fâidesi dokunmayan şeylerle meşgul olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimse, ömründen bir saati Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçirirse, ne kadar çok pişman olsa yeridir. (İmâm-ı Gazâlî)

İlgili
GADAB (Gazab)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
CEBBÂR
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Nİ’MET (Nîmet)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[12.09.2023 18:47] Annem: Risale-i Nur şakirdlerinden
Hüsrev

* * *

Hulusi Bey’in bir fıkrasıdır
Aziz Üstadım!

Ondokuzuncu Mektub’u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almıştım. Şiddetli yağmurlu bir gece idi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum, o mübarek eser yerinde olmadığını hayretle gördüm. Eseri koyduğum ceb yırtık ve delik olmadığı gibi, ben de başka hiçbir yerde durmadığıma göre bu hale hayret etmemek kabil mi? O geceyi uykusuz geçirdim, müteessir oldum. Hazret-i Gavs’tan bu mübarek eseri istedim. Lillahilhamd ertesi günü, bu eseri dinlemekle namaza başlamış olan bir muallim vasıtasıyla bulundu. Şakır şakır yağmur altında ve çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile artık okunmayacak derece olacağını tahmin edersiniz değil mi? Şâyan-ı hayret ve cây-ı dikkat ve medar-ı ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamıştır. Hâfız-ı Hakikî o mübarek eseri, ona manen ve cidden bağlı olanlar gibi
[12.09.2023 18:48] Annem: Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir.

Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır.

İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor.

Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder.

Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin…

Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder.

Beşinci Mes’ele
Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sâkin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır. Evet telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mes’ul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şâyan noktalar vardır:

İşte çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte:

قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا ❊ هذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ

Yani: Dedi: “İhtiyar oldun.” Dedim: “Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır.”

Hem de: وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ ❊ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ

Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi; dimağdan erimiş, sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür.

Hem de: وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ ❊ فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ

Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi.

Hem de: وَكَاَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ ❊ فَاقْتَصَّ مِنْهُ وَخ�
[12.09.2023 18:48] Annem: ذَا حَسَدَ cümlesi -şedde ve tenvin sayılmaz- yine bin üçyüz kırkyedi (1347) edip, aynı tarihte, ecnebi muahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde ikinci harb-i umumîyi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mana-yı işarî ile tam tamına tevafuku ve manen tetabuku, elbette bu kudsî surenin bir lem’a-i i’caz-ı gaybîsidir.

Bir İhtar: Herbir âyetin müteaddid manaları vardır. Hem herbir mana küllîdir. Her asırda efradı bulunur. Bahsimizde bu asrımıza bakan yalnız mana-yı işarî tabakasıdır. Hem o küllî manada, asrımız bir ferddir. Fakat hususiyet kesbetmiş ki, ona tarihiyle bakar. Ben dört senedir, bu harbin ne safahatını ve ne de neticelerini ve ne de sulh olmuş olmamış bilmediğimden ve sormadığımdan, bu kudsî surenin daha ne kadar bu asra ve bu harbe işareti var diye daha onun kapısını çalmadım. Yoksa bu hazinede daha çok esrar var olduğunu Risale-i Nur’un eczalarında, hususan Rumuzat-ı Semaniye Risalelerinde beyan ve isbat edildiğinden onlara havale edip kısa kesiyorum.

Hatıra gelebilen bir sualin cevabıdır:

Bu lem’a-i i’caziyede, baştaki مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ da hem مِنْ hem شَرِّ kelimeleri hesaba girmesi ve âhirde وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ yalnız شَرِّ kelimesi girmesi, وَمِنْ girmemesi ve وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ ikisi de hesab edilmemesi gayet ince ve latif bir münasebete îma ve remz içindir. Çünki, halklarda şerden başka hayırlar da var. Hem bütün şer herkese gelmez. Buna remzen, bazıyeti ifade eden مِنْ ve شَرِّ girmişler. Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir, bazıyete lüzum yoktur. Ve اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ remziyle, kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların tahribata ait bütün işleri ayn-ı şerdir diye, daha شَرِّ kelimesine lüzum kalmadı.

Bu Sureye Ait Bir Nükte-i İ’caziyenin Haşiyesidir:

Nasıl bu sure, beş cümlesinden dört cümlesi ile bu asrımızın dört büyük şerli inkılablarına ve fırtınalarına mana-yı işarî ile bakar; aynen öyle de, dört defa tekraren مِنْ شَرِّ -şedde sayılmaz- kelimesiyle âlem-i İslâmca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbasi Devleti’nin inkıraz zamanının asrına, dört defa mana-yı işarî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar. Evet -şeddesiz- شَرِّ beşyüz (500) eder; مِنْ doksan (90)dır. İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde, istikbalden haber veren İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (K.S.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ kelimeleri bu zamana değil, belki غَاسِقٍ binyüz altmışbir (1161) ve اِذَا وَقَبَ sekizyüzon (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî manevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Miladi bin dokuzyüz yetmişbir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.

Onbirinci Mes’elenin Haşiyesinin Bir Lâhikasıdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

Âyet-ül Kürsî’nin tetimmesi olan لاَ اِكْرَاهَ فِى (الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ) مِنَ الْغَىِّ bin üçyüz elli
[12.09.2023 18:48] Annem: Ondokuzuncu Mektub
Bu risale, üçyüzden fazla mu’cizatı beyan eder. Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) mu’cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu’cizenin bir kerametidir. Üç-dört nev’ ile hârika olmuştur:

Birincisi: Nakil ve rivayet olmakla beraber, yüz sahifeden fazla olduğu halde, kitablara müracaat edilmeden, ezber olarak, dağ, bağ köşelerinde, üç-dört gün zarfında her günde iki-üç saat çalışmak şartıyla mecmuu oniki saatte te’lif edilmesi, hârika bir vakıadır.

İkincisi: Bu risale, uzunluğu ile beraber ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tenbel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki; bu sıkıntılı ve usançlı bir zamanda, bu civarda bir sene zarfında yetmiş adede yakın nüshalar yazıldığı, o mu’cize-i Risaletin bir kerameti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi
[12.09.2023 18:49] Annem: Said Nursî

* * *

(Emin ve Küçük Hüsrev Feyzi’nin bir fıkrasıdır)

Hizmet-i Kur’aniyede bizi sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zâtlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddid fıkralar yazmışlar. Biz de bu kardeşlerimizin fıkraları gibi, bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisatı kaydedeceğiz. Nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz.

Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarfolunan şekerleri
[12.09.2023 18:49] Annem: Yirmidördüncü Söz' den)
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var.

Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım!

Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.)

Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.

Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat’î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddi
[12.09.2023 18:50] Annem: Bedîüzzaman’ın bir taraftan ehl-i siyasetle, diğer taraftan halk tabakası ve aşiretlerle muhaveresi, şübhesiz ki gayet merakaverdir. Bütün bunlarda; bu zâtın yegâne azim ve gayesinin İslâmiyet nurunun ve Kur’an hakikatlarının dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir dellâl-ı Kur’an vazifesini bütün hayatında îfa ettiği görülmektedir.

* * *

Bedîüzzaman’ın, Şarkdaki aşairle muhavere ve münazaralarından birkaç misal
Sual: Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?

Elcevab: İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan ve herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye
[12.09.2023 18:50] Annem: İnsan cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gazabiye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.

İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve gazabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibadettir; zahirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.

İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

Kur’an-ı Kerim vakta ki يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile: “Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’an-ı Kerim رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ ilh.. cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni’in vücud u vahdetine dair bürhanları zikretmeye başladı.

Tevhid'in İsbatı
Mukaddeme

Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale “bürhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de “bürhan-ı innî” denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir.

Bu âyetin, Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, “inayet delili”dir. Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva’ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan
[12.09.2023 18:51] Annem: küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gazabiye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.

İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve gazabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibadettir; zahirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.

İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

Kur’an-ı Kerim vakta ki يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile: “Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’an-ı Kerim رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ ilh.. cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni’in vücud u vahdetine dair bürhanları zikretmeye başladı.

Tevhid'in İsbatı
Mukaddeme

Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale “bürhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de “bürhan-ı innî” denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir.

Bu âyetin, Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, “inayet delili”dir. Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva’ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur’aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi’in mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o nâzımın kasd u hikmetine de delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.

Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kādir değilsen, insanların telahuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev’-i beşerin havâssı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.

