SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[18.09.2023 18:41] Annem: Bir Ayet: Size verilen her şey dünya hayatının geçici zevklerinden ibarettir. Allah katında olanlar ise daha iyi ve daha kalıcıdır. Bunlar, iman eden ve rabbine dayanıp güvenenler içindir. (Şûrâ, 42/36) Bir Hadis: Şüpheli şeyleri bırakıp şüpheli olmayan şeylere yönel. Zira doğruluk, gönle huzur verir; yalan ise insanın kalbinde endişe ve ızdıraba sebep olur. (Tirmizî, "Kıyâmet", 60) Bir Dua: Allah'ım! Senin bağışlaman, benim günahlarımdan daha geniş ve Senin rahmetin, benim amelimden daha ümit vericidir. (Hâkim, Müstedrek, 1, 728) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [18.09.2023 18:41] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Kitab’a sımsıkı sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. (A’râf, 7/170) Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler. (Neml, 27/65)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: GAYBIN BİLİNMESİ Gayb, gözle görülmeyen beş duyu ile algılanmayan ve bilinmeyene denir. İnsanlık tarihi boyunca farklı din, medeniyet ve felsefi kanaatlere sahip bulunan milletlerin büyük çoğunluğunun gayb telakkileri farklı olmakla birlikte gayba iman konusunda genellikle olumlu bir tavır ortaya konmuştur. İnsanoğlu, her zaman geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. İnsanın bu isteği bazen onu yanlış yönlere yöneltmiştir. Günümüzde bazı kimselerin gelecekle ilgili haberler verdiğini öne sürerek yaptığı yanlış yönlendirmelere itibar edilmemelidir. Bunlar Kitap ve sünnette yeri olmayan, sonradan ortaya çıkmış bidat ve hurafelerdir. Geleceği Allah’tan başkasının bildiğini söylemek, İslam dininin en temel ilkesi olan tevhide aykırıdır. Gaybın bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Kur’an “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları, O’ndan başkası bilmez.” (En’am, 6/59) buyurur. Hz Peygamber de bu konuda kendisinin gaybı bilmesi gerektiğine inananları uyarmıştır. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [18.09.2023 18:41] Annem: Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülük getirirse, bilsin ki, kötülük işleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına çarptırılırlar. - Kasas - 84. Ayet [18.09.2023 18:42] Annem: Allahım! Beni iyilik işledikleri zaman sevinen ve kötülük yaptıkları zaman bağışlanma dileyen kullarından eyle. - İbn Mâce, Edeb, 57 [18.09.2023 18:42] Annem: “Allah’ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi öğret ve benim ilmimi artır. Her hâl üzere Allah’a hamd olsun. Cehennem ehlinin halinden Allah’a sığınırım.”  - Tirmizî, Deavât, 129 [18.09.2023 18:42] Annem: Felaket anlarında Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Böyle anlarda insanlar duaya başvurur, Allah’a yalvarırlar. Hatta öyle ki taptıkları putlarını, uydurma tanrılarını, taparcasına bağlandıkları servetlerini, makamlarını unutarak fıtrî bir eğilimle kurtuluşu yalnız Allah’tan dilerler. Bu durum En’âm sûresi 40 ve 41. ayet-i kerimelerinde şöyle ifade buyrulmaktadır: “De ki, “Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz (haydi onları yardıma çağırın). Hayır! (Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz; O da dilerse (kurtulmak için) dua ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı unutursunuz.” Ancak birçok insan sıkıntıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski isyankâr tutumlarına dönmektedir. Aynı sûrenin 63 ve 64. ayetlerinde insanlar bu zaafları hususunda uyarılmakta, kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğu, dolayısıyla zor zamanlarda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’na şirk koşmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır. - GENİŞLİKTE, DARLIKTA, HER ZAMAN DUA [18.09.2023 18:42] Annem: Haccın Farziyetinin Sebebi ve Edasının Fevrî Olup Olmadığı 30- Haccın farz olmasına sebeb Beytullah'ın (Kabe'nin) bulunmasıdır. Bu kutsal mabedi ziyaret için Yüce Allah'ın emri ile hac farz kılınmıştır. Bu sebeb tekerrür etmediği için haccın farziyeti de tekrarlanmaz. Mükellef olan kimsenin ömründe bir defa hac etmesiyle bu farz yerine getirilmiş olur. Öyle ki, akıl ve baliğ olan bir müslüman fakir iken yürüyerek hac etmiş olsa, sonradan zengin olmakla tekrar hac yapması gerekmez. 31- Hac, Hazret-i Peygamberin hicretlerinin dokuzunca yılında farz kılınmıştır. Bu sene Resûlüllah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Bekir Es-Sıddık (radıyallahu anh) Hac Emiri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu yılında da Peygamber Efendimiz Mekke'ye yönelerek hac farizasını yerine getirmişlerdi. 32- Hac farizasını yerine getirmeye gelince, bu fevrî (farz olunca hemen yerine getirilmeli) midir yoksa ömrî (ömrü içinde yapılması yeterli) midir? Burada iki görüş vardır. Bir görüşe göre, hac farizası ömrîdir. Yükümlü bunu hayatta bulundukça dilediği sene yapabilir. Geciktirmesinden dolayı günah işlemiş olmaz. Ancak hac farizasını yapmadan ölürse günahkâr olur [18.09.2023 18:43] Annem: almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur. Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete inanmaktır. İ [18.09.2023 18:43] Annem: 1673 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hayır, Allah'a kasem olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. İsa'nın kızıl çehreli olduğunu söylemedi. Ancak şunu söyledi: "Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Beytullah'ı tavafediyordum. O sırada düz saçlı, kumral benizli, başından su akar vaziyette iki kişiye dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini gördüm. "Bu kim?" dedim. "Meryem'in oğlu!" dediler. Bunun üzerine daha yakından görmek için ilerledim. Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gözü üzüm gibi pertlek bir adam daha vardı. "Bu kim?" dedim. "Bu, Deccâl !" dediler. İnsanlardan en çok ona benzeyeni İbnu Katan'dı." Zührî der ki: "İbnu Katan, câhiliye devrinde vefat eden Huzâalı bir kimseydi." Buhârî, Tabi 33, 11, Enbiya, 42, Libâs 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,(169); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi 2, (2, 920). 1674 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana geçmiş peygamberler (aleyhimusselam) arzedildiler. Hz. Musa zayıfca bir erkekti. Sanki Şenûe kabilesinden (uzun boylu) birine benziyordu. Hz. İsa (aleyhisselâm)'yı da gördüm, gördüklerim içinde ona en çok benzeyen Ürve İbnu Mes'üd idi. Hz. İbrahim (aleyhisselâm)'i de gördüm, gördüklerim arasında ona en çok benzeyen, arkadaşınızdı -yani kendisini kastediyor- Hz. Cebrail [18.09.2023 18:44] Annem: OTUZBİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, şeyh Sofîye gönderilmişdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakın olmak ve berâber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin “aleyhimüsselâm” yolundan ayırmasın! Yanınızdan gelen bir zât dedi ki, şeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmıyor demiş. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. Müslimâna karşı kötü zanda bulunmak, günâh olduğundan, talebenizi günâhdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluğumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydım. Babam “kaddesallahü teâlâ sirreh” de, buna inandığını, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir sûretle varılmayan varlığa doğru olduğu hâlde, bu i’tikâddan hiç ayrılmamışdı. Âlimin oğlu da, yarım âlim demekdir sözü gereğince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. Çok lezzetler almışdım. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsânı ile, büyük rehber, hakîkatlerin, ma’rifetlerin kaynağı, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, Muhammed Bâkî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi ta’lîm buyurdu. Hiçbirşeye yaramıyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çıkdı. Bu makâmın çeşidli ilmleri, ma’rifetleri kapladı. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydâna çıkdı. (Füsûs) kitâbında yazdığı ve urûcun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellî-i zâtî ile de, şereflendirdiler. Kendisine Evliyânın sonuncusu diyerek yalnız Evliyânın sonuncusuna mahsûs olduğunu yazdığı, bu tecellînin çeşidli bilgilerini, ma’rifetlerini uzun uzadıya, bu fakîre bildirdiler. Bu ma’rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdet-i vücûd hâli, herşeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoşu oldum. O anlarda, hocamın yüksek huzûruna arz etdiğim mektûblarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. [Bu yolda yazılı bir rübâ’înin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldım. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [ya’nî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet, ya’nî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin) bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. H [18.09.2023 18:44] Annem: Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti Ana Sayfa İslam Ahlakı Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti İlgili       İslam Ahlakı I. TANIMLAR ve GENEL BİLGİLER A) Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti Ahlak terimi için İslam ahlakçılarınca yapılan tanımlar içinde en beğenileni ve en yaygın olanı İmam Gazzali’ye (ö. 505/1111) ait olanıdır. Gazzali’den önce, biraz daha eksik olarak İbn Sina (ö. 428/1037) ve İbn Miskeveyh (ö. 421/1030) gibi İslam filozoflarında da görülen, fakat Gazzali tarafından geliştirilmiş ve ikmal edilmiş olan bu tanım şöyledir: “Ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki (heyet) fiiller, hiçbir fikri zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” Bu tanımın tahlili, bizi ahlakın mahiyeti hakkında aşağıdaki sonuçlara götürmektedir: 1. Ahlak, insanın işlediği fiil ve davranışlardan, yaygın ifadesiyle “amel”den ziyade, bu davranışların kaynağı ve amili olan, onları meydana getiren manevi kabiliyetler veya yatkınlıklar kompleksini (Gazzali’nin tabiri ile heyet) ifade eder. Buna göre ahlaki fiiller, ahlakın kendisi olmayıp onun bir sonucu ve dışa yansımasıdır. Bu nokta, özellikle ahlak eğitimi bakımından önemlidir. Diğer önemli bir nokta da şudur: Bir insanın yapmış olduğu herhangi bir işin dış değerine bakarak onun ahlakının iyi veya kötü olduğu hakkında verilecek hüküm her zaman isabetli olmayabilir. Çünkü sonucu ne olursa olsun, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi, “Ameller niyetlere göredir” (Buhari, “Bed’ü’l-vahy”, 1). Şu halde ahlak konusunda insanları yargılamak oldukça zordur. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de, “Size selam veren kimseye ‘Sen müslüman değilsin’ demeyin” (en-Nisa 4/96) buyurulmuştur. 2. Ahlak, sadece iyi huylar ve kabiliyetler manasına gelmez. Kelimenin asıl manası ile iyi ve kötü huyların hepsine birden ahlak denir. Buna göre ahlaksız insan yoktur, iyi veya kötü ahlaklı insan vardır. İslami kaynaklarda iyi huylara ahlak-ı hamide, ahlak-ı hasene, kötü huylara ise ahlak-ı zemime, ahlak-ı seyyie gibi adlar verilmiştir. 3. Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp onun manevi yapısında yerleşen, bir meleke halini alan yatkınlık ve kabiliyetler bütünüdür. Ahlakın bu özelliği sebebiyledir ki İslam ahlakçıları -dilimizdeki güzel ifadesi ilekırk yılda bir iyilik yapmanın ahlaklılık alameti olmadığını ısrarla belirtmişlerdir. Hz. Peygamber’in, “Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır” (Buhari, “Libas”, 43) manasındaki hadisi bu anlayışın veciz bir ifadesidir. 4. Ahlak insanı düşünüp taşınmaya, herhangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın, görevi olduğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya sevkeder. Böyle bir ahlak formasyonuna sahip olmayan insanların nadiren yaptıkları iyi işler, ahlaki bir temele dayanmaktan ziyade, olsa olsa riya, korku, menfaat temini gibi ahlakın onaylamadığı ve “rezilet” (erdemsizlik) saydığı başka sebep ve maksatlarla alakalıdır. 5. Ahlaklı olabilmek için görevleri rahatlıkla ve memnuniyetle yerine getirme zorunluluğu, ahlakın gelişip güçlenmesinde alışkanlıkların ihmal edilemez bir önem taşıdığını göstermektedir. Bundan dolayı İslam ahlakçıları ahlaki eğitime büyük önem vermişlerdir. Çünkü alışkanlıklar ancak eğitimle kazanılır. Burada “eğitim”den maksat, ahlakın nazari bilgilerini tahsil etmek yanında, kişinin çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, bencil ve gayri meşru arzu ve ihtiraslarına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesidir. Bu ise bir irade eğitimidir.   