SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[22.09.2023 20:56] Annem: Bir Ayet: Şeytan sizi sakın doğru yoldan engellemesin, o sizin apaçık düşmanınızdır. (Zuhruf, 43/62) Bir Hadis: Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme. Sonra Allah ona merhamet edip seni (o şeyle) imtihan eder. (Tirmizî, "Kıyâmet", 54) Bir Dua: … (Rabbim!) Bana tarafından yardımcı bir güç ver! (İsrâ, 17/80) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [22.09.2023 20:56] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Osmanlı Devleti’nin 9. Padişahı Yavuz Sultan Selim’in Vefatı. (1520) Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocukların- dan iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler… (Ra’d, 13/23)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: AHİRETTE YAKINLARIMIZLA GÖRÜŞEBİLECEK MİYİZ? Bilindiği üzere İslam dininin iman esaslarından birisi de ahiret gününe inanmaktır. Yüce Allah’ın yarattığı her şeyin bir ömrü olduğu gibi, bu dünya hayatının da bir sonu vardır. Bu âlem ve üzerindeki bütün varlıklar belirli bir süre için yaratılmıştır. Bir gün gelecek ne bu âlemden ve ne de üzerindeki yaratılmışlardan bir eser kalacaktır. Kâinattaki bu mükemmel nizam bozulacak, sonrasında da ahiret denilen âlem başlayacaktır. Ahiret inancı, hak dinlerin hepsinde mevcut olan bir inançtır. Bütün peygamberler tarafından teyit edilmiş bir esastır. Ahirette cennet ehli, kendileri gibi inançlı ve iyi ahlaklı aile bireyleriyle beraber olacaklardır. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Burada önemli olan husus, iman kardeşliğidir. Kendi ehlinden de olsa imanı olmayanlar birlikte bulunamaz. Tur suresinin 21. ayetinde şöyle belirtilmektedir: “İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.” T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [22.09.2023 20:56] Annem: Rabbiniz, lütfundan nasip arayasınız diye sizin için denizde gemiler yürütendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir. - İsra - 66. Ayet [22.09.2023 20:57] Annem: Tarih: 22.09 ًا َونَ ۪ذير .2023 ًا ِشر مَب ُّ ﷽ َشا ِهدًا َو َنا َك ْرَسلْ ا اَ اِ نََٓ ُّ ِبي َها ال نَ ُّ ي ًا َ يََٓا ا . َوَدا ِعي ًا م۪نير ُّ ًا ِـِا ْذنِ ۪ه َو ِسَراج ِ ب اِل .ۜ َى ا ّلل ه ُّ ي ا ّلل ه ِ َصل َ ُّل ا ّلل ه ُّسو اَل َر َو ق َم َ ْيِه َو َسل َ َعل : َ ْْلِي َماِن َم ْن َر َذا َق ا َط ْع َم ا ِ ب َ ِضي ِ ه نا ً ّلل ِدي ِ ْْلِ ْسََلم ِا با َوب ًّ َر ًل ُّسو يا َر ًّ ِب ٍد نَ ِ ُّم َح مَ َوب . MEVLİD-İ NEBİ Muhterem Müslümanlar! Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece, Rebîü’l-evvel ayının on ikinci gecesidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in dünyayı teşriflerinin yıl dönümüdür. Bizleri bir kez daha Mevlid Gecesi’ne ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve sena olsun. Ümmeti olma bahtiyarlığına erdiğimiz Sevgili Peygamberimize, âline ve ashabına salât ve selam olsun. Mevlid Gecemiz şimdiden mübarek olsun. Aziz Müminler! Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı Rab, İslam’ı din ve Hz. Muhammed’i de peygamber olarak kabul eden kişi imanın tadını alır.”2 Değerli Müminler! Allah Resûlü (s.a.s), kalplerden şefkatin, vicdanlardan merhametin çekildiği bir dönemde dünyayı teşrif etti. Çoraklaşan yürekler, onun gelişiyle yeşerdi. O, cahiliye girdabında boğulan insanlığa rehber, ümidini kaybeden gönüllere umut oldu. İnsanları, zulmün karanlığından İslam’ın aydınlığına çıkardı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), insanlığı bir ve tek olan Allah’a kul olmaya, adalete, iyiliğe, kardeşliğe ve güzel ahlaka çağırdı. Şirkin karşısında iman ve istikameti, zulmün karşısında hak ve adaleti, cehaletin karşısında ilim ve hikmeti, şiddetin karşısında şefkat ve merhameti kuşanmayı insanlığa o öğretti. Kıymetli Müslümanlar! Peygamber Efendimiz (s.a.s), Kur’an-ı Kerim’i bize tebliğ eden, her haliyle yaşayıp öğretendir. Peygamberimizin sünneti, Kur’an-ı Kerim’in ete kemiğe bürünmüş halidir. Kur’an ve sünnet bir bütündür, birbirinden asla ayrılamaz. Allah Resûlü (s.a.s) olmadan İslam anlaşılamaz, yaşanamaz. Allah’a itaat etmenin yolu Peygamberimize tabi olmaktan geçer. Rabbimizin sevgisine mazhar olmak ise Peygamberimize itaat etmekle mümkündür. Nitekim bu hususta ayet-i kerime gayet açıktır: ُّ ِب ُّعو۪ني يُّ ْحِبْب ُّك ُّم ا ّلل ه َ َفا تَ Ey “قُّ ْل اِ ْن ُّكْنُّت ْم تُّ ِح بُّوَن ا ّلل ه Habibim! De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” 3 Aziz Müslümanlar! Mevlid-i Nebi’yi büyük bir fırsat bilerek, hayatımızı yeniden gözden geçirelim. Peygamberimiz (s.a.s)’in insanlığa hayat veren ilkelerini, yuvalarımızda, işyerlerimizde, çevremizde ve insani ilişkilerimizde hâkim kılmanın gayretinde olalım. Olalım ki, dünyamız huzurla dolsun, ahiretimiz cennet olsun. Kıymetli Müminler! Her yıl olduğu gibi bu yıl da Mevlid Gecesini içine alan haftayı Mevlid-i Nebi Haftası olarak kutlayacağız. Başkanlığımız bu yıl, Mevlid-i Nebi Haftası temasını “Peygamberimiz, İman ve İstikamet” olarak belirlemiştir. Mevlid-i Nebi Haftası boyunca gerçekleştireceğimiz programlarla başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere toplumumuzun her kesimine Peygamberimiz (s.a.s)’in örnek hayatını anlatmaya çalışacağız. Bu vesileyle Mevlid-i Nebi Haftamızın aziz milletimize, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. 1 Ahzâb, 33/45-46. 2 İbn Hanbel, I, 208. 3 Âl-i İmrân, 3/31. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü [22.09.2023 20:58] Annem: Kıyamet günü insanlar arasında hüküm verilirken ilk görülecek dava, kan davasıdır. - Buhârî, Rikâk, 48 [22.09.2023 20:58] Annem: “Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmekte bize yardım et.”  - İbn Hanbel, II, 299 [22.09.2023 20:58] Annem: Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebû Süfyân’ın kızı olan Ümmü Habîbe, ilk evliliğini Ubeydullah b. Cahş ile yapmıştı.##İlk Müslümanlardan olan bu çift, Kureyş tarafından baskılar artınca, Habeşistan’a hicret etti. Ne var ki Ubeydullah b. Cahş orada Hristiyan oldu. Karısının da Hristiyan olmasını istediyse de Ümmü Habîbe dininde sebat gösterdi. Ancak çok geçmeden kocası öldü ve yabancı bir ülkede korunmaya muhtaç duruma düştü. Babası Ebû Süfyân henüz Müslüman olmadığı için Mekke’ye ailesinin yanına da dönemedi. Ümmü Habîbe’nin bu durumu Hz. Peygambere ulaşmıştı. Resûlullah, kendisini İslam’a davet etmek için gönderdiği elçi aracılığıyla Habeş kralı Necâşî’den, Ümmü Habîbe’yi gıyabında kendisine nikâhlamasını istedi.##Bunun üzerine Necâşî hem Allah Resûlü’nün isteğini yerine getirdi hem de Ümmü Habîbe’yi ve Habeşistan’da bulunan diğer Müslümanları gemilerle Medine’ye gönderdi.##Böylece Ümmü Habîbe (r.anha) sabır, teslimiyet ve sadakatinin bir mükâfatı olarak müminlerin anneleri arasına katılma şerefine nail oldu. - KIYMETLİ VALİDELERİMİZDEN ÜMMÜ HABîBE (R.ANHA) [22.09.2023 20:58] Annem: Farziyetindeki Şer'î Hikmetler 34- Bilindiği üzere hac, İslâmın beş önemli esasından biridir. "İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur," hadis-i şerifi bunu bildirmektedir. Hac, şartlarını kendinde toplayan her müslüman için çok kutsal bir farzdır. Namaz ile oruç birer bedenî ibadettir. Zekât malî bir ibadettir. Hac ise hem bedenî, hem de malî bir ibadettir. Bu farz, hem bedende olan sıhhat ve selâmetin, hem de mal varlığının bir şükür görevi demektir. Haccın yapılmasındaki değişik usul ve adap, insanın ezelî ve ebedî olan mabuduna yapacağı tazimatın, göstereceği kulluk tarzının, arzedeceği ihtiyacın en mükemmel şeklini kapsar. 35- İlim ve hikmet sahibi olan yaratıcımızın kutsal bir mabedini ziyaret ederek Yüce varlığına temiz kalble ve samimî duygularla yalvarıp yakarmak ve hürmette bulunmak, bir kul için ruha ferahlık veren yüksek bir mana taşır. Bundan başka bütün müslümanların kıblesi olan ve İbrahim aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin makamını içinde bulunduran yüce bir mabedde yapılacak ibadet ve duaların sevap ve mükâfatına nihayet yoktur. Resûlüllah Efendimizin içinde doğup büyüdüğü, İslâm güneşinin ilk doğmaya başladığı, İslâmiyetin binlerce kutsal anılarını içinde saklamış bulunduğu mübarek bir beldeyi ziyaretteki feyiz ve bereket de her türlü düşüncenin üstündedir. 36- İslâm âleminin doğusundan ve batısından temiz bir heyecanla akın edip gelen binlerce dindaşın böyle kutsal bir yerde toplanmaları, aralarındaki din birliğini ve din kardeşliğini, din sevgisini canlandırmaları ve birbirlerinin durumlarını öğrenerek fikir alış-verişinde bulunmaları ne kadar büyük değer taşıyan bir harekettir. Yolculuğun sağlık ve fikir yönünden sosyal faydalarını kabul eden yabancı milletler, dince mecbur olmadıkları halde, birçok zorluklara katlanarak dünyanın en uzak yerlerini gezip dolaşıyorlar. İslâmiyet ise, en yararlı bir yolculuğa bir kutsal ruh ve mecburiyet vermiş, müslümanları böyle bir yolculuğun sonsuz maddî ve manevî bereketlerinden faydalanmıştır. 37- Farz olan hac görevini bir anlayış içerisinde yerine getirecek müslümanların bundan ne kadar faydalanacakları pek aşikârdır. Hele bu farzı yerine getirme mutluluğuna kavuşan anlayışlı bir müslümanın bu sayede birçok bilgiler kazanarak aydınlanacağı ve sonra dönüp kendi çevresini birçok yönden uyararak aydınlatacağı da şüphesizdir. 38- Sonuç olarak denir ki, haccın farz oluşundaki hikmet ve yararlar pek büyüktür. İslâmın yayılmasına ve yükselmesine yöneliktir. Zaten İslâm dininin emir ve tavsiye ettiği hangi ibadet vardır ki, o müslümanların maddî ve manevî alanlardaki yükselmesini ve bereketini sağlamasın? Yeter ki müslümanlar kendi kutsal dinlerinin bu emir ve öğütlerini gereği üzere değerlendirerek yerine getirmeye çalışmış olsunlar. Ne mutlu mal varlığına ve beden sağlığına sahip olup da bu ve buna benzer din görevlerini yerine getirip başaranlara [22.09.2023 20:59] Annem: bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete inanmaktır. İkinci bir tafsîl (açıklama) ile Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, öldükten sonra dirilmeye, sevap ve cezaya inanmaktır. Üçüncü bir tafsîl de Kitap (Kur'ân) ve Sünnet ile Muhammed (s.a.v.)'in bildirdiği kesin bir şekilde sabit olan haberlerin ve hükümlerin tümüne ve her birine Allah'ın ve Allah'ın peygamberinin istediği şekilde inanmaktır ki, burada "Onlar gayba inanırlar; ve onlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana inanırlar; ve onlar ahirete kesin olarak inanırlar." ifadesi bütün bunları iki derecede açıklamıştır. Diğer açıklamalar da ilerde gelecektir. Ve bu derecelerden her biri, güç yetme derecesi ile birlikte bulunur. Bütün dini bilmek demek olan tafsîl, havass (saygın kişiler)ın özelliği olabileceğinden, halk ve çoğunluk için birinci farz, özet olarak inanmak ve en son da tafsîlin ikinci derecesine imandır. Ve işte Bakara Sûresi'nin başı bu iki değeri göstermiştir. Halbuki lügat anlamındaki imanın ilgi sahası bundan daha geniştir. O, gerçeği ve yanlışı, doğruyu ve eğriyi içine aldığı gibi, gereksiz sayılacak ayrıntıları da içine alır. Lügat bakımından iman denebilecek birçok tasdikler vardır ki, onlar din açısından tam küfürdürler. Mesela şirke inanmak; şeytanın sözüne, doğruluğuna inanmak; küfrün, zulmün hayır olduğuna inanmak; zinanın, fuhşun, hırsızlığın, haksız yere adam öldürmenin, Allah'ın kullarına saldırmanın doğruluğuna inanmak... lügat itibariyle birer iman, fakat İslâm dininde birer küfürdürler. Lügat anlamında imanın diğer bazı kısımları daha vardır ki, dinî açıdan küfür olmamakla beraber birer inanma görevi teşkil etmezler. Bir kısmı mübah, bir kısmı mendub, bir kısmı da kötülük ve günah olabilir ve bunların açıklaması fıkıh ilmine aittir. Özetle lügat anlamında imanın bir kısmı hak ve hayır, bir kısmı şer ve batıl, bir kısmı da zevk, saçma ve lüzumsuz şeyler olabilir. Hak ve hayır olanlar şer'î imanın aynı veya onun kapsamı içinde ayrıntısıdırlar. Çünkü asıl şer'î iman, şimdiki halin arkasında veya bâtın (kapalılığın)da kaybolan hak ve hayrın anahtar ve ölçüsünü veren ve bir tek yol takip eden prensiplerin tümüdür. Gerçekte bütün iş, hak ve hayırdan önce, bunların prensip ve ölçülerindedir. Ve İslâm dininin esas apaçık gerçekliği olan imânâ dair prensipleri de bu anahtarı ve ölçüyü verir. Hidayet (doğruluk)de onu takip edenleredir. Geleceğin kayıp anahtarı, şimdiki görmede; şimdiki görmenin anahtarı, onun gizli gaybı ile geçmişteki gaybında ve hepsinin anahtarı ise Allah katındadır. "Gaybın anahtarları onun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez." (En'âm, 6/59). Şu halde insan; anahtarı, doğruyu ve hayrı kendi istek ve arzusunda aramamalı, doğrudan doğruya veya bir aracı ile Allah Teâlâ'dan almalıdır. Aracıları inkâr etmemeli, fakat kulluğu ancak Allah'a yapmalıdır. Çünkü "O'nun izni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?" (Bakara, 2/255) âyeti onun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceğini bildirmektedir. İkincisi, im [22.09.2023 20:59] Annem: Buhârî,, İ'tisam 16, Kefârât 5; Nesâî, Zekât 44, (5, 54). 209 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır." Buhârî, Büyû' 51. ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADİSLER 210 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: "Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." Müslim, Mesâcid 288, (671). 211 - Selman (radıyallahu anh) diyor ki: "Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır." Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100,(2451). 212 - Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın" buyurmuştur. Tirmizî, Vitr 21, (487). 213 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: "Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah'ın helal kıldıklarını da haram etmemek şartlarını arzulamaktan ziyade, Allahu Teâla'nın, haklarında: "...o kimseler ki ne bir ticaret ne de bir alış veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz" (Nur, 36) övgüsünü kullandığı kimselerden olmamaktan korkarım." Bu rivayet Rezîn'in ilâvesidir [22.09.2023 21:00] Annem: OTUZBİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, şeyh Sofîye gönderilmişdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakın olmak ve berâber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin “aleyhimüsselâm” yolundan ayırmasın! Yanınızdan gelen bir zât dedi ki, şeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmıyor demiş. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. Müslimâna karşı kötü zanda bulunmak, günâh olduğundan, talebenizi günâhdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluğumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydım. Babam “kaddesallahü teâlâ sirreh” de, buna inandığını, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir sûretle varılmayan varlığa doğru olduğu hâlde, bu i’tikâddan hiç ayrılmamışdı. Âlimin oğlu da, yarım âlim demekdir sözü gereğince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. Çok lezzetler almışdım. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsânı ile, büyük rehber, hakîkatlerin, ma’rifetlerin kaynağı, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, Muhammed Bâkî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi ta’lîm buyurdu. Hiçbirşeye yaramıyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çıkdı. Bu makâmın çeşidli ilmleri, ma’rifetleri kapladı. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydâna çıkdı. (Füsûs) kitâbında yazdığı ve urûcun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellî-i zâtî ile de, şereflendirdiler. Kendisine Evliyânın sonuncusu diyerek yalnız Evliyânın sonuncusuna mahsûs olduğunu yazdığı, bu tecellînin çeşidli bilgilerini, ma’rifetlerini uzun uzadıya, bu fakîre bildirdiler. Bu ma’rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdet-i vücûd hâli, herşeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoşu oldum. O anlarda, hocamın yüksek huzûruna arz etdiğim mektûblarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. [Bu yolda yazılı bir rübâ’înin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldım. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [ya’nî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet, ya’nî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin) bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. H [22.09.2023 21:00] Annem: İtikad-i Fırkalar Ana Sayfa İslam Dini İtikad-i Fırkalar İlgili İslam tevhid dinidir. Tevhid, Allah’ı zatında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu yegane tapınılan varlık olarak tanımak demektir. Bu anlayış ırk, dil, bölge gibi farklılıklara rağmen bütün müslümanları birlik ve beraberlik içinde tutan bir çatı işlevi de görmektedir. Dinimizde müslümanların birlik ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Şu ayetler bu hususu vurgulamaktadır: “Hepiniz Allah’ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (Al-i İmran 3/103), “Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız” (el-Enfal 8/46). Fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmaz ise de, bu serbesti, müslümanların bölünmesine yol açmama şartı ile sınırlıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Siz kendilerine apaçık ayetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın” (Al-i İmran, 3/105). Ayete göre sosyal anlamdaki parçalanmanın yanı sıra, hakkında apaçık ayet ve deliller bulunan iman esaslarının, İslam’ın şartlarının ve farz veya haram oluşu kesin delille sabit olmuş diğer dini hükümlerin müslümanlar arasında çekişme konusu yapılması caiz değildir. Ancak yoruma müsait olan hususların anlaşılması çerçevesinde farklı ilmi görüşler ortaya koymak serbesttir. İşte İslami mezhepler bu noktada kullandıkları metot ve anlayış farklılıklarından doğmuştur. Nitekim fıkhi konularda farklı sonuçlara ulaşmak genellikle müsamaha ile karşılanmış, rahmet olarak telakki edilmiş ve hatta Hz. Peygamber tarafından teşvik edilmiştir (bk. Ebu Davud, “Akzıye”, 11; Müsned, V, 230, 236). Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların bir kısmı siyasi bir kısmı da fikri sebeplere dayanıyordu. Ancak siyasi nitelikli ihtilaflar da zamanla fikri ve dini şekillere bürünmüş ve akaid sahasını ilgilendiren meseleler arasına girmiştir. Böylece daha ilk dönemlerde Haricilik ve Şia gibi siyasi-itikadi mezhepler ile Mu’tezile ve Mürcie gibi çeşitli itikadi mezhepler ortaya çıkmıştır. İtikadi alanda ortaya çıkan mezhepler daha çok tevhid, kader, iman-amel ilişkisi gibi temel konular çerçevesinde Allah’ın sıfatları, müteşabih ayetlerin anlaşılması, ru’yetullah, Allah’ın iradesi, amelin imandan bir cüz olup-olmaması gibi konularda farklı görüşler ileri sürmüştür. Hz. Peygamber bir hadislerinde yahudilerin yetmiş bir, hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldığını, kendi ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna “Benim ve ashabımın yolunu izleyenler” (Ebu Davud, “Sünnet”, 1; İbn Mace, “Fiten”, 17) cevabını vermiştir. Hadiste bir isimlendirmeden ve belirlemeden ziyade müslümanların ayrılık ve çekişmeye düşmesi halinde bundan herkesin zarar göreceğine işaret vardır. Ancak hadiste geçen “kurtuluşa erenler” ve “ateşte olanlar” ayırımı göz önünde bulundurularak bütün mezhepler kendilerinin ‘kurtuluşa eren grup’ yani ‘fırka-i naciye’ olduğunu iddia etmiştir. Kur’an’da “Her fırka kendi görüşünden memnuniyet duymaktadır” (Mü’minun, 23/53; Rum, 30/35) şeklinde de anlamlandırılan ayetlerin işaret ettiği olgu çerçevesinde her grup kendini doğru yolda görerek ‘hak ehli’ olarak nitelendirmiş, muhaliflerinin ise sonradan ortaya çıkan bid’at grupları olduğunu savunmuştur. Bu çerçevede Ehl-i sünnet alimleri de mezhepleri Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid‘at olmak üzere ikiye ayırarak incelemiştir. Ehl-i sünnet dini literatürde, dini anlama ve yaşamada Allah’ın ki [22.09.2023 21:02] Annem: Asr suresi Ana Sayfa A Asr suresi Cafer-i Sadik’a göre:Asr suresini rüyasinda okuyan veya dinleyen kisi sabirlidir,îslerini zorlukla yürütür,fakat sonunda kolaylik görür.Ticaretle ugrasirsa mali artar ve rizki bol ve bereketli olur.Bir baska rivayete görede:Rüyada Asr Suresinl okudugunu görmek;müjdeye,kazanç ve menfaate,düsman üzerine galibiyete,sabirli olmaya ve hak olani tavsiyeye isarettir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [22.09.2023 21:03] Annem: AZÎM (El-Azîm) Ana Sayfa A AZÎM (El-Azîm) Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büyüklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm) Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O (Allah) Aliyy’dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm’dir. (Bekara sûresi: 255) El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî) İlgili DEYYÂN (Ed-Deyyân) 9 Eylül 2021 Benzer yazı TEKVÎN 9 Eylül 2021 Benzer yazı Huluk-ı Azîm 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak ÂZER AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [22.09.2023 21:03] Annem: بِاسْمِهِ   ❊  وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden o eski dost zâta hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said (R.A.) hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki; değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (R.A.) ihbaratı nev’inden, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan dahi bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati celbetmesine mana-yı işarî tabakasından rumuz ve îmaları, i’cazının şe’nindendir ve o lisan-ı gaybın belâgat-ı mu’cizekâranesinin muktezasıdır. Evet Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevî bir ihtarla: “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahid getiriyorsun. Halbuki  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes’elede söz sahibi Kur’andır. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur’andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mana-yı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan mana-yı işarî tabakasından ve o mana-yı işarî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatıma hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mana-yı sarihi budur, tâ hocalar فِيهِ نَظَرٌ desin. Hem dememişiz ki, mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir ve o mana-yı işarî de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir [22.09.2023 21:04] Annem: Tenbih: Bu mütedâhil manaların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare [22.09.2023 21:05] Annem: ): Bu nüktenin bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi [22.09.2023 21:05] Annem: nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler. Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve [22.09.2023 21:06] Annem: Evet Hücumat-ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilaf-ı âdet halet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması, kat’iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hâdise Risale-i Nur’un ihlaslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz u inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şübhe bırakmıyor. Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben -yani daimî hizmetçisi Emin- ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hâdise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyan-ı hayret bir hâdisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş. Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekserî yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve sühulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zahiren hissediyoruz. Ezcümle ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki: Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim [22.09.2023 21:06] Annem: Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünki senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima döğecektir. Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler. İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el’iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müdhiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin? Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa Aleyhimesselâm’a bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir. Ey nefs-i emmare! Eğer desen: “Ben, ecnebi değil, hayvan olmak isterim.” Sana kaç defa söylemiştim: “Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem كَاْلاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ sille-i te’dibini gör.” Beşinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi; insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihet-ül vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenaya, dünyaya bakan bir mahluktur. Ubudiyet ise, onun yüzünü fenadan bekaya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan mebde’e çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve münteha ortasında bir nokta-i ittisaldir. Nasılki tohum olacak kıymetdar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi bir tek meyve gibi zayi’ olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek, bütün ağacın cihet-ül vahdetini tutmakla beraber ağacın bekasına ve hakikatının devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde bir tek çekirdek, bir hakikat-ı külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor. Öyle de: İnsan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena, hem fâni, hem ademe düşer. Hem manen kendini i’dam eder. Eğer lisan-ı Kur’andan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemalâta çıkabilir. Bâki bir insan olur. Ey nefsim! Madem hakikat [22.09.2023 21:07] Annem: - Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz. C- Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.... S- Heyhat! Bize teselli veren şu ulvî emeli ye’se inkılab ettiren ve etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimizi parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müdhiş yılanlara ne diyeceğiz? C- Korkmayınız. Medeniyet, fazilet ve hürriyet; âlem-i insaniyette galebe çalmağa başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en fe-şey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üçyüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezail ve ihtilafatın gubarını silkip, hakikî münevver ve müttehid olarak kervan-ı benî-beşere pişdarlık edeceğiz. Biz, en şedid, en kavî ve en bâki hayatı intac eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de, İslâmiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun. S- Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız? C- Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir; hukuktadır. Hukukta ise, şah ve geda birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tazibinden men’etse; nasıl benî-Âdemin hukukunu ihmal eder? Kellâ… Biz imtisal etmedik. Evet İmam-ı Ali’nin (R.A.) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahriniz olan Salahaddin-i Eyyübî’nin miskin bir Hristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim. 19(Haşiye) Zira meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa; kaymakam ve vali reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farzediniz, memuriyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte; millet-i İslâmiyeden aktar-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi’ edip, bini kazanan zarar etmez [22.09.2023 21:07] Annem: Kâinatın sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne [22.09.2023 21:29] Annem: lüzumlu bazı şeyler söyleyeceğim, hatırında kalsın. Evvelâ: Bedre’deki yüz senelik vazifeyi on sene zarfında gören Sabri kardeşimizin samimî dostları olan Hakkı, Hulusi, پ Mehmed ve Barla’da Şamlı, Süleyman, Bahri gibi kıymetdar kardeşlerimize benim tarafımdan çok selâm ediyorum. Sâniyen: Küçük Ali’nin büyük kardeşi mübarek Mustafa’nın Abdurrahman’dan irsiyet aldığı vazifesini, kahraman kardeşi ve mübarek mahdumu o vazifeyi tamamıyla görüyorlar. Onun vazifesi ve hizmeti devam ediyor, merak etmesin. Hâfız Mustafa, elhak merhum Hâfız Ali’nin zamanında onunla beraber ektikleri nuranî tohumların çok mübarek mahsulâtı var. Hem Hâfız Ali’nin (R.H.) vefatından sonra hapiste onun yerinde bana hizmeti, her vakit onu, benim hatırıma getiriyor. Merhum Lütfü’nün ehemmiyetli vârislerinden Abdullah Çavuş, kahraman Tahirî ile Atabey’i Nurs karyem hükmüne getirmişler. İslâmköy’lü Abdullah, Hâfız Ali (R.H.) zamanında Risale-i Nur’a çok hizmet etmiş. Onlara umumen selâm ediyorum. Mübarek Tahirî’nin küçücük bir Medrese-i Nuriye hükmünde hanesindeki mübareklere dua ediyorum. Yeni bir Hâfız Ali (R.H.) nümunesini gösteren ve Milas’lı Halil İbrahim’in sadakatını andıran İslâmköy’lü Halil İbrahim ve orada ona benzeyen kardeşlerime de pek çok selâm; ve bilhâssa Isparta’da kahraman Rüşdü’nün kahraman kardeşi Burhan bizi çok minnetdar ettiğini ve az bir işle bize ve Risale-i Nur’a pek çok iş gördüğünü söyleyiniz. Zâten sana şifahen söylemiştim, unutma, hususî Zekâi’yi de gör ve de ki: “Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum. Yine Zekâi namında ve suretinde biraderzadem Abdurrahman’ı yine bana verdi.” Daha şifahen söylediklerimi sen bilirsin, sen benim mektubumsun. * * * Aziz, sıddık kardeşlerim! Sizin bu defa neş’eli güzel mektublarınız, Risale-i Nur’un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi. Ve kahraman Tahirî’nin yine bu ehemmiyetli işde çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmağa sevketti. Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki: İki ehemmiyetli sebebden, inayet-i İlahiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tab’etmek tam müsaade etmiyor: Birinci sebeb: İmam-ı Ali’nin (R.A.) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemi ile veyahut başka kalemi çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve âhirette şehidlerin kanıyla racihane müvazene edilen mürekkep ile mücahede hükmündeki kitabetle envâr-ı imanı neşretmektir. Eğer tab’edilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemal-i merakla ona çalışamaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder. İkinci sebeb: Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan, tab’ yoluyla işe girişilse; şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab’etmek lâzım gelecek. Bu ise Risale-i Nur’un yeni hurufa bir fetvası olup, şakirdleri de o kolay yazıyı tercih etmeğe sebeb olur. Onun için şimdiye kadar pek çok müstehak ve lâyık iken, Risale-i Nur’a serbestiyet verilmemişti. Lillahilhamd şimdi hakikatlarının kuvvetiyle serbestiyeti kazandı. Hattâ eski harfle tab’ yasak iken, Âyet-ül Kübra’yı bize teslim ettirip, bir keramet-i ekber gösterdi. Biz şimdi gayet mühim ve herkese lâzım Meyve ile Hüccetullah-il Baliğa’yı ikisi bir cild olarak yeni hurufla tab’etmek için Tahirî ile İstanbul’a gönderdim. Yalnız Meyve’nin Onuncu ve Onbirinci Mes’elelerini vakit bulamayıp tashihsiz ona verdim. Şayet tab’edilse, o iki mes’eleyi tam tashih edip ona gönderirsiniz. Hem o iki risale; dâhilde, ya hariçte, aşikâre veya gizli, İstanbul’da veya dışarıda eski harflerle tab’etmek lâzımdır. Hem Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyilleriyle ve Mu’cizat-ı [22.09.2023 21:30] Annem: levazımı ile hikmetin levazımı bir değildir. Birisine ait levazımatı ötekisinden taleb etmek hatadır. Ve keza daire-i esbabın iktizası ile daire-i itikad ve tevhid’in iktizası bir değildir. Onu bundan istememeli. Ve keza kudretin taallukatı ayrı, vücudun cilveleri veya sair sıfatın tecelliyatı ayrıdır. Birbirine iltibas edilmemeli. Meselâ: Dünyada vücudun tedricîdir. Berzahî âyinelerde âni ve def’îdir. Çünki icad ile tecelli arasında fark vardır. Remz Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünki İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümidleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez. Yalnız tereddüdleri vardır. Tereddüd ise, her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur. Remz Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. Remz Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ: Büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünki nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda yani sivrisineğin Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin “Fâlik-ul Habbi Ve-n Neva” tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikatı tenvir eden bir hakikattır. Remz Arkadaş! “Katre” namındaki eserimde Kur’an’dan ilhamen takib ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takib ettikleri yol arasındaki fark şudur: Kur’andan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, manevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünki müessir ancak eserde görünebilir. Manevî asansör hükmünde olan murakabeler ile mâ-i hayatı bulmak pek müşkildir. Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlub olup caddeden çıkmamak için, pekçok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar. Kur’an ise, bize asâ-yı Musa gibi bir hakikat vermiştir ki; nerede olsam, hattâ taş üzerinde de bulunsam, asâyı vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor. Âlemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. Evet وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ beytiyle, bu hakikat hakikatıyla tebarüz eder. 4(*) Remz Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça hakikat güneşinin görünmesine mani’ bir hicab olur. Evet müşahedemle sabittir ki; kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kal’ada, küçük bir taşta bir za’fiyet görünürse, o kör olası nefis o kal’ayı tamamen inkâr eder. Altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır. Remz Ey insan! Senin vücudunu [22.09.2023 21:33] Annem: Dördüncü Sual: Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve keffaret-üz zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder? Yine manevî canibden elcevab: Bu mes’ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi: وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً Yani: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı [22.09.2023 21:33] Annem: Ondördüncü Lem’a İki Makamdır. Birinci Makamı iki sualin cevabıdır. بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz sıddık kardeşim Re’fet Bey! Sevr ve Hut’a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevab Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalı’nda Oniki Asıl namıyla oniki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehadîs-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilata dair birer mehenktirler ve ehadîse gelen evhamı def’edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesail ile iştigalime mani bazı haller var. Onun için sualinize göre cevab veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazan suallere, sünuhat tevafuk ettiği için cevab verilir, gücenmeyiniz. Onun için herbir [22.09.2023 21:34] Annem: رَ السَّمَاءَ بِمَصَابِيحَ وَ زَيَّنَ وَ بَهَّرَ اْلاَرْضَ بِاَزَاهِيرَ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْفَخْرِ وَ الشَّرَفِ اَنِّى مَخْلُوقٌ وَ مَمْلُوكٌ وَ عَبْدٌ لِمَنْ هذِهِ الْكَائِنَاتُ بِجَمِيعِ كَمَالاَتِهَا وَ مَحَاسِنِهَا ظِلٌّ ضَعِيفٌ بِالنِّسْبَةِ اِلَى كَمَالِهِ وَ جَمَالِهِ وَ مِنْ آيَاتِ كَمَالِهِ وَ اِشَارَاتِ جَمَالِهِ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَنْ يَدَّخِرُ مَا لاَ يُعَدُّ وَ لاَ يُحْصَى مِنْ نِعَمِهِ فِى صُنَيْدِقَاتٍ لَطِيفَةٍ هِىَ بَيْنَ الْكَافِ وَ النُّونِ فَيَدَّخِرُ بِقُدْرَتِهِ مَلاَيِينَ قِنْطَارٍ فِى قَبْضَةٍ وَاحِدَةٍ فِيهَا صُنَيْدِقَاتٌ لَطِيفَةٌ تُسَمَّى بُذُورًا وَ نَوَاةً . وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ كُلِّ ذِى جَمَالٍ وَ ذِى اِحْسَانٍ اَلْجَمِيلُ الرَّحِيمُ الَّذِى مَا هذِهِ الْمَصْنُوعَاتُ الْجَمِيلاَتُ اِلاَّ مَرَايَا مُتَفَانِيَةٌ لِتَجَدُّدِ اَنْوَارِ جَمَالِهِ بِمَرِّ الْفُصُولِ وَ الْعُصُورِ وَ الدُّهُورِ وَ هذِهِ النِّعَمُ الْمُتَوَاتِرَةُ وَ اْلاَثْمَارُ الْمُتَعَاقِبَةُ فِى الرَّبِيعِ وَ الصَّيْفِ مَظَاهِرُ لِتَجَدُّدِ مَرَاتِبِ اِنْعَامِهِ الدَّائِمِ عَلَى مَرِّ اْلاَنَامِ وَ اْلاَيَّامِ وَ اْلاَعْوَامِ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ مَاهِيَّتِهَا اَنِّى خَرِيطَةٌ وَ فِهْرِسْتَةٌ وَ فَذْلَكَةٌ وَ مِيزَانٌ وَ مِقْيَاسٌ لِجَلَوَاتِ اَسْمَاءِ خَالِقِ الْمَوْتِ وَ الْحَيَاةِ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ وَظِيفَتِهَا كَوْنِى كَكَلِمَةٍ مَكْتُوبَةٍ بِقَلَمِ الْقُدْرَةِ وَ مُفْهِمَةٍ دَالَّةٍ عَلَى اَسْمَاءِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ الْحَىِّ الْقَيُّومِ بِمَظْهَرِيَّةِ حَيَاتِى للِشُّؤُنِ الذَّاتِيَّةِ لِفَاطِرِىَ الَّذِى لَهُ اْلاَسْمَاءُ [22.09.2023 21:35] Annem: 9(Haşiye); Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir. Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganîmet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurlara alâ kadr-it tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi bir kerre daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor. Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz. Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum 10(Haşiye). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’aniyedendir. İkinci Mes’ele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizb-üş şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhane-i Kur’andan aldığı acib silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî’ üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun. Üçüncü Mes’ele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev’ind [22.09.2023 21:35] Annem: SOHBET.......... SALEVAT GETİRMEK

