SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[26.09.2023 21:44] Annem: Bir Ayet: (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiyâ, 21/107) Bir Hadis: Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV, 513) Bir Dua: Bütün tâzimler, ibâdetler ve güzel sözler ancak Allah içindir. Ey Nebi! Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. (Müslim, "Salât", 55) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [26.09.2023 21:45] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Mevlid Kandili Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (Ahzâb, 33/56) Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. (Kalem, 68/4)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: HZ PEYGAMBER’İN ÜSTÜN AHLAKI Eşsiz ahlakın yegane sahibi Allah Resûlü (sas), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O ahlakı ile insanlara en güzel örnek olmuştur. İslam Dini güzel ahlaka büyük önem vermiştir. Dinin özünün güzel ahlak olduğu hem Kur’an’daki ayetlerle hem de Peygamber’in örnekliği ile ortaya konulmuştur. Öyle ki Peygamber Efendimiz “İslam, güzel ahlaktır” buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlaka teşvik eden birçok güzel sözü vardır. Hz Peygamber, yaşadığı toplumda güzel ahlakı ile biliniyordu. Onu sadece inanlar değil en azılı düşmanları dahi bu özelliği ile biliyordu. Ey Kureyş topluluğu! Size bu dağın ardında düşman atlıları var. Sabaha veya akşama, üzerinize hücum edeceklerini söyleyecek olursam, bana inanır mısınız?” soran Hz. Peygamber’e o zamana kadar “Muhammedü’l-Emîn” dedikleri, kendisinden yalan duymadıkları için “seni tasdik ederiz” demişlerdir. Allah Resûlü (sas) Müslümanlara ahlaki güzellikleri tavsiye etmiş ve onlardan güzel ahlaklı bir toplum oluşturmaya çalışmıştır. Âişe’ye, Hz. Muhammed’in ahlakı sorulduğunda “O’nun ahlakı Kur’an ahlakı idi” demiştir. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [26.09.2023 21:46] Annem: "Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin." - Şu'arâ - 108. Ayet [26.09.2023 21:46] Annem: Sizin en hayırlılarınız, Kur'an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir. - Buhârî, Fezâilü'l–Kur'ân, 21 [26.09.2023 21:46] Annem: “Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır.” - Münâfikûn, 63/9 [26.09.2023 21:46] Annem: Adı Kur’an’da anılan yegâne kadındır İmrân’ın kızı Meryem. Annesi Hanne onu daha dünyaya gelmeden Rabbine adamıştı. Meryem doğduğunda annesi şaşırmıştı. Çünkü erkek çocuk beklediği halde bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Yahudi şeriatına göre ise mabede yalnızca erkek çocuk adanırdı. Buna rağmen Allah Teâlâ, Hanne’nin adağını kabul etti ve Meryem güzel bir şekilde yetiştirildi. Bir gün melekler ona şöyle seslendi: “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.” (Âl-i İmrân, 3/42) Hz. Meryem Allah’a gönülden boyun eğen, namusunu koruyan, iffetli bir kadındı. Sahip olduğu imanıyla Kur’an’da inanan kadınlara örnek gösterilen bu tertemiz kadın, gün geldi kendisi gibi tertemiz bir çocukla, Hz. İsa’yla müjdelendi. Böylece hem Hz. Meryem hem de oğlu Hz. İsa Allah Teâlâ tarafından âlemlere birer ibret kılındı. - DÜNYA KADINLARINA ÜSTÜN KILINAN HZ. MERYEM [26.09.2023 21:47] Annem: Vacipleri 39- Haccın vacibleri şunlardır: 1) İhrama mikat denilen yerlerden başlamak: Medine-i Münevvere tarafından hacca gidenler "Zül-Huleyfe"den, Irak, Horasan ve Maveraünnehr halkı "Zati Irak"dan, Şam, Mısır ve Mağrib halkı "Cuhfe" hizasındaki bir yerden (Rabiğ hizasından), Necidliler "Karn" dan, Yemenliler de "Yelemlem"den ihrama girerler. Yolları bu mikatlardan birine rastlamayan müslümanlar da, bunlardan birinin hizasında bulunacak bir yerden ihrama başlarlar. 2) İhramın yasaklarını terk etmek: Dikişli elbise giyilmesi, av avlanması, ihramda iken saçların kesilmesi, çirkin söz söylemesi gibi... 3) Arafat'da zevalden sonra güneş batıncaya kadar durmak. 4) Kurban Bayramının birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin doğmasından önce, bir saat bile olsa, Müzdelife'de durmak. Müzdelife, Mekke'ye dört ve Arafat'a iki saatlik mesafede bulunan bir yerin adıdır. 5) Dört şavtı farz olan Ziyaret Tavafını yediye tamamlamak. 6) Ziyaret tavafına nahir (kurban kesme) günlerinden birinde (1.2. ve 3. günlerde) yapmak. 7) Sader (veda) tavafı yapmak. Bu mikat dışından gelen ve afakî denilen hacılara aittir ki, bu veda tavafından ibarettir. 8) Tavaf esnasında abdestli olmak ve avret yerleri tamamen kapalı bulunmak. 9) Kabe'yi tavaf daima Hacer-i Esved'in bulunduğu yerden (onun karşısından) başlayıp Kabe'yi sola alarak tavaf etmek. Bunu yürüyerek yapmak. Hastalar ve güçsüzler omuzlar üzerinde taşınarak tavaf ettirilir. 10) Her tavaftan (yedi şavttan) sonra iki rekât namaz kılmak. 11) Tavafları Hatîm denilen yerin dışında yapmak. Şöyle ki: Kabe'de "Rükn-i Irakî" denir. Kabe'nin altın oluğu, bu iki rüknün arasında ve Hanefî Makamının önündedir. Bu oluğun akacağı yarım dairelik yer, bir yarım duvarla çevrilmiştir. Bu duvara "Hatîm=Hazret-i İsmail" ve bunun kuşattığı o yere de "Hicrü'l-Kâbe" denir. Bu yerin bir kısmı Kabe'den sayılır. Orada namaz kılınır, dua edilir. Fakat bu yerin Kabe'den olduğu, ahad haberi (tek kişilerin rivayeti) ila sabit olduğundan Beytullah'a yüzü çevirmeksizin bu duvara karşı namaz kılınmaz. Bu duvarın her iki tarafı açıktır. İşte Harem-i şerif için bu duvarın arkasından Kabe tavaf edilir ki, bu vacibdir. 12) Hac mevsiminde Safa ile Merve arasında yürümek (Sa'y etmek) ve buna Safa'dan başlamak. Özürleri olmayanları bunu piyade olarak yapmaları. Safa ile Merve, Mescid-i Haram'ın hemen civarında yüksekçe birer tümsektirler. Bunlar, gidiş dönüşü olan büyük bir cadde ile birbirlerine bağlıdırlar. Safa'dan başlayıp Merve'ye dört ve Merve'den Safa'ya üç defa gidip gelmek vacibdir. Bu yedi gidiş ve gelişe "Sa'y" denir. Her defa Kabe görülünceye kadar tümseklerin üzerine çıkılır. Şimdi Merve tarafında yüksek binalar bulunduğu için Kabe oradan görülememektedir. Farz hac için yapılan sa'y Kudüm ve Ziyaret tavaflarından sonra yapıldığı gibi, Umre için yapılan sa'y, Umre tavafından sonra yapılır. Bu sa'y yerine "Mes'a" denilir. Eni yaklaşık 20 metre, uzunluğu da 500 metredir. (İmam Şafiî'ye göre sa'y, haccın ve umrenin bir rüknüdür. Bunu yapmadan hac ve umre tamam olmaz.) Bu şekilde hareket etmek, bütün kâinatın sahibi ve yaratıcısı bulunan Yüce Allah'a tazim ve dilekleri arz için Beytullah'ın mukaddes kapısı önünde şevk ve heyecanla gidip gelmenin, dileklerin kabulünü beklemenin bir işareti demektir. 13) Mina denilen yerde küçük taş yığınlarına (cemrelere) ufacık taşları atmak. Buna "Remy-i Cemerat = Taşları atmak" denir. Şöyle ki: Mekke şehrine iki saatlik mesafede bulunan Mina kasabasında birbirine bir ok atımı kadar uzak üç yerde üç taş yığını vardır. Bunlara Mina'dan Mekke'ye doğru sırası ile: "Cemre-i Ula, Cemre-i vusta, Cemre-i Akabe" adı verimiştir. Bu taş yığınlarının her birine Kurban Bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde: "Bismillâhi Allahu Ekber" denilerek yedişer taş atılır. Bu yedi taş birden atılsa, yeterli olmaz, [26.09.2023 21:47] Annem: doğru olarak almak demektir. Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır. Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır. Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi. Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir. Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır. Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak lügatta "tasdik", ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir. Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur. İkincisi dil ile tasdiktir. Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; "bu böyledir" diye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur. Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur. Diğerinde dil başka, kalp başka olur. Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar. Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur. Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur. Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete in [26.09.2023 21:47] Annem: ALLAH'IN SIFATLARI 3456 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi: Allah Teâla Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicâbı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, veçhinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlükatını yakardı." Müslim, İmân 293 (179). 3457 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhisalâtu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın." Buhari, Itk 20; Müslim, Birr, 112, (2612). Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "...zira Allah Adem'i kendi sûretinde yaratmıştır." 3458 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resûlü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahmân'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir." Tirmizi, Kader 7, (2141). 3459 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı şu âyetleri okurken işittim [26.09.2023 21:48] Annem: önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır. Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim. Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur. Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz. Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan [26.09.2023 21:48] Annem: Hacda Tıraş Olma Kefareti Ana Sayfa Kefâretler Hacda Tıraş Olma Kefareti İlgili Hacda ihrama girip de bir mazeret (hastalık veya başında bir rahatsızlık) sebebiyle vaktinden önce tıraş olmak zorunda kalan kimsenin ödemesi gereken kefarettir. Çünkü hac niyetiyle ihrama giren kimsenin ihram süresince tıraş olması yasaktır. Bu yasağın ihlali halinde kefaret olarak ya üç gün oruç tutmak, ya altı fakiri doyurmak, ya da bir koyun kurban etmek gerekir. Konuyla ilgili olarak Kur’an’da şöyle bir açıklama yer alır: “. Sizden her kim hasta olursa, yahut başında bir eziyeti (yara) bulunur (da vaktinden önce tıraş olur)sa, ona oruç, sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir.” (el-Bakara 2/196). Hz. Peygamber bu kefaretin üç gün oruç, altı fakiri doyurma veya bir koyunun kurban edilmesi suretiyle ödeneceğini açıklamıştır (Buhari, “Muhsar”, 5-8). Üç gün orucun peş peşe tutulması şart değildir. İlgili Cinayetlerin Ceza Ve Kefaretleri 7 Eylül 2021 Benzer yazı Hac ve Umre ile İlgili Kurbanlar 7 Eylül 2021 Benzer yazı Oruç Bozma Kefareti 7 Eylül 2021 Benzer yazı in Kefâretler Tags: hac, tıraş Diğer Konular Hayızlı Kadınla Cinsi Münasebet Kefareti Adam Öldürmenin Kefareti Zıhar Kefareti Oruç Bozma Kefareti Kefâretler [26.09.2023 21:49] Annem: Astroloji Ana Sayfa A Astroloji Kişinin hayatını olumlu etkileyeceğine işarettir.Rüyasında astroloji ile ilgili imgeler gören kişinin hayatında yeni başarılar,dostluklar ilişkiler ve hoşluklar olabilir.Rüyada burçları konu alan astroloji ile çok ilgilendiğinizi görmek kendinizi tanımaya yönelik bazı adımlar atacağınıza işaret eder.Rüyada Koç,Başak,Balık,Boğa,İkizler,Oğlak,Yengeç,Kova,Yay,Akrep,Aslan,Terazi gibi burçlardan herhangi biri olduğunuzu görmek geleceğinizle ilgili fal veya burçlardan bir şeyler