İlgili  İlk Gelişmeler ve Örnek Eserler 8 Eylül 2021 Benzer yazı Ahlak İlmi 8 Eylül 2021 Benzer yazı Hilim 8 Eylül 2021 Benzer yazı in İslam Ahlakı Diğer Konular Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLAKI ve ŞAHSİYETİ Ahlak [18.09.2023 18:45] Annem: At Arabasına Binmek Ana Sayfa A At Arabasına Binmek Rüyada At Otomobilini İttiğini Görmek  Rüyada At Otomobili İle Gezintiye Çıktığını Görmek Rüyada At Görmek Rüyada at otomobiline binmek, namuslu ve günahlardan kaçınmış olan bir gence, onunla arkadaş olmaya ya da rüyayı gören kişinin bu özelliklere malik olduğuna delalet etmektedir. Kimi yorumculara göre ise bu rüyaya sorunu olanları ferahlatacak kısa vadede açığa çıkacak haberlere, beklenmeyen yerden gelmiş olacak yardımlara; kimi zaman da yolculuğa çıkmış olmaya, itimatlı ve sevinç dolu seyahate, kuvvet ve azamet kazanmaya, sağlığında oluşmuş olacak meselelere ya da hasta olanlar için şifa bulmuş olmaya delalet etmektedir. Bu rüyayı gören oldukça talihli olduğu bir evreye girer ve her çeşit meşakkatlardan kurtulur. Rüyada At Otomobilini İttiğini Görmek Rüyası esnasında at otomobilini iten şahıs esas yaşamında kimi zorluklarla karşılaşır. Bu rüya kuvvetlikle sahip olulacak muvaffakiyet, azimli olma, sıkıntılarla kazanılacak mal ve para, hüzünden sonra ferahlama ve maddi sorunlardan kurtulmadır. Bu rüyayı göre yaptığı işlerden büyük karlar sahip olar ve ıstıraplarından kurtulur. Gene çalışmış olmak gerektiğine, çalışmış olarak kanaç sağlanılacağına dikkat çeken ve sabretmiş olmayı öğütlemiş olan bir rüyadır.  Rüyada At Otomobili İle Gezintiye Çıktığını Görmek Rüyası esnasında at otomobili ile gezmiş olan şahsın eline meşakkat çekmiş olmadan, kolayca bir mal ya da para ulaşır. Bu rüya ömrü boyunca sorun çekmeyen, her zaman talihi yaver giden, meşakkat yaşamadan zengin olan ya da tüm işleri yolunda giden kişidir. Bu rüya gene seyahatlere çıkmış olmaya, pekçok yer görmeye ve yolculuklarında huzur edip güvenle tekrar gelmeye de yorulabilmektedir. Rüyada At Görmek Büyük âlimlere göre bu rüya şu biçimlerde yorulur: Rüyada at görenin kadri değeri çok olur; izzet ve mertebeye kavuşur. Bir camiae idareci olur ve emrinde pek çok insan çalışır; bu rüya oldukça hayra yorulur ve bollukun çoğalmış olmasına, rızkın artmasına delalet etmektedir. Gene Hz. Danyal?a göre at rüyası, büyük bir makamın ve mevkinin işaretçisidir. Bu rüyayı gören ya hükümdar olur veya yüksek bir düzeye kavuşur. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [18.09.2023 18:46] Annem: AZAMET Ana Sayfa A AZAMET 1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü. Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem’e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd) (Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki: “İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben “Lâ ilâhe illallah” diyenleri (Cehennem’den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O’nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî) 2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek. Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî) İlgili KİBRİYÂ 9 Eylül 2021 Benzer yazı İNKİSÂR 9 Eylül 2021 Benzer yazı MÜTEKEBBİR (El-Mütekebbir) 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [18.09.2023 18:46] Annem: Kardeşlerim! Kur’an’ın bir tek âyetinin bir tek işareti ihbar-ı gayb nev’inden bir lem’a-i i’caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini manevî bir ihtarla gördüm. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Şu âyet-i kerimenin makam-ı cifrîsi -şedde ve tenvin sayılmazsa- bin üçyüz ellibirdir.مَيْتًا  aslı مَيِّتًا olmasından bin üçyüz altmışbir (1361) ederek; bu tarihte, umûr-u azîmeden bir dehşetli gıybeti, şu âyetin mana-yı işarî külliyetinde dâhil ediyor. Ve umûr-u azîmeden böyle bir acib gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki: Onsekiz sene (şimdi yirmiden geçti) müddetinde Sünnet-i Seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından ve onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilattan men’ ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususî ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) okuyup “Allahü Ekber” dediğinden ve “Lâ ilahe illallah” hakikatını güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan bir adam, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i İlahiyeden geldiğinden kat’î bir kanaatı ile işarat-ı Kur’aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede [18.09.2023 18:47] Annem: Mes’ele Kelâmın kuvvet ve kudreti ise; kelâmın kuyudatı birbirine cevab vermek ve keyfiyatı birbirine muavenet etmekle umumen karınca kaderince, asıl garaza işaret ve herbiri parmağını maksad üzerine bırakmak ile عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ düsturuna timsal olmaktır. Demek kuyudat zenav gibi veyahut dereler gibi.. maksad ise ortalarından istimdad edici bir havuz gibi olmak gerektir. Elhasıl: Zihnin şebekesi üstünde tersim olunan ve nazar-ı akl ile alınan suret-i garaz, müşevveş olmamak için, tecavüb ve teavün ve istimdad lâzımdır. İşaret: Bu noktadan intizam neş’et etmekle tenasüb tevellüd edip hüsn ü cemal parlar. Eğer istersen Rabb-i İzzet’in kelâmına teemmül et… Ezcümle: Zerresi büyük bir taş kadar büyük olan azabdan tahvif ve insanı, kalâk ve tahammülsüz olduklarını göstermek için sevk edilen وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyete bak. Nasılki “şeyi zıddından in’ikas ettirmek” olan kaide-i beyaniyeye binaen, tehvil ve tahvif için azabın bir parçasının derece-i tesirini göstermek istediğinden, kıllet olan esas-ı maksada, nasıl kelâmın her tarafı elini oraya uzatıp kuvvet veriyor. Şöyle: اِنْ lafzındaki teşkik ile tahfif ve مَسَّتْ deki yalnız temas ve نَفْحَةٌ maddesinde ve sîgasında ve tenkirindeki taklil ve tahkir.. ve مِنْ deki teb’iz ve nekale bedel عَذَابِ zikrindeki tehvin ve رَبِّكَ deki îma-i rahmet, umumen taklili göstermekle, azabı nihayet derecede ta’zim ve tehvil eder. Zira azı böyle olursa, çoğundan Allah esirgesin… Tenbih: Bu sana sermeşktir. Yazabilirsen meşk et. Zira bütün âyât-ı Kur’aniye bu intizam ve tenasüb ve hüsne mazhardırlar. Fakat makasıd bazan mütedâhilen müteselsildir. Her birinin tevabii ötekiyle mukarin olur, fakat muhtelit olmaz. Dikkat etmek gerektir. Zira nazar-ı sathî böyle yerlerde çok halt eder. Beşinci Mes’ele Kelâmın servet ve vüs’ati ise; -nasıl suret-i terkib, nefs-i maksadı gösterir. Öyle de- müstetbeatının telmihatıyla ve esalîbin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek ve ihtizaza getirmektir. Zira telmih ve işaret ise, sâkin olan hayalâtı ihtizaza ve sâkit olan cevanibini söylettirmekle kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkışlamayı tehyic etmeye büyük bir esastır. Evet telmih ve işaret ise yolun etrafını temaşa ile tenezzüh etmek içindir. Kasd ve taleb ve tasarruf için değildir. Demek mütekellim onda mes’ul olmaz. Eğer istersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şâyan noktalar vardır: İşte çal olan atına binmiş, nazenin karşısında gençlenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak, belâgatın çok anahtarlarını bulacaksın. Al kapıları aç, işte: قَالَتْ كَبِرْتَ وَ شِبْتَ قُلْتُ لَهَا ❊ هذَا غُبَارُ وَقَايِعِ الدَّهْرِ Yani: Dedi: “İhtiyar oldun.” Dedim: “Değildir; belki mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp sakalıma konmuş bir beyaz gubardır.” Hem de: وَلاَ يُرَوِّعْكِ اِيمَاضُ الْقَتِيرِ بِهِ ❊ فَاِنَّ ذَاكَ ابْتِسَامُ الرَّاْىِ وَاْلاَدَبِ Yani: Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi; dimağdan erimiş, sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür. Hem de: وَعَيْنُكَ قَدْ نَامَتْ بِلَيْلِ شَبِيبَةٍ ❊ فَلَمْ تَنْتَبِهْ اِلاَّ بِصُبْحِ مَشِيبٍ Yani: Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dalmış, ancak subh-misal olan sakalın beyazıyla uyanabildi. Hem de: وَكَاَنَّمَا لَطَمَ الصَّبَاحُ جَبِينَهُ ❊ فَاقْتَصَّ مِنْه [18.09.2023 18:47] Annem: -şedde ve tenvin sayılmaz- yine bin üçyüz kırkyedi (1347) edip, aynı tarihte, ecnebi muahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde ikinci harb-i umumîyi ihzar eden dehşetli hasedler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mana-yı işarî ile tam tamına tevafuku ve manen tetabuku, elbette bu kudsî surenin bir lem’a-i i’caz-ı gaybîsidir. Bir İhtar: Herbir âyetin müteaddid manaları vardır. Hem herbir mana küllîdir. Her asırda efradı bulunur. Bahsimizde bu asrımıza bakan yalnız mana-yı işarî tabakasıdır. Hem o küllî manada, asrımız bir ferddir. Fakat hususiyet kesbetmiş ki, ona tarihiyle bakar. Ben dört senedir, bu harbin ne safahatını ve ne de neticelerini ve ne de sulh olmuş olmamış bilmediğimden ve sormadığımdan, bu kudsî surenin daha ne kadar bu asra ve bu harbe işareti var diye daha onun kapısını çalmadım. Yoksa bu hazinede daha çok esrar var olduğunu Risale-i Nur’un eczalarında, hususan Rumuzat-ı Semaniye Risalelerinde beyan ve isbat edildiğinden onlara havale edip kısa kesiyorum. Hatıra gelebilen bir sualin cevabıdır: Bu lem’a-i i’caziyede, baştaki مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ da hem مِنْ hem شَرِّ kelimeleri hesaba girmesi ve âhirde وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ yalnız شَرِّ kelimesi girmesi, وَمِنْ girmemesi ve وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ ikisi de hesab edilmemesi gayet ince ve latif bir münasebete îma ve remz içindir. Çünki, halklarda şerden başka hayırlar da var. Hem bütün şer herkese gelmez. Buna remzen, bazıyeti ifade eden مِنْ ve شَرِّ girmişler. Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir, bazıyete lüzum yoktur. Ve اَلنَّفَّاثَاتِ فِى الْعُقَدِ remziyle, kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların tahribata ait bütün işleri ayn-ı şerdir diye, daha شَرِّ kelimesine lüzum kalmadı. Bu Sureye Ait Bir Nükte-i İ’caziyenin Haşiyesidir: Nasıl bu sure, beş cümlesinden dört cümlesi ile bu asrımızın dört büyük şerli inkılablarına ve fırtınalarına mana-yı işarî ile bakar; aynen öyle de, dört defa tekraren مِنْ شَرِّ -şedde sayılmaz- kelimesiyle âlem-i İslâmca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbasi Devleti’nin inkıraz zamanının asrına, dört defa mana-yı işarî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar. Evet -şeddesiz- شَرِّ beşyüz (500) eder; مِنْ doksan (90)dır. İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde, istikbalden haber veren İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (K.S.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ kelimeleri bu zamana değil, belki غَاسِقٍ binyüz altmışbir (1161) ve اِذَا وَقَبَ sekizyüzon (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî manevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Miladi bin dokuzyüz yetmişbir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak. Onbirinci Mes’elenin Haşiyesinin Bir Lâhikasıdır. بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ Âyet-ül Kürsî’nin tetimmesi olan لاَ اِكْرَاهَ فِى (الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ) مِنَ الْغَىِّ bin üçyüz elli (1350); فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ bin dokuzyüz yirmidokuz (1929) veya (1928)وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ dokuzyüz kırkaltı (946) “Risalet-ün Nur ismine muvafık”; بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى bin üçyüz kırkyedi (1347); لاَ انْفِصَامَ لَهَا وَالل� [18.09.2023 18:48] Annem: : Acemî ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel onun ve başka sekiz müstensihin birbirini görmeden yazdıkları nüshalarda; Lafz-ı Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) kelimesi bütün risalede ve Lafz-ı Kur’an beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki, zerre mikdar insafı olan tesadüfe vermez. Kim görmüşse kat’î hükmediyor ki; bu bir sırr-ı gaybîdir, mu’cize-i Ahmediye’nin (A.S.M.) bir kerametidir. Şu risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler. Hem şu risaledeki ehadîs, hemen umumen eimme-i hadîsçe makbul ve sahih olmakla beraber, en kat’î hâdisat-ı risaleti beyan ediyorlar. O risalenin mezayasını söylemek lâzım gelse; o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kerre okumasına havale ediyoruz… Said Nursî İHTAR: Şu risalede çok ehadîs-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmuyor. Yazdığım hadîslerin lafzında yanlışım varsa; ya tashih edilsin veyahud “hadîs-i bilmana”dır denilsin. Çünki kavl-i racih odur ki: “Nakl-i hadîs-i bilmana caizdir.” Yani: Hadîsin yalnız manasını alıp, lafzını kendi zikreder. Madem öyledir; lafzında yanlışım varsa, hadîs-i bilmana nazarıyla bakılsın.   Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ ilâ âhir… (Risalet-i Ahmediye’ye (A.S.M.) dair Ondokuzuncu Söz’le Otuzbirinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) delail-i kat’iyye ile isbat ettiklerinden, isbat cihetini onlara havale edip, yalnız onlara bir tetimme olarak ondokuz nükteli işaretlerle, o büyük hakikatın bazı lem’alarını göstereceğiz: [18.09.2023 18:48] Annem: Said Nursî * * * (Emin ve Küçük Hüsrev Feyzi’nin bir fıkrasıdır) Hizmet-i Kur’aniyede bizi sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zâtlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddid fıkralar yazmışlar. Biz de bu kardeşlerimizin fıkraları gibi, bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisatı kaydedeceğiz. Nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz. Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarfolunan şekerleri [18.09.2023 18:49] Annem: Yirmidördüncü Söz' den) BEŞİNCİ DAL Beşinci Dal’ın “Beş Meyve”si var. Birinci Meyve: Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfe ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi, belalı bir musibettir. Çünki sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır. Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider. -Gençliğin ve malın gibi.- Ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünki Samed âyinesi olan bâtın-ı kalb ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun. Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için, mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor. Evet insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırab içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırabsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur. Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattır, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç Sözde kat’î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddi [18.09.2023 18:49] Annem: Padişahlar padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev’iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağı ile işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir? .... S– Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar etmemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir? C– Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine [18.09.2023 18:50] Annem: ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gazabiye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır. İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve gazabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibadettir; zahirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir. İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. Kur’an-ı Kerim vakta ki يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile: “Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?” diye sorulan suali, Kur’an-ı Kerim رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ ilh.. cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni’in vücud u vahdetine dair bürhanları zikretmeye başladı. Tevhid'in İsbatı Mukaddeme Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale “bürhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de “bürhan-ı innî” denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir. Bu âyetin, Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, “inayet delili”dir. Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva’ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur’aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafi’in mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o nâzımın kasd u hikmetine de delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder. Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kādir değilsen, insanların telahuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev’-i beşerin havâssı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin. Evet kâinatın herbir nev’ine dair bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delalet eder. Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz. Meselâ: Her âlimin başında beyaz bir amame var. Külliyetle söylenilen şu hüküm, ülema nev’inde intizamın bulunmasına bakar. Öyle ise, umumî bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâni’in kasd u hikmetini ilân ediyorlar. Âdeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır. Yani bâtıl vehimleri del [18.09.2023 18:50] Annem: Merak etmeyiniz, telaş edilecek bir şey yok. Yalnız bayramdan sonra Ankara emniyet-i umumî müdürü, mühim memurlarla buraya gelmeleri ve bir cihette benimle de gizli alâkadar bir surette gelmesinden evvel bir kumandan, onların gelmesinden cesaret alıp hafifçe bana ilişti. Fakat sonra pişman oldular. O büyük memurlar geldikten sonra, mûcib-i endişe birşey olmadı. Tahminimce, bana ait mes’ele bir derece kardeşlerime sirayet etmesi cihetiyle, Feyzi’ye zahiren hafifçe ilişilmiş. Fakat ben merak ediyorum, onu taharri etmekte neyi bahane etmişler? Neyi aramışlar? Tafsilâtı nedir? Madem iki sene tedkikattan sonra üç mahkeme kitab ve mektublarımızı bilâ-istisna bize iade etmiş, biz de dünya siyasetiyle alâkadar olmadığımız onlarca tahakkuk etmiş, daha ne arayabilirler? Olsa olsa hususî, belki kıskançlık eseri veyahut garaz veyahut gizli zındıkların tahrikiyle böyle bazı kanunsuzluklar kanun namına yapılıyor. Bu hallere mukabil, tam metanet ve tesanüd ve sarsılmamak ve telaş etmemek lâzımdır. * * * Aziz, sıddık kardeşim! [18.09.2023 18:50] Annem: Mehasiniyle mağrur olan nefsime dedim ki: – Sen bir şeye mâlik değilsin, nedir bu gururun? Dedi ki: – Madem mâlik değilim, ben de hizmetini görmem. Dedim ki: – Yahu bu sineğe bak! Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür. Her işini görür. sen de lâakal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin, diye ikna ettim. Takdis ederiz o zâtı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onun ile nefsimi ikna ve ilzam ederim. Remz İnsanı dalaletlere sürükleyen cihetlerden biri de şudur ki: İsm-i Zahir ile ism-i Bâtın’ın hükümleri ayrı ayrı oluyor; bunları birbirine karıştırıp merci’lerini kaybetmek mahzurludur [18.09.2023 18:51] Annem: Hâtime بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ [Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.] Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez. Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder. Meselâ; şu karyede (yani Barla’da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister. Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme. Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor. Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat enva’ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi 31(Haşiye) mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebaen-mensur gösterip, müdhiş bir ye’se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek [18.09.2023 18:51] Annem: : Hiçbir cihet-i imkânı olmayan ve imtina’ derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir cihette makul olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünki Yirminci Mektub ve Yirmiikinci Söz gibi çok risalelerde gayet kat’î isbat edildiği üzere: O vakit kâinatın herbir mevcudunda ve hattâ herbir zerresinde bir uluhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki, mevcudatta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukuş-u san’at vücud bulabilsin. Elhasıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı makul ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez. İkinci Nokta: Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan,وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur. Üçüncü Nokta: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti [18.09.2023 18:52] Annem: -i Mutlak olan Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine, rahmet tarafından ihzar edilen hadsiz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süslü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk u safasına yardım eden cihazlara bak, ikram ve kerimiyet-i Rabbaniyenin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini gör. Hem Fettah ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olarak bütün hayvanatın, su katrelerinden açılan pek çok manidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar sîmalarına bak, fettahiyet ve musavviriyet-i İlahiyenin mu’cizatlı cemalini gör. İşte bu mezkûr misallere kıyasen esma-i hüsnanın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki; bir tek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cennet’i iman gözüyle görebilirsen bak gör. Cemal-i Sermedî’nin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel bir mahluk olursun. Eğer dalaletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahluk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın manen menfurları olursun. Beşinci Nokta: Nasılki yüzer hüner ve san’at ve kemal ve cemalleri bulunan bir zât; herbir hüner kendini teşhir etmek ve her bir güzel san’at kendini takdir ettirmek ve herbir kemal kendini izhar etmek ve herbir cemal kendini göstermek istemesi kaidesince o zât dahi bütün hünerlerini ve san’atlarını ve kemalâtını ve gizli güzelliklerini tarif edecek, teşhir edecek, gösterecek olan bir hârika sarayı yapmış. Her kim o mu’cizeli sarayı temaşa etse, birden ustasının ve sahibinin hünerlerine ve mehasinine ve kemalâtına intikal eder ve gözüyle görür gibi inanır, tasdik eder ve der ki: “Her cihetle güzel ve hünerli olmayan bir zât, böyle her cihetle güzel bir eserin masdarı, mûcidi ve taklidsiz muhterii olamaz. Belki onun manevî hüsünleri ve kemalleri bu saray ile tecessüm etmiş gibidir.” hükmeder. Aynen öyle de, bu kâinat denilen meşher-i acaib ve saray-ı muhteşemin hüsünlerini gören ve aklı çürük ve kalbi bozuk olmayan elbette intikal edecek ki; bu saray bir âyinedir, başkasının cemalini ve kemalini göstermek için böyle süslenmiş. Evet madem bu saray-ı âlemin başka emsali yok ki güzellikleri ondan iktibas edip taklid edilsin. Elbette ve her halde bunun ustası kendi zâtında ve esmasında kendine lâyık güzellikleri var ki, kâinat ondan iktibas ediyor ve ona göre yapılmış ve onları ifade etmek için bir kitab gibi yazılmış. Üçüncü Bürhan’ın üç nüktesi var: Birinci Nükte: Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfında gayet güzel bir tafsil ve kuvvetli hüccetlerle beyan edilen bir hakikattır. Tafsilini ona havale ederek burada kısa bir işaretle ona bakacağız; şöyle ki: Bu masnuata, hususan hayvanat ve nebatata bakıyoruz, görüyoruz ki: Kasd ve iradeyi gösteren ve ilim ve hikmeti bildiren daimî bir tezyin, bir süslemek ve tesadüfe hamli imkânsız bir tanzim, bir güzelleştirmek hükmediyor. Hem kendi san’atını beğendirmek ve nazar-ı dikkati celbetmek ve masnuunu ve seyircilerini memnun etmek için her şeyde öyle bir nazik san’at ve ince hikmet ve âlî zînet ve şefkatli bir tertib ve tatlı vaziyet görünüyor; bedahet derecesinde anlaşılır ki, kendini zîşuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb arkasında öyle bir san’atkâr var ki, herbir san’atıyla çok hünerlerini ve kemalâtını teşhir ile kendini sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ister. Hem zîşuur mahlukları minnetdar ve mesrur ve kendine dost etmek için tesadüfe havalesi imkân haricinde ve umulmadığı yerden leziz nimetlerin her çeşidini onlara ihsan ediyor. Hem derin bir şefkati ve [18.09.2023 18:52] Annem: kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir. Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganîmet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurlara alâ kadr-it tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi bir kerre daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor. Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz. Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum 10(Haşiye). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’aniyedendir. İkinci Mes’ele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizb-üş şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhane-i Kur’andan aldığı acib silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî’ üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun. Üçüncü Mes’ele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev’inden kaleme almışsınız. [18.09.2023 18:54] Annem: TARİH........ SAVULUN İTTİHATÇILAR GELİYOR (1)

... Geçen hafta (6 kişilik bir toplantı için) “Üçüncü Jöntürk Kongresi”ne benzetmiştim. Toplantının dışarıda faaliyet gösteren ve Türkiye’ye yeni ve özgürlükçü bir rejim getirecekleri iddiasında bulunan Jöntürk gruplarının 1902 ile 1907’de Paris’te yaptıkları iki kongrenin devamı gibi göründüğünü yazmış ama var olduğu söylenen sıkıntılara karşı bir çözüm sunulmadığını, muhalefete; “Abdülhamid gitsin de, gerisini sonra düşünürüz.” havasının hâkim olduğunu hatırlatmış(tım.) İktidara gelmeden önce herkese; “Canım, gülüm, cicim!..” diye yaklaşan o devrin muhalefeti gücü ele geçirince bir anda; “Ali kıran başkesen.” olmuş, en başta gazetecileri ve derken bütün milleti inim inim inletmişti...
O günlerde yaşananları kısaca anlatayım:
Muhalefetin iktidarına son vermek istedikleri Sultan Abdülhamid, 1878’de kapatmış olduğu Meclis’i içeriden ve dışarıdan gelen baskıların neticesinde 1908’in 24 Temmuz’unda yeniden açmaya mecbur oldu ve bu karar tarihlerimize; “İkinci Meşrutiyet” yahut “Hürriyet’in ilânı” olarak geçti. Siyasi sürgünler affedildi, sansür kalktı, dernek-parti kurmak serbest hâle geldi. Türkiye, Hürriyet’in ilânından Meclis’in yeniden açıldığı 17 Aralık’a kadar geçen 5 ay içerisinde o güne kadar hiç yaşamadığı daha sonra da yaşanmayan bir serbestlik havasına girdi. Hemen her gün yeni birkaç gazete yahut dergi çıkıyor, alışılmadık kitaplar yayınlanıyor, parti üstüne parti kuruluyor, her köşede ayrı bir fikir kulübü doğuyordu. İmparatorluğu teşkil eden milletlerin Meclis’te; “Osmanlılık” şemsiyesi altında toplanacağı hayal ediliyordu ama hayal boş çıktı.