Salât, duâ demektir. Salevat ise, salât kelimesinin çoğuludur, duâlar demektir. İkisi de aynıdır. Bir âyet-i kerîme meali şöyledir:
(Allah ve melekleri, Resûle salât ediyor. Ey îmân edenler! Siz de gönülden, teslimiyetle, ona salât edin, salevat getirin.)    [Ahzab 56]
Allahın salât etmesi rahmet etmek, meleklerinki duâ etmek, mü’minlerinkiyse Onun şefaatini talep etmektir.
Görüldüğü gibi, Resûlullaha salât yani salevat getirilmesini, bizzat Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde emretmektedir. Bunun için, Resûlullah efendimize ömürde bir defa salevat getirmek farz, ismi geçtiği zaman, bir oturumda, bir yazıda bir defa salevat getirmek vacip, sonrakilerde müstehaptır.
Birkaç Hadîs-i şerîf meâlleri şöyledir:
(Bana bir salât getirene, Allah ve melekleri yetmiş salât getirir.)       [İ. Ahmed]
(Şefaatime en lâyık olan, bana en çok salât okuyandır.)                           [Tirmizi]
(Bana çok salevat getirenin dertleri gider, günahları affolur.)             [Tirmizi]
Resûlullahın ismi söylenince veya işitilince, aleyhisselâm, aleyhissalâtü vesselâm veya sallallahü aleyhi ve sellem demekle de, ona salât getirilmiş olunur.
Peygamber efendimize salevat okumak şöyle de olur: 
(Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed.) 

