SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[19.09.2023 18:46] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Gaziler Günü. İstanbul Rasathanesi (Daru’r-Rasadü’l Cedid) Kuruldu. (1576) Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter. (Ebû Dâvûd, Edeb, 60)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: BİR KİMSE NAMAZ KILMAYAN EŞİNDEN SORUMLU MUDUR? İslam’a göre her insan, kendi yaptıklarından sorumludur. Başkalarının yapıp etmelerinden ise sorumlu değildir. Kur’an-ı Kerim’de; “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiçbir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz).” (Fâtır, 35/18) buyrulur. İslam, insanın iradesine ve seçimlerine önem verir. Ahiret hayatındaki cennet ve cehennem kişinin dünya hayatındaki tercihlerinin sonucudur. Bir Müslüman, ibadetlerini yerine getirmezse bunun hesabını Allah’a verecektir. Aile bireyleri dahi olsa kimse kimseyi zorlayamaz. Böylesi bir durum ibadetin ruhuna aykırıdır. Eşlerin birbirlerine ve çocuklarına karşı, maddi konularda olduğu gibi manevi alanlarda da sorumlulukları vardır. Bu sorumluluk, dinin gereklerini öğretmek ve telkin etmektir. Güzellikle yapılmış tüm tavsiyelere rağmen namazını kılmayan eşin sorumluluğu kendisine aittir. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [19.09.2023 18:46] Annem: Bir Ayet: ... Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. And olsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır! (Âl-i İmrân, 3/195) Bir Hadis: İslâm'da kötü bir çığır açan, kendi günahını da bununla amel edenlerin günahı kadar günahı da -sonradan amel edenlerin günahından eksilmeksizin- yüklenir. (Müslim, "Zekât", 69; Nesâî, "Zekât", 64) Bir Dua: Allah'ım! Doğru yola ulaştırdığın kimseler arasında beni de doğru yola ulaştır. Afiyet verdiğin kimseler arasında bana da afiyet ver. (Ebû Dâvud, "Vitir", 5) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [19.09.2023 18:51] Annem: Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.Peygamberlere de elbette soracağız. - A'râf - 6. Ayet [19.09.2023 18:51] Annem: Sizden herhangi biriniz cumadan bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutmadıkça (sadece) cuma günü oruç tutmasın! - Buhârî, Savm, 63 [19.09.2023 18:52] Annem: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resule itaat edin ve yaptıklarınızı boşa çıkarmayın.” - Muhammed, 47/33 [19.09.2023 18:52] Annem: Yüce Allah; varlıkların en şereflisi ve değerlisi olan insana akıl, irade, düşünme, anlama gibi bir çok yetenek vermiş, bununla yetinmemiş ilk insan Adem (a.s.)’dan itibaren son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar insanlara peygamberler göndermiştir. “Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmrân, 3/164). Yaratanı tanıyabilmemiz ve kulluğumuzu yerine getirebilmemiz O’nun emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini kısaca dinini öğrenebilmemiz için peygamberlerin rehberlik ve örnekliklerine ihtiyaç duyarız. Bizlere sorumluluklarımızı hatırlatan peygamberler insanlar arasından seçilmişlerdir. Yüce Allah’ın mesajını hayatlarına uygulamaları, onları örnek almamıza imkân verir. Ayette bu durum şöyle ifadesini bulur: “De ki: Eğer yeryüzünde insanlar yerine yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.” (İsrâ, 17/95). - PEYGAMBERLERE DUYULAN İHTİYAÇ [19.09.2023 18:52] Annem: Haccın Farziyetinin Sebebi ve Edasının Fevrî Olup Olmadığı 30- Haccın farz olmasına sebeb Beytullah'ın (Kabe'nin) bulunmasıdır. Bu kutsal mabedi ziyaret için Yüce Allah'ın emri ile hac farz kılınmıştır. Bu sebeb tekerrür etmediği için haccın farziyeti de tekrarlanmaz. Mükellef olan kimsenin ömründe bir defa hac etmesiyle bu farz yerine getirilmiş olur. Öyle ki, akıl ve baliğ olan bir müslüman fakir iken yürüyerek hac etmiş olsa, sonradan zengin olmakla tekrar hac yapması gerekmez. 31- Hac, Hazret-i Peygamberin hicretlerinin dokuzunca yılında farz kılınmıştır. Bu sene Resûlüllah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından Ebû Bekir Es-Sıddık (radıyallahu anh) Hac Emiri tayin buyurulmuştu. Hicretin onuncu yılında da Peygamber Efendimiz Mekke'ye yönelerek hac farizasını yerine getirmişlerdi. 32- Hac farizasını yerine getirmeye gelince, bu fevrî (farz olunca hemen yerine getirilmeli) midir yoksa ömrî (ömrü içinde yapılması yeterli) midir? Burada iki görüş vardır. Bir görüşe göre, hac farizası ömrîdir. Yükümlü bunu hayatta bulundukça dilediği sene yapabilir. Geciktirmesinden dolayı günah işlemiş olmaz. Ancak hac farizasını yapmadan ölürse günahkâr olur. Fakat sahih görülen diğer bir görüşe göre, bunun edası (yerine getirmesi) fevrîdir. Şartlarını kendinde toplayan kimsenin hemen zamanında hacca gitmesi ona farz olur. Bu tarihte hacca gitmezse günah işlemiş olur. Öyle ki, sonradan bu şartları yitirse, hac üzerine borç kalır, bundan sorumlu bulunur. 33- Hac aylarında (hac mevsiminde) hac şartlarını kendinde toplayan ve yolculuğu için yeterli bir müddet bulunan kimseye de hac farz olur. Bu haccın farziyetinin yerine getirilmesi de bir görüşe göre ömrî ise de, daha sahih görülen diğer bir görüşe göre fevrîdir (hemen o mevsimde hac yapmak gerekir [19.09.2023 18:53] Annem: tasdik etmek, onu doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur. Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamber [19.09.2023 18:53] Annem: Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hayır, Allah'a kasem olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. İsa'nın kızıl çehreli olduğunu söylemedi. Ancak şunu söyledi: "Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Beytullah'ı tavafediyordum. O sırada düz saçlı, kumral benizli, başından su akar vaziyette iki kişiye dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini gördüm. "Bu kim?" dedim. "Meryem'in oğlu!" dediler. Bunun üzerine daha yakından görmek için ilerledim. Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gözü üzüm gibi pertlek bir adam daha vardı. "Bu kim?" dedim. "Bu, Deccâl !" dediler. İnsanlardan en çok ona benzeyeni İbnu Katan'dı." Zührî der ki: "İbnu Katan, câhiliye devrinde vefat eden Huzâalı bir kimseydi." Buhârî, Tabi 33, 11, Enbiya, 42, Libâs 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,(169); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi 2, (2, 920). 1674 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana geçmiş peygamberler (aleyhimusselam) arzedildiler. Hz. Musa zayıfca bir erkekti. Sanki Şenûe kabilesinden (uzun boylu) birine benziyordu. Hz. İsa (aleyhisselâm)'yı da gördüm, gördüklerim içinde ona en çok benzeyen Ürve İbnu Mes'üd idi. Hz. İbrahim (aleyhisselâm)'i de gördüm, gördüklerim arasında ona en çok benzeyen, arkadaşınızdı -yani kendisini kastediyor- Hz. Cebrail (aleyhisselam)'i de gördüm. Gördüklerimden ona en ziyâde benzeyen Dıhye İbnu Halîfe idi." Müslim, İmam 271, (167); Menâkıb 27, (3651). 1675 - Semure İbnu Cündüb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Sâm, Arapların babasıdır.Yâfes, Rumların babasıdır. Hâm Habeşîlerin babasıdır." Tirmizî, Tefsîr, Sâffât, (3229), Menâkıb, (3927). 1676 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Zekeriyya (aleyhisselam) marangoz idi." Müslim, Fedâil 169, (2379) [19.09.2023 18:54] Annem: 6629 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adama Kur'an öğretmiştim. Bana bir yay hediye etti. Bunu Resulullah aleyhissalatu vesselam'a haber verdim: "Eğer onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun" buyurdular. Ben de geri iade ettim." HACCAMIN KAZANCI HELAL Mİ? 6630 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat oldu ve bana emretti, ben de hacamat yapan zatın ücretini ödedim." 6631 - Ukbe İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat edenin (bu işten) kazancını yasakladı." ALIŞ-VERİŞTE MUHAYYERLİK 6632 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki : "Satış her iki tarafın rızasıyla olur." MEVCUT OLMAYAN ŞEY SATILAMAZ 6633 - Attab İbnu Esad radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselamonu Mekke'ye gönderdiği zaman kendisini, satın alıp da henüz teslim alınmamış bir malın karından men etmiştir." AKİBETİ MEÇHUL SATIŞ YASAK 6634 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Bey'-i garar'dan (yani tahakkuk edip etmeyeceği bilinmeyen akibeti meçhul satıştan) men etti." PİYASAYA NARH KONAMAZ 6635 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında fiyatlar artmıştı. Halk müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü fiyatları siz düzenleseniz [19.09.2023 18:54] Annem: AKİBETİ MEÇHUL SATIŞ YASAK 6634 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Bey'-i garar'dan (yani tahakkuk edip etmeyeceği bilinmeyen akibeti meçhul satıştan) men etti." PİYASAYA NARH KONAMAZ 6635 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında fiyatlar artmıştı. Halk müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü fiyatları siz düzenleseniz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Ben, sizden kimsenin kendisine yaptığım bir zulmü talep etmez olduğu halde aranızdan ayrılmayı diliyorum " ALIŞ-VERİŞTE MÜSAMAHA 6636 - Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Gerek satıcı ve gerekse alıcı iken kolaylık gösteren kimseyi Allah cennete koydu." PAZARLIK 6637 - Kayle Ümmü Beni Emmar radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yaptığı umrelerden birinde kendisine Merve'de yaklaştım ve: "Ey Allah'ın Resulü! Ben alıp satan bir kadınım. Bir şeyi satın almak istediğim zaman arzuladığımdan daha düşük bir fiyat teklif ediyorum. Sonra yavaş yavaş artırarak arzuladığım fiyata geliyorum. Bir şeyi satacağım zaman da, önce, almayı arzuladığım fiyattan daha yüksek bir fiyat teklif ediyor, sonra yavaş yavaş inerek arzuladığım fiyata geliyorum, (böyle yapmama ne dersin?)" dedim [19.09.2023 18:55] Annem: Şu cevabı verdi: "Ey Kayle, böyle yapma. Bir şey satın almak istedin mi, düşündüğün fiyatı söyle, sana verilsin veya verilmesin." Aleyhissaltu vesselam sonra şunu söylediler: "Bir malı satmak istediğin zaman da versen de vermesen de (yüksek fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle." 6638 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam güneş doğmazdan önce alış-veriş pazarlığı yapmaktan ve süt vermekte olan hayvanları kesmekten men etti." AŞILANMIŞ HURMA MALI OLAN KÖLE SATILMIŞSA 6639 - Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, müşteri (kendisine ait olmasını) şart koşmamış ise, (satılan) hurma ağaçlarının (başında bulunan) meyvesinin, ağaçları aşılayanın hakkı olduğuna ve keza, müşteri, (kölenin malının kendisine ait olmasını) şart kılmadığı taktirde, kölenin malının satıcıya ait olduğuna hükmetti." TERAZİYİ AĞIR TUTUN 6640 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Tarttığınız zaman tartınızı ağır yapın." 6641 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Medineye geldiği vakit, halk ölçü-tartı işinde insanların en kötüsü idi. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri "Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline" diye başlayan sureyi indirdi, Bundan sonra ölçü ve tartıyı güzel yaptılar [19.09.2023 18:55] Annem: tadarak elde edilir. Okumakla, dinlemekle anlaşılmaz. Fıkh kitâblarını okumamak ise, zararlı olabilir. Bundan çok yazmak, sıkıntı verebilir. Az yazmak, çok şeyleri gösterir. Fârisî beyt tercemesi: Az söyledim, dikkat etdim kalbini kırmamağa, Bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana. Allahü teâlâ bizi ve sizi, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” tam olarak uymakla şereflendirsin! 