Evet kâinatın herbir nev’ine dair bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delalet eder. Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz. Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir amame var
[12.09.2023 18:51] Annem: Müdürlüğü’ne

Ben sizin insaniyet ve vicdanınıza itimaden, mahrem işlerimi size beyan ediyorum. Hem vazife itibariyle siz, bizimle pek çok alâkadarsınız. Çünki Risale-i Nur’un asayiş noktasında yirmi seneden beri yüzbin şakirdinden hiçbir vukuat olmadığı gibi; pek çok zabıta memurlarının itiraflarıyla ve bir şey aleyhimizde kaydetmemeleriyle, bunu isbat eder. Buraya, Ankara emniyet-i umumiye müdürü geldiğini bir çocuktan işittim. Her halde benim halimi soracak diye bir şey kaleme aldım ki, rahatsızlığım münasebetiyle ona konuşmak yerinde takdim edeyim. Birden gittiğini işittim. Size leffen onu gönderiyorum; münasib görseniz, bera-yı malûmat ona gönderirsiniz. Ben dünya işlerini bilmiyorum, halklar ile görüşemiyorum. Senden başka burada kimsem yok ki re’yini alayım. Benim şahsıma ait mes’ele gerçi çok ehemmiyetsizdir, cüz’îdir; fakat Risale-i Nur’a ait mes’ele; bu vatan ve millette pek çok ehemmiyeti var.

Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.

Said Nursî

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Aliköyü’nde Risale-i Nur şakirdlerinden Ali Efendi, münafıklar hakkında bir âyet-i kerimeyi soruyor. Şimdi zamanım izaha müsaid olmadığı için kısaca bir-iki cümle beyan ediyorum.

“Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz.” mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şübhe ile, münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lâ ilahe illallah” der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatına dâhil olmamak lâzım gelir. Çünki münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.) Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise; değil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt’in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e ilişmeseler, Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.

Hem madem Risale-i Nur şakirdlerinin en büyük üstadı, Peygamber’den (A.S.M.) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle İmam-ı Ali Radıyallahü Anhu’dur; onun muhabbetini dava eden Şiîler, Alevîler, Risale-i Nur’un derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyt’e muhabbet davaları yanlış olur. Zâten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Ali’nin himmetiyle masumlar Risale-i Nur’u şevk ile yazmalarını işittim. Hattâ o zamanda, o köyü de duama dâhil etmiştim. İnşâallah yine orada imam olmak istenilen kardeşimiz Ali’nin himmetiyle ve Hâfız Ali’nin (R.H.) vârisi Küçük Ali gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların hakkındaki dualarım boş gitmeyecek; o köydeki iki kısım Sünnî, Alevî ittifak edecek.

* * *

Geçen hâdise-i ihanetten merak etmeyiniz. O hâdise söndü, plânları akîm kaldı. O yapan adam da, şimdi kendini nefret-i umumîden kurtarmak için yeminler ile inkâr ediyor. Ben onu, o olduğunu bilmedim. Yoksa ilişmezdim. Zâten iliştiği yoktur. Elini uzattı, başımdaki mendili açtı. Hem de buraya Ankara emniyet müdür-ü umumîsi mühim memurlar ile buraya gelmesini haber aldığı için o ihanete cesaret
[12.09.2023 18:52] Annem: ! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki; küllü cüz’de, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder. Meselâ: Küçük bir kabarcıkta, güneşin tamamıyla tecelliyatını ister. Bunu göremediği için, o kabarcıktaki cilvenin güneşten olduğunu inkâr eder. Halbuki şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.

Ve keza delalet etmek tazammun etmeği iktiza etmez. Meselâ: Kabarcıktaki güneşin cilvesi güneşin vücuduna delalet eder, fakat güneşi tazammun edemez, yani içine alamaz. Ve keza bir şeyi bir şeyle tavsif edenin, o şeyle muttasıf olması lâzım gelmez. Meselâ, şeffaf bir zerre, şemsi tavsif eder, fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni’-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni’ olamaz…

Remz

Arkadaş! Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise, suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir. Meselâ: Bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baîdeden celb ile gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.

Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde ne için kâfirler kabul ediyorlar?

Cevab: Kasden ve bizzât kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk heva-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkilleşir. İman ise, kasden ve bizzât takib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.

Remz

Arkadaş! Bir kelime-i vâhidenin işitilmesinde, bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da -Kudret-i Ezeliyeye nisbeten- bir şey, bin şey birdir. Nev’ ile ferd arasında fark yoktur.

Remz
[12.09.2023 18:52] Annem: Arkadaş! Bütün zamanlarda, bütün insanların maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin için nâzil olan Kur’anın hârikulâde haiz olduğu câmiiyet ve vüs’at ile beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı müraat ve okşamalar, bilhâssa en büyük tabakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehmini okşayarak, tevcih-i hitab esnasında yaptığı tenezzülât, Kur’anın kemal-i belâgatına delil ve bahir bir bürhan olduğu halde, hasta olan nefislerin dalaletine sebeb olmuştur. Çünki zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisce, zekâca, gabavetçe bir değildir. Kur’an mürşiddir, irşad umumî oluyor. Bunun için, Kur’an’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatabların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. Hakikat-ı hal bu merkezde iken, en yüksek, en güzel ifade çeşitlerini Kur’anın herbir ifadesinde aramak hata olduğu gibi; muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslûbun mizan ve mirsadıyla mütekellime bakan elbette dalalete düşer.

Remz

Arkadaş! Dünyanın üç vechi vardır
[12.09.2023 18:53] Annem: Hâtime
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

[Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder.

Meselâ; şu karyede (yani Barla’da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise
[12.09.2023 18:53] Annem: etmişim ki: Yüzde on ehl-i fesad yüzde doksan ehl-i salahı mağlub ediyordu. Hayretle merak ettim, tedkik ederek kat’iyyen anladım ki: O galebe kuvvetten, kudretten gelmiyor, belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ sırrıyla, اَلْحَقُّ يَعْلُو وَلاَ يُعْلَى عَلَيْهِ düsturuyla: Onların o muvakkat galebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir.

İşte dalalette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hodfüruş, şöhretperest, riyakâr insanlar ve az bir şeyle iktidarlarını göstermek ve ihafe ve ızrar cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. Tâ görünsün ve nazar-ı dikkat ona celbolunsun. Ve iktidar ve kudretle değil, belki terk ve ataletle sebebiyet verdiği tahribat ona isnad edilip, ondan bahsedilsin. Nasılki böyle şöhret divanelerinden birisi, namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ ondan lanetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lanetli şöhreti hoş göstermiş diye darb-ı mesel olmuş.

Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtela olan bîçare insan! فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver! Bak ne diyor? Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki: “Ehl-i dalaletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar.” Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki: “Ehl-i hidayetin ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar.” Çünki ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinat’ı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalalet gibi tahkir ve zımnî adavet etmezler.

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi’ isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar. Eğer Eûzü billahi mineşşeytanirracîm deyip, Kur’ana ve Habib-i Rahman’a tâbi’ isen; o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup manen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi’ ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler.

ONÜÇÜNCÜ İŞARET: “Üç Nokta”dır.

Birinci Nokta: Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kāsır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.

Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: “Allahü Ekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de “Allahü Ekber”dir. Evet “Allahü Ekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları
[12.09.2023 18:53] Annem: Kerim-i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbaniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör.

Hem Fettah ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olarak bütün hayvanatın, su katrelerinden açılan pek çok manidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar sîmalarına bak, fettahiyet ve musavviriyet-i İlahiyenin mu’cizatlı cemalini gör.

İşte bu mezkûr misallere kıyasen esma-i hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; bir tek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet’i iman gözüyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî’nin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun. Eğer dalaletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın manen menfurları olursun.

Beşinci Nokta: Nasılki yüzer hüner ve san’at ve kemal ve cemalleri bulunan bir zât; herbir hüner kendini teşhir etmek ve her bir güzel san’at kendini takdir ettirmek ve herbir kemal kendini izhar etmek ve herbir cemal kendini göstermek istemesi kaidesince o zât dahi bütün hünerlerini ve san’atlarını ve kemalâtını ve gizli güzelliklerini tarif edecek, teşhir edecek, gösterecek olan bir hârika sarayı yapmış. Her kim o mu’cizeli sarayı temaşa etse, birden ustasının ve sahibinin hünerlerine ve mehasinine ve kemalâtına intikal eder ve gözüyle görür gibi inanır, tasdik eder ve der ki: “Her cihetle güzel ve hünerli olmayan bir zât, böyle her cihetle güzel bir eserin masdarı, mûcidi ve taklidsiz muhterii olamaz. Belki onun manevî hüsünleri ve kemalleri bu saray ile tecessüm etmiş gibidir.” hükmeder. Aynen öyle de, bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş. Evet madem bu saray-ı âlemin başka emsali yok ki güzellikleri ondan iktibas edip taklid edilsin. Elbette ve her halde bunun ustası kendi zâtında ve esmasında kendine lâyık güzellikleri var ki, kâinat ondan iktibas ediyor ve ona göre yapılmış ve onları ifade etmek için bir kitab gibi yazılmış.

