[29.09.2023 20:09] Annem: Bir Ayet: İyi işler yapan kendisi için yapmıştır, kötülük yapanın da kötülüğü kendinedir; sonra rabbinize döndürüleceksiniz. (Câsiye, 45/15) Bir Hadis: Rıfk (zarif davranış) işe güzellik katar, rıfktan (zarafetten) yoksunluk ise işi kusurlu kılar. (Müslim, "Birr", 78) Bir Dua: Allah'ım! Bilerek Sana herhangi bir şeyi ortak koşmaktan Sana sığınırız. Bilmeden yaptıklarımız için ise Senden bağışlanma dileriz. (İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6, 35) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [29.09.2023 20:09] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Sizden kim, Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır. (Ahzâb, 33/31) İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu konuda aldanmıştır. Sağlık ve boş zaman! (Tirmizî, Zühd, 1) Diyanet Takvimi Arka Yüz: HASTANIN ŞİFA BULMASI İÇİN DUA Hastalıklar insan için bir imtihandır, insana sağlığın kıymetini öğretir, Rabbini ve ölüm gerçeğini hatırlatır, kalbini yumuşatır, merhametini artırır. Sağlığını korumak konusunda bilinçlenmesini ve tedbirli olmasını sağlar. İslam’a göre bir insan, hastalandığında iki şeyi birlikte yapmalıdır: Biri perhiz yapma, ilaç kullanma, gerektiğinde ameliyat olma gibi maddi tedaviye başvurmak; diğeri ise moralini bozmamak, Allah’tan şifa vermesi için dua etmektir. Peygamberimiz hastalara dua edilmesini teşvik ettiği ve kendisinin de dua ettiği hadis kitaplarında bildirilmektedir. Hz. Aişe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz (sas); aile fertlerinden biri hastalandığı zaman sağ eliyle hastayı sıvazlayıp; “Ey bütün insanların Rabbi olan Allahım! Bu hastanın ıstırabını gider ve ona şifa ver. Şifayı veren ancak Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Bu hastaya öyle bir şifa ver ki, onda hiçbir hastalık izi kalmasın.” diye dua etmiştir. (Buharî, Merdâ, 20) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [29.09.2023 20:11] Annem: İşte bu bizim verdiğimiz rızıktır. Ona asla tükenme yoktur. - Sâd - 54. Ayet [29.09.2023 20:11] Annem: Tarih: ْيِهْم َّوََّل لَّ 29.09 ٌف َّع ْو .202 ََّل َّخ 3 موا فَّ ثُ ٰمَّ﷽ ا ْسَّتَّقا ُ ُ َُّنا ا ّٰلل ه وا َّرٰب الُ ۪ذي َّن قَّ َّٰ ال اِ ٰنَّ وَّن. ه ْم يَّ ْحَّزنُ ُ ُ ي ا ّٰلل ه ِ َّصلَّٰ ُل ا ّٰلل ه ُسو اَّل َّر َّو ق َّم َّ ْيِه َّو َّسلَّٰ َّعل : َّ ِا ت ب ُ ُ ْل ِ آَّمْن ق ه ّٰلل ثُ َّٰم ا ْسَّتِقْم . PEYGAMBERİMİZ, İMAN VE İSTİKAMET Muhterem Müslümanlar! Bir gün sahâbe-i kirâmdan biri, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e gelerek “Ya Resûlallah! Bana İslam’la ilgili öyle bir şey söyle ki başka hiç kimseye soru sorma ihtiyacı hissetmeyeyim” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) ona şöyle buyurdu: ِا ْل آَّمْن ُت ب ِ ُق ه sonra ,de ettim iman a’Allah “ّٰلل ثُ َّٰم ا ْسَّتِقْم da dosdoğru ol.”1 Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam’ın gönderiliş gayesi, erdemli insanların oluşturduğu ideal bir toplum inşa etmektir. Tüm yaratılmışların güven ve huzurla yaşayabileceği bir dünya kurmaktır. Cenâb-ı Hak, akıl ve iradeyi bizlere bunun için lütfetmiştir. Hidayet rehberi kitapları, hak ve hakikatin temsilcileri olan peygamberleri bunun için göndermiştir. Bununla birlikte Yüce Rabbimiz, yürüyeceğimiz dosdoğru yolu da bize göstermiştir. Bu yol, Rabbimize hakkıyla iman etmek ve istikamet üzere bir ömür sürmektir. Değerli Müslümanlar! İman, Rabbimize samimiyetle kul olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnekliğinde bir hayat yaşamaktır. İman, insanı özgürleştirir. Onu en doğru yola, sırât-ı müstakîme iletir. İman, insana yaratılış gayesini ve sorumluluklarını öğretir. Ona kimlik ve kişilik kazandırır. İmanın gereği istikamettir, yani kişinin özüyle sözünü bir kılmasıdır. Olduğu gibi görünmesi, göründüğü gibi olmasıdır. İstikamet, insanın hayatını Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamberimiz (s.a.s)’in sünnetine göre şekillendirmesidir. Allah ve Resûlünün rızasını herkesten ve her şeyden üstün tutmasıdır. Kıymetli Müminler! İstikamet, imanımıza, ibadetlerimize, ahlakımıza, hâsılı hayatımızın her ânına ve her alanına yansıdığı müddetçe gerçek anlamına kavuşur. İmanda istikamet, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Tevhid ve vahdeti kuşanmaktır. ِمْر َّت “.ol dosdoğru gibi Emrolunduğun “َّفا ْسَّتِقْم َّكَّمَٓا اُ 2 ayetine içtenlikle bağlanmaktır. İbadette istikamet, ölüm bize gelinceye kadar kulluk vazifelerimize sadık kalmaktır. İbadetlerimizi yalnızca Allah’a has kılmak; her türlü riya ve gösterişten arındırmaktır. Aziz Müslümanlar! Ahlakta istikamet ise, ماَّ ٰنَّ ِ ْخََّلِق إ تَّ ِٰم َّم َّصالِ َّح اِل ْ َّ بُِع ْث ُت ِِلُ “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”3 buyuran Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in örnek ahlakını rehber edinmektir. Ülfet ve muhabbeti, nezaket ve zarafeti aile hayatımıza hâkim kılmaktır. Yalan ve hileye, zulüm ve haksızlığa asla tevessül etmemektir. Kul ve kamu hakkını ihlal eden davranışlardan kaçınmaktır. Elimizden, dilimizden, evimizden, işimizden, hâsılı hayatımızın her alanından haram ve günah olan her şeyi uzak tutmaktır. Değerli Müminler! Bizler, imanda istikameti, ibadette samimiyeti, ahlakta dürüstlüğü Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’den öğrendik. Sevgi ve saygıyı, hürmet ve muhabbeti, bir arada kardeşçe yaşama kültürünü ondan öğrendik. Anne ve babaya itaat etmeyi, eşimize sadakat göstermeyi, çocuklarımıza merhametle muamele etmeyi, komşumuzun hakkını gözetmeyi bize o öğretti. Allah katında üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu, insanların tarağın dişleri gibi eşit kabul edildiğini ondan öğrendi tüm insanlık. Ne mutlu, Rabbimizin emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in yaşayarak öğrettiği istikamet üzere bir ömür sürenlere. Ne mutlu, sırât-ı müstakîme engel olan kin, nefret, düşmanlık ve haset gibi kötü duygu ve düşüncelerden arınanlara. Hutbemi Rabbimizin istikamet sahibi müminleri müjdelediği şu ayet-i kerime ile bitiriyorum: “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir.” 4 1 İbn Hanbel, III, 413. 2 Hûd, 11/112. 3 İbn Hanbel, II, 381. 4 Ahkâf, 46/13. