SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[27.09.2023 22:03] Annem: Bir Ayet: Aydınlatan kitaba yemin olsun! Biz onu mübarek bir gecede indirdik; biz daima uyarmaktayız. (Duhân, 44/2-3) Bir Hadis: İyi arkadaş ile kötü arkadaşın kişiye etkisi; güzel koku satan kimse ile demir körükleyen kimsenin, yanındaki kişiye etkisi gibidir. Güzel koku satan kimseden güzel koku satın alarak ya da yanında bulunduğun müddetçe güzel koku hissedersin. Demir körükleyenin yanında ise, ya elbiseni veya bedenini yakarsın ya da kötü koku hissedersin. (Buhârî, "Buyû", 38; Müslim, "Birr", 146) Bir Dua: Lütuf ve ihsanlarıyla bana çokça bağışta bulunan Allah'a hamdolsun. (Hâkim, Müstedrek, 1, 730) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [27.09.2023 22:03] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: 1.Viyana Kuşatması (1529) Preveze Deniz Zaferi (1538) Girit’in Fethi (1669) Dikkat edin! İşitiyor musunuz? (Size diyorum) Dikkat edin! İşitiyor musunuz? Sadelik imandandır. Sadelik imandandır. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 1)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: HAYATI SADE YAŞAMAK İslam dinine göre dünya hayatı ahiret hayatının kazanıldığı yerdir. Bu dünyada insanın istifadesine sunulmuş pek çok nimet vardır. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de dünya nimetleri üzerinde çokça durulmuştur. Bunlar bir yönüyle imkân iken aynı zamanda bir imtihandır. Peygamberler tarihine bir göz attığımızda hemen hemen bütün peygamberlerin, dünya ve nimetleriyle olan ilişkilerini ihmal etmeyip sürdürdüğünü ve hayatın içerisinde olduklarını görürüz. Hz. Peygamber (sas), her hususta olduğu gibi, sade hayatı ve dünyaya bakış konusunda da bize en güzel örnekleri sunmuştur. Hz. Peygamber giyim kuşam ve yaşantıda abartıyı hoş görmemiştir. Her zaman gösterişten uzaklık ve sadeliğin tercih edilmesini istemiştir. Bu yönüyle Resûlullah’ın (sas) sade hayatının şekillenmesinde sosyal ve ekonomik hayatın içinde bulunmanın, çalışıp kazanmanın ve insanlara infak etmenin önemli bir yeri vardır. Hayatı sade yaşamanın gayesi, insanlara ihtiyaç sahibi olduğu izlenimi vermek veya malını harcamayıp biriktirmek değil tevazu, zühd ile nefsini gurur, kibir gibi olumsuzluklardan uzaklaştırmaktır. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [27.09.2023 22:03] Annem: Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur'an'ı) dinlediğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. - Enfâl - 20. Ayet [27.09.2023 22:03] Annem: Allahım! Senden dünya ve âhirette afiyet dilerim. Allahım! Senden dinim, dünyam, aile fertlerim ve malım hakkında af ve afiyet dilerim. Allahım! Ayıplarımı ört, korkularımdan emin kıl… - Ebu Dâvûd, Edeb, 110, İbn Mâce, Dua, 14 [27.09.2023 22:03] Annem: “Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığıyla bize vaad ettiklerini ver bize; kıyamet gününde bizi rezil etme. Sen asla sözünden caymazsın.”  - Âl-i İmrân, 3/194 [27.09.2023 22:04] Annem: Allah katında mükâfatlandırılacak davranışların sınırı yoktur. Sevap, davranışlarımızın Allah nezdinde hüsnükabul görmesi olduğuna göre, esasında davranışı sevaba dönüştüren onun niceliği değil, niteliğidir. Ameli sevaba çeviren şey öncelikle niyettir. Söz konusu niyet ise, Allah’ın sevgisini ve rızasını elde etmek dışında hiçbir amaç gözetmemektir. Bu bakımdan diyebiliriz ki, hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Basit gibi görünmekle beraber geçmiş günahların silinmesine vesile olan nice davranış vardır. Bazen susuzluktan dili sarkmış ve ölmek üzere olan bir köpeğe iki yudum hayat suyu temin etmek (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 17), bazen gelip geçene rahatsızlık veren yoldaki bir taşı, çerçöpü alıp kenara koyuvermek (Buhârî, Ezân, 32), ebedî mutluluğun kapılarını açmaya vesiledir. Bazen tatlı bir söz, cehennem ateşini söndürebilir (Müslim, Zekât, 68), bir güler yüz, sevap hanesine artı olarak kaydedilebilir. Bu bakımdan Allah Resûlü’nün “Hiçbir iyiliği küçümseme” (Müslim, Birr, 144) şeklindeki öğüdü anlamlıdır. - HİÇBİR İYİLİĞİ KÜÇÜMSEME [27.09.2023 22:04] Annem: Haccın Sünnetleri 42- Farz haccın sünnetleri şunlardır: 1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir. 2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır. 3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir. 4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek. 5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek). 6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak. 7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak. İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir [27.09.2023 22:04] Annem: gereği anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. [27.09.2023 22:05] Annem: SIFATLARI 3456 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi: Allah Teâla Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicâbı nurdur. Eğer o perdeyi açacak olsa, veçhinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlükatını yakardı." Müslim, İmân 293 (179). 3457 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhisalâtu vesselam buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın." Buhari, Itk 20; Müslim, Birr, 112, (2612). Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "...zira Allah Adem'i kendi sûretinde yaratmıştır." 3458 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah'ın resûlü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahmân'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir." Tirmizi, Kader 7, (2141). 3459 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı şu âyetleri okurken işittim. (Meâlen): Hiç şüphesiz Allah size emânetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" (Nisa 58). Bu sırada Resülullah aleyhissalâtu vesselam'ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şahâdet) parmağını da gözünün üzerine koyduğunu gördüm.'' Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4728) [27.09.2023 22:06] Annem: önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır. Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim. Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur. Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz. Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, t [27.09.2023 22:06] Annem: Adam Öldürmenin Kefareti Ana Sayfa Kefâretler Adam Öldürmenin Kefareti İlgili İslam’da korunması gaye edinilen temel değerlerden birisi insan hayatıdır. İnsanın saygınlığı anlayışı, insan hayatını koruyucu tedbirler, müessir fiil ve adam öldürme suçlarının cezalandırılmasında izlenen siyaset hep bu amaca hizmet eder. Bir müslümanın müslüman, zimmi veya anlaşmalı (muahid) gayri müslimi hataen (yanlışlıkla ve kaza ile) öldürmesi halinde, gereken diğer hukuki ve cezai müeyyidelere ilave olarak kefaret ödemesi de gerekir. Hanefiler’e ve bir grup fakihe göre sadece hataen adam öldürmede kefaret gerekirken fakihlerin çoğunluğu kasten adam öldürmede de gerekli görürler. Öldürme kefareti, mümin bir köle azat etmek, eğer buna güç yetmezse iki ay peş peşe oruç tutmak suretiyle ödenir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyurulur: “Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olmaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola (o takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir” (en-Nisa 4/92). Öldürme kefaretinde önceliğin köle azat etmeye verilmesi ve kefaret yükümlülüğü için öldürülen kimsenin müslüman veya gayri müslim olmasının farketmemesi hem insan hayatının ve hürriyetinin temel değer ve gayelerden olması ile hem de buradaki hürriyete kavuşturmanın adeta ölen kimse yerine dirilişi sembolize etmesiyle açıklanabilir. Ayrıca, müslümanlarla birlikte yaşayan gayri müslimlerin, yaşama hakkının da koruma ve güvence altında olması gerektiği de ayetten çıkarılan bir sonuç olmaktadır. Ancak kefaret, ibadet grubunda yer aldığı ve bir bakıma tövbe ve Allah’tan bağışlanma dileme mahiyetinde olduğu için hataen adam öldüren gayri müslimler kefaretle yükümlü tutulmaz ve sadece diyet öderler. İlgili Farz Oruç 3 Eylül 2021 Benzer yazı Orucu Bozan Şeyler 3 Eylül 2021 Benzer yazı Öldürme 7 Eylül 2021 Benzer yazı in Kefâretler Tags: azad Diğer Konular Hayızlı Kadınla Cinsi Münasebet Kefareti Hacda Tıraş Olma Kefareti Zıhar Kefareti Oruç Bozma Kefareti Kefâretler [27.09.2023 22:07] Annem: Astronomi Ana Sayfa A Astronomi Bu ilimle iştigal ettiğini görmek müspet ilimlerde ve din bilgilerinde ilerlemeye,Astrolog görmek bazen ilim ehline,bazen sözleri itibara alınmayan kahinlere delalet eder.Bir kimsenin astrologa ya da müneccime gidip onun söylediklerine inanması hakkında yalanlamaya,gerçek ve doğru olana sırtını dönmeye delalet eder. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [27.09.2023 22:08] Annem: Ayn Harfi Ana Sayfa A Ayn Harfi Kur’ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk’un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû’a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır. İlgili İZHÂR 9 Eylül 2021 Benzer yazı SECÂVEND 9 Eylül 2021 Benzer yazı MISKA 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [27.09.2023 22:10] Annem: بِاسْمِهِ   ❊  وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Bu âciz kardeşiniz, hem o itiraz eden o eski dost zâta hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said (R.A.) hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki; değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir. Amma Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (R.A.) ihbaratı nev’inden, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan dahi bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati celbetmesine mana-yı işarî tabakasından rumuz ve îmaları, i’cazının şe’nindendir ve o lisan-ı gaybın belâgat-ı mu’cizekâranesinin muktezasıdır. Evet Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevî bir ihtarla: “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahid getiriyorsun. Halbuki  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes’elede söz sahibi Kur’andır. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur’andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mana-yı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan mana-yı işarî tabakasından ve o mana-yı işarî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatıma hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mana-yı sarihi budur, tâ hocalar فِيهِ نَظَرٌ desin. Hem dememişiz ki, mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir ve o mana-yı işarî de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’anın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işarat-ı Kur’aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihraclarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta, böyle ihtiyac-ı şedid zamanında böyle bir eserin zuhuru, vüs’at-i rahmet-i İlahiyeye delildir demeye mecbur olur. Ben sizi ve mu’terizleri Risale-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki: Bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ı fahr u gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla isbat ediyorum. Evet bu hakikatla beraber insan kusurdan, nisyandan, hâlî değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde bazı hatalar olmuş. Fakat Kur’an’ın hurufat-ı kudsiyesinin yerine be� [27.09.2023 22:12] Annem: hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatıyla kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale’nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale’de Dördüncü Mes’ele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru’ ve vücuhların mahşeri olan mes’elede cem’eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer’i bir garaza sevk ve herbir vechi bir vaz [27.09.2023 22:13] Annem: bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve manevî hastalıklarını Hakîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan ve ey mübarek ellerinde mevcud olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’anın otuzüç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile isbat eden ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zaîf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâm’a can feda eder derecesinde acıyarak kendine fenalık etmek isteyenlere Kur’anın hakikatıyla ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan ve yazdığı mühim eserlerinden Âyet-ül Kübra’nın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’anın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirdlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’anı o dershanede hatmettirerek çıka [27.09.2023 22:13] Annem: bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve manevî hastalıklarını Hakîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan ve ey mübarek ellerinde mevcud olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’anın otuzüç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile isbat eden ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zaîf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâm’a can feda eder derecesinde acıyarak kendine fenalık etmek isteyenlere Kur’anın hakikatıyla ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan ve yazdığı mühim eserlerinden Âyet-ül Kübra’nın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’anın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirdlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’anı o dershanede hatmettirerek çıka [27.09.2023 22:13] Annem: ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler. Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor. Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir. ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî” eder, o [27.09.2023 22:14] Annem: Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilaf-ı âdet halet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması, kat’iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hâdise Risale-i Nur’un ihlaslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz u inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şübhe bırakmıyor. Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben -yani daimî hizmetçisi Emin- ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hâdise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyan-ı hayret bir hâdisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş. Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekserî yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve sühulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zahiren hissediyoruz. Ezcümle ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki: Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes’ud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şübhe yok. 8(Haşiye) Hem ezcümle, Üstadımız diyor ki: “Benim de kanaat-ı kat’iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risale-i Nur’un tashihatıyla meşgul olduğum zaman, pek zahir tarzda, hem rızkımda bereket, hem kolaylık görüyorum. Her ne vakit çalışmazsam o hali görmüyorum.” Hem Üstadımız diyor ve biz de tasdik ediyoruz: Ben son zamanda anladım ki; şimdiye kadar hem ben, hem dostlarım bu hakikatın suretini başka şekilde görmüşüz. Şöyle ki: Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazan on gün bana kâfi geldiği halde, burada aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki çok emarelerle kat’iyyen anladık ki, o acib hal bereket neticesi imiş. Birkaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği aynı iştiha ile -çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman- iki günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek bu onaltı-onyedi seneden beri benim mükemmel tayinatım, Risale-i Nur’un hizmetinden gelen bir bereketten idi. Evet aynelyakîn derecesinde bize de kanaat gelmiş ki, bu kesretli hâdisat-ı bereket, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinin bir şuaıdır. Manen der: “Ey Kur’an’ın şakirdleri! Sizleri vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telaşesidir. Bu ise, Kur’anın feyziyle, bereket nevinden size veriliyor. Vazifenize bakınız.” اَللّهُمَّ يَسِّرْلَنَا خِدْمَةَ الْقُرْآنِ بِنَشْرِ رَسَائِلِ النُّورِ بِحُرْمَةِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَ حَبِيبِكَ اْلاَكْرَمِ آمِينَ Hem h� [27.09.2023 22:14] Annem: “İşarat-ül İ’caz”da isbat edildiği gibi; bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O müvazenenin esası ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir. İkinci kelime, avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa’y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe malûm olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet, bütün cem’iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’an, birinci kelimeyi esasından “vücub-u [27.09.2023 22:15] Annem: Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin 21(Haşiye-1) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsız ve [27.09.2023 22:15] Annem: ! Kâinatın sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı [27.09.2023 22:15] Annem: Mektub’un Lâhikasının Zeyli بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sıddık kardeşlerim! Bu defa şehid merhum Hâfız Ali’nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi’nin edibane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım. 6(*) Risale-i Nur’un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hâfız Mustafa’nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nur’un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kabl-el vuku’ mektublarımdaki ehemmiyetli davalarıma bu uzun mektub tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zât mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları ya tayy veya ta’dil etmeyi münasib gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasib görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmiyedinci Mektub’un veya lâhikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünki umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir. Bu zât, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi bir şahs-ı manevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı manevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir sena ile ona hitab ediyor. Ben baktıkça, birden itirazkârane “hüsn-ü zannı pek ziyadedir” tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur’aniye manen dedi: “Cesede, libasa bakma; bana bak. O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş.” Ben daha ilişmedim. Yalnız Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senakârane tabiratı ta’dil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarında bîçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım geliyor; ta’dilime gücenmesin. * * * O (Bedîüzzaman), Nur’un hâdimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekat ve sadakaları ve bu teberru’ ve terekeleri alsaydı, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer’in (R.A.) dediği gibi: Sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah’ın habibi Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım diyor. “Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım habibim!” fermanına, “Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim!” diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenahî’ye ittiba ve imtisalen, o da dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazeninini envâr-ı Kur’aniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmetler rahmet, yaptığı hizmetler hikmet olmuş. Celali yüzünden cemalini de gösterip, âlem, bir gülzar-ı kemal bulmuştur [27.09.2023 22:16] Annem: İ’lem Eyyühel-Aziz! Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semalarda tayarana başlar. Âfâk-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemalâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şübhe yoktur. Binaenaleyh tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (A.S.M.) bidayet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazar ile bakan bir adam şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vâsıl olamaz. Ancak bidayet-i hayatına ve levazım-ı beşeriyetine ve ahval-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır. Ve feyz-i İlahî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbanî ile tekâmül etmiştir. Binaenaleyh Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) mebde-i hayatına ait ahval-i suriyesinden zaîf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı. Maahâza mebde-i hayatına şek ve şübhe ile bakan adam herhalde masdar ile mazhar, menba’ ile makes, zâtî ile tecelli [27.09.2023 22:16] Annem: Elcevab: Dalaletten başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva’ın bir tek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a’zâsından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz’î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi’ etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelal’in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i [27.09.2023 22:17] Annem: Esas: Nasılki Kur’anın müteşabihatı var; gayet derin mes’eleleri temsilât ile ve teşbihatla avama ders veriyor. Öyle de: Hadîsin müteşabihatı var; gayet derin hakikatları me’nus teşbihatla ifade eder. Meselâ: Bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi: Bir vakit huzur-u Nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada Cehennem’in dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gayet belig temsilinin hakikatını ilân etti. Senin sualin cevabına şimdilik “üç vecih” söylenecek. Birincisi: Hamele-i Arş ve Semavat denilen melaikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” olarak dört melaikeyi, Cenab-ı Hak arş ve semavata saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arz’a dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hut”tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki: Arz iki kısımdır: Biri, su; biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i Arz’a müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev’ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır. Belki,وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِo iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misalde sevr ve hut suretinde temessülleri var. 8(Haşiye) İşte bu münasebete ve o nezarete işareten ve Küre-i Arz’ın o iki mühim nevi mahlukatına îmaen lisan-ı mu’ciz-ül beyan-ı Nebevî, َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş, gayet derin ve geniş bir sahife kadar mes’eleleri hâvi olan bir hakikatı, gayet güzel ve kısa bir tek cümle ile ifade etmiş. İkinci Vecih: Meselâ nasılki denilse: “Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?” Cevabında: عَلَى السَّيْفِ وَ الْقَلَمِ denilir. Yani “Asker kılıncının şecaatine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adaletine istinad eder.” Öyle de: Küre-i Arz madem zîhayatın meskenidir ve zîhayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevahil kısmının kısm-ı [27.09.2023 22:17] Annem: Altıncı Şua Yalnız iki nüktedir. بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ [Namazdaki teşehhüdde bulunan اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ ilâ âhirenin iki noktasına gelen iki suale iki cevabdır. Teşehhüdün sair hakikatlarının beyanı başka vakte talik edilerek bu “Altıncı Şua”da yüzer nüktesinden yalnız iki nüktesi muhtasar bir surette beyan edilecek.] Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mi’rac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir? Elcevab: Her mü’minin namazı, onun bir nevi Mi’racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mi’rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz’iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir [27.09.2023 22:17] Annem: YİRMİYEDİNCİ MEKTUB’UN ÜÇÜNCÜ ZEYLİ (Said’in bir fıkrasıdır) بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ (Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalaasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektubdur. Bu üçüncü zeyle çendan münasebeti azdır, fakat kardeşlerimin fıkraları içinde bu da benim bir fıkram olsun.) Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum! Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyan-ı tebriktir. Biliniz ki mevcudat içinde en kıymetdar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymetdar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymetdarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılab etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve [27.09.2023 22:18] Annem: TARİH............. İLÂÇ SATIYORDUK