30 OTUZUNCU MEKTÛB Bu mektûb da, şeyh Nizâm-ı Tehânîserîye yazılmışdır. Âfâkda ve enfüsde olan şühûdları ve abdiyyet makâmını bildirmekdedir: Allahü teâlâ sizi Muhammed aleyhisselâma tâm uymakla şereflendirsin ve Muhammed Mustafânın “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” sünnetlerinin süsü ile zînetlendirsin! Ne yazacağımı bilemiyorum. Mevlâmız, sâhibimiz “teâlâ ve tekaddes” hazretlerinden söz edersem, yalan söylemiş ve iftirâ etmiş olurum. O, o kadar büyükdür ki, bu saçma sapan konuşan aşağı kimsenin söz konusu olmakdan çok yüksekdir. Maddeden yapılmış olan, his organlarının esîri bulunan bir kimse, maddesiz olandan ve his organları ile anlaşılamıyandan ne söyleyebilir? Yok iken sonradan yaratılmış olan bir kimse, hiç yok olmayandan ne anlayabilir? Maddeli, zemânlı ve mekânlı olan, maddesiz, zemânsız ve mekânsız olana nasıl yol bulabilir? Zevallı mahlûk, kendi âleminden dışarıya nasıl çıkabilir? Dışarıdan haber alamaz. Fârisî beyt tercemesi: Çok iyi veyâ çok fenâ olsa da bir zerre, Ömrünce dolaşsa, gezer kendi âleminde! Bu hâl, seyr-i enfüsîde de hâsıl olmakdadır. (Seyr-i enfüsî), bu yolun nihâyetinde ele geçer. Yüksek hocamız Behâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretleri buyurdu ki, (Ehlüllah, ya’nî Allah adamları, Fenâ ve Bekâ makâmına kavuşdukdan sonra, her gördüklerini kendilerinde görürler. Her tanıdıklarını kendilerinde tanırlar. Bunların hayretleri, anlayamamaları kendilerinde olur). Zâriyât sûresinin yirmibirinci âyetinde meâlen, (Kendinizdedir, görmüyor musunuz?) buyuruldu. Seyr-i enfüsîden önce olan seyrlerin ya’nî ilerlemelerin hepsi, (Seyr-i âfâkî) idi. Seyr-i âfâkîde ele geçen şeyler hiçdir. Ya’nî, aranılana göre hiç sayılır. Yoksa, şühûd-i enfüsîye kavuşmak için, önce seyr-i âfâkî lâzımdır. Aldanmamalı! Şühûd-i enfüsîyi, şühûd-i tecellî-i sûrî ile karışdırmamalıdır. Hâşâ ikisi bir şey değildir. Tecellî-i sûrîler nasıl olursa olsun, sâlikin nefsinde ya’nî kendinde müşâhede olunurlar, ya’nî görünürler ise de, hepsi seyr-i âfâkîde hâsıl olmakdadır. Ve (İlm-ül-yakîn) mertebesinde hâsıl olurlar. Şühûd-i enfüsî ise, (Hakk-ul-yakîn) mertebesindedir. Bu mertebe ise, yüksek mertebelerin sonuncusudur. Başka kelime bulunamadığı için şühûd diyoruz. Çünki, aranılan, istenilen şey, hiçbir şeye benzemediği gibi, Ona uygun olan, Ona bağlı olan herşey de anlaşılamaz ve anlatılamaz. Anlaşılabilen şeyler, anlaşılamıyan şeylere benzemez. Fârisî iki beyt tercemesi: Anlaşılmaz, ölçülemez bağlılıkdır, Nâsın Rabbi, kuluna böyle bağlıdır! İnsan bu bağlılığı anlamaz aslâ, Herşeyi bilir, cânını bilen Mevlâ! Şühûd-i enfüsîyi bu şühûd-i sûrî ile karışdırmak, insanın her iki makâmda Bekâ hâsıl etmesinden ileri gelmekdedir. Çünki, tecellî-i sûrî, sâliki fânî yapmaz. Birçok bağlılıklarını yok eder ise de, fenâya kadar götüremez. Bundan dolayı, bu tecellîde, sâlikin varlığından birşeyler bulunmakdadır. Seyr-i enfüsî, tâm Fenâdan ve son Bekâdan sonra olduğundan ve sâlikin anlayışı az olduğundan, bu iki Bekâyı birbirinden ayıramaz. İkisini birleşmiş sanır. Eğer bu ikinci bekâya (Bekâ-billah) denildiğini ve bu varlığa, Allahü teâlânın verdiği vücûd denildiğini bilseydi, ikisini karışdırmakdan kurtulurdu. Süâl: (Bekâ-billah) demek, kendini Hak teâlâ [19.09.2023 18:56] Annem: Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti Ana Sayfa İslam Ahlakı Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti İlgili       İslam Ahlakı I. TANIMLAR ve GENEL BİLGİLER A) Ahlakın Tarifi ve Mahiyeti Ahlak terimi için İslam ahlakçılarınca yapılan tanımlar içinde en beğenileni ve en yaygın olanı İmam Gazzali’ye (ö. 505/1111) ait olanıdır. Gazzali’den önce, biraz daha eksik olarak İbn Sina (ö. 428/1037) ve İbn Miskeveyh (ö. 421/1030) gibi İslam filozoflarında da görülen, fakat Gazzali tarafından geliştirilmiş ve ikmal edilmiş olan bu tanım şöyledir: “Ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki (heyet) fiiller, hiçbir fikri zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” Bu tanımın tahlili, bizi ahlakın mahiyeti hakkında aşağıdaki sonuçlara götürmektedir: 1. Ahlak, insanın işlediği fiil ve davranışlardan, yaygın ifadesiyle “amel”den ziyade, bu davranışların kaynağı ve amili olan, onları meydana getiren manevi kabiliyetler veya yatkınlıklar kompleksini (Gazzali’nin tabiri ile heyet) ifade eder. Buna göre ahlaki fiiller, ahlakın kendisi olmayıp onun bir sonucu ve dışa yansımasıdır. Bu nokta, özellikle ahlak eğitimi bakımından önemlidir. Diğer önemli bir nokta da şudur: Bir insanın yapmış olduğu herhangi bir işin dış değerine bakarak onun ahlakının iyi veya kötü olduğu hakkında verilecek hüküm her zaman isabetli olmayabilir. Çünkü sonucu ne olursa olsun, Hz. Peygamber’in de belirttiği gibi, “Ameller niyetlere göredir” (Buhari, “Bed’ü’l-vahy”, 1). Şu halde ahlak konusunda insanları yargılamak oldukça zordur. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de, “Size selam veren kimseye ‘Sen müslüman değilsin’ demeyin” (en-Nisa 4/96) buyurulmuştur. 2. Ahlak, sadece iyi huylar ve kabiliyetler manasına gelmez. Kelimenin asıl manası ile iyi ve kötü huyların hepsine birden ahlak denir. Buna göre ahlaksız insan yoktur, iyi veya kötü ahlaklı insan vardır. İslami kaynaklarda iyi huylara ahlak-ı hamide, ahlak-ı hasene, kötü huylara ise ahlak-ı zemime, ahlak-ı seyyie gibi adlar verilmiştir. 3. Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp onun manevi yapısında yerleşen, bir meleke halini alan yatkınlık ve kabiliyetler bütünüdür. Ahlakın bu özelliği sebebiyledir ki İslam ahlakçıları -dilimizdeki güzel ifadesi ilekırk yılda bir iyilik yapmanın ahlaklılık alameti olmadığını ısrarla belirtmişlerdir. Hz. Peygamber’in, “Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır” (Buhari, “Libas”, 43) manasındaki hadisi bu anlayışın veciz bir ifadesidir. 4. Ahlak insanı düşünüp taşınmaya, herhangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın, görevi olduğuna inandığı işleri rahatlıkla ve memnuniyetle yapmaya sevkeder. Böyle bir ahlak formasyonuna sahip olmayan insanların nadiren yaptıkları iyi işler, ahlaki bir temele dayanmaktan ziyade, olsa olsa riya, korku, menfaat temini gibi ahlakın onaylamadığı ve “rezilet” (erdemsizlik) saydığı başka sebep ve maksatlarla alakalıdır. 5. Ahlaklı olabilmek için görevleri rahatlıkla ve memnuniyetle yerine getirme zorunluluğu, ahlakın gelişip güçlenmesinde alışkanlıkların ihmal edilemez bir önem taşıdığını göstermektedir. Bundan dolayı İslam ahlakçıları ahlaki eğitime büyük önem vermişlerdir. Çünkü alışkanlıklar ancak eğitimle kazanılır. Burada “eğitim”den maksat, ahlakın nazari bilgilerini tahsil etmek yanında, kişinin çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, bencil ve gayri meşru arzu ve ihtiraslarına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesidir. Bu ise bir irade eğitimidir.   İlgili  İlk Gelişmeler ve Örnek Eserler 8 Eylül 2021 Benzer yazı Ahlak İlmi 8 Eylül 2021 Benzer yazı Hilim 8 Eylül 2021 Benzer yazı in İslam Ahlakı Diğer Konular Hz. PEYGAMBER’İN ÖRNEK AHLAKI ve ŞAHSİYETİ Ahlak [19.09.2023 18:57] Annem: At Isırması Ana Sayfa A At Isırması Rüyada Attan Düşmek Rüyada At Tepmesi Rüyada At Isırmış olmasının Psikolojik Tabiri Rüyada at ısırmış olması, şahsın en yakınları kısımından uğrayacağı bir haksızlığa, hakaret ve iftira içeren kötü konuşmalara belirti olduğu gibi, beklenmedik hadiselere ve kötü hale düşmüş olmaya de tabir edilir. At ısırmış olması şahsa ikiyüzlü davranmış olan bir arkadaşa, hata yapılacak bir evliliğe, bir şahsın asılmış ol niyetini sonradan fark etmeye ve hüzün duymuş olmaya işarettir. At ısırdığını gören kimseler, ekonomik manada da biraz mal kaybına uğrayabilir ya da dolandırıcılık gibi bir hale maruz kalmış olabilirler. Rüyada Attan Düşmek Gündeme gelecek bir terslik veya şahsın yapacağı önem derecesi yüksek bir yanlış neticesinde son derece büyük bir kısmetin elden kaçacağına delalet etmektedir. Evlilik hazırlıkları yapmış olan şahısların son dakikada evlenmiş olmaktan vazgeçmiş olmasına, evlilerin ise yaşadıkları sorunlar sebebi ile boşanmış olma kararı alacaklarına işaret eder. Attan düşmüş olmak bununla birlikte kendisi işyerini kurmuş olan kişilerin iflası ile sonlanacak bir maceraya atılacaklarını ve ellerindeki her şeyi, birikimlerini bu uğurda yitirip beş lirasız kalacaklarını da tabir eder. Attan düşmüş olan kimse kaza geçirir ve rahatsızlık sebebi ile epeyce çalışmış olamaz hale gelir. Umumilikle uğursuzluk ve kötü şans olmak suretiyle değerlendirmelenen rüya şahıs için pek hayırlı sayılmış olmaz. Rüyada At Tepmesi Şahsın rüyası esnasında bir at kısımından tepildiğini görmüş olması, sevdiği kişilere yaptığı baskıların ters tepeceğini ve ikili bağlantılarında ciddi bozulmalar yaşayacağını, davranışını değiştirmiş olmazsa ancak kalacağını bildirir. At tepmesi kimi zaman da hata yatırımların ya da savurganlık sebebi ile parasız kalınacağının da tabiridir. Henüz evlenmemiş kimseler için sevilmiş olan kimse kısımından alımı yapılacak kötü bir darbenin ve psikolojik bunalımın işaretçisi olmak suretiyle da tabir edilir. Rüyada At Isırmış olmasının Psikolojik Tabiri At ısırmış olması, korkulan bir kimse kısımından kendine kötülük yapılacağını muhakeme eten şahısların ruh hallerine ışık tutar. Gerçek yaşamlarında devamlı olmak suretiyle fenalığa maruz kalacaklarını muhakeme eten ve bu sebeple ara sıra gerçek dışı saplantılara sahip çıkan kişileri de dikkat çeken rüya, at fobisi olan şahısların de bilinçaltlarından kaynaklanmış oluyor olma ihtimali var. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [19.09.2023 18:58] Annem: ÂZER Ana Sayfa A ÂZER İbrâhim aleyhisselâmın amcası ve üvey babası. İbrâhim aleyhisselâmın babasının ismi Târûh idi. Târûh mü’min idi. Âzer putperest idi. Nemrûd taraftarı idi. Târûh ölünce, Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın annesini aldı. Böylece üvey babası oldu. (Senâullah Dehlevî) Târûh ile Âzer iki kardeş idi. Arablar amcaya da baba derlerdi. (Abdülhakîm Arvâsî) İlgili TÂRÛH 9 Eylül 2021 Benzer yazı NÂHÛR 9 Eylül 2021 Benzer yazı İBRÂHİM ALEYHİSSELÂM 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [19.09.2023 18:58] Annem: Kardeşlerim! Kur’an’ın bir tek âyetinin bir tek işareti ihbar-ı gayb nev’inden bir lem’a-i i’caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini manevî bir ihtarla gördüm. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Şu âyet-i kerimenin makam-ı cifrîsi -şedde ve tenvin sayılmazsa- bin üçyüz ellibirdir.