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü [29.09.2023 20:12] Annem: Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm. - Buhârî, Rikak,23 [29.09.2023 20:14] Annem: "...Allah’ım! Sevdiklerimden bana verdiğin nimetleri sevdiğin şeyler için bana kuvvet kıl…" - (Tirmizî, "De’avât", 75) [29.09.2023 20:14] Annem: Çocuğuna değer veren ve bu sebeple onu en güzel biçimde terbiye etmek isteyen bir anne babanın, öncelikle bir gerçeği aklından çıkarmaması gerekir. Her ne kadar çocuk tümüyle ebeveynine muhtaç, onların korumasında ve denetiminde ise de gerçek anlamda, onlara değil Allah’a aittir. Dolayısıyla anne baba çocuklarının sahibi değil emanetçisidir. Kendilerine verilen bu emanete gözleri gibi bakmakla, onu örselemeden yetiştirmekle ve yıpratmadan hayata kazandırmakla yükümlüdürler. Emanet olduğuna göre, çocukları üstünde istedikleri gibi tasarrufta bulunma hakkına da sahip değillerdir. Onu doyururken, okuturken, ödüllendirirken, cezalandırırken, kısacası büyütüp kişiliğini şekillendirirken Yüce Allah’ın rızasına uygun hareket etmek zorundadırlar. Zira gün gelecek, emanetin sahibi ona nasıl davrandıklarını, neler verdiklerini ya da neleri esirgediklerini soracaktır. Anne babalık vazifesi, sadece çocuğun karnını doyurup sırtını giydirmekle bitmemektedir. Bunun çok daha ötesine geçmekte, yavrunun terbiyesi gibi yuvanın sınırlarını aşarak tüm toplumu etkileyen bir alana ulaşmaktadır. - RABBİMİZİN EMANETİ ÇOCUKLARIMIZ [29.09.2023 20:58] Annem: 42- Farz haccın sünnetleri şunlardır: 1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir. 2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır. 3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir. 4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek. 5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek). 6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak. 7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak. İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir. 8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak. 9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer. 10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek. 11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir. Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla [29.09.2023 21:00] Annem: anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır. Namazın büyük faydalarını hesap etmek mümkün değildir. Fakat en ufak ahlâkî faydası bilfiil büyüklenmeyi kırmak, kardeşliğe hazırlanmak, Allah rızası için iş yapmaya alışmaktır. Bunun için namazda giyinebileceği en güzel ve en temiz elbisesini giymek ve kendine gurur vermesi düşünülen bu hal içinde örtülecek nice ayıpların bulunduğunu düşünüp, yüzünü yani alnını ve burnunu yerlere koyarak, kalbinde iman ettiği Allah huzurunda o kibir ve gururu kırarak defalarca secdeye kapanmak en mühim bir esastır. "Her cami(ye gidişiniz) de güzel elbisenizi alın." (A'râf, 7/31). Namazda özellikle secdenin kibre olan bu mühim tesiri dolayısıyledir ki, kibirliler en çok namazın secdesine itiraz ederler. O süslü elbiseler içinde alınlarını Allah rızası için yere koyma zorunluluğu onların kibir damarlarına, sinirlerine pek fena dokunur. "Şüphesiz bu, (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir." (Bakara, 2/45). Düşünmezler ki o süsler, o alınlar hep Allah'ın vergisidirler. Ve zamanı gelince o yağlı alınlar toza, toprağa karışacaktır. Hem o topraklar, o yerler o kadar hakaret edilmeye, devamlı olarak çiğnenmeye layık değildir. Zaman olur ki onlar için kanlar dökülür. Beşer hayatı oradan fışkırır ve onu [29.09.2023 21:00] Annem: ARKADAŞ 2157 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "İnsanlar yalnızlıktaki (mahzuru) benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına bir gececik olsun yol yapmazdı." Buhârî, Cihâd 135; Tirmizî, Cihâd 4, (1673). 2158 - Said İbnu'l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şeytan tek başına olanla, iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara sıkıntı veremez." Muvatta, İsti'zân 36, (2, 978). 2159 - Amr İbnu Şuayb an ebîhî an ceddihi (radıyallâhu anh) tarikinden naklediyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı bir gruptur." Muvatta, İsti'zân 25, (2, 978); Ebü Dâvud, Cihad 86, (2607); Tirmizî, Cihâd 4, (1674). 2160 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir sefere üç kişi beraber çıkınca birini emîr (başkan) yapsınlar." Ebü Dâvud, Cihâd 87, (2609). ARKADAŞA YARDIM 2166 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin." Resülullah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin (yol sırasında) herhangi bir [29.09.2023 21:00] Annem: zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır. Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim. Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz. Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur. Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz. Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olmamı� [29.09.2023 21:01] Annem: Oruç Bozma Kefareti Ana Sayfa Kefâretler Oruç Bozma Kefareti İlgili Fıkıh literatüründe kefaret-i savm terimiyle ifade edilen bu kefaret türü, “Ramazan orucunu eda ederken, herhangi bir mazereti bulunmaksızın, oruçlu olduğunu bilerek orucunu kasten bozan kimseye gereken kefaret”tir. Oruç ibadeti İslam’ın beş temel şartından biri olup bu ibadeti yerine getirmekte zorlanan kimselere, oruç konusunda anlatıldığı üzere, bir dizi kolaylık ve ruhsat getirilmiştir. Ayrıca kasten oruç tutmayan, başladığı orucu iradesi dışında veya haklı görülebilir bir sebeple bozan kimsenin de bu orucunu kaza etmesi imkanı vardır. Bu ruhsat ve imkanlardan sonra, başladığı ramazan orucunu hiçbir makul ve haklı görülebilir sebep yokken, bilerek ve isteyerek bozan kimsenin durumu ağır bir kusur ve suç kabul edilmiş ve böyle kimselere, bu hatalı davranışlarından dolayı Allah’tan af dileyebilmeleri için, biri yine oruç cinsinden olmak üzere üç tür ibadetten biri kefaret olarak öngörülmüştür. Orucu kasten bozan kimse için öngörülen kefaretin cezai yönü ağır basar. Bu kefareti gerektiren sebep ise, ramazan orucunu eda eden kimsenin orucu kasten ve isteyerek bozmasıdır. İkrah (ağır baskı), hata, unutma gibi kasıtlı olmayan durumlar kefareti gerektirmez. Hanefiler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre ramazan orucunun cinsi münasebetle veya yeme içme ile bozulması aynı hükme tabi iken Şafiiler başta olmak üzere bir grup fakihe göre ramazan orucunun sadece cinsi münasebetle bozulması kefaret gerektirir. Kasten de olsa yeme içme kefareti gerektirmez. Birinci grup kasten yapılan cinsi münasebetle kasten yeme içmenin aynı ortak illete sahip bulunduğunu, ikisinin de orucun kasten bozulması mahiyetinde olduğunu ileri sürer. İkinci grup ise Hz. Peygamber’in ramazan ayında karısıyla cinsi münasebette bulunan sahabi hakkında kefarete hükmettiği (Buhari, “Savm”, 31; Müslim, “Sıyam”, 14), hadiste yeme içme geçmediği ve yeme içmenin farklı olduğu mülahazasıyla hareket eder ve kıyas yaparak kefaret hükmünü genişletmek istemezler. Şafiiler’in burada kıyas yoluna gitmemeleri, biraz da kolaylığı sağlama, zorluk ve sıkıntıya yol açmama düşüncesinden kaynaklanmış olabilir. Oruç bozmanın kefareti; eğer imkanı varsa bir