Osmanlı Devleti 17. yüzyıl sonuna kadar, bütün dünyaya ilâç satıyordu. İstanbul’da 1700 doktor, 80 göz doktoru, 700 operatör, 794 şifalı çiçek ve yiyecek yapan (eczacı) vardı.  Aynı tarihte İstanbul’da 9 hastahane mevcuttu. Bunlardan Fatih, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Haseki Sultan Hastahaneleri ve bir çok şubeleri faaliyette idi. Ayrıca Dâr’ül-cünûn’nda (Akıl hastahanesinde)  akıl hastaları özel usûllerle tedâvi ediliyordu.
II. Bayezid Hân, Akkirman seferine giderken, 1485 yılında Avrupa’da eşi olmayan muhteşem Bimâristan’ın (Hastahanenin) Edirne’de temelini attı. Bu eser 2 senede bitirildi. Almanların meşhur mimarı Frederik Şöl, bu binanın 17. yüzyılda örnek olduğunu, Bradford, Stutgart, Berlin, Anvers ve Londra hastahanelerinin bu Türk eserini taklid ederek yapıldıklarını kaydeder.

GÜNÜN TARİHİ.........  PREVEZE DENİZ ZAFERİ

Bugün, Türk denizcilik tarihinin en büyük zaferlerinden biri olan ve 27 Eylül 1538’de kazanılan Preveze Deniz Zaferi’nin yıl dönümüdür. O zamanki Türk Donanması kumandanı Barbaros Hayreddin Paşa, Akdeniz’deki üstünlüğümüzü bizden almak isteyen Andrea Dorya kumandasındaki Haçlı Donanması’nı, birkaç saat içinde darmadağın etmişti. Haçlı donanmasında 600 gemi, 3.000 top ve 60.000 asker vardı. Osmanlı Donanmasında ise, 122 gemi, 166 top ve 20.000 asker. Bu zafer üzerine, Akdeniz bir Türk denizi hâline geldi. Bu zaferin yıl dönümü her yıl, yurdumuzda Deniz Kuvvetleri Günü olarak kutlanmaktadır.

YEMEK.........  ISPANAKLI ÇILBIR

MALZEME: 500 gr ıspanak, kişi başına bir yumurta, yarım fincan sirke, tuz, 6 diş sarımsak, 500 gr yoğurt, kırmızı biber, 2 kaşık tereyağı.
YAPILIŞI: Bir tencerede su kaynatıp, tuz ve sirke ilâve edilir. Kaynayan suya yumurtalar kırılıp, akları beyazlaşıncaya kadar beklenir ve kevgir ile sudan alınır. Ispanaklar temizlenip haşlanır ve kıyılıp tuz ve tereyağı ilâve edilerek iyice karıştırılır. Üzerine pişirilen yumurtalar dizilir. Tekrar üzerine sarımsaklı yoğurt döküp, tereyağda kızartılan biber gezdirilir.

 