مَيْتًا  aslı مَيِّتًا olmasından bin üçyüz altmışbir (1361) ederek; bu tarihte, umûr-u azîmeden bir dehşetli gıybeti, şu âyetin mana-yı işarî külliyetinde dâhil ediyor. Ve umûr-u azîmeden böyle bir acib gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki: Onsekiz sene (şimdi yirmiden geçti) müddetinde Sünnet-i Seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından ve onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilattan men’ ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususî ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) okuyup “Allahü Ekber” dediğinden ve “Lâ ilahe illallah” hakikatını güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan bir adam, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i İlahiyeden geldiğinden kat’î bir kanaatı ile işarat-ı Kur’aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına teselli niyetiyle beyan ettiği için gıybet ve fena tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle imanlarını kurtaran masum şakirdlerini ondan tenfir edip şübheler vermek; güya ortalıkta medar-ı inkâr bir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o bîçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inadî nazarına göre bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla zemmetmek; elbette bu asırda, bu memlekette Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın kasden işaretine medar olabilir azîm bir hâdisedir. Bence, Kur’an’ın nasılki her sure ve bazan bir âyet ve bazan bir kelime bir mu’cize olur; öyle de bu âyetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev’inden bir lem’a-i i’caziyedir. Bu âyetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur şakirdlerinin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var: Birincisi: Birinci Şua olan İşarat-ı Kur’aniye Risalesinde, Risale-i Nur’a ve tercümanına işaret eden beşinci âyet olan اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ gayet kuvvetli karinelerle مَيْتًا kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i manasıyla Said-ün Nursî’ye tevafuk etmesidir [19.09.2023 18:59] Annem: Tenbih: Nasıl bazan en küçük bir nefer bir hizmete meselâ düşman ordusuna keşf-i râze gider, müşir gidemez veyahut bir küçük talebe yaptığı işi büyük bir âlim yapamaz. Çünki büyük adam her şeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes kendi san’atında büyüktür. Kezalik o maânî-i mütezahime içinde bazan bir küçük mana riyaset eder. O kıymetdar oluyor. Zira onun vazifesi şimdi gelecek bir esbab ile ehemmiyetlidir. Buna işaret eden ve kıymetine menar olan sarih hüküm ve lâzım-ı karibinin adem-i salahiyetidir ki, onun hatırası için irsal-i lafz ve sevk-i hitab edilsin ve kelâm dahi postacılık etsin. Zira ya bedihî ve malûmdur.. görünüyor veyahut hafif ve zayıftır, asıl garazda ehemmiyeti yoktur. Veyahut onu hüsn-ü telakki ve kabul edecek ve ona kulak verecek muhatab yoktur. Veyahut mütekellimin haline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabın şe’n ve haysiyetine imtizac, istimzac edemez. Veyahut kelâmın makamında ve müstetbeatın tevabiinde ecnebi görünüyor. Veyahut garazın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstaid değildir. Demek her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir [19.09.2023 18:59] Annem: Hem tâ خَالِدُونَ kelimesine kadar Risale-i Nur’daki bütün müvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o müvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki, o tarihte bulunan cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor. Evet hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risale-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem’a-i i’cazı bil’fiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki; Risale-i Nur şakirdleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar ve hakikî şakirdleri en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der: “Ey bedbaht! Ben seni i’dam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum. Sen benim ölümüme ve i’damıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa [19.09.2023 18:59] Annem: Ondokuzuncu Mektub Bu risale, üçyüzden fazla mu’cizatı beyan eder. Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) mu’cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu’cizenin bir kerametidir. Üç-dört nev’ ile hârika olmuştur: Birincisi: Nakil ve rivayet olmakla beraber, yüz sahifeden fazla olduğu halde, kitablara müracaat edilmeden, ezber olarak, dağ, bağ köşelerinde, üç-dört gün zarfında her günde iki-üç saat çalışmak şartıyla mecmuu oniki saatte te’lif edilmesi, hârika bir vakıadır. İkincisi: Bu risale, uzunluğu ile beraber ne yazması usanç verir ve ne de okuması halâvetini kaybeder. Tenbel ehl-i kalemi öyle bir şevk ve gayrete getirdi ki; bu sıkıntılı ve usançlı bir zamanda, bu civarda bir sene zarfında yetmiş adede yakın nüshalar yazıldığı, o mu’cize-i Risaletin bir kerameti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi. Üçüncüsü: Acemî ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel onun ve başka sekiz müstensihin birbirini görmeden yazdıkları nüshalarda; Lafz-ı Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) kelimesi bütün risalede ve Lafz-ı Kur’an beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki, zerre mikdar insafı olan tesadüfe vermez. Kim görmüşse kat’î hükmediyor ki; bu bir sırr-ı gaybîdir, mu’cize-i Ahmediye’nin (A.S.M.) bir kerametidir. Şu risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler. Hem şu risaledeki ehadîs, hemen umumen eimme-i hadîsçe makbul ve sahih olmakla beraber, en kat’î hâdisat-ı risaleti beyan ediyorlar. O risalenin mezayasını söylemek lâzım gelse; o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kerre okumasına havale ediyoruz… Said Nursî İHTAR: Şu risalede çok ehadîs-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmuyor. Yazdığım hadîslerin lafzında yanlışım varsa; ya tashih edilsin veyahud “hadîs-i bilmana”dır denilsin. Çünki kavl-i racih odur ki: “Nakl-i hadîs-i bilmana caizdir.” Yani: Hadîsin yalnız manasını alıp, lafzını kendi zikreder. Madem öyledir; lafzında yanlışım varsa, hadîs-i bilmana nazarıyla bakılsın.   Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ ilâ âhir… (Risalet-i Ahmediye’ye (A.S.M.) dair Ondokuzuncu Söz’le Otuzbirinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) delail-i kat’iyye ile isbat ettiklerinden, isbat cihetini onlara havale edip, yalnız onlara bir tetimme olarak ondokuz nükteli işaretlerle, o büyük hakikatın bazı lem’alarını göstereceğiz:) BİRİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her [19.09.2023 19:00] Annem: Said Nursî * * * (Emin ve Küçük Hüsrev Feyzi’nin bir fıkrasıdır) Hizmet-i Kur’aniyede bizi sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zâtlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddid fıkralar yazmışlar. Biz de bu kardeşlerimizin fıkraları gibi, bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisatı kaydedeceğiz. Nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz. Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarfolunan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz şekerden fazla almamış. Emin “Fesübhanallah” der; onyedi şeker yerine kutu sekiz şekerle dolsun, diye taaccüb ettik. İşte bu vakıa, bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki; bu sır Risale-i Nur’a, hâdimlerine bir inayet-i İlahiye ve bir iltifat-ı Rabbaniyedir. İkincisi: Yine aynı günde ben, yani Mehmed Feyzi, evvelce yazıp Üstadıma teslim ettiğim Hücumat-ı Sitte Risalesi’ni bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalme’mul bir surette bulunmaz. Birden o anda, âdetlerinin hilafına olarak hiç vuku’ bulmamış bir tarzda, bir hâdise zuhuruyla, gözlüklerini bırakarak merdiven tarafına müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur’un intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru, zahiren ziyaret maksadıyla yürüdüğü görülür. Üstadın telaşlı olduğunu hisseder. Üstad, onun nazarını öteki hâdise-i bedeniyeye çevirir, ona der: “Görüyorsun ki ben mazurum, ziyareti başka güne bırak.” O da döner, gider. Hem Mehmed Feyzi, hem Hücumat-ı Sitte, hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu [19.09.2023 19:00] Annem: Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünki senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima döğecektir. Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler. İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu [19.09.2023 19:01] Annem: bir taraftan ehl-i siyasetle, diğer taraftan halk tabakası ve aşiretlerle muhaveresi, şübhesiz ki gayet merakaverdir. Bütün bunlarda; bu zâtın yegâne azim ve gayesinin İslâmiyet nurunun ve Kur’an hakikatlarının dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir dellâl-ı Kur’an vazifesini bütün hayatında îfa ettiği görülmektedir. * * * Bedîüzzaman’ın, Şarkdaki aşairle muhavere ve münazaralarından birkaç misal Sual: Dine zarar olmasın, ne olursa olsun? Elcevab: İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan ve herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan envâr-ı İlahînin lemaatının içtima’larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz. Evet şu amud-u nuranî, dinin himayetini, şehametinin başına, murakabesinin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele’lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, bâhusus din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir. Evet, evet.. eğer sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren ve hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder. Padişahlar padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev’iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağı ile işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir? .... S– Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar etmemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir? C– Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni [19.09.2023 19:01] Annem: Ey arkadaş! Kâinatın sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu [19.09.2023 19:02] Annem: Câmide az görüştük; lüzumlu bazı şeyler söyleyeceğim, hatırında kalsın. Evvelâ: Bedre’deki yüz senelik vazifeyi on sene zarfında gören Sabri kardeşimizin samimî dostları olan Hakkı, Hulusi, پ Mehmed ve Barla’da Şamlı, Süleyman, Bahri gibi kıymetdar kardeşlerimize benim tarafımdan çok selâm ediyorum. Sâniyen: Küçük Ali’nin büyük kardeşi mübarek Mustafa’nın Abdurrahman’dan irsiyet aldığı vazifesini, kahraman kardeşi ve mübarek mahdumu o vazifeyi tamamıyla görüyorlar. Onun vazifesi ve hizmeti devam ediyor, merak etmesin. Hâfız Mustafa, elhak merhum Hâfız Ali’nin zamanında onunla beraber ektikleri nuranî tohumların çok mübarek mahsulâtı var. Hem Hâfız Ali’nin (R.H.) vefatından sonra hapiste onun yerinde bana hizmeti, her vakit onu, benim hatırıma getiriyor. Merhum Lütfü’nün ehemmiyetli vârislerinden Abdullah Çavuş, kahraman Tahirî ile Atabey’i Nurs karyem hükmüne getirmişler. İslâmköy’lü Abdullah, Hâfız Ali (R.H.) zamanında Risale-i Nur’a çok hizmet etmiş. Onlara umumen selâm ediyorum. Mübarek Tahirî’nin küçücük bir Medrese-i Nuriye hükmünde hanesindeki mübareklere [19.09.2023 19:02] Annem: Kezalik kudretin levazımı ile hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı ötekisinden taleb etmek hatadır. Ve keza daire-i esbabın iktizası ile daire-i itikad ve tevhid’in iktizası bir değildir. Onu bundan istememeli. Ve keza kudretin taallukatı ayrı, vücudun cilveleri veya sair sıfatın tecelliyatı ayrıdır. Birbirine iltibas edilmemeli. Meselâ: Dünyada vücudun tedricîdir. Berzahî âyinelerde âni ve def’îdir. Çünki icad ile tecelli arasında fark vardır. Remz Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünki İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümidleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez [19.09.2023 19:03] Annem: kudretin levazımı ile hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı ötekisinden taleb etmek hatadır. Ve keza daire-i esbabın iktizası ile daire-i itikad ve tevhid’in iktizası bir değildir. Onu bundan istememeli. Ve keza kudretin taallukatı ayrı, vücudun cilveleri veya sair sıfatın tecelliyatı ayrıdır. Birbirine iltibas edilmemeli. Meselâ: Dünyada vücudun tedricîdir. Berzahî âyinelerde âni ve def’îdir. Çünki icad ile tecelli arasında fark vardır. Remz Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünki İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümidleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez. Yalnız tereddüdleri vardır. Tereddüd ise, her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur. Remz Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. Remz Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ: Büyük bir sultana istinadı olan bir nefer [19.09.2023 19:03] Annem: Hâtime بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ [Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.] Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez. Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalbeder. Meselâ; şu karyede (yani Barla’da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız bir tek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister. Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme. Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor. Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat enva’ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi 31(Haşiye) mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebaen-mensur gösterip, müdhiş bir ye’se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek, şu müsahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle ehl-i şirki Cehennem’e döker. Ehl-i şükre “Haydi, Cennet’e buyurun” der [19.09.2023 19:04] Annem: cihet-i imkânı olmayan ve imtina’ derecesinde müşkilâtlı ve hiçbir cihette makul olmayan şirk ve küfür yoludur. Çünki Yirminci Mektub ve Yirmiikinci Söz gibi çok risalelerde gayet kat’î isbat edildiği üzere: O vakit kâinatın herbir mevcudunda ve hattâ herbir zerresinde bir uluhiyet-i mutlaka ve bir ilm-i muhit ve hadsiz bir kudret bulunmak lâzım geliyor. Tâ ki, mevcudatta bilmüşahede görünen nihayet derecede nizam ve intizam ve gayet hassas mizan ve imtiyaz ile mükemmel ve müzeyyen olan nukuş-u san’at vücud bulabilsin. Elhasıl: Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı makul ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez. İkinci Nokta: Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan,وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur. Üçüncü Nokta: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adavet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor. Şöyle [19.09.2023 19:04] Annem: اَلْبَابُ الْخَامِسُ فِى مَرَاتِبِ (حَسْبُنَا اللّهُ وَ نِعْمَ الْوَكِيلُ)وَ هُوَ خَمْسُ نُكَتٍ اَلنُّكْتَةُ اْلاُولَى : فَهذَا الْكَلاَمُ دَوَاءٌ مُجَرَّبٌ لِمَرَضِ الْعَجْزِ الْبَشَرِىِّ وَ سَقَمِ الْفَقْرِ اْلاِنْسَانِىِّ ❊ حَسْبُنَا اللّهُ وَ نِعْمَ الْوَكِيلُ اِذْ هُوَ الْمُوجِدُ الْمَوْجُودُ الْبَاقِى فَلاَ بَاْسَ بِزَوَالِ الْمَوْجُودَاتِ لِدَوَامِ الْوُجُودِ الْمَحْبُوبِ بِبَقَاءِ مُوجِدِهِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ وَ هُوَ الصَّانِعُ الْفَاطِرُ الْبَاقِى فَلاَ حُزْنَ عَلَى زَوَالِ الْمَصْنُوعِ لِبَقَاءِ مَدَارِ الْمَحَبَّةِ فِى صَانِعِهِ وَ هُوَ الْمَلِكُ الْمَالِكُ الْبَاقِى ❊ فَلاَ تَاَسُّفَ عَلَى زَوَالِ الْمُلْكِ الْمُتَجَدِّدِ فِى زَوَالٍ وَ ذَهَابٍ ❊ وَ هُوَ الشَّاهِدُ الْعَالِمُ الْبَاقِى فَلاَ تَحَسُّرَ عَلَى غَيْبُوبَةِ الْمَحْبُوبَاتِ مِنَ الدُّنْيَا لِبَقَائِهَا فِى دَائِرَةِ عِلْمِ شَاهِدِهَا وَ فِى نَظَرِهِ ❊ وَ هُوَ الصَّاحِبُ الْفَاطِرُ الْبَاقِى فَلاَ كَدَرَ عَلَى زَوَالِ الْمُسْتَحْسَنَاتِ لِدَوَامِ مَنْشَاءِ مَحَاسِنِهَا فِى اَسْمَاءِ فَاطِرِهَا ❊ وَ هُوَ الْوَارِثُ الْبَاعِثُ الْبَاقِى فَلاَ تَلَهُّفَ عَلَى فِرَاقِ اْلاَحْبَابِ لِبَقَاءِ مَنْ يَرِثُهُمْ وَ يَبْعَثُهُمْ وَ هُوَ الْجَمِيلُ الْجَلِيلُ الْبَاقِى فَلاَ تَحَزُّنَ عَلَى زَوَالِ الْجَمِيلاَتِ الَّتِى هِىَ مَرَايَا لِْلاَسْمَاءِ الْجَمِيلاَتِ لِبَقَاءِ اْلاَسْمَاءِ بِجَمَالِهَا بَعْدَ زَوَالِ الْمَرَايَا ❊ وَ هُوَ الْمَعْبُودُ الْمَحْبُوبُ الْبَاقِى فَلاَ تَاَلُّمَ مِنْ زَوَالِ الْمَحْبُوبَاتِ الْمَجَازِيَّةِ لِبَقَاءِ الْمَحْبُوبِ الْحَقِيقِىِّ ❊ وَ هُوَ الرَّحْمنُ الرَّحِيمُ الْوَدُودُ الرَّؤُفُ الْبَاقِى فَلاَ غَمَّ وَ لاَ مَاْيُوسِيَّةَ وَ لاَ اَهَمِّيَّةَ مِنْ زَوَالِ الْمُنْعِمِينَ الْمُشْفِقِينَ الظَّاهِرِينَ لِبَقَاءِ مَنْ وَسِعَتْ رَحْمَتُهُ وَ شَفْقَتُهُ كُلَّ شَيْءٍ ❊ وَ هُوَ الْجَمِيلُ اللَّطِيفُ الْعَطُوفُ الْبَاقِى فَلاَ حِرْقَةَ وَ لاَ عِبْرَةَ بِزَوَالِ اللَّطِيفَاتِ الْمُشْفِقَاتِ لِبَقَاءِ مَنْ يَقُومُ مَقَامَ كُلِّهَا وَ لاَ يَقُومُ الْكُلُّ مَقَامَ تَجَلٍّ وَاحِدٍ مِنْ تَجَلِّيَاتِهِ فَبَقَائُهُ بِهذِهِ اْلاَوْصَافِ يَقُومُ مَقَامَ كُلِّ مَا فَنَى وَ زَالَ مِنْ اَنْوَاعِ مَحْبُوبَاتِ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ الدُّنْيَا حَسْبُنَا اللّهُ وَ [19.09.2023 19:05] Annem: Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir. Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganîmet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurlara alâ kadr-it tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi bir kerre daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor. Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz. Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum 10(Haşiye). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’aniyedendir. İkinci Mes’ele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizb-üş şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhane-i Kur’andan aldığı acib silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî’ üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun. Üçüncü Mes’ele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev’inden kaleme alm [19.09.2023 19:05] Annem: TARİH...... SAVULUN İTTİHATÇILAR GELİYOR (2)

 İstanbul’da “özgürlük” adı altında böyle bir kargaşa hüküm sürerken ardarda toprak kaybetmeye başladık! 
Avusturya, 1908’in 5 Ekim’inde Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıkladı; aynı gün Osmanlı idaresindeki Bulgaristan Prensliği bağımsızlığını duyurdu, muhtariyet verilmiş olan Girit de hemen ertesi gün Yunanistan’a katıldığını ilân etti. Derken, 1909’un 13 Nisan’ında tarihlerimize “31 Mart Olayı” diye geçen meşhur hadise yaşandı, Selânik’ten gelen Hareket Ordusu birkaç gün sonra İstanbul’a girdi, sıkıyönetim ilân edildi, Sultan Abdülhamid tahtından indirilip Selânik’e sürgüne yollandı ve tahta Sultan Reşad geçti. Jöntürk Kongreleri’ne katılan ve sonraki senelerde en güçlü muhalif grup hâlini alan İttihad ve Terakki de iktidarı ele geçirmeye başlamıştı... İstanbul o günlerde daha önce yaşanmamış cinayetlere sahne oldu ve İttihad ve Terakki’ye muhalif gazeteciler ardarda katledildiler! Bu arada toprak kayıpları da devam etti; İtalya 1911’de Libya’ya girdi, 1912 Ekim’inde Balkan Harbi patladı, tarihimizin en büyük mağlubiyetlerinden birini yaşadık ve Edirne dâhil bütün Rumeli’yi kaybettik.
Türkiye’de bütün bu felâketlere rağmen “hürriyet” çılgınlığı devam ediyor ve herkes aklına geleni söyleyip duruyordu ama 1912’de yapılan seçimler, İttihadçı militanların sandık başlarında ellerinde sopa ile beklemeleri ve başka partilere oy verecek olan seçmenlerin kafasını-gözünü yarmaları üzerine tarihlere; “Sopalı seçim” diye geçti. Herşeyi çığrından çıkartan özgürlük hevesi de nihayet; “Sıktınız artık!” diyen İttihad ve Terakki’nin yine sopasıyla noktalandı! İttihadçılar 23.1.1913’te Babıâli’yi basıp Harbiye Nâzırı’nı öldürdüler, Sadrazam Kâmil Paşa’yı kafasına silâh dayayarak istifa ettirdiler ve iktidar oldular.
Ama cinayetler son bulmadı, Sadrazam Mahmud Şevket Paşa katledildi. Bu hadise özgürlüklerin sonu oldu. “Hürriyet”, “Eşitlik” ve “Adâlet” kavramları rafa kalktı, İttihadçılar kendilerine muhalif olan kim varsa bir gecede toplayıp, önce Bayezid’deki Bekirağa Bölüğü’nde sopa çektiler, sonra da bir vapura tıkış tıkış doldurup Sinop’a sürgüne yolladılar, faili meçhul cinayetler de yine devam etti...
“Özgürlük” ve “adâlet” sloganları ile Sultan Abdülhamid’in istibdadına karşı çıkanlar, iktidara gelmelerinden sonra memlekette önceki rejime rahmet okutan işte böyle bir baskı rejimi kurmuşlardı...
Sonrası ise mâlûm... Birinci Dünya Savaşı, mağlubiyet ve imparatorluğun elimizden gitmesi... Murat Bardakçı  (Hürriyet 04.03.2022)

19.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [19.09.2023 19:05] Annem: • En Son Vefat Eden Sahabi Ebü’t-Tufeyl Âmir’in (r.a) ahirete irtihali (718) • Şehidler ve Gaziler Günü • Güz Yağmurlarının Başlaması Semerkand Takvimi [19.09.2023 19:05] Annem: Serhend Güneşi Yıllar önce, Hindistan Câhiliye karanlığı içinde iken mana âleminin sultanı Hâce Muhammed İmkenekî hazretleri [kuddise sırruhû], Semerkand’da manevi terbiye altına alıp yetiştirdiği Muhammed Bâkibillâh hazretlerine [kuddise sırruhû] şöyle demiştir: Hindistan’da bir veli dünyaya geldi. O, devrin mürşid-i kâmili olacak. Manevi ilimlerde yetişmesine sen vesile olacaksın. Allah’ın veli kulları onu bekliyor. ‘Serhend güneşi’ni sen yetiştireceksin! [Gerçekten de Hâce Muhammed İmkenekî hazretlerinin [kuddise sırruhû] bildirdiği gibi olmuş, o dönemde dünyaya gelen İmâm-ı Rabbânî hazretleri [kuddise sırruhû], zâhir ilmini tamamladıktan sonra Muhammed Bâkibillâh hazretlerine [kuddise sırruhû] talebe olup kısa sürede halife olmuştur. İslâm’ın ikinci binyılına girerken tasavvufu bid‘atlardan arındırmış, Ehl-i sünnet yolunun ihyasına vesile olmuştur. Ayrıca canlılığı devam eden birçok tasavvufî kolun manevi silsilesi içinde yer almıştır. Mektûbât isimli eseri pek çok bakımdan en önemli başvuru kaynaklarımızdan biridir]. Lutuf Nedir? İyilik ve güzelliktir. Yumuşaklıkla ve okşama ile muamele yapmaktır ki, insanlık nişanıdır. Karşıtı, cevr (eziyet)dir ki, insanlığa yakışmaz. Yaratıklar hakkından gösterilen lutuf ve kerem, yaratıcının yardımına kavuşmaya bir yoldur. Semerkand Takvimi [19.09.2023 19:06] Annem: “Zulmetmekten sakının çünkü zulüm, sahibini kıyamette karanlıkta bırakır. Cimrilikten de sakının zira cimrilik sizden önce yaşayan insanları helak etmiştir. Onları kan dökmeye ve haramı helal görmeye yöneltmiştir.” (Müslim, Birr 56) [19.09.2023 19:06] Annem:  Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? NİSÂ Sûresi 144.Ayet [19.09.2023 19:07] Annem: KİTAPLAR 1- Tevrat, Mûsâ Aleyhisselâm’a, 2- Zebûr, Dâvûd Aleyhisselâm’a, 3- İncil, Îsâ Aleyhisselâm’a, 4- Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimiz MUHAMMED MUSTAFA’ya (s.a.v.) gelmiştir. Kur’ânın gelmesiyle ilk üçünün hükmü kaldırılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm 114 sûre, 6666 âyettir. İki durak arasına bir âyet denir. Kur’ân’ın bir harfi bile değişmemiştir. Dünyadaki bütün Kur’ân’lar aynıdır. Kur’ân-ı Kerim ebediyen Allah’ın himayesinde olup değişmeyecektir....Daha az [19.09.2023 19:07] Annem: “(Rabbim) İnsanların dirilteceği gün ve Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocuklarında da fayda vermeyeceği gün beni mahçup etme!” (Şu’ara, 26/87-89) [19.09.2023 19:08] Annem: (AŞERE-İ MÜBEŞŞERE) SA’D B. EBÎ VAKKAS (r.a.) Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.), ilk iman eden sahâbîlerden biridir. O, şahsî araştırmaları sonucunda o dönemde gizli bir şekilde ya- pılan İslam davetinden haberdar olarak Müslüman olmuştur. Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.), müşriklerin uyguladığı bütün saldırı ve işkencelere diğer Müslümanlarla birlikte maruz kalmıştır. Medîne’ye hicret ettikten sonra, İslam’ı müdafaa etmek için yapılan birçok gazveye katılmıştır. Hz. Peygamber’in vefatın- dan sonra birçok askerî ve idârî görevde bulunmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in cennetle müjdelediği Hz. Sa’d (r.a.), hic- retin 55. yılında vefat etmiş ve Medîne’deki Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmiştir. DİNÎ KAVRAMLAR TEVEKKÜL Tevekkül, bir kimsenin bü- yük bir azim ve kararlılık- la bir iş için gerekli olan hazırlığı yapıp maddi se- bepleri yerine getirdikten sonra işi Allah’ın takdirine havale edip sadece O’ndan yardım beklemek demektir. “Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer O’na teslim olmuş kimseler ise- niz, artık sadece O’na te- vekkül edin.” (Yûnus, 10/84) ÖZLÜ SÖZ Bilgi kuvvettir. Hayatta en hakiki mürşid ilimdir. (Atatürk) [19.09.2023 19:08] Annem: İnsanın toplumsal bir varlık olduğu şeklindeki yaygın görüş müslüman bilginlerce de kabul edilmiştir. Esasen Kur'ân-ı Kerîm'de de bu hususun benimsendiği görülmektedir (meselâ bk. el-Enfâl 8/63). Ayrıca pek çok âyet ve hadiste toplumsal hayatı düzenleyen hükümlerin konulması insanın sosyal bir varlık olduğu kabulünün bir sonucudur. Hz. Peygamber'in hayatından da ilham alarak hiç tereddüt etmeden belirtebiliriz ki, İslâmî öğretide ideal insan, kendini toplumdan izole etmiş, dünyaya ve hayata sırtını çevirmiş münzevî insan değil, bir toplum içinde yaşayan, dünya hayatının olumlu ve olumsuz şartlarıyla yüzyüze gelen, hayatla ve dünya ile hesaplaşan; hayatı, dünyayı, toplumu ve devleti Allah'ın iradesine ve insanlığın en yüksek mutluluğuna uygun kılma çabalarına katkıda bulunan, nihayet başkaları için de yaşayabilen ve onlardan gelecek sıkıntılara katlanabilen insandır. Bu sebeple İslâmiyet, yalnız bireysel hayatla ilgili değil, toplum ve devlet düzeniyle ilgili olarak da önemli ilkeler koymuş olup bunlar içinde ahlâkî olanlar geniş bir yer tutar. Aşağıda başlıcalarına işaret edilecek olan bu ilkeler hakkında gerek Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde, gerekse diğer İslâmî literatürde çok zengin bilgiler bulunmaktadır. a) Sevgi, Kardeşlik ve Dostluk İslâm ahlâk literatüründe muhabbet, meveddet gibi kelimelerle ifade edilen sevgi duygusu, insanın hemcinsleriyle arasındaki ilişki ve kaynaşmasının en önemli unsuru ve dolayısıyla toplumsal hayatın kurulması ve güçlendirilmesinin vazgeçilmez şartı olduğu için Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde müslümanların kardeş olduğu belirtilerek (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/103; el-Hucurât 49/10) onlar arasında güçlü bir sevgi bağı kurulması öngörülmüştür. Gerçek anlamda ilk müslüman toplumun kurulduğu Medine'de, Mekke'den göç edenlere kucak açan Medineli müslümanlar Kur'ân-ı Kerîm'de, "Onlar, hicret edip yanlarına gelenleri severler" (el-Haşr 59/9) diye takdir edilir. Bunların muhacirlere yaptıkları yardımlar sebebiyle Kur'ân-ı Kerîm'de, "ensar" (yardım severler) diye anılmaları (et-Tevbe 9/100, 117) ve bütün İslâm tarihi boyunca sadece bu isimle ebedîleşmeleri, İslâm ahlâkında sevgi ve onun ürünü olan dayanışmanın önemine işaret eder. Ünlü müslüman düşünür Fârâbî (ö. 339/950), Fusûlü'l-medenî adlı ahlâk ve siyaset kitabında bir ülkenin bireylerini ve nesillerini bir araya getirip kaynaştıran en önemli gücün sevgi olduğunu belirtir. Fârâbî'ye göre toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar. Sevgi ya doğal ve kendiliğinden olur (ana babanın evlâdını sevmesi gibi); ya da iradî olur. İradî sevgi, ancak başta Allah'a iman olmak üzere insanların ortak inançlarda ve (adalet, doğruluk, dürüstlük, cömertlik, edep, hayâ gibi) faziletlerde birleşmeleriyle mümkündür. Bu suretle birbirini seven ülke insanları, kendilerinkiyle birlikte sevdikleri diğer insanların yarar ve mutluluklarını da düşünürler. Böylece aralarındaki birlik ve kaynaşma daha da artar. Buna karşılık birbirini sevmeyen bireyler, birbirinin yararını ve mutluluğunu da istemezler. Gazzâlî ise benzer açıklamalar getirerek konuyu derin bir vukufla işlediği İhyâ'ın ilgili bölümünde sevginin derecelerini özetle şöyle sıralar: İnsan öncelikle kendisini ve kendi varlığının devamını sağlayan şeyleri, ikinci olarak da kendisine iyilik ve ikramda bulunanları sever. Bu sebeple gerek Kur'an'da gerekse hadislerde sevginin gelişip yaygınlaşması için insanların birbirlerine iyilik ve ikramda bulunmaları emredilmiştir. Sevginin en yüksek derecesi ise, bu tür ben merkezli anlayışı aşarak başkasını, ondaki iyilik, erdem, güzellik ve yetkinlik gibi üstün nitelikler dolayısıyla sevmektir. Böylece insanda sevgi, maddî olanı sevmekle başlar, mânevî olanı sevmekle gelişir. En yüksek sevgi ise Allah sevgisi ve Allah için sevgidir. İslâm ahlâk� [19.09.2023 19:09] Annem: Zina eden kadin ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inaniyorsaniz, Allah'in dininde (hükümlerini uygularken) onlara aciyacaginiz tutmasin Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya sahit olsun  (NUR/2) Namuslu kadinlara zina isnadinda bulunup, sonra (bunu isbat için) dört sahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artik onlarin sahitligini hiçbir zaman kabul etmeyin Onlar tamamen günahkârdirlar  (NUR/4) [19.09.2023 19:09] Annem: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: " Benim misâlimle sizin misâliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mâni olmaya) çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz" Buhârî, Rikâk 26, Enbiya 40; Müslim, Fezâil 17, (2284); Tirmizî, Emsâl 7, (2877). [19.09.2023 19:10] Annem: Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz. [Bakara Sûresi.154] [19.09.2023 19:10] Annem: “Allah’ım! Bana doğru olanı ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru.” (Tirmizî, Deavât, 70) [19.09.2023 19:10] Annem: Ameller bir takım sûretlerden ibarettir. Bunların ruhları ise içlerinde ihlas sırrının bulunmasıdır.[Ataullah İskenderî] [19.09.2023 19:11] Annem: ATEŞPERESTLİK Mecûsîlik, ateşe tapma. Ateşperestliğin (mecûsîliğin) kurucusu Zerdüşt, mîlâddan altı yüz sene önce Hindistan'da doğdu. Brehmen din adamları tarafından kovuldu. Ateşperestliği Belh şehrinde yaydı. "İyilik tanrısı (Îzed) veya (Ormüzd) ile kötülük karanlık tanrısı (Ehrimen) o lmak üzere iki tanrı vardır" dedi. (Zend) adlı kitabı ve (Avesta) denilen şerhi Avrupa'da basılmıştır. Ateşperestlik İran Şâhı İsfendiyâr tarafından İran'da yayıldı. Hazret-i Ömer İran'ı fethedince acemler müslüman oldu. Ateşperestlik Hindistan'da kaldı. (Şemseddîn Sâmî) [19.09.2023 19:12] Annem: Basri A. Basra ahalisinden     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [19.09.2023 19:13] Annem: Ezan ve kamet nedir? Ne zaman ve nasıl meşru kılınmıştır? Ezan ve kamet, farz namazların sünnetlerindendir. Farz namazlara çağrı için ezan okumanın dayanağı, kitap ve sünnettir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Siz namaza çağırdığınız zaman onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar.” (Maide, 5/58) “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah’ın zikrine koşun…” (Cuma, 62/9) Rasulüllah (s.a.s.) da: “Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun.” (Buhari, Ezan 17, 18, 49, Müslim Mesacid 292) buyurmuştur. Namaz, Mekke döneminde farz kılınmakla birlikte, ezan hicretten sonra uygulamaya konulmuştur. Medine’ye hicretten sonra Mescid-i Nebevi’nin inşası tamamlanıp düzenli olarak cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, Hz. Peygamber vakitlerin girdiğini duyurmak için ne yapılabileceğini arkadaşlarıyla görüşmüş, o esnada Hz. Peygamber’e vahiyle ve içlerinde Hz. Ömer ve Abdullah b. Zeyd’in de bulunduğu bazı sahabilere rüyalarında bugünkü ezanın şekli öğretilmiştir (Abdurrazzak, el-Musannef, I, 456 No: 1775; Ebu Davud, Merasil, No: 20; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256) Ezan, Müslümanlığın şiarı (sembolü) olup, müekked bir sünnettir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allah’ın büyüklüğü, Peygamberimiz (s.a.s.)’inO’nun kulu ve elçisi olup ve namazın kurtuluş yolu olduğu ilan edilmektedir. İmam Muhammed: “Bir belde halkı tümüyle ezanı terk ederlerse onlarla savaşırım” demiştir (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, I, 460). Kamet ise, farz namazlardan önce, namazın başladığını bildiren ve ezan lafızlarına benzeyen sözlerdir. Ezandan farklı olarak, “hayye ale’l-felah” cümlesinden sonra, “kad kamet’is-salat” cümlesi eklenir (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256; Mehmet Zihni Efendi Ni’met-i İslam, 170-175). [19.09.2023 19:14] Annem: Yılmam ölümden, yaradan, askerim; Orduma, “Gâzî” dedi Peygamberim. Bir dileğim var, ölürüm isterim: Yurduma tek düşman ayak basmasın!         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Türk eriyiz, silsilemiz kahraman... Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman. Putları Allah tanıyanlar, aman, Mescidimin boynuna çan asmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Millet için etti mi ordum sefer, Kükremiş aslan kesilir her nefer. Döktüğü kandan göğe vursun zafer, Toprağa bir damlası boş akmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! Ey Ulu Peygamberimiz nerdesin? Dinle minâremde öten gür sesin! Gel, bana yâr ol ki cihan titresin, Kimse dönüp süngüme yan bakmasın.         Âmin! desin hep birden yiğitler,         “Allâhu ekber!” gökten şehidler.         Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! (Millî Mücâdele Yılları, 1921-1922) [19.09.2023 19:14] Annem: 17 Ramazan: En Büyük İbadet Ayı Ramazan, başından sonuna kadar ibadetle geçirilmesi gereken bir aydır. Zira bu ay söz konusu olduğunda ilk on gününün rahmet, ikinci on gününün mağfiret, son on gününün ise cehennem azabından kurtulma günleri olduğu hemen hatırlanır. Hele her gününün oruçla geçiriliyor ol- ması, bu ayın faziletini daha da artırmaktadır. Oruç öyle bir ibadet ki, kudsi hadisin ifadesiyle Âdemoğlu’nun her ameli- nin karşılığının kendisine kat kat, hatta on katından yüz ka- tına kadar verilmesine rağmen onun mükâfatını ancak Allah verir. Gerekçe olarak da oruçlunun yemesini ve içmesini sırf Allah için terk etmesi gösterilmektedir.8 Yine Peygamberi- mizin ifadelerinden cennette “Reyyan” denilen bir kapının olduğu, kıyamet gününde bu kapıdan ancak oruç tutanların girebileceği, oruçlular girdikten sonra bu kapının kapanaca- ğı ve başka kimsenin giremeyeceği belirtilmektedir9 Ayrıca orucun, oruçluyu kötülüklerden korumak için bir kalkan olduğunu, oruçlunun kötü söz söylememesi gerektiğini, kendisi ile tartışıp kavga etmek isteyene iki defa “ben oruç- luyum” demesinin uygun olacağını tavsiye etmektedir.10 8 Bkz. Müslim, Sıyam, 30 9 Buhari, Savm, 4 10 Buhari, Savm, 2 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 17 27.04.2019 00:11:19 [19.09.2023 19:15] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 8 7 ∙∙∙ tiğini buyurduğu hususların herkes için ve her zaman ve şartta gerçekleşmemesi de bunun göstergesidir. Dünyada iyi ya da kötü, hayır ya da şer, itaat veya isyan olsun her ne varsa, bunların tamamı Allah’ın tekvînî ira- desi ile gerçekleşir.72 Teşriî irade ise sadece iyi, güzel, ha- yır ve itaat nevinden olan şeylere yöneliktir. Yani Allah Teâlâ iyi, güzel ve hayır olan şeylere hem rıza gösterir hem de meydana gelmesi için kulun tercihi doğrultusun- da bunları irade eder. Başka bir deyişle Allah’ın hayır olan şeyler için hem teşriî hem de tekvînî iradesi vardır. Fakat Allah’ın şer olan şeye dinî (teşriî) iradesi, mahabbet ve rı- zası yoktur.73 Adaletin gerçekleşmesi için sadece tekvînî iradesi vardır. Deyim yerindeyse, Allah hayrı isteyerek ve severek irade eder, şerri istemeden ve hoşlanmadan di- ler. Bu tıpkı bir insanın aslında hoşlanmamasına rağmen bir şeyleri kendi istek ve iradesiyle yapmasına benzer. Meselâ kişi acı bir ilacı içmekten hoşlanmasa da, sıhhat bulabilmek için, doğru davranışın bu olduğunu bildiği için o ilacı içer.74 Yüce Allah da kötü olan şeylere rızası ol- mamasına rağmen, adalet ve hikmeti gereği kulun yönel- diği kötü şeyleri irade eder ve yaratır. Bununla birlikte, “Allah bozgunculuğu sevmez.”,75 “Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz.”76 gibi âyetler, Yüce Allah’ın, kullarının kötülük işlemesinden hoşnut ol- madığının, böyle bir şeyi dilemediğinin ifadesidir. 72 Bâkıllânî, el-İnsâf, 41; Abdülkâhir el-Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 102; Cüveynî, Kitâbü’l-irşâd, 211. 73 Ebû Hanîfe, el-Fıkhü’l-ebsat, 59-60; Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, 62-63; Fahreddîn er-Râzî, Kitâbü’l-erbaîn, I, 236; Teftâzânî, Şer- hu’l-Makâsıd, IV, 137. 74 Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, 239. 75 el-Bakara 2/205. 76 ez-Zümer 39/7. ALLAHA İMAN.indd 87 12.03.2015 09:08:59 [19.09.2023 19:17] Annem: Ravi: Şa'bi (ra) Hz. Cabir (ra)'i dinledim, "Resulullah (sav) kadının halası veya teyzesi üzerine nikahlanmasını yasakladı" demişti. Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Nikah 27, Nesai, Nikah 48, (6,98) Hadisin Açıklaması: 1- Yukarıda kaydedilen beş hadisin beşi de esas itibariyle aynı meseleye temas etmektedir: Bir erkeğin, aralarında yakın akrabalık bulunan iki kadını aynı anda nikahlamasının yasaklanmış olması; iki  kız kardeş, teyzeyeğen, halayeğen gibi... Şu halde bir kadının halası veya teyzesi ile  nikahlı olan bir erkek, bu kadın(lar) sağ olduğu müddetçe, onların kardeş çocuklarıyla yani yeğenleriyle evlenemez. Böyle bir nikah haramdır, kesinlikle yasaklanmıştır. Bu yasak hususunda ulema icma etmiştir. Sadece bir grup harici buna karşı çıkmış ise de ulemanın icması karşısında itibar edilmez. Keza, nikahı altında bulunan kadın sağ olduğu müddetçe onun halası veya teyzesi ile de nikah yapamaz. Bu yasaklık ebedî bir haramı ifade etmez. Kadın ölür veya boşanırsa erkek önceki hanımının kızkardeşi veya halası veya  teyzesi veya yeğeni olan bir başka kadınla evlenebilir. 2- Kişi Müslüman olmazdan önce bu yasağa giren iki kadınla evlenmiş ise, Müslüman olunca bu kadınlardan birini boşamak zorundadır, dilediğini boşamakta serbesttir. Şafii, Malik ve Ahmed İbnu Hanbel, "Bunlardan dilediğini seçer" derken, Ebu Hanife "hangisiyle önce evlendiyse onu seçer" demiştir. 3- 5685 numaralı rivayette ilave  edildiği üzere, alimler kıyas  yoluyla kadının babasının halası ile teyzesinin dahi kendi halası ve teyzesi hükmünde olması sebebiyle onların da aynı nikah altında birleştirilemeyeceğine hükmetmişlerdir. Bu zikedilen yasak, akraba kadınların birarada olmaları halinde birbirlerine karşı korumaları gereken sıla-i rahm kopacağı içindir. Zira kumalar arasında sılanın kopmasını önlemek mümkün değildir. Hatta İbnu Hibban'ın kaydettiği bir hadiste, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kadının halası veya teyzesi üzerine kocaya varmasını yasakladıktan sonra "Siz bunu yaparsanız aradaki sıla-i rahmi koparırsınız"  buyurarak, yasağın sebebini de açıklamıştır. 4- Normalde iki kızkardeş, bir nikah altında birleştirilemez. Ancak 5687 numaralı hadiste bunların hür değil de cariye olmaları halinde birleştirilip birleştirilemeyeceği mevzubahis  edilmektedir. Hz. Osman, bunu bir ayetin helal kıldığını  söylemektedir. Bazı şarihler, bu ayetin Nisa suresinin 24. ayeti olduğunu belirtirler. (Mealen): "Harp esiri olarak sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınları  nikah etmek de size haram kılındı..." Ayet âmm olduğu için, kardeş de olsalar cariyeler bu ifadeye dahil edilirler denmiştir. Bunu haram kılan ayetle de yine Nisa suresinin 23. ayetinin kastedildiği belirtilmiştir. (Mealen): "... ve iki kızkardeşi birden nikahınız altına almanız da size haram kılındı." Hz. Osman bu ihtilafı belirttikten sonra tercihini açıklar: "Ben bunu yapmayı sevmem." Yani "iki kardeş olan cariyeleri  aynı nikah altında toplama işini yapmam" demek ister. Buna, delillerdeki ihtilaf sebebiyle ihtiyat için hükmetmiş olabileceği gibi, yasağı mübaha bir vecibe olarak takdim etmiş de olabilir. Ancak soru sahibi, tatminkâr, kesin bir cevap alamayınca, Ashab'tan bir başkasına daha aynı şeyi sorma ihtiyacı duymuş, bu sefer  daha net cevap almıştır: "Yetki benim elimde olsa, sonra bunu yapanı görsem, başkalarına ibret olacak bir ceza verirdim." Bu ceza had cezası değildir. Çünkü müteevvil, zani sayılmaz, bu hususta icma edilmiştir. Burada ismi açıklanmayan sahabi zatın Hz. Ali olduğu tahmin edilmiştir. İbnu Abdilberr'e  göre ravi Kabîsa, Hz. Ali'yi ismen zikretmekten kaçınmıştır. Çünkü halife Abdülmelik İbnu Mervan'la sohbeti mevcuttur. O sıralarda Emevî hanedanı Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin isminin zikrini istiskal etmekte, hele Hz. Osman'a muhalefet eden hususlarda [19.09.2023 19:17] Annem: Resulullah (sav)'in: "Ot satmak maksadıyla suyun fazlası satılmaz" dediğini rivayet etmiştir. Kaynak: Buhari, Şürb 2, Hiyel 5; Müslim, Musakat 38, (1566); İbnu Mace, Ruhun 19, (2478) Rivayet: Ebu Hüreyre [19.09.2023 19:17] Annem: 13- Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Bâbı 916- Bize Muhammed b. el-M üşen nâ ile İbn Beşşâr ikisi birden Gunder'den rivâyet ettiler. İbn'l Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. Dedi ki: Katfi-de'yi Enes'den rivâyet ederken dinledim. Enes: — Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osmanla birlikte namaz kıldım. Fakat bunların hiç birinin okuduklarını işitmedim, demiş. 917- Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivâyet et-tİ, şunu da ziyâde eyledi. «Şu'be dedi ki: Katâde'ye sen bunu Enes’den işittin mi? dedim, «evet, bu hadîsi ona biz sorduk» cevabını verdi. 918- Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Evzâî, Abde'den naklen rivâyet etti ki: ömerü'bnül Hattâb şu kelimeleri aşikâr okurmuş:  (Evzâî) Katâde'den de rivâyet etmiş ki: Katâde kendisine Enes b. Mâlik'den naklen şu haberi yazmış: Enes dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz kıldım, bunların hepsi namaza ile başlarlar, i kırâetin evvelinde ve âhirinde söylemezlerdi. 919- Bize Muhammed b. Mihrân rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Bana İshâk b. Abdillâh b. Ebî Talhâ haber verdi ki: Enes b. Mâlik'i bunu anlatırken işitmiş. Hadîsin ikinci tarîkinde Katâde'ye; «Bu hadîsi sen Enes’den işittin mi» diye sorulması, hadîsin muttasıl olup olmadığını anlamak içindir. Çünkü Katâde müdellistir. Müdellisin ise, ancak muttasıl olarak rivâyet ettiği hadîsleri kabul edilir. Katâde'nin evet demesi ile mesele hallolmuştur. Hadîs muttasıldır. İmâm Müslim bu hadîsin 52 numaralı Muhammed b. Mihrân tarîkinda; «Evzâî, Katâde'den de rivâyet etti ki» cümlesini; «Bize Evzâî, Abde Men rivâyet etti» cümlesi üzerine atfetmiştir. Şu halde Evzâî hadîsi hem Abde'den hem de Katâde'den rivâyet etmiş oluyor. Yalnız Abde'den rivâyeti mürsel, Katâde'den rivâyeti muttasıldır. Maksat hadîsin muttasıl olarak da rivâyet edildiğini göstermektir. Müslim'in bunu doğrudan doğruya hem Abde'den, hem de Katâde'den rivâyet edildiğini söylemeyip, atıf sureti ile göstermesi; hadîsi râvîden işittiği lâfızlarla rivâyet etmiş olmak içindir. İmâm Müslim'in bu cihetlere son derece dikkat ettiğini evvelce arz etmiştik. Hattâbî diyor ki: «Bana İbn Hallad haber vererek şunu söyledi. Zeccâc'a Sübhânekenin (ve bi hamdik) kelimesinde (vav) var mı, yok mu diye sordum; olduğunu söyledi. Ve: Bunun mânâsı: Allah'ım seni tenzih ederim, ve sana hamd ederim sana tesbih eylerim, demektir. Buradaki (cedd)’in mânâsı büyüklüktür, dedi». Sübhânekenin bütünü ile mânâsı şudur: «Yarabbİ bütün noksanlıklardan tenzih ve hamdinle sana tesbîh eylerim. İsmin mübarek, azametin yücedir. Senden başka İlâh yoktur.» Bu hadîsi Buhârî «Kitâbul - Ezan» da Nesâî de «Kitâbü's Salât» da tahrîc etmişlerdir. Hazret-i Enes'in; «Bunların hiç biri besmeleyi kıraatın başında ve sonunda zikretmezlerdi» sözünden murad, aşikâr okumadıklarını beyandır. Yoksa gizlice besmele çektikleri hususunda söz yoktur. Bu hadîsi Buhârî şârihi Aynî birkaç yönden ele almıştır. Şöyle ki: 1- Hadîsi Hazret-i Enes'den birçok kimseler rivâyet etmiştir ki; Katâde, İshâk b. Abdillâh, Mansûr b. Zâdan, Eyyûb, Ebû Neâme, Aziz b. Şüreyh, Hasan, Sâbit-i Bünânî, Humeyd-i Tavîl ve Muhammed b. Nûh bunlar meyânındadır. Katâde rivâyetini Buhârî, Müslim ve Nesâî tahriç etmişlerdir. İshâk b. Abdillâh rivâyetini Müslim, Mansûr rivâyetini Nesâî tahriç etmiştir. Nesâî'nin rivâyetinde Enes (radıyallahü anh): «Bize okuduğunu işittirmedi» demektedir. Eyyûb rivâyetini İmâm Şafiî, Nesâî ve [19.09.2023 19:17] Annem: İSİM BELİRTMEKSİZİN GÜNAHKARLARA LANET ETMENİN CAİZ OLUŞU "...Dikkat edin ve unutmayın! Allahın laneti zalimlerin üzerinedir." (11 Hud, 18) "...Bunun üzerine, içlerinden bir seslenici haykıracak: Allahın laneti zalimlerin üzerine üzerine olsun!." (7 A'raf, 44) [19.09.2023 19:17] Annem: Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” Buhârî, Rikak 29 [19.09.2023 19:18] Annem: “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma, bize tarafından bir rahmet bağışla. Hiç kuşku yok, lütfu bol olan yalnız sensin.” Âl-i İmrân, 3/8 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [19.09.2023 19:18] Annem: Nevvas adında biri vardı. Yanında su içme hastası bir deve vardı, İbnu Ömer (ra) bu deveyi ortağından satın aldı. Ortağı kendisine uğrayınca: "Şu devemiz var ya onu sattık" dedi: Ortağı "kime" deyince "şu şu evsafta bir yaşlıya" diye tarif etti. Ortağı: "Öylemi, amma da yaptın, vallahi o zat İbnu Ömer'dir" dedi: "Sonra İbnu Ömer (ra)'e gelerek: "Ortağım sana su içme hastası bir deve satmış, durumunu da sana söylememiş" dedi. İbnu Ömer: "öyleyse götür onu" dedi. Adam götürmek üzere tutunca: "Bırak deveyi, Resulullah (sav)'ın hükmüne razıyız, sirayet yoktur" buyurdu. Buhari, Büyu 36 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [19.09.2023 19:18] Annem: Hz.