SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[28.09.2023 20:49] Annem: Bir Ayet: Bütün Peygamberlere selâm olsun! Âlemlerin rabbi olan Allah'a hamdolsun. (Sâffât, 37/181-182) Bir Hadis: Kıyâmet günü müminin amel terazisinde, güzel ahlaktan daha ağır gelecek bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, söz ve fiili çirkin olan kimselere öfkelenir. (Tirmizî, "Birr", 62) Bir Dua: Allah'ım! Hayatta olanlarımızı, ölenlerimizi, burada bulunan ve bulunmayanları, küçüklerimizi ve büyüklerimizi, kadın erkek her birimizi bağışla. (İbn Mâce, "Cenâiz", 23) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [28.09.2023 20:49] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz. (Âl-i İmrân, 3/130) Resûlüm! De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah bağışlayan ve merha- met edendir.’ (Âl-i İmrân, 3/31)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: VEDA HUTBESİ: ÇAĞLARI AŞAN NEBEVİ VASİYET Peygamberimiz (sas), Arafat’ta büyük bir kalabalığa seslenirken, Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurmuştu: “Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. “Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” buyurarak, asırlar önce kadının hakları konusunda Müslümanları uyarmıştır. O gün Peygamberimiz, faizin her türlüsünü ve kan davalarını ayaklarının altına aldığını ilan etmiştir. O gün Peygamberimiz (sas) “Ey müminler! Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberi’nin sünnetidir.” buyurmuştur (Muvatta’, Kader, 3). Son Peygamber’in insanlığa vasiyeti, ümmetine emaneti, güvenli bir geleceğin teminatıdır. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [28.09.2023 20:49] Annem: Ardından yeri düzenleyip döşedi. - Nâzi'ât - 30. Ayet [28.09.2023 20:49] Annem: İnsanda bulunan huyların en kötüsü, aşırı cimrilik ve şiddetli korkaklıktır. - İbn Hanbel, II, 320 [28.09.2023 20:49] Annem: “Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda denemeden geçirilirsiniz…” - Âl-i İmrân, 3/186 [28.09.2023 20:50] Annem: Hamza b. Abdülmuttalib Peygamberimizin en küçük amcası, aynı zamanda da sütkardeşiydi. İslam’a davetin başlangıcında Müslüman olmamasına rağmen birkaç yıl sonra Ebû Cehil ve adamlarının Resûlullah’a hakaret ettiklerini öğrenince çok öfkelendi ve İslam’ı kabul ettiğini söyledi. Kureyş’in önde gelenlerinden biri olarak onun Müslümanların safına katılması müşriklere karşı inananlara güç kazandırdı. Cesareti ve güçlü kuvvetli oluşuyla tanınan Hz. Hamza, Bedir Savaşı’nda kahramanlık göstererek Şeybe b. Rebîa ile teke tek çarpıştı ve müşriklerin bazı ileri gelenlerini öldürdü. Bu, müşriklerin kendisine daha çok düşmanlık beslemesine neden oldu. Uhud Savaşı’nda da büyük kahramanlık sergileyen Hz. Hamza, Cübeyr b. Mut’im’in onu öldürmesi karşılığında kendisini âzat etmeyi vaad ettiği kölesi Vahşî tarafından mızrakla şehit edildi. Mertliği ve kahramanlığı ile Müslümanlara örnek olan Hz. Hamza, İslam tarihinde “seyyidü’ş-şühedâ” (şehitlerin efendisi) ve “esedullah” (Allah’ın arslanı) diye anılagelmiştir. - ŞEHİTLERİN EFENDİSİ HZ. HAMZA [28.09.2023 20:51] Annem: Sünnetleri 42- Farz haccın sünnetleri şunlardır: 1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir. 2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır. 3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir. 4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek. 5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek). 6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak. 7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak. İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir. 8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak. 9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer. 10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek. 11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir. Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashab-ı kiramın zayıf düştüklerini sanan Mekke'lilere müslümanların kuvvet ve yiğitliğini [28.09.2023 20:51] Annem: de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır [28.09.2023 20:52] Annem: ARİYET 4184 - Safvan İbnu Ümeyye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Huneyn savaşı sırasında benden bir miktar zırhı ariyet olarak istedi. Ben de: "Zorla (gasbederek) mi almak istiyorsun?" dedim. "Hayır!" dedi, "garantili olarak taleb ediyorum!" Ebu Davud, Büyü' 90, (3562). 4185 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir tabak istiare etmişti, kap ziyana uğradı. Sahiplerine tazmin etti." Tirmizi, Ahkam 23, (1360). 4186 - Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Aldığı şeyi sahibine ödemek "el'e vecibedir." Katade der ki: "Hasan (bunu rivayet ettiğini) unuttu ve dedi ki: "O, (yani ariyet) emanetindir. (Zayi olması halinde) sana tazmin gerekmez." Ebu Davud, Büyü' 90, (3561); Tirmizi, Büyü 39, (1266) 4187 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ariyet (sahibine) verilecektir. Kefil borçludur, borç ödenmelidir." Tirmizi, Büyü 39, Vesaya 5, (2121), (1265); Ebu Davud, Büyü' 90, (3569). 4188 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Başkasına sütünden istifade etmesi için verilecek bir hayvan olarak, sütlü deve ve bol sütlü koyun ne muvafıktır. Sabah bir kap, akşam bir kap süt verir." Buharig, Hibe 35, Eşribe 14; Müslim, Zekat 73, (1019) [28.09.2023 20:52] Annem: önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır. Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim. Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur. Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz. Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, [28.09.2023 20:53] Annem: Zıhar Kefareti Ana Sayfa Kefâretler Zıhar Kefareti İlgili Sözlükte “sırt” anlamına gelen zıhar kelimesi, kökü İslam öncesi dönem Hicaz-Arap toplumuna kadar uzanan bir geleneği simgeler. Cahiliye döneminde bir erkeğin karısına “Artık sen bana anamın sırtı gibisin” demesiyle onu kendisine haram kıldığına inanılır ve bu bir nevi boşanma sayılırdı. İslam, kadının aleyhine olan bu boşanma tarzını kaldırdı. Hatta bu üslupta bir söz söylemeyi kınadı. Bununla birlikte karısının herhangi bir uzvunu kendisine nikahı ebediyen haram olan bir kadının uzvuna benzeterek perhiz yemini yapan kimseye, kefaret ödemesi mükellefiyeti yükledi. Bu sebeple zıhar kefareti, zıhar yemini yapan kimsenin karısıyla tekrar bir araya gelebilmesi için ödemesi gereken kefaretin adıdır. Kur’an’da zıhar yemini ve kefaretiyle ilgili olarak eski Arap örfüne de atıfta bulunulur ve mealen şöyle buyurulur: “İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar, çirkin ve yalan söz söylüyorlar. Kuşkusuz Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Hanımlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin onlarla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Buna (köle azat etmeye) imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah’a ve resulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kafirler için acı bir azap vardır” (el-Mücadele 58/2-4). Ayette kefaret seçenekleri arasındaki sıraya riayetin zikredilmesi ve orucun peş peşe tutulmasının istenmesi diğer bazı kefaret çeşitleri için de geçerli görülmüştür. Öte yandan aile mahremiyeti içinde kalan bir yanlış söz ve davranış sebebiyle bile köle azat etme, fakirlerin doyurulması gibi sosyal amaçlı ibadetlerin kefaret olarak emredilmiş olması, İslam’ın insan hürriyetine ve toplumda sosyal adaletin sağlanmasına verdiği önemin bir göstergesi olmaktadır. İlgili Yeminler 7 Eylül 2021 Benzer yazı Kefâretler 7 Eylül 2021 Benzer yazı Oruç Bozma Kefareti 7 Eylül 2021 Benzer yazı in Kefâretler Tags: Zıhar Diğer Konular Hayızlı Kadınla Cinsi Münasebet Kefareti Hacda Tıraş Olma Kefareti Adam Öldürmenin Kefareti Oruç Bozma Kefareti Kefâretler [28.09.2023 20:53] Annem: Astronomi Ana Sayfa A Astronomi Bu ilimle iştigal ettiğini görmek müspet ilimlerde ve din bilgilerinde ilerlemeye,Astrolog görmek bazen ilim ehline,bazen sözleri itibara alınmayan kahinlere delalet eder.Bir kimsenin astrologa ya da müneccime gidip onun söylediklerine inanması hakkında yalanlamaya,gerçek ve doğru olana sırtını dönmeye delalet eder. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [28.09.2023 20:54] Annem: Ayn-el-Yakîn Ana Sayfa A Ayn-el-Yakîn 1. Görerek bilme. Ekvator gibi sıcak memleketlerde yaşayan kar görmemiş bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karın ne olduğunu öğrenmesi, ilm-ül-yakîn, karı görerek tanıması, ayn-el-yakîn, karı eline ve ağzına alıp tadarak tanıması hakkü’l-yakîn olur. (Ahmed Mekkî Efendi) 2. Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmışlardır. (İmam-ı Rabbânî) Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmişlerine mahsûstur. (İmâm-ı Rabbânî) İlgili YAKÎN 9 Eylül 2021 Benzer yazı İlm-ül-Yakîn 9 Eylül 2021 Benzer yazı Hakk-ul-Yakîn 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [28.09.2023 20:55] Annem: Said Nursî * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ  وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve hâlis vârislerim! Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirdlerin sadakatlarına delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki: Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men’ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sâbık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular. Hem aynı zamanda, Tunus’lu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazıyor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un [28.09.2023 20:56] Annem: hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatıyla kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale’nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale’de Dördüncü Mes’ele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru’ ve vücuhların mahşeri olan mes’elede cem’eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer’i bir garaza sevk ve herbir vechi bir va [28.09.2023 20:56] Annem: kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle âlem-i İslâmın maddî ve manevî hastalıklarını Hakîm-i Lokman gibi tedaviye çalışan ve ey mübarek ellerinde mevcud olan Nur parçalarının hak ve hakikat olduğunu Kur’anın otuzüç âyetiyle ve keramet-i Aleviye ve Gavsiye ile isbat eden ve ey kendisi hasta ve ihtiyar ve zaîf ve gayet acınacak bir halde olduğuna göre herkesten ziyade âlem-i İslâm’a can feda eder derecesinde acıyarak kendine fenalık etmek isteyenlere Kur’anın hakikatıyla ve Risale-i Nur’un hüccetleriyle, Nur talebelerinin sadakatlarıyla hayırlı dualar ve iyilik etmek ile karşılayan ve yazdığı mühim eserlerinden Âyet-ül Kübra’nın tab’ıyla kendi zâtına ve talebelerine gelen musibette hapishanelere düşen ve o zindanları Kur’anın irşadıyla ve Risale-i Nur’un dersiyle ve şakirdlerin iştiyakıyla bir medrese-i Yusufiyeye çeviren ve bir dershane yapan ve içimizde bulunan cahil olanların hepsini Kur’anı o dershanede hatmettirerek çıkaran; ve [28.09.2023 20:57] Annem: ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır. İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler. Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor. Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir. ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî” eder, onu [28.09.2023 20:57] Annem: (Otuzbir, otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.) 1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir [28.09.2023 20:57] Annem: ül İ’caz”da isbat edildiği gibi; bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O müvazenenin esası ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir. İkinci kelime, avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa’y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe malûm olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet, bütün cem’iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’an, birinci kelimeyi esasından “vücub-u zekat” ile kal’eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını “hurmet-i riba” ile kal’edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur’aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. “Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız.” diyerek insanlara ferman eder. Şakirdlerine “Girmeyiniz!” emreder. İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur’anın o hükmünü kendince muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev’in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekserî vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur [28.09.2023 20:58] Annem: üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin 21(Haşiye-1) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın 22(Haşiye-2) hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki; şu kitabın mesaili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhatablarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum. İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki, hakikat-ı İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!.. S- Eskiler bizden a’lâ veya bizim gibi; gelenler bizden daha fena gelecekler? C- Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonradaki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi: “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i [28.09.2023 20:58] Annem: kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da ihtiyarsız, talebsiz, davetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garib nakışları ve acib san’at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalaletlere düşmüşlerdir. Hüseyin-i Cisrî’nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün zînetlere müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden o zîneti, o esasatı, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur. Kezalik nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır. Ey arkadaş! Cenab-ı Hakk’ın pek ince âsâr-ı san’atından ve pek yüksek acaib-i kudretinden sarf-ı nazar ederek, yalnız tabiat denilen şu âsâr ve esbabdan, en zahir olan in’ikas ve irtisam keyfiyetine bak. Meselâ: Bir âyineyi semaya karşı tuttuğun zaman semayı irtifaıyla, nakışlarıyla, yıldızlarıyla celbedip âyinede in’ikas ve irtisam ettiren illet-i müessirenin, âyinenin yüzündeki hâsiyet olduğuna kanaat hasıl edebilir misin? Hâşâ! Veyahut hakikatta bir emr-i vehmîden ibaret olan cazibe-i umumiyenin, Arz ile yıldızları şu boşlukta muntazam tahrik ve tedbirine illet-i müessire olarak telakki ve kabul edebilir misin? Hâşâ! Bunlar ancak şart ve sebeb olabilirler, illet-i müessire olamazlar. Hülâsa: İnsan sathî ve gayr-ı kasdî bir nazarla bâtıl ve muhal bir şeye baktığı zaman, hakikî illetini bulamadığı takdirde, çar-nâçar sıhhatına veya inkârına kail olmakla kabul etmesi ihtimali vardır. Fakat talib ve müşteri sıfatıyla kasden ve bizzât dikkatle bakacak olursa, onların hikemiyat dedikleri o bâtıl mes’elelerden hiçbirisini de kabul etmez. Ancak bütün siyasîlerin hikmetini ve hükemanın akıllarını zerrelerde farzetmekle eblehane kabul eder. S– Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalışıyorlar? C– Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tâbi’ değildir. Tâbi’, ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet değildir. Kuvvet ancak kudrettedir. Yahut nasılki bildiğimiz şeriat, insanlardan sudûr eden ef’al-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdid eden kaidelerin hülâsas� [28.09.2023 20:59] Annem: “Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azab, Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.” Niyazi-i Mısrî gibi diyen bu tercüman, her şeyi hoş görerek, katreyi umman, âdemi insan ve nurunu âleme sultan eylemiştir. Ona “Kürdî” denilmesi ve Kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (R.A.) görülen يَا مُدْرِكًا kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürd” îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürdlüğüne delalet etmez ve onun manevî silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb’idini îcab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lakabla maruf ve meşhur olan bu zâtın Risalet-ün Nur’un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürdlüğünü isbat etmek için değildir. Kürdçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ü ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mana ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum. Âlem-i İslâmiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk Milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını [28.09.2023 20:59] Annem: Eyyühel-Aziz! Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semalarda tayarana başlar. Âfâk-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemalâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şübhe yoktur. Binaenaleyh tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (A.S.M.) bidayet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazar ile bakan bir adam şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vâsıl olamaz. Ancak bidayet-i hayatına ve levazım-ı beşeriyetine ve ahval-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır. Ve feyz-i İlahî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbanî ile tekâmül etmiştir. Binaenaleyh Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) mebde-i hayatına ait ahval-i suriyesinden zaîf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı. Maahâza mebde-i hayatına şek ve şübhe ile bakan adam herhalde masdar ile mazhar, menba’ ile makes, zâtî ile tecelli aralarını fark edemiyor. Ve bu yüzden şübheye düşer. Evet Nebiyy-i Zîşan (A.S.M.) tecelliyat-ı İlahiyeye mazhar ve makestir; masdar ve menba’ değildir. Çünki o zât yalnız âbiddir ve ibadetçe herkesten ileridir. Demek bu kadar görünen terakkiyat, kemalât onun zâtî malı değildir. Ancak hariçten verilen Rahman-ı Rahîm’in tecellileridir. Evvelce beyan edildiği gibi, hiçbir şey, bir zerreye bile, mana-yı ismiyle masdar olamaz. Amma bir zerre, mana-yı harfiyle semanın yıldızlarına mazhar olur. Yalnız gaflet ile o zerrenin masdar olduğu zannıyla bakıldığından, san’at-ı İlahiyeyi tagutî bir tabiata malederler. İ’lem Eyyühel-Aziz! Dualar, tevhid ve ibadetin esrarına nümunedir. Tevhid ve ibadette lâzım olduğu gibi, dua eden kimse de, “Kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini Cenab-ı Hak işitir.” deyip, kādir olduğuna itikad etmelidir. Bu itikad, Allah’ın her şeyi bilir ve herşeye kādir olduğunu istilzam eder. İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu âlemi ziyalandıran şemsin, bir sineğin gözüne tecelli ile girip ışıklandırması mümkündür. Ve ateşten bir kıvılcımın gözüne girip [28.09.2023 21:00] Annem: Dalaletten başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva’ın bir tek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a’zâsından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz’î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi’ etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelal’in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için “ateşlendir” diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir. Altıncı Sualin Tetimmesi ve Haşiyesi: Ehl-i dalalet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve acib bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ: Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anasır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semavat dahi, değil hususî bir rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rububiyetin daire-i külliyesinde nev’-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev’-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve hâkimiyetini pek [28.09.2023 21:00] Annem: Esas: Nasılki Kur’anın müteşabihatı var; gayet derin mes’eleleri temsilât ile ve teşbihatla avama ders veriyor. Öyle de: Hadîsin müteşabihatı var; gayet derin hakikatları me’nus teşbihatla ifade eder. Meselâ: Bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi: Bir vakit huzur-u Nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada Cehennem’in dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gayet belig temsilinin hakikatını ilân etti. Senin sualin cevabına şimdilik “üç vecih” söylenecek. Birincisi: Hamele-i Arş ve Semavat denilen melaikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” olarak dört melaikeyi, Cenab-ı Hak arş ve semavata saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arz’a dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hut”tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki: Arz iki kısımdır: Biri, su; biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i Arz’a müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev’ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır. Belki,وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِo iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misalde sevr ve hut suretinde temessülleri var. 8(Haşiye) İşte bu münasebete ve o nezarete işareten ve Küre-i Arz’ın o iki mühim nevi mahlukatına îmaen lisan-ı mu’ciz-ül beyan-ı Nebevî, َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş, gayet derin ve geniş bir sahife kadar mes’eleleri hâvi olan bir hakikatı, gayet güzel ve kısa bir tek cümle ile ifade etmiş. İkinci Vecih: Meselâ nasılki denilse: “Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?” Cevabında: عَلَى السَّيْفِ وَ الْقَلَمِ denilir. Yani “Asker kılıncının şecaatine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adaletine istinad eder.” Öyle de: Küre-i Arz madem zîhayatın meskenidir ve zîhayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevahil kısmının kısm-ı a’zamının medar-ı taayyüşleri balıktır ve ehl-i sevahil olmayan kısmının medar-ı taayyüşleri, ziraatle öküzün omuzundadır ve mühim bir medar-ı ticareti de balıktır. Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduğu gibi; Küre-i Arz da, öküz ve balık üstünde duruyor denilir. Zira ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakîm de Arz’ı harab eder. İşte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mu’cizane ve gayet ulvî ve gayet hikmetli bir cevab ile: َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş. Nev’-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvanînin hayatıyla alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikatı, iki kelime ile ders vermiş. Üçüncü Vecih: Eski Kozmoğrafya nazarında Güneş gezer. Güneş’in her otuz derecesini, bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, bir tek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi manasına olarak mizan suretini, bazı öküz manasına sevr suretini, bazı balık manasına hut [28.09.2023 21:01] Annem: Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk’a karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ لِلّهِ demiş. Yani: “Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.” Evet nasılki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle, bütün zîhayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve “mübarek” denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor. Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurani ve yüksek [28.09.2023 21:02] Annem: YİRMİYEDİNCİ MEKTUB’UN ÜÇÜNCÜ ZEYLİ (Said’in bir fıkrasıdır) بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ (Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalaasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektubdur. Bu üçüncü zeyle çendan münasebeti azdır, fakat kardeşlerimin fıkraları içinde bu da benim bir fıkram olsun.) Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum! Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyan-ı tebriktir. Biliniz ki mevcudat içinde en kıymetdar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymetdar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymetdarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılab etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindedir. Yoksa hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek; âni bir şimşeği, sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir. Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden tiryak-misal imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşâallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar. Hem bilirsin, me’yus ve ümidsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfi’dir. Halbuki tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib, o bîçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar. İnşâallah bu intibahın seni öyle bîçarelere medar-ı teselli eder, nurlu bir tabib yapar. Bilirsin ki; ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi camid şeyleri bulursun. Çünki ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri [28.09.2023 21:02] Annem: TARİH...... ERMENİ MESELESİ