Üçüncü Bürhan’ın üç nüktesi var:

Birinci Nükte: Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfında gayet güzel bir tafsil ve kuvvetli hüccetlerle beyan edilen bir hakikattır. Tafsilini ona havale ederek burada kısa bir işaretle ona bakacağız; şöyle ki:

Bu masnuata, hususan hayvanat ve nebatata bakıyoruz, görüyoruz ki: Kasd ve iradeyi gösteren ve ilim ve hikmeti bildiren daimî bir tezyin, bir süslemek ve tesadüfe hamli imkânsız bir tanzim, bir güzelleştirmek hükmediyor. Hem kendi san’atını beğendirmek ve nazar-ı dikkati celbetmek ve masnuunu ve seyircilerini memnun etmek için her şeyde öyle bir nazik san’at ve ince hikmet ve âlî zînet ve şefkatli bir tertib ve tatlı vaziyet görünüyor; bedahet derecesinde anlaşılır ki, kendini zîşuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb arkasında öyle bir san’atkâr var ki, herbir san’atıyla çok hünerlerini ve kemalâtını teşhir ile kendini sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ister. Hem zîşuur mahlukları minnetdar ve mesrur ve kendine dost etmek için tesadüfe havalesi imkân haricinde ve umulmadığı yerden leziz nimetlerin her çeşidini onlara ihsan ediyor. Hem derin bir şefka
[12.09.2023 18:54] Annem: ); Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir.

Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganîmet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurlara alâ kadr-it tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ

Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi bir kerre daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.

Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş.

وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz.

Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum 10(Haşiye). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’aniyedendir.

İkinci Mes’ele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizb-üş şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhane-i Kur’andan aldığı acib silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî’ üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun.

Üçüncü Mes’ele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev’inden kaleme
[12.09.2023 18:54] Annem: MAKALE..........   EYLÜL HÜZNÜ

Yirmisekiz sene önce bir Eylül günü Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimle gelmiş bugün bile sağ olsa, seçimi kazanacağında şüphe bulunmayan Başbakanı Adnan Menderes’i Kıbrıs’ın vatanımıza kazandırılmasında büyük hizmet gösteren Dışişleri Bakan’ıyla, Maliye Bakanını asmışlardı... Hüzünlü günlerdi. Millet şaşırmıştı, beklenmemişti böyle bir şey, en mâsûm bir gösteri bile yapamamıştı...

O zamanlar gazetelerimizin hemen hiç birinde “İnsan Hakları” feryâdı yoktu... Ölüm cezasına karşı çıkan, onu gayri medeni bulan da. Hapishanelerin insanîleştirilmesinden bahsedenler de yoktu...

Yâni bugünkü hâl ile tam tezat... Ne ölüm cezasına karşı çıkma, ne mahpusların hayatlarını insanileştirme, ne insan hakları, ne siyâsi suç kavramı, ne düşünce suçu, ne şu ne bu, hiçbirisi yoktu... 

Ama bugün, eli kanlı teröristlere, beşer onar adam öldürmüş kişilere gelince onların şahsında idam cezasına karşı çıkanlar mangalda kül bırakmıyorlar... Dışarı kaçınca yine şuç işleyen, yani adam öldürenlerin içerideki arkadaşlarına, insanca şartlar isteyenler gırla...

Pekiyi, ama; kim bu kampanyayı yürütenler? Teröristlerin, anarşist katillerin insan haklarını korumaya kalkanlar?

Kim olacak, bundan yirmisekiz sene önce, bütün bir parlamentonun idam edilmesi için alkış tutanlar, asılanların az olduğunu ifade edenler...

Bu satırları yazışım, bâzı kişilerin idamını talep etmek asla değil. Ey bunları asanlar ve ey şunları asamayanlar! Sizin hangi yaptığınız adâletti? Bu iki şıktan hangisi adâlete uygun? Belki birisi... Amma kim, hangi vicdan çıkıp da “İkiside adâlete uygundur.” diyebilir?

Ergun Göze TÜRKİYE GAZETESİ

FIKRA.........İKİ KAFADAR

İki kafadar, bir iş için açılan imtihanda, birbirine yakın otururlar. İmtihan başlar. Biraz sonra biri, boş kağıdı verip çıkar. Diğeri en sonunda verir.

Önce çıkan, diğerine sorar:

- Geç çıktığına göre, bütün soruları cevaplandırmışsındır.

- Ben de boş kağıt verdim.

- Niye bu kadar geç kaldın?

- Birbirimize yakın oturuyorduk ya. Senden kopya çektiğimi zannetmesinler diye geç verdim.

 


12.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[12.09.2023 18:54] Annem: 'Kalp hastalıkları içinde hasetten daha zararlısı yoktur. Çoğunlukla âlimlerin âfeti bu yüzdendir.' Seyyid Sıbgatullah Arvâsî [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[12.09.2023 18:55] Annem: Kalbin Perdeleri

Öyle lokma var ki, insanı uzun yıllar ibadetten keser. Öyle söz var ki, adamın kalbini taş eder. Öyle bakışlar var ki, insanın maneviyatını mahveder. Şunu bilmeliyiz ki, Allah ile kulu arasında aslında perde yoktur. Fakat tıpkı güneş ışığının dünyamıza ve bedenimize gelmesi gibi bir durum vardır. Bizimle güneş arasında dünyanın çevresinde bulunan perdeler güneş ışığının tamamıyla bize ulaşmasına mani olur.

Bu mani oluş insanın iyiliğinedir. Atmosferin güneş ışığını belli ölçüde engelleyecek özelliği olmasa ya da tenimiz uzun süre doğrudan güneşe mâruz kalsa zarar görürüz. Fakat Allah ile kulu arasındaki durum burada farklılık gösterir. Allah ile kul arasında perdelerin, engellerin olması insan için iyilik değil, büyük bir eksiklik olarak ortaya çıkar.

Kulun nefsanî kirleri, şeytanın kandırmaları, asrın çirkin işleri Allah’ın rahmetine engel olur, perde olur. Nasıl ki şemsiye yağmura mani olursa bizim çirkin işlerimiz, yirmi dört saat hiç kesilmeyen ilâhî rahmeti, rabbanî feyzi perdeler, bize ulaşmasını engeller.

Semerkand Takvimi
[12.09.2023 18:55] Annem: “Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’den bir şey istendiği zaman asla yok demezdi.”
Buhari, Edeb 39, Müslim, Fezail 56)
[12.09.2023 18:55] Annem: Daha önce inkar edip de inkarlarının cezasını tadanların haberi size gelmedi mi? Onlar için elem dolu bir azap da vardır.
Tegâbün Sûresi 5.Ayet
[12.09.2023 18:55] Annem: BAZI DUÂLAR
Sabahleyin Evden Çıkarken Okunur
“Bismillâhi tevekkeltü ‘alellâh. Lâ havle ve lâ kuvvete
illâ billâhi’l-‘aliyyi’l-‘a€îm.”37
Sabah ve Akşam Bilhassa Çarşı ve Pazarda Okunur:
L¼ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü
ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ
yemût. Bi yedihi’l-‡ayr ve hüve ‘alâ külli şey’in kadîr.38
Bu duâ her sabah ve akşam 11 defa okunur. Çarşıya
çıkarken, yollarda, sokaklarda, her yerde okunur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bunu okuyana
Cenâb-ı Hak milyon hasene verir, milyon günahını
siler, derecesini de milyon yükseltir.” buyurmuşlardır.
Okuyan mü’minin imanı tazelenmiş olur. Bu
dua Resûlullâh’ın (s.a.v.) şefâatine en büyük vesiledir.
Vasıtalara Binerken Okunacak Duâ:
Bismillâhi mecrâhâ ve mürsâhâ inne Rabbî
le-˘afûrun Rahîm.3
Sabah Akşam Okunacak Duâ
Sübhânellâhi mil’el-mîzâni ve müntehe’l-‘ılmi ve
meble¯a’r-ri˚â ve zinete’l-‘arş.40
Bu dua sabah ve akşam üç defa okunur. Ömrün
uzun ve mes’ud olmasına, imanla ölmeye, kabir azabından
kurtulmaya, sırat köprüsünden geçmeye ve
cennete vâsıl olmaya vesile olur.
Helâya Girerken Okunacak Duâ
E‘û◊ü billâhi mine’l-‡ubusi ve’l-‡abâi¤.
Helâdan Çıkınca Okunacak Duâ
Elhamdü lillâhille◊î e◊hebe ‘anne’l-e◊â ve ‘âfânî min
׉lik.42
Helâdan çıkınca bu duâyı okumaya devam edenler
idrâr ve abdest yollarında hastalık görmezler.
Helâ ve hamama sol ayakla girilir, sağ ayakla çıkılır.
Eve ve camiye ise sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır.
Korkulu Bir Rüya Görünce Yapılacak Duâ
Korkulu bir rüya gören kimse, rüyanın kötüye çıkmaması
için “Hüvellâhüllezî...” âyetinden başlayıp Haşir
Sûresi’nin sonuna kadar okur ve bir Fâtiha, onbir ihlâs-ı
şerîf okuyup Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) rûhuna
hediye ederek, “Yâ Rabbi, eğer gördüğüm şu rüya hayır ise
hayrında dâim, şerse hayra tebdîl eyle. Hayır ise
bize, şer ise düşmanlarımıza olsun.” diye duâ
eder.
Hayırlı bir rüyanın da çabuk çıkması için, yine bir
Fâtiha, onbir İhlâs-ı şerîf okunup, Resûlullah Efendimiz’e
hediye edilmelidir.
Zengin Olmak İçin
Yâ Hamîde’l-fi‘âli ◊e’l-menni ‘alâ cemî‘ı ‡alkıhî bi lutfihî
Uyumadan Önce Okunacak Duâ
Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ.4
Uyanınca Okunacak Duâ
Elhamdü lillâhille◊î ahyânâ ba‘de mâ emâtenâ ve
ileyhi’l-ba‘¤ü ve’n-nüşûr.45
...Daha az
[12.09.2023 18:55] Annem: “Allah’ım! Bildiğin her zararlı şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Bildiğin her hayırlı şeyi senden istiyorum. Bildiğin her günah için bağışlamanı diliyorum. Sen gizli olan şeyleri en iyi bilensin.” (Tirmizi, Deveat, 23)
[12.09.2023 18:56] Annem: VATAN SEVGİSİ
İnsanlar, dünyada bir yuvaya muhtaç oldukları gibi, millet ola- rak da bir vatana muhtaçtırlar. Evsiz barksız insanların dünya- da huzur içerisinde yaşayamadıkları gibi, vatansız insanların da huzur ve saadet içerisinde yaşamaları mümkün değildir. Onun için büyüklerimiz; “Allah kimseyi dünyada vatansız, ahi- rette imansız etmesin.” demişlerdir.
Peygamber Efendimiz de, hicret ederken devesini Hazvere mevkiinde durdurarak Mekke’ye mahzun mahzun bakmış ve; “Vallahi sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım.” demiştir.