öğrenmeye hevesli olduğunuzun göstergesidir.Rüyada astroloji ile ilgilenen bir astrolog gibi olduğunuzu ve her şeyi bildiğinizi insanların burçları ve yaşadıkları olaylar hakkında yorum yaptığınızı gördüyseniz bilgi birikiminiz ve deneyiminizden sizden daha genç olan birileri faydalanacak,sizin nasihatlerinizle biraz rahatlayacak şeklinde yorumlanır.Rüyada astroloğun size astrolojik terimler,burçlar ve yıldızlar hakkında konuştuğunu gördüyseniz hayatınızda ani değişimler ve sonrası için güzel büyük başlangıçlar olacak demektir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [26.09.2023 21:49] Annem: AZM ETMEK Ana Sayfa A AZM ETMEK Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: İşlerinde Eshâbın ile meşveret et. Onlara danış. Bundan sonra bir işe azmettiğin zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O’na güven. (Âl-i İmrân sûresi: 159) Tövbe; haram işledikten sonra, pişmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azm etmektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka) İnsan haram işlemeyi kalbinden geçirir, azm ederse, sonra da Allah’tan korkarak yapmazsa, günâh yazılmaz. Haram işleyince bir günah yazılır. (Hadîs-i şerîf-Berîka) Tövbenin kabul edilmesi için dört şart lâzımdır: 1) Günahı için istiğfârda bulunmak, 2) İşlediği günâhı terk etmek ve pişmân olmak, 3) Bu günâhı tekrar işlememeye azm etmek, 4) Günâh işlemeye sevk eden şeylerden uzaklaşmak. (Ahmed Nâmık-ı Câmî) İlgili TEVBE (Tövbe) 9 Eylül 2021 Benzer yazı GÜNÂH 9 Eylül 2021 Benzer yazı Tevbe-i Nasûh 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak ÂZER AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) Copyright 2021 by Maviay.co [26.09.2023 21:50] Annem: * * بِاسْمِهِ   ❊  وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden o eski dost zâta hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said (R.A.) hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki; değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (R.A.) ihbaratı nev’inden, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan dahi bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati celbetmesine mana-yı işarî tabakasından rumuz ve îmaları, i’cazının şe’nindendir ve o lisan-ı gaybın belâgat-ı mu’cizekâranesinin muktezasıdır. Evet Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevî bir ihtarla: “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahid getiriyorsun. Halbuki  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes’elede söz sahibi Kur’andır. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur’andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mana-yı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan mana-yı işarî tabakasından ve o mana-yı işarî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatıma hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mana-yı sarihi budur, tâ hocalar فِيهِ نَظَرٌ desin. Hem dememişiz ki, mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir ve o mana-yı işarî de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’anın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işarat-ı Kur’aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihraclarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta, böyle ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs’at-i rahmet-i İlahiyeye delildir demeye mecbur olur. Ben sizi ve mu’terizleri Risale-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki: Bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ı fahr u gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla isbat ediyorum. Evet bu hakikatla beraber insan kusurdan, nisyandan, hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde bazı hatalar olmuş. Fakat Kur’an’ın hurufat-ı kudsiyesinin yerin [26.09.2023 21:50] Annem: Tenbih: Bu mütedâhil manaların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatıyla kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale’nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale’de Dördüncü Mes’ele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru’ ve vücuhların mahşeri olan mes’elede cem’eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer’i bir g [26.09.2023 21:51] Annem: bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve manevî hastalıklarını Hakîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan ve ey mübarek ellerinde mevcud olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’anın otuzüç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile isbat eden ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zaîf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâm’a can feda eder derecesinde acıyarak kendine fenalık etmek isteyenlere Kur’anın hakikatıyla ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan ve yazdığı mühim eserlerinden Âyet-ül Kübra’nın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’anın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirdlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’anı o dershanede hatmettirerek çıka [26.09.2023 21:52] Annem: -ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilaf-ı âdet halet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması, kat’iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hâdise Risale-i Nur’un ihlaslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz u inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şübhe bırakmıyor. Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben -yani daimî hizmetçisi Emin- ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hâdise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyan-ı hayret bir hâdisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş. Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekserî yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve sühulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zahiren hissediyoruz. Ezcümle ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki: Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes’ud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şübhe yok. 8(Haşiye) Hem ezcümle, Üstadımız diyor ki: “Benim de kanaat-ı kat’iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risale-i Nur’un tashihatıyla meşgul olduğum zaman, pek zahir tarzda, hem rızkımda bereket, hem kolaylık görüyorum. Her ne vakit çalışmazsam o hali görmüyorum.” Hem Üstadımız diyor ve biz de tasdik ediyoruz: Ben son zamanda anladım ki; şimdiye kadar hem ben, hem dostlarım bu hakikatın suretini başka şekilde görmüşüz. Şöyle ki: Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazan on gün bana kâfi geldiği halde, burada aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki çok emarelerle kat’iyyen anladık ki, o acib hal bereket neticesi imiş. Birkaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği aynı iştiha ile -çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman- iki günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek bu onaltı-onyedi seneden beri benim mükemmel tayinatım, Risale-i Nur’un hizmetinden gelen bir bereketten idi. Evet aynelyakîn derecesinde bize de kanaat gelmiş ki, bu kesretli hâdisat-ı bereket, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinin bir şuaıdır. Manen der: “Ey Kur’an’ın şakirdleri! Sizleri vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telaşesidir. Bu ise, Kur’anın feyziyle, bereket nevinden size veriliyor. Vazifenize bakınız.” اَللّهُمَّ يَسِّرْلَنَا خِدْمَةَ الْقُرْآنِ بِنَشْرِ رَسَائِلِ النُّورِ بِحُرْمَةِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ آمِينَ Hem [26.09.2023 21:52] Annem: Söz'den) İKİNCİ CİLVE Kur’anın şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur’an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidadça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları Kur’anın يَا اَهْلَ الْكِتَابِ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve يَا اَهْلَ الْكِتَابِ lafzı يَا اَهْلَ الْمَكْتَبِ manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle يَا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَ بَيْنَكُمْ sayhasını âlemin aktarına savuruyor. Meselâ: Şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’ana karşı; bütün nev’-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur’ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ’caz-ı Kur’ana karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya karşı i’caz-ı Kur’anı, قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ âyetinin davasını isbat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur’aniye ile karşılaştıracağız. Birinci derecede: Birinci Söz’den tâ Yirmibeşinci Söz’e kadar olan müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kerre iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’anın i’cazını ve galebesini isbat eder. İkinci derecede: Onikinci Söz’de isbat edildiği gibi, bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir. İşte medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet ve menfî milliyet” bilir. Gayesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı “lehviyat”tır. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır. Amma hikmet-i Kur’aniye ise nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakk”ı kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-yı İlahî”yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine “düstur-u teavünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayatı, “hevesat-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzatına sed çekip ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevkedip insan etmektir.” Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Faziletin şe’ni, tesanüddür. Teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir. İşte medeniyet-i hazıra, edyan-ı sâbıka-i semaviyeden, bahusus Kur’an� [26.09.2023 21:53] Annem: de tarih bize bildiriyor ki: Ehl-i İslâm’ın temeddünü, hakikat-ı İslâmiyete ittiba’ları nisbetindedir. Başkalarının temeddünü ise, dinleriyle makûsen mütenasibdir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki: Mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzed olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline (emellerine) neşv ü nema verecek ve istimdadgâhı olacak noktayı -yani din-i hak olan dane-i hakikatı- elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki; herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharri uyanmıştır. Demek istikbalde nev’-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraat-ül istihlal vardır. Ey insafsızlar! Umum âlemi yutacak, birleştirecek, besleyecek, ziyalandıracak bir istidadda olan hakikat-ı İslâmiyeti nasıl dar buldunuz ki, fukaraya ve mutaassıb bir kısım hocalara tahsis edip, İslâmiyet’in yarı ehlini dışarıya atmak istiyorsunuz. Hem de, umum kemalâtı câmi’ ve bütün nev’-i beşerin hissiyat-ı âliyesini besleyecek mevaddı muhit olan o kasr-ı nuranî-yi İslâmiyeti, ne cür’etle matem tutmuş bir siyah çadır gibi bir kısım fukaraya ve bedevilere ve mürteci’lere has olduğunu tahayyül ediyorsunuz? Evet herkes âyinesinin müşahedatına tâbi’dir. Demek sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle göstermiştir. S- İfrat ediyorsun, hayali hakikat görüyorsun. Bizi de techil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak?.. C- Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?… Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım: Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile [26.09.2023 21:54] Annem: arkadaş! Kâinatın sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve [26.09.2023 21:54] Annem: Mektub’un Lâhikasının Zeyli بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sıddık kardeşlerim! Bu defa şehid merhum Hâfız Ali’nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi’nin edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım. 6(*) Risale-i Nur’un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hâfız Mustafa’nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kabl-el vuku’ mektublarımdaki ehemmiyetli davalarıma bu uzun mektub tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zât mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları ya tayy veya ta’dil etmeyi münasib gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasib görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmiyedinci Mektub’un veya lâhikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünki umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir. Bu zât, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi bir şahs-ı manevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitab ediyor. Ben baktıkça, birden itirazkârane “hüsn-ü zannı pek ziyadedir” tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur’aniye manen dedi: “Cesede, libasa bakma; bana bak. O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş.” Ben daha ilişmedim. Yalnız Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakârane tabiratı ta’dil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarında bîçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım [26.09.2023 21:55] Annem: o mübarek ve mukaddes kelâmlara pek büyük yümünler, feyizler ve berekât-ı İlahiye terettüb eder. Ve keza cumhur-u mü’minîn ve muvahhidînin o kelimat-ı mübarekeden kalben zevkettikleri mâ-i hayatı ve şarab-ı cenneti, sen de o mukaddes maşrapalardan içersin… İ’lem! Kavaid-i usûliyedendir ki: Bir mes’ele hakkında isbat edenin sözü nefyedenin sözüne müreccahtır. Çünki isbat edenin yardımcıları var, sözünde kuvvet olur. Nefyedenin yardımcısı olmadığından tek kalır, sözünde kuvvet yoktur. Hattâ bin adam bir şeyi nefyederse, bir adam gibidir. Bin adam da isbat ederse, isbat edenlerin her birisi bin olur. Çünki hepsi bir şeye bakıyorlar. Ve bir noktaya parmak bastıklarından birbirini takviye ediyorlar. Nefyedenlerde birbirini takviye etmek yoktur, her birisi tek kalır. Meselâ: Bin pencereden bir yıldızı görüp isbat eden bin adamın her birisi ötekisine yardımcı olur, sözünü takviye eder. Çünki o bin adam, parmakla işaret eder gibi, o şeyi isbat ediyorlar. Nefyedenler öyle değildir. Çünki nefy için sebeb lâzımdır. Sebebler de ayrı ayrı olur. Meselâ: Birisi “Gözümde za’fiyet var, göremedim.”, ötekisi “Evimizde pencere yok.”, ötekisi “Soğuktan başımı kaldırıp bakamadım.” der. Ve hâkeza… Her birisi nefyine, müddeasına ayrı bir sebeb gösterdiğinden, kendisince yıldızın bulunmaması, nefs-ül emirde de yıldızın bulunmamasına delalet etmez ki birbirine yardımcı olsun. Binaenaleyh bir mes’ele-i imaniyenin nefyi hakkında ehl-i dalaletin ittifakları haber-i vâhid hükmündedir, tesiri yoktur. Amma ehl-i hidayetin mesail-i imaniyede olan sözleri, her birisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder… İ’lem Eyyühel-Aziz! (=Ey aziz kardeşim bil ki) Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz’ü de o şeye muhtaçtır. Meselâ: Bir şecerenin meydana gelmesi için ne lâzım ise, bir semerenin vücuduna da lâzımdır. Öyle ise, semerenin Hâlıkı, şecerenin de Hâlıkı o oluyor. Hattâ arzın ve şecere-i hilkatin de Hâlıkı, o Hâlık olacaktır. İ’lem Eyyühel-Aziz! İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mes’ele var ki, her bir tarafı bir çekirdek gibi sünbül vermiş; ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mes’ele üzerine, şükûk ve evhamın konmaması lâzımdır. Çünki bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzib ederler. Elma ağacına inkılab etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farzetmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir. Binaenaleyh nübüvvet öyle bir çekirdektir ki: İslâmiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’an dahi, seyyar yıldızları ismar eden şems gibi, İslâmiyetin onbir rüknünü intac etmiştir. Acaba, bu cihanbaha semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şübhe ve tereddüd yeri kalır mı? Hâşâ [26.09.2023 21:55] Annem: mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor. Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir? Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir. Beşinci Sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatalara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer? Elcevab: Kadîr-i Zülcelal, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men’edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terkedilir. Ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle; o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ bir tek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler. Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et!” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir. Altıncı Sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılabat-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin manevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikatı var mıdır [26.09.2023 21:56] Annem: Üçüncü Esas: Nasılki Kur’anın müteşabihatı var; gayet derin mes’eleleri temsilât ile ve teşbihatla avama ders veriyor. Öyle de: Hadîsin müteşabihatı var; gayet derin hakikatları me’nus teşbihatla ifade eder. Meselâ: Bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi: Bir vakit huzur-u Nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada Cehennem’in dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gayet belig temsilinin hakikatını ilân etti. Senin sualin cevabına şimdilik “üç vecih” söylenecek. Birincisi: Hamele-i Arş ve Semavat denilen melaikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” olarak dört melaikeyi, Cenab-ı Hak arş ve semavata saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arz’a dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hut”tur. Ve o [26.09.2023 21:56] Annem: ظَهُ لِى ثُمَّ يُعِيدَهُ اِلَىَّ وَ اَعْطَانَا ثَمَنَهُ الْجَنَّةَ فَلَهُ الشُّكْرُ وَ لَهُ الْحَمْدُ بِعَدَدِ ضَرْبِ ذَرَّاتِ وُجُودِى فِى ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ حَسْبِى رَبِّى جَلَّ اللّهُ نُورْ مُحَمَّدْ صَلَّى اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ حَسْبِى رَبِّى جَلَّ اللّهُ سِرُّ قَلْبِى ذِكْرُ اللّهِ ذِكْرُ اَحْمَدْ صَلَّى اللّهُ لاَ [26.09.2023 21:57] Annem: عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmibeşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şâheserdir. İhtiva ettiği hayretbahş hakaik itibariyle âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymetdar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye isbat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilm ü irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u ârifane ile mütalaa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz. İ’caz-ı Kur’an’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’an’da sabit olmam hakkındaki duanızı taleb ve istirham ederim, efendim. Re’fet * * * (Binbaşı merhum Âsım Bey’in fıkrasıdır) Envâr-ı Kur’aniye mizan ve bürhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler namındaki risale-i şerifeler fakiri ihya ediyor, kalbimi nurlandırıyor.  هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Çoktan beri aramakta iken lehülhamd Cenab-ı Hak Sözler’i bu fakire ihsan buyurdu. Kalb ve gönlüme âciz kalemim ve kālim tercüman olamıyor. Âsım * * * Bahtiyar kardeşim Hüsrev! Şu risale 11(*), bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin. Said Nursî [26.09.2023 21:58] Annem: • Mevlid Kandili • Sırp Sındığı Zaferi (1364) Semerkand Takvimi [26.09.2023 21:58] Annem: Mevlid Kandili İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, Peygamberimiz Hz. Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] 571 yılında kamerî aylardan Rebîülevvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] dünyaya gelmesi insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu gece Hz. İbrahim’in,  Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder  (Bakara 2/16) diye yaptığı duaya, Hz. İsa’nın,  Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim  (Saf 61/6) müjdesine ve Hz. Âmine’nin rüyasına mazhar olan Muhammed Mustafa [sallallahu aleyhi vesellem] dünyaya gelmiştir. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] için,  Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik  (Enbiyâ 21/107)buyuruyor. Yaratılmışların en hayırlısı olan o yüce peygamber geldikten sonra kim ona inanıp bağlanmışsa, bütün varlığıyla Allah Teâlâ’nın rahmetine sığınmış demektir. Böylesine mübarek olan mevlidi ibadet ve duayla geçirmek büyük faziletlere vesiledir. Semerkand Takvimi [26.09.2023 21:58] Annem: BUGÜN............. MEVLİD KANDİLİ

Dünyadaki bütün insanlara peygamber olarak gönderilen, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü Muhammed aleyhisselâm, 571 yılı Nisan ayının 20’sine rastlayan, Rebi’ul-evvel ayının 12. Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i Mükerreme’de dünyaya gelmiştir. Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştır. Bugün de, Müslümanların bayramıdır. Neşe ve sevinç günüdür. Dünyadaki Müslümanlar tarafından, her sene, bu gece Mevlid Kandili olarak kutlanmakta, her yerde Mevlid kasideleri okunarak Resûlullah efendimiz hatırlanmaktadır. Mevlid, doğum zamanı demektir.
Resûlullah, mevlid gecelerinde Eshâb-ı kirâma ziyâfet verir, dünyayı teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hazret-i Ebû Bekir de, halîfe iken, Eshâb-ı kirâmı toplar, Resûlullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı.
Bu gece, Resûlullahın doğum zamanında görülen hâlleri, mûcizeleri okumak, dinlemek, öğrenmek çok sevaptır. Peygamber efendimizi öven çeşitli mevlid kasideleri vardır. Meşhur olan ve Türkiye’de sık sık okunan mevlid kasidesini Süleyman Çelebi, 15. asırda yazmıştır. Mevlid-i şerîf okumak, Resûlullahın dünyaya gelişini, mirâcını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlamak, Onu övmek demektir. Mevlid Gecesi, Kadir Gecesi’nden sonra en kıymetli gecedir. Bu gece Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz doğduğu için sevinenler affolur.
Bu gece, çalgı ve başka haram şeyler karıştırmadan, Allah rızâsı için mevlid cemiyeti yapmak, mevlid kasidesi okumak, salevât-ı şerîfe getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, bu gecenin şükrünü yerine getirmek müstehaptır. Diğer kandillerde olduğu gibi, Kur’ân-ı kerîm ve ilmihâl okumalı, kazâ namazı kılmalı, sadaka vermeli, duâ etmeli, Cenâb-ı Haktan af ve mağfiret dilemelidir.