... Türk-Ermeni münasebetleri birkaç ciltte anlatılacak kadar uzun ve önemlidir. Geçmiş asırlarda, çok güzel günlerimiz yanında, çok kötü, çok kanlı günlerimiz de oldu. Ben, Türk-Ermeni münasebetlerini inceleyen bir kimse olarak yazıyorum: 
Keşke o 1915 yıllarını hiç yaşamasaydık. Fakat o kanlı günlerin müsebbibi kat’iyen biz değiliz. Birinci Dünya Harbinin o en dehşetli günlerinde, ordularımız yedi cephede çarpışırken Ermeniler Rusların, İngilizlerin ve Fransızların oyunlarına gelerek Doğu Anadolu’da binlerce vatandaşımızı öldürmeselerdi, ordularımızı arkadan vurmasalardı, bir tek Ermeni’nin burnu bile kanamazdı.
Ermeni Diaspora Bakanının ve Ermenistan devletinin bir parçacık aklı olsaydı düşüneceklerdi ve diyeceklerdi ki: “Türklerle Ermeniler 1071 yılından 1915 yılına kadar dostça yaşadılar. Hatta Türkler, Osmanlı imparatorluğu devrinde iki Ermeni asıllı kişiyi sadrazam-başbakan yaptılar. 29 Ermeni’ye sivil paşalık, 12 Ermeni’ye bakanlık, 30 Ermeni’ye milletvekilliği, 7 Ermeni’ye Büyükelçilik, 11 Ermeni’ye Başkonsolosluk, 11 Ermeni’ye üniversite öğretim üyeliği veren bir devlet, aklını peynir ekmekle yese bile 1915 yılında 7 cephede çarpışırken, bir de içeride, bin yıldan beri birlikte yaşadığı Ermenilere karşı bir cephe açmaz.
1912 Balkan Savaşlarında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ermeni asıllı Gabriel Noradungyandi. 1915 faciasında suçlu olan kat’iyen biz değiliz. Ermeni devleti aklını başına toplasın.            
   Yavuz Bülent Bâkiler     TÜRKİYE GAZETESİ     14.05.2011