27.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [27.09.2023 22:18] Annem: • Girit’in Fethi (1669) • Şeyh Fethullah Verkânisî Hazretlerinin Vefatı (1899) Semerkand Takvimi [27.09.2023 22:18] Annem: Nefis Terbiyesi ve Akıl Nefis, zor bir meseledir. Her an onun esiri ve onun hükmü altındayız. Ama onunla dost olmuşuz. Oysa düşman olmalıydık. Salihlerden bazıları, mürşid-i kâmillerden nefis terbiyesi hakkında nasihat istemişler ve şu karşılığı almışlar:  ... Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size, ‘Allah’tan korkun’ diye emrettik...  (Nisâ 4/131). Şu halde kurtuluş, günahları silip süpürmekte, yani günahın meydana gelmesine sebep olan nefsi ıslah etmededir. Nefis dinin emir ve yasaklarına karşı koyar. Allah, hidayete ulaşmak için insanlara akıl vermiş ve İslâm’ı onlara hükümran kılmıştır ki, aklı dinin ölçülerine vurmak suretiyle yanlışı doğrudan ayırsınlar, nefisleri haramdan sakındırsınlar. İmam Gazâlî hazretleri [kuddise sırruhû] şöyle buyurmuştur:  Kalb-i selim yani Allah’ın emrinde olmayanın aklı, ya ifrat ya tefrit noktasındadır. Neticede şu durum ortaya çıkmaktadır ki, nefis sahibini şerlere götürmeye çalışır. Akıl hakem olarak ortaya çıkar. Bu hakem ne ile hükmedecek? İslâm ile hükmedecek. Kur’ân-ı Kerîm’le, hadis-i şeriflerle, âlimlerin ictihatlarıyla hükmedecek. Semerkand Takvimi [27.09.2023 22:19] Annem: “Sana şüphe veren şeyleri bırak şüphe vermeyene bak. Çünkü doğruluk kalbin huzurudur, yalan ise kalbi şüphe ve kuşkuya yöneltir.” (tirmîzî, Kıyame 60) [27.09.2023 22:19] Annem: Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "zann"a uyarlar ve saçmalarlar. EN'ÂM Sûresi 116.Ayet [27.09.2023 22:19] Annem: NECÂSETTEN TAHÂRET (Pislikten Temizlenmek) Namazın şartlarından ikincisi necâsetten tahârettir. Yani namaz kılacağı yerde, bedeninde veya elbisesinde namazın kılınmasına mâni olacak pislik varsa temizlemektir. Necâset iki kısımdır. 1- Ağır (galîz) necâset: İnsanın ön ve arkadan çıkan pisliği, eti yenmeyen hayvanların sidiği, dışkısı ve salyası, tavuk, kaz ve ördeğin dışkısı, kan, irin, meni, mezi, vedi, ağız dolusu gelen kusuntu, şarap ve diğer haram içkiler. Bu necasetlerden sidik, kan, irin gibi sıvı olanlar el ayasından geniş; dışkı gibi katı olanlar da bir dirhemden (3,2 gr.) ağır olursa namaza mânîdir. Bu necasetlerin hepsi bir yerde veya ayrı ayrı yerlerde olsa temizlemek farzdır. 2- Hafif necâset: Atın sidiği, eti yenen ehlî ve yabanî hayvanların pisliği, eti yenmeyen kuşların dışkısıdır. Bu necâset, bir organın veya elbisenin dörtte birinden fazlasına bulaşmış ise namaza mânîdir. İstincâ, İstinkâ, İstibrâ İstincâ, bir kimsenin büyük veya küçük abdestten sonra pisliğin çıktığı yeri temizlemesidir. İstinkâ, istincâda mübâlağa yapmaktır. Yani önce pisliği kuru bir şeyle silmek, sonra su ile yıkamak sonra da kurulamaktır. İstibrâ, erkeklerin idrar yaptıktan sonra erkeklik uzvundaki akıntıyı tamamen kesmeleridir. Bu, sıvazlamadan sonra, öksürmek, bir miktar yürümek, bir yana eğilmek sûretiyle olur. SETR-İ AVRET (Avret Mahallini Örtmek) Namazın şartlarından üçüncüsü setr-i avret, yani avret mahallini örtmektir. Avret mahalli, insan vücûdunda başkaları tarafından görülmesi ve gösterilmesi haram olan yerlerdir. Erkeklerin avret mahalli, göbeğinden diz kapağının altına kadardır. Kadınların ise, bileklerine kadar elleri, topuklarına kadar ayakları ve yüzleri hariç bütün vücutları avret mahallidir. İSTİKBÂL-İ KIBLE (Kıbleye Dönmek) Namazın şartlarından dördüncüsü istikbâl-i kıbledir. İstikbâl-i kıble, Mekke’de Kâbe’yi görenler için tam Kâbe’ye doğru dönmektir. Uzakta olmaları sebebiyle Kâbe’yi göremeyenlerin ise Kâbe tarafına dönmeleri kâfîdir. VAKİT Namazın şartlarından beşincisi vakit, yani her namazı vakti girince kılmaktır. Vakti girmeden kılınan namaz edâ edilmiş olmaz....Daha az [27.09.2023 22:19] Annem: Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır. [Rum Sûresi.21] [27.09.2023 22:19] Annem: ÖLÇÜLÜ ve TUTARLI OLMAK Ölçülü ve tutarlı olmak; duygu, düşünce ve davranışlarda den- geli ve kontrollü olmaktır. İslam dini aşırılıkları yasaklamış ve müntesiplerine devamlı surette itidali tavsiye etmiştir. Kişinin hem iç dünyasında hu- zurlu olması, hem de çevresinde güven telkin etmesi böyle bir karaktere sahip olmasıyla mümkündür. Ölçülü ve tutarlı olmak isabetli ve sağlıklı sonuçlar elde etme- nin temel şartıdır. İslam’da insanları överken, yererken, arala- rında haklıyı belirlerken hatta ibadet ederken bile aşırılıktan, duygusal davranmaktan sakındırılmaktadır. Peygamberimizin “Söz ve davranışlarında aşırı gidenler helak oldular” (Müslim, “İlim”, 4) sözü bu konuda önemli bir uyarıdır. DİNÎ KAVRAMLAR İFRAT- TEFRİT Sözlükte “söz veya işte haddi aşmak, aşırı gitmek” anlamı- na gelen ifrat, ahlakî davranış- ların kaynağı olan psikolojik yeteneklerin işleyişinde itidal noktasının ilerisine geçen sap- malar demektir. İfratın karşıtı tefrittir. İfrat, söz ve fiillerde ileri gitmek, tefrit de gev- şek ve ihmalkâr davranmak, çabuklukta çok geri kalmak demektir. Her iki aşırı ucun ortası ise itidâldir. Kur’an ve Sünnette ifrat ve tefrit yasak- lanmış, dengeli davranılması istenmiştir (Bkz. Kehf, 18/28). ÖZLÜ SÖZ Ne tuhaf, insan hiç ayrılmayacağı Allah’tan kaçma, mutlaka ayrılacağı dünyaya yapışma halindedir. (Ataullah İskenderi) [27.09.2023 22:20] Annem: Deveden de iki, sigirdan da iki (yaratti) De ki: O bunlarin erkeklerini mi, disilerini mi, yoksa bu iki disinin rahimlerinde bulunan yavrulari mi haram kildi? Yoksa Allah'in size böyle vasiyet ettigine sahit mi oldunuz? Bilgisizce insanlari saptirmak için Allah'a karsi yalan uydurandan kim daha zalimdir! Süphesiz Allah o zalimler toplulugunu dogru yola iletmez  (EN'AM/144) Bizim âyetlerimizi yalanlayip da onlara karsi kibirlenmek isteyenler var ya, iste onlara gök kapilari açilmayacak ve onlar, deve igne deligine girinceye kadar cennete giremiyeceklerdir! Suçlulari iste böyle cezalandiririz!  (A'RAF/40) Semûd kavmine de kardesleri Salih'i (gönderdik) Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan baska tanriniz yoktur Size Rabbinizden açik bir delil gelmistir O da, size bir mucize olarak Allah'in su devesidir Onu birakin, Allah'in arzinda yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar  (A'RAF/73) Derken o disi deveyi ayaklarini keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden disari çiktilar da: Ey Salih! Eger sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettigin azabi bize getir, dediler  (A'RAF/77) Ey kavmim! Iste size mucize olarak Allah'in devesi Onu birakin, Allah'in arzinda yesin (içsin) Ona kötülük dokundurmayin; sonra sizi yakin bir azap yakalar  (HUD/64) Esyalarini açtiklarinda sermayelerinin kendilerine geri verildigini gördüler Dediler ki: Ey babamiz! Daha ne istiyoruz Iste sermâyemiz de bize geri verilmis (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardesimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla aliriz Çünkü bu (seferki aldigimiz) az bir miktardir (YUSUF/65) Kralin su kabini ariyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahsis) var dediler (Içlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi (YUSUF/72) Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alikoyan tek sey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamis olmasidir Nitekim Semûd kavmine, açik bir mucize olmak üzere bir disi deve vermistik Onlar ise, (bu deveyi bogazladilar ve) bu yüzden zalim oldular Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz  (İSRA/59) Biz, büyük bas hayvanlari da sizin için Allah'in (dininin) isaretlerinden (kurban) kildik Onlarda sizin için hayir vardir Su halde onlar, ayaklari üzerine dururken üzerlerine Allah'in ismini aniniz (ve kurban ediniz) Yan üstü yere düstüklerinde ise, artik (cani çiktiginda) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacini gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin Iste bu hayvanlari biz, sükredesiniz diye sizin istifadenize verdik  (HAC/36) Salih: Iste (mucize) bu disi devedir; onun bir su içme hakki vardir, belli bir günün içme hakki da sizindir, dedi  (ŞUARA/155) Gerçekten onlari imtihan etmek için disi deveyi gönderen biziz Sen onlari gözetle ve sabret  (KAMER/27) Allah'in, onlardan (mallarindan) Peygamberine verdigi ganimetler için siz at ve deve kosturmus degilsiniz Fakat Allah, peygamberlerini diledigi kimselere karsi üstün kilar Allah her seye kadirdir  (HAŞR/6) Her bir kivilcim, sanki birer sari deve gibidir  (MÜRSELAT/33) Gebe develer saliverildiginde,  (TEKVİR/4) (Insanlar) devenin nasil yaratildigina, bakmazlar mi?  (ĞAŞİYE/17) Allah'in Resûlü onlara: "Allah'in devesine ve onun su hakkina dokunmayin!" dedi  (ŞEMS/13) [27.09.2023 22:20] Annem: Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur; "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.) Bunun benzeri merfu olarak Ahmed İbnu Hanbel (Müsned 4, 126) ve İbnu Mace (Sünen, Mukaddime 6, (43) ) rivayet etmişlerdir. [27.09.2023 22:20] Annem: Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. [Bakara Sûresi.166] [27.09.2023 22:21] Annem: “Allah’ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi bana öğret ve benim ilmimi arttır. Her hâl üzere Allah’a hamdolsun. Cehennem ehlinin hâlinden Allah’a sığınırım.” (Tirmizî,Deavât,130;Ibn Ebû Şeybe,Duâ,42) [27.09.2023 22:21] Annem: Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde[Ziya Paşa] [27.09.2023 22:21] Annem: Ayn Harfi Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır. [27.09.2023 22:22] Annem: Bedreddin A. Dinin aydınlığı     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [27.09.2023 22:22] Annem: Ezan Arapça dışında başka dillerde okunabilir mi? Sözleri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünneti ile sabit olan ezan, dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vahiy edilip uygulandığı özgün şekliyle okunması gerektiği konusunda 15 asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezanın asıl amacı, vaktin girdiğini bildirip namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bu da ezanın bilinen asli lafızlarıyla Arapça olarak okunmasıyla gerçekleşir (İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256). [27.09.2023 22:23] Annem: 25 Arınma ve Korunma Ayı Ramazan Oruç, insana sabır ve tahammülü öğretir. Ağustos sıcağın- da sırf Rabbimizin rızası için 16 saat onun yasaklarına uyarak oruç tutmak, en ileri tahammül eğitimlerinden birisidir. En küçük bir tartışmada dahi birbirine tahammül edemeyip kaba kuvvete başvuran insanların mevcut olduğu bir toplumda ya- şamaktayız. Böyle bir ortamın oluşmasına âdeta seddü’z-zerâî (kötülüğe sebep olacak yolları tutmak) kabîlinden engel olan oldukça mühim bir ibadettir. İnsanlık tarihinde her zaman sevgiye, barışa, hoşgörüye ve tahammüle ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için İslam’ın ibadetle- ri evrenseldir. Nitekim oruçla ilgili ayette de bu husus dile ge- tirilmektedir: “Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz.”21 Dikkat ederseniz sonu “korunursunuz” kelimesiyle bitti. O zaman barış, huzur, kardeşlik, tahammül, özetle adam gibi adam olabilmek için “innî sâim” (ben oruçluyum) diyelim ve Ramazan’da kazandığımız bu terbiyeyi diğer on bir ay boyun- ca sürdürelim. 21 Bakara, 2/183 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 25 27.04.2019 00:11:19 [27.09.2023 22:23] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 9 5 ∙∙∙ sanla vahiy yahut perde arkasından ya da kendi izniy- le dilediğini vahyedecek bir elçi göndermesinin dışında konuşmaz.”106 buyurarak bize bildirdiği gibi Allah Teâlâ, kelâmını vahiy yoluyla insanlara ulaştırmış, böylece on- lara konuşmuştur. Bu yüzden ilâhî kitaplar Allah kelâmı- dır. Peygamberler de Allah’ın kelâmını insanlara ulaştı- ran ve açıklayan elçilerdir.107 G. Tekvin Var etmek, varlık sahasına çıkarmak, yaratmak. Mâ- türîdiyye kelâmcılarına göre ilim, kudret ve irade gibi ezelî sıfatlardan biridir. Çünkü yaratma fiilini açık bir şekilde ifade eden bu sıfattır. Eş‘arîler ise yaratma fiili- ni belirlemek için ilim, kudret ve irade sıfatlarını yeterli görmüşlerdir. III. FIILÎ SIFATLAR Cenâb-ı Hakk’ın fiillerini yani bütünüyle evreni yara- tıp idare etmesini ifade eden sıfatlardır: Yaratmak, ya- şatmak, hayata son vermek, rızıklandırmak, peygamber göndermek, kitap indirmek, nimetlendirmek, azap et- mek gibi. Mâtürîdiyye âlimleri bu tür sıfatların tamamı- nı “tekvin” kavramı içinde mütalaa etmiş ve Allah’ın za- tında bulunduklarını, bu sebeple de kadîm olduklarını belirtmek için “tekvin”i sübûtî sıfatlar listesinin sonuna eklemiştir. Kur’ân-ı Kerim’in önemli bir kısmı, Cenâb- ı Hakk’ın kâinatı var etmesi, düzenlemesi ve bu düzen çerçevesinde idare etmesine yönelik fiillerini beyan et- 106 eş-Şûrâ 42/51. 107 Peygamberliğin anlamı, Allah’ın kelâmını insanlara tebliğ etmek olduğundan, Allah Teâlâ’nın kelâm sıfatını inkâr eden kimse, dolaylı olarak peygamberlerin risaletini de inkâr etmiş olur. Bk. Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-i’tikâd, 114-115. ALLAHA İMAN.indd 95 12.03.2015 09:09:00 [27.09.2023 22:23] Annem: Ravi: Enes (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim kadılık talep eder ve bunun gerçeklesmesinde şefaatçilere baş vurursa (iş) kendisine yıkılır (Allah'ın yardımı olmaz). Kime de o iş zorla verilirse, Allah onu dogruya sevkedecek bir melek gönderir." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Akdiye 3, (3678), Tirmizi, 1, (1323,1324) Hadisin Açıklaması: 1- Bu üç hadis, kadılıkta adaletli olmaya teşvik etmektedir. Adaletin gerçekleşmesinde, mühim amillerden biri, hâkimin liyâkatine binaen, aranan kişi olmasına bağlıdır. Kendi talebi ile ve hele şefaatçilerin yardımıyla kadılık elde eden kimse, adaleti tam bir bîtaraflıkla yürütemeyeceği için, Resûlullah bunu takbih etmektedir. Kadı, o işin talibi olmamalı, sultan tarafından aranmalıdır. Aranma işi, layık olduğuna dair şöhret kazanmış olmasına bağlı olduğu için, burada kadılık arzulayanların liyaketliliğine hazırlanmalarına zımmî bir teşvikten de bahsedilebilir. Adil olan kadıya Allah'ın melek göndererek yardımcısı olması, yüce bir şereftir. Zalim olan, bilerek insanların haklarını payimal eden kadıya şeytanın arkadaşlık edip, zulme teşvikte yardımcı olması büyük bir hüsrandır, ebedî cehenneme gitmesine vesiledir. 2- 4885 numaları Ebu Hüreyre hadisi ile az yukarıda 4883 numarada kaydedilen Abdullah İbnu Mevhib hadisi arasında tearuz görülmektedir. Zîra birinde adil kadıya cennet vaadedilirken, diğerinde kefâf yani başabaş kurtulur, ne sevap ne de günah vaadedilmektedir. Önceki hadis adalet müessesesinin hassasiyetine, ehemmiyetine, sorumluluğunun büyüklüğüne dikkat çekmeye matuftur. Sonuncu hadis ise, adil olmanın adaletle hükmetmenin mükâfaatının büyüklüğüne dikkat çekmeye matuftur diye te'lif edilebilir. Nitekim, müteakiben kaydedilecek Amr İbnu'l-Âs radıyallahu anh hadisi (4887), iyi niyetle hükmeden kadıya hakkı bulamasa bile mükâfaat vaadetmekte, hatasından dolayı sorumluluğun olmadığını belirtmektedir. Normalde bu mâna esastır. Aksi takdirde adalet mekanizmasının işlememesi veya o müessesenin uhrevî mesuliyetten korkusu olmayan kimselerin elinde kalması gerekir. Dinimiz buna fetva vermez. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), 4897 numaları hadiste göreceğimiz üzere, zahire, delile göre hükmetmeyi prensip edinmiş, sahte delillerle lehinde hüküm istihsal etmeyi ateşten parça koparmak olarak tavsif etmiştir. Hadiste: "Ola ki biriniz, diğerine nazaran getireceği delili ile daha ikna edici olur. Ben de işittiğime dayanarak lehine hükmederim..." denmekle zahire göre hükmetmek, nefsü'l-emri aramamak teşri edilmiş olmaktadır. Öyleyse, kadı, hakkı bulmak arzusu ile zâhire göre hükmedince kararından dolayı sorumlu olmamalıdır [27.09.2023 22:25] Annem: Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ödemenin, karnındakinin doğumuna tehiri riba (faiz)dır." Kaynak: Nesai, Büyu 67, (7.293) Rivayet: İbnu Abbas [27.09.2023 22:25] Annem: 20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Bâbı 959- Bize İshak b. İbrahim ile İbn Haşrem rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsa b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öğretir, ve: «İmâmdan önce davranmayın; o tekbir aidimi sizde tekbir alın; dedimi sizde âmin deyin rükû' ettiği vakit sizde rükû' edin! Semiallahu limen hamideh dediği vakit siz: Allahumme Rabbena leke'l-hamd deyin» buyururdu. 