SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[25.09.2023 17:59] Annem: Bir Ayet: Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. (Hucurât, 49/10) Bir Hadis: Birlik halinde olun. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek olan kişi ile birlikte olup, birarada olan iki kişiden ise uzaktadır. Kim cennetin tam ortasında olmak isterse birlik halinde olsun. (Tirmizî, "Fiten", 7) Bir Dua: Allah'ım! Her halimizi ıslah eyle. (İbn Mâce, "Duâ", 2) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [25.09.2023 17:59] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Niğbolu Zaferi. (1396) İslam İşbirliği Teşkilatı Kuruldu. (1969) Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan etmiştir... (Müslim, İmâre, 33)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: HÂTEMÜ’N-NEBİYYİN İslam inancının temel esaslarından birisi de hiç şüphesiz peygamberlere imandır. Onlar, ilahi buyrukları insanlara iletmek için seçilmiş, üstün ahlakî niteliklere sahip mümtaz şahsiyetlerdir. Hz. Muhammed’e iman etmenin ayrılmaz bir unsuru, onun “peygamberlerin sonuncusu olduğuna inanmaktır. Hâtemü’n-Nebiyyin Hz. Muhammed’in gelişiyle nübüvvetin sona erdiğini ifade eden bir tabirdir. Bu kavram Allah ile kulları arasındaki elçilik görevinin sona erdiğini belirtir. Bu husus aynı zamanda, Hz. Peygamber’den sonra bu görevin İslam ümmetine tevdi edildiği ve kıyamete kadar böyle devam edeceği anlamına da gelmektedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir” (Ahzâb, 33/40). Hadislerde de Hz. Muhammed ile peygamberliğin sona erdiği durumu herhangi bir yoruma imkân vermeyecek kesinlikte ifade edilmiştir. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [25.09.2023 18:00] Annem: "Ey Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin." - Mümtehıne - 5. Ayet [25.09.2023 18:00] Annem: …Her Müslümanın bir başka Müslümana kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır. - Müslim, Birr ve sıla, 32 [25.09.2023 18:00] Annem: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder…” - Ankebût, 29/45 [25.09.2023 18:00] Annem: Esma-i hüsna “en güzel isimler” demektir. Allah’ın; hepsi birbirinden kuşatıcı ve derin anlamları olan 99 güzel ismi vardır. Allah bilgisi, Allah sevgisinin tohumudur ve esma-i hüsnayı öğrenmekle kazanılır. Esma-i hüsna imanın hangi temeller üzerine kurulduğunu gösterir. Mesela “el-Alîm” ismi Allah’ın her şeyi bildiğini, “el-Kâdir” ismi onun gücünün ve kudretinin sonsuzluğunu ifade eder. Sûfîler belirli zamanlarda ve belirli sayıda bu güzel isimleri zikrederler. Buna “evrâd” ya da “esma zikri” denir. Allah’ın güzel isimleri zikredilirken başına “Yâ” nidası getirilerek “yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Kerîm, yâ Halîm, yâ Allah” şeklinde okunur. Kur’an-ı Kerim’de “En güzel isimler Allah’ındır. O’na, o güzel isimlerle dua edin” (A’râf, 7/180) buyrulur. Bu ayete kulak veren müminler esma-i hüsnayı öğrenerek Allah’a bu isimlerle dua ederler.  - ESMA-İ HÜSNA [25.09.2023 18:01] Annem: Vacipleri 39- Haccın vacibleri şunlardır: 1) İhrama mikat denilen yerlerden başlamak: Medine-i Münevvere tarafından hacca gidenler "Zül-Huleyfe"den, Irak, Horasan ve Maveraünnehr halkı "Zati Irak"dan, Şam, Mısır ve Mağrib halkı "Cuhfe" hizasındaki bir yerden (Rabiğ hizasından), Necidliler "Karn" dan, Yemenliler de "Yelemlem"den ihrama girerler. Yolları bu mikatlardan birine rastlamayan müslümanlar da, bunlardan birinin hizasında bulunacak bir yerden ihrama başlarlar. 2) İhramın yasaklarını terk etmek: Dikişli elbise giyilmesi, av avlanması, ihramda iken saçların kesilmesi, çirkin söz söylemesi gibi... 3) Arafat'da zevalden sonra güneş batıncaya kadar durmak. 4) Kurban Bayramının birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin doğmasından önce, bir saat bile olsa, Müzdelife'de durmak. Müzdelife, Mekke'ye dört ve Arafat'a iki saatlik mesafede bulunan bir yerin adıdır. 5) Dört şavtı farz olan Ziyaret Tavafını yediye tamamlamak. 6) Ziyaret tavafına nahir (kurban kesme) günlerinden birinde (1.2. ve 3. günlerde) yapmak. 7) Sader (veda) tavafı yapmak. Bu mikat dışından gelen ve afakî denilen hacılara aittir ki, bu veda tavafından ibarettir. 8) Tavaf esnasında abdestli olmak ve avret yerleri tamamen kapalı bulunmak. 9) Kabe'yi tavaf daima Hacer-i Esved'in bulunduğu yerden (onun karşısından) başlayıp Kabe'yi sola alarak tavaf etmek. Bunu yürüyerek yapmak. Hastalar ve güçsüzler omuzlar üzerinde taşınarak tavaf ettirilir. 10) Her tavaftan (yedi şavttan) sonra iki rekât namaz kılmak. 11) Tavafları Hatîm denilen yerin dışında yapmak. Şöyle ki: Kabe'de "Rükn-i Irakî" denir. Kabe'nin altın oluğu, bu iki rüknün arasında ve Hanefî Makamının önündedir. Bu oluğun akacağı yarım dairelik yer, bir yarım duvarla çevrilmiştir. Bu duvara "Hatîm=Hazret-i İsmail" ve bunun kuşattığı o yere de "Hicrü'l-Kâbe" denir. Bu yerin bir kısmı Kabe'den sayılır. Orada namaz kılınır, dua edilir. Fakat bu yerin Kabe'den olduğu, ahad haberi (tek kişilerin rivayeti) ila sabit olduğundan Beytullah'a yüzü çevirmeksizin bu duvara karşı namaz kılınmaz. Bu duvarın her iki tarafı açıktır. İşte Harem-i şerif için bu duvarın arkasından Kabe tavaf edilir ki, bu vacibdir. 12) Hac mevsiminde Safa ile Merve arasında yürümek (Sa'y etmek) ve buna Safa'dan başlamak. Özürleri olmayanları bunu piyade olarak yapmaları. Safa ile Merve, Mescid-i Haram'ın hemen civarında yüksekçe birer tümsektirler. Bunlar, gidiş dönüşü olan büyük bir cadde ile birbirlerine bağlıdırlar. Safa'dan başlayıp Merve'ye dört ve Merve'den Safa'ya üç defa gidip gelmek vacibdir. Bu yedi gidiş ve gelişe "Sa'y" denir. Her defa Kabe görülünceye kadar tümseklerin üzerine çıkılır. Şimdi Merve tarafında yüksek binalar bulunduğu için Kabe oradan görülememektedir. Farz hac için yapılan sa'y Kudüm ve Ziyaret tavaflarından sonra yapıldığı gibi, Umre için yapılan sa'y, Umre tavafından sonra yapılır. Bu sa'y yerine "Mes'a" denilir. Eni yaklaşık 20 metre, uzunluğu da 500 metredir. (İmam Şafiî'ye göre sa'y, haccın ve umrenin bir rüknüdür. Bunu yapmadan hac ve umre tamam olmaz.) Bu şekilde hareket etmek, bütün kâinatın sahibi ve yaratıcısı bulunan Yüce Allah'a tazim ve dilekleri arz için Beytullah'ın mukaddes kapısı önünde şevk ve heyecanla gidip gelmenin, dileklerin kabulünü beklemenin bir işareti demektir. 13) Mina denilen yerde küçük taş yığınlarına (cemrelere) ufacık taşları atmak. Buna "Remy-i Cemerat = Taşları atmak" denir. Şöyle ki: Mekke şehrine iki saatlik mesafede bulunan Mina kasabasında birbirine bir ok atımı kadar uzak üç yerde üç taş yığını vardır. Bunlara Mina'dan Mekke'ye doğru sırası ile: "Cemre-i Ula, Cemre-i vusta, Cemre-i Akabe" adı verimiştir. Bu taş yığınlarının her birine Kurban Bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde: "Bismillâhi Allahu Ekber" denilerek yedişer taş atılır. Bu yedi taş birden atılsa, yeterli olmaz [25.09.2023 18:02] Annem: yalnız bir iman meselesi değildir. İman ve amellerin toplamıdır. Amellerle ilgili tatbikatı atıp da dinin bütün feyzini beklemek tehlikelidir. 2. Böyle olmakla beraber iman, amel demek değildir. Amelin farz oluşuna iman ile, o ameli yapmak birbirinden farklıdır. Müslüman amel ettiği için mü'min olacak değil, iman ettiği için amel edecektir. Şu halde amelini sırf aldırış etmeme ve küçümsemeden dolayı terketmiş değilse kâfir olmaz. 3. İslam dininin imanında esasen kalp ve vicdan işi olan bir esas bulunduğu şüphesiz olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'ın isteği olan iman meselesi yalnız bir vicdan işi olmaktan ibaret değildir. O, tam bir insan gibi kalbin içinden başlayıp, bütün dışa yayılacak ve sonra kâinata güzel ameller saçacaktır. Müslümanın imanı, âleme zarar vermeye sarf edilmiş olan baştan çıkarıcı düşünceler veya şeytanın dürtüleri değildir ki kalp ve vicdanda hapsedilmeye mahkum olsun. Müslüman ancak bir zorlayıcı zaruret karşısında imanını sadece bir vicdan işi olarak saklayıp hapsetmeye izinli olabilir. O da düşmanın kesin zorlayışına uğradığı zamandır. O zaman da nefsini feda ederek imanını hapisten kurtarması, imanını hapsederek kendini kurtarmasından daha faziletlidir. Ve bununla beraber ikisi arasında serbestiye sahiptir. İşte bu âyette Cenab-ı Allah, kendisinden hakkıyla korkanları açıklamada "onlar gayba inanırlar" ile dinin iman kısmını özetledikten sonra amel kısmını özetleyerek buyuruyor ki: "Ve namazı kılarlar." Yani belli olan namazı dosdoğru kılarlar ve devam ettirirler. Kur'ân'da namaz hakkında "yüsallûne", veya "sallû" fiillerinden çok buyurulması dikkate değer bir husustur. Elbette, "namazı ikame ederler" demekte, "namazı kılarlar" demekten fazla bir anlam vardır ki bu, en az "doğru dürüst" yani "namazın şartlarına uymak, Allah'a boyun eğmek ve tevazu göstermek suretiyle güzelce kılmak ve hatta kıldırmak mânâlarını ifade eder. Ve bunun için namazda ta'dil-i erkan (namazı erkanına uyarak kılmak) vacip olduğu gibi, özellikle namaz için iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, namazın gereklerini tamamlamak için gayret sarfetmek de dinin lüzumlu gördüğü hususlardandır. Ana-babanın çocuklarına namaz terbiyesi; din kardeşlerin birbirlerine tavsiye ve hatırlatması; amirlerin engelleri ortadan kaldırma ve imkanları tamamlama suretiyle beğendirmesi ve teşvik etmesi; Cum'a namazına ve cemaatle namaz kılmaya dikkat ve devam etmesi de bu [25.09.2023 18:02] Annem: 7247 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eğer kişi namazını herkesin gözü önünde kılınca (edebine uygun kılar) güzel yapar, tek başına kimsenin görmediği durumda kılınca da (edebine uygun kılar) güzel yaparsa, Allah Teâla hazretleri (onun ibadetinden memnun kalır ve:) "Bu (kulluğunu riyasız yapan) gerçek bir kulumdur" der." 7248 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Ey mü'minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir." Sahabiler: "Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü!" dediler. Aleyhissalatu vesselâm: "Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!" buyurdular [25.09.2023 18:02] Annem: , sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır. Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim. Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de [25.09.2023 18:03] Annem: Hayızlı Kadınla Cinsi Münasebet Kefareti Ana Sayfa Kefâretler Hayızlı Kadınla Cinsi Münasebet Kefareti İlgili Kur’an’da hayız halinin kadın için rahatsızlık ve mazeret hali olduğu, hayız süresince kocalarının onlarla cinsi temastan uzak durması gerektiği bildirilmiştir (el-Bakara 2/222). Bu yasaklama ve Hz. Peygamber’in de bu yöndeki hadisleri sebebiyle, hayızlı kadınla cinsi münasebette bulunmanın haram olduğunda görüş birliği hasıl olmuştur. Zaten böyle bir münasebet insanın selim zevkine aykırı olduğu gibi iki tarafın, özellikle de kadının ruh ve beden sağlığı açısından son derece zararlı ve tehlikeli bulunmaktadır. Buna rağmen böyle bir davranışta bulunan kimseye ne gerekeceği konusu fakihler arasında tartışma konusu olmuştur. Ebu Hanife de dahil İslam alimlerinin çoğunluğuna göre, karısı ile hayızlı iken cinsi münasebette bulunan kimse günah işlemiştir. Allah’a bol tövbe ve istiğfar etmekten başka yapabileceği bir şey yoktur. İbn Abbas, Katade, Evzai, Ahmed b. Hanbel gibi İslam alimlerine göre ise hayızlı kadınla ilk günlerde kurulan cinsi münasebet için bir dinar (4,25 gr. altın) kanamanın iyice azaldığı bir dönemde yapılan cinsi münasebet içinse yarım dinar kefaret ödenmesi gerekir. Bu kefaret kocanın zorlamasıyla olmuşsa sadece ona, iki tarafın isteğiyle olmuşsa ayrı ayrı ikisine de gerekir. Cinsi temasın kasten, unutarak, haram olduğunu bilmeden veya hayız durumunu farketmeden yapılmış olması sonucu etkilemez. Görüldüğü üzere kefaretler, kasten veya bilmeden yanlış bir davranışta bulunan, hata eden ve günah işleyen müslümana, tövbe ve istiğfar kapısının kapanmadığını öğretmekte fakat tekrar aynı yanlışı yapmaması için de onu sosyal içerikli bir ibadeti ifaya veya etkili bir nefis terbiyesine mecbur bırakmaktadır. Köle azat etme gibi, fakirleri yedirip giydirme gibi üçüncü şahısların yararına sosyal amaçlı ibadetlerin, ferdi hata ve günahlara kefaret sayılması da İslam’ın hayata bakış açısını yansıtması yönüyle manidardır. İlgili Hayız 2 Eylül 2021 Benzer yazı Guslü Gerektiren Durumlar 2 Eylül 2021 Benzer yazı Oruç Bozma Kefareti 7 Eylül 2021 Benzer yazı in Kefâretler Tags: hayıs Diğer Konular Hacda Tıraş Olma Kefareti Adam Öldürmenin Kefareti Zıhar Kefareti Oruç Bozma Kefareti Kefâretler [25.09.2023 18:05] Annem: Astroloji Ana Sayfa A Astroloji Kişinin hayatını olumlu etkileyeceğine işarettir.Rüyasında astroloji ile ilgili imgeler gören kişinin hayatında yeni başarılar,dostluklar ilişkiler ve hoşluklar olabilir.Rüyada burçları konu alan astroloji ile çok ilgilendiğinizi görmek kendinizi tanımaya yönelik bazı adımlar atacağınıza işaret eder.Rüyada Koç,Başak,Balık,Boğa,İkizler,Oğlak,Yengeç,Kova,Yay,Akrep,Aslan,Terazi gibi burçlardan herhangi biri olduğunuzu görmek geleceğinizle ilgili fal veya burçlardan bir şeyler öğrenmeye hevesli olduğunuzun göstergesidir.Rüyada astroloji ile ilgilenen bir astrolog gibi olduğunuzu ve her şeyi bildiğinizi insanların burçları ve yaşadıkları olaylar hakkında yorum yaptığınızı gördüyseniz bilgi birikiminiz ve deneyiminizden sizden daha genç olan birileri faydalanacak,sizin nasihatlerinizle biraz rahatlayacak şeklinde yorumlanır.Rüyada astroloğun size astrolojik terimler,burçlar ve yıldızlar hakkında konuştuğunu gördüyseniz hayatınızda ani değişimler ve sonrası için güzel büyük başlangıçlar olacak demektir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [25.09.2023 18:07] Annem: AZÎZAN Ana Sayfa A AZÎZAN Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça’da ikilik, Farsça’da çokluk ifâde eder. 1. “İki azîz (velî)” mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab. Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; “Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır.” buyurdu. Talebe de; “Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum.” dedi. Ali Râmitenî hazretleri; “Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın.” buyurdu. Genç ise; “Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir.” dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât etti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî) 2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri. İlgili Halâl Lokma 9 Eylül 2021 Benzer yazı SİLSİLE-İ ALİYYE 9 Eylül 2021 Benzer yazı NAZARGÂH-İ İLÂHÎ 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak ÂZER AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) Copyright 2021 by Maviay.co [25.09.2023 18:07] Annem: Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevî bir ihtarla: “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahid getiriyorsun. Halbuki  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes’elede söz sahibi Kur’andır. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur’andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mana-yı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan mana-yı işarî tabakasından ve o mana-yı işarî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatıma hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mana-yı sarihi budur, tâ hocalar فِيهِ نَظَرٌ desin. Hem dememişiz ki, mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir ve o mana-yı işarî de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’anın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işarat-ı Kur’aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihraclarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta, böyle ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs’at-i rahmet-i İlahiyeye delildir demeye mecbur olur. Ben sizi ve mu’terizleri Risale-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki: Bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ı fahr u gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla isbat ediyorum. Evet bu hakikatla beraber insan kusurdan, nisyandan, hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde bazı hatalar olmuş. Fakat Kur’an’ın hurufat-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla yeni hat altında tahrifkârane ehl-i dalaletin tevilât-ı fasideleri âyâtın sarahatını incitmelerine bakmıyor gibi; bîçare mazlum bir adamın kardeşlerinin imanını kuvvetlendirmek için bir nükte-i i’caziyeyi beyan ettiği için hizmet-i imaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette değil ehl-i [25.09.2023 18:08] Annem: hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatıyla kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale’nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale’de Dördüncü Mes’ele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru’ ve vücuhların mahşeri olan mes’elede cem’eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer’i bir garaza sevk ve herbir vechi bir vaz [25.09.2023 18:08] Annem: , çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve manevî hastalıklarını Hakîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan ve ey mübarek ellerinde mevcud olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’anın otuzüç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile isbat eden ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zaîf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâm’a can feda eder derecesinde acıyarak kendine fenalık etmek isteyenlere Kur’anın hakikatıyla ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan ve yazdığı mühim eserlerinden Âyet-ül Kübra’nın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’anın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirdlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’anı o dershanede hatmettirerek çıkaran; ve o musibette Kur’anın kuvve-i kudsiyesiyle ve Risale-i Nur’un tesellisiyle ve kardeşlerin tahammülleriyle ihtiyar ve zaîf olduğu halde bütün ağırlıklarımızı ve yüklerimizi üzerine alan ve yazdığı Meyve ve Müdafaaname risaleleriyle Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazıyla ve Risale-i Nur’un kuvvetli bürhanlarıyla ve şakirdlerin ihlası ile, izn-i İlahî ile o zindan kapılarını açtırıp beraet kazandıran ve o günde bize ve âlem-i İslâma bayram yaptıran ve hakikaten Risale-i Nur’ları “Nurun alâ nur” olduğunu isbat ederek kıyamete kadar serbest okunup ve y [25.09.2023 18:09] Annem: ŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler. Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor. Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir. ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi [25.09.2023 18:10] Annem: Said Nursî * * * (Emin ve Küçük Hüsrev Feyzi’nin bir fıkrasıdır) Hizmet-i Kur’aniyede bizi sebkat eden sadık, hâlis, metin, vefakâr kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve Rüşdü gibi zâtlar, Risale-i Nur hâdimlerine, vazifelerinin makbuliyetine bir emare olarak ihsan olunan bereket hakkında müteaddid fıkralar yazmışlar. Biz de bu kardeşlerimizin fıkraları gibi, bu yakın zamanlarda beraber tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisatı kaydedeceğiz. Nümune için yalnız bir kısmını beyan ederiz. Birisi şudur ki: Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çıkmıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, hem üçer şekerle içilmesini emir buyurdular. Hepimiz, üçer şekerle ikişer çay içtik. Yalnız Emin kardeşimiz bir şeker kendisine noksan olarak içmiş. Akşam üzeri, Risale-i Nur’un menba-ı intişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutusuna sarfolunan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz şekerden fazla almamış. Emin “Fesübhanallah” der; onyedi şeker yerine kutu sekiz şekerle dolsun, diye taaccüb ettik. İşte bu vakıa, bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki; bu sır Risale-i Nur’a, hâdimlerine bir inayet-i İlahiye ve bir iltifat-ı Rabbaniyedir. İkincisi: Yine aynı günde ben, yani Mehmed Feyzi, evvelce yazıp Üstadıma teslim ettiğim Hücumat-ı Sitte Risalesi’ni bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevkalme’mul bir surette bulunmaz. Birden o anda, âdetlerinin hilafına olarak hiç vuku’ bulmamış bir tarzda, bir hâdise zuhuruyla, gözlüklerini bırakarak merdiven tarafına müteveccih olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur’un intişarına ve hizmetine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene doğru, zahiren ziyaret maksadıyla yürüdüğü görülür. Üstadın telaşlı olduğunu hisseder. Üstad, onun nazarını öteki hâdise-i bedeniyeye çevirir, ona der: “Görüyorsun ki ben mazurum, ziyareti başka güne bırak.” O da döner, gider. Hem Mehmed Feyzi, hem Hücumat-ı Sitte, hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu. Evet Hücumat-ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilaf-ı âdet halet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması, kat’iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hâdise Risale-i Nur’un ihlaslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz u inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şübhe bırakmıyor. Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben -yani daimî hizmetçisi Emin- ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hâdise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyan-ı hayret bir hâdisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş. Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekserî yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve sühulet, hem kalbimizde bir [25.09.2023 18:10] Annem: Yirmibeşinci Söz'den) İKİNCİ CİLVE Kur’anın şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur’an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidadça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları Kur’anın يَا اَهْلَ الْكِتَابِ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve يَا اَهْلَ الْكِتَابِ lafzı يَا اَهْلَ الْمَكْتَبِ manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَ بَيْنَكُمْ sayhasını âlemin aktarına savuruyor. Meselâ: Şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’ana karşı; bütün nev’-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur’ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ’caz-ı Kur’ana karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya karşı i’caz-ı Kur’anı, قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ âyetinin davasını isbat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur’aniye ile karşılaştıracağız. Birinci derecede: Birinci Söz’den tâ Yirmibeşinci Söz’e kadar olan müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kerre iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’anın i’cazını ve galebesini isbat eder. İkinci derecede: Onikinci Söz’de isbat edildiği gibi, bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir. İşte medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet ve menfî milliyet” bilir. Gayesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı “lehviyat”tır. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır. Amma hikmet-i Kur’aniye ise nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakk”ı kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-yı İlahî”yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine “düstur-u teavünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayatı, “hevesat-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzatına sed çekip ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı [25.09.2023 18:11] Annem: Hem de tarih bize bildiriyor ki: Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyete ittiba’ları nisbetindedir. Başkalarının temeddünü ise, dinleriyle makûsen mütenasibdir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki: Mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzed olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline (emellerine) neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı -yani din-i hak olan dane-i hakikatı- elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki; herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev’-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraat-ül istihlal vardır. Ey insafsızlar! Umum âlemi yutacak, birleştirecek, besleyecek, ziyalandıracak bir istidadda olan hakikat-ı İslâmiyeti nasıl dar buldunuz ki, fukaraya ve mutaassıb bir kısım hocalara tahsis edip, İslâmiyet’in yarı ehlini dışarıya atmak istiyorsunuz. Hem de, umum kemalâtı câmi’ ve bütün nev’-i beşerin hissiyat-ı âliyesini besleyecek mevaddı muhit olan o kasr-ı nuranî-yi İslâmiyeti, ne cür’etle [25.09.2023 18:12] Annem: Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki; bir müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyet’e tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dâhil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mes’ele.. taklid ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyan-ı saire müntesibleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve bürhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyet’e dâhil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dâhil olacaklardır. Hem de tarih bize bildiriyor ki: Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyete ittiba’ları nisbetindedir. Başkalarının temeddünü ise, dinleriyle makûsen mütenasibdir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki: Mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzed olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline (emellerine) neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı -yani din-i hak olan dane-i hakikatı- elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki; herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev’-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraat-ül istihlal vardır. Ey insafsızlar! Umum âlemi yutacak, birleştirecek, besleyecek, ziyalandıracak bir istidadda olan hakikat-ı İslâmiyeti nasıl dar buldunuz ki, fukaraya ve mutaassıb bir kısım hocalara tahsis edip, İslâmiyet’in yarı ehlini dışarıya atmak istiyorsunuz. Hem de, umum kemalâtı câmi’ ve bütün nev’-i beşerin hissiyat-ı âliyesini besleyecek mevaddı muhit olan o kasr-ı nuranî-yi İslâmiyeti, ne cür’etle matem tutmuş bir siyah çadır gibi bir kısım fukaraya ve bedevilere ve mürteci’lere has olduğunu tahayyül ediyorsunuz? Evet herkes âyinesinin müşahedatına tâbi’dir. Demek sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle göstermiştir. S- İfrat ediyorsun, hayali hakikat görüyorsun. Bizi de techil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak?.. C- Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?… Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım [25.09.2023 18:12] Annem: nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bak [25.09.2023 18:13] Annem: Yirmiyedinci Mektub’un Lâhikasının Zeyli بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sıddık kardeşlerim! Bu defa şehid merhum Hâfız Ali’nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi’nin edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım. 6(*) Risale-i Nur’un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hâfız Mustafa’nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kabl-el vuku’ mektublarımdaki ehemmiyetli davalarıma bu uzun mektub tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zât mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları ya tayy veya ta’dil etmeyi münasib gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasib görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmiyedinci Mektub’un veya lâhikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünki umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir. Bu zât, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi bir şahs-ı manevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitab ediyor. Ben baktıkça, birden itirazkârane “hüsn-ü zannı pek ziyadedir” tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur’aniye manen dedi: “Cesede, libasa bakma; bana bak. O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş.” Ben daha ilişmedim. Yalnız Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakârane tabiratı ta’dil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar [25.09.2023 18:13] Annem: söylediğin o mübarek ve mukaddes kelâmlara pek büyük yümünler, feyizler ve berekât-ı İlahiye terettüb eder. Ve keza cumhur-u mü’minîn ve muvahhidînin o kelimat-ı mübarekeden kalben zevkettikleri mâ-i hayatı ve şarab-ı cenneti, sen de o mukaddes maşrapalardan içersin… İ’lem! Kavaid-i usûliyedendir ki: Bir mes’ele hakkında isbat edenin sözü nefyedenin sözüne müreccahtır. Çünki isbat edenin yardımcıları var, sözünde kuvvet olur. Nefyedenin yardımcısı olmadığından tek kalır, sözünde kuvvet yoktur. Hattâ bin adam bir şeyi nefyederse, bir adam gibidir. Bin adam da isbat ederse, isbat edenlerin her birisi bin olur. Çünki hepsi bir şeye bakıyorlar. Ve bir noktaya parmak bastıklarından birbirini takviye ediyorlar. Nefyedenlerde birbirini takviye etmek yoktur, her birisi tek kalır. Meselâ: Bin pencereden bir yıldızı görüp isbat eden bin adamın her birisi ötekisine yardımcı olur, sözünü takviye eder. Çünki o bin adam, parmakla işaret eder gibi, o şeyi isbat ediyorlar. Nefyedenler öyle değildir. Çünki nefy için sebeb lâzımdır. Sebebler de ayrı ayrı olur. Meselâ: Birisi “Gözümde za’fiyet var, göremedim.”, ötekisi “Evimizde pencere yok.”, ötekisi “Soğuktan başımı kaldırıp bakamadım.” der. Ve hâkeza… Her birisi nefyine, müddeasına ayrı bir sebeb gösterdiğinden, kendisince yıldızın bulunmaması, nefs-ül emirde de yıldızın bulunmamasına delalet etmez ki birbirine yardımcı olsun. Binaenaleyh bir mes’ele-i imaniyenin nefyi hakkında ehl-i dalaletin ittifakları haber-i vâhid hükmündedir, tesiri yoktur. Amma ehl-i hidayetin mesail-i imaniyede olan sözleri, her birisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder… İ’lem Eyyühel-Aziz! (=Ey aziz kardeşim bil ki) Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz’ü de o şeye muhtaçtır. Meselâ: Bir şecerenin meydana gelmesi için ne lâzım ise, bir semerenin vücuduna da lâzımdır. Öyle ise, semerenin Hâlıkı, şecerenin de Hâlıkı o oluyor. Hattâ arzın ve şecere-i hilkatin de Hâlıkı, o Hâlık olacaktır. İ’lem Eyyühel-Aziz! İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mes’ele var ki [25.09.2023 18:14] Annem: Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir. Beşinci Sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatalara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer? Elcevab: Kadîr-i Zülcelal, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men’edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terkedilir. Ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması [25.09.2023 18:14] Annem: Birinci Esas: Benî-İsrail ülemasının bir kısmı müslüman olduktan sonra, eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman olmuş, İslâmiyete malolmuş. Halbuki o eski malûmatlarında yanlışlar var. O yanlışlar, elbette onlara aittir, İslâmiyete ait değildir. İkinci Esas: Teşbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telakki edilir. Meselâ: Küçüklüğümde Kamer tutuldu. Ben vâlideme dedim: “Neden ay böyle oldu?” Dedi: “Yılan yutmuş.” Dedim: “Daha görünüyor?” Dedi: “Yukarıda yılanlar cam gibi olup, içlerinde bulunan şeyi gösterirler.” Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve der idim ki: “Bu kadar hakikatsız bir hurafe, vâlidem gibi ciddî zâtların lisanında nasıl geziyor?” diye düşünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalaa ettiğim vakit gördüm ki: Vâlidem gibi öyle diyenler, bir teşbihi hakikat telakki etmişler. Çünki derecat-ı Şemsiyenin medarı olan “mıntıkat-ül büruc” tabir ettikleri daire-i azîme, menazil-i Kameriyenin medarı bulunan mail-i Kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire herbiri iki kavis şeklini vermiş; o iki kavise felekiyyun üleması latif bir teşbih ile büyük iki yılan namı olan “tinnineyn” namını vermişler. İşte o iki dairenin tekatu’ noktasına, baş manasına “re’s”, diğerine kuyruk manasına “zeneb” demişler. Kamer re’se ve Şems zenebe geldiği vakit felekiyyun ıstılahınca “haylulet-i Arz” vuku bulur. Yani Küre-i Arz tam ikisinin ortasına düşer, o vakit Kamer hasfolur. Sâbık teşbih ile “Kamer, tinninin ağzına girdi.” denilir. İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avamın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, Kamer’i yutacak koca bir yılan şeklini almış. İşte Sevr ve Hut namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i latif-i kudsî ile ve manidar bir işaretle Sevr ve Hut namıyla tesmiye edilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikata inkılab etmiş, âdeta gayet büyük bir öküz ve dehşetli bir balık suretini almışlar [25.09.2023 18:16] Annem: اَلنُّكْتَةُ الْخَامِسَةُ : لاَ بُدَّ لِى وَ لِكُلِّ اَحَدٍ اَنْ يَقُولَ حَالاً وَ قَالاً وَ مُتَشَكِّرًا وَ مُفْتَخِرًا : حَسْبِى مَنْ خَلَقَنِى وَ اَخْرَجَنِى مِنْ ظُلْمَةِ الْعَدَمِ وَ اَنْعَمَ عَلَىَّ بِنُورِ الْوُجُودِ . وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى حَيًّا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ نِعْمَةَ الْحَيَاةِ الَّتِى تُعْطِى لِصَاحِبِهَا كُلَّ شَيْءٍ وَ تُمِدُّ يَدَ صَاحِبِهَا اِلَى كُلِّ شَيْءٍ . وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى اِنْسَانًا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ بِنِعْمَةِ اْلاِنْسَانِيَّةِ الَّتِى صَيَّرَتِ اْلاِنْسَانَ عَالَمًا صَغِيرًا اَكْبَرَ مَعْنًى مِنَ الْعَالَمِ الْكَبِيرِ. وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مُؤْمِنًا فَاَنْعَمَ عَلَىَّ نِعْمَةَ اْلاِيمَانِ الَّذِى يُصَيِّرُ الدُّنْيَا وَ اْلاَخِرَةَ كَسُفْرَتَيْنِ مَمْلُوئَتَيْنِ مِنَ النِّعَمِ يُقَدِّمُهَا اِلَى الْمُؤْمِنِ بِيَدِ اْلاِيمَانِ . وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مِنْ اُمَّةِ حَبِيبِهِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ فَاَنْعَمَ عَلَىَّ بِمَا فِى اْلاِيمَانِ مِنَ الْمَحَبَّةِ وَ الْمَحْبُوبِيَّةِ اْلاِلهِيَّةِ الَّتِى هِىَ مِنْ اَعْلَى مَرَاتِبِ الْكَمَالاَتِ الْبَشَرِيَّةِ وَ بِتِلْكَ الْمَحَبَّةِ اْلاِيمَانِيَّةِ تَمْتَدُّ اَيَادِى اِسْتِفَادَةِ الْمُؤْمِنِ اِلَى مَا لاَيَتَنَاهَى مِنْ مُشْتَمِلاَتِ دَائِرَةِ اْلاِمْكَانِ وَ الْوُجُوبِ . وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ فَضَّلَنِى جِنْسًا وَ نَوْعًا وَ دِينًا وَ اِيمَانًا عَلَى كَثِيرٍ مِنْ مَخْلُوقَاتِهِ فَلَمْ يَجْعَلْنِى جَامِدًا وَ لاَ حَيَوَانًا وَ لاَ ضَالاًّ فَلَهُ الْحَمْدُ وَ لَهُ الشُّكْرُ . وَ كَذَا حَسْبِى مَنْ جَعَلَنِى مَظْهَرًا جَامِعًا لِتَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِهِ وَ اَنْعَمَ عَلَىَّ بِنِعْمَةٍ لاَ تَسَعُهَا الْكَائِنَاتُ بِسِرِّ حَادِيثِ (لاَ يَسَعُنِى اَرْضِى وَ لاَ سَمَائِ وَ يَسَعُنِى قَلْبُ عَبْدِىَ الْمُؤْمِنِ) يَعْنِى اَنَّ الْمَاهِيَّةَ اْلاِنْسَانِيَّةَ مَظْهَرٌ جَامِعٌ لِجَمِيعِ تَجَلِّيَاتِ اْلاَسْمَاءِ الْمُتَجَلِّيَةِ فِى جَمِيعِ الْكَائِنَاتِ [25.09.2023 18:16] Annem: بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmibeşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şâheserdir. İhtiva ettiği hayretbahş hakaik itibariyle âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymetdar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye isbat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilm ü irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u ârifane ile mütalaa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz. İ’caz-ı Kur’an’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’an’da sabit olmam hakkındaki duanızı taleb ve istirham ederim, efendim. Re’fet * * * (Binbaşı merhum Âsım Bey’in fıkrasıdır) Envâr-ı Kur’aniye mizan ve bürhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler namındaki risale-i şerifeler fakiri ihya ediyor, kalbimi nurlandırıyor.  هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Çoktan beri aramakta iken lehülhamd Cenab-ı Hak [25.09.2023 18:17] Annem: MAKALE...... YUNANİSTAN’IN FAALİYETLERİ

Yunanistan’ın Türkiye ile sâdece Kıbrıs Meselesi yoktur. Akılalmaz senaryolar düzenliyorlar. “Bizans”ı hortlatma bunlardan biridir. Atina’da, Hıristiyan Ortodoks Bizans Kurtuluş Hareketi (BAKHO) Teşkilâtı kurulmuştur. Rusya ve Balkanlar’daki Ortodoksları bu gâye etrafında birleştirip Türkiye’ye karşı şer ittifakı ile kullanmakta ve teşkilâtlandırmaktadır. İngilizce kaleme alınan bildiride şöyle denmektedir;
“Bizans yeniden doğdu Allah ve İsâ bizimledir. Bizans’ı yüzlerce sene işgâlleri altında tutan barbar Türkler’e karşı, Elenizm sesini yükselterek “Artık yeter!” demenin zamanı geldi. Bizans İmparatorluğu sınırları içinde Konstantinopolis (İstanbul) ve İmparatorluğun her köşesinden söküp atıncaya kadar vuracağız. Turistik amaçlarla Bizans’a gitmeyi tasarlayanlar vazgeçsinler. Çünkü hiç beklemedikleri bir anda kendilerini çok sıcak bir çatışmanın içinde bulabilirler. Türkiye’nin artık yok olmasının zamanı geldi ve kurtulmayacak yok olacaktır. Bunu kimse önleyemez. Birleşmiş Milletler’i, Avrupa Konseyi’ni ve Avrupa Birliği ile dünyayı yöneten ülkeleri Bizans’ı barbar ve kültürsüz Türklerin elinden kurtarmaya davet ediyoruz.”         Mustafa Necâti Özfatura TÜRKİYE GAZETESİ

GÜNÜN TARİHİ........NİĞBOLU ZAFERİ

Osmanlıların Avrupa’da ilerlemelerinden sonra, sıranın kendilerine geldiğini anlayan Macar Kralı, öteki Avrupa devletlerinden yardım istedi. Bunun üzerine Fransa, İngiltere, Almanya ve diğer ülkelerin askerleri Macaristan’da toplandılar. Bu ordu, Türkleri Avrupa’dan çıkarmak için harekete geçti. Geçtikleri yerlerdeki halka zulmederek ilerleyen Haçlılar, Niğbolu Kalesi’ni kuşattılar. Yıldırım Bâyezid Hân, ordusunun başında hemen harekete geçti. Kaledeki Türk askerleri çok azdı. Ancak kale komutanı Doğan Bey, çok değerli bir komutandı. Kaleyi teslim etmeyerek Yıldırım Bâyezid’e zaman kazandırdı. Osmanlı Ordusu kısa zamanda Niğbolu önlerine geldi. Burada 25 Eylül 1396 günü tarihin en büyük meydan savaşlarından biri yapıldı. Haçlı ordusu yenildi. Bu savaşta Haçlılar 100-120 bin, Osmanlılar ise, 60-70 bin kişi idiler.