DİNÎ KAVRAMLAR
DARU’L-HADİS
Daru’l-Hadis; hadis evi, hadis okulu anlamındadır. Bu terim hadis ilimlerinin öğretildiği özel okullar için kullanılır. İslam’ın ilk dö- nemlerinde İslamî ilimlerin öğretimi mescid ve cami- lerde gerçekleşmiştir. İlk hadis öğretimi de Mescid-i Nebevî’de başlamıştır. Se- dece hadis ilimlerinin öğ- retildiği daru’l-hadisler ilk olarak Anadolu’da İlhanlılar döneminde kurulmuştur. Os- manlı döneminde de çok sa- yıda daru’l-hadis yapılmıştır.

ÖZLÜ SÖZ
Akılsız güç yıkılabilir ama yapamaz. (Cenap Şahabettin)
[12.09.2023 18:56] Annem: A) Ahlâkî Özgürlük
Özgürlük ahlâk düşüncesinin en temel problemi sayılabilir. Çünkü ahlâk insana iyiliği yapma kötülüğü terketme yönünde ödevler yükler ve bunlardan sorumlu tutar. Bunun gerçekleşebilmesi için insanın hem iyiliği isteme (irade) veya seçme (ihtiyar) özgürlüğüne hem de yapma özgürlüğüne ya da imkânına (istitâat) sahip olması gerekir.
Pratikte hiçbir insan, kendisinin temelde bu özgürlüklerden yoksun olduğunu düşünmez; hatta bu özgürlükleri doğuştan getirdiği bir hak olarak görür ve bunların elinden alınmasına kesinlikle karşı çıkar. Bununla birlikte gerek düşünce tarihinde gerekse çeşitli dinlerin teolojilerinde insanın tabiat kanunları veya Tanrı'nın iradesi karşısında özgür olup olmadığı, insanlık tarihinin en eski ve en şiddetli tartışma konuları arasında yer almıştır. Nitekim İslâm dünyasında ilk ihtilâf konusu olarak bilinen kader sorunu da esas itibariyle insanın özgür olup olmadığı ve bu özgürlüğün sınırının ne olduğu sorunudur.
Kader ve dolayısıyla insanın özgürlüğü meselesi daha İslâm'ın ilk zamanlarında müslümanların dikkatini çekmişti. Çünkü İslâm dini, bir yandan bütün varlıkların var olmasını, bütün olayların vukuunu, dolayısıyla insanların her türlü fiillerini, bu arada, "iradî" denilen davranışlarını Allah'ın ilim, irade ve kudretine bağlıyor ve bunları yaratanın Allah olduğunu; diğer yandan insanlara dinî, hukukî ve ahlâkî görev yükleyerek bunlardan sorumlu olduklarını bildiriyordu. Bu sebeple, daha Asr-ı saâdet'te konuyla ilgili sorular sorulmaya başlamıştı. Fakat İslâm Peygamber'i, konunun aklî münakaşaya elverişli olmadığını müslümanlara münasip bir dille ifade ederek onları tartışmaya girmekten menetti. Kur'ân-ı Kerîm'de de kader-insan iradesi meselesini de içine alan "müteşâbih âyetler" hakkında tartışmanın uygun olmadığına işaret edilmişti.
Ne var ki, Asr-ı saâdet'ten sonra konu ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Bu tartışmalar zamanla Cebriyye, Mu`tezile ve Ehl-i sünnet (Eş`ariyye ve Mâtürîdiyye) diye anılan başlıca üç görüş ve mezhebin doğmasına yol açtı. Bunlardan Cebriyye, insanın, Allah'ın kudret ve iradesi karşısında tam bir cebir altında bulunduğunu ve asla özgür olmadığını savunurken Mu'tezile kulların, kendi fiillerinin meydana getiricisi, yapıcısı ve yaratıcısı olduklarını, çünkü insanın irade sahibi hür bir varlık olduğunu ileri sürüyor; Resûlullah ile sahâbe-i kirâmın akaid sahasında tuttukları yolu izleyenler mânasına gelen "Ehl-i sünnet ve'l-cemâat" önderleri ise hem Allah'ın kazâ-kaderi ile küllî iradesini, hem de kulun sınırlı iradesini (irâde-i cüz'iyye) ispat etmeye çalışmak suretiyle ihtiyatlı bir yol izliyordu.
Netice itibariyle, Gazzâlî'nin de belirttiği gibi "Ehl-i sünnet mezhebi, Cebriyye ile Kaderiyye (kaderi inkâr edenler) arasında orta bir yol tuttu: Onlar, ne insanlarda (sonradan "cüz'î irade" denecek olan) ihtiyârı büsbütün yok saymışlar, ne de Allah'ın kazâ ve kaderini inkâr etmişlerdir. Aksine, kulların fiillerinin bir yönden kullardan, bir yönden de Allah'tan olduğunu, fiillerin ortaya çıkışında kulun seçme imkânının bulunduğunu ifade etmişlerdir."
Gazzâlî, bu genel prensibi kabul etmekle birlikte, tasavvufî bir üslûpla irade hürriyetinin ispat edilemez olduğunu da ifade etmektedir (geniş bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, s. 96-106).
Yukarıda işaret edilen teorik tartışmalar ne yönde gelişirse gelişsin, İslâm inancı bakımından gerçek olan şudur ki; zâtı, sıfatları ve fiilleri ile mutlak ve ortaksız olan Allah, sınırsız ilmi, iradesi ve kudreti ile bütün âlemin ve bu arada insanın her türlü faaliyetlerinin hâlik ve mâlikidir. Kur'ân-ı Kerîm'in bu inancı telkin eden âyetleri, selim akla ve mümin kalbe, ilâhî kudretin azameti karşısındaki küçüklü
[12.09.2023 18:57] Annem: O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlikta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanlari affederler Allah da güzel davranista bulunanlari sever (AL-İ İMRAN/134)

Yusuf'un yanina girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kitlik basti ve biz degersiz bir sermaye ile geldik Hakkimizi tam ölçerek ver Ayrica bize bagista da bulun Süphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandirir (YUSUF/88)

Onlari gücünüz ölçüsünde oturdugunuz yerin bir bölümünde oturtun, onlari sikistirip (gitmelerini saglamak için) kendilerine zarar vermeye kalkismayin Eger hâmile iseler, dogum yapincaya kadar nafakalarini verin Sizin için çocugu emzirirlerse onlara ücretlerini verin, aranizda uygun bir sekilde anlasin Eger anlasamazsaniz çocugu, baska bir kadin emzirecektir  (TALAK/6)
[12.09.2023 18:57] Annem: Yezid İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: " Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün" 
Tirmizî, Menâkıb 77, (3790).
[12.09.2023 18:57] Annem: Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma! [Bakara Sûresi.147]
[12.09.2023 18:57] Annem: "Rabbim! Beni, annemi babamı, inanmış olarak evime girenleri, mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla, zalimleri ise daima helak et." (Nûh, 71/28)
[12.09.2023 18:58] Annem: Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol / Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol[Mehmet Akif Ersoy]
[12.09.2023 18:58] Annem: Aşk-ı İlâhî

Allahü teâlâyı çok sevme hâli. Aşk-ı ilâhînin alâmeti, Allahü teâlânın emirlerine çok uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
[12.09.2023 18:59] Annem: Barbaros

İ. Kızıl sakallı.

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[12.09.2023 18:59] Annem: Buluğa ermeyen çocukların hutbe okuması caiz midir?