Ömer'in Hayatı 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Hz. Ömer (ra), ikinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (asm)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (ra), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (asm) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145). Kaynaklar Hz. Ömer (ra)'in Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer (ra) gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146). Hz. Ömer (ra), sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (asm)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (ra)'in Müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: "Ömer (ra), Resulullah (asm)'ı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (asm)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer (ra)'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (ra), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer (ra), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (ra), hemen orada imân etti ve Resulullah (asm)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (asm)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (ra), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer (ra) olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer (ra) silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır."diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (asm), Ömer (ra)'ın iki yakasını tutarak; "Müslüman ol ya İbn Hattab! Allah'ım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer (ra), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı." (İbn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül- [19.09.2023 19:19] Annem: KULUN HEDEFI Sonsuz nimetler içindeyken kimileri onu kendinden bilir ve gurur benliğini sarmış olarak “Ben!” ile başlayan kibir dolu cümleler kurar. Bunları yaparken de yazık ki bir kul olarak durması gereken noktadan çok uzağa gider. Kimileri de sonsuz nimetler içinde olduğunun farkında bile olmadan, hep sahip olamadığının derdine düşer ki; bu da hedefe kitlenmesine engel olan çok talihsiz bir durumdur. Kul olarak hedefimizin ne olması gerektiğini ise Yüce Allah (c.c.) Zariyat Suresi 56. ayette şöyle anlatır: “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Gelin, bugün bir karar verip hemen uygulamaya koyalım. Yemek mi yiyoruz, acıktığımızın farkına varabilmekten yemeği hazırlamak için mutfağa yürüyebilmeye ve gerekli malzemeye ulaşmaktan onları hazırlayabilmeye ve sofraya oturabilmemize kadar her anımızda içimizden şükredelim.Şükür hâlindeyken insan, sonsuz kudret sahibi Rabb’inin huzurunda acziyetinin farkına varıyor ve öyle bir acziyetteyken bile, o nimete sahip olabilmenin şaşkınlığı içinde daha çok şükretmeye çalışıyor. Sözümüzü bir hadis-i şerifle bitirelim: “İman iki kısımdır: Yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.” Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [19.09.2023 19:19] Annem: ❝Kalbin dâima salâh ve sıhhatte tutulabilmesi için, başlıca dört şeye riâyet edilmelidir: 1) Kur'ân okumak. 2) İyi kimselerle görüşmek. 3) Helâl lokma yemek. 4) Sabah namazına erken kalkmak. ❞ ▪ Osman Hulûsi Efendi [19.09.2023 19:20] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir." Kaynak : Tirmizi, Kader 7, (2141) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [19.09.2023 19:20] Annem: [Hadis No : 3628] Abdullan İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu veselâm'a, namazda iken hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman buyurdular:   "Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.'' İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [19.09.2023 19:20] Annem: “Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73) [19.09.2023 19:20] Annem: Bir Ayet Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer. (A'lâ, 86/14-15) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [19.09.2023 19:20] Annem: Bir Hadis ...Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. (Buhârî, Sulh, 11, Cihâd, 72, 128; Müslim, Zekât, 56) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [19.09.2023 19:21] Annem: Bir Dua ...Allah’ım! Sevdiklerimden geri aldığın şeyleri, sevdiğin şeyleri (yapmam) için bana boş zaman kıl. (Tirmizî, De’avât, 75) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [19.09.2023 19:24] Annem: Enes (ra) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’e on yıl hizmet ettim. Bana bir kez bile ‘Öf!’, ‘Niye böyle yaptın?’ ve ‘Niçin şöyle yapmadın!’ demedi.” (B6038 Buhârî, Edeb, 39; B2768 Buhârî, Vesâyâ, 25) [19.09.2023 19:27] Annem: 37- KİTÂBU'L-İCÂRE. 1- Bâb; İcâre Hakkındadır 2- Karârît Üzerine  Koyun Güdülmesi Babı 3- Zaruret Sırasında Yâhud İslâm Ehli Bulunmadığı Zaman Müşriklerin Ücretle Irgatlığa Tutulması Ve Peygamber (S) Hayber Yahûdîleri'yle Arazîde Çalışma Akdi Yaptı Babı 4- Bâb: Bir Kimse Üç Gün Sonra Yâhud Bir Ay Sonra Yâhud Bir Sene Sonra Kendisine Bir İş Yapması İçin Bir İnsanı Ücretle Tutsa, Bu Caiz Olur. 5- Gazvede Ücretli Babı 6- Bâb: Bir Ücretli Tutan, Hizmet Müddetini Beyân Edip De Yapacağı İşi Beyân Etmeyen Kimse(Nin Bu Hizmet Akdi Sahîh Olur Mu, Olmaz Mı)? 7- Bâb: Bir Kimse Yıkılmak İsteyen Bir Duvarı Doğrl Îtmak Üzere Bir Ücretli Tuttuğunda Bu Caiz Olur 8- Gündüzün (Evvelinden) Yarısına Kadar Ücret Akdi  Babı 9- İkindi Namazına Kadar Ücret Akdi Yapmak Babı 10- Ücretlinin Ücretim Men' Edenin Günâhı Babı 11- İkindide Gecece Kadar Ücret Akdi Yapmak Babı 12- Bir Ücretliyi Irgat Tutar Ve İş Akabinde İsçi Kendi Ücretini Terkeder Ve O Ücreti Muste'cîr Çalıştırır Da Onu Artırırsa Yahud Bir Kimse Başkasının Maunda (İzinsiz Olarak) Çalışma Yapar Da O Malı Artırırsa (Bu Artırılan Mallar Kime Âid Olur') Babı 13- Sırtı Üzerinde Yük Taşıması İçin Kendini Başkasına Kiraya Veren, Sonra Da Ondan Kazandığını Sadaka Yapan Kimse Ve Hammâl Ücreti Babı 14- Simsarlık Ücreti Babı 15- Bâb: Müslüman Bir Kimse Harb Arazîsinde Kendini (Bir İş Yapmak Üzere) Müşrik Bir Kimseye Kiraya Verir Mi?. 16- Arar Kabilelerinden Bir Taifeye Fâtihatıtl-Kitâb İle Duâ Edip Hastalıktan Sığındırma Karşılığında Verilen Ücret(İn Hükmü) Babı 17- Kölenin Ödeyeceği Vergi İle Kadın Kölelerin Vergilerini İyi Gözetleme Babı 18- Kan Alma Tedâvîsi Yapanın Ücreti Babı 19- Kölenin Efendilerine. Onun Vergisini Hafifletmelerini Söyleyen Kimse Bârı 20- Zina Edici Kadının Ve Dişi Kölelerin Kazancı Babı 21- Damizlik Erkek Hayvana Dişiyi Dölletme Ücreti Babı 22- Bâb: Bir Kimse Bir Yeri Ücretle Tuttuğu Zaman Îcâreye Veren Ve İcâre Tutandan Biri Öldüğünde (Bu Akdîn Feshedilip Edilmeyeceği)? Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 37- KİTÂBU'L-İCÂRE (İcâre Kitabı) 1- Bâb; İcâre Hakkındadır [1] İyi kişinin ücretle adam tutması ve Yüce Allah'ın şu kavli: "Çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı şübhesiz o kuvvetli emin kimsedir" (ei-Kasas: 26) [2]. Hazîneci de emindir. Ve ücretle iş yapmak isteyeni kullanmak istemeyen imamlar [3] 1-.......Ebû Mûsâ el-Eş'ârî (R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Kendisine emredilen vazifeyi gönlü hoş ve temiz olarak yerine geti­ren emin kasadar kimse, sadaka veren iki kişiden biridir" buyurdu [4]. 2-.......Ebû Mûsâ (R) şöyle demiştir: Ben beraberimde Eş'ârîler'den iki kişi olduğu hâlde, Peygamber'in yanına vardım. (Bu kişi­ler Peygamber'den iş istediler.) Bunun akabinde ben (sıkılarak): — Bunların iş ve me'mûrluk isteyeceklerini ben bilmiyordum, dedim. — "iş dileyen kimseyi biz işimiz üzerine kullanmayız" buyurdu [5] 2- Karârît Üzerine [6] Koyun Güdülmesi Babı 3-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S): —  "Allah, koyun güdenden başka hiçbir peygamber göndermedi" buyurdu.                                                                                Bunun üzerine sahâbîleri: —  Sen de mi (koyun güttün)? diye sordular.     Peygamber: —  "Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine koyun gü­derdim" buyurdu [7].                                                 3- Zaruret Sırasında Yâhud İslâm Ehli Bulunmadığı Zaman Müşriklerin Ücretle Irgatlığa Tutulması Ve Peygamber (S) Hayber Yahûdîleri'yle Arazîde Çalışma Akdi Yaptı Babı 4-.......Âişe (R) şöyle dedi: Ve Peygamber ile Ebû Bekr, Dîl oğullari'ndan sonra Abd ibn Adiyy oğullarından yol kılavuzluğ [19.09.2023 19:27] Annem: 13- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in "Allah'ı En Çok Bileniniz Benim" Sözü Ve Yüce Allah'ın: "Allah sizi yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muâhaze eder..." (Bakara: 2/225) Kavli Sebebiyle Ma'rifetin, Kalbin Fiili Olduğu Babı 20 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sahâbîlerine emrettiği zaman dâima takat getirebilecekleri işleri emreder idi. (O zamân) sahâbîleri: Yâ Rasûlallah, biz senin gibi değiliz. Allah senin olmuş olacak günâhlarına mağfiret etmiştir, derlerdi de, öfke alâmeti yüzünde bilinecek kadar kızar ve ondan sonra da: "En ziyâde takvalınız ve Allah'ı en çok bileniniz, şübhesiz ki benim" buyururdu.     [19.09.2023 19:27] Annem: - عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - إِذَا أَكَلَ أَحَدُكُمْ فَلْيَأْكُلْ بِيَمِينِهِ وَلْيَشْرَبْ بِيَمِينِهِ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَأْكُلُ بِشِمَالِهِ وَيَشْرَبُ بِشِمَالِهِ - عبد الله بن عمر رضى الله عنهما دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - سزدن بريكز ييەجكى زمان صاغى ايله ييسون، صاغى ايله ايچسون. چونكه شيطان صولى ايله يير، صولى ايله ايچر - Abdullah İbn-i Ömer (r.anhüma)’dan rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Sizden biriniz yiyeceği zaman sağı ile yesin, sağı ile içsin. Çünkü şeytan solu ile yer, solu ile içer. - Muvattâ, Kitabü Sıfatin’Nebî, h. 1644 [19.09.2023 19:27] Annem: Başlarınız hareket ettiği (yaşadığınız) sürece rızık konusunda ümitsizliğe düşmeyin. Annesi insanı, kıpkırmızı ve çıplak olarak doğurur. Sonra Yüce Allah onun rızkını verir. (İbn Mâce, Zühd, 14) [19.09.2023 19:27] Annem: O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, Gülerler, sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler. Onları bir siyahlık bürür.İşte onlar, kâfirlerdir, günaha dalanlardır. (Abese, 80/38-42) [19.09.2023 19:27] Annem: 2/Bakara 177 - İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. [19.09.2023 19:27] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ غُرَيْرٍ الزُّهْرِيُّ، قَالَ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، قَالَ حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ صَالِحٍ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، حَدَّثَ أَنَّ عُبَيْدَ اللَّهِ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ أَخْبَرَهُ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، أَنَّهُ تَمَارَى هُوَ وَالْحُرُّ بْنُ قَيْسِ بْنِ حِصْنٍ الْفَزَارِيُّ فِي صَاحِبِ مُوسَى قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ هُوَ خَضِرٌ‏.‏ فَمَرَّ بِهِمَا أُبَىُّ بْنُ كَعْبٍ، فَدَعَاهُ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقَالَ إِنِّي تَمَارَيْتُ أَنَا وَصَاحِبِي، هَذَا فِي صَاحِبِ مُوسَى الَّذِي سَأَلَ مُوسَى السَّبِيلَ إِلَى لُقِيِّهِ، هَلْ سَمِعْتَ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم يَذْكُرُ شَأْنَهُ قَالَ نَعَمْ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏ "‏ بَيْنَمَا مُوسَى فِي مَلإٍ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ، جَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ هَلْ تَعْلَمُ أَحَدًا أَعْلَمَ مِنْكَ قَالَ مُوسَى لاَ‏.‏ فَأَوْحَى اللَّهُ إِلَى مُوسَى بَلَى، عَبْدُنَا خَضِرٌ، فَسَأَلَ مُوسَى السَّبِيلَ إِلَيْهِ، فَجَعَلَ اللَّهُ لَهُ الْحُوتَ آيَةً، وَقِيلَ لَهُ إِذَا فَقَدْتَ الْحُوتَ فَارْجِعْ، فَإِنَّكَ سَتَلْقَاهُ، وَكَانَ يَتَّبِعُ أَثَرَ الْحُوتِ فِي الْبَحْرِ، فَقَالَ لِمُوسَى فَتَاهُ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ، وَمَا أَنْسَانِيهِ إِلاَّ الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ‏.‏ قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِي، فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا، فَوَجَدَا خَضِرًا‏.‏ فَكَانَ مِنْ شَأْنِهِمَا الَّذِي قَصَّ اللَّهُ ـ عَزَّ وَجَلَّ ـ فِي كِتَابِهِ ‏"‏‏.‏ Rivayet edildiğine göre îbn Abbas ile Hur İbn Kays İbn Hısn ei-Fezârî Musa A.S.'