25.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [25.09.2023 18:17] Annem: • Niğbolu Zaferi (1396) 'İbadet yetmiş iki bölümdür. Onların yetmiş biri Allah Teâlâ’dan hayâ etmek, diğeri de bütün iyiliklerdir.' Ebû Bekir el-Kettânî [kuddise sırruhû] Semerkand Takvimi [25.09.2023 18:17] Annem: Akşemseddin Hazretlerinden [kuddise sırruhû] Nasihatler Her işe besmele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği âdet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükret, belaya sabret. Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Kimseye kızma, eziyet ve cefa etme. Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine haset etme. Kimseyi kötüleyip, atıp tutma. Senden üstün kimsenin önünden yürüme. Dişin ile tırnağını kesme. Ayakta pantolon giymekten sakın. Misvakı başkasıyla beraber kullanmak uygun olmaz. Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilavet kıl, Kur’ân-ı Kerîm oku. Daima Allah Teâlâ’yı zikret. Kendini başkalarına methetme. Nâmahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp viran eyleme. Düşen şeyi alıp temizleyerek yersen, fakirlikten kurtulursun. Edepli, mütevazi ve cömert ol. Tırnağınla dişini kurcalama. Elbiseni, üzerinde dikmekten sakın. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur. Semerkand Takvimi [25.09.2023 18:18] Annem: “Başa gelen bir sıkıntı sebebiyle hiç biriniz ölmeyi istemesin. Eğer ölümü istemek zorunda kalırsa şöyle desin: Allah’ım yaşamak benim için hayırlı ise bana hayat ver, ölmek benim için hayırlı olduğu zaman canımı al.” (Buhari, Merda 19, Müslim, Zikir 10) [25.09.2023 18:19] Annem:  Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. el-İSR Sûresi 13.Ayet [25.09.2023 18:19] Annem: ŞÜKÜR SECDESİ Şükür secdesi bir nimetin kazanılmasından veya bir felâket ve musibetin atlatılmasından dolayı kıbleye dönerek tekbir alıp secdeye varmak, secdede iken Allah'a hamd ve şükür ettikten sonra yine tekbir alarak ayağa kalkmaktır. Hz. Peygamber'in ve ashabın ileri gelenlerinden birçoğunun çeşitli sebeplerle şükür secdesi yaptıklarına dair rivayetler bulunduğu için şükür secdesi bu gibi durumlarda müstehap kabul edilmiştir. Bu bakımdan bir kimse kendisi için önemli olan bir sonuca ulaştığı ve yine kendisi için tehlikeli olan sonuçtan beri olduğu her durumda şükür secdesine kapanabilir. ...Daha az [25.09.2023 18:20] Annem: Yanlış bildiklerimizi atabilsek, beynimizin yükü o kadar hafiflerdi ki.[Cenap Şahabettin] [25.09.2023 18:20] Annem: ÇOCUKLAR ARASINDA AYRIM YAPMAMAK Allah; kullarına karşı adil olduğu gibi, kullarının da birbirle- rine karşı adaletli davranmalarını emretmektedir (Nahl, 16/90). Bu ilahi emir, aynı zamanda ana-babanın çocuklarına karşı göstereceği ilginin de esasını oluşturmaktadır. Her çocuk farklı yaratılıştadır. Biri bir işte yetenekliyken diğe- ri başka konularda yetenekli olabilir. Bir çocuğumuzun hoşu- muza giden bir yönü ya da özelliği, ona diğerlerinden ayrı bir muamele göstermemize sebep olmamalıdır. Peygamberimizin yanına çocuklu bir adam gelmişti. Adam ço- cuğunu öpüp dizine oturttu. Derken bir de kızı geldi. Onu da önüne oturtunca Rasûlüllah (s.a.s.); “Aralarında eşit muamele yapacak mısın?” diye ikazda bulundu (Buhârî, “Edeb”, 12-13). Peygamberimizi örnek alarak çocuklarımız arasında her açı- dan adaletli davranalım ve hiçbir konuda ayrım yapmayalım. DİNÎ KAVRAMLAR SIRÂT-I MÜSTAKÎM İnişi ve yokuşu olmayan, dümdüz, işlek, açık, doğ- ru ve büyük yola /caddeye denir. Sırâtı Müstakîm, bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri Allah yolu- nun, bir tek Allah’ı kabul esasına dayalı tevhîd dini- nin en bariz niteliğidir; bü- tün peygamberlerin, sâlih, sâdık, muttakî ve Allah’ın hidayete erdirdiği insanla- rın izlediği yoldur. ÖZLÜ SÖZ Bilmiş ol ki kötü ahlaklı güzel yüz bir para etmez. (Mevlâna) [25.09.2023 18:21] Annem: Süphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir atese sokacagiz; onlarin derileri pisip aci duymaz hale geldikçe, derilerini baska derilerle degistiririz ki aciyi duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir (NİSA/56) Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yapti ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca tasiyacaginiz evler; yünlerinden, yapagilarindan ve killarindan bir süreye kadar (faydalanacaginiz) bir ev esyasi ve bir ticaret mali meydana getirdi  (NAHL/80) Bununla, karinlarinin içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir!  (HAC/20) Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bikilmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi Rablerinden korkanlarin, bu Kitab'in etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'in zikrine isinip yumusar Iste bu Kitap, Allah'in, diledigini kendisiyle dogru yola ilettigi hidayet rehberidir Allah kimi de saptirirsa artik ona yol gösteren olmaz  (ZÜMER/23) Nihayet oraya geldikleri zaman kulaklari, gözleri ve derileri, isledikleri seye karsi onlarin aleyhine sahitlik edecektir  (FUSSİLET/20) Siz ne kulaklarinizin, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize sahitlik etmesinden sakinmiyordunuz, yaptiklarinizdan çogunu Allah'in bilmeyecegini saniyordunuz  (FUSSİLET/22) Yayilmis ince deri üzerine,  (TUR/3) Derileri kavurup soyar  (MEARIC/16) [25.09.2023 18:21] Annem: İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur. "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler." İbnu Abdilberr, Câmi'ul-Beyâni'l-İlm ve Fadlihi'de kaydetmiştir 2,9. [25.09.2023 18:21] Annem: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır. [Bakara Sûresi.164] [25.09.2023 18:21] Annem: “Allah’ım! Seni zikretmek, nimetlerine şükretmek ve sana en güzel biçimde ibadet etmek konusunda bana yardım eyle.” (Ibn Huzeyme, Duâ, No:751;Ibn Ebû Şeybe,Duâ,42,No:29391) [25.09.2023 18:21] Annem: Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.[Bâki] [25.09.2023 18:22] Annem: AZÎZAN Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder. 1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab. Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî) 2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri. [25.09.2023 18:23] Annem: Hoparlörle ezan okumak caiz midir? Ezan, namaz vakitlerini ilan olduğu için, ezanın bilinen sözlerini muhafaza etmek kaydıyla bu ilanın, hoparlörle veya hoparlörsüz yapılması arasında dini açıdan bir fark yoktur. Asıl olan, ezan ile amaçlanan duyuru ya da ilanın kapsam alanını genişletmektir. Nitekim tarihi süreç içinde bu gayenin sağlanması için Müslümanlar çeşitli arayışlar içine girmişler ve Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde olmadığı halde minareler inşa etmişlerdir. Hoparlör sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Hoparlörden çıkan ses, aksi seda (yankı) değil; mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla, daha uzaklardan duyulması için ezanın hoparlörle okunmasında dinen bir sakınca yoktur. [25.09.2023 18:24] Annem: 23 Arınma ve Korunma Ayı Ramazan “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehenne- min kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”18 Hz. Enes anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s.)’a “Ramazan’ın dışın- da hangi oruç efdaldir?’’ diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: “Ra- mazan’ı ta’zim için Şa’ban ayı”. Tekrar soruldu: “Hangi sadaka efdaldir?’’ “Ramazanda verilen’’ cevabını verdi.’’19 Ramazan ayının dinî olduğu kadar toplumsal bir yönü de vardır ki, bu da din sosyolojisi açısından incelenmeye değer bir husustur. Modernleşme sürecinde sürekli bireysel hayatın öne çıktığı, insanların yalnızlığa itildiği, özellikle Batı toplum- larında gün geçtikçe yalnız yaşayan ve evlerinde yalnız olarak ölüp günlerce sonra dışarıya sızan kokudan öldüğü fark edilen bir dünyada Ramazan ayı Müslüman toplumlar için bir ilaç, bir sosyolojik kurtuluş aracı vazifesi de görmektedir. Zekâtın bu ayda verilmesinin teamül hâline getirilmesi, fitre uygula- ması; iftar sofralarında bereketin, kardeşliğin, sıcaklığın, dost- luğun, kaynaşmanın kendisini göstermesi ve her Ramazan’da çiçek açar gibi yeniden açması muhteşem bir zenginliktir. Minareler arasında parlayan mahyalar işte bütün bunlardan dolayı “ON BİR AYIN SULTANI Y ŞEHR-İ RAMAZAN” diye haykırmaktadır. Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed (s.a.s.), ashabını çeşitli ve- silelerle aydınlatıyor, Cahiliyye döneminin karanlıklarını birer birer silmeye çalışıyor ve bunun için her türlü vesile ve imkân- lardan istifade ediyordu. Çok önemli bulduğu hususları za- man zaman hutbeden dile getiriyordu. Bir defasında, yine çok önemli konulardan birisi olan Ramazan ile ilgili bilgilendirici konuşma yapmak istemiş ve bunu hutbede dile getirmişti. Sel- man-ı Farisî konuyu şöyle rivayet etmektedir: 18 Buhari, Savm 5 19 Tirmizi, Zekât 28 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 23 27.04.2019 00:11:19 [25.09.2023 18:24] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 9 3 ∙∙∙ örneklerini oluşturur: “Allah gökte bir emre karar verdi- ği zaman melekler Allah’ın sözüne (kelâm) boyun eğerek kanatlarını çırparlar. O söz sanki bir taş üzerindeki zin- cirin sesi gibidir...”96; “Allah’ın kelâmının diğer kelâmlara olan üstünlüğü, Allah’ın mahlûkata üstünlüğü gibidir.”97 Diğer sıfatları gibi kelâm sıfatı da Allah’ın yetkinliğinin ve noksanlıktan uzak oluşunun bir gereğidir.98 Allah Teâlâ hayat, ilim, irade ve yaratma gibi sıfatlara sahip- tir. Tüm kâinatı ve insanları yaratan fakat yarattığı var- lıklarla herhangi bir bağlantısı olmayan, onlara kendin- den bahsedemeyen, doğru yolu göstermeyen ve onları yönlendirmeyen bir varlık eksik demektir. Allah’ın insan da dâhil olmak üzere tüm varlıklar ve kâinat üzerinde tam anlamıyla hükümran olması, yarattıklarına birtakım emirler verip yasaklar koymasıyla gerçekleşir. Bu emret- me ve yasaklama ise ancak konuşma sıfatıyla mümkün- dür. O, konuşma özelliğiyle insanlara hitap edip onları birtakım emir ve yasaklarla sorumlu tutar, buna karşılık mükâfat ya da ceza vaadinde bulunur. Bu şekilde de her şeyin yaratıcısı ve tek hâkimi olduğu gerçeğini insanların kavramasını sağlar. Yani Allah’ın kelâmının bulunması, dolayısıyla O’nun mütekellim (kelâm sahibi, konuşan) olması, insanın sorumluluğu ve bu sorumluluğun ona bildirilmesi (ilâhî teklif) için gereklidir. Başka bir varlığa hitap edememek ve konuşamamak, bir eksikliğin göstergesidir. Nitekim Allah Teâlâ, kendisine ortak koşanların (müşrikler) ilâh edindiği putların ko- nuşamamalarını onların âcizliği ve eksikliğine bir işaret 96 Buhârî, “Tevhîd”, 32; “Tefsîru sûreti Sebe”, 1; Tirmizî, “Tefsîr”, 35; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 19-20. 