köle azat etmek, buna gücü yetmiyorsa ara vermeksizin iki ay süreyle oruç tutmak, eğer buna da gücü yetmiyorsa altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır. Çağımızda kölelik kalktığına göre, oruç kefaretinde ilk sırayı oruç tutma, ikinci sırayı da fakiri doyurma alır. Benzeri bir hüküm diğer kefaretlerde de söz konusudur. Köle azat etmenin kefaretlerde ilk sırayı alması, İslam’ın hürriyet ve insan haklarına verdiği önemin ve köle durumunda olan insanların hürriyetlerine kavuşması için çeşitli uygun ortam ve vesileler geliştirdiğinin açık bir delilidir. Hanefiler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre kefaret ödeyecek kimsenin yukarıda sayılan sıraya riayet etmesi, bir öncekini yapma imkanı bulunmadığında bir sonrakine geçmesi gerekir. Malikiler’e göre ise mükellef bu üç şıktan birini seçebilir. Hatta bunlar arasında altmış fakiri doyurma en faziletli olanıdır. Çoğunluk ise hem oruç kefaretiyle ilgili hadiste bu sıranın benzeri kayıtlarla zikredilmesi, zıhar kefaretiyle ilgili ayetin ifade ve üslubu hem de esaret altındaki bir kimsenin hürriyete kavuşturulmasının bunlar arasında en faziletli ibadet olduğu, nefsin oruçla terbiyesinin de ikinci derecede faziletli olduğu ve şariin bu iki ibadete öncelik vererek bu tür hikmetleri gözetmiş bulunduğu gibi noktalardan hareket etmiştir. Oruç kefaretinin iki ay oruç tutmak şeklinde ödenmesi halinde, orucun ara vermeksizin peş peşe tutulması gerekir. Sadece kadınların hayız hali bu peş peşeliği bozmaz. Onun dışında hastalık, yolculuk gibi bir mazerete binaen oruca ara verilirse, önce tutulanların yok sayılıp iki ay [29.09.2023 21:02] Annem: Astronot Ana Sayfa A Astronot Rüyada astronot olduğunu gören kişi hayatından memnun değildir ve değişiklik istemektedir.Astronot gören kişinin ise yeni,ilginç ve zevkli bir haber alacağına işarettir. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [29.09.2023 21:02] Annem: ÂZÂD Ana Sayfa A ÂZÂD Kurtulmuş, serbest. İnsanoğlu, gönül verdiği şeyin kulu olur. Ârifler, Allahü teâlâdan başkasına kalblerini bağlamadıklarından, O’ndan başkasının kulu olmaktan âzâd olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk’a tam anlamıyla kul olan, O’ndan başkasına kul olmaktan âzâd olur. (İbn-i Arabî) İlgili NAFAKA 9 Eylül 2021 Benzer yazı ESÎR 9 Eylül 2021 Benzer yazı Âzâd Olmak 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A,  Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB Âzâd Etmek Âzâd Olmak AZAMET AZÎM (El-Azîm) AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [29.09.2023 21:03] Annem: Said Nursî * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve hâlis vârislerim! Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirdlerin sadakatlarına delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki: Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men’ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sâbık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular. Hem aynı zamanda, Tunus’lu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazıyor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un yüzotuz risalesi muhafaza edilsin. Tâ ki, ileride tab’edeceğiz.” Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in vefatım hakkında bir hazîn mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirdleri ağlattırdı. Hem bu zamana pek çok yakın, Hüsrev’in, kendi âdetine muhalif benim vefatıma dair bir-iki mektubunda, iki-üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. “Acaba ben gidiyorum.” diye endişe ettim. Hem aynı bu hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirdler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde öyle sahabetkârane ve iltizamperverane o vazifeye koşup, başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki; beni hayret hayret içinde bıraktılar. Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i Nuriyedir. اَلْحَمْدُ لِلّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى [29.09.2023 21:03] Annem: manaların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice ile kasden ve bizzât irtibatı olmaz ise, lâakal bir derece ihtizaza ve inkişafa getirir. Güya usûl denilen mezahir ve âyinelerin ihtilafıyla ve netice ve mütecellinin vahdetiyle maksadın tecerrüdüne ve ulviyetine ve hayat-ı âlem denilen deveran-ı umumî tesmiye olunan hayat-ı külliye ile yâd edilen hakikatıyla kelâmın kuvve-i hayatiyesinin ittisaline işarettir. Üçüncü Makale’nin âhirindeki üçüncü maksadda olan birinci maksad buna bir derece misaldir. Hem de Üçüncü Makale’de Dördüncü Mes’ele ve meslekten olan işaret ve irşad ve tenbih ve muhakeme buna misaldir. فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ Evet Rabb-i İzzet’in kelâmına dikkat edilse bu hakikat her yerde nur gibi parlar. Evet nur gibi köşelerinde ve mekatı’larında içtima edip zülâl-i belâgat fışkırıyor. Nefrin o zahirperestlere ki bu hakikatten gaflet edip tekrara hamlediyorlar. Dördüncü Nokta: Kelâmı öyle ifrağ etmek ve istidad vermektir ki: Pek çok füru’ların tohumlarını mutazammın ve pek çok ahkâma me’haz ve pek çok maânîye ve vücuh-u muhtelifeye delalet etmektir. Güya bu istidadı tazammun ile kelâmın kuvve-i nâmiyesinin kuvvetine telvih eder ve hasılatının kesretini gösterir. Sanki o füru’ ve vücuhların mahşeri olan mes’elede cem’eder, tâ ki mezaya ve mehasinini müvazenet edip herbir fer’i bir garaza sevk ve herbir v [29.09.2023 21:03] Annem: Haddimden yüz derece ziyade olan bu mektub muhteviyatını tevazu ile reddetmek bir küfran-ı nimet ve umum şakirdlerin hüsn-ü zanlarına karşı bir ihanet olması ve aynen kabul etmek bir gurur, bir enaniyet ve benlik bulunması cihetiyle, umum namına Risale-i Nur kâtibinin yazdığı bu uzun mektubu -onüç fıkraları ilâve edip- hem bir şükr-ü manevî, hem gururdan, hem küfran-ı nimetten kurtulmak için size bir suretini gönderiyorum ki: Meyve’nin Onbirinci Mes’elesinin âhirinde “Risale-i Nur’un Isparta ve civarı talebelerinin bir mektubudur” diye ilhak edilsin. Ben bu mektubu, bu ta’dilât ile yazdığımız halde iki defa bir güvercin yanımızdaki pencereye geldi. İçeriye girecekti, Ceylan’ın başını gördü girmedi. Birkaç dakika sonra başkası aynen geldi. Yine yazanı gördü girmedi. Ben dedim: Herhalde evvelki serçe ve kuddüs kuşu gibi müjdecilerdir. Veyahut bu mektub gibi müteaddid mektubları yazdığımızdan, mübarek mektubun ta’dili ile mübarekiyetini tebrik için gelmişler kanaatımız geldi [29.09.2023 21:04] Annem: İkinci kısım: Sair delail-i nübüvvettir. İkinci kısım da iki kısımdır: Biri: Nübüvvetinden sonra, fakat nübüvvetini tasdikan zuhura gelen hârikalardır. İkincisi: Asr-ı Saadetinde mazhar olduğu hârikalardır. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Zâtında, sîretinde, suretinde, ahlâkında, kemalinde zahir olan delail-i nübüvvettir. İkincisi: Âfâkî, haricî şeylerde mazhar olduğu mu’cizattır. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Manevî ve Kur’anîdir. Diğeri: Maddî ve ekvanîdir. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Dava-yı nübüvvet vaktinde, ehl-i küfrün inadını kırmak veyahut ehl-i imanın kuvvet-i imanını ziyadeleştirmek için zuhura gelen hârikulâde mu’cizattır. Şakk-ı Kamer ve parmağından suyun akması ve az taamla çokları doyurması ve hayvan ve ağaç ve taşın konuşması gibi yirmi nev’ ve herbir nev’i manevî tevatür derecesinde ve herbir nev’in de çok mükerrer efradı vardır. İkinci kısım: İstikbalde ihbar ettiği hâdiselerdir ki; Cenab-ı Hakk’ın talimiyle o da haber vermiş, haber verdiği gibi doğru çıkmıştır. İşte biz de şu âhirki kısımdan başlayıp icmalî bir fihriste göstereceğiz. 5(Haşiye) [29.09.2023 21:06] Annem: Otuzbir, otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.) 1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2) Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak [29.09.2023 21:06] Annem: Üçüncü Esas: Muhakemesiz medeniyet, Kur’an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur’aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir. (Haşiye-1) Dördüncü Esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’an merhameten, kadınların hürmetini [29.09.2023 21:06] Annem: seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin 21(Haşiye-1) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz. Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın 22(Haşiye-2) hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki; şu kitabın mesaili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir. Ey muhatablarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum. İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki, hakikat-ı İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!.. S- Eskiler bizden a’lâ veya bizim gibi; gelenler bizden daha fena gelecekler? C- Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonradaki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi: “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol safında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki: “Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!” İşte ey bedevi göçerler (ve ey inkılab softaları!) 23(*) Manzara-i hayal 24(Haşiye-1) üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingde iki taraf da sizi protesto ettiler. Cevablardan Bir Kısım Öyle ise ben derim: Hakikaten sizin hârikulâde şecaate istidadınız vardır. Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filan yiğittir.” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler eğer uyansalar, hazinelere değer olan İslâmiyet milliyetine 25(Haşiye-2) yani üçyüz milyon İslâmın uhuvvetlerini ve manevî yardımlarını kazandıran İslâmiyet milliyetine, binler ruhu [29.09.2023 21:07] Annem: sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, baz [29.09.2023 21:08] Annem: ! Kâinatın sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı [29.09.2023 21:08] Annem: “Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azab, Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.” Niyazi-i Mısrî gibi diyen bu tercüman, her şeyi hoş görerek, katreyi umman, âdemi insan ve nurunu âleme sultan eylemiştir. Ona “Kürdî” denilmesi ve Kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali’de (R.A.) görülen يَا مُدْرِكًا kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürd” îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürdlüğüne delalet etmez ve onun manevî silsile-i şerafet ve siyadetten tenzil ve teb’idini îcab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lakabla maruf ve meşhur olan bu zâtın Risalet-ün Nur’un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürdlüğünü isbat etmek için değildir. Kürdçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ü ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mana ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum. Âlem-i İslâmiyet ve insaniyete ve Haremeyn-i Şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk Milletini onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mana ve mülahazalar olsa gerektir. Âb-ı rûy-i Habib-i Ekrem için Kerbelâ’da revan olan dem için Şeb-i firkatte ağlayan göz için Râh-ı aşkında sürünen yüz için Risale-i Nur’a ve Üstada ve İslâm’a zafer ver ya Rabbî!.. Âmîn! Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali ve şan ü şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun. Boyun bâlâ, gözün şehlâ, gören mecnun seni leyla Sözün ferşte, gözün Arş’ta, gönül meftun sana cânâ Nikabın nur, nigâhın nur, kitabın nur senin ey nur Bağın Nursî, huyun munis, özün idris ferd-i yekta [29.09.2023 21:09] Annem: Aziz! Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semalarda tayarana başlar. Âfâk-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemalâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şübhe yoktur. Binaenaleyh tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (A.S.M.) bidayet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazar ile bakan bir adam şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vâsıl olamaz. Ancak bidayet-i hayatına ve levazım-ı beşeriyetine ve ahval-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır. Ve feyz-i İlahî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbanî ile tekâmül etmiştir. Binaenaleyh Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) mebde-i hayatına ait ahval-i suriyesinden zaîf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı. Maahâza mebde-i hayatına şek ve şübhe ile bakan adam herhalde masdar ile mazhar, menba’ ile makes, zâtî ile tecelli aralarını fark edemiyor. Ve bu yüzden şübheye düşer. Evet Nebiyy-i Zîşan (A.S.M.) tecelliyat-ı İlahiyeye mazhar ve makestir; masdar ve menba’ değildir. Çünki o zât yalnız âbiddir ve ibadetçe herkesten ileridir. Demek bu kadar görünen terakkiyat, kemalât onun zâtî malı değildir. Ancak hariçten verilen Rahman-ı Rahîm’in tecellileridir. Evvelce beyan edildiği gibi, hiçbir şey, bir zerreye bile, mana-yı ismiyle masdar olamaz. Amma bir zerre, mana-yı harfiyle semanın yıldızlarına mazhar olur. Yalnız gaflet ile o zerrenin masdar olduğu zannıyla bakıldığından, san’at-ı İlahiyeyi tagutî bir tabiata malederler. İ’lem Eyyühel-Aziz! Dualar, tevhid ve ibadetin esrarına nümunedir. Tevhid ve ibadette lâzım olduğu gibi, dua eden kimse de, “Kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini Cenab-ı Hak işitir.” deyip, kādir olduğuna itikad etmelidir. Bu itikad, Allah’ın her şeyi bilir ve herşeye kādir olduğunu istilzam eder. İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu âlemi ziyalandıran şemsin, bir sineğin gözüne tecelli ile girip ışıklandırması mümkündür. Ve ateşten bir kıvılcımın gözüne girip tenvir etmesi imkân haricidir. Çünki gözü patlatır. Kezalik bir zerre, Şems-i Ezelî’nin tecellisine mazhar olur. Fakat Müessir-i Hakikî’ye zarf olamaz… İ’lem ey mağrur, mütekebbir, mütemerrid nefis! Sen öyle bir za’fiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür… İ’lem Eyyühel-Aziz! Hardale ile tabir edilen, bir darı habbesi hükmünde olan kuvve-i hâfızanın ihata ettiği meydanda gezintiler yapılırken o kadar büyük bir sahraya inkılab eder ki, gezmekle bitmez bir şekil alır. Acaba o hardalenin içindeki meydanı bitiremeyen, o hardalenin dairesini ne suretle bitirecektir? Aklın nazarında hardalenin vaziyeti böyle ise, aklın gezdiği daire nasıldır? Aklı da dünyayı yutar. Fesübhanallah! Cenab-ı Hak hardaleyi, akıl için dünya ve dünyayı da akıl için bir hardale gibi yapmıştır [29.09.2023 21:10] Annem: başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva’ın bir tek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a’zâsından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz’î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi’ etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelal’in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için “ateşlendir” diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir. Altıncı Sualin Tetimmesi ve Haşiyesi: Ehl-i dalalet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve acib bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ: Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anasır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semavat dahi, değil hususî bir rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rububiyetin daire-i külliyesinde nev’-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev’-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve hâkimiyetini pek zahir bir surette gösterdiği halde; insan suretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işarat-ı Rabbaniyeye ve terbiye-i İlahiyeye karşı eblehane bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki: “Tabiattır; bir madenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş ve Kastamonu vilayeti cevvinde ve havasında semayı kızartmış, yangın suretini vermiş.” diye manasız hezeyanlar ediyorlar. Dalaletten gelen hadsiz bir cehalet ve zındıkadan neş’et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki: Esbab yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir: “İşte bu ağaç bundan çıkmış.” diye Sâni’inin o çamdaki gösterdiği bin mu’cizatı inkâr eder misillü bazı zahirî sebebleri irae eder. Hâlık’ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı [29.09.2023 21:10] Annem: : Nasılki Kur’anın müteşabihatı var; gayet derin mes’eleleri temsilât ile ve teşbihatla avama ders veriyor. Öyle de: Hadîsin müteşabihatı var; gayet derin hakikatları me’nus teşbihatla ifade eder. Meselâ: Bir iki risalede beyan ettiğimiz gibi: Bir vakit huzur-u Nebevîde gayet derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Yetmiş senedir yuvarlanıp, bu dakikada Cehennem’in dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” Birkaç dakika sonra birisi geldi, dedi: “Yetmiş yaşındaki meşhur münafık öldü.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın gayet belig temsilinin hakikatını ilân etti. Senin sualin cevabına şimdilik “üç vecih” söylenecek. Birincisi: Hamele-i Arş ve Semavat denilen melaikenin birinin ismi “Nesir” ve diğerinin ismi “Sevr” olarak dört melaikeyi, Cenab-ı Hak arş ve semavata saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arz’a dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi “Sevr” ve diğerinin ismi “Hut”tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki: Arz iki kısımdır: Biri, su; biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i Arz’a müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev’ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır. Belki,وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِo iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misalde sevr ve hut suretinde temessülleri var. 8(Haşiye) İşte bu münasebete ve o nezarete işareten ve Küre-i Arz’ın o iki mühim nevi mahlukatına îmaen lisan-ı mu’ciz-ül beyan-ı Nebevî, َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş, gayet derin ve geniş bir sahife kadar mes’eleleri hâvi olan bir hakikatı, gayet güzel ve kısa bir tek cümle ile ifade etmiş. İkinci Vecih: Meselâ nasılki denilse: “Bu devlet ve saltanat hangi şey üzerinde duruyor?” Cevabında: عَلَى السَّيْفِ وَ الْقَلَمِ denilir. Yani “Asker kılıncının şecaatine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adaletine istinad eder.” Öyle de: Küre-i Arz madem zîhayatın meskenidir ve zîhayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevahil kısmının kısm-ı a’zamının medar-ı taayyüşleri balıktır ve ehl-i sevahil olmayan kısmının medar-ı taayyüşleri, ziraatle öküzün omuzundadır ve mühim bir medar-ı ticareti de balıktır. Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduğu gibi; Küre-i Arz da, öküz ve balık üstünde duruyor denilir. Zira ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder, Hâlık-ı Hakîm de Arz’ı harab eder. İşte Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayet mu’cizane ve gayet ulvî ve gayet hikmetli bir cevab ile: َاْلاَرْضُ عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiş. Nev’-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvanînin hayatıyla alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikatı, iki kelime ile ders vermiş. Üçüncü Vecih: Eski Kozmoğrafya nazarında Güneş gezer. Güneş’in her otuz derecesini, bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, bir tek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi manasına olarak mizan suretini, bazı öküz manasına sevr suretini, bazı balık manasına hut suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın Kozmoğrafyası nazarında ise, Güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneş’in bedeline Küre-i Arz geziyor. Öyle ise o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde Arz’ın medar-ı senevîsinde küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek [29.09.2023 21:11] Annem: Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk’a karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ لِلّهِ demiş. Yani: “Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.” Evet nasılki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle, bütün zîhayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve “mübarek” denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor. Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurani ve yüksek [29.09.2023 21:11] Annem: İşte istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikata işareten ve Küre-i Arz’ın vazifesindeki hareketine ve seyahatına îmaen ve semavî burçlar, Güneş itibariyle muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen burçlar ise, Küre-i Arz’ın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden Küre-i Arz olduğuna remzen عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiştir.وَاللّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve huta dair acib ve haric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin tevilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından hadîs zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a isnad edilmiş. رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ İKİNCİ SUAL: Âl-i Abâ hakkındadır. Kardeşim; Âl-i Abâ hakkındaki cevabsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız bir tek hikmeti söylenecek. Şöyle ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği [29.09.2023 21:13] Annem: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk’a karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ لِلّهِ demiş. Yani: “Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.” Evet nasılki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle, bütün zîhayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve “mübarek” denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor. Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurani ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder. Hem nasılki o gecede Cenab-ı Hak tarafından اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demesi, istikbalde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demelerini âmirane iş’ar eder. Ve o selâm-ı İlahî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, o selâma mukabil اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللّهِ الصَّالِحِينَ demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin sâlihleri, selâm-ı İlahîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü’minler ortasındaki اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَ عَلَيْكَ السَّلاَمُ umum ümmet demesini raciyane, daiyane Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlahî ile o gece اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّهِ demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin manaları parlar, genişlenir. Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir [29.09.2023 21:13] Annem: YİRMİYEDİNCİ MEKTUB’UN ÜÇÜNCÜ ZEYLİ (Said’in bir fıkrasıdır) بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ (Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalaasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektubdur. Bu üçüncü zeyle çendan münasebeti azdır, fakat kardeşlerimin fıkraları içinde bu da benim bir fıkram olsun.) Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum! Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyan-ı tebriktir. Biliniz ki mevcudat içinde en kıymetdar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymetdar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymetdarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılab etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindedir. Yoksa hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek; âni bir şimşeği, sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir. Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden tiryak-misal imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşâallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar. Hem bilirsin, me’yus ve ümidsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfi’dir. Halbuki tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib, o bîçare marîzin elîm ye’sine bir zulmet daha katar. İnşâallah bu intibahın seni öyle bîçarelere medar-ı teselli eder, nurlu bir tabib yapar. Bilirsin ki; ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi camid şeyleri bulursun. Çünki ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi; faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Hak’tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelal’in hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymetdar maarif-i İlahiye hükmüne geçsin. Zeki dostum! Kalb çok arzu ederdi; ehl-i fenden envâr-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur’aniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulusi Bey’e benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem madem Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. Her bir Söz’ü, şahsımdan değil belki Kur’an’ın dellâlından sana bir mektubdur ve eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden birer reçetedir farzet. Gaybubet içinde hazırane bir musahabe dairesini onlar ile aç. Hem arzu ettiğin vakit bana mektub yaz. Ben cevab yazmasam da gücenme. Çünki eskiden beri mektubları pek az yazarım. Hattâ üç senedir kardeşimin çok mektublarına karşı bir tek yazdım [29.09.2023 21:13] Annem: SOHBET............... MÜSLÜMAN İLİM ADAMLARI
Akşemseddin hazretleri, Pasteur’den 400 sene önce mikrobu buldu.
Ali Kuşçu, büyük astronomi âlimi, ilk defa Ay’ın şekillerini anlatan kitap yazdı.
Ebul-Vefâ, trigonometride tanjant, kotanjant, sekant, kosekantı bulan âlimdir.
Birunî, ilk defa, dünyanın döndüğünü ispat etmiştir.
Ebû Kâmil Şü’câ, Avrupa’ya matematiği öğretmiştir.
Ebû Ma’şer, med-cezir olayını ilk defa keşfedendir.
Battanî, dünyanın en meşhur astronomi âlimidir. Trigonometrinin kaşifidir.
Câbir bin Hayyan, atom bombası fikrinin ve kimya ilminin babası büyük dâhidir.
Cezerî, 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır.
Demîrî, Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır.
Farabî, ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır.
Gıyasüddin Cemşid, matematikte ondalık kesir sistemini ilk defa o bulmuştur.
İbni Cessar, cüzzamın sebebini ve tedâvilerini 900 sene önce açıklamıştır.
İbni Hatip, vebânın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmî yoldan açıklamıştır.
İbni Firnas, Wringt kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirmiştir.
İbni Karaka, 900 yıl önce hârika bir torna tezgahı yapmıştır.
İbni Türk, cebirin temelini atan bilginlerdendir.
İdrisî, yedi asır önce bugünküne çok benzeyen dünya haritasını çizmiştir.
İbni Sina’nın eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulmuştur. Tıbbın babası kabul edilmiştir.
Kadızâde Rumî, yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uygulamıştır.
Kambur Vesim, verem mikrobunu R. Koch’dan 150 sene önce keşfetmiştir.
İbnünnefis, Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir.
Piri Reis, 400 sene önce bugünküne en yakın dünya haritasını çizmiştir.