960- Bize Kuteybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani De-râverdi), Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen yukarki hadis gibi rivâyette bulundu. Yalnız: dediği vakit siz âmin deyin» cümlesini söylemedi. Fakat: «Ondan önce başınızı kaldırmayın» cümlesini ziyade etti. 961- Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. H. Bize Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Yala dan - ki İbn Atâ'dır - rivâyet etti. O da Ebû Alkame'den işitmiş. O da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken dinlemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «İmâm ancak bir kalkandır. O oturarak namaz kılarsa sizde oturarak kılın Semiallahuli men hamideh dediği vakit siz Allahumme rabbenâ leke'l-hamd deyin, Şayet yeryüzündekilerin sözü gök ehlinin sözüne tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günahtan affolunur.» buyurdular. 962- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb, Hayve'den rivâyet etti. Ona da Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus rivâyet etmiş. Dedi ki: — Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ederken dinledim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyurmuşlar: «İmâm ancak kendisine uyulmak için İmâm yapılmıştır. Binaenaleyh o tekbir aidimi sîzde tekbir alın; Ruku'a gittimi sizde rükû' edin; Semiallahülimen hamiden dediği vakit siz: Allahümme Rabbena lekelhamd deyin İmâm ayakla kılarsa sizde ayakta kılın; oturarak kılarsa siz de hepiniz oturarak kılın.» Bu hadîsin rivâyetleri muhtelif olsa da, mânâ itibariyle hepsi bir araya varmaktadır. Buhârî onu «Kitâbü’l-Ezân»'ın muhtelif yerlerinde ve «Kitâbü't Tefsir» de, Ebû Dâvudda -Kitâbü's-Salât» ta tahrîc etmişlerdir. Muhtelif rivâyetlerin mecmuundan anlaşıldığına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) atdan düşerek bir hurma kütüğüne çarpmış ve ayağı çıkmıştır. Bunun üzerine Ashâb-ı Kiram onu ziyarete koşmuşlar. Namaz vakti gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oturduğu yerden İmâm olarak kendilerine namaz kıldırmış ve Ashabın ayakda' kıldıklarını görünce, oturmalarına işaret buyurmuş. Onlarda oturarak kılmışlardır. Muhtelif rivâyetlerin ifâde ettiği vak'aların ayrı ayrı vuku bulmuş olmaları da ihtimâl dahilindedir. İbn Hibbân'in ifadesine göre, bu vak'a hicretin beşinci yılında olmuştur. Yine rivâyetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, bu namaz mescidde değil, Hazret-i Âişe'nin evinde kılınmıştır. Rivâyetlerin bazısında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namazı tamamlamak için kendi yerine Hazret-i Ebû Bekir'i geçirdiği dahi zikredilmiştir. Burada Ebû Bekir (radıyallahü anh)’ı geçirdiğinden bahsedilmemiştir. Onun için Kâad! Iyâz: «Anlaşılan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı Hazret-i Âişe'nin evinde kıldırmış. Yanında bulunanlar içeriden, mesciddekiler de dışarıdan kendisine uymuşlardır.» demiştir. Kâdî'nin söylediği, ihtimal dahilinde olduğu gibi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi yerine başkasını geçirmiş, fakat bu cihet bize nakledilmemiş olması da mümkündür. Kılman namazın farz veya na [27.09.2023 22:25] Annem: İYİLİK VE HAYIRLARDA YARDIMLAŞMA “... İyi güzel ve (Allahin yasaklarindan) sakınma üzerinde yardımlaşın...” (5 Maide 2) “İnsanların tek sermayesi olan zaman birimine andolsun ki, Allah’ın gösterdiği yolda yürümeyen tüm insanlar mutlaka zarardadır. Ancak inanarak doğru dürüst işler yapanlar, birbirlerine hakdan gelen gerçekleri ve her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı dirençli olmayı tavsiye edenler bu ziyandan kurtulmuşlardır. (103 Asr 1-3) İmam Şafii (Allah ona rahmet etsin) der ki: Bazı veya çoğu insanların bu sure (Asr suresi) nin manasını düşünmekten ğafildirler. 179: Ebu Abdurrahman Zeyd İbn-i Halid el Cüheni (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem), şöyle buyurmuştur: “Kim Allah yolunda savaşacak bir mücahidin gerekli techizatını hazırlar ve tüm ihtiyaçlarını karşılarsa gerçekten savaşa gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden mücahidin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp ihtiyaçlarını karşılayan kimse de sanki savaşa katılmış gibi sevap kazanır.” (Buhari, Cihad 38, Müslim, İmare 135) 180: Ebu Said el Hudri (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hüzeyl Kabilesinden Lihyan oğulları üzerine bir ordu gönderdi ve şöyle buyurdu: “Her iki erkekten biri savaşa katılsın, kazanılacak sevap ikisi arasında ortaktır.” (Müslim, İmare 137) 181: İbn-i Abbas (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem), Medine civarındaki Ravha mevkiinde bir deve kervanına rastladı. -Sizler kimlersiniz? diye sordu. Onlar da: -Biz müslümanlarız, ya sen kimsin? diye sordular. Peygamberimiz: -Ben Allah’ın Rasulüyüm, dedi. İçlerinden bir kadın küçük bir çocuğu kaldırarak: -Bu çocuğun haccı olur mu? diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’de: -Evet senin için de sevap vardır, buyurdu. (Müslim, Hacc 409) 182: Ebu Musa el Eş’ari (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem), şöyle buyurmuştur: “Kendisine güvenilen ve harcamaya yetkili kılınan kimse harcaması emredilen şeyleri gönül hoşluğu ile emr olunan kimseye eksiksiz verirse sevap bakımından sadaka veren iki kimseden biridir.”(Müslim) [27.09.2023 22:25] Annem: “(Rabbim) Beni, naîm cennetine girenlerden eyle!” Şu’arâ, 26/85 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [27.09.2023 22:25] Annem: İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.” Ebû Dâvûd, Vitir 26. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57 [27.09.2023 22:25] Annem: Berire, mukatebe borcunu ödeme hususunda yardımcı olması için kendisine (Hz. Aişe'ye) uğramıştı. O ana kadar borcundan herhangi bir şey ödememiş bulunuyordu. Hz. Aişe, Berire'ye "Ailene dön, senin mukatebe borcunu ödememi istiyorlarsa bir şartla yaparım: Senin üzerindeki vela hakkı bana geçmeli" dedi. Berire dönüp, ailesine durumu anlattı. Onlar kabul etmediler ve: "Sana bir iyiik yapmak isterse yapsın, karışmayız, ancak vela'n bize aittir" dediler. Hz. Aişe (ra) bunun üzerine, durumu Hz. Peygamber (sav)'e arzetti. Resulullah (sav) ona: "Sen satın al, sonra da azad et. Vela hakkı, azad edene aittir" buyurdu. Bunu söyledikten sonra Resulullah (sav) ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: "İnsanlara ne oluyor ki, alış-verişlerinde Kitabullah'ta bulunmayan şartları koşuyorlar? Kitabullah'ta olmayan bir şart koşana bu helal olmaz. Böyle biri yüz şart da koşacak olsa, Allah'ın şartı daha doğru,daha sağlamdır." Buhari, Mesacid 70, Zekat 61, Büyu 67, 73, Itk 10, Mekatib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurut 3, 10, 13, 17, Talak 16, Kefaratü'l-iman 8, Feraiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Muvatta, Itk 17, (2, 780); Ebu Davud, Itk 2, (3929-3930); Nesai, 85, 86 (7, 300) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [27.09.2023 22:26] Annem: Peygamberimizin Süt anneye Verilmesi 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Efendisine kavuşan kâinat artık şen idi. Beşeriyetin kalbine nur ve huzur sunacak zâtı sînesinde barındıran Arabistan’ın kalbi, sevincinden adeta dura­cak gibiydi. Kâinatın eşsiz hadisesine sahne olan Mekke, adeta ulvî âlem­lere uçmak isti­yormuşçasına heyecanlı ve mesrur idi. Hz. Âmine, huzurlu ve sürurlu idi. Nur topu yavrusu, tatlı tebessümleriyle, kocasının vefat acısını bir nebze unutturduğu gibi, istikbâle ümitle bakmasını da sağlayan tek tesellisi idi. Bahtiyar Âmine, şerefli yavrusunu ancak bir hafta kadar em­zirebildi. Bun­dan sonra Ebû Leheb’in cariyesi Sü­vey­be Hâtun, Kâinatın Efendisine sütanne oldu ve onu gün­lerce emzirdi.