97 Tirmizî, “Sevâbü’l-Kur’ân”, 25; Dârimî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 6. 98 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, 74. ALLAHA İMAN.indd 93 12.03.2015 09:09:00 [25.09.2023 18:24] Annem: Ravi: Ebu Zerr (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim her ayda üç gün oruç tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teala hazretleri bu hususu te'yiden kitabında şu ayeti indirdi: "Kim bir hayır işlerse o kendisinden on misliyle kabul edilir" (En'am 160). Bir gün on misliyle kabul ediliyor." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Savm 54, (761), Nesai, Savm 82, (4, 219) Hadisin Açıklaması: Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ay içerisinde üç gün oruç tutmada ısrar ettiğini, ancak bu üç günün muayyen günlerde olmamasına da şuurla dikkat ettiğini göstermektedir. Alimler, ayın belli günlerinde ısrar etmemesini, farz telakki edilmesi endişesiyle izah ederler: "Eğer hep aynı günlerde oruç tutsaydı halk bu günlerde oruç tutmayı farz telâkki ederdi" derler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın her ay farklı günlerde nafile oruçlar tutmuş olması Ashab ve sonrakilerde farklı telakkiler hâsıl etmiştir: * Bazı rivayetler bu üç günü eyyâm-ı bî'z olarak tarif eder. Bu günler kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleridir. * Bazılarına göre bunlar 12, 13 ve 14. günleridir. * Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den gelen bir rivayette eyyâm-ı bî'z'den murad ayın 12. günü ile ondan sonra gelen iki perşembedir. * Bu nafile oruçlar, Hasan Basrî'ye göre ayın başında, İbrahim Nehâî'ye göre sonunda tutulmalıdır. * Hz. Aişe'ye göre bir ay cumartesi, pazar ve pazartesi günleri; müteakip ay salı, çarşamba ve perşembe günleri oruç tutulmalıdır. * Ümmü Seleme'ye göre müstehab vakit, ayın ilk perşembesi ile onu takip eden pazartesi günleridir. * Bazılarına göre pazartesi ve perşembe günleri tutmak müstehabtır. * Her ayın ilk günü ile onuncu ve yirminci günleri oruç tutmanın müstehab olduğunu söyleyen de olmuştur. * Bir başka görüşe göre her ayın ilk günü ile onbir ve yirmibirinci günlerindeki oruç müstehabtır [25.09.2023 18:31] Annem: Resulullah (sav) taksimden önce ganimetin satılmasını yasakladı. Kaynak: Tirmizi, Siyer 14, (1563) Rivayet: Ebu Said [25.09.2023 18:31] Annem: 19- Cemaatin İmâma Uyması Bâbı 948- Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Said, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Amrûn-Nâkid, Züheyr b. Harb ve Ebû Kûreyb toptan Süfyân'dan rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize SÜfyân b. Uyeyne, Zührî'den rivâyet etti. Dedi ki; — Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir attan düştü de, sağ tarafı zedelendi. Bunun üzerine Uz onu ziyaret için yanına girdik. Derken namaz vakti geldi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize oturarak namaz kıldırdı, biz de arkasında oturarak kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdular: «İmâm ancak kendisine uyulmak için İmâm olmuştur. Binâenaleyh o tekbîr aldığı zaman sizde tekbîr alın, secde etlimi siz de secde edin, başım kaldırdımı sizde kaldırın. İmâm Semiallahu limen hamideh dediği vakit siz: Rabbena veleke'l - hamd deyini İmâm oturarak kılarsa sizde toptan oturarak kılın.» 949- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. Rumh dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbn Şihab'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivâyet etti. Enes: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir atdan düştü de, vücûdu incindi. Bu sebeple bize oturarak namaz kıldırdı.» demiş, sonra yukardaki hadîs gibi rivâyette bulunmuş. 950- Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yunus, İbn Şihab'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir attan düşerek sağ tarafı zedelenmiş. Râvî yukarkilerin hadisleri gibi rivâyet etmiş ve: «İmâm ayakla kıldığı zaman sizde ayakta kılın» cümlesini ziyâde eylemiştir. 951- Bize İbn Ebî Ömer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'n b. Îsâ, Mâlik b. Enes'den, o da Zührî'den, o da Enes'den naklen rivâyet etmiş ki: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ata binmiş ve ondan düşerek sağ tarafı zedelenmiş. Râvî bunu da yukarkilerin hadîsleri gibi rivâyet etmiş. Bu hadîste dahi: «İmâm ayakta kıldığı vakit sizde ayakta kılın.» cümlesi vardır. 952- Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zürî'den naklen haber verdi. Zührî, bana Enes haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) atından düşerek sağ tarafı zedelenmiş, diyerek hadîsi rivâyet etmiştir. Bu hadîste: «Yûnus ve Mâlik» ziyâdesi yoktur. 953- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdetu'bnü Süleyman, Hİşâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalandı da, yanına ashabından bir takım kimseler kendisini dolaşmak için girdiler, müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturarak namaz kıldı. Onlar da ayakta kendisine uyarak namaz kıldılar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara otarmalarını işaret etti. Onlar da oturdular. Namazdan çıkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «İmâm ancak kendisine uyulmak için İmâm yapılmıştır. Binâenaleyh o rükû' ettiği vakit sizde rükû' edin rükû'dan basını doğrulttu mu sizde başlarınızı kaldırın. İmâm ourarak kılarsa sizde oturarak kılın.» buyurdular. 954- Bize Ebû'r-Rabî' ez-Zehrânî rivâyet etti. (Dedi ki):Bize Hammâd (yani İbn Zeyd) rivâyet etti. H. Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb dahi rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. H. Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti, dedi ki: Bize babam rivâyet etti. Bunların hepsi Hişam b. Urve'den bu isnadla bu hadîsin misimi rivâyet etmişlerdir. 955- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. Rumh da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys Efaû'-z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallall [25.09.2023 18:32] Annem: İYİ NİYET VE SAMİMİYET “Oysa kendilerine yalnızca Allah’a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız O’na iman ederek batıl olan her şeyden uzak durmaları, namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları ve zekat vermeleri (mallarının bencillik kirinden arındırılması için karşılıksız harcamada bulunmaları emrolunmuştu. İşte dosdoğru din de budur.” (98 Beyyine 5) “Fakat unutmayın ki, onların ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin iyi niyet ve samimiyetinizdir. İşte bu amaçla onları sizin yararınıza sunuyoruz ki, O’nun sizi doğru yola iletmesine karşılık, O’nun şanını yüceltip tekbir getiresiniz için. (Ey Muhammed!) Öyleyse güzel davrananları müjdele” (22 Hacc 37) De ki: “Kalplerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Zira O göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (3 Âli İmrân 29) 1: Mü’minlerin devlet reisi Ömer ibn Hattab (Allah Ondan razı olsun) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken işittim dedi: “Yapılan her türlü işler kişilerin niyetlerine göre değer bulur. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre bulur. Kimin niyeti Allah ve Rasûlü’nün rızasını kazanmak için İslâm’ı yaşayamadığı yerden yaşayabileceği yere göç etmekse onun hicreti Allah ve Rasûlü nün rızasını kazanmak için olduğun dan değerlendirmesi ona göre yapılıp sevabını ona göre alacaktır. Kim de elde edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadına ulaşmak için hicret etmişse hicretinin karşılığı hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.” (Buhârî, Bedü’l Vahy 1; Müslim,İmârât 155) 2: Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah diye künyelenen Aişe (Allah Ondan razı olsun) dan rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamete doğru bir ordu Kabe’ye saldırmak üzere yola çıkacak, çıplak çöl gibi bir yere geldiklerinde hepsi birden yerin dibine batırılacaklardır.” Aişe (Allah Ondan razı olsun); Ya Rasûlallah onların arasında kütü niyetli olmayanlar veya tıcaret yapmak için gelenler varken hepsi birden nasıl yerin dibine batar? diye sordum. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Evet hepsi birden yerin dibine geçecektir. Ahirette de diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir.” (Buhârî, Büyu’ 49; Müslim, Fiten 4-8) 3: Aişe (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mekke fethinden sonra artık hicret etmek yoktur. Yalnız cihad etmek ve cihad niyetinde olmak vardır. O halde Allah yolunda savaşa çağrıldığınızda hemen katılın.” (Buhârî, Menâkibü’l Ensâr 45; Müslim, Hacc 445) 4: Ebû Abdullah Cabir İbn Abdullah el Ensarî (Allah Onlardan razı olsun)şöyle demiştir: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’le birlikte bir savaşta beraberdik buyurdular ki: “Hasta olmaları yüzünden Medine’de kalıp savaşa katılamayan öyle kimseler var ki; siz bir yolda yürüdüğünüz ve bir vadiyi geçtiğinizde onlar niyetlerinden dolayı sizinle beraber gibidirler.” Başka bir rivayette ise: “Sevap kazanmakta onlar size ortak oldular.” şeklindedir. (Müslim, İmâra 159) Yine Enes (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ile Tebük savaşından döndüğümüzde şöyle buyurdular: “Medine’de bizim arkamızda kalan öyle kimseler var ki; her hangi bir dağ yolunu veya bir vadiyi geçsek onlar da bizimle beraber sevap kazanırlar, onları özürleri alıkoymuştur.” (Buhârî, Meğâzî 81) 5: Ebû Yezîd Ma’n ibn Yezîd İbn Ahnes (Allah Ondan razı olsun)’den rivayete göre –ki bu kimse babası ve dedesi hepsi sahabîdirler– şöyle demiştir: Babam Yezîd sadaka vermek üzere birkaç dînar çıkarmış ve mescidde oturan birinin yanına koymuştu. Ben d [25.09.2023 18:32] Annem: Sa‘d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi: Bir bedevî Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek: - Bana söyleyeceğim bir zikir öğret, dedi. Resûl-i Ekrem ona şu zikri okumasını tavsiye etti: - “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, Allâhü ekber kebîran ve’l-hamdü lillâhi kesîrâ ve sübhânallâhi Rabbi’l-âlemîn, velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-Azîzi’l-Hakîm: Tek olan Allah’tan başka ilâh ve O’nun bir eşi ve benzeri de yoktur. Kudreti ve saltanatıyla Allah en büyüktür. Bitip tükenmeyen hamd O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih ederim. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Azîz ve Hakîm olan Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.” Bedevî: - Bunlar Rabbim için söyleyeceğim dua ve zikirlerdir. Kendim için ne söylemeliyim? dedi. Resûl-i Ekrem: - “Allâhümmağfir lî verhamnî vehdinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver, de” buyurdu. Müslim, Zikir 33-36 [25.09.2023 18:33] Annem: “Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah’a tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar…” Tahrim, 66/8 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [25.09.2023 18:33] Annem: Müşteri kızıştıran, riba yemiş haindir. Bu iş, batıl bir aldatmadır, helal değildir." (Buhari bunu senetsiz olarak ve sahabe sözü şeklinde rivayet etmiştir.) Buhari, Büyu 60 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [25.09.2023 18:33] Annem: Resûl-i Ekrem Efendimizin Dünyaya Teşrifleri 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı. Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü. Göz­yaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan edilmişti! Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tev­hid” inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruh­ları ve kalpleri kasıp kavurmuştu. Gö­nüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı! Hakikî sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu. İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm kamçısı al­tında mazlum inim inim inler hale gelmişti. Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu. Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuv­vetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti! İşte, o zât geliyordu! Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz in­san, Allah’ın Son Peygamberi geliyordu! Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geli­yordu! O An… Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık, ken­disine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana “hoş-âmedî”de bu­lunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi. Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi. Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi. Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti. Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı! Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan için­de adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din / Nura garkoldu semâvât-ü zemin” di­ye haykırdı. Annesinin Dilinden… Yeryüzünde hiçbir anneye nasip olmayan eşsiz şerefe maz­har kılınan aziz anne Hz. Âmine, o mesut ânı şöyle anlatır: “Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyada karşıma bir zât çıkıp dedi ki: “‘Ya Âmine! Bil ki sen, âlemlerin hayrına hamilesin. Do­ğurunca ismini Mu­hammed koy ve halini hiç kimseye açma!’ “Derken, doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Ab­dül­mut­ta­lib, Kâbe’yi ta­vafa gitmişti. Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Korkudan eri­yecek gibi oldum. Bir de ne göreyim: Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku kaygı adına hiçbir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım: Bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi dikip içer içmez beni bir nur (denizi) sar­dı. Ve Muhammed dünyaya geldi.”[1] Aziz anne, doğum sonrasını ise şöyle anlatır: “Gördüm ki doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe’­nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım: Secdede. Parmağını da göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir ses işit­tim: ‘Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin; ta ki mahlûklar, Mu­hammed’i ismiyle, sıfatıyla, suretiyle tanısınlar!’ Biraz son­ra bulut gözden kay­bolup gitti.”[2] Aynı gece Hz. Âmine, bir nur görmüş ve bu nurun aydınlığında Şam’ın sa­ray ve köşklerini seyretmiştir.[3] Şifa ve Fâtıma Hâtun’un Müşâhedeleri Kâinatın Efendisi dünyaya teşrif buyurdukları sırada [25.09.2023 18:36] Annem: HÜZÜN DOLU BIR MEVSIM Sonbahar üzerine neler yazılmadı ki... Herkes gönlüne düşeni ya bir deneme ya da bir şiirle dile getirdi. Kimi zaman sevinç, kimi zaman heyecan kimi zaman da bir hüzün, sadırdan satırlara yansıdı. Okulların açılması, kış hazırlıkları ile yoğun bir şekilde sonbaharı yaşıyoruz. Bu mevsime; cüzdanların boşaldığı, kart limitlerinin yükseldiği, hesapların da şaştığı bir zaman diyebiliriz. Oduncu, kömürcü sevinir, dondurmacı üzülür. Köylü çalısını çırpısını toplar, tohumunu dağıtır kışı bekler.Ayrılıkların netleştiği, güneşin görüşlerini kısalttığı, canlıların cansızlaştığı, tabiatın uykuya daldığı, gündüzlerin yaz gibi göründüğü, gecelerin buz gibi olduğu bir zamanın hüzünlüleri hep olagelmiştir.Sonbahar masumdur. Sonbahar sevimlidir. Sonbahar hüzünlüdür. Sonbahar son bakıştır. Sonbahar belli ki bir hatırlatıştır. Sonbahar bir şiirle karşılar, bir hüzünle konuk edilir, bir masalla uğurlanır. Onu tanımadığınız adreslerde ararken susuzluğunuzda bulur, vahalarda yüreğine dokunur, son nefesinize yetiştirdiği kuru bir yaprakla kaybedersiniz.”Ama sonbahar olmasaydı ilkbahar olur muydu dersiniz? “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.” Biz baharın sonunu da, ilkini de severiz. Biz zamanı severiz, sevmeliyiz. Anı yaşamak. Eğer zamanın kıymeti bilinirse kışın yazı, zemheride baharı yaşayabiliriz. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [25.09.2023 18:36] Annem: ❝Güldüren de O’dur, ağlatan da.❞ | Necm Suresi, 43 [25.09.2023 18:38] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Başkasına sütünden istifade etmesi için verilecek bir hayvan olarak, sütlü deve ve bol sütlü koyun ne muvafıktır. Sabah bir kap, akşam bir kap süt verir." Kaynak : Buhari, Hibe 35, Eşribe 14, Müslim, Zekat 73, (1019) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [25.09.2023 18:39] Annem: [Hadis No : 3634] Yine Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyeti şöyledir: "Hz. Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale geldim. Durumu Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a zikrettim -veya ona zikredildi-. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:   Öyle yapma, (her seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz abdestiyle abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!" buyurdular." Ebu Dâvud, Tahâret 93, (203). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [25.09.2023 18:39] Annem: “Allah’ım! Bana verdiğin rızık konusunda beni kanaat sahibi yap ve o rızkımı bereketli kıl. Zayi olan her nimetin daha hayırlısını bana ihsan eyle.” (Hâkim, De’avât, No:1878) [25.09.2023 18:40] Annem: Bir Ayet Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. (Hicr, 15/9) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [25.09.2023 18:40] Annem: Bir Hadis İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup ameli güzel olandır. (Tirmizî, Zühd,21) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [25.09.2023 18:40] Annem: Bir Dua Allahım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle, bizden razı ol, (amellerimizi) kabul eyle,bizi cennetine koy, bizi cehennemden kurtar ve bizim her halimizi ıslah eyle. (İbn Mâce, Dua, 2) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [25.09.2023 18:41] Annem: Abdullah b. Mes’ûd’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın benden önce bir topluma gönderdiği her peygamberin ümmeti içinde havârileri ve sünnetine tâbi olup emirlerine uyan dostları vardır...” (M179 Müslim, Îmân, 80) [25.09.2023 18:42] Annem: 89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNY VE'L-ÂHİRETİ 1- Erkek Mürted İle Kadın Mürteddenin Hükümleri -(Bir Mıdır Yâhud Ayrı Mıdır?) -Abdullah İbn Umer, Ez-Zuhrî, İbrâhîm En-Nahaî: Dînden Dönen Kadın Öldürülür, Demişlerdir-Ve Bunların Tevbe Etmelerini İstemek Babı 2- Farzları Kabul Etmekten Çekinenlerin Ve Dînden Dönmeğe Nisbet Edilenlerin Öldürülmeleri Babı 3- Bâb: Zımmî Olan Yahûdî Ve Hrıstiyan Yâhud Muâhid Gibi Bir Başkası Peygamber'e Sövmeyi Ta'rîz Ettiği Ve "Es-Sâmu Aleyke" Sözü Gibi Sövmeyi Açıkça Söylemediği Zaman?  4- Bab 5- Dînden Çıkan Hâricîler'le Haktan Sapıp Bâtıla Meyleden Mülhidlerin, Da'vâlarının Çürüklüğü İçin Kendilerine Hüccet Getirilmesinden Sonra Öldürülmeleri Babı 6- Ülfet İçin Ve İnsanların Kendisinden Dağılmamaları İçin Hâricîler'le Kıtali Terkeden Kimse Babı 7- Peygamber(S)'İn: "Da'vetleri Bir Olduğu Hâlde İki Büyük Topluluk Birbirleriyle Harb Etmedikçe Kıyamet Kopmayacaktır" Kavli Babı 8- Te'vîl Ediciler Hakkında Gelen Haberler Babı Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNY VE'L-ÂHİRETİ (Mürtedlerin ve Hakk'a Karşı İnâd Eden Kâfirlerin Tevbe Etmelerini istemek, Onlarla Kıtal Etmek, Allah 'a Ortak Koşanın Günâhı, Dünyâda ve Âhiretteki Ukubeti Kitabı) [1] Yüce Allah şöyle buyurdu: "... Çünkü şirk, elbetfe büyük bir zulümdür {Lukmân: 13) [2]; "(And olsun ki sana da9 senden evvelkilere de (şu) vahyolunmuştur:) Eğer ortak tanırsan, celâlim hakkı için, amelin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun" (ez-zumen 65). 1-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şu "îmân eden­ler, bununla beraber îmânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar; işte (ancak) onlardır ki (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. On­lar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (ei-Enâm: 82) âyeti indiği 2amân, bu, Peygamberin sahâbîleri üzerine ağır geldi ve: —  Bizim hangimiz îmânına zulüm karıştırmamıştır! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S): —  "Bu, sizin düşündüğünüz haksızlık değildir. Lukmân Peygam-ber'in sözünü işitmiyor musunuz: Şübhesiz ki (Allah'a) şirk elbette büyük bir zulümdür" buyurdu [3]. 