GÜNÜN TARİHİ.........ERMENİLERİN BOZGUNU

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı sonunda galipler arasında paylaşılmasını fırsat bilen Ermeniler, bundan bir hisse koparabilmek için Ermenistan’dan doğu illerimize doğru ilerlemeye başlamışlardı. Hatta bâzı vilâyetlerimizi alarak büyük katliama giriştiler. 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, emrindeki askerleriyle 28 Eylül 1920’de bu ilerleyişe karşı taarruza geçmiş ve şiddetli savaşta Ermenileri yenmişti.

28.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [28.09.2023 21:02] Annem: • Kestane Karası Fırtınası • Barbaros Hayreddin Paşa’nın Preveze Zaferi (1538) Semerkand Takvimi [28.09.2023 21:03] Annem: Riyadan sakınmak Başkası görsün diye ibadet etmek riya, başkası görmesin diye âdet halindeki ibadeti saklamak da riyadır. Başkası görünce içten içe ibadetiyle övünmek de riya olur. Hatta buna gizli şirk denmiştir ve Allah Teâlâ’nın hiç sevmediği bir iştir. İbadete Allah Teâlâ’dan başka bir şeyi, yani para, övülme, saygınlık elde etme isteği ve benzerini katmak şirk olur ki ihlâsın zıddıdır. Az olsun çok olsun, gönlün meylettiği, nefsin haz duyduğu dünyalıktan herhangi bir şeyin Allah için yapılan bir işe karışmasıyla, o amel berraklığını kaybeder, safiyeti bozulur. Haz duyduğu şeyin miktarı kadar ihlâs noksanlaşır. Ayrıca haz duyduğu şeylere bağlanarak şehvetler de artar. Şehvet nefsin bir halidir ve ihlâsı bozar. Tıpkı balı sirkenin bozduğu gibi... Yani ihlâsla nefsanî haller bir arada olmaz. İhlâsın ilacı nefsin arzularını kırmak, dünyaya tamah etmeyi bırakmak, kalbe Allah’ın rızasını yerleştirip ilâhî muhabbeti elde etmektir. Böylece basit gayelerden kurtulup doğru bir yönelişle Allah Teâlâ’ya yönelmek mümkün olur. Semerkand Takvimi [28.09.2023 21:03] Annem: "Kim bizi aldatırsa, o bizden değildir." (Müslim, iman, 164, I, 99; Tirmizî, Büyu’, 74, III, 606) [28.09.2023 21:04] Annem: Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez. NİSÂ Sûresi 49.Ayet [28.09.2023 21:04] Annem: Takvâ Takvâ kelimesi sözlüklerde “İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması” şeklinde tarif edilir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât isimli terimler sözlüğünde (bk. “Takvâ” md.) takvânın “Allah’a itaat ederek O’nun vereceği cezalardan korunmak; insanın kendisini, yaptığı veya yapmadığı şeyler yüzünden müstahak olacağı ukubattan yine Allah’a itaat ederek koruması” anlamına geldiğini belirtir. Aynı âlimin kaydettiği diğer bazı tariflere göre takvâ, “Kulun mâsivâdan sakınmasıdır; dinin edep ve erkanına saygılı olmaktır; insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzak durmaktır; nefsânî hazları terketmek, yasaklardan uzak durmaktır; gönlünde Allah’tan başka hiçbir şey görmemendir; kendini hiçbir kimseden daha iyi diye düşünmemendir; Allah’tan başka her şeyi terketmektir; sözde ve davranışta Hz. Peygamber’e uymaktır.” Fahreddin er-Râzî, Bakara sûresinin 196. âyetini tefsir ederken, takvâ için, “bütün dinî ve ahlâkî ödevleri yerine getirme, din ve ahlâkın sakıncalı bulduğu tutum ve davranışlardan da kaçınma” anlamını içeren bir tanım yapmıştır. Tanınmış mutasavvıf Ebû Tâlib el-Mekkî’nin tarifi ise daha kısa fakat oldukça kapsamlıdır: “Takvâ bütün iyilikleri kapsayan bir isimdir” (K†tü’l-kulûb, I, 196). Kur’ân-ı Kerîm’de, âhiret inancının yoğun olarak işlendiği ilk zamanlarda inen âyetlerde takvâ, Allah’ın şiddetli azabına karşı siper vazifesi görecek olan korku ve kaygı şuurunu ve bu şuurun bir sonucu olarak Allah’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. Ancak zamanla, İslâm cemaatinin hem sayı hem de keyfiyet bakımından gelişmesine paralel olarak, takvâ kavramının içeriğinin de geliştiği ve zenginleştiği görülür. Bakara sûresinin hac ile ilgili 197. âyetinde bazı kötülükler, ahlâkî olmayan davranışlar sıralandıktan sonra mutlak olarak iyiliğin önemi vurgulanmakta, ardından da genel olarak kötülükleri terkedip iyilikler yapmaya şâmil bir kavram olarak takvânın önemi ifade edilmektedir. Burada takvânın “en hayırlı azık” şeklinde nitelendirilmesi onun dinî ve ahlâkî hayat için vazgeçilmezliğine işaret eder. Yine Bakara sûresinde (2/237) takvânın, bağışlama ve feragati de kapsayan geniş ahlâkî içeriğine işaret edilmiştir. Mâide sûresinin 8. âyetinde takvâ, adaleti de içine alan yüksek bir fazilet olarak gösterilir. Sosyal hayatın düzeni için adaletin gerekliliği göz önüne alınacak olursa, bu âyete göre takvânın, artık sadece ferdî ve vicdanî fazilet değil, aynı zamanda toplumsal düzenin de bir gereği olduğu ortaya çıkar. ...Daha az [28.09.2023 21:05] Annem: İlmin rütbesi bütün rütbelerin üstündedir.[Zernuci] [28.09.2023 21:05] Annem: MİLLÎ ve MANEVÎ DEĞERLERİMİZ Milletleri ayakta tutan millî ve manevî değerleridir. Bu de- ğerler, milletlerin birlik beraberlik ve toplumsal dayanışma içerisinde yaşamalarını ve tarih sahnesinde yer almalarını sağlamaktadır. Milletler, bu değerleri gelecek kuşaklara aktar- dıkları oranda varlıklarını sürdürürler. Millî ve manevî değerlerine sahip çıkmayan, başka milletleri taklit edip millî şahsiyetlerini kaybedenler, dünya sahnesin- den silinip yok olmaktadırlar. Bir toplumu içten yıkmak iste- yenler, o toplumun inanç, ahlak ve millî değerlerini yok etmeyi kendilerine hedef seçmektedirler. Bizim kültürümüz, dinimizin güzel prensipleriyle yoğrulmuş- tur. Toplum hayatımızın ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin yetiştirilmesinde, manevî değer- lerimizin ve millî kültürümüzün katkısı büyüktür. DİNÎ KAVRAMLAR HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN Hz. Peygamber’in vefatın- dan sonra 632-661 yılları arasında İslam âleminin yönetimini üstlenen ilk Dört Halife anlamına gel- mektedir. Bu halifeler sı- rasıyla Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Râşid kavramı, doğ- ru yolda olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan, ke- male ermiş gibi anlamları ifâde ederek o dört seçkin insanın sıfat ve özellikleri- ni belirtmektedir. ÖZLÜ SÖZ Ölümü hatırlamak, hırs ateşini söndürür. (İmam Gazzâli) [28.09.2023 21:06] Annem: Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da esini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadinlar üretip yayan Rabbinizden sakinin Adini kullanarak birbirinizden dilekte bulundugunuz Allah'tan ve akrabalik haklarina riayetsizlikten de sakinin Süphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir (NİSA/1) Bedevîlerden öylesi de vardir ki, Allah'a ve ahiret gününe inanir, (hayir için) harcayacagini Allah katinda yakinliga ve Peygamber'in dualarini almaya vesile edinir Bilesiniz ki o (harcadiklari mal, Allah katinda) onlar için bir yakinliktir Allah onlari rahmetine (cennetine) koyacaktir Süphesiz Allah bagislayan, esirgeyendir  (TEVBE/99) Her ümmetten bir sahit gönderecegimiz gün, artik ne kâfir olanlara (özür dilemelerine) izin verilir ne de onlarin özür dilemeleri istenir  (NAHL/84) (Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulundugunda, seytan onun dilegine ille de (beserî arzular) katmaya kalkismasin Ne var ki Allah, seytanin katacagi seyi iptal eder Sonra Allah, kendi âyetlerini (lafiz ve mana bakimindan) saglam olarak yerlestirir Allah, hakkiyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir  (HAC/52) Artik o gün, zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyecegi gibi, onlardan Allah'i hosnut etmeye çalismalari da istenmez  (RUM/57) Bunun böyle olmasinin sebebi sudur: Siz Allah'in âyetlerini alaya aldiniz, dünya hayati sizi aldatti Artik bugün atesten çikarilmayacaklardir ve onlarin (Allah'i) hosnut etmeleri de istenmeyecektir  (CASİYE/35) Yoksa insan, her arzu ettigi seye sahip mi olacaktir?  (NECM/24) [28.09.2023 21:06] Annem: Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur." (Ashâb'ın büyüklerine ait son beş rivayeti Rezîn merhum tahric etmiştir). [28.09.2023 21:07] Annem: Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. [Bakara Sûresi.168] [28.09.2023 21:07] Annem: “Allah’ım! Rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sürekliliğini, her türlü günahtan uzak ve salim olmayı, her türlü iyilik ve nimetleri, cennete girerek felaha ermeyi, yardımınla cehennem ateşinden kurtulmayı istiyorum.” (Hâkim, Deavât, No:1925) [28.09.2023 21:07] Annem: Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşırlar.[Mevlâna] [28.09.2023 21:08] Annem: Ayn-el-Yakîn 1. Görerek bilme. Ekvator gibi sıcak memleketlerde yaşayan kar görmemiş bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karın ne olduğunu öğrenmesi, ilm-ül-yakîn, karı görerek tanıması, ayn-el-yakîn, karı eline ve ağzına alıp tadarak tanıması hakkü'l-yakîn o lur. (Ahmed Mekkî Efendi) 2. Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek m ertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmışlardır. (İmam-ı Rabbânî) Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmişlerine mahsûstur. (İmâm-ı Rabbânî) [28.09.2023 21:08] Annem: Bedri A. Dolunay gibi güzel, dolu altın kesesi     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [28.09.2023 21:09] Annem: Kamet yapanın yürümesi doğru mudur? Kamet farz namazlara başlarken söylenen ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulamasına dayanan bir sünnettir. Onun için gereken saygı ve ağırbaşlılık ihmal edilmemelidir. Bu nedenle kamet eden kimsenin bu esnada yürümesi, mekruh kabul edilmiştir (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 265). [28.09.2023 21:10] Annem: 26 Oruç ve Sabır Oruçla ilgili bir şeyler söylemek istediğimizde, dili- mizden ilk düşen söz onun Müslüman için bir sabır eğitimi olduğu hususudur. Bu yıllarda olduğu gibi özellik- le yaz sıcağının en uzun günlerinde orucu bozan şeylerin her birini göze alarak oruca niyetlenmek ve bu niyetini iftar vaktine kadar sürdürmek büyük bir sabır gerektirmektedir. Kur’an’da insan için söz konusu edilen büyük imtihan du- rumlarından bahsedilirken bazı ayetlerde sabrı tavsiye edil- mektedir. “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphe- siz, o sabır ve namaz Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.”22 ayeti örnek olarak verilebilir. Bu ayette geçen sabırdan maksadın oruç olduğu ifade edilmektedir. Oruç ve namaz, imanı takviye eder, nef- sin kibrini kırar, tembelliği ve uyuşukluğu giderir, zor işler karşısında insanı güçlü kılar. Taberânî’nin rivayetine göre, Resûlullah (s.a.s.) zor bir işle karşılaşınca hemen namaz kı- lardı. “Allah’a saygıdan kalbi ürperenler” diye tercüme edi- len “hâşiîn” zümresine namaz kılmak, oruç tutmak, sabırlı olmak, her yerde ve her zaman gerçekleri söylemekten çe- kinmemek zor gelmez; zira onlar Allah sevgisi ile kalpleri dolmuş kimselerdir.23 22 Bakara, 2/45 23 H. Karaman ve Heyet, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 26 27.04.2019 00:11:19 [28.09.2023 21:11] Annem: ALLAH'A İMAN ∙∙∙ 9 6 ∙∙∙ mektedir. Söz konusu fiilî sıfatları belli bir sayı ile sınır- landırmak mümkün değildir. Ancak eğitim öğretimde kolaylık sağlamak amacıyla fiilî sıfatlar içinde doğrudan Allah Teâlâ’ya mahsus olan beş sıfatın açıklanması gele- nek haline gelmiştir. A. Yaratmak Allah Teâlâ her şeyin yaratıcısıdır; O’nun, varlığını düşü- nebileceğimiz her şeyi yaratması câizdir; dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. O hayrı da şerri de yaratandır. Fakat Cenâb-ı Hak hayrı seçmemizden hoşnut olur, şerri seç- memize ise razı olmaz. Yarattığı şeyler ne olursa olsun, O’nun ilim, hikmet ve adaletinin neticesidir. Her yarattı- ğında bir hikmet vardır, ne var ki biz söz konusu hikmet- leri her zaman kavrama imkânına sahip değiliz. Belli şey- leri yaratmak Allah’a vâcip değildir, şayet vâcip olsaydı, O dilediğini yapan bir varlık olmazdı. Allah bir işin oluş- masına hükmedince ona sadece ‘Ol!’ der, o da oluverir.”108 B. Hidayet Etmek, Dalâlete Sevketmek Cenâb-ı Hakk’ın dilediğini doğru yola getirmesi, diledi- ğini sapkınlık içinde bırakması câizdir. Allah’tan başka insanları hidayete erdiren, sapkınlığa düşüren gerçek bir fâil yoktur. Ancak O’nun bir kul için sapkınlığı yaratması o kulun tercihini kötü bir şekilde yapmasından, cüz’î ira- desini kötüye kullanmasındandır. Ehl-i sünnet kelâmcı- larına göre, “Allah dilediğini sapkınlığa yöneltir, dilediği- ni doğru yola iletir.”109 meâlindeki âyetten maksat: “Allah dilediği kimse için hidayeti, dilediği kimse için sapkınlığı 108 Âl-i İmrân 3/47. 109 el-Fâtır 35/8. ALLAHA İMAN.indd 96 12.03.2015 09:09:00 [28.09.2023 21:11] Annem: Ravi: Ebu Musa (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden biri bir meclis veya bir çarşıdan geçerken elinde ok bulunduğu takdirde, okun demir kısmını tutsun, onunla bir müslümanı yaralamasın." Ebu Musa (ra) derdi ki: "Biz, vallahi, onları ölmezden önce birbirimize yönelttik." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Fiten 7, Salat 67, Müslim, Birr 124, (2616), Ebu Davud, Cihad 72, (2587) Hadisin Açıklaması: Hadis, müslümanlar hususunda, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ne kadar müşfik ve merhametkâr olduğunu göstermektedir. Müslümanlar birbirlerini incitmekten, rahatsız etmekten, maddîmanevi yaralara sebep olmaktan son derece kaçınmalıdırlar. Ebû Musa (radıyallâhu anh), Aleyhissalâtü vesselâm'dan sonra çıkan fitneye işaret ediyor: "Biz çarşı pazarda dolaşırken demir kısmının gafletle değmesinden hâsıl olacak rahatsızlığa bile meydan vermememiz için uyarıldığımız okları, Resûlullah'ın vefatından sonra, birbirimizi öldürmek için kullandık, zehî gaflet!" demek istiyor, hayıflanıyor [28.09.2023 21:13] Annem: Resulullah (sav) erkek deveye (parayla) çekmeyi yasakladı." Kaynak: Müslim, Müsakat 35, (1565); Nesai, Büyu 94, (7, 310) Rivayet: Cabir [28.09.2023 21:14] Annem: 22- İmâm Geciktiği ve Başkasını İmâm Yapmakta Bir Mefsedet Korkusu Bulunmadığı Vakit Cemaatin Kendilerine Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Îmamlığa Geçirmesi Bâbı 976- Bana Yahya b. Yahya rivâyet etti. Dedi ki: Mâlik'e Ebû Hâzim'den duyduğum, onun da Sehl b. Sâd-es-Saîdî'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aralarını bulmak için Beni Amr b. Avf kabilesine gitmiş. Namaz vakti girince müezzin Ebû Bekir'e gelerek: Cemaata namazı kıldırır mısın? Ben de ikâmet ederim, demiş. Ebû Bekir: Evet, cevabını vermiş ve namazı kıldırmış. HttteftU-ben cemâat namazda iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkagelmiş ve safları yara yara birinci safa durmuş. Bunun üzerine cemaat el çırpmışlar. Ebû Bekir namazda bakınmazmış. Cemâat fazla el çırpınca bakınmış ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görmüş, fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine, yerinde dur! diye işaret buyurmuş. Derken Ebû Bekir ellerini kaldırarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine verdiği emirden dolayı Allah (azze ve celle') ye hamdüsenâ etmiş. Sonra geri çekilerek birinci safa durmuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de ileri geçerek namazı kıldırmış. Namazdan çıktıktan sonra: «Ya Ebû Bekir ben sana emretmişken yerinde durmaktan seni ne menetti?» buyurmuş. Ebû Bekir: «Ebû Kuhâfe oğluna, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzurunda namaz kıldırmak lâyık değildir.» demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Bu sefer cemaata dönerek): «Acep neden bu kadar fazla el çırptığınızı gördüm. Bir kimsenin namazı esnasında başına bir şey gelirse tesbih ediversin! Zîra tesbih ettiği vakit ona bakarlar. El çırpmak yalnız kadınlara mahsustur.» buyurmuşlar. 977- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani İbn Ebî Hâzim) rivâyet etti. Yine Kuteybe dedi ki: Bize Yâ'kup- ki bu zât İbn Abdirrahman el-Kâarî'dir- rivâyet etti. Abdülâziz ile Yâ'kûb'un ikisi birden Ebû Hâzim’den, o da Sehl b. SâM'dan naklen Mâlik'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlar. (Yalnız) onların rivâyetlerinde: «Ebû Bekir ellerini kaldırarak Allah'a hamd etti. Ve tâ birinci saffa duruncaya kadar arkasına doğru geri geri gitti.» ifadesi vardır. 978- Bize Muhammed b. Abdillah b. Bezi' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdül alâ haber verdi. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sâ'd es-Sâidî'den naklen rivâyet etti. Sehl: «Nebiyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Amr b. Avf kabilesinin aralarını bulmağa gitti.» diyerek yukarkilerin hadisi tarzında rivâyette bulunmuş. Şunu da ziyade etmiş: «Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek safları yara yara tâ ön safta durdu.» Bu hadiste: «Ebû Bekir gerisin geriye gitti.» cümlesi de vardır. Bu hadîsi Buhârî «Ezan» bahsinin yedi yerinde ve «Namaz» bahsinde: Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Benî Amr b. Avf, Medine-i Münevvere civarındaki «Küba» da yaşarlardı. Bunlar ensârın iki büyük kabilesinden biri olan Evs’in kalabalık bir batındırlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Bent Amr'a gitmesi, aralarında çıkan bir çarpışma dolayısı iledir. Kübalılar, birbirlerine taşlar atmak suretiyle mukatele etmişlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu haber alınca: «Haydi gidelim şunlann arasını bulalım.» buyurmuşlar. Bir rivâyete göre Kübalıların birbirleriyle çarpıştığı haberi geldiği vakit Hazret-i Bilâl öğle ezanını okumuş bulunuyordu. Bâbımız hadîsinde vakti girdiği bildirilen namazdan murâd: ikindidir. Ebû Dâvûd'un rivâyetinde hadîsin lâfzı şöyledir: «Amr b. Avf kabilesi arasında cenk vuku bulmuştu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duydu ve aralarını bulmak için öğleden sonra onların yanına gitti [28.09.2023 21:14] Annem: KABİR BAŞINDA ÖĞÜT VERMEK 945: Ali (Allah Ondan razı olsun)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. Bakîu’l Garkad kabristanında bir cenazenin defni için bulunuyorduk bu arada Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) elinde baston olduğu halde yanımıza geldi oturdu. Biz de çevresine oturduk. Başını eğip düşündü. Bastonuyla yere bir şeyler çizmeye başladı ve sonra şöyle diyordu “Sizden hiçbir kimse yok ki cennet ve cehennemde yerleri yazılı olmasın.” - Ey Allah’ın Rasûlü biz hakkımızdaki o yazıya güvenip hayırlı amelleri bırakalım mı?dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): - Hayır siz hayırlı ameller işleyerek görevinizi yapmaya bakınız. Herkes ne için yaratıldı ise onu kolayca elde eder.” Buyurdu. Ravi hadisin tamamını anlattı. (Buhari Cenaiz 83, Müslim Kader 8) [28.09.2023 21:14] Annem: Lakît İbni Âmir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre  kendisi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip: - Babam çok yaşlıdır. Ne hac, ne  umre yapabilir, ne de sefere çıkabilir. (Ne emir buyurursunuz?) dedi. Hz. Peygamber de: - "O halde babanın yerine sen haccet ve umre yap!"  buyurdu. Ebû Dâvûd, Menâsik 25; Tirmizî, Hac 87. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 2, 10; İbni Mâce, Menâsik 10 [28.09.2023 21:14] Annem: “Bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye resulünü, doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O’dur; müşrikler hoşlanmasalar da!” Tevbe, 9/33 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [28.09.2023 21:15] Annem: Resulullah (sav) şöyle söylemiştir: "(Berire'yi) önce satın al sonra da azad et. (Onu satan efendilerini de bırak, bir işe yaramıyacak olan) istedikleri şartı koşsunlar". Aişe Berire'yi satın alıp, azad etti. Berire'nin ailesi, vela hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun üzerine Resulullah (sav), şu açıklamayı yaptı: "(Olmaz öyle şey!) Vela hakkı azad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar (batıldır!)." Buhari, Şurut 10 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [28.09.2023 21:15] Annem: Peygamber Efendimizin Annesine Getirilmesi 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Saadet Güneşi, ömrünün dört yılını geride bırakmış, oldukça gür­büzleşmiş ve gelişmişti. Zâtında görülen gariplikler, hele göğsünün yarılması hadisesi, Hz. Ha­lî­me’yi bütün bütün düşündürmeye ve telâşlandırmaya başladı. Hatta artık en­di­şe duyuyordu. Canı gibi sevdiği Efendimizin ba­şına hoş olmayan herhangi bir hadisenin gelmesinden korkuyordu. İşte, bu düşünce, endişe ve korku, Halîme ve kocası Hâris’i şu ka­rarı al­maya mecbur etti: “Başına bir iş gelmeden, bu yavruyu annesine teslim et­me­liyiz!” Halîme’nin içi cayır cayır yanıyordu, ama ne yapabilirdi ki? Nihayet, Nur Çocuk kendisine muvakkaten emanet edil­mişti! Emanete el koyacak hali yoktu ya! Sa’doğulları yurduna dört sene ışık saçan Saadet Güneşi, şimdi süt annesi tarafından Mekke’ye getiriliyordu. Burada bir başka haş­met­le, bambaşka bir azametle dünyaya ışık saçsın diye! Halîme ve kocası Mekke’ye gece girdiler. Bir ara Sevgili Efendimiz, gözler­den kayboldu. Halîme ve kocasında bir telâş başladı. Bütün aramalara rağmen onu bulamadılar. Gidip, dedesi Ab­dül­mut­ta­lib’e haber verdiler. Nur torununun kaybolduğunu haber alan şefkatli dede, birden şaşkına dön­dü. Üzgün ve telâşlı, aramaya koyuldu. Fakat ortalıkta Efendimiz görün­mü­yor­du. Ab­dül­mut­ta­lib, çaresiz, el­lerini açarak yalvardı: “Allahım! Ne olur Mu­hammed’imi bana geri ver!” Bu arada iki kişi, yanlarında bir çocukla görünüverdiler. Bunlar, Varaka b. Nevfel ve bir arkadaşı ile Peygamber Efendimiz idiler. Ab­dül­mut­ta­lib, hasre­ti­ni çektiği Saadet Güneşini bağrına bastı, doyasıya kokladıktan sonra boynuna bindirdi. Doğruca Kâbe’ye giderek onunla birlikte tavafta bulundu. Sonra da Sevgili Peygamberimizi götürüp annesine teslim etti.[1] Bilâhare, Ab­dül­mut­ta­lib, sevgili torununa kavuşmanın sevinç ve saadet bayramını kutlamak üzere, kurbanlar kes­tirerek Mekkelilere güzel bir ziyafet çekti. Artık Peygamber Efendimiz, aziz annesinin sıcak kucağında, şefkatli kolları arasında, mesut ve mütevazı evin­de idi. Sütanne Halîme, Saadet Güneşini Mekke’de bırakıp yurduna dön­dü. Fakat ne o Efendimizi, ne de Efendimiz onu hayatı boyunca unutmadı. Kendisini dört sene gibi uzun bir zaman kucaklayan ve saran kollara karşı hürmetini, saygısını hiçbir zaman yitirmedi. Onu, her gördüğünde, “Anneciğim!” diye, saygı ve hürmetle çağırır, kendisine ihsan ve ikramda bulunurdu. İhtiyacının olup olmadığını sorar, varsa hemen gidermeye çalışırdı. Aradan uzun zaman geçecek, yine Sa’doğulları yurdunu, bir yıl, kıtlık ve kuraklık saracak. Bu kıtlık ve kuraklığın dehşetine dayanamayan Halîme, çıkıp Mekke’ye gelecek ve Resûl-i Ekrem Efendimizle görüşmek isteyecektir. Kâinatın Efendisiyle görüşen Halîme, kendisine yurdundaki kıtlık ve ku­rak­lıktan şikayet eder. Zengin ve zengin olduğu kadar da kadîrşinas ve ha­yır­sever olan pâk zevcesi Hz. Hatice, derhal Halîme’ye kırk koyun, binmek ve yüklerini taşımak için bir de deve verir. Yine bir hayır ve vefa örneği: Efendimizin süt kardeşlerinden biri de Şeyma idi. Sa’doğulları yurdunda, Şeyma ile çok tatlı günler geçmişti. Bu tatlı hatıralardan seneler sonra, Huneyn Savaşı’nda, Şey­ma da, Müslü­manlar tarafından alınan esirler arasındaydı. Şey­ma, ken­disini tanıtınca, bir kız kardeşe gösterilmesi gereken alâkanın en üstününe Peygamber Efendimiz tara­fından mazhar oldu. Peygamber Efendimiz, Sa’doğulları yurdunda sütanne Halîme’­nin yanında geçen günlerinin hatıralarını ashabına zaman zaman anlatır ve şöyle derdi: “Ben, aranızda en halis Arabım. Çünkü Ku­reyşliyim. Aynı zamanda, Benî Sa’d b. Bekir yanında süt emdim ve li­sanım da onların lisanıdır.”[2] Peygamber [28.09.2023 21:15] Annem: BIR LIRALIK KAHVE 13-14 yaşlarındaki bir delikanlı, sokakta bir cüzdan bulur ve hemen karakola götürür. İçine dahi bakmadan cüzdanı karakola verir. Karakoldaki komiser cüzdanın içini açar ki cüzdan şehrin en zenginlerinden birine ait. Hemen adamı arar, cüzdanı alması için çağırır. Adam cüzdanı almak için gelir, ama içeriye hiddetle girer ve çocuğa bağırır: - Bütün parayı bu almış! Paranın hepsi bu değil, soyup soğana çevirin, şunun üzerinde ne varsa alın!Çocuk der ki: - Amca, ben hiçbir şey almadım, cüzdanı olduğu gibi getirdim.Adam çocuğun üzerini silkeler, cebinden bir lira çıkar. Bir lirayı alır üzerinden. Çocuk der ki:- Amca, o benim dört günlük simit param, alma paramı!Adam, çocuğu dinlemez. Komiser, adama der ki:- Tamam, ikiniz de gidin. Olayı araştıracağız. Sizi tekrar ararız.İkisi de oradan ayrılır. Çocuk ağlayarak çıkar karakoldan. Okula gider, bir azar da okul müdüründen işitir geç kaldığı için. Okul bitince döner. Dönerken vakit ikindidir. Bir cenaze görür. Cenazede komiser, çocuğu görünce "Buraya doğru gel.” der. Çocuk, komisere yaklaşır. - Bu cenaze kimin, biliyor musun?- Kimin, der çocuk.- Sabah bir liranı alan adam var ya, cüzdanını bulduğun adam. Onun cenazesi.Çocuk şaşırır, ama adamın neden vefat ettiğini anlamaz. Tam oradan uzaklaşırken iki kişinin konuşması gelir kulağına. Biri şunları söylemektedir arkadaşına: - Bu kadar zenginlik, bu kadar varlık... Koskoca dünyada boğulmaz da insan, bir liralık kahveyi içerken mi boğulup ölür arkadaş?Çocuk, cebinden alınan bir lirayı hatırlar. Yoluna devam eder. Yürürken mırıldanır:Hak sillesinin sedası yoktur.                                    Bir vurdu mu devası yoktur. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [28.09.2023 21:15] Annem: ❝Bir kimse geceleyin hanımını uyandırır da ikisi de namaz kılarsa veya birlikte iki rekât namaz kılarlarsa zâkirîn ve zâkirâtın (Allah"ı çokça anan erkekler ve hanımların) arasına yazılırlar.❞ | Hz. Muhammed (sav) - Ebû Dâvûd, Tatavvu, 18 [28.09.2023 21:16] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Hazreti Cabir İbnu Abdillah (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teala'yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: "Ey cennet ehli,  sizlere selam olsun!" dediğini görürler."Resulullah devamla dedi ki: "İşte bu hal, Kur'an'da zikri geçen: "Rahmet sahibi Rablerinden onlara selam vardır" (Yasin   ) ayetinin haber verdiği durumdur. Resulullah devamla buyurdular:"Rab Teala onlara, onlar da Rab Teala'ya bakarlar. O'na baktıkları müddetçe  etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler.  Bu hal onların nazarında Rabb Teala hicaba bürününceye kadar devam eder. Rab Teala hicaba bürünür, fakat Allah'ın nuru ve bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında  baki kalır." Kaynak : İbnu Mace Sünen (184) - Hds :(6036) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [28.09.2023 21:16] Annem: [Hadis No : 3637] Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben de (meziyi), kendimden ipek ipliği gibi iner görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz abdestiyle abdest alsın." Burada meziyi kastetmiştir.- " Muvatta, Tahâret 54, (1, 41). İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [28.09.2023 21:17] Annem: “Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin.” (Müslim, Zikir 73) [28.09.2023 21:17] Annem: Bir Ayet Eğer Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik elbette sen Allah korkusundan o dağı boynunu eğerek paramparça olmuş görürdün. İşte Biz insanlara bu misalleri düşünsünler diye veriyoruz. (Haşr, 59/21) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [28.09.2023 21:17] Annem: Bir Hadis İnsanlardan kimileri iyiliğin anahtarı, kötülüğün kilidirler. Kimileri ise kötülüğün anahtarı, iyiliğin kilidirler. Ne mutlu Allah'ın iyiliğin anahtarlarını ellerine verdiği kimselere! Ne kötü Allah'ın kötülüğün anahtarlarını ellerine verdiği kimselere! (İbn Mâce, Mukaddime,19) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [28.09.2023 21:17] Annem: Bir Dua Allahım! Beni iyilik işledikleri zaman sevinen ve kötülük yaptıkları zaman bağışlanma dileyen kullarından eyle. (İbn Mâce, Edeb,57) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [28.09.2023 21:18] Annem: Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” (M5955 Müslim, Fedâil, 17) [28.09.2023 21:19] Annem: 85- KİTABU'L-FERÂİZ. 