26.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [26.09.2023 21:59] Annem: “Ben Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’i gördüm karnını doyuracak kadar âdî hurma bile bulamadığı günler oldu." (Müslim Zühd 34) [26.09.2023 21:59] Annem: Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği (Kur'an'ı) yalan sayandan daha zalim kimdir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil mi? ez-ZÜMER Sûresi 32.Ayet [26.09.2023 21:59] Annem: CUMA NAMAZI Cuma namazı, cuma günü öğle vakti cemâatle kılınması farz olan bir namazdır. Beş vakit namazın şartlarından başka cuma namazının iki şartı daha vardır: 1-Vücûbunun, yani bir Müslüman üzerine farz olmasının şartları, 2-Sıhhatinin, yani cuma namazının sahih olmasının şartları. Cuma Namazının Vücûbunun Şartı Yedidir: 1- Erkek olmak, (Kadın ve hünsâya farz değildir.) 2- Hür olmak, (Esir veya hapiste olana farz değildir.) 3- Mukîm olmak, (90 km. yola gidene farz değildir.) 4- Sıhhatli olmak, (Namaza gidemeyecek kadar hastaya farz değildir.) 5- Gözleri sağlam olmak, (Âmâya; görmeyene farz değildir.) 6- Ayakları sağlam olmak, (Kötürüme farz değildir.) 7- Namaza gitmeye mâni’ ve gitmemeyi mübah kılan bir özrü bulunmamak. (Düşman korkusu, şiddetli yağmur, çamur gibi şeyler cumaya mâni’ hâllerdir.) Cuma Namazının Sıhhatinin Şartı Altıdır: 1- Cuma namazı kılınacak yer, şehir olmak (izin ve berât verilen köylerde de kılınabilir), 2- Emîr veya vekîlinin kıldırması, 3- Öğle namazı vaktinde kılınması, 4- Cemâatin huzûrunda hutbe okumak, 5- İmamdan başka üç kişi bulunmak, 6- Cuma kılınan yer herkese açık olmak. Cuma Namazına Niyet Evvelâ kılınan dört rek’ata “cuma’nın ilk sünnetine” diye niyet edilir. Sonra imamla kılınan iki rek’at, cuma namazının farzıdır. Bundan sonra kılınan dört rek’at, cumanın son sünnetidir. Ondan sonra kılınan dört rek’at ise “zuhr-i ahîr”dir. Buna şöyle niyet edilir: “Niyet ettim edâsı üzerime farz olup da henüz üzerimden sâkıt olmayan en son öğle namazının farzına.”...Daha az [26.09.2023 21:59] Annem: “Ey rabbim! Ben, senden hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, kaybedenlerden olurum!” (Hûd, 11/47) [26.09.2023 22:00] Annem: AKRABALIK Dinimiz, akrabalar arasındaki ilişkilerin sağlıklı olmasına ve akrabaların birbirine destek olmalarına önem vermektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksul- lara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin...” (Nisâ, 4/36) buyru- lur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de bu konuda şöyle buyur- maktadır: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, akrabasını görüp gözet- sin...” Toplum olarak giderek zayıflayan akrabalık bağlarını sağlam- laştırmak hepimizin görevidir. Zira aile ve akrabalık bağları ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar güçlü olur. DİNÎ KAVRAMLAR ÂHİR ZAMAN Dünyanın sonu. İslam inancına göre, âlemin başı olduğu gibi sonu da var- dır. Ancak bu sonu bilmek insan gücü- nün dışındadır. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek şöyle dile getirilmektedir: “Kıyametin ne zaman kopacağını sana sorarlar. De ki: Onun bilgisi sadece Rabbimin nezdindedir. Onun vaktini kendisinden başka kimse açık- layamaz... ” (A’raf,7/187; ayrıca bkz. Lokmân, 31/34) Hz. Peygamber’den sonra elçi gön- derilmeyeceği için ona ahir zaman Peygamberi, ümmetine de ahir zaman ümmeti denmiştir. ÖZLÜ SÖZ Dini bilmek, ona uymak ve onda derinleşmek hikmettir. (İmam Malik) [26.09.2023 22:01] Annem: Hiçbir insanin, Allah'in kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkip) insanlara: Allah'i birakip bana kul olun! demesi mümkün degildir Bilakis (söyle demesi gerekir): Okutmakta ve ögretmekte oldugunuz Kitap uyarinca Rabbe hâlis kullar olunuz (AL-İ İMRAN/79) Böylece biz âyetleri genis genis açikliyoruz ki, "Sen ders almissin" desinler de biz de anlayan toplum için Kur'an'i iyice açiklayalim  (EN'AM/105) "Kitap, yalniz bizden önceki iki topluluga (hiristiyanlara ve yahudilere) indirildi, biz ise onlarin okumasindan gerçekten habersizdik" demeyesiniz diye;  (EN'AM/156) O, hanginizin amelinin daha güzel olacagi hususunda sizi imtihan etmek için, Ars'i su üzerinde iken, gökleri ve yeri alti günde yaratandir Yemin ederim ki, (Resûlüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kâfir olanlar derhal "Bu, açik bir büyüden baska bir sey degildir" derler  (HUD/7) Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardir Onlarin karinlarindakinden (sütlerinden) size içiririz Onlarda sizin için birçok faydalar daha vardir; etlerinden de yersiniz  (MÜ'MİNUN/21) Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardik ve bunu âlemlere bir ibret yaptik  (ANKEBUT/15) Halbuki biz onlara okuyacaklari kitaplar vermedigimiz gibi senden önce onlara bir uyarici (peygamber) de göndermemistik  (SEBE'/44) Görmedin mi? Allah gökten bir su indirdi, onu yerdeki kaynaklara yerlestirdi, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetistiriyor Sonra onlar kurur da sapsari olduklarini görürsün Sonra da onu kuru bir kirinti yapar Süphesiz bunlarda akil sahipleri için bir ögüt vardir  (ZÜMER/21) Yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtil inanislari) onda mi okuyorsunuz?  (KALEM/37) [26.09.2023 22:01] Annem: İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalâletten çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü hesabtan korur." [26.09.2023 22:01] Annem: İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! [Bakara Sûresi.165] [26.09.2023 22:01] Annem: “Allah’ım! Bana öğrettiğin şeyleri hakkımda faydalı eyle, bana fayda verecek şeyleri öğret, beni, bana fayda verecek ilim ile nasiplendir.” (Hâkim, Deavât, No:1879,I,510) [26.09.2023 22:02] Annem: Ayakkabım yok diye üzülüyordum, yolda karşımdan gelen ayaksız bir adam gördüm.[Mevlâna] [26.09.2023 22:02] Annem: AYN Birşeyin kendisi. 1. Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim. Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiştir. Meselâ kalem, silgi birer ayndır. Bunların rengi, kokusu ise, arazdır. (Seyyid Şerîf Cürcânî, Teftezânî) 2. Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal. Alış-verişte söz kesilirken, ayn olan malın kendisini vermek lâzımdır. Benzeri hattâ daha iyisi olması için müşteri (alıcı) zorlanamaz. Fakat müşteri rızâsı ile alırsa mukâyada satışı, yâni belli bir malı, başka belli bir mal, ile değiştirmek olur. (İbn-i Âbidîn) Altın ve gümüşten başka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altın ve gümüş, sözleşmede ayrılmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (İbn-i Âbidîn) 3. İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan malı. Ayn olan malın zekâtını ayn olarak vermek lâzımdır. Ayn olan malın kırkta biri ayrılıp verilir. (İbn-i Âbidîn) Deyn olan (başkasında bulunan) malın zekâtı, ayn olarak verilir. Yâni, başkasında bulunan malının zekâtını, hazır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa başkasındaki malından zekât miktârını isteyip, teslim alıp, sonra bu fakire verilir. (İbn-i Âbidîn) Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yâni hâzır olan malın zekâtı olarak fakirdeki alacağını bu fakire bağışlamak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn) [26.09.2023 22:02] Annem: Bedir A. Ayın ondördü dolunay     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [26.09.2023 22:03] Annem: Ezan Arapça dışında başka dillerde okunabilir mi? Sözleri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünneti ile sabit olan ezan, dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vahiy edilip uygulandığı özgün şekliyle okunması gerektiği konusunda 15 asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezanın asıl amacı, vaktin girdiğini bildirip namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bu da ezanın bilinen asli lafızlarıyla Arapça olarak okunmasıyla gerçekleşir (İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256). [26.09.2023 22:03] Annem: 24 RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II Allah’ın Resûlü, Şaban’ın son gününde bize bir hutbe irad ederek dedi ki: “Ey insanlar! Ramazan ayı büyük ve be- reketli bir aydır. Sizin kapınıza dayanmaktadır. Öyle bir ay- dır ki, onda bir gece vardır, bin aydan daha üstündür. Allah, bu ayın orucunu farz, gece ibadetini nafile kılmıştır. Kim ki hayır- dan bir hasletle bu ayda Allah’a yaklaşırsa, tıpkı başka aylarda farz vazifesini yerine getiren bir kimse gibi olur. Kim ki bu Ra- mazan ayında bir farzı yerine getirirse, başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren bir kimse gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. Bu ay yardımlaşmanın, hâl hatır sorma- nın ayıdır. Bu öyle bir aydır ki, mü’minin rızkı bu ayda artar. Kim ki bu ayda oruçlu bir kimseye iftar yemeği verirse, onun gü- nahlarına mağfiret olur. Onun boynunun ateşten azad edilmesine vesile olur ve onun ecri gibi iftara gelene de ecir verilir, onun ecrin- den de hiçbir şey eksilmez.” Sahabeden bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Her birimizin ya- nında birisine iftar yemeği yedirecek güç yoktur.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah, bu sevabı bir hurma ile iftar ettirene, bir bardak su içirene, bir yudum süt içirene de verir. Ramazan ayının başlangıcı rahmet, ortası mağfiret, sonu da ateşten azad edilmektir. Bu ayda kölelerin vazifesini hafifleten bir kimseyi Allah affeder, ateşten azad eder. O hal- de bu ayda dört hasleti çok yapınız; bunlardan ikisiyle Allah’ı razı edersiniz. Diğer ikisine de muhtaçsınız. Allah’ı razı ede- cek iki şey Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmeniz ve Allah’tan af talebinde bulunmanızdır. Son ikisi ise, Allah’tan cenneti ve cehennem azabından korunmayı istemenizdir. Kim ki oruçlu bir kimseye su içirirse, Allah benim havuzumdan ona öyle bir su içirir ki, artık o cennete girinceye kadar susa- maz.” buyurdu.20 20 Terğib, 2/218 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 24 27.04.2019 00:11:19 [26.09.2023 22:03] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 9 4 ∙∙∙ olarak hatırlatmaktadır.99 Yine Hz. İbrahim, döneminde- ki müşrik insanların tapındığı putların, konuşabilen var- lıklar olmadıkları için ilâh olamayacağını vurgulamıştır.100 Öyleyse gerçek ve mükemmel tanrının konuşabilir olma- sı gerekir. Tek gerçek ilâh olan Allah her türlü eksiklikten uzak olduğu için kelâm sıfatıyla muttasıftır. O’nun diğer sıfatları gibi kelâm sıfatının da başlangıcı ve sonu yoktur, ezelî ve ebedîdir.101 Allah’ın kelâm sıfatı insanların konuşmasına benzemez. Her şeyden önce insanlar kelâm sıfatına sonradan sa- hip olurlar ve bu sıfatları sonludur. Oysa Allah başlan- gıçsız (ezelî) bir şekilde bu sıfata sahiptir ve kelâmının sona ermesi söz konusu değildir. Öte yandan insanlar konuşmak için ağız, dudak ve dil gibi vasıtalara ihtiyaç duyarlar. Allah Teâlâ ise bu tür organlara ya da başka her- hangi bir vasıtaya muhtaç ve sahip değildir. İnsanların kelâmında şekil ve mana bakımından eksiklikler, hata- lar, çelişkiler ve uygunsuzluklar bulunabilir. Ama Allah’ın kelâmı her yönden mükemmeldir.102 Bu yüzden Allah Teâlâ “Allah’tan daha doğru sözlü kim var?”103 ve “Allah sözün en güzelini indirdi.”104 buyurarak en doğru ve en güzel kelâmın kendi kelâmı olduğunu bildirmiştir. Çün- kü “O’nun dengi ve benzeri hiçbir şey yoktur.”105 Allah’ın peygamberlerine gönderdiği vahiy ve ilâhî ki- taplar O’nun kelâmının bir yansımasıdır. “Allah bir in- 99 bk. el-A’râf 7/148; Tâhâ 20/89. 