Baliğ (ergen) olmayan ancak akil olan çocuk, yetkili merciin izniyle hutbe okuyabilir, fakat namazı yetişkin bir kimsenin kıldırması gerekir (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, III, 39; Şeyhzade, Mecmau’l-enhur, I, 254).
[12.09.2023 18:59] Annem: Zulmette kalan zemîn-i Şark’a 
Saçtın yeniden semâ semâ nûr; 
Bir feyz-i azîm var ki sende 
Hayran ona bin sabâh-ı mahmûr. 
Ey leyl, devam edip gideydin: 
Ferdâyı da nûra kalbedeydin!

12 Rebîülevvel 1328 / 11 Mart 1326 
(24 Mart 1910)
[12.09.2023 19:00] Annem: 14 
Oruç: Bizden Öncekilere de 
Farz Kılınan İbadet
Cenab-ı Hakk, insanoğlunu yaratmış ancak başıboş 
bırakmayarak Peygamber vasıtasıyla ona hakikat 
yolunu göstermiştir. İlk insan olan Hz. Âdem’i dahi bu ni-
metten mahrum bırakmamış, yeryüzünde kendisinden baş-
ka insan olmadığı için onu aynı zamanda peygamber olarak 
görevlendirmiştir. Kendisinden sonra binlerce peygamber 
daha gelmiş ve her biri kendi toplumlarına kâh yazılı me-
tinlerle kâh sözlü olarak mesajlarını tebliğ etmişlerdir. “Biz 
peygamber göndermedikçe (hiçbir topluluğa) azap etmeyiz.”6
ayetinden de anlaşılacağı gibi peygamberler gönderildikleri 
toplumlara esasında aynı mesajı benzer metotlarla ulaştırma-
ya çalışmışlardır. Peygamberler zincirinin son halkası olan 
(Hatemü’l-Enbiya) Muhammed Mustafa (s.a.s.) de en büyük 
mucizesi Kur’an-ı Kerim ile gönderilerek, kendisinden önce 
gelen bütün peygamberlerin kendi toplumlarına vaz’ettikleri 
hakikatleri tüm insanlığa tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. 
Yani öncekilerin peygamberlikleri gönderildikleri toplum ile 
sınırlı iken Hz. Muhammed’in Peygamberliği evrenseldir.
Kur’an’da, pek çok emir ve nehiyle önceki toplumların 
da muhatap oldukları ifade edilmekle birlikte oruç ile ilgili 
ayetlerde bu gerçek daha da belirgin bir şekilde vurgulan-
maktadır. Şöyle ki: “Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere 
6 İsra, 17/15
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 14 27.04.2019 00:11:18
[12.09.2023 19:00] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 8 4 ∙∙∙
akıntısının yavaş yavaş yaklaşmakta olduğunu görür. Ve 
meselâ karıncanın bir süre sonra bu su akıntısı ile sürük-
leneceğini bilir. Karınca ise henüz bu çukur ve tümsekle 
karşılaşmadan onların varlığı hakkında bilgi sahibi ola-
mayacağı gibi, su kendisini aniden kapıp sürüklemeden 
önce bu konuda da bilgisi yoktur. İşte Allah’ın zaman ön-
cesindeki, ezelî ve her şeyi kuşatıcı bilgisi ile insanın kâi-
natta gerçekleşen tüm hadiseler ve başına gelecek veya 
kendi yapacağı işler hakkında bilgisi de buna benzer.
Allah’ın bilgisi ezelî olduğu gibi ebedîdir. “Geçmişimi-
zi, geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O’na 
mahsustur. Rabbin unutkan değildir.”58 âyetinde buyu-
rulduğu gibi, O’nun bilgisinin yok olması, sona ermesi, 
bilgisizlik hâline geçmesi mümkün değildir. O’nun bil-
gisinin olmadığı bir hâl düşünülemez. Çünkü bilgi sahi-
bi olmamak, cahil olmak anlamına gelir ki bu bir eksik-
liktir ve Allah her türlü eksiklikten uzaktır.59 Herhangi 
bir şeyi bilmesi, başka şeyleri bilmesine engel olamaz 
ve bilgisi dâhilinde olan şeylerin bir sonu ve sınırından 
bahsedilemez.60
Sübûtî sıfatların ikincisini teşkil eden ilim, Cenâb-ı 
Hakk’ın, evreni yaratıp idare edişine yönelik sıfatların 
en kapsamlı olanıdır. Bu sıfatın kapsamı (“taalluk”) için 
ne zaman ne de mekân sınırı vardır. Zira Allah Teâlâ geç-
mişi, içinde bulunduğumuz zaman dilimini ve geleceği 
bütün nesne ve olaylarıyla bilir. Ancak O’nun bilişi fii-
lin vuku bulmasını gerektirmez, çünkü bunun için ilâhî 
58 Meryem 19/64.
59 Eş’arî, el-İbâne an usûli’d-diyâne, 114; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd 
Tercümesi, 85; Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, 58-59; Fahreddîn er-
Râzî, Meâlimü usûli’d-dîn, 42.
60 Fahreddîn er-Râzî, Levâmiu’l-beyyinât, 223-224; Gazzâlî, el-Mak-
sadü’l-esnâ, 86-87.
ALLAHA İMAN.indd 84 12.03.2015 09:08:59
[12.09.2023 19:02] Annem: Resulullah (sav) vela'nın alım-satımını ve hibe edilmesini yasakladı." (Bazı alimler, hadisteki "... hibe edilmesini..." kısmının, Hz. Peygamber (sav)'ın sözü olamayacağnı iddia etmişlerdir.) 
Kaynak: Buhari, Itk 10, Feraiz 21; Müslim, Itk 16, (1506); Ebu Davud, Feraiz 14, (2919); Tirmizi, Büyu 20 (1236); Muvatta, Itk, 10 (2, 782); İbnu Mace, Feraiz 15, (2747); Nesai, Büyu 87, (7,306)
Rivayet: İbnu Ömer
[12.09.2023 19:02] Annem: Ravi: İbnu Ömer (ra)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İkindi namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden durumu), malını ve ehlini kaybeden kimsenin durumu gibidir."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Mevakit 14, Müslim, Mesacid 200, (626), Muvatta, Vukutu's-Salat 21, (1, 11, 12), Tirmizi, İman 9, (2622), Ebu Davud, Sünnet 15, (4678), İbnu Mace, Salat 77, (1078)

Hadisin Açıklaması:
Son beş hadis, namazın ehemmiyetini tesbit ile namazı terketmenin ne kadar büyük bir cürüm olduğunu ifade etmektedir. Zîra namaz, küfürle mü'min arasındaki yegane perde olarak gösterilmekte ve namazın terki bu perdenin kaldırılması olarak ifade edilmektedir.

Namazın terki bazan şirk'e, bazan küfr'e nisbet edilir. Aslında şirkle küfür arasında ciddi bir fark yoktur. "Şirk"i, inanmakla birlikte O'na eş koşmak, puta da inanmak olarak anlarsak; küfür Allah'ı inkârdır ve daha umumî bir tabirdir. Müslim'de her iki kelime beraber kullanılır: "Kişi ile şirk ve küfür arasında sadece namazın terki vardır." Mâna şudur: Kişiyi küfürden men eden şey namaz kılmasıdır. Namazı bıraktı mı müslümanı kafirden ayıran alameti terketmiş olur ve böylece zahiren kâfir hükmüne maruz kalabilir. Ayrıca namazın terki onu, neticede küfre atan durumlara, inançlara, hatalara düşürebilir. Nitekim her bir günahta küfre giden bir yol bulunduğu kabul edilmiştir.

Namazın ehemmiyetini ifade etmede 2356 numaralı hadisin ayrı bir yeri vardır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) orada "Benimle onlar arasında ahid namazdır, kim onu terkederse küfre düşer" buyurmaktadır. Hadisteki "onlar" zamiriyle müslümanların kastedilebileceği de kabul edilmekle birlikte esas itibariyle münafıkların kastedildiği belirtilmiştir. Şu halde onların kanlarını korumalarının müslüman muamelesi görmeye hak kazanmalarının yegane sebebi namaz kılmalarıdır. Şayet namazı terkederlerse, onlardan zimmet kalkar. Kâfirler zümresine dahil olurlar ve kendilerine kâfire uygulanan ahkâmın uygulanması gerekir. Kâdı İyâz hadisi açıklarken der ki: "İslâm ahkâmını onlara icrasında esas, onların namazlara gelip cemaatlere katılıp zahirî ahkâma inkıyadla müslümanlara benzemeleridir. Bunu bırakacak olurlarsa diğer kâfirler gibi olurlar." Türbüştî der ki: "Bu mânayı Resûlullah'ın münafıkları öldürmek için izin isteyenlere verdiği şu cevap da te'yid eder: "Ben musalli olanları (yani namaz kılanlar) öldürmekten men edildim."