[1] Süveybe Hâtun, daha önce de Hz. Hamza’yı emzirmişti. Böy­lece, Resûl-i Kib­riya Efendimizle muhterem amcası arasında bir de süt kardeşliği bağının kurulmasına vasıta olmak gibi bir bahtiyarlık ve şerefe erişmiş oluyordu. Kendisine yapılan iyiliklerin en küçüğünü dahi unutmayacak ve onu karşı­lıksız bırakmayacak kadar büyük bir fazilet ve yüksek bir vefa duygusunun sahibi olan Fahr-i Âlem Efendimiz, zâtına bir müddet sütannelik yaptığı için Süveybe Hâtun’u hayatı boyunca unutmadı. Onu sık sık ziyaret eder, her gör­dü­ğünde kendisine bol ihsan, iltifat ve ikramda bulunurdu. Evet, vefa Fahr-i Âlem Efendimizin dünya yüzüne getirdiği güzel ahlâkın temeli idi. Onun tertemiz, nezih hayatında vefasızlığı ih­sas eden en ufak bir davranışa rastlanamaz. Onun fazilet ve vefa duygusundan ders alan muhterem zevceleri Hatice-i Kübra da, evine sık sık gelip giden Sü­veybe Hâtun’u hürriyetine kavuşturmak için bir ara satın almak istediyse de, Ebû Le­heb buna yanaşmadı. Ancak Resûl-i Kibriya Efendimiz, Medine’ye hicretinden sonra, Ebû Leheb, Süvey­be’yi ken­diliğinden azat etti.[2] Ebû Leheb, Peygamberimizin öz amcası idi. Sonraları Resûl-i Ekrem’in ri­sâ­letini tasdik ve ikrar etmediği gibi, hayatı boyunca da putperestlikten vaz­geç­meyerek karşısına en büyük bir düşman olarak dikilmekten geri durmadı. Bu sebeple Allah’ın lânetine maruz kaldı ve cariyesi Sü­veybe Hâtun’un bir tır­nağı kadar değer kazanamadı. Hatta Süveybe Hâtun sebebiyle ahirette bir nebze lûtfa maz­har olduğu da anlatılmıştır. Onu, ölümünden sonra rüyada görmüşlerdi. Cehennemin şiddetli azabı içinde feryat edip duruyordu. Kendisine sordular: “Neden feryat ediyorsun? Neyin var?” Ebû Leheb, “Neyim olacak? Susuzluk beni ateşten kavuruyor! Hayatımda hiç­bir hayır görmedim. Sadece bir tek hayır buldum: Muhammed’i emziren Süveybe’yi azat ettiğim için, bana da şuradan emip sulanmak imkânı bağış­lan­dı” diyerek şehâdet parmağını gösterdi.[3] Hadise, gerçekten ibret vericidir. Kâinatın Efendisine hayatı boyunca kötü­lük, eziyet ve hakaret etmekten geri durmayan Ebû Leheb gibi azılı bir İslam düşmanı, sadece onu emziren Süveybe Hâtun’u azat ettiği için böylesine İlâhî bir kerem ve lûtfa mazhar oluyor ve cehennemde azabı bir nebze hafifletili­yor­du. Demek ki sadece Sevgili Peygamberinin zâtına değil, zâ­tına hizmet et­miş olanlara yapılan iyilikleri de Cenab-ı Hak, lûtfu ve keremi ile karşılık­sız bı­rak­mıyordu! Bunun yanında, dünyada Kâinatın Efendisini kendilerine her hususta mut­lak imam ve rehber kabul edip, sünnet-i seniy­yesine ittiba etmekten şeref du­yan gerçek mü’­minlere, ebedî âlemde ne büyük ikram ve İlâhî ihsanların ha­zırlanmış olduğu düşünülsün! Çocukları Sütanneye Verme Âdeti Mekke’nin havası sıcak ve sıkıntılı idi. Çocukların körpe vücutlarına yara­mazdı ve onların sıhhatli büyümelerine elverişli değildi. Çölde ise, hava güzel, su tatlı ve temiz, hayat serbest, iklim ise mûtedil idi. Ayrıca çölde yaşayan bazı kabilelerin dilleri de çok daha düzgün ve pürüzsüzdü; [27.09.2023 22:27] Annem: İYILIK ÜZERINE YARDIMLAŞMAK Şerefli ve en güzel surette yaratılan insanın en önemli görevi, kendini yaratan Rabb’ini tanıması ve onun emirlerini hayatına uygulamasıdır. Müslüman, bu fâni hayat süresince insanlara iyilik etmekle görevlendirilmiştir. Bu amaç için tüm Müslümanlar birbirine yardım etmeli; günah işlemekten sakınmalı, el, gönül ve iş birliği yapmalıdır.Bu ilâhî emri yerine getirmek için nasıl davranmamız gerekir? Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: “Bir Müslüman; din kardeşine, zalim de olsa, mazlum da olsa yardım edecektir. Yani mazlumun elinden tutacak; zalimin eline vuracaktır. Zalimin zulmüne engel olmak, ona yardım etmektir.”Müslümanların nasıl yardımlaşacağını Allah (c.c.) ve Rasûlü (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: “Müslümanlar birbirinin kardeşidir; onlar tıpkı bir beden gibidir. Göz ağrıyınca bütün bedenin ağrıdığı gibi; baş ağrıyınca her yerin ağrıdığı gibi, onlar da birbirinin derdine duyarlıdır.”Mü’minler kardeş oldukları için birbirini sevecek, koruyacak, birbirine merhamet ve yardım edecektir. Vücudun bir organı hasta olduğunda insanın uykusuz kaldığı, ateşler içinde yandığı gibi, onlar da birbirinin acısını yüreğinde duyacaktır. Bir başka deyişle mü’minler, birbirine sımsıkı kenetlenen binalar gibidir. Hiç kimse din kardeşine zulüm ve haksızlık etmeyecek, kardeşini düşmanın eline bırakmayacaktır. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [27.09.2023 22:28] Annem: ❝Seherde kölendir bu dertli ârif Hâlleri sana malûm istemez târif Dertlere dermandır ihlâs-ı şerîf Hürmetİne bizi affeyle Allah’ım❞ ▪ Mustafa Rûmî Şirânî (ks) [27.09.2023 22:28] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Ebu Rezin anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Rabbimiz, sıkıntılı durumun değişeceği zaman yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe düşmesine güldü."Ebu Rezin devamla der  ki: "Ey Allah'ın Resulü dedim hiç Rab Teala güler mi?""Evet!" buyurduar. Ben de:"Öyleyse gülme vasfı bulunan bir Rabb'ten bize hayır eksik olmayacaktır!" dedim." Kaynak : İbnu Mace Sünen (181) - Hds :(6035) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [27.09.2023 22:28] Annem: [Hadis No : 3636] Abdullah İbnu Sa'd el-Ensâri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'dan guslü gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı verdi:   "Bu mezidir. Her erkek mezi ifrâz eder. Mezi akınca fercini ve husyelerini yıkarsın, ve namaz abdestiyle de abdest alırsın." Ebu Dâvud, Tahâret 83, (211). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [27.09.2023 22:32] Annem: “Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım” (Müslim, Zikir 96) [27.09.2023 22:32] Annem: Bir Ayet De ki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur; ancak O'nun huzuruna gelip toplanacaksınız. (Mülk, 67/24) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [27.09.2023 22:32] Annem: Bir Hadis Şüpheli şeyleri bırak, şüphe vermeyen şeylere yönel. Zira doğruluk, gönüle huzur, yalan ise kuşku verir. (Tirmizî, Kıyamet, 60) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [27.09.2023 22:33] Annem: Bir Dua Ey Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar. (Kasas, 28/21) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [27.09.2023 22:33] Annem: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.” (D4833 Ebû Dâvûd, Edeb, 16; T2378 Tirmizî, Zühd, 45) [27.09.2023 22:33] Annem: 63- KİTABU MENAKIBİ'L-ENSAR 1- Peygamber(S)'İn: "Eğer Hicret Olmasaydı, Muhakkak Ben Ensâr'dan Olurdum" Sözü Babı 2- Peygamber(S)'İn Muhâcirlerte Ensâr Arasında Kardeşlik Kurması Babı 3- "Ensâr'ı Sevmek Îmândandır" Babı 4- Peygamber(S)'İn Ensâr'a Hitaben: "Sizler Bana İnsanların En Sevimlilerindensiniz" Sözü Babı 5- Ensâr'a Tâbi' Olanlar Babı 6- Ensâr Yurtlarının Fadlı Babı 7- Peygamberdin Ensâr'a Hitaben: "Sîzler Havuz Başında Bana Kavuşuncaya Kadar Sabrediniz" Sözü Babı 8- Peygamberdin: "Ensâr'a Ve Muhâcirler'e İyilik İhsan Eyle" Duası Bâbi 9- Bâb: 10- Peygamber(S)'İn: "Ensâr'ın İyilik Edenlerinden Kabul Edin, Kötülük Edenlerinin Kusurlarından Da Vazgeçin" Sözü Babı 11- Sa'd İbnu Muâz(R)'In Menkabeleri Babı 12- Useyd İbn Hudayr İle Abbâd İbn Bişr(R)İn Menkabeleri Babı 13- Muâz İbnu Cebel(R)'İn Menkabeleri Babı 14- Sa'd İbnu Ubâde(R)'Nin Menkabesi Babı 15- Ubeyy İbnu Ka'bir)'In Menkabeleri Babı 16- Zeyd İbn Sâbit(R)İn Menkabeleri Babı 17- Ebû Talha(R)'Nın Menkabeleri Babı 18- Abdullah İbnu Selâm(R)1n Menkabeleri Babı 19- Peygamberdin Hadîce İle Evlenmesi Ve Hadîce(R)'Nin Fazileti Babı 20- Cerîr İbnu Abdillah El-Becelî(R)'Nin Zikri Babı 21- Huzeyfe İbnu'l-Yemân El-Absî(R)'Nin Zikri Babı 22- Utbe İbnu Rabîa'nın Kızı Hind(R)'İn Zikri Babı 23- Zeyd İbnu Amr İbn Nufeylin Hadîsi Babı 24- Ka'be'nin Bina Edilmesi Babı 25- Câhiliyet Günleri Babı 26- Câhiliye Devrinde Kasâme Yemini 27- Peygamber(S)'İn Allah Tarafından Peygamber Gönderilmesi Babı 28- Peygamberdin Ve Sahâbîlerinin Mekke'de İken Müşriklerden Ma'rûz Kaldıkları Eziyetler Babı 29- Ebû Bekr Es-Sıddîk(R)'In İslâm'a Girişi Babı 30- Sa'd İbn Ebî Vakkaas