 

GÜNÜN TARİHİ...........YAVUZ SULTAN SELİM HÂN

Yavuz Sultan Selim Hân, 1516’da çıktığı Doğu Seferi’nden 1518’de, İstanbul’a dönmüştür. Selim Hân, bu zaferden sonra kendisini karşılamak için yapılacak gösteriden kaçarak, bir gece Boğaz’dan sessizce Topkapı Sarayı’na geçmiştir.
Yavuz Sultan Selim Hân, 2 yıl süren bu seferinde, ordusunun başında, Lübnan, Suriye, Filistin, Irak, Mısır, Yemen, Bingâzi, Cezayir ve Arabistan’ı Osmanlı Devleti’ne kazandırmıştır. Yakalandığı şirpençe hastalığından 2 ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 tarihinde vefât etmiştir.

 

22.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [22.09.2023 21:35] Annem: 'Sen istikamet iste, keramet peşine düşme! Nefsin keramet peşinde koşar durur; halbuki Allah senden istikamet istemektedir.' Ebû Ali el-Cûzcânî [rahmetullahi aleyh] Semerkand Takvimi [22.09.2023 21:35] Annem: Aile Olma Bilincine Katkı Sağlayacak Davranışlar Evlilik, pek çok sorumluluğu beraberinde getirir. Eşler yalnızca kendi vazifelerini yerine getirmeye odaklanıp birbirlerine vakit ayıramadıklarında ve işler zorlaştığında evliliğin zor bir müessese olduğundan bahsederler. Gençlere ise,  Bekârlık sultanlıktır, biraz daha sultan kalın  demeye başlarlar. Oysa bazı çiftler aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen evliliğin çok güzel bir nimet olduğunu anlatmaya devam ederler. Çünkü bu çiftler birlikteliklerinin keyfini güzel paylaşımlarla desteklemiş, böylelikle sorumlulukların ağırlığından da kurtulmuşlardır. Sevince acılar tatlılaşır, zorluklar kolaylaşırmış. Kaliteli bir paylaşım anlayışı ile eşler evliliğin yükünü birlikte omuzlayacak ve bu sorumluluklar dahi onlara tatlı gelecektir. Akraba ziyaretleri Yeni evli çift, karı koca olarak yeni çevresi ile sosyalleşmeye ilkin akrabalık düzeyinde başlar. Akrabalık ilişkileri güzel tutulabiliyorsa bunun evliliğe ciddi kazanımlar getireceği muhakkaktır. Çiftler birbirlerini bu vesile ile daha çok benimser, sever ve sayar. Birbirlerini evin dışındaki bir ortamda gözlemleme, tanıma fırsatı yakalar. Çiftler bu nimeti şuurlu olarak değerlendirmeli ve evliliklerini bu güzel vesilelerle sağlamlaştırmalıdırlar. Semerkand Takvimi [22.09.2023 21:37] Annem: “Yumuşak ve kolaylaştırıcı davranmaktan mahrum kalmiş kimse bütün hayırlardan mahrum kalmış olur. (Müslim, Birr,74) [22.09.2023 21:37] Annem:  Yahut: "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk", demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsüyle cezalandıracağız. EN'ÂM Sûresi 157.Ayet [22.09.2023 21:37] Annem: Adalet ve Dürüstlük Sa’d sûresinin 26-28. âyetlerinden çıkan sonuca göre müttaki (takvâ sahibi) bir yönetici, yönetimini adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre sürdürür; hüküm ve kararlarında keyfî arzularına uyup Allah’ın tayin ettiği ölçülerden sapmaz. Takvâ sahibi yönetici inançlı kişidir ve kendisi için olduğu gibi halkı için de en iyi, en yararlı olan işleri yapar. Fâcir (kendisi günahlarla kirlenmiş) yönetici ise kötü arzularına uyup Allah yolundan sapmıştır; o, yönetimiyle ülkeyi bozup tahrip eder. Siyaset mesleğinde adalet ve dürüstlük bütün faziletlerin başında gelir. Nitekim tarih boyunca ve bütün toplumlarda devletin işlevleri içinde en önemlilerinin adalet ve dürüstlük olduğu düşünülmüştür. İlgili İslâmî kaynaklarda da siyasette adalet ve dürüstlük konusu üzerinde önemle durulmuştur. İslâm dünyasının önde gelen siyaset düşünürlerinden Fârâbî’nin ifadesiyle, “Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.” Toplumun bekasının teminatı olan adalet, öncelikle bir devlet işlevidir. Devlet, her vatandaşına hakkı olan geçim imkânlarını, şeref ve itibarını, sağlığını, eğitimini, huzur ve güvenliğini, makam ve mevkiini vermekle yükümlüdür. Devlet bunları verdiği ve bunları koruduğu takdirde adaleti gerçekleştirmiş olur. Mâverdî’nin de belirttiği gibi (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 141) herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertleri kaynaşmaya ve her bakımdan saygıya sevkeder. Ayrıca ancak kapsamlı bir adaletle ülke mâmur olur; iktisadî gelişme gerçekleşir ve devlet güvencede olur. Mâverdî, “Bir ülkeyi zulüm kadar tahrip edebilecek başka hiçbir şey yoktur” diyerek ülkedeki bütün bozukluklarda adaletsizliğin mutlaka bir payının ve etkisinin bulunduğunu ifade ederken evrensel bir gözlemi dile getirmiştir. Bu yüzden İslâm bilginleri adaleti, insanın bizzat kendisine karşı âdil olmasından başlayarak bütün ülkeye dalga dalga yayılması gereken bir rahmet gibi görürler. ...Daha az [22.09.2023 21:37] Annem: El âlemin kötülüğünden bahsettiğin zaman sözün doğru olsa bile özün kötü sayılır.[Sadi Şirazî] [22.09.2023 21:37] Annem: (AŞERE-İ MÜBEŞŞERE) UBEYDE b. el-CERRAH (r.a.) İlk Müslümanlardandır. Asıl adı Amir b. Abdullah b. el- Cerrâh’tır. Habeşistan’a hicret edenler arasındadır. Medine’de Rasûlüllah onu Sa’d b. Muaz ile kardeş ilân etmiştir (İbn Ha- cer, el-İsâbe, IV, 111). Rasûlüllah; “Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’tır” buyurmuştur (Buhârî, “Menakîb”, 27; Müslim, “Fedail”, 17). Ebû Ubeyde, hep Rasûlüllah’ın yanında bulunmuştur. Uhud savaşında Rasûlüllah’ın yüzüne batan miğfer parçalarını diş- leriyle çekerken ön dişleri kırılmıştır. İdaresi, dirayeti, aklı, zekâsı ve kahramanlığıyla ümmet ara- sında temayüz etmiştir. Rasûlüllah’ın vefatından sonra Benû Saîde sakifesi olayında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde birlikte hareket etmişlerdir. Hicretin 18. yılında 58 ya- şında taundan vefat etmiştir. DİNÎ KAVRAMLAR DÂRU’S-SELÂM Barış, esenlik ve huzur yur- du demektir. Kur’an’da bu tâbir, 2 ayette geçmiştir. Dâru’s-selâm’dan mak- sat, cennettir. Yüce Allah, Kur’an’da insanları Dâru’s- Selâm’a davet etmekte (Yûnus, 10/25) ve bu yurdun iman edip salih amel işle- yen, sırat-ı mustakim üzere bulunanlara özgü olduğu- nu bildirmektedir (En’âm, 6/127). ÖZLÜ SÖZ Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. (Mehmet Akif Ersoy) [22.09.2023 21:38] Annem: a) İslâm Düşüncesinde Siyasetin Önemi İslâm dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem âhiret dini oluşudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Medine'ye hicret eder etmez, yalnız dar anlamda bir din önderi değil, aynı zamanda siyasî bir lider olarak davranmış; din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasî işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış; Medine'deki müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasî yapı oluşturmaya başlamıştır. Siyaset mesleğinin zaman zaman bazı toplumlarda ahlâk ilkelerinin dışına saptırılarak değer aşınmasına uğratılmasını ârızî bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin de birer siyasî lider oldukları göz önüne alındığında İslâm'da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslâm bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır. İslâmî ilimlerden fıkhın önemli bir kısmını siyaset konuları oluşturur. Genel fıkıh kitaplarından ayrı olarak İslâm hukuk literatürü içinde "el-Ahkâmü's-sultâniyye" ve benzeri eser türlerinin yer alması, fıkıh bilginlerinin siyaset konusunu kendi ilgi alanları içinde görmüş olmalarının önemli bir delilidir. Özellikle Şîa mezhebinin devlet başkanının tayinini (nasb) itikadî bir konu olarak ele alması dolayısıyla, kelâm ilminde de siyasetle ilgili bazı konulara yer verilmiştir. Ayrıca İslâm düşünürleri, özellikle Fârâbî'den itibaren İslâm kültür tarihi bakımından büyük değer taşıyan, oldukça orijinal bir siyaset felsefesi geliştirmişlerdir. Bütün İslâm bilginleri siyaseti, insanın toplumsal bir varlık olmasının sonucu sayarlar. Bunlardan Gazzâlî, siyaseti özellikle iki açıdan gerekli görmüştür: 1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. Şöyle ki: İnsanlar, yalnız başlarına altından kalkamayacakları çoklukta ihtiyaçlarla yüklüdürler. Bu durum, insanların birlikte yaşamalarını zorunlu kılar; ancak bu birliktelik sürtüşme ve çekişmelere de yol açar. İşte ihtiyaçların çekişmelere yol açmayacak şekilde barış, güvenlik ve adalet içinde karşılanması ancak siyaset denilen yapılanmayla mümkün olur. Böylece Gazzâlî siyasetin ahlâkî boyutuna da işaret etmiş olur. 2. Siyaset, dinî hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir. Çünkü dünya işlerinin düzgün ve sağlıklı işlemediği yerde dinî ödevler de aksar. Bu suretle toplumda huzur ve güvenliği sağlayan siyaset, bireylerin dinî yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için rahat bir ortam hazırlamış olur. Siyasetin din ve dünya hayatına bu hizmeti dolayısıyla İslâm bilginleri, adaletle yürütülen siyaseti üstün bir ibadet saymışlardır (Gazzâlî, İhyâ, I, 12; III, 195-196). Başta Fârâbî olmak üzere bütün İslâm bilginleri siyaseti, yalnız dar anlamda hakları paylaştıran, sosyal birliği koruyan, sorumlulukları düzenleyen cismanî bir yönetim saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, İslâm'ın itikadî ve ahlâkî boyutuna uygun olarak, toplumdaki herkesin mânevî gelişmesini ve en yüksek mutluluktan pay almasını sağlayıcı bütün imkânları araştıran bir disiplin olarak görmüşlerdir. Bu, siyasetin bir peygamber mesleği olmasının gereğidir. b) Yöneticinin Bazı Nitelikleri ve Görevleri 1. Ehliyet ve Liyakat Hz. Peygamber, "İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle" (Buhârî, "İlim", 13; "İmâre", 170) buyurmuştur. Bu hadiste "iş" anlamına gelen emr kelimesi, öncelikle devlet işi yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür [22.09.2023 21:38] Annem: De ki: "Ister tas olun, ister demir",  (İSRA/50) "Bana, demir kütleleri getirin" Nihayet dagin iki yani arasini ayni seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): "Üfleyin (körükleyin)!" dedi Artik onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimis bakir dökeyim" dedi  (KEHF/96) Bir de onlar için demir kamçilar vardir!  (HAC/21) Andolsun, Davud'a tarafimizdan bir üstünlük verdik "Ey daglar ve kuslar! Onunla beraber tesbih edin" dedik Ona demiri yumusattik  (SEBE'/10) O zaman boyunlarinda demir halkalar ve zincirler oldugu halde, sürüklenecekler,  (MÜ'MİN/71) Andolsun biz peygamberlerimizi açik delillerle gönderdik ve insanlarin adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabi ve mizani indirdik Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardir Bu, Allah'in, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardim edenleri belirlemesi içindir Süphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür  (HADİD/25) Dogrusu biz, kâfirler için zincirler; demir halkalar ve alevli bir ates hazirladik  (İNSAN/4) [22.09.2023 21:39] Annem: Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim cemaat'(imiz)den bir karış uzaklaşırsa (kendini dine bağlayan) İslâm bağını boynundan çıkarıp atmış olur" Ebu Dâvud, Sünne 30, (4758); Tirmizî, Emsâl 3, (2867). [22.09.2023 21:39] Annem: Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.  Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir. [Bakara Sûresi.158] [22.09.2023 21:40] Annem: “Allah’ım! Kötü ahlaktan, nefsânî arzulardan, kötü işlerden ve ayıp şeylerden beni uzaklaştır.” (Ibn Hibbân, Ed’iye, No:960) [22.09.2023 21:40] Annem: Anne-baban yaşlanınca elinden geldiği kadar onlara yardım et. Çünkü ebeveynin, sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Devamlı onların hayır duasını al. Beddua ederlerse dünyan da, ahiretin de yıkılır. Anne-babanın rızası Allah'ın rızasıdır. Onların öfkelenmesi Allah'ın gazabıdır.[İmam Gazali] [22.09.2023 21:40] Annem: AVL İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli. Avlde, hisse sâhibi mîrâscıların hisseleri orantılı olarak eksilir. (Seyyid Şerîf Cürcânî) Zevce, ana, iki kız kardeş ve anadan iki kız kardeş bulunduğu zaman, mîrâs on ikiye taksim edilip, zevceye 3 hisse, anaya iki hisse, iki kız kardeşe sekiz hisse (her birine dörder hisse), ana bir iki kız kardeşe dört hisse (her birine ikişer hisse) v erilir ki, hisseler toplamı on yedi oluyor. Şu hâlde problemin aslı on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksim edilir. (Mevkûfât) [22.09.2023 21:41] Annem: Baybora T. Büyük fırtına     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [22.09.2023 21:42] Annem: İmamın “kamet” bitmeden namaza başlaması caiz midir? Namazların farz, vacip ve sünnetlerinin yanı sıra adabı da vardır. İmam-ı A’zam’a göre cemaatle namaz kılmak üzere “Kad kameti’s-salat=namaz başladı” denildiği anda imamın namaza başlaması, namazın adabındandır. İmam, bu hareketi ile müezzinin sözünü doğrulamış olur. Fakat namaza kamet bittikten sonra başlanılmasında da sakınca yoktur. Hatta İmam Ebu Yusuf ile diğer üç mezhep imamına göre, uygun olan budur (İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 2; Mehmet Zihni Efendi, Ni’met-i İslam, 172, 174, 176). [22.09.2023 21:42] Annem: Mevlid-i Nebi     “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45-46) Muhterem Müslümanlar! Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece, Rebîü’l-evvel ayının on ikinci gecesidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in dünyayı teşriflerinin yıl dönümüdür. Bizleri bir kez daha Mevlid Gecesi’ne ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve sena olsun. Ümmeti olma bahtiyarlığına erdiğimiz Sevgili Peygamberimize, âline ve ashabına salât ve selam olsun. Mevlid Gecemiz şimdiden mübarek olsun. Aziz Müminler! Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.”[i] Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı Rab, İslam’ı din ve Hz. Muhammed’i de peygamber olarak kabul eden kişi imanın tadını alır.”