Namazı terkedenin tekfiri meselesine gelince, Nevevî der ki: "Namazın terki onun vacib olduğunu inkardan ileri gelmişse bu müslümanların icmaı ile küfürdür. Böyle biri derhal İslam dîninden dışarı çıkar. Ancak yeni müslüman olmuş, bir müddet müslümanlarla da düşüp kalkmamış ve bu sebeple namazın farziyyeti kendisine henüz ulaşmamış birisi ise böyle birinin namazı terki, onun küfrünü gerektirmez. Keza namazın farz olduğuna inanarak tembellikle terkeden kimse hakkında ihtilaf edilmişse de İmam Mâlik ve Şafiî başta olmak üzere, selef ve haleften birçok cemâhir, böyle birinin tekfir edilemeyeceğine hükmetmişlerdir. Böyle birisi fâsıktır. Kendisine tevbe teklif edilir. Tevbe ederse dokunulmaz, aksi halde muhsan zâni gibi hadd suçundan kılıç kullanılarak öldürülür. Seleften bir grup da tekfirine hükmetmiştir. Bu görüş, Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. İki rivayetten birine göre Ahmed İbnu Hanbel, Abdullah İbnu'l-Mübarek, İshak İbnu Râhûye ve bazı Şafiîler de bu görüştedirler. Ebû Hanîfe, bir grup Kûfî ve Şâfiîlerden el-Müzenî, namazı terkeden tekfir edilmez ve öldürülmez diye hükmetmişlerdir. Bunlar taziren hapsedileceğini ve namaz kılıncaya kadar mevkuf tutulacağını söylerler. Öldürüleceğine hükmedenler, sadedinde olduğumuz hadisleri esas almışlardır. Öldürülmeyeceğine hükmedenler: "Şu üç şey dışında, müslüman kişinin kanı helâl olmaz..." hadisiyle hükmederler
[12.09.2023 19:02] Annem: 7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Salavat Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Bâbı

874- Bana Yahya b. Yahya rivâyet etti.

Dedi ki: Mâlike İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ezanı İşittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî veİbn Mâce dahi tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir.

İbn Vaddâh hadîsteki «müezzin» kelimesinin müdrec olduğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür. Çünkü Müdrec: İçersine râvînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde müezzin lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivâyetlerden biri de Nesâî'nin tahrîc ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde:

«Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu duydu mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi» denilmektedir.

875- Bize Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaşlarından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o da Abdurrahman b. Cübeyr’den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işitmiş:

«Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü her kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvat sebebiyle on defa salât eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib olur.»

Bu Hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâî dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'deki rivâyetinde şöyle buyurulmuştur:

«Her kim ezanı işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmuda gönder! derse kıyâmet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivâyetinde;

«Sonra Allahtan benim için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir.

Allah'ın kuluna salât etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır.

Vesîle: Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümdarın yanında mevki' sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cennette bir mevki ve menzil diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye etmek içindir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de; «Muhakkakki rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a gönderecektir» buyurulmuştur. Tıybî (- 743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nekre daha büyük ve geniş mânâ ifâde ettiği içindir. Sanki ne büyük makam, her dille övülen bir makam denilmiş gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir bâzı rivâyetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbn'l Cevzî ekseri ulemâya göre bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bazıları Makâm-ı Mahmûd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i arşın üzerine oturtmaktır. Diğer Bazıları kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takımları da herkesin göreceği ve tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir etmişlerdir. Bu tabir
[12.09.2023 19:02] Annem: İNSANLARLA BİR ARADA YAŞAMANIN KIYMETİ

“Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir. .” (5 Maide 2)
[12.09.2023 19:03] Annem: “Hamd, gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a mahsustur. O dilediği kadar fazlasını da yaratır. Kuşkusuz Allah her şeye kadirdir.”

Fâtır, 35/1

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[12.09.2023 19:03] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Devlet başkanına itaat eden bana itaat etmiş, devlet başkanına karşı gelen bana karşı gelmiş olur.”

Buhârî, Cihâd 109, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 32, 33. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 27; İbni Mâce, Mukaddime 1, Cihâd 39
[12.09.2023 19:03] Annem: Bir adam, Resulullah (sav)'a gelerek alış-verişte aldatıldığını söyledi. Resulullah (sav) kendisine: "Alış-veriş yaptığın kimseye; Aldatmaca yok! de" buyurdu.

Buhari, Büyu 48, İstikraz 19, Husümat 3, Hiyel 7; Müslim, Büyu 48, (1533); Ebu Davud, Büyu 68, (3500); Tirmizi, Büyu 28 (1250); Nesai, Büyu 51; Muvatta, Büyu 98

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[12.09.2023 19:03] Annem: We believed in the Prophet Muhammad (PBUH) without seeing him; on the other hand, the companions believed in him by seeing. Is our belief superior or is the belief of companions superior?
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

The birth of every human is based on (divine) providence and wisdom. Humans do not decide the time period they live in. The time period which is prescribed for us by Allah is the most auspicious time for us. For, living in the time of the companions does not and cannot necessarily mean that we were to be a companion. There is also a possibility to become a person like Abu Jahl of that time. Is there a guarantee for us to endure the torment that was inflicted upon the family of Yasir, whose bodies were split into two by being pulled away from their feet and then to die with belief?

Some people that will come at the end of time are praised and described as “my brother” by the Prophet Muhammad (PBUH) and the aim of this is to attract attention to the terrific mischiefs of the end of time and to praise people who protect their belief in the time of disorder and mischief. The issue of being superior to the companions is related to some personal virtues. Otherwise, in general terms, the grace of the companions cannot be surpassed.

Here are the reasons why the grace of the companions in general terms cannot be reached:
1- Companions cannot be surpassed in terms of the effect of the conversation of prophethood.

Yes, they cannot be surpassed in terms of the conversation of the Apostle of Allah (pbuh) with them. For, the conversation of prophethood of the Apostle of Allah (PBUH) has a quality that nobody has. The conversation of the prophet is an elixir. A person who listens to his conversation for one minute and be honored with it changes with that elixir. (1) Such an individual becomes a companion of him. He turns into diamond from coal. Such a person is honored with the lights of truth that are gained in the ways of sainthood for many years. Such a person is colored by the light of the sun of prophethood. For, in every conversation of him, there is a quality of coloring. The companions who are the students of the prophet are colored with the paint of the greatest prophet in terms of his spiritual level, sainthood and prophethood. From this perspective, that spiritual paint cannot be applied in that manner and quality after the age of prophethood. Those who came later on, though even if they are Muslims and believers, cannot have that quality. (2) They cannot be caught up with in terms of virtue which is gained in that way. Besides, the conversation of the Apostle of Allah is reflected on the mirror of their hearts, that sun penetrates into their hearts without a veil and into their spiritual senses. Here there are two parties: one of them one is the party that reflects and the other is the party that has a manifestation of that reflection. The qualities of the reflecting one pass to those who are honored and to their mirrors. They also become a kind of sun; they become stars that are lit by the light of the sun of prophethood and become the lights of truth. With this honoring and mirroring and their obedience to him by turning their visions along with the greatest light of prophethood, the companions reach the highest levels.

After the death of the Apostle of Allah, some people like Jalaladdin Suyuti saw and talked with the prophet (PBUH) in the state of yaqaza, which is in between sleep and wakefulness. However, their conversation did not have a prophetic aspect but made with the aspect of sainthood.  The prophet Muhammad (PBUH) appeared to them in the form of a saint. For, with the death of the prophet Muhammad (PBUH), revelation and the prophethood ended. It is not possible to see him in the form of prophethood after his death and to become a companion.

So, the degree of prophethood is higher than the degree of sainthood; in the same way, there is a difference of conversation between a prophet and a saint.
2- The Virtue and Honor that are present in the conversation of Prophethood is very gr
[12.09.2023 19:24] Annem: ❝Kulun amelleri nedir ki? Allahu Teâlâ’nın rızâsına kavuşmuş ve makbul kullarından olan zâtları sevmek, onlara muhabbet beslemek, Allahu Teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için en büyük vâsıtadır.❞

▪ Mazhar Cân-ı Cânan (ks)
[12.09.2023 19:24] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Hazreti Muaviye İbnu Ebi Süfyan Radıyallahu Anhüma anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ameller kap(ta bulunan madde) gibidir. En aşağısı (yani dipteki kısım) güzelse en yukarısı (yani üst kısmı) da güzel olur; en aşağısı bozulursa en üstü de bozulur."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (4199) - Hds :(7284)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[12.09.2023 19:25] Annem: [Hadis No : 3625]

Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça abdest alınmaz.''  

Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.''

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[12.09.2023 19:25] Annem: “Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.”

(Müslim, Zikir 65, 66)
[12.09.2023 19:25] Annem: Bir Ayet
Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. 
(Lokman, 31/18)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[12.09.2023 19:25] Annem: Bir Hadis
Müslüman -veya mü'min- bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği her günah abdest suyu -veya suyun son damlası- ile yüzünden çıkar... Neticede o mü'min kul günahlardan temizlenmiş olur.
(Müslim, Tahâret, 32; Tirmizî, Tahâret, 2)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[12.09.2023 19:25] Annem: Bir Dua
Allah'ın adıyla, Allahım, her türlü pislikten ve pis olan şeylerden(erkek ve dişi şeytanların şerrinden) sana sığınırım.
(İbn-i Mâce, Taharet, 9)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[12.09.2023 19:26] Annem: Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “...Bana sözün özü verildi...”
(M1167 Müslim, Mesâcid, 5: B2977 Buhârî, Cihâd, 122)
[12.09.2023 19:31] Annem: 94- KİTABU'L-AHKAM..

1- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

2- Bâb: Emirler Kureyştendir

3- Hikmetle Hüküm Verenin Ecri Babı

Hilâfet'te KureyşIi Olmanın Şart Kılınmasmdaki Hikmet ve Sakıt Olmasının Keyfiyeti

4- İmâmın (Devlet Başkanının, Onun Ta'yîn Ettiği Emirlerinin) Allah'a Ma'siyet Olmayan Emirlerini Dinlemek Ve İtaat Etme(Nin Vucûbu) Babı

5- Bâb:

6- Bâb:

7- Emirlik İsteği Üzerine Hırslı Olmanın Mekrûhluğu Babı

8- Bir Topluluğu Koruyup Gözetlemek Vazifesi Verilip De O Topluluğa Nasihat Etmeyen Kimse Babı

9- Bâb: İnsanlar Üzerine Meşakkat Girdiren Kimseye Allah Da Meşakkat Verîr

10- Yolda İken Hükmetmek Ve Fetva Vermek Bârı

11- Peygamber(S)'E Âid (Huzuruna İnsanların Girmelerine Mâni Olacak) Kapıcılar Olmadığının  Zikredilmesi Babı

12- Hâkim, Öldürülmesi Vâcib Olan Kimse Üzerine Üstünde Bulunan İmâmdan. Bunun İçin Ayrıca İzin Almaksızın Öldürmekle Hüküm Verir Babı

13- Bâb: Hâkim Yâhud Müftî Öfkeli Hâlde Hüküm Ve Fetva Verir Mi?

14- Hâkim İçin (Haddler Gibi Allah Hakları Dışındaki Hususlarda) İnsanların İşlerinde, Zanlardan Ve Töhmetten Korkmadığı Zaman Kendi Bilgisi İle Hükmetmek Hakkı Olduğu Görüşünde Olan Kimse Babı

15- "Bu Fulânın Yazısıdır" Diye Mühürlenmiş Yazı Üzerine Şâhidlik Etme; Bu Nevi'den Yazı Üzerine Şâhidliğin Caiz Olacak Ve Kendilerine Şâhidliğin Dar Olacağı, Yânı Caiz Olmayacak Olanlar, Hâkimin Kendi Âmillerine Mektûb Yazması İle Kaadının Diğer Kaadıya Mektûb Yazmasının Hükmü Babı

16- Bâb: İnsan Ne Zaman Kaadı Olmaya Hakk Kazanır?

17- Hâkimlerin Ve (Müslümanların İşlerini Yüklenen) Hükümet Âmir Ve Me'murlarının Rızıkları Bârı

18- Mescidde Hüküm Veren Ve Yine Mescid İçinde La'netleşme Yaptıran Kimse Babı

19- Mescid İçinde Hüküm Veren Ve Nihayet Dînî Cezalardan Bir Ceza Vermeğe Geldiğinde, Cezayı Hakk Eden Kimsenin Mescidden Çıkarılmasını Emreden Kimse Babı

20- İmâmın Da'vâ Sırasında Hasımlara Öğüt Vermesi Babı

21- Kaadılığı Üzerine Alması Zamanında Yâhud Üzerine Almadan Önce İki Hasımdan Birisi İçin Bu Hâkimin Huzurunda Olacak Olan Şâhidliğin Hükmü Nedir? Babı

22- Vâlî, Bir Yere İki Kumandan Gönderdiği Zaman Onlara Birbirlerine İtaat Etmelerini Ve Birbirlerine Öfkelenip İsyan Etmemelerini Emretmesi Babı

23- Hâkimin (Düğün İçin Olan) Da'vete İcabet Etmesi Babı

24- Devlet Âmir Ve Me' M Urla Rina Verilen Hediyelerin Hükmü) Babı

25- Kölelerin Kaza Ve Hâkimlik Vazifelerine Ta'yîn Olunmaları Ve Memleketler Üzerine Vâlî Ve Kumandan Yapılmaları Babı

26- İnsanların Siyâset İşlerini Üzerlerine Alan Ve Onların Bu İşlerini Koruyup Tedbîreden Arîf Yânı İşbilir Kişiler Babı

27- Bir Kimsenin Sultânın Huzurunda Sultânı Medhetmesi. Oradan Çıktığında Da Bunun Zıddını Söylemesinin Çirkin Olması Babı

28- (Allah Haklarında Değil De İnsan Hakları Hususunda) Hazır Olmayan Kimse Üzerine Hüküm Verme Babı

29- Bâb:

30- Kuyu Ve Benzerî (Havuz, Ev Ve Su Harkı) Hakkında Hüküm Verme Babı

31- Malın Çoğu Ve Azı Hakkında Hüküm Vermek Babı

32- İmâmın (Devlet Başkanının) İnsanların Mallarını Ve Akarlarını {Borçlarını Tam Ödetmek Ve Faydalandırmak İçin) Satın Alması Babı

33- Kumandanlar Hakkinda Hiçbir Söz Bilmiyerek Kötüleme Yapanın Kötülemesine Aldırmayan Kimse Babı

34- "El-Eleddıtl-Hasım" -Ki "Husûmeti Devamlı Olan"-Kimse Babı

35- Bab: Hakim Zulüm İle Hükmettiği Yâhud İlim Ehline Zıdd Bir Hüküm Verdiği Zaman, Onun Bu Hükmü Reddedilir

36- İmâm (Yânî Devlet Başkanı) Bir Kavme Gelir Ve Onların Aralarını İyileştirip Düzeltir Babı

37- Bâb: Hüküm Yazıcısının Emîn Ve Akıllı Bir Kimse Olması Müstehâb Olur

38- Hâkimin, Kendi Emrindeki Âmir Ve Metorlarına; Kaadının Da İnsanların Mallarını Ve Haklarını Yazıp Korumakla Vazifeli "Eminler" Denilen Me'mûrlarına Yazı Yazması Babı

39- Bâb: Hâkime, Müslümanlara
[12.09.2023 19:31] Annem: 7- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır

13-…Bize Müsedded ibn Muserhed (228) tahdîs edip şöyle dedi:

Bize Yahya ibn Saîd el-Kattân (198) Şu'be ibn Haccâc'dan, o da Katâde ibn Diâme es-Sedîsî (117)'den, o da Enes ibn Mâlik (93)'ten, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den tahdîs etti. Ve kezâ Hüseyin el-Muallim'den; dedi ki: Bize Katâde, Enes (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Hiçbiriniz, kendiniz için arzû ettiğinizi kardeşiniz için arzû etmedikçe, (kemâliyle) îmân etmiş olmaz" buyurdu.

 

 
[12.09.2023 19:31] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ
- تَعَلَّمُوا الْعِلْمَ وَتَعَلَّمُوا لِلْعِلْمِ السَّكِينَةَ وَالْوَقَارَ، وَتَوَاضَعُوا لِمَنْ تَعَلَّمُونَ مِنْهُ

- ابو هريره رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افندميز شويله بويورمشلردر
- علم اوكرنكز. علم ‏ایچون حضور ‏سكونت ‏و ‏وقار دە اوكرنكز.‏ كندیسندن علم اوكرنديككز ‏كیمسەیە ‏قارشی متواضع اولكز

- Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- İlim öğreniniz. İlim için huzur sükûnet ve vakar da öğreniniz. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kimseye karşı mütevazi olunuz.

- Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, h.1077
[12.09.2023 19:31] Annem: Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb, 33/40)
[12.09.2023 19:31] Annem: Kıyamet günü Allah katında insanların en kötülerinin şunlara bir yüzle, bunlara diğer bir yüzle gelen ikiyüzlüler olduğunu görürsün!
(Buhârî, Edeb, 52)
[12.09.2023 19:31] Annem: حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ، قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ، عَنْ يُونُسَ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، قَالَ قَالَ حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ سَمِعْتُ مُعَاوِيَةَ، خَطِيبًا يَقُولُ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏ "‏ مَنْ يُرِدِ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ، وَإِنَّمَا أَنَا قَاسِمٌ وَاللَّهُ يُعْطِي، وَلَنْ تَزَالَ هَذِهِ الأُمَّةُ قَائِمَةً عَلَى أَمْرِ اللَّهِ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ ‏"‏‏.‏

Muaviye r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini işittim: "Allah kimin için hayır dilerse onu dinde fakih (anlayış sahibi) kılar. Ben yalnızca taksim eden bir kişiyim, veren Allah'tır. Allah'ın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar bu ümmet Allah'ın emri üzere kalacak, muhalefet edenler onlara zarar veremeyeceklerdir. Tekrar: 3116, 3641, 7312, 7460 Diğer tahric: Muhtelif raviler ve az farklarla Buhari, ilim; Müslim, zekat; İbn-i Mace, mukaddime; Dârimî, Mukaddime

Grades:

Reference: Sahih Buhari 71
In-book reference: Kitap 3, Hadis 13

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[12.09.2023 19:31] Annem: 7/A'râf
199 - Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.
[12.09.2023 19:31] Annem: عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  قال:  قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : مَنْ تَابَ قَبْل َأن تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ.

Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Güneş batıdan doğmazdan önce kim tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.”

(Müslim, Zikir 43)
[12.09.2023 19:31] Annem: Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
[12.09.2023 19:31] Annem: 
HİBE BÖLÜMÜ


HİBE BÖLÜMÜ
ـ5788 ـ1ـ عن ابن عبّاس وابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهم قا: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَحِلُّ لِرَجُلٍ أنْ يُعْطِيَ عَطيةَ أوْ يَهَبَ هِبَةً ثُمَّ يَرْجِعَ فِيهَا إَّ الوَالِدُ فِيمَا يُعْطِي وَلَدَهُ[ .

1. (5788)- İbnu Abbas ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüm) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir kimse bir atiyyede bulunur veya bir hibede bulunursa, sonradan atiyye ve hibesinden rücu etmesi ona helal olmaz, sadece baba çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir."[1]

ـ5789 ـ2ـ وفي رواية: ]الّذِي يَرْجِعُ في عَطِيَّتِهِ أوْ هِبَتِهِ كَالْكَلْبِ يَعُودُ فِي قَيْئِهِ[. أخرجه أصحاب السنن .

2. (5789)- Bir rivayette: "Atiyye veya hibesinden dönen, kusmuğuna dönen köpek, gibidir"  denmiştir." [Ebu Davud, Büyû 83, (3539); Tirmizî, Büyû 52, (1299); Nesâî, Hibe 2, (6, 265); İbnu Mace, Hibe 2, (2377).][2]

AÇIKLAMA:

Nevevî'nin tasrih ettiği üzere, bu rivayet, kabzedilen hibe, sadaka gibi her çeşit bağıştan rücu etmenin haram olduğu hususunda açıktır. Sadece baba, çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir. Zevi'l-erhamdan kardeşler, amcalar vs.'ler de hibelerinden dönemezler, haramdır. İmam Şafii, Malik ve Evzai bu görüştedir.

* Ebu Hanife ve diğer bir kısım ulema, "hibeden dönmeyi maalkerahe caiz" addetmişlerdir. Bu görüşü Tahavi şöyle açıklar: "Hadisteki "kusmuğuna dönme" tabiri, kusmuk haram olduğu için, her ne kadar tahrimi iktiza etse de kusmuğuna dönen köpeğe benzemesi adem-i tahrime delalet eder. Çünkü köpek kulluk vazifesiyle mükellef değildir ve dolayısıyla kusmuğu ona haram değildir. Öyleyse hadisten murad, köpeğin fiiline benzemekten kaçınmaktır." Tahavi'nin bu yorumunu bazı alimler tenkid etmişlerdir. [3]

ـ5790 ـ3ـ وللخمسة عنه مرفوعاً: ]لَيْسَ لَنَا مَثَلُ السُّوءِ الّذِي يَعُودُ في هِبَتِهِ كَالْكَلْبِ يَقِيءُ ثُمَّ يَرْجِعُ في قَيْئِهِ[ .

3. (5790)- Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'dan merfu olarak şu hadis kaydedilmiştir: "Kusmuğuna rücu eden köpek gibi  hibesinden dönen kimsenin kötü  örneği bize yakışmaz." [Buharî, Hibe 14, 30, Hiyel 14; Müslim, Hibat 5 , (1622); Ebu Davud, Büyû 83, (3538); Tirmizî, Büyû 62, (1298); Nesâî, Hibe 2, (6, 265).][4]

ـ5791 ـ4ـ وعن النعمان بن بشير رَضِيَ اللّهُ عَنهما: ]أنَّ أبَاهُ أتى بِهِ النّبِيَّ # فقَالَ: يَا رَسُولَ اللّهِ! إنِّى نَحَلْتُ ابْنِي هذَا غَُماً. فَقَالَ #: أكُلَّ وَلَدِكَ نَحْلَتَهُ مِثْلَ هذَا؟ قَالَ: َ. قَالَ: فَأرْجِعْهُ[. أخرجه الستة.»النِّحلةُ« العطية والهبة .

4. (5791)- Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ)'in anlattığına göre, "babası onu (Nu'man'ı) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirmiş ve: "Ey Allah'ın Resulü! Ben bu oğluma bir köle bağışladım! [Sen bu bağışıma şahid ol]" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Her çocuğuna böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sormuş, babası "hayır!" deyince: "Öyleyse bağışından dön!" emretmiştir." [Buharî, Hibe 2, 11, Şehadat 9; Müslim, Hibat 9, (1623); Muvatta, Akdiye 39, (2, 751); Ebu Davud, Büyû 85, (3542, 3543, 3544, 3545); Tirmizî, Ahkam 30, (1367); Nesâî, Nahl 1, (6, 558-261).][5]

AÇIKLAMA:


1- Bu hadis, muhtelif tariklerden farklı ziyadelerle gelmiştir. Bazılarında, Beşir (radıyallahu anh)'in, oğlu Nu'man'a yaptığı bağışa şahid kılmak üzere Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldiği, Resulullah'ın onun meramını dinledikten ve diğer çocuklarına benzer bir bağışta bulunmadığını soru
[12.09.2023 19:31] Annem: Allah’ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir. 
(Ahmed b.Hanbel, Müsned, I, 403)
[12.09.2023 19:31] Annem: Tarihte Bugün

•  Türkiye ile AET Arasında Ortaklık İmzalandı 1963
•  12 Eylül 1980 Askeri Darbesi

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[12.09.2023 19:31] Annem: Günün Ayeti

“Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.”

İsra 31
[12.09.2023 19:31] Annem: SİYÂSETNÂME

Arapça siyâset (insan topluluklarını yönetme, devlet işlerini yürütme sanatı, politika) kelimesiyle Farsça nâme (mektup, yazı) kelimesinden meydana gelen siyâsetnâme, devlet adamlarına siyaset sanatı hakkında bilgi vermek, devlet yönetiminde dikkat edilmesi gereken hususlara dair tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılmış eserlerdir. 
Siyâsetnâmelerde devlet yönetiminin temel ilkeleri, devlet başkanında bulunması gereken başlıca özellikler, yönetimde dikkat edilmesi veya kaçınılması gereken hususlar, devlet görevlilerinin tayin ve denetimleri, beytülmâl idaresi, devletler arası ilişkilerde uyulması gereken kurallar, hükümdarın Allah’a ve halka karşı sorumlulukları, devletin ayakta kalmasının temel şartları gibi konular üzerinde durulur. Konuların işlenişinde teorik yaklaşımın yanı sıra pratik hayata yönelik hususlara ağırlık verilir. Âyetler, hadisler ve hikmetli sözler, meşhur hükümdarların, halife ve sultanların söz ve davranışlarından örnekler kaydedilerek yöneticilere tavsiyelerde bulunulur.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[12.09.2023 19:31] Annem: Günün Hadisi

“Satışta, alışta ve borcunu istemekte müsâmahakâr olan kimseye Allah rahmet etsin.”

Buhârî, Büyû’ 16

Borsa günü yükselişle tamamladı

Doğu Karadeniz'in 10 aylık bal ihracatı 1,8 milyon doları aştı

ECB Başkan Yardımcısı Luis de Guindos’dan “borsa düzeltmesi” uyarısı

Suudi Arabistan Varlık Fonu Warner Bros. Discovery’ı satın almak için devrede

Yozgat'ta kuraklık nedeniyle buğday ekimi kasım ayına sarktı

Turkcell 2025'in üçüncü çeyreğinde de güçlü ve sürdürülebilir büyümesine devam etti

Başlangıç aşamasındaki girişimlere "melek yatırımcı" desteği

ASELSAN 26 milyon 70 bin dolarlık sözleşme imzaladı

Altın mevduatı yıllık bazda iki katına çıktı

Serbest bölgeler ekimde, aylık ve 10 aylık ihracatta rekor kırdı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 12 9 1 2 19 29
2.FENERBAHÇE A.Ş. 12 8 0 4 15 28
3.TRABZONSPOR A.Ş. 12 7 1 4 10 25
4.SAMSUNSPOR A.Ş. 12 6 1 5 7 23
5.GÖZTEPE A.Ş. 12 6 2 4 9 22
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 12 6 4 2 5 20
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 12 5 3 4 -3 19
8.CORENDON ALANYASPOR 12 3 3 6 0 15
9.TÜMOSAN KONYASPOR 12 4 6 2 -2 14
10.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 12 3 4 5 -2 14
11.KOCAELİSPOR 12 4 6 2 -4 14
12.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 12 3 5 4 2 13
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 12 4 7 1 -10 13
14.GENÇLERBİRLİĞİ 12 3 7 2 -5 11
15.KASIMPAŞA A.Ş. 12 2 6 4 -6 10
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 12 1 5 6 -15 9
17.İKAS EYÜPSPOR 12 2 8 2 -9 8
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 12 2 9 1 -11 7

YAZARLAR