1- Ferîzalar İlminin Öğretilmesi Babı 2- Peygamberdin: "Biz (peygamberler) mirasçı olunmayız- Biz ne bırakmışsak sadakadır" Kavli Babı 3- Peygamber(S)'İn: "Her kim bir mal bırakırsa, o kendi ailesine âiddir" Kavli Babı 4- Erkek Ve Kız Çocuğunun Babası Ve Anasından Alacağı Mîrâs Payları Babı 5- Kız Çocuklarının Mîrâsı Babı 6- Ölünün Oğlu Hayâtta Olmadığı Zaman, Oğlunun Oğluna Âid Mîrâsı Beyân Babı 7- Ölünün Bir Kızının Beraberinde Oğulun Bir Kızının Mîrâsı Babı 8- Babanın Ve Erkek Kardeşlerin Beraberinde Dedenin Mîrâsı Babı 9- Oğul Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevcin Mirası Babı 10- Çocuk Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevce Kadının Ve Kocanın Mirasları Babı 11- Kızların Beraberinde Kızkardeşlerin Mîrâsı Babı -Ki Onlar Asabedirler- 12- Erkek Ve Kızkardeşlerin Mîrâst Babı 13- Bâb: 14- İki Amcaoğlu Babı; İkisinden Biri Ana-Bir Kardeş, Diğeri Kocadır 15- Zevu'l-Erhâm(In Hükmü) Babı 16- Aralarında La'netleşme Olanların Mîrâsı Babı 17- Kadın Hürre Olsun Yâhud Câriye Olsun, Ondan Doğan Çocuk, Döşeğinde Doğduğu Kimseye Âiddir Babı 18- Bâb: Velâ (Yânî Velîlik Hakkı) Hürriyete Kavuşturan Kimseye Âiddir Ve Bulunmuş Çocuğun Mîrâsı?. 19- Şaibenin Mîrâsı Babı 20- Efendilerine Âid Olmadığını İddia Eden Kimsenin Günâhı Babı 21- Bâb: Bir Adam Diğer Bir Adamın Elleriyle İslâm'a Girerse 22- Kadınların Velâdan Mîrâs Almaları Babı 23- Bir Ailenin Azâdlı Kölesi, O Ailedendir Ve Kızkardeş Oğlu Da Onlardandır Babı 24- Esirin Mîrâsı Babı 25- Bâb: Müslüman Kâfire, Kâfir De Müslümâna Mîrâsçı Olmaz 26- Hrıstiyan Kölenin; Kendisine Hürriyetini Satın Alma Yazışması Yapılmış Hrıstiyanın Mîrâsı Ve Çocuğunu İnkâr Edip Uzaklaşan Kimsenin Günâhı Babı 27- Bir Erkek Kardeş Yâhud Erkek Kardeş Oğlu İddia Eden Kimse Babı 28- Kendi Babasından Başka Bir Kişiye Menşûbluk İddia Eden Kimse(Nin Günâhını Beyân) Babı 29- Bâb: Bir Kadın Bir Oğul Îddiâ Ettiği Zaman? 30- Kaaif (Yânî İz Tâ'kîbcisînin Hükmü) Babı Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle 85- KİTABU'L-FERÂİZ (Ferîzalar, yânı Mîrâs Payları Kitabı) [1] Ve Yüce Allah'ın şu kavli: "Allah size mîrâs taksimim şöyle tavsiye eder: Çocuklarınız hakkında erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Eğer çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi evlâd bir tek ise, o zaman terikenin yarısı onundur. (Ana babaya gelince:) Ölenin çocuğu varsa, ana-babadan herbirine terikenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mirasçı olduysa, üçte biri anasınındır. (Erkek, dişi) kardeşleri varsa, o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler) ölenin edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fâide yönünden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar Allah'tan birer ferîzadır. Şübhesiz ki Allah hakkıyle bilicidir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa, terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa size terikesinden dörtte bir vardır. (Fakat bu da) onların edecekleri vasiyet ve borçtan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte bîri onlarındır (yânı zevcelerinizindir). Şayet çocuğunuz varsa, terikenizden sekizde biri edeceğiniz vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra- yine onlarındır. Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kızkardeşi bulunursa, bunlardan herbirinin hakkı altıda birdir. Eğer onlar da bu mikdârdan çok iseler, o hâlde onlar Ölünün edeceği vasiyet ve borçtan sonra üçte birde ortaktırlar. (Gerek vasiyette, gerek borç ikrarında  mirasçılara asla) zarar verici olmamalıdır. (Bu emirler ve hükümler) Allah'tan [28.09.2023 21:19] Annem: 21- Hayât Yoldaşına Nankörlük Etmek(Bir Nevi' Küfürdür) Ve Kâfirliğin Berisinde Kâfirlik Vardır Babı Bu konuda Ebû Saîd Hudrî'den ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivayet edilmiş hadîs vardır. 29  Ibn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): - Bana cehennem gösterildi, bir de gördüm ki cehennem ahâlîsinin çoğu kadınlardır. Onlar küfr ederler, buyurdu. Bunun üzerine: - Allah'a mı küfr ederler? diye soruldu. Peygamber: - Onlar kocalarına karşı küfran ederler, iyiliğe karşı küfrân ederler. Birisine bütün zaman ihsan etsen de sonra senden (hoşuna gitmeyen) bir şey görse, "Ben senden hiçbir hayır görmedim" der.     [28.09.2023 21:24] Annem: Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir. Evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim… (İbn Mâce, Nikâh, 1) [28.09.2023 21:24] Annem: Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalim ve çok cahildir. (Ahzâb, 33/72) [28.09.2023 21:24] Annem: - عَنْ أَنَسٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - صَاحِبُ الْعِلْمِ يَسْتَغْفِرُ لَهُ كُلُّ شَيْءٍ حَتَّى الْحُوتُ فِي الْبَحْرِ - انس رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - علم صاحبينك عفو ايديلمه سى ايچون هر شى حتى دكزده كى باليقلر بيله استغفار ايدر - Enes (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - İlim sahibinin affedilmesi için her şey, hatta denizdeki balıklar bile istiğfar eder. - Kenzü’l-Ummal, Kitabü’l-İlim, h. 28737 [28.09.2023 21:25] Annem: 17/İsrâ 34 - Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur. [28.09.2023 21:25] Annem: حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عُفَيْرٍ، قَالَ حَدَّثَنِي اللَّيْثُ، قَالَ حَدَّثَنِي عُقَيْلٌ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ حَمْزَةَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ، أَنَّ ابْنَ عُمَرَ، قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ بَيْنَا أَنَا نَائِمٌ أُتِيتُ بِقَدَحِ لَبَنٍ، فَشَرِبْتُ حَتَّى إِنِّي لأَرَى الرِّيَّ يَخْرُجُ فِي أَظْفَارِي، ثُمَّ أَعْطَيْتُ فَضْلِي عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ ‏"‏‏.‏ قَالُوا فَمَا أَوَّلْتَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ ‏"‏ الْعِلْمَ ‏"‏‏.‏ Abdullah İbn Ömer'in oğlu Hamza'nın rivayet ettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediğini duydum: "Uykuda iken bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki süt'e olan kanıklığım ta tırnaklarımdan çıktı. Sonra fazlasını Hattab oğlu Ömer'e verdim". Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: "Ey Allah'ın Resulü bunu ne ile te'vil ettin?" diye sordular. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: "İlim ile" buyurdu. Tekrar: 3681, 7006, 7007, 7027, 7032 Diğer tahric edenler: Darimî, Rüya; Tirmizi Rüya Grades: Reference: Sahih Buhari 82 In-book reference: Kitap 3, Hadis 24 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [28.09.2023 21:25] Annem: عَنْ عَبْدِاللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ, وَكان قَائِدَ كَعْبٍ  مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِيَ قال : سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ  يُحَدِّثُ بِحَدِيثِهِ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ. قال كَعْبٌ : لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ ,قال رسول الله صلى الله عليه وسلم , فِي غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ إلا فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ,غَيْرَ أني قَدْ تَخَلَّفْتُ فِي غَزْوَةِ بَدْرٍ, وَلَمْ يُعَاتَبْ أَحَدٌا تَخَلّفَ عَنْهُ, إنما خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  وّالْمُسْلِموُنَ يُرِيدُونَ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ تَعاَلَي بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ. وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَاثَقْنَا عَلَى الإسلام, وَمَا أحب أن لِي بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ, وَإن كانت بَدْرٌ أَذْكَرَ فِي النَّاسِ مِنْهَا. وَكان مِنْ خَبَرِي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسوُلِ اللهِ, قال رسول الله صلى الله عليه وسلم , فِي غَزْوَةِ تَبوُكَ إني لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِي تِلْكَ الْغَزْوَةِ, وَاللَّهِ مَا جَمَعَتُ قَبْلَهاَ رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهُمَا فِي تِلْكَ الْغَزْوَةِ, وَلَمْ يَكُنْ رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  يُرِيدُ غَزْوَةً إلا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَتَّى كانت تِلْكَ الْغَزْوَةُ, فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فِي حَرٍّ شَدِيد,ٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا, وَاسْتَقْبَلَ عَدَداً كَثِيرًا, فجلي لِلْمُسْلِمِينَ أمرهُمْ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِمْ الَّذِي يُرِيدُ, وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  كَثِيرٌ وَلاَ يَجْمَعُهُمْ كِتَابٌ حَافِظٌ "يُرِيدُ بِذَلِكَ الدِّيوان", قال كَعْبٌ : فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيد ُأن يَتَغَيَّبَ إلا ظَنَّ أن ذَلِكَ سَيَخْفَى بِهِ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْيُ مِنَ اللَّهِ, وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتِ الثِّمَارُ وَالظِّلاَلُ فَإنا إِلَيْهاَ أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَيْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُ, فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا, وَأَقُولُ فِي نَفْسِي أنا قَادِرٌ عَلَي ذَلِ [28.09.2023 21:25] Annem: İLİM BÖLÜMÜ UMUMÎ AÇIKLAMA BİRİNCİ FASIL ÂLİMLERİN FAZİLETİ İKİNCİ FASIL İLME TEŞVİK ÜÇÜNCÜ FASIL İLİM ÂDABI DÖRDÜNCÜ FASIL İLİM VE ÖĞRENME ÂDABI BEŞİNCİ FASIL HADÎS RİVAYETİ VE NAKLİ ALTINCI FASIL HADÎSıN YAZILMASI UMUMÎ AÇIKLAMA: YEDİNCİ FASIL İLMİN KALDIRILMASI İLİM BÖLÜMÜ (Bu bölümde yedi fasıl vardır) BİRİNCİ FASIL ÂLİMLERİN FAZİLETİ * İKİNCİ FASIL İLME TEŞVİK * ÜÇÜNCÜ FASIL İLİM ÂDÂBI * DÖRDÜNCÜ FASIL İLİM ÖGRETME ÂDÂBI * BEŞİNCİ FASIL HADİS RİVAYETİ VE NAKLİ * ALTINCI FASIL HADİSİN YAZILMASI * YEDİNCİ FASIL İLMİN KALDIRILMASI UMUMÎ AÇIKLAMA Son zamanlarda ilim çağı, ilim cemiyeti gibi tabirler yaygınlık kazandı. İnsanlığın ortak otomasyon devrini de bırakıp ilim çağına geçtiği, geleceğin insanlığının ilim cemiyeti meydana getireceği söylenmektedir. Bütün bu ifadeler ilmin ehemmiyetini  vurgulamaya yöneliktir. İlim her devirde insanlık için gerekli olmuş, ilimle mücehhez insanlar ve cemiyetler, ilmen  geri olanlara dâima üstünlüklerini korumuşlardır. Eğer, insanlık tarihi, ilim mikyasıyla bir  taksime tabi tutulacak ve illa da bir ilim devrinden bahsedilecekse, kanaatimizce bunu Kur'an vahyi ile başlatmak gerekir. Beşeriyete "Oku!" diye başlayan risalet-i Muhammediye böyle bir devreyi başlatmış, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer 9); "Allah içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin..." (Mücadele 11) gibi pek çok âyetlerle ilmin yüceliğine dikkat çekmiş, dünyayı isteyene de, âhireti  isteyene de, hem dünya hem âhiret her ikisini de isteyene hep ilmin  kesbedilmesini tavsiye etmiştir. İslam dışı dünya, ilme olan ciddî ve alarmant çağrısını son yıllarda ele alarak geleceğin bir ilim çağı olacağını söylemiştir. Bu Umumi Açıklama kısmında, ilim mevzuunda söylenmesi gereken hususları, kitabımızın birinci cildinde 402-469. sayfaları arasında genişce işlediğimiz için oraya atıf yapmakla yetiniyoruz.[1] BİRİNCİ FASIL ÂLİMLERİN FAZİLETİ ـ4102 ـ1ـ عن أبي أمامة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذُكِرَ لِرَسُولِ اللّهِ # رَجَُنِ عَابِدٌ وَعَالِمٌ. فقَالَ: فَضْلُ الْعَالِمِ عَلى الْعَابِدِ كَفَضْلِي عَلى أدْنَاكُمْ[. أخرجه الترمذي وصححه . 1. (4102)- Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biri âbid diğeri  âlim iki kişiden bahsedilmişti. "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu." [Tirmizî, İlm 19, (2686).][2] ـ4103 ـ2ـ وفي رواية له: ]ثُمَّ قَالَ: إنَّ اللّهَ تَعالى وَمََئِكَتَهُ وَأهْلَ السَّمَواتِ وَأهْلَ ا‘رْضِ حَتّى النَّمْلَةَ فِى جُحْرِهَا وَالْحِيتَانَ فِي الْبَحْرِ يُصَلُّونَ عَلى مُعلِّمِ النَّاسِ الخَيْرَ[ . 2. (4103)- Yine Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalâtu vesselâm sonra buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya,  denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur." (Hadis Tirmizî'nin aynı babındadır.)[3] AÇIKLAMA: 1- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Aliyyu'l-Kârî'nin açıklamasına göre, âbid'le farz ibadetlerini yapabilecek kadar ilmi olup, kâmil şekilde ibâdetini yapan kimseyi; âlimle de, ibadetlerini eksiksiz yapmakla birlikte ulûm-ı şer'iyyeyi  iyi bilen kimseyi kastettiğini belirtir. 2- Âlimin şerefce âbide üstünlüğü, Resulullah'ın şerefce en âmi bir sahâbîye üstünlüğüne teşbih edilmiştir. Aliyyu'l-Kârî der ki: "Burada Aleyhissalâtu vesselâm ilmin faziletini beyanda, mübâlağa [28.09.2023 21:25] Annem: Allah'a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun. Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75. [28.09.2023 21:26] Annem: Allah’ım! Helâl olan nimetlerinle yetinmemi,haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle, fazlı kereminle beni Senden başkasına muhtaç eyleme. (Hakim, "Deavat", No: 1973) [28.09.2023 21:26] Annem: Tarihte Bugün •  Patrona Halil İsyanı Başladı 1730 •  Kâzım Karabekir’in Ermenileri Bozguna Uğratması 1920 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [28.09.2023 21:27] Annem: Günün Ayeti “...Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.” İsra 110 [28.09.2023 21:27] Annem: Günün Hadisi “Ey Müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allah’tan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.” Buhârî, Cihâd 112 [28.09.2023 21:27] Annem: KATILIM FİNANS SÖZLÜĞÜ KİRA SERTİFİKASI: İslâm hukukuna uygun bir ticâri işleme katılma imkânı sunan ve bu ticâri işlemden kaynaklanan gelirde pay sahibi olmayı sağlayan sertifikalardır. Örneğin Katılım Bankacılığında kiraya verilmek üzere satın alınacak bir binanın hisseleştirilerek sertifikalarla piyasada satılması durumunda, bu sertifikalardan alanlar ellerindeki sertifikaların temsil ettiği oranda varlıkta hissedar olurlar. Dolayısıyla payları oranında kira gelirinde de hak sahibidirler. Bu sertifikalar temsil ettikleri varlığa bağlı olarak ikinci elde alınıp satılabilme imkânına da sahiptirler. YATIRIM FONU: Yatırım araçlarından oluşan ve profesyonellerce yönetilen portföylere yatırım fonu ismi verilir. İçeriğinde sukuk, altın, katılım endeksine uygun hisse senetleri, katılma hesabı gibi faizsiz yatırım araçları bulunur. YATIRIM VEKÂLETİ: Bir kimseyi bir yatırım işlemi için yetkilendirmektir. Örneğin Katılım Bankaları yurtdışı sendikasyonlarında vekâletle fonları alıp faizsiz finans prensipleri doğrultusunda değerlendirirler.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [28.09.2023 21:27] Annem: Hak şerleri hayreyler Zannetme ki gayreyler Arif onu seyreyler Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler Sen Hakk’a tevekkül kıl, Tefviz et ve rahat bul, Sabreyle ve razı ol, Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler . Toplumsal anlamda ise iman bilinci, birbirine güven duyan, güvenilir insanlardan oluşan bir toplumun ortaya çıkması - na zemin teşkil eder. Nitekim mümin birey, kendisine güve - nilen kişidir. Sevgili Peygam - berimiz (s.a.s.), “Müslüman, diğer Müslümanların, dilinden ve elinden salim olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de insanların, canları ve mal - ları hususunda (kendilerine zarar vermeyeceğinden) emin oldukları kimsedir.” (Tirmizi, İman, 12.) hadisi ile iman bilin - cinin toplumsal yönüne dikkat çekmektedir. Anadolu kültü - ründe Hacı Bektaş-ı Veli’nin, “Eline, diline, beline sahip ol.” sözü, güvenilir insan olma çerçevesinde, iman bilincinin toplumsal yönünü özetlemek - tedir. İmanın eylem boyutu, istika - met kavramı ile ifade edilebilir. İstikamet, Arapça “k-v-m” kö - künden gelmekte olup doğru ve mutedil olmak demektir. (Dinî Kavramlar Sözlüğü, Fikret Karaman vd., Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., An - kara, s.335, 2006.) Aynı zamanda “bir şeyin hakkını tam olarak vermek” anlamındadır. (İsfahânî, Müfredat, 2012:143.) Fussilet sure - sinde, Allah’a iman eden ve is - tikamet çizgisinde olan birey - lerin korku ve üzüntüden uzak ve mutlu olacakları şöyle be - lirtilmektedir: “Şüphesiz ‘Rab - bimiz Allah’tır.’ deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onla - rın üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!’” (Fussilet, 41/30.) Diğer yandan istikametin Cib - ril hadisinde yer alan “ihsan” kavramı ile bağlantılı olduğu da söylenebilir. “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir.” (Buhari, Tefsir, (Lok - man), 2.) İbadetlerimizi, birey - sel ve toplumsal ilişkilerimizi, günlük hayatımızda yaptığımız her işi Allah’ın her an, her yer - de bizi gördüğünü idrak ederek en güzel şekilde yapmak, isti - kamet bilincini ortaya koymak - tadır. Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.” ifadesi; bireysel anlam - da istikametin, kişinin kendi özünü tanıyıp içsel dünyası ile bağ kurup tutarlı davranışlar göstermesi açısından önemli mesajlar içermektedir. Bilgi ve eylemin tutarlı olması, bilginin yaşam ile vücut bulması, isti - kametin diğer bir yönü olarak karşımıza çıkmaktadır. İçsel - leştirilmiş ve eyleme dönüşen bilgi, kazanılması gereken en önemli noktadır. Bu çerçeve - de, İmam Gazali, kendi hayat hikâyesini anlattığı el-Munkiz mine’d-Dal â l adlı eserinde, Tus şehrine dönüşünde, içinde bulunduğu kervana eşkıyaların İman bilinci, birbirine güven duyan, güvenilir insanlardan oluşan bir toplumun ortaya çıkmasına zemin teşkil eder. Nitekim mümin birey, kendisine güvenilen kişidir. 16 Aylık Dergi | Eylül 2023 [28.09.2023 21:28] Annem: 1851 yılında ise Sultan Abdülmecid tarafından bir cami yaptırılmıştır. Bu cami Peygamberimizden miras kalan bu değerli emanetin korunması için yaptırılan Hırka-i Şerif Camii’dir. Hırka-i Şerif Camii, İstanbul’un Fatih ilçesinde yer almaktadır. Tek şerefeden oluşan iki minaresi vardır. Caminin üst katında Hırka-i Şerif’in bulunduğu kısım yer alır. Hünkâr dairesi ve müezzin mahfili de buradadır. Üst katında cemaatin Hırka-i Şerif ziyaretini daha kolay yapmaları için ayrı giriş ve çıkış kısmı bulunmaktadır. Yolunuz İstanbul’a düştüğünde bu kıymetli camiyi ziyaret etmeyi ve içerisinde bulunan Hırka-i Şerif’i görmeyi ihmal etmeyin. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bunu duyduğunda, Veysel Karanî’ye kendi hırkasını hediye etmiştir. İşte bu hırkanın adı Hırka-i Şerif’tir. Veysel Karanî’nin vefatından sonra bu değerli hırkayı ailesi ve akrabaları korumuştur. DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 15