[ii] Değerli Müminler! Allah Resûlü (s.a.s), kalplerden şefkatin, vicdanlardan merhametin çekildiği bir dönemde dünyayı teşrif etti. Çoraklaşan yürekler, onun gelişiyle yeşerdi. O, cahiliye girdabında boğulan insanlığa rehber, ümidini kaybeden gönüllere umut oldu. İnsanları, zulmün karanlığından İslam’ın aydınlığına çıkardı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), insanlığı bir ve tek olan Allah’a kul olmaya, adalete, iyiliğe, kardeşliğe ve güzel ahlaka çağırdı. Şirkin karşısında iman ve istikameti, zulmün karşısında hak ve adaleti, cehaletin karşısında ilim ve hikmeti, şiddetin karşısında şefkat ve merhameti kuşanmayı insanlığa o öğretti. Kıymetli Müslümanlar! Peygamber Efendimiz (s.a.s), Kur’an-ı Kerim’i bize tebliğ eden, her haliyle yaşayıp öğretendir. Peygamberimizin sünneti, Kur’an-ı Kerim’in ete kemiğe bürünmüş halidir. Kur’an ve sünnet bir bütündür, birbirinden asla ayrılamaz. Allah Resûlü (s.a.s) olmadan İslam anlaşılamaz, yaşanamaz. Allah’a itaat etmenin yolu Peygamberimize tabi olmaktan geçer. Rabbimizin sevgisine mazhar olmak ise Peygamberimize itaat etmekle mümkündür. Nitekim bu hususta ayet-i kerime gayet açıktır:  قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ “Ey Habibim! De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”[iii] Aziz Müslümanlar! Mevlid-i Nebi’yi büyük bir fırsat bilerek, hayatımızı yeniden gözden geçirelim. Peygamberimiz (s.a.s)’in insanlığa hayat veren ilkelerini, yuvalarımızda, işyerlerimizde, çevremizde ve insani ilişkilerimizde hâkim kılmanın gayretinde olalım. Olalım ki, dünyamız huzurla dolsun, ahiretimiz cennet olsun. Kıymetli Müminler! Her yıl olduğu gibi bu yıl da Mevlid Gecesini içine alan haftayı Mevlid-i Nebi Haftası olarak kutlayacağız. Başkanlığımız bu yıl, Mevlid-i Nebi Haftası temasını “Peygamberimiz, İman ve İstikamet” olarak belirlemiştir. Mevlid-i Nebi Haftası boyunca gerçekleştireceğimiz programlarla başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere toplumumuzun her kesimine Peygamberimiz (s.a.s)’in örnek hayatını anlatmaya çalışacağız. Bu vesileyle Mevlid-i Nebi Haftamızın aziz milletimize, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.   [i] Ahzâb, 33/45-46. [ii] İbn Hanbel, I, 208. [iii] Âl-i İmrân, 3/31. [22.09.2023 21:43] Annem: 20 Arınma ve Korunma Ayı Ramazan İ nsanlık tarihine baktığımız zaman dinin de kendisi ka- dar eski olduğunu görürüz. İlk insan Hz. Âdem aynı zamanda peygamber olarak görevlendirilmiştir. Yani aklıyla baş başa bırakılmamıştır. Bu sebeple İslam âlimleri din teri- mini “akıl sahiplerini Peygamberin getirdiklerini kabul et- meye davet eden ilahî bir kanundur” diye tanımlamışlardır. Yani insana verilen akıl Peygamber ve vahiy ile desteklen- mektedir. Dolayısıyla İslam’a göre dinin kaynağı vahiydir. Bunun için yeryüzünde hiçbir zaman inançsız bir toplum olmamıştır. Zira Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle her topluma muhakkak bir peygamber gönderilmiştir. Peygamberler, gönderildikleri topluma Allah Teala’dan aldıkları mesajları bazen yazılı ve bazen de sözlü olarak ulaştırmışlardır. Yazılı olarak ulaştıranlardan kimine kitap, kimine ise suhuf verilmiştir. Gerek yazılı ve gerekse sözlü mesajlarla peygamberler insanları Yaratıcı’nın yoluna davet etmişlerdir. Bu yola Kur’an-ı Kerim, Sırat-ı Müstakim de- mektedir. Yani dosdoğru yol, Allah’ın ni’met verdiği kimse- lerin yolu. Bunlar da peygamberler ve peygamberlerin va- risleri olan âlimler ve Allah dostları olarak anlaşılmaktadır. Gazaba uğramışların ve azıp sapmışların yollarından uzak olmaları emredilmiş, ancak toplumlar zaman zaman Yaratı- cı’nın yolundan saparak yanlış yollara da gitmişlerdir. Azıp RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 20 27.04.2019 00:11:19 [22.09.2023 21:43] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 9 0 ∙∙∙ O’dur.”83 Kendilerinde var olan gücün, sınırlı olduğu ve devamlılığı söz konusu olmadığı için pek çok şeye yetme- yeceği de açıktır. Kur’an der ki: “Keşke zalimler azabı gör- dükleri zaman anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu önceden anlayabilselerdi.”84 Ayrıca Allah Teâlâ, kendilerinde üstün bir güç bulunduğunu zanne- derek bununla böbürlenenlerin yanıldığını, O’nun gücü- nün her şeyden fazla olduğunu buyurur: “Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve ‘Bizden daha kuvvetli kim var?’ dediler. Onlar, kendile- rini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?”85 E. Sem’ ve Basar İşitme ve görme. Herkesin kabul edeceği üzere işitme ve görme bilgi edinme vasıtalarının önemli unsurlarından- dır. Kişi bu yetenekleri sayesinde yaşadığı zaman dilimi ve mekân sınırları içinde belli sesleri ve yine belli nesne- leri -kulakları ve gözlerinin sağlıklı olması şartıyla- işitir ve görür. Geçmiş zaman içinde oluşan sesleri ve bulunan farklı mekânları ise normalde algılayamaz. Ancak şah- sen duyduğu sesler ile gördüğü nesne ve olayları kısmen hatırlayabilir veya bazı teknik araçlardan yararlanabilir. Mesele gelecek zamana yönelik olarak ele alındığında ise insan gelecek hakkında bir şey bilemez ancak tahminler- de ve çıkarımlarda bulunabilir. Bu tahminlerin doğruluk oranı hakkında kimse bir garanti veremez. Şüphe yok ki Cenâb-ı Hak zaman ve mekân kaydı olmak- sızın her sesi işiten ve her şeyi görendir. O’nun bu iki 83 Fâtır 35/15. 84 el-Bakara 2/161. 85 Fussilet 41/15. ALLAHA İMAN.indd 90 12.03.2015 09:08:59 [22.09.2023 21:44] Annem: Ravi: Sa'lebe İbnu Ebi Malik (ra) Ömer İbnu'l-Hattab (ra), bir kısım burguyu Medineli kadınlar arasında taksim etmişti, geriye güzel bir burgu kaldı. Yanındakilerden bazıları kendisine: "Ey müminlerin emiri, bunu da senin yanında bulunan Resulullah (sav)'ın kızına ver" dediler. Bununla, Hz. Ali (ra)'in kızı Ümmü Gülsüm'ü kastediyorlardı. Hz. Ömer onlara: "Ümmü Selit, buna daha çok hak sahibidir. Zira o, Resulullah (sav)'a biat etmişti ve Uhud Savaşı'nda bize kırbalarla su taşıyordu" dedi. Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Megazi 22, Cihad 66 Hadisin Açıklaması: 1- Ümmü Selît, Ebu Saîdi'l-Hudrî'nin annesidir. Ebû Selit ile evli idi. Ancak hicretten önce Ebû Selît'in vefatı üzerine Mâlik İbnu Sinân el-Hudrî ile ikinci evliliğini yapmış ve Ebu Saîd'i dünyaya getirmiştir. Kadın, Hayber ve Huneyn'e de katılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hakkında: "Uhud'da başımı sağa da sola da çevirsem hep onun, benim için mukâtele ettiğini görüyordum" diyerek kahramanlığını övmüştür (radıyallahu anhâ). 2- Ümmü Gülsüm, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)'in zevcesi idi. Annesi, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'in muhterem kerimeleri Fâtımatu'z-Zehra (radıyallahu anhâ) olması sebebiyle, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kızı" diye anılmıştır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında doğmuş idi ve Fatıma vâlidemizin en küçük kızı idi [22.09.2023 21:49] Annem: Muhacirlerden bir kişi şunu anlatmıştır: Hz. Peygamber (sav)'le birlikte üç defa gazveye katıldım. Onun şöyle söylediğini işittim: "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otda ve ateşte." Kaynak: Ebu Davud, Büyu 62, (3477); İbnu Mace, Ruhun 16, (2473) Rivayet: [22.09.2023 21:49] Annem: 16- Namazda Teşehhüd Bâbı 924- Bize ZÜheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. İshâk bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler; Bize Cerîr Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti, dediler. Abdullah şunu söylemiş: Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in arkasında namaz kılarken «Allah'a selâm, filâna selâm» derdik. Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize şunları söyledi: «Hiç şüphe yokki; selâm Âllahın kendisidir. Binaenaleyh biriniz namazda oturduğu vakit; Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır selâm sana ey nebiy Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına!... desin Çünkü bunu dedi mi, bu söz gökte ve yerde Allah'ın her salih kuluna isabet eder Bundan sonra; Ben Allahtan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Ben Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna da şahadet ederim: (desin) bundan sonra dilediğini istemekte muhayyerdir. 925- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Cafer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Mansûr'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etti (yalnız) sonra dilediğini İstemekte serbesttir, cümlesini söylemedi. 926- Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin el-Cû'fî Zâide'den, o da Mansûr'dan bu isnadla yukarıdakilerin hadîsleri gibi rivâyette bulundu. Bu hadîste «sonra dilediğini yahut sevdiğini istemekte muhayyer kalsın» ibaresini zikretmiştir. 927- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da Şakîk'ten, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen haber verdi. Abdullah: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte namazda oturduğumuz vakit...» diyerek Mansûr'un hadisi gibi rivâyette bulunmuş ve hadîsin sonunda sonra dua etmekte serbesttir» demiş. 928- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Nuaym rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Seyf b. Süleyman rivâyet etti. Dedi ki: Mücâhid'i, bana Abdullah b. Sahbera rivâyet etti, derken işittim. Dedi ki:İbn Mes'ud'u şöyle derken işittim: Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) avucum avuçları arasında olduğu halde Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti. İbn Mes'ud Teşehhüdü yukanki râvilerin naklettikleri tarzda rivâyet etti. Bu hadîsi bütün sünen sahipleri muhtelif lâfızlarla muhtelif râviler-den tahrîc etmişlerdir. Hadîsin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre: Ashâb-ı kirâm namazda oturdukları vakit «Esselâmü Alâllah» yani selâm Allah'a «Esselâmü ala Fulân» yani filâna selâm derlermiş. Bununla melâikeyi kas-dettikleri İbn Mâce'nin bir rivâyetinde tasrîh edildiği gibi, İsmailî tarikiyle Ali b. Müshir'den rivâyet edilen diğer bir hadîsde de «Melekleri sayardık», başka bir rivâyette «Meleklerden Allah'ın dilediği kadarını sayardık» denilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hale muttali olunca; ashabın bu yanlış hareketlerini tashih ederek namaz oturuşlarında «ettehiyât» okumalarını kendilerine öğretmiştir. Çünkü selâm her nevi âfet, kusur ve ayıptan beri olmak manasınadır. Bunların maliki Allah-ı Zülcelâl’dir. Şu halde Ashâb-ı Kiram «Selâm Allah'a» demekle Allah'ın verdiği bu ihsanı ona iade etmiş sayılmışlardır. Bu cümleyi Hattâbî şöyle tefsir ediyor: «Selâmdan murad, selâmın sahibi olan Allah'tır, binâenaleyh «Esselâmü alâllah» demeyin, zîra selâm Allah'tan başlar ve yine Allah'a döner». Nevevî: , Bunun manası şudur, selâm Allahü teâla'nın isimlerinden bir isimdir. Yani her türlü noksanlıklardan salim olan mânâsına gelir. Bazıları «velî kullarına selâmet bahşeder, bir takımları da onlara selâm veren mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Daha başka türlü tefsir edenler de vardır» demiştir. İbn'l Enbârî: Resûlüllah [22.09.2023 21:51] Annem: İSTİHARE VE İSTİŞARE “...Ey peygamber! Toplumu ilgilendiren her konuda ümmetine danış görüşlerini al;...” (3 Al-i İmran 159) “...O mü’minler ki işlerini aralarında danışarak yaparlar.” (42 Şûra 38) 718: Cabir (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Kur’andan bir sure öğretir gibi her iş için bize istihareyi öğretir ve şöyle buyururdu: “Herhangi biriniz bir iş yapmak istediğinde farz namazlardan ayrı olarak iki rekat namaz kılsın, namazdan sonra şöyle desin: “Allahım sen her şeyi bilirsin bu hususta hakkımda hayırlı olanı da bana bildir. Senin her şeye gücün yetiği için senden güç ve kuvvet istiyorum. Her şeyi bilhassa bu işimle alakalı hayırlı olanı nasib etmeni senin o büyük lütfundan istiyorum. Çünkü senin gücün her şeye yeter benim ise yetmez. Sen her şeyi bilirsin, ben bilemem, şüphesiz sen duyularla idrak edilemeyen bilinemeyen şeyleri de bilirsin. Allahım eğer bu iş hakkımda, dinimde, dünyamda ve ahiretim için hayırlı olduğunu bilirsen veyahut şimdi veya daha sonrası için hayırlı olduğunu biliyorsan –ki mutlaka biliyorsun- onu yapmayı bana nasib et, kolaylık ver ve onu bana mübarek kıl. Şayet bu iş benim dinim, dünyam ve ahiretim için kötü ve şerli olduğunu biliyorsan –ki mutlaka bilirsin- şimdi veya daha sonrası için kötü ve şerli olduğunu biliyorsan onu benden beni ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise onu bana nasib et sonra da beni onunla memnun et.” der, sonra isteyeceğini söylerdi. (Buhari, Teheccüd 28) [22.09.2023 21:51] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın üstünde bulunan kitabına, “Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir” diye yazmıştır.” Bir rivâyette (Buhârî, Bed’ü’l-halk 1) “Rahmetim gadabıma üstün geldi”; bir başka rivayette de (Buhârî, Tevhid 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 15) “Rahmetim gadabımı aştı“ ifadeleri yer almıştır. Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bed’ü’l-halk 1; Müslim, Tevbe l4-l6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 35 [22.09.2023 21:51] Annem: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için şüphesiz ki ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” En’âm, 6/32 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [22.09.2023 21:51] Annem: Buhari'nin bir başka rivayetinde "...Memnun kalırsa hayvanı tutar, memnun kalmazsa iade eder. İade ettiği takdirde sağdığı süt için bir sa' kuru hurma verir" denmektedir. Buhari, Büyu 69 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [22.09.2023 21:52] Annem: Peygamber Efendimizin Meşhur Dedeleri 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Şüphesiz, Kâinâtın Efendisinin nurunu alnında İlâhî bir emanet olarak taşı­yan atalarının tamamı hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Atalarından en çok bilgi sahibi olduklarımız ise, ona zaman bakımından en yakın olanlarıdır. Bu­rada onların hayat ve şahsiyetlerine kısa bir göz atmak yerinde olacaktır. Kusayy Peygamber Efendimizin, asıl ismi Zeyd olan dördüncü kuşaktaki dedesi Kusayy, mühim bir şahsiyetti. Kendisinin sadece Zühre adında erkek kardeşi vardı. Hz. Âdem’den beri devam edip gelen Nur-u Ahmedî’yi alnında taşıma şe­refi, bu iki kardeşten Kusayy’a ihsan edilmişti. Büyük oğul olduğu için, ailenin re­isliği vazifesi de kendisine verilmişti. Küçüklüğünden beri kabiliyetiyle dik­katleri üzerinde toplayan Kusayy, büyüyünce Mekke’nin ileri gelen şahsiyetle­rinden biri oldu. Teşkilâtçılığı, idareciliği, adaletli kararları ile kısa zamanda Mekke halkı arasında büyük bir itimat kazandı. Bu sebeple Mekke’nin idaresi ona verildi. Mekke’yi ilk defa ma­hal­lelere o böldü; her kabileyi, kendilerine ayırdığı ma­hallelere o yerleştirdi. Mekke’nin en mühim işleri onun evinde gö­rüşülüp karara bağlanırdı. Kâbe’nin perdedarlığı, hacıların su ihtiya­cının kar­şılanması, onların ağırlanması, savaşa giderken bayrak dikme ve Mekke mecli­sini idare etmek gibi mühim işler, ona emanet edilmişti. Kâbe’nin karşısında ve kapısı Kâbe’ye bakan ilk ev, onun için inşa edilmişti. Bu ev, Mekke’nin bir ne­vi hükûmet binası veya içinde Mekke şehir devletinin her türlü iş ve meseleleri­nin görüşüldüğü bir parlamento idi. Ku­sayy’ın bu konağı, tarihte “Dâru’n-Ned­ve” ismiyle şöhret bul­muş ve Hicret’ten yarım asır sonrasına kadar da mu­ha­faza edil­miştir. Kusayy, Mekke’de istisnasız herkes tarafından sevilir, sayılırdı. Al­nında taşı­dığı Fahr-i Kâinat Efendimize âit nuru, onu bütün Mekke halkının sevgilisi ve can dostu haline getirmişti. Yaşlanınca, âdetleri üzere aile reisliği vazifesini en büyük oğlu Abdu’d-Dâr’a, “Sevgili oğlum! Seni bu kavme reis tayin ediyorum” diyerek teslim etti. Ne var ki Abdu’d-Dâr, bu büyük vazifeyi yürütecek kabiliyete sahip de­ğil­di. Hayatı boyunca da babasının yerini dolduramadı. Çünkü Fahr-i Kâinat Efendimizin kutsî nuru onun değil, küçük kar­deşi Abdi Menaf’ın alnında par­lı­yordu. Onun da dört oğlu vardı: Hâşim, Abdü’ş-Şems, Muttalib ve Nev­fel.[1] Hâşim Hâşim, Resûl-i Ekrem Efendimizin ikinci kuşaktan dedesidir. Mekke’nin ileri gelen eşrafından olan Hâşim, ticaretle uğraşırdı. Hedefine oldukça yaklaştığı için Nur-u Muhammedî onun alnında daha haşmetli bir su­rette parlıyordu. Bu parlaklığı nisbetinde birçok üstün fazileti de üzerinde ta­şırdı. Son derece cömertti. Bir kıtlık yılında Mekke’de ekmek bulunmaz olmuştu. O, Şam’dan getirdiği has buğday unun­dan bembeyaz ekmekler yaptırmış, bir­çok deve ve koyun kestirmiş, ekmek, et ve et suyu [tirit] ile bütün Mekke hal­kına büyük bir ziyafet çekmişti. Hâşim, üstün seciyeli, kabiliyetli, dirayetli, cömert, faziletli ve herkes tara­fından sevilen, sayılan yüksek bir şahsiyetin sahibi olduğu için, ismi, ailesine ve soyuna ad olmuştur. Bu sebeple, Fahr-i Kâinat Efendimizin de arasında bu­lundukları bu yüce soya, kendilerinden sonra “Hâşimîler” denilmiştir. Hâşim’in dört erkek çocuğu olmuştu: Şeybe [Ab­dül­mut­ta­lib], Esed, Ebû Sayfî ve Nadle.[2] Hâşim’in sadece erkek çocuklarından Şeybe ile Esed zürriyet vermiş, diğer­leri çoğalmamışlardır. Şeybe, Resûl-i Ekrem Efendimizin birinci kuşaktaki de­desidir. Esed ise, Hz. Ali ve annesi Fâ­tı­ma’­nın dayısıdır. Ne var ki Esed sulbünden dünyaya gelen Hüneyn de zürriyet bırakma­yın­ca, bütün Hâşimîler sadece [22.09.2023 21:52] Annem: ANNE DUÂSI Musa (a.s.) bir gün, “Ya Rabbi! Cennette benim komşum kim olacak? Bana bildir de gidip onunla görüşeyim.” dedi. Musa (a.s.)’a şöyle vahiy geldi: “Falan beldeye git! Orada çarşının başında bir kasap dükkânı var. O dükkânın sahibi olan kasabı gör. O, veli bir kulumdur. Yalnız bilesin ki, onun çok önemli bir işi vardır. Çağırsan gelmez. İşte o, senin cennetteki komşundur.” Musa (a.s.), hemen bildirilen yere gitti. Kasabı buldu ve ona, “Ben sana misafir geldim.” dedi. Kasap, Musa (a.s.)’ı tanımıyordu. Ona “Hoş geldin!” deyip bir kenara oturttu. Dükkândaki işi bitince de alıp evine götürdü. Evinin başköşesine oturtup ikramlarda bulundu. Musa (a.s.), ev sahibini dikkatle takip ediyordu. Ev sahibi kasabın ocakta çömlek içinde yemek pişirdiğini gördü. Yemek pişince çömlekteki yemeği bir tabağa koyup bir kenara bıraktı. Sonra bir tabağa daha yemek koyarak onu da misafiri Musa (a.s.)’a ikram etti ve şöyle dedi: “Benim önemli bir işim var. Sen beni bekleme, yemeğini ye!” “Önemli bir işim var.” deyince, Musa (a.s.) önemli işi nedir diye merak etti ve gözüyle kasabı takip etti. Kasap, Musa (a.s.)’ın yanından ayrıldıktan sonra yandaki odaya geçti. Duvarda asılı duran büyük bir zembili indirdi. Zembilde çok ihtiyar, mecalsiz bir kadın vardı. Kadına, küçük küçük lokmalarla, getirdiği yemeği yedirdi. Karnını güzelce doyurduktan sonra altındaki kirlenmiş bezleri aldı yerine temizlerini koydu. Sonra kirli bezleri yıkayıp astıktan sonra ellerini yıkayıp Musa (a.s.)’ın yanına geldi. Daha yemeğe başlamadığını gören kasap sordu: “Niçin yemeğe başlamadınız?” Musa (a.s.); “Sen bana zembildeki sırrı söylemedikçe, bir lokma bile yemem.” dedi. “Mademki merak ettin, anlatayım: Ey misafir! Bu zembildeki, benim yaşlı annemdir. Çok yaşlı olduğu için takatten düştü. Evde bakacak başka kimsem de yok. Evleneceğim; fakat hanımım annemi incitir, onu üzer diye evlenemiyorum. İşe gittiğimde herhangi bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu gördüğün gibi bir zembile koydum. Her gün gelip iki öğün yemek yediriyorum. Diğer hizmetlerini de görüp gönül rahatlığıyla işime gidiyorum.” Bunun üzerine Musa (a.s.) dedi ki: “Ancak anlamadığım bir şey daha var: Sen annene yemek yedirip su içirdikten sonra, dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler söyledi, sen de âmin dedin. Annen ne söyledi ki âmin dedin?” “Annem, her hizmet edişimde, ‘Allah seni cennette Musa (a.s.)’a komşu eylesin.’ diye dua eder. Ben, hiç ihtimal vermediğim hâlde, bu güzel duaya âmin derim. Ben kimim ki o büyük peygamberle komşuluk edebileyim? Onunla komşuluk edebilecek ne amelim var ki?” O zamana kadar kim olduğunu saklayan Musa (a.s.), buyurdu ki: “Ey Allah’ın sevgili kulu! Ben Musa’yım. Beni sana Allahu Teâlâ gönderdi. Annenin rızasını kazandığın için cenneti ve orada bana komşu olmaya hak kazandın.” Kasap, hemen kalkıp Musa (a.s.)’ın elini öptü ve sevinç içinde yemeğini yedi. Allahu Teâlâ, bizleri anne şefkatinden mahrum etmesin ve anne bedduasından muhafaza eylesin. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [22.09.2023 21:52] Annem: ❝İslâm’ı tam olarak yaşamaya gayret etmek, Sırat köprüsünden geçmek gibidir. Burada nefse karşı mücâdele güçlüğüne katlananlar, orada Sırât’ı kolay ve rahat geçeceklerdir.❞ ▪ Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî (ks) [22.09.2023 21:53] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir tabak istiare etmişti, kap ziyana uğradı. Sahiplerine tazmin etti. Kaynak : Tirmizi, Ahkam 23, (1360) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [22.09.2023 21:53] Annem: [Hadis No : 3631] Bu hadisin Tirmizi'deki lâfzı şöyle: "Bir bedevi gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! bizden bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel kaçırsa, suyu da az ise ne yapmalıdır)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselam:   "Sizden biri yellenecek olursa abdest alsın. Kadınlara da arkalarından temas etmeyiniz. Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma talebinde bulunmaz." Tirmizi, Radâ 12, (1164-1166). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [22.09.2023 21:54] Annem: “Allahım! Cehennem fitnesinden, cehennem azâbından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 77) [22.09.2023 21:54] Annem: Bir Dua Ey bizleri ve bütün mevcudatı yoktan var eden, varlığından, sevgisinden ve rahmetinden haberdar eden yüce rabbimiz,hakkıyla ifade etmekten aciz kaldığımız hamdimizi, senamızı, şükrümüzü, duamızı sana yöneltiyoruz, kabul eyle ! İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [22.09.2023 21:54] Annem: Bir Hadis Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün nefret edebilirsin. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et, belki bir gün sevebilirsin. (Tirmizî, Birr ve Sıla,60) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [22.09.2023 21:54] Annem: Bir Ayet Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar.Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar. (Maûn, 107/1-7) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [22.09.2023 21:54] Annem: Ebû Kurâd es-Selemî anlatıyor: “Resûlullah’ın (sav) yanındaydık. O (abdest almak için) temiz su istedi ve elini suya daldırdı. Sonra abdest aldı. Biz onun abdest suyunu elde etmeye çalıştık, (abdest suyundan) yudumladık. Bunun üzerine Resûlullah (sav), ‘Sizi bunu yapmaya sevk eden şey nedir?’ diye sordu. Biz, ‘Allah ve Resûlü’nün sevgisi.’ dedik. Resûlullah şöyle buyurdu: ‘Eğer Allah ve Resûlü’nün de sizi sevmesini istiyorsanız size bir şey emanet edildiğinde ona riayet edin, konuştuğunuz zaman doğru söyleyin ve komşularınızla iyi geçinin.’” (ME6517 Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, VI, 320) [22.09.2023 21:55] Annem: 2- KİTÂBU'L-İLM (İLİM KİTABI) 1- İlmin Fazîleti Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "... Allah içinizde îmân etmiş olanlarla (bilhassa)  kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (el-Mucâdîle: 58/12); "Rabb'ım benim ilmimi artır!" (Tâhâ: 20/114). 2- Konuşmasıyle Meşgul Bulunurken Kendisinden Bir İlim Sorulduğunda, KonuşmasınıTamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse Babı 3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse Babı 4- Muhaddisin Haddesenâ Yâhud Ahbaranâ Ve Enbeenâ Sözleri Babı 5- İmâmın, Kendi Maiyyetindekilere Karşı, Onlardaki Bilgiyi İmtihan Etmek İçin Ortaya Suâl Atması Babı 6- İlim Hakkında Gelen Sözler Ve Yüce Allah'ın: "Rabb'ım! Ilmimi artır! de" (Tâhâ: 20/114) Kavli Babı. 7- Muhaddisin Huzurunda Okumak Ve Ona Arz Etmenin Hükmünü Beyân Babı 8- Munâvele Hakkında Zikrolunan Sözler İle İlim Ehlinin, İlmi Diğer Beldelere Yazıp Göndermeleri Babı. 9- Meclis Hududunun Nihayete Ereceği Bir Yerde Oturan Kimse İle İlim Halkasında Bir Yarık Görüp Hemen Orada Oturuveren Kimse Babı 10- Peygamber(S)'in: "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat işitenden daha iyi belleyicidir" Kavli Babı 11- İlim Öğrenmek, Söz Söylemekten Ve Amel Etmekten Öncedir Bâbı 12- Peygamber(S)'in Kendi Sahâbîlerine Va'z Ve Nasihat Etmek Ve İlim Öğretmek Hususunda Bıkkınlık Getirip Uzaklaşmasınlar Diye Hâllerini Gözetir Olduğu Babı 13- İlim Ehli İçin Belli Günler Ayıran Kimse Babı 14-  Bâb: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayış verir". 15- İlimde İnce Anlayış (ın Fazileti) Babı. 16- İlimde Ve Hikmette Gıbta Etmek Babı. 17- Mûsâ Aleyhi's-Selâmın Deniz (Sâhilin)de Hızır'a Gitmesi İle Yüce Allah'ın: "Musa ona: Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı? dedi" (el-Kehf: 18/66)  Kavli Babı  18- Peygamber(S)'in "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret" Kavli Babı 19- Küçüğün Hadîs İşitip Yüklenmesi Ne Zaman Sahîh Olur? 20- İlim Aramak İçin Sefere Çıkmak Babı. 21- İlim Öğrenen Ve Başkalarına Öğreten Kimsenin Fazileti Babı 22- İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Meydan Alıp Yayılması Babı 23- İlmin Fazileti Babı 24- Kendisi Bir Hayvan Veya Diğer Bir Binek Üzerinde Dururken Suâl Soranlara Fetva Ve Cevâb Vermek Babı. 25- Fetvâ (Talebine) El Ve Baş İşaretleriyle Cevâb Veren Kimse Babı 26- Peygamber(S)'in Abdu'l-Kays Hey'etini, Îmâni Ve İlmi Belleyip Ezberlemeleri Ve Bunu Arkalarındaki Kimselere Haber Vermeleri Üzerine Teşvik Eylemesi Babı 27- (Bir Şahsa) Vâki' Olan Bir Mes'eleyi Sormak İçin Sefer Etmek Ve Ehline De Öğretmek Babı 28- İlim (Edinmek) Hususunda Nevbetleşmek Babı 29- Öğüt Verme Ve Öğretme Sırasında Hoşlanmadığı Bir Şey Gördüğü Zaman Öfkelenmek Babı 30- İmâmın Yâhud Muhaddisin Huzurunda Önünde İki Dizi Üzerine Çöken Kimse Babı 31- Anlaşılması İçin Sözü Üç Defa Tekrar Eden Kimse Babı 32- Kişinin Kendi Tasarrufunda Bulunan Dişi Hizmetçisine Ve Ehline İlim Öğretmesi Babı 33- İmâmın Kadınlara Va'z Vermesi Ve Onlara İlim Öğretmesi Babı 34- Hadîs Öğrenmeyi Şiddetle Arzu Etmek Babı 35- İlim Nasıl Kabz Olunacak Bâbı. 36- Bâb: İlim (Öğretmek)de Sırf Kadınlar İçin Gün Tâ'yîn Edilir Mi? 37- Birşey İşitip De Anlayamayan Kimsenin, O Şeyi Öğrenmek İçin İşittiği Zâta Tekrar Müracaat Etmesi Babı. 38- Bâb: "Hâzır bulunup şâhid olanlar gaaib olanlara ilmi tebliğ etsin". Bunu İbn Abbâs, Peygamber(S)'den söyledi . 39- Peygamber (S) Üzerine Yalan Söyleyen Kimsenin Günâhı Babı 40- İlmin Yazılması Babı 41- Geceleyin İlim Öğretmek Ve Va'z Etmek Babı 42- İlim Uğrunda Gece Uyanık Kalıp Sohbet Ve Lâkırdı Eylemek Babı 43- İlmi Hıfz Edip Bellemek Babı. 44- Alimler(in Söyleyecekleri Şeyler) İçin Susup Dinlemek Babı 45- İnsanların En Âli [22.09.2023 22:00] Annem: 16- Haya İmândandır. 24-........ Bize Mâlik ibn Enes, İbn Şihâb'dan; o da Salim ibn Abdillah (106, 108)'den, o da babası Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den haber verdi ki (şöyle demiştir): Rasûlüllah bir gün Ensâr'dan bir kimsenin yanından geçiyordu. Ensârî, kardeşini hayadan men'ediyordu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona ilişme, çünkü haya îmândandır" buyurdu.     [22.09.2023 22:00] Annem: İnsan, ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile sınanır; oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma işte bu sınanma (esnasındaki kusurlarına) kefaret olur. (Müslim, Fiten, 26; Buhârî, Mevâkîtü's-salât, 4) [22.09.2023 22:00] Annem: İçinizden kim Allah'a ve Resülüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükafatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır. (Ahzâb, 33/31) [22.09.2023 22:00] Annem: - عَنْ اَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - مَنْ عَمِلَ بِمَا يَعْلَمُ وَرَّثَهُ اللَّهُ مَا لَمْ يَعْلَمْ - انس بن مالك رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - كيم علمى (بيلديكى) ايله عمل ايدرسه؛  الله تعالى، او كيمسەيى بيلمەديكنه وارث قيلار (بيلمەديكنى اوكرتير) - Enes Bin Malik (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Kim ilmi (bildiği) ile amel ederse, Allahü Teâlâ o kimseyi bilmediğine varis kılar (bilmediğini öğretir). - Ebu Naim, Hilyetü’l-Evliya, c.10, s.15 [22.09.2023 22:01] Annem: 9/Tevbe 7 - Allah'a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah kendine karşı gelmekten sakınanları sever. [22.09.2023 22:01] Annem: عَنْ أبي مُوسَى عَبْدِ اللهِ بنِ قَيْسٍ الأشعري  عَنِ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : إن اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَبْسُطُ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ النَّهَار,ِ وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا. Ebû Mûsâ Abdullah ibn Kays el Eşarî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Allah gündüz günah işleyen kimsenin tevbesini kabul etmek için geceleyin rahmet elini açarak tevbeleri kabul eder, gece günah işleyen kimsenin tevbesini kabul etmek için gündüz rahmet elini açarak günahları bağışlar, güneş battığı yerden doğuncaya kadar (yani kıyamete) kadar bu böylece devam eder gider” (Müslim, tevbe 31) [22.09.2023 22:01] Annem: HUL' BÖLÜMÜ.. Umumî Açıklama: HUL' BÖLÜMÜ Umumî Açıklama: Hul' ve hal' giyilmiş bir elbiseyi çıkarmak mânasındadır. Ancak hul', bir nevi boşanmayı ifadede ıstılah olmuştur. Muhâlaa kelimesi de aynı mânada kullanılır. Karı ile koca, aralarındaki ilginin fazlalığı sebebiyle, bizzat âyet-i kerimenin nassıyla (Bakara 187) birbirlerine libas (giysi) olarak tavsif ve telâkki edilmişlerdir. Şu hâlde boşanma, bu elbisenin çıkarılmasına teşbih edilerek hul' denmiştir. Hul' boşanmanın bir nev'idir. Daha ziyade kadının boşanma talebinin erkek tarafından kabul edilmesiyle vukua gelen boşanmayı ifade eder. Boşanma yetkisi normalde erkeğin elinde bulunması sebebiyle, kadın, bir ivâz (karşılık) mukabilinde kocasını boşanmaya ikna etmiştir. Mesela mehr-i muacceli iade eder, mehr-i müeccelinden vazgeçer veya belli bir meblağda anlaşır. Şu halde kocanın, zevcesine: "Şu kadar meblağ mukabilinde seni hul' ettim" demesi durumunda zevcenin "kabul eyledim" demesi ile boşanma tahakkuk eder. Hul' muamelesi emir sigasıyla da olabilir. Şöyle ki koca, hanımına: "Nefsini şu kadar meblağ mukabilinde hul' et" der, zevece de "hul' ettim" derse, boşanma tamam olur. Boşanma bu muhtevâda (yani kadının, kocayı bir ivaz mukabili boşanmaya razı etmesi suretinde) olmak şartıyla, başka kelimeler de kullanılabilir. Mesela koca zevcesine: "Nefsini mehrin mukabilinde sana bey' ettim (sattım) dese, öbürü de, "iştira ettim (satın aldım)" dese boşanma gerçekleşir. Mevzu ile alâkalı teferruat, fıkıh kitaplarının talâkla ilgili bölümlerinde yer alır. Burada şunu belirtmek isteriz: Hul' suretiyle boşanmanın meşruiyeti hususunda ulemânın icmaı mevcuttur. Zira Kur'ân-ı Kerim'de bunun cevazını ifade eden âyet mevcuttur." Boşanma iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır. Ey zevcler, onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehri) geri almanız size helâl olmaz. Meğer ki erkekle kadın Allah'ın sınırlarını (evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş, (ümidlerini kesmiş) olsunlar. Eğer bu suretle siz de onların (zevc ve zevcenin) Allah'ın sınırlarını hakkıyla muhâfaza ve îfa edemeyeceklerinden korkarsanız o halde (kadının serbest boşanması için) fidye vermesinde ikisi üzerinde de vebal yoktur..." (Bakara 229). Âyet, önce normal boşanmalarda kadına verileni geri almayı yasaklar. Ancak kadın ve kocanın birbirlerine karşı evliliğin getirdiği vazifeleri yerine getiremeyeceklerinden korkulması halinde, kadının fidye diye ifade edilen bir nevi boşanma tazminatı ödeyerek boşanmasını tecviz etmekle, hul' suretiyle boşanmaya yer verir ve başlıca şartını belirtir. Âlimler, bu korku halinin, kadının, erkekten gerek hulken ve gerekse halken, yâni ahlâk yönüyle veya yaratılış yönüyle nefret duymasıyla tahakkuk edeceğini belirtirler. Misal olarak kadının: "Senin için cünüblükten yıkanmayacağım" sözünü kaydederler. Böyle bir sözün boşanmayı tecviz eden bir nefreti ifade ettiğini söylerler. Şu halde dinimiz, kadın böyle bir gerekçeyle boşanma hususunda ısrar ettiği takdirde, erkek kadından memnun da olsa, ivaz ödemek kaydıyla boşanmasını tecviz etmektedir. Bazı âlimler "gereklidir" demiştir. İvazın miktarı tesbit edilmemiştir. Mehirden vazgeçmek suretiyle olabileceği gibi, erkek, verdiğinden fazlasını da isteyebilir. Buhârî'nin kaydettiği bir rivayete göre, Hz. Osman: "Saç tokasına varıncaya kadar her şeyi geri alabilir" demiştir. Ulemâ: "Verilen her şeyi almak dinen caiz ise de, mürüvvete yakışmaz" diye hükmetmiştir. Ebû Kılâbe, Muhammed İbnu Sîrin gibi bâzıları da: "Kadınla bir yabancı erkek görmedikçe, kocanın ivaz alması caiz değildir" görüşündedir. Ancak Cumhur âyeti ve sünnetteki tatbîkatı esas almıştır.[1] ـ1ـ عن ثوبان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: أيُّمَا امْرَأةٍ اخ [22.09.2023 22:01] Annem: حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ، قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو مُسْهِرٍ، قَالَ حَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَنِي الزُّبَيْدِيُّ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ مَحْمُودِ بْنِ الرَّبِيعِ، قَالَ عَقَلْتُ مِنَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم مَجَّةً مَجَّهَا فِي وَجْهِي وَأَنَا ابْنُ خَمْسِ سِنِينَ مِنْ دَلْوٍ‏.‏ Mahmûd İbnü'r-Rebi' şöyle demiştir: Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ben beş yaşında iken bir kova daki su'dan ağzına alarak yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 77 In-book reference: Kitap 3, Hadis 19 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [22.09.2023 22:01] Annem: Allah'ım! Beni bağışla, bana hidayet nasip eyle, bana rızık ver, beni afiyette daim eyle ve bana merhamet et. (Müslim, "Zikir ve Dua", 35) [22.09.2023 22:01] Annem: Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur. İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta', Akdıye, 31. [22.09.2023 22:01] Annem: Tarihte Bugün •  Yavuz Sultan Selim’in Vefatı 1520 •  Bulgaristan, Osmanlı’dan Bağımsızlığını İlan Etti 1908 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [22.09.2023 22:01] Annem: Günün Ayeti “Ve şöyle niyaz et: Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” İsra 80 [22.09.2023 22:01] Annem: Günün Hadisi “Makbul olduğunda şüphe bulunmayan üç dua vardır: Mazlumun duası, misafirin duası,  babanın çocuğuna duası.” Ebû Dâvûd, Vitr 29 [22.09.2023 22:01] Annem: SALÂTÜSELÂM NE DEMEKTİR? Hz. Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama anlamında kullanılan bir tabir olan “salâtüselâm” sözlükte “dua, tâzim, rahmet” gibi anlamlara gelen salât ile (çoğulu salavât) “esenlik” mânasındaki selâm kelimelerinden oluşur. Peygamberimizin ismi anıldıktan sonra söylenen “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya “sallallāhü aleyhi ve sellem” şeklindeki dua cümleleri salâtüselâma örnektir. Böyle dua etmeye “salavat getirme” denir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve onu tam bir teslimiyetle selâmlayın” buyurulur. (el-Ahzâb 33/56). Müfessirler, bu âyette Allah’ın peygambere salâtının O’na rahmet etmesi ve O’nu melekleri katında övmesi, meleklerin salâtının peygamber için istiğfarda bulunmaları ve müminlerin salâtının Allah’tan peygamberin kendi katındaki makamını yüceltmesi için dua etmeleri anlamına geldiğini ifade ederler. Âyetin ikinci kısmında geçen “tam bir teslimiyetle selâmlama” ifadesi ise belli selâm kelimelerini kullanarak Hz. Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama ya da onun sünnetine tam anlamıyla uyma şeklinde anlaşılmıştır.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [22.09.2023 22:02] Annem: rekenleri eksiksiz olarak yap- mıştır. Yüce İslam dinini iman, amel ve ahlak olarak yaşayan Peygamberimiz, bu üç konuda da bize altın harflerle yazılacak hatıralar bırakmıştır. Evinde mükemmel bir eş, camide ör- nek bir imam, suffede şefkatli bir öğretmen, savaşta mer- hametli ve adil bir komutan olan Peygamberimizin vefat etmeden önce yaptığı sohbet- ler ve bize bıraktığı sünnet çok önemlidir. Vefatından birkaç gün önce mescide çıkmış ve cemaatine şöyle demişti: “Ni- hayet ben de bir insanım. Ara- nızdan bazı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Ben, ki- min sırtına vurduysam işte sır- tım! O da gelsin bana vursun, ödeşelim. Ben, kimin malın- dan almışsam işte malım! O da gelsin alsın, ödeşelim. Şunu iyi biliniz ki benim katımda sizin en önde geleniniz ve bana en sevgili olanınız, varsa hakkını benden alan veya hakkını bana helal edeninizdir. Böylelikle ben, bende hakkı olan kişi ile helalleşmiş ve gönül rahatlığı ile Rabbime kavuşmuş olaca- ğım.” (İbn Sad, Tabakat, II, 255; Tabe- ri, Tarih, III, 191.) Peygamber Efendimiz, bu söz- lerini tekrar edip durdu. Yani bu konuda ciddi olduğunu gös- terdi. Peygamber Efendimizin bu ısrarı üzerine cemaatten biri ayağa kalkıp “Ey Allah’ın Elçisi! Benim sizden üç dirhem alacağım var.” dedi. Peygam- berimiz de “Doğru söylüyor- sun.” dedi ve hemen bu şahsa borcu ödendi. Sonra da şöyle dedi: “Ey Allah’ım! Ben ancak bir beşerim. Müslümanlardan kime ağır bir söz söylemiş veya birçok kişi şöyle dediler: “Evet, inanırız. Çünkü sen yalan söy- lemezsin. Sen, her zaman bi- zim en güvenilenimiz oldun.” (Buhari, Menakıb, 13; Müslim, İman, 89.) Mekkeliler, dedikleri gibi Pey- gamber Efendimize her za- man güvenmişlerdir. Onlar, Peygamber Efendimize değil, onun getirdiği vahye ve dine itiraz ediyorlardı. Bu konuda çok şeyler söyleyebiliriz ama şu iki gerçeği nazara vermek- le yetinelim. Bunlardan biri hicret gecesinde, Peygamber Efendimizin, sahiplerine ve- rilmek üzere Hz. Ali’ye teslim ettiği emanetlerdir. Bu ema- netlerin müşriklere ait olduğu bilinmektedir. Çünkü hicretten sonra Mekke’de kalan mümin yoktur, hepsi Medine’ye hic- ret etmiştir. Ticaretle meşgul olan Mekkeliler, şehir dışına çıktıkları zaman paralarını ve kıymetli eşyalarını dönünceye kadar Peygamber Efendimize emanet ederlerdi. Müslüman- lığı kabul etmedikleri hâlde ona olan güvenleri devam etmekteydi. Çünkü o, istika- met üzere yaşayan dürüst bir insandı. Bu gerçeği en gü- zel ifade eden olaylardan biri de Bizans Kayseri Herakliyüs ile Mekke lideri Ebu Süfyan arasında geçen konuşmadır. Peygamber Efendimiz, 7/628 yılında hükümdarlara, valile- re ve kabile reislerine İslam’a davet mektupları gönderdi. Hz. Peygamber’in elçisi Dıhye b. Halife, davet mektubunu o sırada Şam’da bulunan Kay- ser’e takdim etti. Kayser de kendisine mektup gönderen bu peygamber hakkında bilgi edinmek istedi. Adamları ona o sırada ticaret için oralar- da bulunan Ebu Süfyan’ı bu- lup getirdiler. O zaman henüz Müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebu Süfyan ile Kayser arasında cereyan eden konuş- ma kaynaklarımızda mevcut- tur. Kayser tarafından sorulan sorulara doğru cevaplar veren Ebu Süfyan, Peygamber Efen- dimizin güvenilir oluşuna, doğ- ruluğuna, dürüstlüğüne, hiçbir zaman yalan söylemediğine ve ahdini bozmadığına yani istikamet üzere bir hayat ya- şadığına vurgu yapmıştır. Ebu Süfyan’ı can kulağı ile dinleyen Kayser, sonunda şöyle demek- ten kendini alamamıştır: “Bu dediklerin, peygamberlerde bulunan sıfatlardır. Zaten ben, onun zuhur edeceğini biliyor- dum. Fakat sizden geleceğini sanmıyordum. Eğer onun hak- kında söylediklerin doğruysa şu ayaklarımın bastığı yerler yakında onun hâkimiyetine gi- recektir. Eğer onun yanına va- rabileceğimi bilsem kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım.” (Abdurrez- zak, Musannef, V, 345.) “Kimin sırtına vurduysam…” Yüce Allah’ın, “Emrolundu- ğun gibi dosdoğru ol!” emrine sımsıkı sarılıp bir ömür boyu istikamet üzere yaşayan Pey- gamber Efendimiz, davasının örnek temsilcisidir. Yüce Al- lah’ın emirlerine imtisal edip nehiylerinden kaçınan Pey- gamberimiz, Rabbine karşı so- rumluluğunu yerine getirirken bir peygamber ve bir devlet başkanı olarak çevresindeki insanlara karşı da yapması ge- 8 Aylık Dergi | Eylül 2023 [22.09.2023 22:03] Annem: NE Yazlık sebzelerden boşalan yerlerde toprak YAPALIM? işlemesi yapılır. Fidelikte yetiştirilen marul fideleri tarlaya aktarılır. NE EKELİM? DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 9 Bal hasadı yapılır. Sağlam çerçevelerdeki ballar süzülerek, boş petekler yeniden kovanlara verilir. Kovanlarda bakım işleri devam eder. Soğuk bölgelerde kovan ağızları daraltılır. Soğuk başlayan bölgelerde kovanlarda kışlık yem durumları kontrol edilir. Yaz tatili bitti, çok özlediğiniz öğretmenlerinize, arkadaşlarınıza kavuşacaksınız. Okullar açılıyor. Size bu ay ufak bir çöp kutusu hazırlamayı öğretmek istedim. Bu minik çöp kutusunu sıralarınızın üzerine koyup kalemlerinizi rahatça açabilirsiniz. Teneffüslerde çöp kutusuna boşaltıp tekrar tekrar kullanabilirsiniz. Böylece derste yerinizden kalkmanız gerekmez. Bu çöp kutusu için gerekli malzemeler, kâğıt ve kalem. Kâğıdınız büyükse bir de makas gerekli. Kalemi, kenarları dışarıdan gözükecek şekilde kâğıdın üstüne yerleştirin. Daha genişse kâğıdı, kaleme göre kesebilirsiniz. 1 Önce bir tarafına kalemi koyup biraz sarın ve kâğıdı ortaya doğru sıkıştırın. 2 Aynısını diğer tarafa da uygulayıp ortasını elinizle çukurlaştırın. 3 Çöp kutusu kullanıma hazır. 4