29.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [29.09.2023 21:13] Annem: • Ağaçlardan Su Çekilme Zamanı 'İman çıplaktır. Onun elbisesi takvadır. Süsü hayâ duygusudur.' Vehb b. Münebbih [rahmetullahi aleyh] Semerkand Takvimi [29.09.2023 21:14] Annem: Kadın, İnsan Yuvasının ve İnsanlık Binasının Harcıdır Kadın annedir. Anne, yüce Allah’ın en güzel tecellisi ve en büyük bir âyetidir. Anne sevgi ve rahmet yüklü bir bulut gibidir. Onunla bu âleme hayat ve tat akıtılır. Kadın, insan yuvasının ve insanlık binasının harcıdır, o olmadan yuva kurulmaz, cemiyet oluşmaz, birlik sağlanmaz, düzen olmaz. Kadın böyle şerefli bir görev için yaratılmışken, onu bir oyun ve eğlence aracı yapmak, sevgi ve insanlık adına işlenmiş en büyük suçtur. Yine bu kadını ve anneyi sadece evde yemek yapan ve çamaşır yıkayan bir robot gibi görmek de tam bir cehalettir. Kadını doğru tanımalıdır. Kadın ya annedir ya da anne adayıdır. Annesiz yuva ıssız, çocuk öksüz, koca garip, hayat tatsız, gönül bahtsız, dünya düzensizdir. Elbette tek başına kadın, bu görevlerini tam manasıyla yerine getiremez. Erkek olmadan kadın anne olamaz, yuva kuramaz. Evlenerek helâli ile bütünleşmeyen kadın yarım kalır; kabiliyetlerinin çoğu çalışmaz, yok olur. Bu dünyada yaratılan hiçbir varlık boşuna değildir. Semerkand Takvimi [29.09.2023 21:15] Annem: “Benim dünya ile işim ve ilgim ne ? Ben bu dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.” (Tirmizi , Zühd 44) [29.09.2023 21:15] Annem: Sizin yaratılışınızda ve (Allah'ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. el-CÂSİYE Sûresi 4.Ayet [29.09.2023 21:15] Annem: NİYET Namazın şartlarından altıncısı niyet, yani Allâh rızâsı için namaz kılmayı dilemek ve hangi namazı kılacağını bilmektir. Niyet kalb ile yapılır. Kalbin niyeti ile beraber dil ile de söylenebilir. Ama sadece dil ile söylendiği halde kalbden niyet edilmezse, namaza niyet edilmiş olmaz. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri şöyle buyurmuşlardır: “Sadece dil ile niyet olmaz. Çünkü, çok kimse yalnız dil ile niyet ederek, kalb ile niyeti terk ediyor. Böylece namazın farzlarından biri olan kalb ile niyet yok oluyor. Namaz kabul olmuyor. O halde, niyeti dil ile değil, kalb ile yapmalıdır. Farz namazlarda, bayram ve vitir namazlarında niyeti belirtmek lazımdır.”6 Mesela “Bugünkü sabah namazına veya cuma namazına veya vitir namazına veya bayram namazına” diye niyet edilir. Nâfile namazlarda sadece “Namaz kılmaya” diye niyet etmek kâfî gelir...Daha az [29.09.2023 21:15] Annem: “Rabbim! Girilecek yere doğrulukla girmemi, çıkılacak yerden de doğrulukla çıkmamı sağla, bana tarafından yardımcı bir güç ver.” (İsra, 17/80) [29.09.2023 21:15] Annem: KULLUK BİLİNCİ Yaratılışımızın yegane sebebi, her şeyimizi kendisine borçlu olduğumuz Allah’a teslim olmak ve bu teslimiyetimizi söz ve davranışlarımızla göstermektir. “Ben cinleri ve insanları an- cak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 51/56) İnsanın önüne büyük bir ömür serveti konmuştur. “Ben Allah’ın kuluyum” diyen kimseye düşen görev, bu serveti iyi değerlendirip, “(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5) ayet-i celilesini kendine düs- tur edinerek yalnızca O’na kul olmak, dünya hayatının geçici heveslerine kapılmadan Rabbine ve cennete doğru kutlu bir yürüyüş yapmaktır (Nur, 24/36-37; Âl-i İmrân, 3, 14-15). DİNÎ KAVRAMLAR MURAKÂBE Sözlükte “denetlemek, gö- zetlemek, korumak ve ken- di iç âlemine bakmak” an- lamlarına gelen murâkabe, tasavvufta kulun, nefsini kontrol altında bulun- durması, Allah ile birlikte olma bilincini diri tutması, Allah’tan feyiz beklemesi demektir. Murakâbe, ku- lun Allah’ı görürmüşcesine ibadet etme mertebesine ulaşmasıdır. ÖZLÜ SÖZ Zaman bir kılıçtır. Sen onu iyi kullanmazsan o seni keser. (İmam Malik) [29.09.2023 21:16] Annem: Onlar sagirlar, dilsizler ve körlerdir Bu sebeple onlar geri dönemezler (BAKARA/18) (Hidayet çagrisina kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanin bagirip çagirmasini isiten hayvanlarin durumuna benzer Çünkü onlar sagirlar, dilsizler ve körlerdir Bu sebeple düsünmezler (BAKARA/171) Ayetlerimizi yalanlayanlar karanliklar içinde kalmis sagir ve dilsizlerdir Allah kimi dilerse onu sasirtir, diledigi kimseyi de dogru yola iletir (EN'AM/39) Süphesiz Allah katinda hayvanlarin en kötüsü, düsünmeyen sagirlar ve dilsizlerdir (ENFAL/22) Allah, su iki kisiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir sey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür Onu nereye gönderse bir hayir getiremez Simdi, bu adamla, dogru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse esit olur mu? (NAHL/76) Allah kime hidayet verirse, iste dogru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak tutarsa, artik onlara, Allah'tan baska dostlar bulamazsin Kiyamet gününde onlari kör, dilsiz ve sagir bir halde yüzükoyun hasrederiz Onlarin varacagi ve kalacagi yer cehennemdir ki, atesi yavasladikça onun alevini artiririz (İSRA/97) [29.09.2023 21:16] Annem: Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevce-i pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: "Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi. İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terketmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terkedip, onlara hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onları bularak: "Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" buyurdu. Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5, (1401); Nesâî, Nikah 4, (6,60). [29.09.2023 21:17] Annem: İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar. [Bakara Sûresi.171] [29.09.2023 21:17] Annem: “Allah’ım! Helal olan nimetlerinle yetinmemi, haramlardan müstağni olmamı ihsan eyle, fazlı kereminle beni senden başkasına muhtaç eyleme.” (Hâkim, Deavât, No:1923) [29.09.2023 21:17] Annem: Aynı gökte uçarlar ama, kuzgunun dünyası başka, şahinin dünyası başkadır.