1908’in 17 Aralık’ında açılan Meclis’teki milletvekillerinin 142’si Türk, buna karşılık 60’ı Arap, 23’ü Rum, 25’i Arnavut, 12’si Ermeni, 3’ü Sırp, 4’ü Bulgar, 5’i Yahudi ve 1’i de Ulah idi. Türk milletvekilleri, azınlık temsilcilerinden sadece 9 kişi fazla idiler...
Hürriyet’in ilânıyla sınırsız bir fikir hürriyetinin geldiği zannedilince gazeteler ve politikacılar etik kuralları bir tarafa bırakıp akıllarına geleni yazıp söylediler, işin içine dinî ve millî duygular da karışınca “Osmanlı üst kimliği” unutuldu ve azınlıklara verilen haklar bağımsızlık hayâline dönüştü. Meclis’teki bir Rum milletvekili “Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise, ben de o kadar Osmanlıyım.” diyebiliyor, azınlığa mensup milletvekilleri kendi milliyetçiliklerine soyunuyor, siyasi partiler de birbirlerini yemeye çalışıyordu.     (Devamı yarın)

18.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [18.09.2023 18:54] Annem: Dünyada Allah Teâlâ’dan hayâ edenleri, Allah Teâlâ kıyamet gününde azarlamaktan ve gazap etmekten hayâ eder.' Ali Havvâs Berlisî [rahmetullahi aleyh] Semerkand Takvimi [18.09.2023 18:54] Annem: Allah altmış yıl ömür verdiği kişiye yapamadığı kulluk için mazeret beyan etmek isteyenlerin mazeretlerini red eder.” (Buhârî, Rikâk 5) [18.09.2023 18:54] Annem: Hayırsever Olmak Müslümanlar herkes için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatte bulunması, aralarındaki kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları için de istemeyen kimse, İslâm muaşeretinin temiz esaslarını gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur: Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek mümin olamaz  (Buhârî; Müslim). Çocuk Aklı Deyip Geçme Sultan Mahmud, yolda gördüğü bir çocuğa bir altın vermiş, ama çocuk verilen altını almamıştı. Sultan, büyük merakla sebebini sorduğunda, çocukla aralarında şu diyalog geçti: - Sultanım!.. Annem ve babam bu altını gördüklerinde,  Onu mutlaka çaldın  diyerek bana kızarlar. - Sen de, bunu bana padişah verdi, dersin. - Hele o zaman hiç inanmazlar. Eğer padişah verseydi, bu kadar az vermezdi, derler. Sultan Mahmud, çocuğun kıvrak zekâsına hayret etti ve onu bir kese altınla ödüllendirdi. Semerkand Takvimi [18.09.2023 18:54] Annem: Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın" denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, "Kalkın", denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Mücâdele Sûresi 11.Ayet [18.09.2023 18:54] Annem: İstibrâ ve İstincâ İslâmî öğretiler bütün hayatı kuşatıcı nitelikte olduğu için, bu öğretilerde zaman zaman şahısların en özel ve mahrem görünen durumlarıyla ilgilenildiği ve bu konuda bazı emir ve tavsiyelerde bulunulduğu da olur. Tuvalet âdâbıyla ilgili olarak hadislerde ve fıkıh kültüründe birtakım kural ve önerilerin bulunması böyledir. Küçük ve büyük abdest bozduktan sonra yapılması gereken maddî temizlik, gerek bunun akabinde yapılacak hükmî temizliğin ve ibadetlerin sıhhati gerekse ferdin sağlığı, beden ve elbise temizliği açısından önemlidir. Küçük abdest bozduktan sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temizleme işlemine fıkıh dilinde "istibrâ" denilir. Özellikle erkekler açısından istibrâ daha önemlidir. Şayet özür hali söz konusu değilse vücuttan idrar sızıntısı olduğu sürece abdest geçerli olmaz. Bunun için de idrarın vücuttan iyice çıkmasını beklemek, bu amaçla biraz hareket etmek, yürümek veya öksürmek gerekebilir. İdrar sonrası abdest alınmayacak olsa bile, temizlik iyi yapılmadığında geriye kalan idrar sızıntısı elbiseye bulaşacağından bu temizliğe dikkat edilmesi her zaman önemini korumaktadır. Bunun için Hz. Peygamber idrardan sakınmayı emretmiş, kabir azabının çoğunun idrardan sakınmama sebebiyle olacağını haber vermiştir (Buhârî, “Vudû”, 55; İbn Mâce, “Tahâret”, 26). Çevre temizliği kadar beden ve elbise temizliği de gerek kişinin sağlığı ve beşerî ilişkileri gerekse ibadet hayatı için önem taşıdığından literatürde "istincâ" terimiyle ifade edilen temizlik yani büyük abdest bozulduktan sonra dışkı ve idrar yollarında yapılacak dışkı, idrar vb. temizliği de müslümanın hayatında ayrı bir önem taşır. Aslolan bu temizliğin su ile yapılmasıdır. Hatta su ile temizliğin İslâm toplum ve medeniyetinin en belirgin vasıflarından biri olduğu ve bu sebeple müslümanların kavuştukları beden ve elbise temizliğinin Batılılar tarafından da hayranlıkla ifade edildiği görülür. Su bulunmadığı takdirde bu temizliğin en uygun temizlik araçlarıyla yapılması gerekir. Temizlik sol elle yapılmalı, suyun ve diğer temizlik araçlarının kullanımında israftan kaçınılmalı, fakat temizliğin titizlikle yapılmasından da ödün verilmemelidir. Fıkıh kitaplarında eğitim ve ilim aracı olduğu için kâğıdın istibrâ ve istincâda kullanılması doğru bulunmamış ise de günümüzde iki kâğıt türü birbirinden ayrıldığı ve kâğıdın imal ve temini kolaylaştığı için, özellikle büyük abdest temizliğinde suyun kullanımı ve kurulanma kaçınılmaz olmuştur. Bu itibarla Batı toplumlarında yaygın olduğu şekliyle sadece tuvalet kâğıdı ile temizlenmenin yetersiz olduğunu, su ile temizlik yapıldıktan sonra avret yerinin bez veya tuvalet kâğıdı ile kurulanmasının sağlık ve temizlik açısından daha uygun hatta gerekli olduğunu belirtmek gerekir. ...Daha az [18.09.2023 18:54] Annem: O, sizi bir tek candan yaratandır. Sizin bir karar kılma yeriniz, bir de emanet bırakılma yeriniz var. Biz anlayan bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıklamışızdır. [Enam Sûresi.98] [18.09.2023 18:55] Annem: (AŞERE-İ MÜBEŞŞERE) ABDURRAHMAN b. AVF (r.a.) Hz. Peygamber’e iman eden ilk sekiz kişiden ve cennetle müj- delenen on sahâbîden biri olan Abdurrahman b. Avf, 580 yılın- da Mekke’de doğmuştur. Müslüman olmazdan önce de güzel ahlaklı biri olarak tanınan Abdurrahman b. Avf, Mekke müş- riklerinin baskı ve işkenceleri yüzünden önce Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etmiş, Hz. Peygamber hayat- ta iken daima onun yanında yer almıştır. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifeliği dönemlerinde kendilerine danışmanlık yapmış ve 75 yaşında 652 yılında Medine’de ve- fat etmiştir. Hayatı boyunca ticaretle meşgul olarak büyük bir servet kazanan Abdurrahman b. Avf, servetinin çoğunu Allah yolunda harcayarak büyük bir cömertlik örneği sergilemiştir. DİNÎ KAVRAMLAR KUDSÎ HADİS Hz. Peygamber’in Allah Teâlâ’ya nispet ettiği ha- dislerdir. Bu hadislerin manası Allah’tan, sözleri Hz. Peygamber’dendir. Hz. Peygamber bunları, “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor” diye rivayet eder. Kudsî hadis- lerde, çoğunlukla Allah’ın rahmetinden ve sıfatların- dan söz edilmektedir. ÖZLÜ SÖZ Kuş, yuvasına kanadı ile uçar. Ey İnsanlar, insanın kanadı gayretidir. (Mevlâna) [18.09.2023 18:55] Annem: a) Ailenin Önemi Diğer canlılardan farklı olarak insanlar tarih boyunca cinsel ihtiyaçlarını, bilinçli ve amaçlı olarak kurdukları aile düzeni ve disiplini içinde karşılayagelmişlerdir. Nisâ sûresinin ilk âyetinde de işaret buyurulduğu üzere bu kurumun başta gelen amacı, sağlıklı nesiller yetiştirmek suretiyle insan soyunun devamına katkıda bulunmaktır. Hz. Peygamber de bu hususa vurgu yapmıştır (İbn Mâce, "Nikâh", 1). Gerçi insanlar diğer canlılar gibi evlenmeden de çocuk sahibi olabilirler. Ancak, insan yavrusunun bedensel ve ruhsal gelişiminin, annenin tek başına üstesinden gelemeyeceği kadar uzun ve zahmetli bir bakımı gerektirmesi yanında, insanın bir kültür varlığı oluşu da aile kurumunu gerekli kılmıştır. Zira inançlar, değerler, gelenek ve göreneklerle iyi alışkanlıklar öncelikle ve en sağlıklı bir şekilde ailede kazanılır. Kur'ân-ı Kerîm'de de işaret buyurulduğu gibi (er-Rûm 30/21), aile kurumunun belki de en önemli işlevi sevgi odaklı bir ilişkiler dünyası oluşturmasıdır. Aile kurumu kıskançlıkları, dolayısıyla çatışmaları önleyerek toplumsal düzenin sağlıklı işleyişine de katkıda bulunur. Aile kurumu ve onun çevresinde oluşturulmuş kurallar, kadın-erkek ilişkisine biyolojik tatminlerin ötesinde değer ve anlamlar katar. İslâmiyet'in bir yandan zinayı ağır yaptırımlarla yasaklarken bir yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi de budur. Erdemli ve mükemmel bir toplum yapısı gerçekleştirmenin en önemli şartı olan hak ve sorumluluk bilinci, toplumun çekirdek birimi olan aile için de vazgeçilmez bir önem taşır. Nitekim Hz. Peygamber, aile bireylerinin haklarını ihmal etmek pahasına nâfile namaz kılmaya, oruç tutmaya vb. ibadetler yapmaya bile izin vermemiştir (Buhârî, "Savm", 55). İslâm ahlâkçıları, kural olarak diğer bütün insanların ve müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde söz konusu olan hak ve yükümlülüklerden aile bireylerinin de birbirlerine karşı sorumlu olduklarını belirtmişler; ayrıca onların kendi aralarında aile kurumuna özgü hak ve sorumluluklarının da bulunduğunu ifade etmişlerdir. b) Eşler Arasında Haklar ve Görevler Toplum içinde olduğu gibi aile içinde de haklara riayet edilmesi ve sorumlulukların yerine getirilmesi için belli bir düzen ve disiplinin kurulmasına, rollerin belli olmasına ihtiyaç vardır. Nisâ sûresinin 34. âyetine bakılırsa Kur'ân-ı Kerîm, aile reisliği yetki ve sorumluluğunu, koyduğu genel ahlâk ve adalet ilkeleri çerçevesinde erkeğe vermiştir. Hadislerde de erkeğin bu konumuna işaret eden ve kadının kocasına saygılı olmasını öğütleyen açıklamalar bulunmaktadır (meselâ bk. Buhârî, "Ahkâm", 1; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 40; İbn Mâce, "Nikâh", 4). Bununla birlikte, İslâmiyet'in tamamen aile düzeninin sağlıklı işleyişini temin maksadıyla erkeğe tanımış olduğu aile reisliği işlevi, ona asla kadın üzerinde bir baskı ve zorbalık imkânı vermez; ahlâk ilkeleriyle çelişen, bu nedenle de Kur'an'ın Peygamber'e bile tanımadığı (meselâ bk. el-Gaşiye 88/21-22) bu imkânı sıradan insanlara tanıması mümkün değildir. Dolayısıyla kadının kocasına saygısı da cebrî değil, ahlâkî bir saygıdır. Kur'ân-ı Kerîm, "Kadınlarla iyi geçininiz" (en-Nisâ 4/19) buyurur. Hz. Peygamber de insanların en iyisinin eşlerine karşı iyi davrananlar olduğunu ifade eder (Tirmizî, "Radâ'", 11). Kınalızâde'nin İslâm ve Türk ahlâk kültürünün klasiklerinden olan Ahlâk-ı Alâî adlı eserinde (II, 23) kocanın eşine karşı görevleri özetle şu şekilde sıralanır: "Erkek karısına karşı iyi davranmalı, haklarını gözetmeli; gücü ölçüsünde güzel ve değerli elbiseler giydirmeli; evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin dâhilî işlerini ve hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalı; kadının akrabasına saygı ve ikramda bulunmalıdır. Erkek, karısıyla yetinip üzerine evlenmemelidir; çünkü iki evlilik k [18.09.2023 18:55] Annem: Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrilinca: Biliniz ki Allah sizi bir irmakla imtihan edecek Kim ondan içerse benden degildir Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi Içlerinden pek azi müstesna hepsi irmaktan içtiler Tâlût ve iman edenler beraberce irmagi geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karsi koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler Allah'in huzuruna varacaklarina inananlar: Nice az sayida bir birlik Allah'in izniyle çok sayidaki birligi yenmistir Allah sabredenlerle beraberdir, dediler (BAKARA/249) Câlût ve askerleriyle savasa tutustuklarinda: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabir yagdir Bize cesaret ver ki tutunalim Kâfir kavme karsi bize yardim et, dediler (BAKARA/250) Sonunda Allah'in izniyle onlari yendiler Davud da Câlût'u öldürdü Allah ona (Davud'a) hükümdarlik ve hikmet verdi, diledigi ilimlerden ona ögretti Eger Allah'in insanlardan bir kisminin kötülügünü digerleriyle savmasi olmasaydi elbette yeryüzü altüst olurdu Lâkin Allah bütün insanliga karsi lütuf ve kerem sahibidir (BAKARA/251) Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettigimiz gibi sana da vahyettik Ve (nitekim) Ibrahim'e, Ismail'e, Ishak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara), Isa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik Davud'a da Zebûr'u verdik (NİSA/163) Israilogullarindan kâfir olanlar, Davud ve Meryem oglu Isa diliyle lânetlenmislerdir Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve siniri asmalaridir (MAİDE/78) Biz O'na Ishak ve (Ishak'in oglu) Yakub'u da armagan ettik; hepsini de dogru yola ilettik Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'i, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yi ve Harun'u dogru yola iletmistik; Biz iyi davrananlari iste böyle mükâfatlandiririz  (EN'AM/84) Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kildik; Davud'a da Zebur'u verdik  (İSRA/55) Davud ve Süleyman'i da (an) Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardi: bir gurup insanin koyun sürüsü, geceleyin basibos bir vaziyette bu ekinin içine dagilip ziyan vermisti Biz onlarin hükmünü görüp bilmekte idik  (ENBİYA/78) Böylece bunu (bu fetvayi) Süleyman'a biz anlatmistik Biz, onlarin her birine hüküm (hükümdarlik, peygamberlik) ve ilim verdik Kuslari ve tesbih eden daglari da Davud'a boyun egdirdik (Bunlari) biz yapmaktayiz  (ENBİYA/79) Ona, savas sikintilarinizdan sizi korumasi için zirh yapmayi ögrettik Artik sükredecek misiniz?  (ENBİYA/80) Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne iyi kullarim vâris olacaktir" diye yazmistik  (ENBİYA/105) Andolsun, Davud'a tarafimizdan bir üstünlük verdik "Ey daglar ve kuslar! Onunla beraber tesbih edin" dedik Ona demiri yumusattik  (SEBE'/10) [18.09.2023 18:56] Annem: Yine aynı sahâbe (Ebu Musa) (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle göndermiş bulunduğu şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi kavmine gelip: "Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Cenab-ı Hakk'tan getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları göstermektedir." Buhârî, Rikak 26; Müslim, Fezâil 15, (2283). [18.09.2023 18:56] Annem: Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir. Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder". Buhârî, İlm 20; Müslim, Fedail 15 (2282). [18.09.2023 18:56] Annem: Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir" Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12). Ebu Dâvud'un rivayetinin baş kısmında şu ziyâde vardır: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir o kadar da (sünnet) verildi." Rivayetin gerisi yukarıdaki mânada devam eder. Ebu Dâvud'un rivayetinin sonunda şu ziyade de mevcuttur: "Haberiniz olsun (Kur'an'da zikri geçmiyen) ehlî eşeğin eti de size helâl değildir, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi (köpek dişi) olanlar, keza muâhedeli olanların yitikleri de haramdır. Ancak eşya sâhibi, ihtiyacı olmadığı için, kasden terketmişse o müstesna. Bir kimse bir kavme uğradığı zaman, ona ikram etmek, o kavme vazife olur. Şayet ikram etmezlerse, o kimse, hak ettiği ikramın mislince onları cezalandırır." [18.09.2023 18:56] Annem: Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir. [Bakara Sûresi.153] [18.09.2023 18:57] Annem: “Allah’ım! Bana verdiğin rızık konusunda beni kanaat sahibi yap ve o rızkımı bereketli kıl. Zayi olan her nimetin daha hayırlısını bana ihsan eyle.” (Hâkim, Deavâat, No:1878) [18.09.2023 18:57] Annem: Allah’tan sakınan kişi ilmi kadar söz söyler.[İmam Rabbani] [18.09.2023 18:58] Annem: ATEŞPEREST Ateşe tapan, mecûsî. Zerdüşt tarafından kurulan bâtıl dîne inanan. Ateşperestler Cehennem'in Hutame denilen beşinci tabakasında yanacaklardır. Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak ateşperest âdetidir. (Muhammed Rebhâmî) Horoz, tavuk ve vahşî hayvanları, meselâ geyiği kurban etmek haramdır. Ateşperestlere benzemek olur. (İbn-i Âbidîn) Nevrûz günü, ateşperestlerin bayramıdır. O gün, onların yaptıklarını yapan, bayram yapan müslümanın îmânı gider de haberi olmaz. (Kerderî) [18.09.2023 18:58] Annem: Basri A. Basra ahalisinden     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [18.09.2023 18:59] Annem: Evvabin namazı nedir ve nasıl kılınır? ‘Evvabin’, tövbe edip Allah’a sığınanların namazı anlamına gelir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in evvabin namazının kuşluk vakti kılınacağını ifade eden hadislerinin (Müslim, Salatü’l-müsafirin, 19) yanı sıra akşam namazından sonra nafile kılan kimsenin ‘evvabin’den olacağını bildiren başka rivayet (Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, Kahire, 1415, I, 250, VII, 191) sebebiyle, ‘evvabin namazı’ tabirinin akşam namazından sonraki nafile için kullanılması yaygınlaşmıştır. Altı rekatlık bir namaz olan evvabin namazı, tek selamla kılınabileceği gibi üç selamla da kılınabilir (Şürünbülali, Meraki’l-felah, I, 170-171). Peygamberimiz (s.a.s.): “Kim akşam namazından sonra kem söz söylemeksizin altı rekat namaz kılarsa, bu kendisi için on iki senelik ibadete denk kılınır” buyurmuşlardır (Tirmizi, Salat, 321). Ayrıca kendisinin de akşam namazından sonra altı rekat namaz kıldığı rivayet edilmektedir (Şevkani, Neylü’l-evtar, III, 64). [18.09.2023 19:00] Annem: Yılmam ölümden, yaradan, askerim; Orduma, “Gâzî” dedi Peygamberim. Bir dileğim var, ölürüm isterim: Yurduma tek düşman ayak basmasın!         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Türk eriyiz, silsilemiz kahraman... Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman. Putları Allah tanıyanlar, aman, Mescidimin boynuna çan asmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Millet için etti mi ordum sefer, Kükremiş aslan kesilir her nefer. Döktüğü kandan göğe vursun zafer, Toprağa bir damlası boş akmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Ey Ulu Peygamberimiz nerdesin? Dinle minâremde öten gür sesin! Gel, bana yâr ol ki cihan titresin, Kimse dönüp süngüme yan bakmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! (Millî Mücâdele Yılları, 1921-1922) [18.09.2023 19:00] Annem: 16 RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II çüsü Kur’an ve sünnettir. Kur’an ve sünnete uygun olanların o peygamberden günümüze ulaşabildiği düşünülebilir. Oruçta da aynı durum söz konusudur. Fakat Kur’an geldikten son- ra hepsini neshetmiş, bütün insanlığı sahuruyla, imsakıyla, iftarıyla, imsak ve iftar arasında hiçbir şey yiyip içmemek ve cinsel münasebetten uzak olmak gibi ilkeleriyle ve bütün ber- raklığıyla ortada olan İslam’ın orucuna davet etmiştir. Öyle ki, her vesileyle müslümanlar oruç tutmaya teşvik edilmişlerdir. Farz oruçlar, vacip oruçlar, sünnet oruçlar, müstehap oruçlar şeklinde tasnif edilerek sabır ve irade eğitimine destek olan, katkı sağlayan bu önemli ibadet sevgili Peygamberimizin ifa- desiyle “Müslüman için her türlü kötülüğe karşı kalkan” olmuş, Müslüman oruç tutmuş, oruç da Müslüman’ı diri tutmuştur. RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 16 27.04.2019 00:11:19 [18.09.2023 19:01] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 8 6 ∙∙∙ şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘Allah dilerse yapacağım’ de.”65 Bu gibi ifadeler, ilk bakışta Allah’ın iradesinin kâi- nattaki diğer her şeyi olduğu gibi insanın fiillerini de be- lirlediği, bir anlamda onu zorladığı, Allah öyle irade ettiği için insanın şu ya da bu şekilde davrandığı düşüncesi- ni akla getirebilir. Bu hususu açıklayabilmek için, İslâm âlimleri Allah’ın iradesini iki kısma ayırmışlardır. Kevnî (ya da tekvînî) irade ve teşriî irade.66 Tekvînî irade, bütün yaratıkları, iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri, faydalı-zararlıyı kapsamına alan ve oluşumla ilgili olan iradedir.67 Allah, adaleti gereği, bu çeşit iradesiyle kul- ların irade ettiklerini irade eder ve bu iradesine göre de yaratır. Bu çeşit bir irade herhangi bir şeye taalluk eder- se, o şey derhal meydana gelir. “Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece ‘ol’ dememizdir. Hemen oluverir.”68 âyetinde belirtilen irade bu çeşit bir iradedir. Dinî irade de denilen teşriî irade, Allah Teâlâ’nın’ bir şeyi sevmesi ve ondan hoşnut olması (mahabbet ve rıza) de- mektir. “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmeni- zi istemez.”,69 “Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister.”70 gibi âyetlerde bahsedilen Allah’ın dilemesi, işte bu çeşit bir iradedir. Allah’ın bu anlamdaki iradesi ile bir şeyi di- lemiş olması, o şeyin meydana gelmesini gerekli kılmaz. “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım et- meyi emreder (irade eder).”71 âyetinde Allah’ın irade et- 65 el-Kehf 18/23-24. 66 İbn Teymiyye, Mecmûatü’r-resâil ve’l-mesâil, V, 325-326. 67 Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, 66. 68 en-Nahl 16/40; ayrıca bk. Yâsîn 36/82. 69 el-Bakara 2/185. 70 en-Nisâ 4/27. 71 en-Nahl 16/90. ALLAHA İMAN.indd 86 12.03.2015 09:08:59 [18.09.2023 19:01] Annem: Ravi: Nafi (ra) İbnu Ömer (ra) dedi ki: "Kadın hayızlı veya cünüb olmadıkça artığıyla yıkanmada bir beis yoktur." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Muvatta, Taharet 86, (1, 52) Hadisin Açıklaması: Ashab, Resulullah'ın abdest suyu ile  teberrükte bulunmuştur. Muhtelif rivayetler bunu te'yid eder. Buhârî'nin bir rivayetinde, Ashab'ın bu sudan kapabilmek için aralarında "mukâtele" ettiklerini ifade eder. Tabiî ki gerçek bir kavga mevzubahis değil, ama bir tezâhüm ve itişme mümkündür. Bu artığa yetişemeyenlerin, Resûlullah'ın elindeki su  bulaşığıyla teberrük cihetine gitmelerinin belirtilmesi, söylediğimiz hususu teyid eder. Aleyhissalâtu vesselâm traş olduğu zaman saçlarını, terlediği zaman terini toplama gayreti rivayet edilmiştir. Bu rivayetler Ashab'ın Aleyhissalâtu vesselâm'a gösterdiği alâka ve sevginin derecesini anlamamızda yardımcı olur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çeşit alâka ve teberrük gayretine müdahale etmemiş, sükûtuyla rıza göstermiştir [18.09.2023 19:01] Annem: Resulullah (sav) suyun fazlasını satmayı yasaklamıştır. Kaynak: Müslim, Musakat, 34 (1565); Nesai, Büyu 89, (307); İbnu Maice, Ruhun 18, (2477) Rivayet: Cabir [18.09.2023 19:01] Annem: 12- İmâma Uyan Kimseyi İmâmın Arkasında Aşikare Okumaktan Nehiy Bâbı 913- Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd ikisi birden Ebû Avâne'den rivâyet ettiler. Saîd dedi ki: Bize Ebû Avâne, Katâde' -den, o da Zürâretü'bnü Evfâ'dan, o da İmran b. Husayn'dan naklen rivâyet etti. İmrân Şöyle dedi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Öğle namazını, yâhud ikindiyi kıldırdı. Müteakiben: «Benim arkamda sûresini hanginiz okudu?» diye sordu. Bir zât: «Ben (okudum).' Ama onu okumakla hayırdan başka birşey kastedınedim» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Gerçekten anladımki biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyurdular. 914- Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Katâde'den rivâyet etti, Dedi ki: Zürâretü'bnü Evfâ'yı İmran b. Husayn'dan naklen rivâyet ederken işittim ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğle namazım kıldırmış. Bir zât Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in arkasında sûresini okumağa başlamış. Namazdan çıkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «— Hanginiz okudu,» yahut «Okuyan hanginizdi» diye sormuş. Bir zât: — «Ben (okudum)» cevabını vermiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — Gerçekten anladımki biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyurmuşlar. 915- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. el-Müsennâ da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Ebî Adiy rivâyet etti. Bunların ikisi de İbn Ebî Arûbe'den, o da Katâde'den bu isnadla rivâyet etmişler ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) öğleyi kılmış ve: «Gerçekten anladım ki bîriniz onu benim ağzımdan aldı» buyurmuşlar. Hadîsin buradaki rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in öğle namazını mı, ikindiyi mi kıldırdığını râvî şüphe ile ifâde etmişse de, ekseri rivâyetlerinde şüphesiz olarak öğle namazını kıldırdığı beyân edilmiştir. Muhalece: Münâzea, yani çekiştirmek manasınadır. Burada ondan murâd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ağzından alırcasına onun okuduğunu okumasıdır. Bu sözle Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) o zâtın başkalarına işittirecek derecede sesle okumasını reddetmiş; onun bu yaptığını doğru bulmamıştır. İmâma uyanlara da kırâeti vacip görenler bu hadîste kırâetin menedilmediğini, bilâkis ispat Duyurulduğunu söylerler. Çünkü Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) okumalarına bir şey dememiş, aşikâre okumalarına itiraz etmiştir. Gerek Nevevî'nin gerekse Kâdî Iyâz'ın izahatı bu tarzdadır. Fakat bize kalırsa hadîs-i şerif, İmâmın arkasında kırâet vâcibdir diyenlere ne kadar delilse, vâcib değildir diyenlere de o kadar, hattâ daha fazla delil teşkil eder. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Filân sûreyi hanginiz okudu» diğer rivâyette «Okuyan kimdi» yahut «Hanginiz okudu?» buyurmuştur. Bu suallerden okuyun mânâsı mı çıkar, yoksa okumayın mânası mı? Bence okumayın mânâsı çıkar. Bunları sesle okuyan kimdi, sesle okumak doğru değildir. Gizli okuyun;» mânâsına almak, hele de okumayı bütün cemâate teşmil ederek cemâatin gizli okumalarını takrir ve kabul mânâsı vermek olsa olsa zayıf bir ihtimaldir. Bu sebeple hadîs; «Cemaata kırâet vâcibdir» diyenlere değil, vâcib değildir diyenlere delil olsa gerektir. Einâenaleyh Nevevî'nin: «Bu hadîs öğle namazında gerek İmâm, gerekse cemâatin sure okuyacaklarını isbât etmektedir. Bize göre hüküm budur. Mezhebimizin şâzz ve zaîf bir kavline göre cemâat gizli namazlarda da, cehrî namazlarda olduğu gibi sûreyi okumazlar. Fakat bu yanlıştır. Çünkü cehrî namazlarda susarak dinlemek emrolunmuştur; Burada ise bir şey işitmez. Şu halde susmanı [18.09.2023 19:02] Annem: İŞ VE SÖZDE FAYDASIZ YÜKLER YÜKLEMENİN YASAKLIĞI “De ki, Ey Peygamber! Bu mesaj, tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ve ben yapmacık uydurmalarla peygamberlik taslayanlardan veya kendiliğimden bir yükümlülük getirenlerden de değilim.” (38 Sa'd, 86) 1657: Ömer (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: “Biz her zaman ve her yerde zorluk çıkarmaktan yasaklandık.” (Buhari, İ'tisam, 3) 1658: Abdullah ibn Mes'ud (Allah Ondan razı olsun)'ın yanına varmıştık, bize şunları söyledi: “Ey insanlar bilen bildiğini söylesin, bilmeyen de Allah bilir desin, zira insanın bilmediği bir konuda Allah bilir demesi de bir ilimdir. Allah peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'e şöyle buyurmuştur: “Ey peygamber, de ki, Allah'tan gelenleri size tebliğ ettiğimden dolayı sizden bir ücret istemiyorum. Ben size zorluk çıkaranlardan da değilim.” (38 Sa'd Suresi, 86) (Buhari, Tefsiru Sure-i Sa'd, 3) [18.09.2023 19:02] Annem: Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biriniz farz namazını mescidde kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” Müslim, Müsâfirîn 210. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 186 [18.09.2023 19:02] Annem: Allah’ım! Rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sürekliliğini, her türlü günahtan uzak ve salim olmayı, her türlü iyilik ve nimetleri, cennete girerek felaha ermeyi, yardımınla cehennem ateşinden kurtulmayı istiyorum.” Hakim, Deavât, No: 1925 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [18.09.2023 19:03] Annem: Bir adam çarşıya satmak üzere mal koydu. Müslümanlardan biri alıcı çıkınca, onu ikna için, "senin vermediğin parayı ödedim" diye Allah'a kasem etmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, işte onların ahirette bir payları yoktur. Allah, kıyamet günü, onlara hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir" (Al-i İmran, 77) Buhari, Büyu 27, Tefsir 3, 3 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [18.09.2023 19:03] Annem: Hz.Ali'nin Hayatı 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Resulullah (asm)'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır. Hz. Ali (ra) küçük yaşından beri Resulullah (asm)'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice (ra)'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber (asm) ile Hz. Hatice (ra)'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali (ra)'ye Peygamberimiz (asm) şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali (ra) hemen Müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah (asm)'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: [su_note note_color="#fafa54" radius="5"]"Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/384).[/su_note] Resul-u Ekrem (asm), en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah Teâlâ'dan emir alınca, onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: [su_note note_color="#fafa54" radius="5"]"Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum. İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek."[/su_note] dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin." diyerek Hz. Ali'yi taltif etti. (Müsned, 1/159; Taberî, 2/217-8; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, 8/302) Hz. Peygamber (asm) hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali (ra), Resulullah (ra)'ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali (ra), Hz. Peygamber (asm)'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi. (bk. Ahmed bin Abdullah et-Taberî, er-Riyadu’n-Nâdıra: 1/245) Hz. Ali (ra), Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber (asm)'in kızı Hz. Fâtıma (ra) ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi. Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, Müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler Müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber (asm) de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbu [18.09.2023 19:03] Annem: ACI AMA TATLI Hz. Eyyûb (as), bizlere en kalıcı sabır dersi verdi. Bolluk ve rahatta kulluk yaptığı gibi, darlık ve sıkıntıda da kulluk yapılması gerektiğini yaşayarak gösterdi. Sabır, başa gelen sıkıntı ve belâlara katlanmaktır. Başa gelenleri sınav sorusu olarak görmek ve onların ilk başa geldiği andan itibaren onlara dayanmak ve direnmektir. Yine sabır, ibadette daim olmaya, günahlardan geri durmaya sabretmektir. Bütün peygamberler gibi, Hz. Eyyûb de bir insan ve seçkin bir kuldu. Bir insan gibi hayatını devam ettirmekle birlikte Yüce Yaratıcı’ya kulluktan da hiç geri durmadı. Onun sınav sorularından biri de hastalıkla sınanmasıydı. Kavminden bazılarının sandığı ve iddia ettiği gibi, onun bu belâlara uğraması işlediği bir günahından dolayı değil, sadece sınav içindi. Çünkü Cenab-ı Hak, belâ ve musibetleri bazen işlenen günahlar sebebiyle verir, bazen de kullarını sınamak ve onların derecesini yükseltmek için verir. Eyyûb kulunu da sınayıp derecesini yükseltmek için belâya müptela kılmıştı. Önce çoluk çocuğunu kaybetti, ardından hastalandı. O, ağır bir hastalığa tutulmuştu. O, hep sabretti ve halini Rabb’ine arz etti. Hz. Eyyûb’ün duasında çok ince dua adabını görmekteyiz. O, doğrudan hastalığı için şifa istemedi. Sadece şöyle dedi: “Başıma bir belâ geldi, (Sana sığındım), Sen merhametlilerin merhametlisisin.” Elbette bizler hasta olmamak için tedbirimizi alacağız, sağlığımızın kıymetini bileceğiz. Hastalandığımız zaman da tedavi yollarına başvurup Rabb’imize dua edeceğiz. Her ikisini birlikte yapacağız. Şifa bulmak geciktiğinde sabırsızlık göstermeyeceğiz ve sızlanıp durmayacağız. "İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunlarda aldanmıştır: sağlık ve boş vakit!" Ne var ki insan, senelerce sıhhatli yaşadığını hatırlamaz da, hastalandığı zaman sızlanmaya ve şikâyete başlar. “Sabır, sabrın içinde gizlidir.” Sabrın kıymetini bilebilmek, ne kadar kıymetli olduğunu anlamak için, sabrın içinde derinlere dalmak gerekir. Çünkü sabır, deniz gibidir. Kimileri kıyısında gezer, kimileri yüzünde. Kimileri ise hiçbirini umursamaz, dibini sezer. “Sabır acıdır, tadı ise acısında saklıdır.” Bazen parçalanır yüreğin, kanar ılgın ılgın, hele de dokundukça zülfiyâre yanar içten içe, yandıkça sabır merhemini sürer kendinde belenirsin, sabır dersin beklersin. Beklemek zordur, sabır işidir. Sabahlar olmaz, uzar sancılı geceler, yüreğinde kıvrılır karanlık. Gün olur yırtar karanlığın örtüsünü, uyandırır sessizliği kabından taşan feryadın. Gün olur, bir nefeslik yer bulamazsın kâinatta. Kimselere duyuramazsın sesini, kendi sesinde sessizce boğulursun. Umutsuzluk, fırsatını bulduğu an çöker ensene, unutturur sana sesini duyanı. Ağ gibi örer seni, hâkimiyeti ele alınca nefsin. Yeter demek istersin, hatta için için haykırmaya bile başlarsın. İşte o anda sabredebilirsen, “O tutar ellerinden. Bırakmaz seni, “Sabır, kulum!” der. “Sabır!” Kul olacaksan, ümmet olacaksan, mü’min olacaksan sabır!.. Ah! Bir erebilirsen sabrın sırrına, niyazların naz makamına çıkar, güller açar kederlerinde, diner yüreğinin acısı, şad olursun yayılınca o tat ruhuna. “Sabır, sabrın içinde kıymetlidir.” Rabb’im her daim arkada bıraktıklarımızın hiçliğiyle maddi sabrı aşıp manevi olana erebilmeyi, O’na yâr olan gönüllere yâr olabilmeyi nasip eylesin. Âmin...   Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [18.09.2023 19:03] Annem: ❝Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!❞ | A'râf Suresi, 10 [18.09.2023 19:04] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın." (Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "...Zira Allah Adem'i kendi suretinde yaratmıştır.") Kaynak : Buhari, Itk 20, Müslim, Birr, 112, (2612) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [18.09.2023 19:04] Annem: [Hadis No : 3627] Ebu Dâvud'da şöyle gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidi terketmesin." Müslim, Hayz 99, (362); Tirmizi, Tahâret,56, (74, 75); Ebu Dâvud, Taharet 68, (177). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [18.09.2023 19:05] Annem: “Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73) [18.09.2023 19:05] Annem: Bir Ayet (Ey Resûlüm!) de ki: Bu Kur'an, muazzam bir mesajdır, ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz. (Sâd, 38/67-68) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [18.09.2023 19:05] Annem: Bir Hadis Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir hak varsa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir. ( Buharî, Mezalim,210; Rikak,48) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [18.09.2023 19:05] Annem: Bir Dua Ya Rab Sana açılan elleri, seni zikreden dilleri, sana yalvaran gönülleri huzurundan boş çevirme! İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [18.09.2023 19:06] Annem: 4. Üsâme b. Şerîk şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in huzuruna geldiğimde gördüm ki ashâbı (onu hürmet içinde sessizce dinlerken) âdeta başlarının üzerinde birer kuş varmış gibiydiler...” (D3855 Ebû Dâvûd, Tıb, 1) [18.09.2023 19:07] Annem: 44- KİTÂBU'L-HUSÛMÂT. 1- (Müslümanlar Arasındaki Hukukî Çekişmelerde) Da'vâcının Da'vâlıyı Hâkim Huzuruna Getirmesi Ve Müslüman - Yahûdî Arasında Meydana Gelen Çekişme Hakkında Zikrolunan Şeyler Babı 2- Eğer İmâm (Yâhud Hâkim} Onun Üzerine Hacr Koymuş Değilse Sefîhin Ve Aklı Zaıf Olanın İşini Geri Çeviren Kimse Babı 3- Hasımların Bâzısının Diğeri Hakkındaki Kelâmı Babı 4- Ma'siyetler Ve Husûmetler Ehli Olanların, Onların ) Bu Hallerini Tanıma Ve Tesbîtten Sonra (Onları Edeblendirme Yolu Olmak Üzere) Evlerden   Çıkarılmaları Babı 5- Vasînin Ölmüş Kimse Adına (Nesebe Katma İsteği Ve F Diğer Haklar Hususundaki) Da'vâsi Babı 6- Bozgunculuğundan Endîşe Edilen Kimselerden İşi Sağlamlaştırma Tedbîri Almak Babı 7- Suçlunun Harem İçinde Bağlanması Ve Habsedilmesi Babı 8- Borç Verenin Alacaklısından Ayrılmayıp Onunla Sabit Ve Dâim Olması Babı 9- Alacağın Ödenmesini İstemek Babı Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 44- KİTÂBU'L-HUSÛMÂT (Hukukî Çekişmeler Kitabı) [1] 1- (Müslümanlar Arasındaki Hukukî Çekişmelerde) Da'vâcının Da'vâlıyı Hâkim Huzuruna Getirmesi Ve Müslüman - Yahûdî Arasında Meydana Gelen Çekişme Hakkında Zikrolunan Şeyler Babı [2] 1-.......Ben Abdullah ibnu Mes'ûd'dan işittim, şöyle diyordu: Ben bir kimsenin bir âyeti, benim Peygamber'den işittiğim okuyu­şun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen elinden tuttum ve onu Rasû-lullah'a getirdim. Rasûlullah (S): "Her ikiniz de güzel okudunuz" buyurdu. Şu'be dedi ki: Ben Rasûlullah'ın şunu da söylediğini zan­nediyorum: "(Kur'ân hakkında) sakın ihtilâf etmeyiniz. Çünkü siz­den evvelki ümmetler kitâblannda ihtilâf ettiler de bu yüzden helak oldular" [3]. 2-.......Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Biri müslumanlardan, öbürü Yahûdîler'den olan iki kişi birbiriyle sövüştüler. Müslüman olan zât, Yahudi'ye: — Muhammed'i âlemler üzerine süzüp seçen Allah'a yemîn ede­rim ki, demişti. Yahûdî de müslümâna hitaben: — Musa'yı âlemler üzerine süzüp seçen Allah'a yemîn ederim ki, demiş. Bunun üzerine müslümân elini kaldırıp Yahudi'nin yüzüne bir tokat vurdu. Yahûdî hemen Peygamber'in yanma gitti. Kendisinden ve müslümândan meydana gelen işleri Peygamber'e haber verdi. Peygamber o müslümâm çağırttı ve ona olan işten sordu. Müslümân da olanları kendisine haber verdi. Akabinde Peygamber (S) şöyle buyurdu: — "Bana Mûsâ üzerinde hayırlılık vermeyiniz! Muhakkak ki in­sanlar kıyamet gününde (o günün korkunçluğundan yıldırım çarp­mış gibi) bayılacaklar. Onlarla beraber ben de bayılacağım. Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda ben Musa'yı Arş'ın bir tarafına sımsıkı tutunmuş duruyor görürüm. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı, yâhud baygınlıktan Allah 'in istisna et­tiklerinden mi bulundu?" [4]. 3-......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) otur­muş olduğu sırada bir Yahûdî geldi ve: — Yâ Eba'l-Kaasım! Sahâbîlerinden bir adam yüzüme vurdu, diye şikâyet etti. Rasûlullah: —  "Kim vurdu?" diye sordu. Yahûdî, Ensâr'dan bir adam olduğunu söyledi. Rasûlullah: —  "Onu çağırınız!" diye emretti. (O adam huzura getirilince:) —  "Sen bu Yahudi'yi dövdün mü?" diye sordu. O zât da: — (Evet.) Bunun çarşıda "Musa'yı bütün beşeriyet Üzerine sü­züp seçen Allah'a yemin ederim ki" diye yemîn ettiğini işittim. Ben de: Ey habîs! Muhammed üzerine de mi (tercih etti), dedim. O sıra­da beni ânı bir öfke tuttu da yüzüne vurdum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (S): —  "Peygamberler arasında (birini öbüründen) eksiltme hayırlı-lığı nisbet etmeyiniz. Çünkü kıyamet gününde insanlar (o günün şid­detinden) bayılacaklar. (Onların beraberinde ben de bayılacağım.) Fakat yerin kendisinden ilk yarılacağı (yânî kabri ilk açılan) kimse ben olacağım. O anda ben Mus [18.09.2023 19:07] Annem: 12- Fitnelerden Kaçmak Dindendir 19-...Ebû Sâîd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yakında (öyle fenâlıklar meydana gelecek ki) bir müslümânın, kendi dînini fitnelerden selâmete kaçırmak için, dağ başlarında gezdirip, yağmur sularının düştüğü yerlerde (yani vâdîler ve sahralarda) güdeceği davarları, en hayırlı malı olacaktır."     [18.09.2023 19:09] Annem: Size en büyük günahın ne olduğunu söyleyeyim mi? Allah'a ortak koşmak ve anaya babaya saygısızlık etmektir… (Buhârî, Edeb, 6) [18.09.2023 19:09] Annem: - عَنْ أَبِى أُمَامَةَ الْبَاهِلِىِّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - فَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِى عَلَى أَدْنَاكُمْ - أبو امامه الباهلى رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه و سلم افنديمز شويله بويورمشلردر - عالمك، عابده (عبادت ايدنه ) اوستونلكى؛ بنم، سزك اك آشاغى مرتبەده اولانكزه اوستونلكم كبيدر - Ebu Ümame el-Bahili (r.a)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, benim sizin en aşağı mertebede olanınıza üstünlüğüm gibidir. - Sünen-i Tirmizi, Kitabü’l-İlim, h. 2685 [18.09.2023 19:10] Annem: Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.(Abese, 80/33-37) [18.09.2023 19:10] Annem: HİDANE BÖLÜMÜ.. Umumî Açıklama: HİDANE BÖLÜMÜ Umumî Açıklama: Hidâne, çocuk terbiyesini ilgilendiren mühim bir bahistir. Bununla ilgili olarak bilinmesi gereken ve fakat fıkıh kitaplarının arasında kalmış pek çok mesele var. Hidâne, fukahânın târifine göre, "Kız veya erkek çocukların veya kendi işlerinde müstakil olmayan gayr-i mümeyyiz mâtuhların muhafazasına bakmak, onların menfaatlarını mucip hususları deruhte etmek, ezâ ve zarar verecek şeylerden korumak, hayatın icâbâtını hakkı ile göğüsleyebilmeleri için bedenî, ruhî ve aklî terbiyeleri ile meşgul olmak ve mesuliyetlerini duyurmaktır." Bu devre normal olarak, erkeklerde 7-9; kızlarda 9-11 yaşları arasıdır. Çocuk yemede, içmede, giyinmede, tahâret ve yıkanmada kadına müstağni duruma gelince bu devre sona erer. Kız çocuğu için, hayız yaşına gelince sona erer. Çocuğun yetişmesinde birinci derecede muhtaç olduğu şey şefkat olması hasebiyle anne ve babanın boşanmaları veya bunlardan birinin veya her ikisinin de ölümleri halinde çocuğa bakmaya kimin daha çok lâyık ve hak sahibi olduğu meselesi mühim bir husustur. Normal olarak annenin bu işe daha layık olduğu kabul edilegelmiştir. Çocuk hakları beyannamesinin 6. maddesinde de: "Küçük çocuk istisnaî durumlar dışında anasından ayrılmamalıdır" denmektedir. Sünnet de annenin babaya nazaran daha şefkatli olduğunu ifade eder. Bu sebeple henüz büluğ çağına ermeyen bir çocuğun annesinden ayrılmaması bir esas olarak vaz edilmiştir: "Allah anne ile çocuğunun arasını açanı kıyamet günü sevdiklerinden ayrı tutar." Hatta anne köle bile olsa satış sonucu  ikisinin ayrılması yasaklanmıştır. Câfer İbnu Muhammed babasından şunu nakleder: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e esirler getirildiği zaman onları saf hâline koyar, sonra karşılarına geçip bakardı. Eğer ağlayan bir kadın görürse niye ağladığını sorardı. Kadın çocuğunun satıldığını söyleyecek olursa (akit bozulur) çocuğu kendisine iâde edilirdi." Râvi buna bir de Ebu Esid es-Saidî ile ilgili bir misâl verir. Ebu Dâvud'un bir tahricinde, Hz. Ali'nin satış sonucu köle anne ile çocuğunu ayırdığını, fakat durumdan  haberdar olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın  bunu yasaklayarak satış akdini iptal ettiğini öğreniyoruz. Bu hususda gereken titizliği Hz. Ömer de göstermiş, civardaki sorumlulara mektuplar yazarak uyarmalarda bulunmuştur. Abdullah İbnu Ferruh babasından  şunu  nakleder: "Ömer İbnu'l-Hattab  bize: "Ne kardeşlerin, ne de anne ve evladlarının arasını satışla açmayın" diye yazdı." Kaynağımız, Hz. Ömer'in aynı muhtevada Nâfi' İbnu Abdi'l-Hâris'e de yazdığını kaydeder. Münâvî, "Satış, hibe, vs. yollarla anne ile evladın arasını açmanın, Şâfiî, Ebu Hanife ve Mâlik nezdinde şiddetli haram olduğunu, ancak Şâfiî'nin "temyiz yaşından önce", Ebu Hanife'nin de "büluğ yaşından önce" şartını koştuklarını kaydeder. Bu husustaki yasak sadece anne ile evladın değil, baba ile evladın ve kardeşlerin arasının açılmasına da şâmildir. Ancak anne hususu, te'kidle ifade edilmiştir. Nitekim Said İbnu Mansur'un bir tahricinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayrı ayrı satılan iki kızkardeşin satış akdini iptal etmiştir. Çocuğu annenin terbiyesi bir esas olmakla beraber, boşanma halinde çocuğa sahip olma hususunda anne ile baba arasındaki ihtilaf, keza çeşitli durumlarda anne ile amca, baba ile anneannesi vs. arasında çıkacak ihtilâflar karşımıza  farklı meseleler ve çözüm yolları çıkarmaktadır. Bu hususta sünnette çeşitli misallere rastlamaktayız. 