Borsa günü yükselişle tamamladı

Doğu Karadeniz'in 10 aylık bal ihracatı 1,8 milyon doları aştı

ECB Başkan Yardımcısı Luis de Guindos’dan “borsa düzeltmesi” uyarısı

Suudi Arabistan Varlık Fonu Warner Bros. Discovery’ı satın almak için devrede

Yozgat'ta kuraklık nedeniyle buğday ekimi kasım ayına sarktı

Turkcell 2025'in üçüncü çeyreğinde de güçlü ve sürdürülebilir büyümesine devam etti

Başlangıç aşamasındaki girişimlere "melek yatırımcı" desteği

ASELSAN 26 milyon 70 bin dolarlık sözleşme imzaladı

Altın mevduatı yıllık bazda iki katına çıktı

Serbest bölgeler ekimde, aylık ve 10 aylık ihracatta rekor kırdı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 12 9 1 2 19 29
2.FENERBAHÇE A.Ş. 12 8 0 4 15 28
3.TRABZONSPOR A.Ş. 12 7 1 4 10 25
4.SAMSUNSPOR A.Ş. 12 6 1 5 7 23
5.GÖZTEPE A.Ş. 12 6 2 4 9 22
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 12 6 4 2 5 20
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 12 5 3 4 -3 19
8.CORENDON ALANYASPOR 12 3 3 6 0 15
9.TÜMOSAN KONYASPOR 12 4 6 2 -2 14
10.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 12 3 4 5 -2 14
11.KOCAELİSPOR 12 4 6 2 -4 14
12.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 12 3 5 4 2 13
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 12 4 7 1 -10 13
14.GENÇLERBİRLİĞİ 12 3 7 2 -5 11
15.KASIMPAŞA A.Ş. 12 2 6 4 -6 10
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 12 1 5 6 -15 9
17.İKAS EYÜPSPOR 12 2 8 2 -9 8
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 12 2 9 1 -11 7

YAZARLAR