Borsa günü yükselişle tamamladı

Küresel iklim değişikliği performans endeksinde ilk 3 sıra yine boş kaldı

ECB, Avro Bölgesi bankalarını benzeri görülmemiş yüksek riskler konusunda uyardı

Küresel yenilenebilir enerji yatırımları 2024'te 807 milyar dolara ulaştı

Tarım Kredi Grubu üçüncü çeyrekte yüzde 42 büyüdü

Bitcoin yılbaşından bu yana elde ettiği kazançları sildi

Küresel siyasi ortam iklim finansmanını zorlaştırarak eylemi yavaşlatıyor

Türk boğazlarından 9 ayda yaklaşık 63 bin gemi geçti

AB tescili, Türk ürünlerinin küresel pazarda görünürlüğünü artırıyor

Türkiye'nin en büyük 10 bankası yılın 9 ayında 484,5 milyar lira kar elde etti

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 12 9 1 2 19 29
2.FENERBAHÇE A.Ş. 12 8 0 4 15 28
3.TRABZONSPOR A.Ş. 12 7 1 4 10 25
4.SAMSUNSPOR A.Ş. 12 6 1 5 7 23
5.GÖZTEPE A.Ş. 12 6 2 4 9 22
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 12 6 4 2 5 20
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 12 5 3 4 -3 19
8.CORENDON ALANYASPOR 12 3 3 6 0 15
9.TÜMOSAN KONYASPOR 12 4 6 2 -2 14
10.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 12 3 4 5 -2 14
11.KOCAELİSPOR 12 4 6 2 -4 14
12.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 12 3 5 4 2 13
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 12 4 7 1 -10 13
14.GENÇLERBİRLİĞİ 12 3 7 2 -5 11
15.KASIMPAŞA A.Ş. 12 2 6 4 -6 10
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 12 1 5 6 -15 9
17.İKAS EYÜPSPOR 12 2 8 2 -9 8
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 12 2 9 1 -11 7

YAZARLAR