1- Çocuk temyiz yaşından küçükse, tekrar evlenmedikçe anne ehaktır: Abdullah ibnu Amr'in rivayetinde: bir kadın gelerek:  "Yâ Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben şu oğlumu karnımda taşıdım, göğsümden emdirdim, kucağımda korudum. Şimdi babası beni boşadı ve bunu eli [18.09.2023 19:10] Annem: حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ، قَالَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، قَالَ حَدَّثَنِي إِسْمَاعِيلُ بْنُ أَبِي خَالِدٍ، عَلَى غَيْرِ مَا حَدَّثَنَاهُ الزُّهْرِيُّ، قَالَ سَمِعْتُ قَيْسَ بْنَ أَبِي حَازِمٍ، قَالَ سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ، قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِي اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَسُلِّطَ عَلَى هَلَكَتِهِ فِي الْحَقِّ، وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْحِكْمَةَ، فَهْوَ يَقْضِي بِهَا وَيُعَلِّمُهَا ‏"‏‏.‏ Kays b. Ebu Hazim şöyle demiştir: Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle dediğini duydum: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Gıpta etmek ancak iki şeyde söz konusudur: Bir kimseye Allah mal vermiş, bu malını da hak yolda harcamaya muvaffak kılmıştır. Bir kimseye Allah bilgi ve hikmet vermiş, o kişi de o hikmete göre hükmetmekte ve onu öğretmektedir. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 73 In-book reference: Kitap 3, Hadis 15 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [18.09.2023 19:10] Annem: 64/Tegâbün 14 - Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [18.09.2023 19:10] Annem: عَنْ أبي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ بْنِ الْخَطّاَبِ رضي الله عنهما قال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  يَقُولُ : انطلق ثَلاَثَةُ رَهْطٍ مِمَّنْ كان قَبْلَكُمْ حَتَّى أَواَهُمُ الْمَبِيتُ إِلَى غَارٍ فَدَخَلُوهُ, فَانحَدَرَتْ صَخْرَةٌ مِنَ الْجَبَلِ, فَسَدَّتْ عَلَيْهِمُ الْغَارَ فَقال: والله إنهُ لاَ يُنْجِيكُمْ مِنْ هَذِهِ الصَّخْرَةِ إلا أن تَدْعُوا اللَّهَ تَعاَليَ بِصَالِحِ أَعْمَالِكُمْ قال رَجُلٌ مِنْهُمُ:  اللَّهُمَّ كان لِي أَبَوَان شَيْخَان كَبِيرَان, وَكُنْتُ لاَ أَغْبُقُ قَبْلَهُمَا أَهْلاً وَلاَ مَالا. فَنَأَى بِي طَلَبُ الشَّجَرِ يَوْمًا فَلَمْ أُرِحْ عَلَيْهِمَا حَتَّى نَامَا, فَحَلَبْتُ لَهُمَا غَبُوقَهُمَا فَوَجَدْتُهُمَا نَائِمِينَ, وَكَرِهْت أن أوُقِظَهُماَ وَإن أَغْبُقَ قَبْلَهُمَا أَهْلاً أَوْ مالا فَلَبِثْتُ- وَالْقَدَحُ عَلَى يَدِي- أنتظِرُ اسْتِيقَاظَهُمَا حَتَّى بَرِقَ الْفَجْرُ وَالصِّبْيَةُ يَتَضاَغَوْنَ عِنْدَ قَدَمِي- فَاسْتَيْقَظَا فَشَرِبَا غَبُوقَهُمَا. اَللَّهُمَّ إن كُنْتُ فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَفَرِّجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ مِنْ هَذِهِ الصَّخْرَةِ, فَانفَرَجَتْ شَيْئًا لاَ يَسْتَطِيعُونَ الْخُرُوجَ مِنْهُ. قال الآخَر : اَللَّهُمَّ كانت لِي ابنة عَمٍّ كانت أحب النَّاسِ إِلَيَّ . وَفيِ رِوَايَةٍ : كُنْتَ أحبهاَ كَأَشَدِّ ماَ يُحِبُّ الرِّجاَلِ النِّساَءَ فَأَرَدْتُهَا عَلَي نَفْسِهَا فَامْتَنَعَتْ مِنِّي حَتَّى أَلَمَّتْ بِهَا سَنَةٌ مِنَ السِّنِينَ فَجَاءَ تْنِي فَأَعْطَيْتُهَا عِشْرِينَ وَمِائَةَ دِينَارٍ عَلَىأن تُخَلِّيَ بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِهَا فَفَعَلَتْ حَتَّى إذا قَدَرْتُ عَلَيْهَا. وَفيِ رِوَايَةٍ : فَلَمّاَ قَعَدْتُ بَيْنَ رِجْلَيْهاَ قال : اتق اللهَ وَلاَ تَفُضَّ الْخاَتَمَ إلا بِحَقِّهِ, فَانصَرَفْتُ عَنْهَا وَهِيَ أحب النَّاسِ إِلَيَّ, وَتَرَكْتُ الذَّهَبَ الَّذِي أَعْطَيْتُهَا, اَللَّهُمَّ إن كُنْتُ فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ, فَافْرُجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ فَانفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ غَيْرَ إنهُمْ لاَ يَسْتَطِيعُونَ الْخُرُوجَ مِنْهَا. وَقال الثَّالِثُ: اَللَّهُمَّ إني اسْتَأجرتُ أجراءَ وَأَعْطَيْتُهُمْ أجرهُمْ غَيْرَ رَجُلٍ وَاحِدٍ تَرَكَ الَّذِي لَهُ وَذَهَبَ, فَثَمَّرْتُ أجرهُ حَتَّى كَثُرَتْ مِنْهُ الأموال, فَجَاءَ نِي بَعْدَ حِينٍ فَقال : يَا عَبْدَ اللَّهِ أَدِّ إِلَيَّ أجري, فَقُلْتُ : كُلُّ مَا تَرَى مِنْ أجركَ : مِنَ الإبل وَالْبَقَرِ و [18.09.2023 19:10] Annem: Mü'minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O'nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur. Müslim, Zühd, 64; Dârim", Rikâk, 61. [18.09.2023 19:10] Annem: Allah'ım! Hidayet ettiğin kimselerle birlikte bana da hidayet et, afiyet verdiğin kimselerle birlikte bana da afiyet ver, yüz çevirdiğin kimselerden benim de yüz çevirmemi nasip et, bana verdiğin nimetleri bereketli kıl... (İbn Hıbban, "Ed'ıye", No: 945) [18.09.2023 19:11] Annem: Tarihte Bugün •  Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’da Batışı 1890 •  Pakistan’ın Kurucusu M. Ali Cinnah’ın Vefatı 1948 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [18.09.2023 19:11] Annem: Günün Ayeti “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” İsra 44 [18.09.2023 19:11] Annem: Günün Hadisi “Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır.” Tirmizî, Birr 18 [18.09.2023 19:11] Annem: KİRA SÖZLEŞMESİ YAPARKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ? İster ev sahibi olun ister kiracı, bir konutu kiralama sürecinde çeşitli sorunlarla karşılaşmamak için kira sözleşmesine dair detaylara hâkim olmanız büyük önem taşır. Kira sözleşmesinin usulüne uygun ve doğru şekilde düzenlenmesi hem kiracıyı hem de ev sahibini ileride karşılaşılabilecek olası problemlerden korur. Kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracı arasındaki anlaşmanın, beklentilerin ve sorumlulukların net olarak belirlendiği bir belge niteliğindedir. Başka bir deyişle, sözleşmenin her iki tarafının da hukuksal açıdan beyanlarını barındırır. Peki, ev sahibi de olsanız kiracı da ev kiralama sürecinde hakim olmanız gereken detaylar nelerdir? Kira sözleşmesine imza atmadan önce hangi unsurlara dikkat etmelisiniz? Modern yaşam dinamiklerinin barındırdığı hızlı tempo, sizi sözleşmeye imza atmak konusunda aceleci davranmaya itebilir. Ancak kira sözleşmesini imzalamadan önce sözleşmede yer alan tüm bilgi ve belgeleri detaylı olarak incelemeli ve her birinin doğruluğundan emin olmalısınız.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [18.09.2023 19:12] Annem: PEYGAMBERİMİZ, İMAN VE İSTİKAMET Prof. Dr. Ali ERBAŞ Diyanet İşleri Başkanı Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. Yüce dinimiz İslam’ın gaye- si, erdemli birey, faziletli top- lum ve huzurlu bir dünya inşa etmektir. Bu gayeye uygun bir hayatın en önemli göstergesi de iman ve istikamettir. Dün- yevi ve uhrevi boyutuyla ha- yatı anlamlandırma hususun- da en büyük imkân olan iman, her türlü batıl düşünce ve an- layıştan kalbi arındırarak sa- mimiyetle âlemlerin Rabbine bağlanmaktır. Gözetilmesi ve korunması istenen maddi ve manevi tüm değerlere ema- net bilinciyle sahip çıkmak a- dına Allah ile yapılmış bir ahit- tir. Bu bağlamda bilgi, tefekkür ve tecrübelerle tahkiki boyuta taşınmış bir iman, insana yara- tılış gayesini ve sorumlulukla- rını hatırlatan, kimlik kazandı- ran ve onu özgürleştiren büyük bir nimettir. Aynı zamanda in- sanı Allah’ın rahmet deryasına daldıran, lütfuna mazhar kılan ve en doğru olana yönelten i- lahi bir rehberdir. Rabbimizin “Allah’a iman edip O’na sımsı- kı sarılanlara gelince, Allah on- ları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onla- rı kendine ulaştıran dosdoğ- ru bir yola iletecektir.” ferma- nı, bu hakikate vurgu yapmak- tadır. (Nisa, 4/175.) Bu ayet, aynı zamanda imanın hem gereği hem de neticesi olarak istika- mete (sırat-ı müstakime) işa- ret etmektedir. İstikamet ise Kur’an ve sünnet ilkeleri doğrultusunda asil bir duruşa karşılık gelmektedir. Bu yönüyle kuşatıcı bir kavram olan istikamet, imanla Allah’ın emniyetine sığınmak, imanı i- badete ve güzel ahlaka dönüş- türmek, fıtrata uygun olmayan ve yaratılış gayesinden uzak- laştıran her türlü söz ve dav- ranışı terk etmek anlamını i- çermektedir. Bir başka ifadey- le istikamet, söz, düşünce, tu- tum ve davranışların, “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hud, 11/112.) ilahi fermanı doğrultusunda karar ve anlam bulmasıdır. Anlamını yitirmiş bir hayatın, varoluş amacından sapmalar barındırdığı aşikâr- dır. Zira hayatı anlamlı kılan 4 Aylık Dergi | Eylül 2023 [18.09.2023 19:12] Annem: DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Ocak 2023 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 5 Ahlakınla En Güzel Örneksin Sevgili Peygamberim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), tüm insanlar içinde en güzel ahlaka sahip olandır. Biz de onu örnek alarak dosdoğru yaşamalıyız. Peygamberimizin şu öğüdüne sıkı sıkı tutunmalıyız: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru’ olarak yazılır…” Peygamberimiz, şaka yaparken bile yalan söylenmesini istememiştir. Peygamberimiz sadece bize değil tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Yani onun dediklerini ve yaptıklarını yapan herkes kurtuluşa erer. Peygamberimize olan bağlılığımızı ve sevgimizi göstermenin yollarından biri onun adı anıldığında salavat getirmektir. “Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed”, diyerek salavat getiririz. Salavat ya da salatüselam getirmek, Allah’a, Peygamberimize rahmet etmesi, onun makamını yüceltmesi için dua etmek demektir. Yazı yazarken, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in isminin arkasından salavatı (s.a.v.) veya (s.a.s.) şeklinde yazarız. Bu kısaltmanın uzun hâli şöyledir: ”Sallallâhu aleyhi ve sellem.” Bu, “Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun.” demektir. Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun Sevgili Peygamberimiz hicri takvime göre rebiülevvel ayının on ikinci gecesinde dünyaya geldi. Biz, bu geceyi Mevlid Kandili olarak kutlarız. Miladi takvime göre bu Eylül ayının 26’sı Mevlid Kandili. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’de cahiliye karanlığında bir güneş gibi doğdu. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen güzel ahlakıyla dünyayı aydınlatmaya devam ediyor. Kıyamete kadar da aydınlatmaya devam edecek. Biz onun hadislerinden, yaptıklarından çok şeyler öğreniyoruz. O, bize dinimizi nasıl yaşamamız gerektiğini en güzel şekilde gösterdi. Bize en güzel örnek olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’e salât ve selam olsun.

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Kıraç, APSCO Konsey Başkanlığına seçildi

AB'den ihracatçılara yeşil ekonomiye geçiş için 7 milyon avro destek

Otomotiv endüstrisi kasımda yaklaşık 3,8 milyar dolarlık ihracat yaptı

Niğde'de ilk fazı tamamlanan tesiste yıllık 7 bin ton likra üretiliyor

İnşaat sektöründe çalışan sayısı üç aydır rekor kırıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.TRABZONSPOR A.Ş. 15 10 1 4 14 34
3.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
4.GÖZTEPE A.Ş. 15 7 3 5 9 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 15 5 6 4 -3 19
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.GENÇLERBİRLİĞİ 15 4 9 2 -4 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 15 3 7 5 -7 14
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
16.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 15 2 11 2 -16 8

YAZARLAR