Küresel iklim değişikliği performans endeksinde ilk 3 sıra yine boş kaldı

ECB, Avro Bölgesi bankalarını benzeri görülmemiş yüksek riskler konusunda uyardı

Küresel yenilenebilir enerji yatırımları 2024'te 807 milyar dolara ulaştı

Tarım Kredi Grubu üçüncü çeyrekte yüzde 42 büyüdü

Bitcoin yılbaşından bu yana elde ettiği kazançları sildi

Küresel siyasi ortam iklim finansmanını zorlaştırarak eylemi yavaşlatıyor

Türk boğazlarından 9 ayda yaklaşık 63 bin gemi geçti

AB tescili, Türk ürünlerinin küresel pazarda görünürlüğünü artırıyor

Türkiye'nin en büyük 10 bankası yılın 9 ayında 484,5 milyar lira kar elde etti

Borsa güne düşüşle başladı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 12 9 1 2 19 29
2.FENERBAHÇE A.Ş. 12 8 0 4 15 28
3.TRABZONSPOR A.Ş. 12 7 1 4 10 25
4.SAMSUNSPOR A.Ş. 12 6 1 5 7 23
5.GÖZTEPE A.Ş. 12 6 2 4 9 22
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 12 6 4 2 5 20
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 12 5 3 4 -3 19
8.CORENDON ALANYASPOR 12 3 3 6 0 15
9.TÜMOSAN KONYASPOR 12 4 6 2 -2 14
10.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 12 3 4 5 -2 14
11.KOCAELİSPOR 12 4 6 2 -4 14
12.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 12 3 5 4 2 13
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 12 4 7 1 -10 13
14.GENÇLERBİRLİĞİ 12 3 7 2 -5 11
15.KASIMPAŞA A.Ş. 12 2 6 4 -6 10
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 12 1 5 6 -15 9
17.İKAS EYÜPSPOR 12 2 8 2 -9 8
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 12 2 9 1 -11 7

YAZARLAR