2-....... Bize Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre, babası Ebû Bekre(R)'den tahdîs etti ki, şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyur­du: "Büyük günâhların en büyükleri Allah'a ortak koşmak, ana-baba-ya âsî olmak ve yalan şâhidliğidir". "Yalan şâhidliği" yâhud "Ya­lan söz söyleme"yi UÇ kerre tekrar etti. Peygamber bunu durmadan tekrar ediyordu, nihayet biz: — Keşke sükût etse! dedik [4]. 3-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir A'râbî geldi de: — Yâ Rasûlallah! Büyük günâhlar nedir? diye sordu. Rasûlullah: — "Allah'a ortak kılmaktır" buyurdu. A'râbî: —  Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah: — "Bundan sonra anaya babaya âsî olmaktır" buyurdu. Bedevi: — Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah: —  "el-Yemînu'l~gamûs'tur" buyurdu. Râvî dedi ki: Ben: —  "el-Yemînu'1-gamûs" nedir? diye sordum. O da: — Yemininde yalancı olduğu hâlde, müslümân bir kimsenin ma­lını kesip alan yemindir, dedi [5]. 4-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bir adam Rasûlullah'a: — Yâ Rasûlallah! Câhiliyet zamanında (müslümân olmadan ön­ce) işlediğimiz günâhlardan dolayı ceza görecek miyiz? diye sordu. Rasûlullah (S) şöyle cevâb verdi: —  "Her kim müslümânlıkta güzel hareket ederse, câhiliyet ha­yâtında işlediği günâh ile muaheze olunmaz. Fakat her kim müslü­mânlıkta (sebat etmeyip irtidâd etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür üzere ölürse) o, hem evvelce câhiliyetteki ameliyle, hem de sonra müs-lümân [25.09.2023 18:45] Annem: 19- İslâm Hakikat Üzere Olmadığı Zaman, Sırf İnkiyâd İçin Yâhud Öldürülmekten Korkmaktan Dolayı Olduğu Zaman (MUTEBER OLMAZ) Çünkü Yüce Allah: "Bedeviler îmân ettik dediler. De ki: Siz henüz îmân etmediniz, velâkin henüz îmân kalblerinizin içine girmemiş olduğu hâlde İslâm 'a girdik deyin..." (el-Hucurât: 49/14) buyurdu. İslâm hakîkat üzere olursa böylesi de zikri celîl olan Allah'ın şu: "Hakk dîn, Allah indinde İslâm'dır" (Âli İmrân: 3/19) kavlinin gereği üzere olmuştur. 27 Zuhrî şöyle dedi: Bana Âmir ibn Sa'd (103,104),babası Sa'd ibn Ebî Vakkas (radıyallahü anh-55, 58)'dan haber verdi ki, şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir takım insanlara dünyalık veriyordu; bu Sa'd da orada oturuyordu. Derken Rasûlüllah içlerinden en ziyâde beğendiğim birini bıraktı. Bunun üzerine: - Yâ Rasûlallah! Fulânı niçin bıraktın? Vallahi onu bir mü'min biliyorum, dedim. - Öyle deme, müslim (de), buyurdu. Bir müddet sustum. Nihayet o adam hakkındaki bilgim bana galebe etti de dayanamadım, yine sözümü tekrar ederek: - Fulânı niçin mahrum bıraktın? Vallahi ben onu mü'min biliyorum, dedim. Yine: - Öyle deme, müslim (de), buyurdu. Ben yine sustum. Lâkin o zât hakkındaki bilgim bana galebe etti, sözümü tekrar ettim. Rasûlüllah yine o sözü tekrar ettikten sonra: - Ey Sa'd, bir adama, Allah onu yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyâde sevdiğim hâlde ihsanda bulunduğum olur, buyurdu. Bu hadîsi Zuhrî'den Yûnus, Salih ibn Keysân, Ma'mer ibn Râşid ve Zuhrî'nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed ibn Abdillah da rivayet etti.     [25.09.2023 18:49] Annem: Ey genç topluluğu! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan korumak ve iffeti muhafaza etmek için en iyi yoldur… (Buhârî, Nikâh, 3; Müslim, Nikâh, 1) [25.09.2023 18:57] Annem: Muhammed, sizden hiç kimsenin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb, 33/40) [25.09.2023 18:57] Annem: - عَنْ اَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللَّهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ - انس بن مالك رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - سنك الله تعالى يى ذكر ايدنلرله برلكده بر آن ذكر  حلقەسنده اوطورمەك،  بيك سنەنك عبادتندن خيرلى در - Enes Bin Malik (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Senin Allahü Teâlâ’yı zikredenlerle birlikte, bir an zikir halkasında oturman, bin senenin ibadetinden hayırlıdır. - Rûhu’l-Beyan, Kehf Suresi 28. Ayet-i Kerime’nin Tefsiri [25.09.2023 18:57] Annem: 13/Ra'd 25 - Allah'a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır. [25.09.2023 18:57] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سِنَانٍ، قَالَ حَدَّثَنَا فُلَيْحٌ، ح وَحَدَّثَنِي إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ، قَالَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُلَيْحٍ، قَالَ حَدَّثَنِي أَبِي قَالَ، حَدَّثَنِي هِلاَلُ بْنُ عَلِيٍّ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ بَيْنَمَا النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم فِي مَجْلِسٍ يُحَدِّثُ الْقَوْمَ جَاءَهُ أَعْرَابِيٌّ فَقَالَ مَتَى السَّاعَةُ فَمَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَدِّثُ، فَقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ سَمِعَ مَا قَالَ، فَكَرِهَ مَا قَالَ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ بَلْ لَمْ يَسْمَعْ، حَتَّى إِذَا قَضَى حَدِيثَهُ قَالَ ‏"‏ أَيْنَ ـ أُرَاهُ ـ السَّائِلُ عَنِ السَّاعَةِ ‏"‏‏.‏ قَالَ هَا أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ‏.‏ قَالَ ‏"‏ فَإِذَا ضُيِّعَتِ الأَمَانَةُ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ ‏"‏‏.‏ قَالَ كَيْفَ إِضَاعَتُهَا قَالَ ‏"‏ إِذَا وُسِّدَ الأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أَهْلِهِ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ ‏"‏‏.‏ Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir mecliste toplulukla konuşurken bir bedevî gelerek ona: Kıyamet ne zaman?" diye sordu. Allah Resulü konuşmasına devam etti. Bazıları "Nebi s.a.v. adam'ın sorusunu duydu ama soru sorma şeklini yadırgadı, bu sebeple cevap vermedi" derken bazıları da "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adamın sözünü duymadı" dediler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) konuşmasını tamamlayınca: Kıyametin vaktini soran kişi nerede?" buyurdu. Adam: "Buradayım ey Allah'ın elçisi!" dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Emanet kaybedildiğinde kıyameti bekle" buyurdu. Adam: "Emanet nasıl kaybedilir?" diye sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İş ehil olmayana bırakıldığında kıyameti bekle" buyurdu. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 59 In-book reference: Kitap 3, Hadis 1 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [25.09.2023 18:57] Annem: İHYÂ'U'L-MEVAT BÖLÜMÜ2 İHYÂ'U'L-MEVAT BÖLÜMÜ ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عنها قالت: قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]مَنْ عَمرَ أرضاً ليْسَتْ ‘حدٍ فَهُوَ أحَقُّ بِهَا[ قال: عروة بن الزبير: قضى بِهِ عمرُ في خفتهِ رَضى اللّهُ عنهُ. أخرجه البخارى . 1. (105)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sahibi olmayan bir araziyi kim ihya ederse, bu araziyi herkesten ziyade o hak kazanır." Urvetu'bnu Zübeyr "Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife iken bu hadisin hükmünü tatbik etti"  dedi.[1] AÇIKLAMA: Mevat arazi kimsenin mülkü olmayan, meskun bölgenin (belde) bitişiğinde bulunmayan dışta kalan arazidir. Meskun bölgeye yakın veya uzak olmuş farketmez. Ebû Yusuf, bu araziyi şöyle tarif etmiştir: "Mevat öyle bir parçadır ki, bunun mamur araziye en yakın noktasına duran birisi, bütün gücüyle bağırdığı zaman mamur bölgenin ona en yakın yerinden sesi işitilmez." Bir yerin ihyası: Oranın sulanması, ekilmesi, ağaç dikilmesi veya bina yapılmasıyla gerçekleşir. İhya etmek, lügat olarak hayatlandırmak, canlandırmak demektir. Cumhûr'a göre, bir kimse, yukarıdaki evsafta bir mevâtı, ihyâ edecek olsa, ona sâhib olur, bu arazi, ümrana yakın olmuş, uzak olmuş devlet reisi izin vermiş vermemiş fark etmez. İmâm-ı Âzam (rahimehullah)'a göre, devletin mutlaka izni gerekir. Ancak, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed de diğer ulemaya uyarak bu meselede Ebu Hanife'ye muhalefet ederler.[2] ـ2ـ وعن عروة بنَ الزبير قال: قال رسُولُ اللّهِ # ]مَنْ أحيا أرضاً ميتةً فهى له، وليس لِعرْقِ ظَالمٍ حقٌ[. أخرجه ا‘ربعة إّ النسائى.وزاد أبو داود: قال عروة: أشهد أنّ رَسُولَ اللّهِ # قضَى أنّ ا‘رضَ أرضُ اللّهِ تعالى، والعِبَادَ عباد اللّهِ تعالى، فَمنْ أحيَا مواتاً فَهُوَ أحقُّ بِهِ جَاءَنَا بهذا عن النبىّ # الَّذى جَاءنا بالصلواتِ عنهُ . 2. (106)- Urvetu'bnu Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim ölü bir arâziyi ihya ederse, burası onun olur. Başkasının arazisine izinsiz ağaç dikene hiçbir hak tanınmaz."[3] Ebu Dâvud'da şu ziyade var: Urve (radıyallahu anh)  dedi ki: "Şehâdet ederim ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şuna hükmetti: "Arz, Allah'ın arzıdır, insanlar da Allah'ın kullarıdır. Kim bir ölü araziyi (mevat) ihya ederse, bu yere, o, herkesten ziyade hak sâhibi olur." Bu hükmü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan bize, ondan namazı getirenler getirdi."[4] ـ3ـ قال عروةُ: ولقد حدَّثنى الَّذِي حدّثنى بهذا الحديث ]أنّ رَجُلَيْنِ اختَصَما إلى رَسُولِ اللّهِ #: غرسَ أحدُهُمَا نخً في أرضِ اŒخَرِ فقَضَى لصاحبِ ا‘رضِ بأرضِهِ وأمرَ صاحبَ النخلِ أن يُخْرِجَ نخلَهُ منها فلقدْ رأيتُهَا، وإنّهَا لتُضرَبُ أُصُولُهَا بالفؤوسِ، وإنّهَا لنخلٌ عُمٌّ حتّى أُخرِجَتْ منها[.قال مالك رحمه اللّه: »وَالْعِرْقُ الظالمُ« كلُّ ما أُخِذَ واحتُفرَ وغُرِسَ بغير حق »الفؤوسُ« جمع فأسٍ، وهى اŒلة المعروفةُ من الحديدِ »والعُمُّ« جمع عَمِّية، وهى التامة في الطول والتفاف . 3. (107)- Urve (radıyallahu anh) dedi ki: "Bana bu hadisi rivayet eden kimse şunu da anlattı: İki kişi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek aralarındaki ihtilâfı arzettiler: Bunlardan biri, diğerinin arazisine hurma ağacı dikmişti. Resûlullah (ale [25.09.2023 18:57] Annem: عَنْ زِرٌّ بْنِ حُبَيْشٍ قال : أَتَيْتُ صَفْوَان بْنَ عَسَّالٍ  أَسْأَلُهُ عَنِ الْمَسْحِ عَلَى الْخُفَّيْنِ فَقال : مَا جَاءَ بِكَ يَا زِرّ؟ُ فَقُلْتُ : ابْتِغَاءَ الْعِلْم,ِ فَقال :إن الْمَلَائِكَةَ َتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا لِطَالِبِ الْعِلْمِ رِضًا بِمَا يَطْلُبُ, فَقُلْتُ : إنهُ قَدْ حَكَّ فِي صَدْرِي الْمَسْحُ عَلَى الْخُفَّيْنِ بَعْدَ الْغَائِطِ وَالْبَوْلِ, وَكُنْتَ امرأً مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فَجِئْتُ أَسْأَلُكَ : هَلْ سَمِعْتَهُ يَذْكُرُ فِي ذَلِكَ شَيْئًا ؟ قال : نَعَم,ْ كان يَأمرنَا إذا كُنَّا سَفْرًا- أَوْ مُسَافِرِينَ-أن لاَ نَنْزِعَ خِفَافِنَا ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ وَلَيَالِيهِنَّ إلا مِنْ جَنَابَة,ٍ لَكِنْ مِنْ غَائِطٍ وَبَوْلٍ وَنَوْمٍ. فَقُلْتُ : هَلْ سَمِعْتَهُ يَذْكُرُ فِي الْهَوَى شَيْئًا ؟ قال : نَعَمْ كُنَّا مَعَ رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فِي سَفَرٍ, فَبَيْنَا نَحْنُ عِنْدَهُ إِذْ نَادَاهُ أَعْرَابي بِصَوْتٍ لَهُ جَهْوَرِيٍّ : يَا مُحَمَّدُ , فَأَجَابَهُ رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  نَحْوًا مِنْ صَوْتِهِ : هَاؤُم, فَقُلْتُ لَهُ : وَيْحَكَ اغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ فَإنكَ عِنْدَ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم,  وَقَدْ نُهِيتَ عَنْ هَذَا ! فَقال : وَاللَّهِ لاَ أَغْضُض. قال الأعْرَابي : الْمَرْءُ يُحِبُّ الْقَوْمَ وَلَمَّا يَلْحَقْ بِهِمْ ؟ قال النَّبِيُّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أحب يَوْمَ الْقِيَامَةِ. فَمَا زَالَ يُحَدِّثُنَا حَتَّى ذَكَرَ بَابًا مِنَ الْمَغْرِبِ مَسِيرَةُ عَرْضِهِ أَوْ يَسِيرُ الرَّاكِبُ فِي عَرْضِهِ أَرْبَعِينَ أَوْ سَبْعِينَ عَامًا. قال سُفْيَان أَحَدُ الرُّواَةِ. قِبَلَ الشَّامِ خَلَقَهُ اللَّهُ تّعاَلَي يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ والأَرض مَفْتُوحًا يَعْنِي لِلتَّوْبَةِ لاَ يُغْلَقُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْهُ . Zirr ibn Hubeyş (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân ibn Assâl’in yanına gitmiştim, Zirr bana niçin geldin diye sordu. Ben de İlim öğrenmek için deyince şunları söyledi: “Melekler ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler, ben de abdest bozduktan sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceği kalbimi kurcaladı, sen de Hz. Peygamberin ashabından olduğun için O’nun bu konuda birşey söylediğini işitmişsindir diye sormaya geldim.” Savfân: “Evet duydum, peygambe-rimiz (sallallahu aleyhi vesellem) yolculukta bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, abdest bozduktan ve uykudan sonra bile mestlere meshetmeyi ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi.” dedi. “O’nun sevgiye dair bir şeyler söylediğini işittiniz mi? dedim” “Evet işittim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile bir sefe [25.09.2023 18:58] Annem: Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz. Tirmizî, Cum'a, 80. [25.09.2023 18:58] Annem: Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Senin rızkınla orucumu açıyorum. (Ebu Dâvûd, "Savm", 22) [25.09.2023 18:59] Annem: Tarihte Bugün •  Yıldırım Bayezid’in Niğbolu Zaferi 1396 •  Neşat Ertaş’ın Vefatı 2012 •  İtfaiyecilik Günü Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [25.09.2023 18:59] Annem: Günün Hadisi “Büyük günahlar şunlardır: Allah’a ortak koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek,  haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” Buhârî, Eymân ve’n-nüzûr 16 [25.09.2023 18:59] Annem: Günün Ayeti “De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” İsra 84 [25.09.2023 18:59] Annem: YOLCU Bir anadan dünyaya gelen yolcu, Görünce dünyaya gönül verdin mi? Kimi büyük kimi böcek kimi kul, Merak edip hiçbirini sordun mu? Bunlar neden? Nedenini sordun mu? İnsan ölür ama uruhu ölmez. Bunca mahlûkat var hiçbiri gülmez. Cehennem azabı zordur çekilmez. Azap çeken hayvanları gördün mü? İnsandan doğanlar insan olurlar. Hayvandan doğanlar hayvan olurlar. Hepisi de bu dünyaya gelirler. Ana haktır sen bu sırra erdin mi? Vade tekmil olup ömrün dolmadan, Emanetçi emaneti almadan, Ömrünün bağının gülü solmadan, Varıp bir canana ikrar verdin mi? Garip bülbül gibi feryat ederiz. Cehalet elinde küskün kederiz. Hep yolcuyuz böyle geldik böyle gideriz. Dünya senin vatanın mı yurdun mu?                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [25.09.2023 19:00] Annem: İnsan ne yaparsa yapsın, kimin safında yerini alırsa alsın, nihayetinde bunun sonucuna katlanacaktır. Hiç kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır. ediyordu. Evet, o, Kur’an’ın ilk muhatabıydı. O, Kur’an ayetle- rini öncelikle kendine okuyor ve onların gereklerini yerine getiriyordu. Bunun için o, oku- duğu ayetlerin mesajını çok iyi anlıyor ve onları yerine getirme konusunda sorumluluğunun bilinci içerisinde davranıyordu. O, insanlığın gidişatını görüyor ve onu kendine dert ediyordu. Bunun için de gece gündüz, du- rup dinlenmeden çalışıyordu. Yanlış yolda durmaya devam eden insanların başına, geç- miş ümmetlerin başına gelen helaklerin gelmesinden ve in- sanların hesap günü cehenne- me sevk edilmelerinden endişe duyuyordu. Adı geçen bu surelerde ger- çekleri yalanlayan, Allah’a ve elçilerine başkaldıran geçmiş kavimlerin nasıl helak edildi- ğini, kıyametin dehşetli anları- nı tasvir eden, diriliş ve hesap günü ile cennet ve cehennemi tasvir eden ayetler yer almak- taydı. Nitekim İbn Abbas, Pey- gamberimize, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ayetinden daha ağır bir ayet inmediğini, bu yüzden Peygamberimizin, “Beni Hud suresi ihtiyarlattı.” dediğini bildirir. (Sa’lebî, Bağavi, Zemahşerî, Râzi, Kurtubi, Hâzin, Beydavi Tefsirleri; Hud, 11/112.) İstikamet üzere olmak/dos- doğru olmak, Kur’an üzere olmak, Kur’an’a göre yaşa- maktır. Kur’an yolundan ayrı- lıp Yüce Allah’a başkaldırmak ise tuğyandır. (Taberi Tefsiri; Hud, 11/112.) Yine istikamet, tevhid üzere olmaktır. Nitekim ayet- te, “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da doğrulukta devam edenler…” (Fussilet, 41/30.) ifade- si yer almıştır. Peygamberimiz de “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” buyurmuştur. Çünkü “Rabbim Allah’tır.” di- yen kişi, O’nun emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak isti- kamet sahibi olacaktır. (Maver- dî Tefsiri; Hud, 11/112.) İstikamet, taat üzere olmak ve Allah’a itaatin hakkını vermektir. İsti- kamet üzere olmanın sınırını Yüce Allah çizmiştir. Onun için şuna göre, buna göre değil, Rabbin çizdiği sınırlara göre, O’nun emir ve ölçülerine göre istikamet üzere olunur. İstikamet kelimesinde, bir şeyi talep etmek manası var- dır. Buna göre kişi, dosdoğru olmayı, istikamet üzere kal- mayı Rabbinden isteyecek, “Rabbim, bizden istediğin gibi dosdoğru olmayı bana nasip et!” diye niyaz edecek ve bu duasını gerçekleştirmek için gayret edecektir. Nitekim biz, Fatiha’da, “Rabbimiz, bizi dos- doğru yola ilet!” diye yalvarıyo- ruz. Fatiha suresini okuyanlar olarak doğru yolda olsak da o yolda devamlı kalabilmek ve Müslümanlık kalitemizi artıra- bilmek için bu duayı ediyoruz. Aslında bu, Müslümanın büyük hedeflere aday olduğunun da bir göstergesidir. Tabii ki bü- yük hedeflere ulaşabilmek için talep ve dua etmenin yanında o hedefleri tutturabilmek için gayret göstermek de önemlidir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emri, yalnızca Peygambe- rimize değildir. Emir, ona ve onunla beraber olanlaradır. Aslında ayet, onunla beraber olmanın da yolunu bize öğret- mektedir. Dünya ve ahirette Peygamberimizle beraber ola- bilmek için onun gibi dosdoğru olmak gerekmektedir. Öte yandan dosdoğru olabil- mek için müminler topluluğu olarak birlikte hareket etmek de son derece önemli ve ge- reklidir. Zira dosdoğru olmak, her zaman ve her şartta tek ba- şına gerçekleştirilebilecek bir eylem olmayabilir. Onun için müminler iyiliği hayata hâkim kılma konusunda birbirlerine yardımcı olmalıdırlar. Zaten İslam kardeşliği, dini yaşama- da kardeşinin yanında olmak değil midir? Bunun için İslam 12 Aylık Dergi | Eylül 2023 [25.09.2023 19:00] Annem: Not Defterim Yazan Hatice Gün 12 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 ŞAIRINI BUL Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı! …… Konsun-yine-pervazlara Güvercinler; “Hû hû”lara karışsın Âminler… Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler! 3 Şairin, Resulullah’a yazdığı bu şiirinin adı “Naat”tir. Bu şairin “Bayrak” adlı şiiri de çok ünlüdür. Cânım kurbân olsun senin yoluna Adı güzel kendi güzel Muhammed ……… Âşık Yûnus neyler dünyâyı sensiz Adı güzel kendi güzel Muhammed 2 14. yüzyılda yaşayan bu şair Türkçeyi çok güzel kullanmıştır. On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi, Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi! Lâkin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, hâlbuki, bekleşmedelerdi! Bu şair aynı zamanda millî marşımızın da şairidir. Aşağıda ilk mısralarını yazdığımız şiirini ise bir Mevlid Kandili’nde kaleme almıştır. 1 Peygamber Efendimize birçok şiir yazılmıştır. Hatta bir şair, Peygamberimiz için yazdığı bir şiirini Efendimize okumuştur. Peygamberimiz de bu şiiri o kadar beğenmiştir ki şaire kendi hırkasını hediye etmiştir. Bu şiirin adı Kaside-i Bürde’dir. Peygamberimizin bu hırkası şu anda Topkapı Sarayı’ndadır. Aşağıya bazı ünlü şairlerin Peygamberimizle ilgili şiirlerinden mısralar, kıtalar aldık. Şairlerin adını da yan sayfadaki sütunda karışık olarak verdik. Hangi şiiri hangi şairin yazdığını bulmanızı istiyoruz. Şairlerle ilgili ipucu olacak kısa bilgiler ve şiirlerinin bir kıtasını verdik. İsterseniz şiirin hepsini bularak ezberleyebilirsiniz.

Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Kıraç, APSCO Konsey Başkanlığına seçildi

AB'den ihracatçılara yeşil ekonomiye geçiş için 7 milyon avro destek

Otomotiv endüstrisi kasımda yaklaşık 3,8 milyar dolarlık ihracat yaptı

Niğde'de ilk fazı tamamlanan tesiste yıllık 7 bin ton likra üretiliyor

İnşaat sektöründe çalışan sayısı üç aydır rekor kırıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Türkiye'de gayrimenkul değerlendirmesinde yapay zeka dönemi hız kazanıyor

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Ekonomiye ilişkin olumlu beklentiler güven endekslerinde kendini gösterdi

Emtia piyasaları Fed'in faiz kararına odaklandı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.TRABZONSPOR A.Ş. 15 10 1 4 14 34
3.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
4.GÖZTEPE A.Ş. 15 7 3 5 9 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 15 5 6 4 -3 19
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
13.GENÇLERBİRLİĞİ 15 4 9 2 -4 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 15 3 7 5 -7 14
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
16.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 15 2 11 2 -16 8

YAZARLAR