ın (Kur'an'da buluştuğu bahsedilen) arkadaşı hakkında görüş ayrılığına düştüler. İbn Abbas bunun Hızır olduğunu söyledi. Onların yanından Ubey bn Ka'b geçiyordu. İbn Abbas onu çağırarak sordu: "Ben ve bu arkadaşım, Hz. Musa'nın kendisi ile buluşmak için yol sorduğu kişi hakkında tartıştık. Onunla ilgili olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir şey söylediğini işitmiş miydin?" dedi. Ubey şöyle dedi: "Evet, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle söylediğini işittim: Hz. Musa, İsrailoğullarından bir grup ile birlikte iken bir adam gelerek: Senden daha bilgili bir kimse biliyor musun? Diye sordu. Hz. Musa "hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa'ya vahyederek şöyle dedi: "Evet senden daha bilgili bir kimse. O da kulumuz Hızır'dır" dedi. Musa onun yanına nasıl gideceğini sordu. Yüce Allah balığı onun için bîr alâmet kıldı. Musa'ya "Balığı kaybettiğinde dön, çünkü onunla orada buluşacaksın" denildi. Hz. Musa denizde balığın izini sürerdi. "(Musa (a.s.)'ın yanındaki yol arkadaşı olan genç adam:) Gördün mü? dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa: işte aradığımız o idi, dedi. Hemen İzlerinin üzerine geri döndüler." Hemen ardından o bilge kişiyi (Hızır) buldular. Daha sonra Hızır ile Musa arasında Allah'ın kitabında haber verdiği olaylar yaşandı. Tekrar: 78, 122 Grades: Reference: Sahih Buhari 74 In-book reference: Kitap 3, Hadis 16 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [19.09.2023 19:28] Annem: HİLAFET VE İMAMETLE İLGİLİ BÖLÜM Umumî Açıklama: BİRİNCİ BÂB HİLÂFET VE EMİRLİGİN AHKÂMI BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ'TENDİR. İKİNCİ FASIL İMAMLIĞI VE EMİRLİĞİ SAHİH OLANLAR.. ÜÇÜNCÜ FASIL İMAM VE EMİRİN VAZİFELERİ DÖRDÜNCÜ FASIL EMİR OLMANIN KÖTÜLÜĞÜ Umumî Açıklama: BEŞİNCİ FASIL İMAM VE EMİRE İTAATİN VACİB OLUŞU.. 1- CEMAAT MESELESİ CEMAATTEN MAKSAD NEDİR CEMAATTEN AYRILANLARI TEL'İN: TEFRİKA ÇIKARACAK ŞEYLERDEN KAÇINMAK: CEMAAT YOKSA: 2- UMMİYE BAYRAK 3- ASABİYET ALTINCI FASIL İMAMLARIN VE EMİRLERİN YARDIMCILARI İKİNCİ BÂB HÜLAFÂ-İ RAŞİDÎN VE ONLARIN SEÇİMLERİ BAZI HÜKÜMLER: HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER.. HADİSİN İFADE ETTİGİ FAYDALAR: HİLAFET VE İMAMETLE İLGİLİ BÖLÜM Bu bölümde iki bâb vardır. BİRİNCİ BÂB HİLAFET VE İMAMETİN AHKÂMI (Bu bâb 6 fasıldır) * BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ'TENDİR * İKİNCİ FASIL İMAMLIGI, EMİRLİGİ SAHİH OLANLAR * ÜÇÜNCÜ FASILİMAM VE EMİRİN VAZİFELERİ * DÖRDÜNCÜ FASIL EMÎR OLMANIN KÖTÜLÜGÜ * BEŞİNCİ FASIL İMAMA VE EMÎRE İTAATİN GEREGİ * ALTINCI FASIL İMAMLARIN VE EMÎRLERİN YARDIMCILARI * İKİNCİ BÂB HULEFÂU'R-RAŞİDÎN VE ONLARA BİAT ŞEKİLLERİ Umumî Açıklama: İslâm dini devlet dinidir. Bu sebeple devlet hayatını ilgilendiren bütün müesseselerin İslam'da yeri vardır. Onlardan her birine, devlet hayatındaki ehemmiyeti nisbetinde yer vermiştir. Hayatî önem taşıyanlara ağırlık olarak yer verir. İmamet, yani devlet reisliği meselesi bir milletin siyasî hayatının merkezinde yer alır. Bu sebeple İslâm dini, konuya fazlaca yer vermiş. İmamda aranacak vasıflardan, seçimine, azline, itaat, isyan bahislerine kadar hatıra gelebilecek her hususta esaslar, prensipler, hükümler koymuştur. Bunlar nazarî olarak işlenmekten başka çeşitli şekilleriyle tarih boyunca tatbik de edilmiş, ayrıca hukukşinaslar tarafından teşriata, kodifikasyona da tâbi tutulmuşlar ve madde madde kodifiye edilmişlerdir. İmamet konusuna giren mühim meselelere daha önce  temas ettik, burada tekrar etmeksizin  mevzu üzerine kitabın yer verdiği hadislere geçiyoruz. [1] BİRİNCİ BÂB HİLÂFET VE EMİRLİGİN AHKÂMI BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ'TENDİR. ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: النَّاسُ تَبَعٌ لِقُرَيْشٍ في الخَيْرِ والشَّرِّ[. أخرجه مسلم . 1. (1705)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş'e tâbidir." [Müslim, İmâret 3, (1819).][2] ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ # النَّاسُ تَبَعٌ لِقُرَيْشٍ في هذا الشَّأنِ، مُسْلِمُهُمْ تَبَعٌ لِمُسْلِمِهِمْ، وَكَافِرُهُمْ تَبَعٌ لِكَافِرِهِمْ. النَّاسُ مَعَادِنُ، خِيَارُهُمْ في الجَاهِلِيَّةِ حِيَارُهُمْ في ا“سْمِ إذَا فَقُهُوا، وَتَجِدُونَ مِنْ خِيَارِ النَّاسِ أشَدَّ النَّاسِ كَرَاهَةً لهذَا الشَّأنِ حَتَّى يَقَعَ فِيهِ[. أخرجه الشيخان . 2. (1706)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e tâbidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına, kafirleri kafir olanlarına tâbidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar fıkhı öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilâfına) içine düşmedikçe buna tâlib olmazlar." [Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, İmâret 2, (1818).][3] AÇIKLAMA: 1- Bu hadislerde geçen i� [19.09.2023 19:28] Annem: Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz. Tirmizî, Cum'a, 80. [19.09.2023 19:28] Annem: عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  يَقُولُ : وَاللَّهِ إني لاَسْتَغْفِرُ اللَّهَ وَأَتُوبُ إِلَيْهِ فِي الْيَوْمِ أَكْثَرَ مِنْ سَبْعِينَ مَرَّةً . Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Allah’a yemin ederim ki; ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler ve tevbe ederim.” (Buhârî, Deavât 3) [19.09.2023 19:28] Annem: Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. (Müslim, "Zikir", 73;Ebu Davud,"Salat", 367;Nesau, "İstiaze", 2) [19.09.2023 19:28] Annem: Tarihte Bugün •  Son Sahabe Ebû’t-Tufeyl’in Vefatı 718 •  Şehitler ve Gaziler Günü ve Haftası 17-23 Eylül Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [19.09.2023 19:28] Annem: Günün Ayeti “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” İsra 53 [19.09.2023 19:28] Annem: KATILIM FİNANS SÖZLÜĞÜ BORSA: Kuruluş amaçlarına göre değişiklik göstermekle birlikte genellikle yatırımcıların, hisse senedi, yatırım sertifikası gibi değerli kâğıtların ve emtiaların alım satımını devlet denetimi altında yaptıkları yerlere denilir. Borsa, işlem yapılan ürünlerin pazarıdır. Ürünlerin faizsiz finans prensiplerine uygunluğu halinde borsadan alım-satımında sakınca görülmez. BORSA YATIRIM FONU: Hisse senedi, tahvil bono ve emtia gibi yatırım ürünlerinin bulunduğu herhangi bir endeksi baz alan ve bu endeks performansını yatırımcılara yansıtan fonlarıdır. Katılım Bankacılığında borsa yatırım fonlarında işlem yapabilmek için söz konusu fonların faizsiz finans prensiplerine uygun olması gerekir. KATILIM ENDEKSİ: BİST’de işlem gören ve katılım bankacılığı prensiplerine uygun hisse senetlerinden oluşan bir borsa endeksidir.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [19.09.2023 19:28] Annem: Günün Hadisi “Kim şehitliği içten gelerek ve bütün samimiyetiyle isterse yatağında ölse bile  Allah onu şehitler mertebesine ulaştırır.” Müslim, İmâre 157 [19.09.2023 19:28] Annem: BAŞYAZI değerler, insanın varoluş gaye- si ekseninde şekillenmektedir. Allah’ın peygamberleri aracı- lığıyla vazettiği bütün hüküm ve değerler, bizzat insanın yer- yüzünde ilahi bir kararla var e- dilmesinin, dolayısıyla varo- luş gayesinin tezahürleridir. Bu sebeple insanın varoluşa, ha- yata, ölüm ve sonrasına dair sorularına doğru karşılık bul- masının yolunu açacak en te- mel değer imandır. İmanla yö- nünü belirlemiş bir mümine düşen, istikamet üzere kalarak varoluş amacına doğru yol al- maktır. Her hâlükârda kötüye karşı iyiden, yanlışa karşı doğ- rudan, harama karşı helalden, zulme karşı adaletten yana tercihte bulunmaktır. Nitekim ölümün ve hayatın yaratılış a- macı da kimin iman ve istika- met üzere yaşayacağını ortaya çıkarmaktır. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmek- tedir: “O, hanginizin daha gü- zel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan- dır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2.) Her sözüyle hayatımıza rehber olan Hz. Peygamber (s.a.s.) ise kendisine İslam’ı soran birisi- ne hitaben, “Allah’a iman et- tim de ve dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 38.) cevabıyla dünya ve a- hiret saadetinin yolunu beyan etmektedir. İman ve istikamet hususunda müminler için en güzel örnek, hiç şüphesiz Peygamber Efen- dimizdir. Cenab-ı Hak, inanç, ibadet ve ahlakta istikametin yolunu göstermek için rahme- tinin bir tecellisi olarak onu in- sanlığa rehber seçmiş; sırat-ı müstakimin ve güzel ahlakın gerektirdiği davranışları onun şahsında insanlığa öğretmiş- tir. Bu hakikat, Kur’an-ı Ke- rim’de “(Ey Muhammed) Hik- met dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol ü- zere gönderilenlerdensin.” (Ya- sin, 36/2,3,4.) ayetiyle açıkça be- yan edilmiştir. Resul-i Ekrem (s.a.s) de “Sözlerin en doğru- su, Allah’ın Kitabı; yolların en doğrusu ise Muhammed’in yo- ludur.” (Nesai, Îdeyn, 22.) hadis-i şerifiyle iman ve istikamet ü- zere yürünecek yolun kılavuz- luğunu yapacak iki temel ölçü- ye dikkat çekmiştir. Bu bakım- dan iman ve istikametin gere- ği, vahyin rehberliğinde ve Al- lah Resulü’nün örnekliğinde bir hayat yaşamaktır. Vahyi ya- şanan bir hayata dönüştüren Resul-i Ekrem gibi güvenilir ol- maktır. Özü sözü bir, dosdoğru, dengeli, kararlı ve dürüstçe bir hayatı tercih etmek ve orada karar kılmaktır. Kısacası onun ahlakıyla ahlaklanmak, onun açtığı yolda yürümektir. Zira “Ben güzel ahlakı tamamla- mak için gönderildim.” (İbn Han- bel, II, 381.) buyuran Resul-i Ek- rem’in (s.a.s.) hayatı, her yö- nüyle zirve bir örnek ve eşsiz bir numunedir. Ne var ki bugün inancın itibar- sızlaştırıldığı, istikametin ör- selendiği ve dünyevi menfaati yegâne hedef kılan yaklaşım- ların teşvik edildiği bir çağa ta- nıklık ediyoruz. Bu çağın öne çıkardığı bireyselliğin ve ben- cilliğin insanlığı sürüklediği sonu gelmez arzu, istek ve ih- tiraslar, imanı ve istikameti ör- seleyen başlıca yönelişler ola- rak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada yapılması gereken, bizleri zaafa sürükleyen etken- lere karşı iman bilincimizi güç- lendirmek ve Cenab-ı Hak’la doğrudan ve güvenli bir bağlı- lığı her daim diri tutmaktır. Bu da Rabbimizle kurduğumuz en önemli irtibat olan namazın ve diğer ibadetlerin önemini ha- tırlatmaktadır. Nitekim nama- zın her rekâtında okuduğumuz ayetlerde geçen hidayet ve is- tikamet talebi, dünyanın o- yalama ve aldatmalarına kar- şı muhkem bir duruşu ifade etmektedir: “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanla- rınkine ve sapıklarınkine de- ğil.” (Fatiha, 1/6-7.) Aylık Dergi | Eylül 2023 5 [19.09.2023 19:31] Annem: MATEMATIK MI TÜRKÇE MI? Bir Sorum Var Yazan Fatma Güzel Çizen Levent Kıran 6 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 ÖMER: Selim, ben matematik dersini çok seviyorum. Hem de kolay anlıyorum. SELİM: Çünkü sayıları kelimelerden daha çok seviyor ve tanıyorsun. ÖMER: İleride matematik mühendisi olmaya karar verdim. Bu sebeple matematikte herkesten daha iyi olmalıyım. Peki ya senin en sevdiğin ders ne? Imm… Aslında benim bir tahminim var... SELİM: Önce tahminini söyle.

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Kıraç, APSCO Konsey Başkanlığına seçildi

AB'den ihracatçılara yeşil ekonomiye geçiş için 7 milyon avro destek

Otomotiv endüstrisi kasımda yaklaşık 3,8 milyar dolarlık ihracat yaptı

Niğde'de ilk fazı tamamlanan tesiste yıllık 7 bin ton likra üretiliyor

İnşaat sektöründe çalışan sayısı üç aydır rekor kırıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.TRABZONSPOR A.Ş. 15 10 1 4 14 34
3.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
4.GÖZTEPE A.Ş. 15 7 3 5 9 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 15 5 6 4 -3 19
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.GENÇLERBİRLİĞİ 15 4 9 2 -4 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 15 3 7 5 -7 14
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
16.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 15 2 11 2 -16 8

YAZARLAR