100 bk. el-Enbiyâ 21/62-67. 101 Eş’arî, Kitâbü’l-lüma’, 36 vd.; Cüveynî, el-Akîdetü’n-Nizâmiyye, 19. 102 Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-dîn, 31 vd.; Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, 87-90. 103 en-Nisâ 4/87. 104 ez-Zümer 39/23. 105 eş-Şûrâ 42/11. ALLAHA İMAN.indd 94 12.03.2015 09:09:00 [26.09.2023 22:04] Annem: Ravi: Ebu Hüreyre (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana zayıflarınızı arayın. Zira sizler, zayıflarınız sebebiyle yardıma ve rızka mazhar kılınıyorsunuz." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Cihad 77, (2594), Tirmizi, Cihad 24, (1702), Nesai, Cihad 43, (6, 46-46) Hadisin Açıklaması: 1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada fakirliği sebebiyle halkın zayıf addettiği kimselerin himâyesini , onların korunmasını, onlara yardım edilmesini emretmektedir. 2- "...zayıflarınız sebebiyle..." ibâresi: "onların aranızda olmaları sebebiyle ...", "onların dizginleri sizde olması sebebiyle", "onların duaları bereketine" diye anlaşılmıştır. Zayıf kimse aczini ve güçsüzlüğünü görünce, güç ve kuvvetten tam bir ihlâsla yüz çevirerek Allah'tan yardım ister. Böylece galebe elde eder. Nitekim "Nice az topluluk, çok topluluğa Allah'ın izniyle galebe çalmıştır" (Bakara 248) buyurulmuştur. Halbuki kuvvetli olan, kuvvetine güvenerek, galebe çalacağına kesin gözüyle bakar, kuvvetine mağrur olur. Bu onu tedbirsizliğe ve yalnızlığa iter, mağlubiyete götürür. Kur'ân-ı Kerîm, müslümanların Huneyn'de böyle bir gurura düşerek mağlup olduklarını haber verir (Tevbe 25). 3- Hadisi daha anlaşılır kılan bir ziyade Nesâî'nin rivayetinde yer almaktadır: "Allah bu ümmete zayıfları sebebiyle, onların duaları, namazları ve ihlasları hatırı için yardım eder." Yani "Zayıfların ibâdet ve duaları çok daha hâlisânedir. Çünkü, kalpleri dünyevî süslerle meşgûl değildir. Himmetleri bir şeyde toplanmıştır. Bu sebeple duaları makbuldür, amelleri (riyâdan) pâktır." Öyle ise onların bu makbul duaları sebebiyle düşmanlarınıza karşı yardım görüyorsunuz, belalar üzerinizden defediliyor. 4- Tîbî der ki: "Bu hadiste zenginlerle, düşüp kalkmaktan nehyedilmekte, fakirlere karşı tekebbür etmekten (büyüklenmekten) yasaklanmaktadır. Bu sebeple Hz. Lokman, oğluna: "Elbiseleri eski diye fakirleri hakir görme, çünkü senin de, onun da Rabbiniz birdir" demiştir. İbnu Muâz da: "Fakirlere olan sevgin peygamberlerin ahlâkındandır. Onlarla düşüp kalkamayı tercih etmen sâlihlerin alâmetlerindendir, onlardan kaçman da münâfıkların alâmetlerindendir" demiştir. 5- Son olarak, hadisle ilgili Münâvî'nin kaydettiği bir açıklamaya daha yer vermek isteriz: "Tenbih: Bu hadis ve buna benzeyen,   هَلْ تُنْصَرُونَ وَتُرْزَقُونَ إَّ بِضُعَفَائِكُمْ    "Siz ancak zayıflarınız sebebiyle yardım görür, rızka kavuşursunuz" hadisi ile Müslim'de gelmiş olan   اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِىُّ خَيْرٌ وَاَحَبُّ الى اللّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وفي كُلِّ خَيْرٌ     "Kuvvetli mü'min Allah'a zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha sevgilidir, ancak her birinde hayır vardır" hadis arasında zâhiri bir teâruz vardır. Ancak düşünüldüğü zaman, aralarında zıtlık olmadığı görülür. Zîra kuvvetin medhinden murad Allah'ın zâtındaki kuvvettir ve azimdeki şiddet(in medhidir). Za'fın medhinde murad da sade yaşayış, kalp inceliği ve Cenâb-ı Hakk'ın celâlini müşâhede edince kendinden geçmedir. Veya kuvvetin zemminden (kötülenmesinden) murad, zorbalık ve büyüklenmedir, zayıflığın zemminden murad da Vâhidu'l-Kahhâr'ın hakkını yerine getirmede azim zayıflığıdır. Zîra Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) burada: "Fakirlerin kuvvetiyle muzaffer olursunuz.." demiyor. Bilakis muradı "onların duası", "ihlası" vesair zikri geçen şeylerden biridir." [26.09.2023 22:05] Annem: Cahiliye insanları, devenin etini, karnındakinin hamileliği vaktine satarlarda "karnındakinin hamileliği" devenin karnındakini doğurması, doğanın da büyüyüp hamile kalmasıdır. Resulullah (sav) bu alış-verişi yasakladı." Buharfnin bir rivayetinde "...sonra karnındaki de doğar" denir. Kaynak: Buhari, Büyu 61, Menakıbu'l-Ensar 26, Selem 8; Müslim, Büyu 6-6, (1514); Tirmizi, Büyu 16, (1229); Ebu Davud, Büyu 24, (3370); Nesai, Büyu 67, 68 (7, 293-294); İbnu Mace, Ticarat 24, (2197); Muvatta, Büyu 62, (2, 653-654) Rivayet: İbnu Ömer [26.09.2023 22:07] Annem: İYİ VEYA KÖTÜ ÇIĞIR AÇANLAR “Onlar ki ey Rabbimiz! Bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet ve bizi Allahtan korkan kişilere örnek ve öncü yap diye dua ederler. (25 Furkan 74) “....Ve onları öyle rehber ve önderler yaptık ki emrimizle toplumu doğru yola sevkederler.” (21 Enbiya 73) 173: Ebu Amr Cerir İbni Abdullah (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Bir gün sabahleyin Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzurunda bulunuyorduk, derken Nimar veya Abâ denilen bir kumaşı ortasından delerek başlarına geçirmiş, kılıç kuşanmış, çoğu belki de hepsi Mudar kabilesine mensup yarıçıplak bir topluluk Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)a geldi. Onlarda gördüğü aşırı yoksulluktan dolayı Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzünün rengi değişti. Bir içeri girdi, bir dışarı çıktı, sonra Bilal’e ezan okuyup kamet getirmesini emretti. Öğle namazını kıldırıp cemaate hitaben: “Ey insanlar, sizi tek bir canlıdan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde daima gözetleyicidir. (4 Nisa 1) Sonra da Haşr suresinin sonu olan: “Ey iman edenler, sizler yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulun ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın ve yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (59 Haşr 18) ayetini okudu ve sonra: “Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin, hatta yarım hurma bile olsa mutlaka sadaka versin”, buyurdu. Bunun üzerine onlardan biri nerdeyse sırtı zor kaldırabileceği, belkide kaldıramadığı bir torba sadaka mal getirdi. Arkasından herkes birbirini izledi, öyle ki, yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu görüp ve Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzünün güldüğünü gördüm. Sanki yüzü altın gibi parlıyordu, sonra şöyle buyurdu: “ İslamda iyi bir çığır açan kimseye açtığı o çığırın sevabı verileceği gibi o yolda gidenlerin sevabı da verilir ve onların sevabından da hiç bir şey eksilmez. Her kim de İslamda kötü bir çığır açarsa o kimseye açtığı çığırın günahı yükletildiği gibi kendisinden sonra o yoldan gidenlerin de günahı yükletilir. Fakat günahlarından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslim, zekat 69) 174: İbn-i Mesud (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Haksız yere öldürülen herkesin kanında Adem’in ilk oğlu Kabil’in günah payı vardır. Çünkü adam öldürme çığırını ilk açan o idi.” (Buhari, Cenaiz 33, Müslim, Kasame 27) [26.09.2023 22:07] Annem: 20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Bâbı 959- Bize İshak b. İbrahim ile İbn Haşrem rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsa b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öğretir, ve: «İmâmdan önce davranmayın; o tekbir aidimi sizde tekbir alın; dedimi sizde âmin deyin rükû' ettiği vakit sizde rükû' edin! Semiallahu limen hamideh dediği vakit siz: Allahumme Rabbena leke'l-hamd deyin» buyururdu. 960- Bize Kuteybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani De-râverdi), Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen yukarki hadis gibi rivâyette bulundu. Yalnız: dediği vakit siz âmin deyin» cümlesini söylemedi. Fakat: «Ondan önce başınızı kaldırmayın» cümlesini ziyade etti. 961- Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. H. Bize Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Yala dan - ki İbn Atâ'dır - rivâyet etti. O da Ebû Alkame'den işitmiş. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken dinlemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «İmâm ancak bir kalkandır. O oturarak namaz kılarsa sizde oturarak kılın Semiallahuli men hamideh dediği vakit siz Allahumme rabbenâ leke'l-hamd deyin, Şayet yeryüzündekilerin sözü gök ehlinin sözüne tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günahtan affolunur.» buyurdular. 962- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb, Hayve'den rivâyet etti. Ona da Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus rivâyet etmiş. Dedi ki: — Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ederken dinledim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyurmuşlar: «İmâm ancak kendisine uyulmak için İmâm yapılmıştır. Binaenaleyh o tekbir aidimi sîzde tekbir alın; Ruku'a gittimi sizde rükû' edin; Semiallahülimen hamiden dediği vakit siz: Allahümme Rabbena lekelhamd deyin İmâm ayakla kılarsa sizde ayakta kılın; oturarak kılarsa siz de hepiniz oturarak kılın.» Bu hadîsin rivâyetleri muhtelif olsa da, mânâ itibariyle hepsi bir araya varmaktadır. Buhârî onu «Kitâbü’l-Ezân»'ın muhtelif yerlerinde ve «Kitâbü't Tefsir» de, Ebû Dâvudda -Kitâbü's-Salât» ta tahrîc etmişlerdir. Muhtelif rivâyetlerin mecmuundan anlaşıldığına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) atdan düşerek bir hurma kütüğüne çarpmış ve ayağı çıkmıştır. Bunun üzerine Ashâb-ı Kiram onu ziyarete koşmuşlar. Namaz vakti gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturduğu yerden İmâm olarak kendilerine namaz kıldırmış ve Ashabın ayakda' kıldıklarını görünce, oturmalarına işaret buyurmuş. Onlarda oturarak kılmışlardır. Muhtelif rivâyetlerin ifâde ettiği vak'aların ayrı ayrı vuku bulmuş olmaları da ihtimâl dahilindedir. İbn Hibbân'in ifadesine göre, bu vak'a hicretin beşinci yılında olmuştur. Yine rivâyetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, bu namaz mescidde değil, Hazret-i Âişe'nin evinde kılınmıştır. Rivâyetlerin bazısında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namazı tamamlamak için kendi yerine Hazret-i Ebû Bekir'i geçirdiği dahi zikredilmiştir. Burada Ebû Bekir (radıyallahü anh)’ı geçirdiğinden bahsedilmemiştir. Onun için Kâad! Iyâz: «Anlaşılan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı Hazret-i Âişe'nin evinde kıldırmış. Yanında bulunanlar içeriden, mesciddekiler de dışarıdan kendisine uymuşlardır.» demiştir. Kâdî'nin söylediği, ihtimal dahilinde olduğu gibi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi yerine başkasını geçirmiş, fakat bu cihet bize nakledilmemiş olması da mümkündür. Kılman namazın farz veya na [26.09.2023 22:07] Annem: Âişe radıyallahu anhâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi: “Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” Ebû Dâvûd, Edeb 7. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 62 [26.09.2023 22:07] Annem: "Allah’ım! Senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan uzak kalmayı, her iyiliğe ulaşmayı ve (sonunda) cennete kavuşup cehennemden kurtulmayı dilerim." (Hakim, el-Müstedrek, 1/525) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [26.09.2023 22:07] Annem: Hz. Peygamber (sav)'la birlikte gazveye katıldım. Ben su taşımada kullandığımız devemizin üzerinde giderken Resulullah (sav) bana kavuştu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (sav) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye başladı. Bana: "Deveni nasıl görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz değdi" dedim. "Onu bana satar mısın?" buyurdu. Ben utandım, bundan başka su taşıyan devemiz yoktu. Yine de "evet" dedim ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartıyla deveyi kendilerine sattım. Ona: "Ey Allah'ın Rasülü yeni evliyim" diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni dayım karşıladı. Deveden sordu. Deve ile ilgili yaptıklarımı anlatınca beni ayıpladı. İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (sav): "Bakire ile mi, dulla mı evlendin?" diye sormuştu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye bakire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resulü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu sebeple onlara bakıp terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim. Resulullah (sav) Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarına gittim. Bana parasını verdi ve deveyi de iade etti. Buhari, Cihad 49, 113, Vekalet 8, Mesacid 59, Büyu 34, İstikraz 1, 7, Mezalim 26, Hibe 23, Şürut 4, Nikah 10, 121, Nafakat 12, Daavat 53; Müslim, Müsakat 109, (710), Salatu'l-Müsafirin 69, (710), Rida 54, (710); Tirmizi, Nikah 13, (1100), Büyu 30, (1253); Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [26.09.2023 22:07] Annem: Efendimizin Dünyaya Teşrifleri Sırasında Meydana Gelen Hârikâ Hâdiseler 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Kâinatta en büyük hadise, hiç şüphe yok ki Kâinatın Efendisi Peygamberi­miz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dünyaya teşrifleri hadisesidir. Çünkü hilkat ağacının çekirdeği odur. Kadîr-i Zülcelâl, onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da, insan da olmaya­caktı; dolayısıyla, imtihan dünya­sının kapısı da açılmayacaktı. “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap na­zarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî, o kitabın kâtibinin kaleminin mürekke­bidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî, hem çe­kirdeği, hem semeresi [meyvesi] olur. Eğer dünya, mücessem bir zîha­yat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.”[1] İşte,  “Sen olmasaydın ey Habîbim, fe­lekleri [kâinatı] yaratmazdım!” kutsî hadisi, bu sırra işaret etmektedir. Ayrıca Efendimizin risâleti, diğer peygamberler gibi hu­susî değil, umumî ve cihanşümûldür. Buna binaen, elbette, dünyaya teşrifleri esnasında birtakım harika hadiseler vücuda gelecekti ve bu hadiseler, akıl ve basîret sahiplerini düşünceye sevke­de­cekti! Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri esnasında belli başlı şu ha­rika hadiseler meydana geldi: Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu Yahudiler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resûlünün geleceğini görüp öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayı­lırlardı. Efendimizin doğumu ge­cesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi âlimler bu yıldızdan Ahir zaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamış­lar­dı. Resûl-i Zîşan’ın meşhur şâiri Hassan b. Sâbit (r.a.), bu hususu şöyle anlat­mıştır: “Ben, sekiz yaşlarında var, yoktum. Biliyorum. Bir sabah vakti, Yahudinin biri ‘Hey Yahudiler!’ diye çığlık atarak ko­şuyordu. Yahudiler, ‘Ne var, ne yır­tı­nıyorsun?’ diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu: “‘Haberiniz olsun: Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dün­ya­ya geldi.’”[2] İbni Sa’d’ın naklettiği konuyla ilgili bir rivayette ise, şöyle denilmektedir: “Mekke’de oturan bir Yahudi vardı. Allah Resûlünün doğdukları gecenin sabahı Ku­reyşlilerin karşısına çıktı ve sordu: ‘Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?’ Ku­reyşli­ler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti: ‘Varın, gidin, soruşturun, arayın. Bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alâmeti var.’ “Ku­reyşliler, varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler: ‘Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi; sırtında bir nişan var.’ “Yahudi, gidip peygamberlik alâmetini gördü ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı: “‘Peygamberlik artık İsrailoğullarından gitti! Ku­reyş­li­le­re öyle bir devlet ge­le­cek ki haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.’”[3] Demek, gökkubbe, pırıl pırıl yıldız kandilleriyle, Resûl-i Kibriya Efendimi­zin gelişini alkışlıyordu. Medâyin’deki Kisrâ Sarayından 14 Burç Çatırdayarak Yıkıldı Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi. Saatler, doğum anlarını gösteri­yordu. Derin uykuya dalan Medâyin şehri, korkunç bir çatırtı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telâş verici idi: Hükümdar Sarayının o sapasağlam burçlarından 14’ü, çatırdayarak yıkılıvermişti! Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ, sabaha çıkar çıkmaz memleketinin di­nî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hadisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi. Kisrâ, tacını giymiş, tahtına oturmuştu. Henüz müzâkereye başlamamış­lardı ki doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mekt [26.09.2023 22:08] Annem: MEVLID KANDILI Mevlid Kandilimiz Mübârek Olsun. Mevlid Kandili, iki cihan güneşi âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) dünyaya gelişinin yıl dönümüdür.Mevlid Kandili insanı insan yapan bütün güzelliklerin odaklandığı bir şahsiyet olan rahmet elçisi Hz. Peygamberin doğumunu kutladığımız ve onun yüce ahlâkıyla güzelleştireceğimiz bir tazelenme mevsimidir.Rasûlullah Efendimiz'e salavat getirmeyi Allah Teâla emretmiştir.“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (33/Ahzâb, 56)Übey bin Kâb (r.a.) diyor ki:“Hazret-i Peygamber Efendimiz’e:“Yâ Rasûlallâh! Ben sana çok salavât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” diye sordum.“Dilediğin kadar yap.” buyurdu.“Duâlarımın dörtte birini salavât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?” diye sordum.“Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur.” buyurdu.“Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?” deyince:“O takdirde Allâh bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.” buyurdu.” Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [26.09.2023 22:08] Annem: ❝Hulûsî ne devletdir bin lutf u inâyetdir Olmak ne saâdetdir kurbân-ı Rasûlu’llâh❞ ▪ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî Nesre Çevirisi: ▪ Ey Hulûsî! Rasûlullah’ın kurbanı olmak ne (yüce) devlettir, ne büyük lutuf ve inayettir, ne saadettir. [26.09.2023 22:08] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Hazreti Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi elinde tutan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez." Kaynak : İbnu Mace Sünen (161) - Hds :(6028) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [26.09.2023 22:08] Annem: [Hadis No : 3635] Sehl İbnu Hüneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntıda idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum. Sonunda Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a bu husustan sordum. Bana:   "Meziden dolayı sana abdest kâfidir!" buyurdular.   "Ey Allah'ın Resülü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım?'' dedim.   "Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana yeterlidir!" cevabını verdi.'' Ebu Dâvud, Tahâret 83, (210); Tirmizi, Tahâret 84, (115); İbnu Mâce, Tahâret 70, (506). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [26.09.2023 22:09] Annem: “Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım” (Müslim, Zikir 96) [26.09.2023 22:09] Annem: Bir Hadis Ramazandan sonra oruçların en faziletlisi, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da gece kılınan namzdır. (Müslim, Sıyâm, 202) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [26.09.2023 22:09] Annem: Bir Ayet Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının. (Maide, 5/88) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [26.09.2023 22:09] Annem: Bir Dua Dünya ve ahretimizi ma’mur eyle Allah’ım! Bizleri sağlık ve âfiyette dâim eyle! İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [26.09.2023 22:11] Annem: Ebû Saîd’in rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ashâbıma sövmeyin! Canım elinde olan (Allah’)a yemin ederim ki eğer biriniz, Uhud (dağı) kadar altını Allah yolunda harcasa, bu onlardan birinin bir ölçek ya da yarım ölçek sadakasına erişemez.” (D4658 Ebû Dâvûd, Sünnet, 10) [26.09.2023 22:12] Annem: 20- Selâm (vermek) İslâm'dandır Ammâr ibn Yâsir (37) şöyle dedi: Üç şeyi her kim bir araya getirebilirse îmânı tam toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selâm vermek, fakîr iken de infâk eylemek. 28 Abdullah ibn Amr (radıyallahü anh)'dan (şöyle demiştir): Bir kimse Rasûlüllah'a: - İslâm'ın en hayırlısı hangisidir? diye sordu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yiyecek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir" buyurdu.   [26.09.2023 22:12] Annem: 33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR 1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı) 2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı 3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez 4- İ'tikâf Eden Kişinin Yıkanması Babı 5- Geceleyin İ'tikâf Babı 6- Kadınların İ'tikâf Etmeleri Babı 7- Mescidin İçine Çadırlar Kurulduğu Babı 8- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse İhtiyâçlarından Dolayı Mescidin Kapısına Kadar Çıkar Mı? 9- Peygamberin Ftikâfı Ve Peygamber (S) Ayın Yirminci Sabahında Dışarı Çıktı Babı 10- İstihâzalı Kadının İtikâfı Babı 11- Kocası İtikâfta İken Kadının Kocasını Ziyaret Ftmfsi Rârî 12- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse Kendini (Söz Ve Fiille) Müdâfaa Eder Mi? 13- Sabah Vaktinde İ'tikâf Yerinden Çıkan Kimse Babı 14- Şevval Ayında İ'tikâfın Beyânı Babı 15- Ptikâfa Girdiği Zaman Kendisine Oruç Tutmayı Şart Görmeyen Kimse Babı 16- Bâb: Câhiliyet'te İ'tikâf Etmeyi Adayıp, Sonra İslâm'a Girdiği Zaman (Adağını Yerine Getirmesi Gerekir Mi Yoksa Gerekmez Mi)? 17- Ramazândan Ortadaki On Günde İ'tikâf Babı 18- İ'tîkâf Etmeyi İrâde Eden, Sonra Da Kendisine (Yapmak İstediği İ'tîkâfı Terkedip) İ'tikâftan Çıkma Fikri Zahir Olan Kimsenin Durumunu Beyân Babı 19- İtikâftaki İnsanın Yıkatmak İçin Başını (İ'tikâf Yerinin Dışında Bulunan) Odaya Sokması Babı Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR (Ramazânın Son On Gününde İ'tikâf Bâbları) [1] 1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı) [2] ... Mescidlerde i'tikâf ta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın. Bu hükümler Allah 'in sınırlarıdır. Sakın o sınırlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar, tâ ki korunsunlar" (el-Bakara: 187) [3]. 1-.......Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S) ramazândan son on gün içinde i'tikâf ederdi, demiştir [4]. 2-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ramazândan son on günde i'tikâf ederdi. O'nun bu âdeti tâ Yüce Al­lah O'nu vefat ettirinceye kadar devam etmiştir. Sonra O'nun ardın­dan zevceleri i'tikâf etmişlerdir [5]. 3-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasûiullah (S) ramazândan ortadaki on günde i'tikâf ederdi. Yine bir sene tâ ramazânın yirmibirinci gecesi oluncaya kadar i'tikâf etti. Bu gece O'nun, sabahında i'tikâf yerinden çıkacağı gecedir. O sabah Rasûlullah (S) bir konuşma yaptı da şöyle buyurdu: "Kim benimle i'tikâf etmiş ise, son on günde de i'tikâf etsin. Çünkü bu Kadir gecesi bana gösterilmişti. Sonra o gece bana unutturuldu. Hâlbuki ben ru'yâda kendimi o gecenin sabahında bir su ve çamur içine secde ediyor gör-müşümdür. Siz o geceyi her tek sayılı gece içinde arayın!" O konuşmanın yapıldığı gecede gök boşandı. Mescid o zaman arış üzere (yânî çardak biçiminde olup tavansız, gölgelik hâlinde) yapılmış idi. Bu sebeble mescid aktı. İşte yirmibirinci gecenin saba­hından çıkarken benim iki gözüm Rasûlullah'ı, alnı üzerinde su ve .çamur izi olduğu hâlde görmüştür [6]. 2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı 4-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) mescidde i'tikâf ederken başını bana doğru eğip uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum hâl­de O'nun başının saçlarını tarayıp ayırırdım [7]. 3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez 5-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i'tikâftaiken muhakkak başım benim hücreme sokardı da, ben de başının saçlarım (yıkayıp) tarar idim. Yine Rasûlullah i'tikâf-. ta bulunduğu zaman bir ihtiyâç için olmak müstesna, evine girmezdi [26.09.2023 22:12] Annem: Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahmân'ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklar. (Nesâî, Âdâbü'l-kudât, 1) [26.09.2023 22:13] Annem: - عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - اَلَا اِنَّ فِى الْجَسَدِ مُضْغَةً اِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَ اِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ اَلَا وَ هِىَ الْقَلْبُ - نعمان بن بشير رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - دقت ايديك، محقق انسان وجودنده بر ات پارچەسى واردر. اكر او ايى و طوغرى اولورسه بتون وجود ايى و طوغرى اولور، اكر بوزوق اولورسه بوتون وجود بوزوق اولور. دقت ايديك، او ات پارچەسى قلبدر - Numan Bin Beşir (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Dikkat edin, muhakkak insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer o iyi ve doğru olursa bütün vücut iyi ve doğru olur; eğer bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalptir. - Taberanî, El-Mu’cemu’l-Kebir, h. 53 [26.09.2023 22:14] Annem: Şüphesiz Allah, kâfirlere lanet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamayacaklardır. (Ahzâb, 33/64-65) [26.09.2023 22:15] Annem: 16/Nahl 95 - Allah'a verdiğiniz sözü az bir karşılığa değişmeyin. Eğer bilirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır. [26.09.2023 22:15] Annem: حَدَّثَنَا عِمْرَانُ بْنُ مَيْسَرَةَ، قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ، عَنْ أَبِي التَّيَّاحِ، عَنْ أَنَسٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ إِنَّ مِنْ أَشْرَاطِ السَّاعَةِ أَنْ يُرْفَعَ الْعِلْمُ، وَيَثْبُتَ الْجَهْلُ، وَيُشْرَبَ الْخَمْرُ، وَيَظْهَرَ الزِّنَا ‏"‏‏.‏ Enes, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ilmin kaldırılması, cehaletin yerleşmesi, içkinin içilmesi ve zinanın yaygınlaşması kıyamet alâmetlerindendir. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 80 In-book reference: Kitap 3, Hadis 22 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [26.09.2023 22:15] Annem: ÎL BÖLÜMÜ2 ÎL BÖLÜMÜ Îlâ, lügat olarak yemin ve imtina mânasına gelir. Şer'î ıstılah'da, bir kimsenin karısına dört ay yaklaşmamaya yemin etmesidir. Îlâ âyet-i kerîme'de de temas edilen, câhiliye devrinde pek cârî bir boşama şeklidir: "Kadınlarına yaklaşmamaya yemîn edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefâret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah cidden mağfiret edici, hakkıyla esirgeyicidir" (Bakara: 2/226). Cahiliye devrinde bu tarz boşamada koca rücû hakkından, kadın da müddet kaydı olmaksızın, diğer bir kocaya ebediyen varma hakkından mahrumdu. Şu halde Kur'ân bunu dört ayla sınırlamıştır. Erkek bu müddet içerisinde kefâret ödeyerek rücû edebilir. Bunu yapmadığı takdirde dört ay sonra bir talak vermiş sayılır. Îlâ üç çeşittir: 1- Îlâyı muvakkat: Bu, müddet belirtilen îlâdır. Dört ay, beş ay gibi bir müddetle kayıtlanır. 2- Îlâyı müebbed: Ebediyen kadına takarrüb etmemeye yemindir. 3- Îlâyı meçhul: Müddet tâyin edilmeden yapılan hanıma yaklaşmama yeminidir. Belirtilen müddet içerisinde kadına yaklaştığı takdirde yemininde hânis olduğu için yemin kefâreti öder. Îlâ bahsi, birçok teferruatı bulunan bir mevzudur. Fıkıh kitaplarında açıklama yer alır.[1] Aşağıdaki hadislerde temas edilen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in îlâsı, şerî ıstılah'daki îlâ'dan ziyâde, lügavî mânada bir yemindir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Tahrîm sûresi'nin nüzulüne sebep olan, hanımlarıyla arasında vâki bazı huzursuzluklar sonunda, kadınlarına bir ay takarrüb etmemek (yaklaşmamak) üzere yemin etmiş ve böylece, mü'minlerce îlâ ile ilgili âdabı da ta'lim buyurmuştur. Îlâ kararı rivayetlerde farklı farklı sebeplere dayandırılır. Biz bu sebeplerden sadece birini bahsin sonunda anlatacağız. Diğerlerini merak edenlere, tefsir kitaplarını görmelerini tavsiye ederiz. Ancak bütün rivayetler ailevî huzursuzlukta birleşir. Sebep olarak farklı hâdiselerin zikredilmesi, bir tezad (teâruz) sayılmamalı. Mezkûr hâdiselerden herbiri aynı esnâda veya birbirine yakın zamanlar içerisinde cereyan etmiş ve bunların birikimi de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i hanımları uyarıcı bir ceza olarak îlâ kararı vermeye sevketmiş olabilir. Bu karar, gerçekten müessir bir ceza olmuştur. Zira rivayetler hem hanımların hem de yakınlarının Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın boşamış olabileceği ihtimaliyle son derece üzülüp ağlaştıklarını, ciddi bir endişeye ve telaşa düştüklerini ifade ederler.[2] ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عنهُ ]أنّ النبىّ # صُرِعَ مِنْ فرسٍ فَجُحِشَ شِقّهُ أو كَتِفُهُ، وآلى من نسائهِ شهراً فجلسَ في مشربةٍ لهُ درجُهَا من جذُوعٍ فأتاهُ أصحَابُهُ يَعُودونهُ فصلّى بهم جالساً وهم قيامٌ، فلما سلمَ قال: إنّما جُعِلَ ا“مَامُ لِيُؤْتمّ بهِ فإذا صلّى قائماً فصلّوا قياماً، وإن صلّى قاعداً فصلّوا قعوداً، وََ تركَعُوا حتّى يركعَ، وََ ترفعُوا حتّى يرفَع. قال: ونزلَ لتسعٍ وعشرينَ. فقالوا يا رسُولَ اللّهِ إنك آليتَ شهراً. فقال: إن الشهر تسعٌ وَعشرونَ.[ أخرجه البخارى والترمذى والنسائى.وفي أخرى للشيخين عن أم سلمة: ]إنّ الشهرَ يكُونَ تسعاً وعشرين[.وفي أخرى لمسلم عن جابر ]ثمّ طبَّقَ يديْهِ ثثاً مرّتينِ بأصابعِ يدَيْهِ كلِّهَا ومرةً بتسعٍ مِنْهَا[ . 1. (109)- Enes (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bir at yere atmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (sağ [26.09.2023 22:15] Annem: عَنْ أبي سَعِيدٍ سَعْدِ بْنِ ماَلِكِ بْنِ سِنان الخدري  أن رَسوُلَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : كان فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ رَجُلٌ قَتَلَ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا, فَسَأَلَ عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الأرض, فَدُلَّ عَلَى رَاهِبٍ, فَأَتَاهُ فَقال : إنهُ قَتَلَ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا, فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ ؟ فَقال : لا,َ فَقَتَلَهُ فَكَمَّلَ بِهِ مِائَةً, ثُمَّ سَأَلَ عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الأرض, فَدُلَّ عَلَى رَجُلٍ عَالِمٍ فَقال : إنهُ قَتَلَ مِائَةَ نَفْسٍ فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ ؟ فَقال : نَعَمْ , وَمَنْ يَحُولُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ التَّوْبَةِ ؟انطلق إِلَى أَرْضِ كَذَا وَكَذَا , فَإن بِهَا إناسًا يَعْبُدُونَ اللَّهَ تّعاَلَي فَاعْبُدِ اللَّهَ مَعَهُمْ , وَلاَ تَرْجِعْ إِلَى أَرْضِكَ فَإنهَا أَرْضُ سَوْءٍ, فانطلق حَتَّى إذا نَصَفَ الطَّرِيقَ أَتَاهُ الْمَوْتُ, فَاخْتَصَمَتْ فِيهِ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ وَمَلاَئِكَةُ الْعَذَابِ, فَقالتْ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ : جَاءَ تَائِبًا مُقْبِلاً بِقَلْبِهِ إِلَى اللَّهِ تَعاَلَي, وَقالتْ مَلاَئِكَةُ الْعَذَابِ : إنهُ لَمْ يَعْمَلْ خَيْرًا قَطُّ, فَأَتَاهُمْ مَلَكٌ فِي صُورَةِ آدَمِيٍّ فَجَعَلُوهُ بَيْنَهُمْ - أي حكما- فَقال : قِيسُوا مَا بَيْنَ الأرضين فَإِلَى أَيَّتِهِمَا كان أَدْنَى فَهُوَ لَهُ , فَقَاسُوهُ فَوَجَدُوهُ أَدْنَى إِلَى الأرض الَّتِي أَرَادَ , فَقَبَضَتْهُ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ . وَفِي رِواَيَةٍ فِي الصَّحِيحِ : فَكان إِلَي الْقَرْيَةِ الصّاَلِحَةِ أَقْرَبَ بِشِبْرٍ, فَجُعِلَ مِنْ أَهْلِهاَ,وَفِي رِواَيَةٍ فِي الصَّحِيحِ : فَأَوْحَي اللهُ تَعاَلَي إِلَي هَذِه ِأن تَباَعَدِي, وَإِلَي هَذِهِ أن تَقَرَّبِي, وَقال : قِيسوُا ماَ بَيْنَهُما,َ فَوَجَدوُهُ إِلَي هَذِهِ أَقْرَبَ بِشِبْرٍ فَغُفِرَ لَهُ , وَفِي رِواَيَةٍ : فَنَأَى بِصَدْرِهِ نَحْوَهاَ . Ebû Saîd Sa’d ibn Mâlik ibn Sinân el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Vaktiyle doksandokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı, bu kimse yeryüzünde en büyük bilgi sahibinin kim olduğunu soruşturdu, ona bir rahibi haber verdiler. Bu adam rahibe giderek: “Doksandokuz adam öldürdüm tevbe edebilirmiyim (kabul olur mu)?” diye sordu. Rahib: “Hayır edemezsin (kabul olmaz)” deyince onu da öldürerek sayıyı yüze tamamladı. Sonra yeryüzünün en bilginini soruşturdu, ona bir alim kişiyi tavsiye ettiler. Onun yanına vararak yüz kişiyi öldürdüğünü tevbe edip edemeyeceğini (kabul edilip edilmeyeceğini) sordu. O alim elbette edebilirsin (kabul olur), insanla tevbesi arasına kim girebilir ki, sen falan yere git orada Allah’a ibadet eden insanlar var, sende onlarla beraber Allah’a ibadet et, sakın kendi memleketine geri dönme, çünkü orası kötü bir yerdir dedi. Adam denilen yere gitmek üzere yola ç� [26.09.2023 22:17] Annem: Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir. Tirmizî, İlm, 14. [26.09.2023 22:17] Annem: Allah’ım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında af ve âfiyet istiyorum. Allah’ım! Açıklarımı ört, korkularımı gider ve bana güven ver… (Hâkim, "De’avât", No:1902 ; İbn Hıbbân, "Ed’ıye", 961; İbn Ebî Şeybe, Dua, 22, No:29269) [26.09.2023 22:17] Annem: Tarihte Bugün •  Mevlid Kandili •  Viyana Kuşatması 1539 •  Girit’in Fethi 1669 •  Türk Dil Bayramı Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [26.09.2023 22:18] Annem: Günün Ayeti “De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” İsra 100 [26.09.2023 22:18] Annem: Günün Hadisi “Ben Muhammed’im, Ahmed’im, peygamberlerin izinden giden, insanları etrafına toplayan, Tevbe Peygamberiyim, Rahmet Peygamberiyim.” Müslim, Fedâil, 126 [26.09.2023 22:18] Annem: MÜBAREK GECE MEVLİD-İ NEBİ Bu gece, Mevlid-i Nebi’dir. İslam’ın tebliğcisi, hak ve hakikatin temsilcisi, dünya ve ahiretin efendisi, rehberimiz, en güzel örneğimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in dünyayı teşriflerinin yıl dönümüdür. Bizleri bu mübarek geceye ulaştıran Yüce Rabbimize sonsuz hamd ü sena, ümmeti olmakla müşerref olduğumuz Peygamber Efendimize, âline ve ashabına salât ve selam olsun. Ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle O’nun yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45, 46) Bizler, hayat rehberi Kur’an ve sünneti Allah Resûlü’nden öğrendik. Vefayı, iyiliği, dostluğu, muhabbeti ondan öğrendik. Rahmet yüklü adaleti, hikmet yüklü ahlâkı tüm insanlığa o tanıttı. Cenneti kazandıracak amelleri o gösterdi. Gönüllerimiz onunla birleşti. Dünyamız onunla anlam buldu, ömrümüz onunla bereketlendi. Değerlerin yozlaştığı günümüz dünyasında yegâne çare, Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in tavsiyelerini bütün insanlarla buluşturmaktır. O halde geliniz, Peygamberimizi yakından tanımanın gayretinde olalım. İşte o zaman çağımız yeniden asr-ı saadet olacaktır. Dünyamız huzurla dolacak, ahiretimiz cennet olacaktır inşallah.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [26.09.2023 22:18] Annem: toplumunun temel taşlarından biri olan iyiliği emretme, kö- tülükten alıkoyma; toplumun her ferdini istikamet çizgisinde tutma eylemidir. Ayette dosdoğru olma emrinin karşısında, “Aşırı gitmeyin.” emri yer almıştır. Demek ki dosdoğru olunmazsa tuğyan ve aşırılıklar kendini göstere- cektir. Doğruların yanında yer alınmazsa azgınların safında yer alınmış olacaktır. İstikamet üzere olunmazsa ölçüsüzlük ve dengesizlikler söz konusu olacaktır. Nitekim konumuzla ilgili ikinci ayetimizde de “Dos- doğru ol.” emrinden hemen sonra “Onların heveslerine uyma.” kaydı gelmiştir. Çünkü dosdoğru olma, hakka ve haki- kate uymadır; aksi ise azgınla- rın heva ve heveslerine uyma- dır. Biri cennete götürecektir, diğeri cehenneme. İlki sahibi- ni izzetli ve huzurlu bir hayata taşıyacaktır; diğeri ise sahibini zelil ve huzursuz edecektir. “Dosdoğru ol.” emrinin ardın- dan, Allah’ın Kitabı’na iman ve adaletle hareket etme emir- leri gelmiştir. Aslında bunlar birbirinin devamı ve gereğidir. Zira iman, doğruluk ve adalet, birbirini gerektiren ve birbirini tamamlayan şeylerdir. İnsan ne yaparsa yapsın, ki- min safında yerini alırsa alsın, nihayetinde bunun sonucuna katlanacaktır. Hiç kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır. Onun için ilk ayetimiz, “Doğru- su Allah yaptıklarınızı görür.”, ikinci ayetimiz ise “Allah he- pimizi bir araya toplar; dönüş O’nadır.” ifadesiyle son bul- muştur. O hâlde yapıp ettiğimiz her şeyin, O’nun tarafından gö- rüldüğü, bilindiği ve yaptıkları- mızdan hesaba çekileceğimiz bilinciyle hareket etmeliyiz. İstikamet Peygamber’i ve is- tikamet ümmeti Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekke döneminde inen ayetler ışığın- da ashabının katıksız, salt tev- hid inancıyla donanması için çırpındı. Bu dönemde şirksiz ve şeksiz bir iman ile gönül- lerin donatılması için çalışıldı. Namaz ibadetinde kendisini gösteren şekil ve mana bü- tünlüğü içerisinde sağlam bir toplumsal yapı oluşturuldu. Medine döneminde ise bir bi- nanın kenetlenmiş taşları gibi sağlam ve tarağın dişleri gibi her bakımdan düzgün bir üm- met modeli inşa edildi. Kur’an’ın iki suresinin adı me- leklerin ve Allah yolunda olan müminlerin saflarından bah- seden ayetlerle başlamakta ve Saf ve Saffat isimlerini almak- tadır. O, namaza durmadan safların sık ve düzgün olması- na önem veriyor ve kendisi biz- zat safları düzelterek bu konu- daki hassasiyetini gösteriyor ve şöyle diyordu: “Saflarınızı düzgün tutunuz. Aksi takdirde Allah aranıza düşmanlık sokar. Saflarınız eğilirse kalpleriniz de eğilir.” (Buhari, Ezan 71; Müslim Salat, 122, 127, 128.) O, böylece şekil ve ruh bütünlüğü içeri- sinde istikamet çizgisindeki in- sanların en hayırlı kuşağı olan ashabını inşa ediyordu. Çün- kü onlar, insanların en hayırlı kuşağı olarak insanlığa örnek olacaklardı. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” emri, yalnızca Peygamberimize değildir. Emir, ona ve onunla beraber olanlaradır. Aslında ayet, onunla beraber olmanın da yolunu bize öğretmektedir. GÜNDEM Aylık Dergi | Eylül 2023 13 [26.09.2023 22:19] Annem: Mehmet Akif Ersoy Necip Fazıl Kısakürek Arif Nihat Asya Süleyman Çelebi Yunus Emre Asım Köksal Sezai Karakoç ŞAIRINI BUL 5 Peygamberim uludur, Abdullah’ın oğludur, Güzel adı: Muhammed, Yolu, Allah yoludur. 28 Kasım 1998’de vefat eden bu şair, İslam Tarihi ve Peygamberler Tarihi ile ilgili önemli kitaplar yazmıştır. 4 Biri dedi: “Size en güzel çare: Kollayalım, geçip bir kenar yere; Kâbe’ye ilk gelen, hakem tutulsun; Ne karar verirse yerini bulsun!” Sessiz, beklediler… İlk gelen O’ydu. Karataşı bir bez üstüne koydu: Dedi: “Uçlarından tutun hepiniz! Taşıyın ve ardım sıra geliniz!” Taşı elleriyle yerleştiren O… Şaşkın yığınları birleştiren O… Şiirlerini topladığı kitabının adı Çile’dir. “Sakarya Türküsü” adlı şiiri de şairin ünlü şiirlerindendir. 7 Âmine hâtun Muhammed ânesi Ol sadeften doğdu ol dür dânesi ……… Didiler oğlun gibi hiç bir oğul Yaradılalı cihân, gelmiş değil Aşağıda iki beytini okuduğunuz bu şiir Mevlid olarak bilinir. Özel günlerde belli bir makamda okunur. DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 13 6 Selâm sana Muhammed Selâm sana Mustafa Mustafa selâm sana Ey seçilmiş seçilmiş Mustafa selâm sana Ey öğülmüş öğülmüş Muhammed selâm sana “Diriliş Şairi” olarak da bilinen bu şair, 16 Kasım 2021’de vefat etmiştir.

Fütürist Gerd Leonhard, Türkiye E-Ticaret Haftası'nda konuşacak

Bakan Bayraktar son 1 yılda 51 yerleşim yerine doğal gaz arzı sağladıklarını bildirdi

Sanayi üretim endeksi eylülde aylık yüzde 2,2 azaldı, yıllık yüzde 2,9 arttı

Milli Piyango'dan bugüne kadar 419 bin 158 kumar ve yasa dışı bahis sitesi için suç duyurusu

Zorunlu Afet Sigortası çalışmalarında son aşamaya gelindi

Borsa haftaya yükselişle başladı

Piyasalar ABD'de hükümetin yeniden açılacağına dair olumlu gelişmelerle pozitif seyrediyor

Bakan Uraloğlu, Mısır'da düzenlenen TransMEA 2025 Fuarı'na katıldı

Külçe altının reel getirisi son 61 ayın zirvesinde

Topraksız dikey tarım uygulamaları enerjide tasarruf ve yüksek verimlilikle geleceğe umut oluyor

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 12 9 1 2 19 29
2.FENERBAHÇE A.Ş. 12 8 0 4 15 28
3.TRABZONSPOR A.Ş. 12 7 1 4 10 25
4.SAMSUNSPOR A.Ş. 12 6 1 5 7 23
5.GÖZTEPE A.Ş. 12 6 2 4 9 22
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 12 6 4 2 5 20
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 12 5 3 4 -3 19
8.CORENDON ALANYASPOR 12 3 3 6 0 15
9.TÜMOSAN KONYASPOR 12 4 6 2 -2 14
10.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 12 3 4 5 -2 14
11.KOCAELİSPOR 12 4 6 2 -4 14
12.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 12 3 5 4 2 13
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 12 4 7 1 -10 13
14.GENÇLERBİRLİĞİ 12 3 7 2 -5 11
15.KASIMPAŞA A.Ş. 12 2 6 4 -6 10
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 12 1 5 6 -15 9
17.İKAS EYÜPSPOR 12 2 8 2 -9 8
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 12 2 9 1 -11 7

YAZARLAR