[Muhammed İkbal] [29.09.2023 21:18] Annem: AZAMET 1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü. Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd) (Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki "İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben "Lâ ilâhe illallah" diyenleri (Cehennem'den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O'nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî) 2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek. Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî) [29.09.2023 21:18] Annem: Behçet A. Güleryüzlülük, sevinçli olma. Kısaltmalar: A. Arapça, F. Farsça, FR. Fransızca, IB. İbranice, İ. İtalyanca, Moğ. Moğolca, T. Türkçe, Y. Yunanca, E.T. Eski Türkçe [29.09.2023 21:18] Annem: Müezzinlik yapmak için bir yaş sınırı var mıdır? Müezzinlik yapacak kişilerin en az temyiz (iyiyi kötüden, hayırı şerden ayırma) çağına varmış olmaları gerekir. Bu durumdaki çocuğa mümeyyiz denir (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, 1, 372) Mümeyyiz çocukların okudukları ezan, getirdikleri kamet geçerlidir. Bu itibarla buluğ çağına yaklaşmış erkek çocuklarının müezzinlik yapmaları caizdir (el-Ceziri, Kitabu’l-Fıkh Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, I, 181). [29.09.2023 21:19] Annem: Peygamberimiz, İman ve İstikamet “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir.” (Ahkâf, 46/13) Muhterem Müslümanlar! Bir gün sahâbe-i kirâmdan biri, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e gelerek “Ya Resûlallah! Bana İslam’la ilgili öyle bir şey söyle ki başka hiç kimseye soru sorma ihtiyacı hissetmeyeyim” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) ona şöyle buyurdu: قُلْ آمَنْتُ بِاللّٰهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.”[1] Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam’ın gönderiliş gayesi, erdemli insanların oluşturduğu ideal bir toplum inşa etmektir. Tüm yaratılmışların güven ve huzurla yaşayabileceği bir dünya kurmaktır. Cenâb-ı Hak, akıl ve iradeyi bizlere bunun için lütfetmiştir. Hidayet rehberi kitapları, hak ve hakikatin temsilcileri olan peygamberleri bunun için göndermiştir. Bununla birlikte Yüce Rabbimiz, yürüyeceğimiz dosdoğru yolu da bize göstermiştir. Bu yol, Rabbimize hakkıyla iman etmek ve istikamet üzere bir ömür sürmektir. Değerli Müslümanlar! İman, Rabbimize samimiyetle kul olmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in örnekliğinde bir hayat yaşamaktır. İman, insanı özgürleştirir. Onu en doğru yola, sırât-ı müstakîme iletir. İman, insana yaratılış gayesini ve sorumluluklarını öğretir. Ona kimlik ve kişilik kazandırır. İmanın gereği istikamettir, yani kişinin özüyle sözünü bir kılmasıdır. Olduğu gibi görünmesi, göründüğü gibi olmasıdır. İstikamet, insanın hayatını Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamberimiz (s.a.s)’in sünnetine göre şekillendirmesidir. Allah ve Resûlünün rızasını herkesten ve her şeyden üstün tutmasıdır. Kıymetli Müminler! İstikamet, imanımıza, ibadetlerimize, ahlakımıza, hâsılı hayatımızın her ânına ve her alanına yansıdığı müddetçe gerçek anlamına kavuşur. İmanda istikamet, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Tevhid ve vahdeti kuşanmaktır. فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”[2] ayetine içtenlikle bağlanmaktır. İbadette istikamet, ölüm bize gelinceye kadar kulluk vazifelerimize sadık kalmaktır. İbadetlerimizi yalnızca Allah’a has kılmak; her türlü riya ve gösterişten arındırmaktır. Aziz Müslümanlar! Ahlakta istikamet ise, إِنَّمَا بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ صَالِحَ الْأَخْلَاقِ “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[3] buyuran Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in örnek ahlakını rehber edinmektir. Ülfet ve muhabbeti, nezaket ve zarafeti aile hayatımıza hâkim kılmaktır. Yalan ve hileye, zulüm ve haksızlığa asla tevessül etmemektir. Kul ve kamu hakkını ihlal eden davranışlardan kaçınmaktır. Elimizden, dilimizden, evimizden, işimizden, hâsılı hayatımızın her alanından haram ve günah olan her şeyi uzak tutmaktır. Değerli Müminler! Bizler, imanda istikameti, ibadette samimiyeti, ahlakta dürüstlüğü Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’den öğrendik. Sevgi ve saygıyı, hürmet ve muhabbeti, bir arada kardeşçe yaşama kültürünü ondan öğrendik. Anne ve babaya itaat etmeyi, eşimize sadakat göstermeyi, çocuklarımıza merhametle muamele etmeyi, komşumuzun hakkını gözetmeyi bize o öğretti. Allah katında üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu, insanların tarağın dişleri gibi eşit kabul edildiğini ondan öğrendi tüm insanlık. Ne mutlu, Rabbimizin emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in yaşayarak öğrettiği istikamet üzere bir ömür sürenlere. Ne mutlu, sırât-ı müstakîme engel olan kin, nefret, düşmanlık ve haset gibi kötü duygu ve düşüncelerden arınanlara. Hutbemi Rabbimizin istikamet sahibi müminleri müjdelediği şu ayet-i kerime ile bitiriyorum: “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır deyip sonr [29.09.2023 21:20] Annem: 27 Oruç ve Sabır İnsanın muhatap olduğu ve büyük sabrı gerektiren imtihan konuları Kur’an’da farklı vesilelerle gözler önüne serilmekte- dir. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan ederiz. (Ey Pey- gamber!) sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman; Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”24 ayeti sabır ve imtihan ilişkisini ol- dukça vurucu bir şekilde ifade etmektedir. Peygamberimiz de “Namaz nurdur, sadaka burhandır, sabır ziyadır.”25 sözüyle bu zorlu imtihanların namazla, sadakayla ve sabırla kazanılabile- ceğini belirtmektedir. Üstat Sezai Karakoç’un sabırla ilgili şu cümlelerini pay- laşarak orucumuzu sabırla buluşturmanın ne kadar önemli olduğunu anlamaya çalışalım: “Müslüman’ın birinci özelliği, yüreğinde beyaz bir kıyamet beneği taşımaksa; ikinci işareti, yüzünden ve dudaklarından başlayarak duruş ve davranışla- rına kadar bir sabır atmosferini varlığına sindirmiş olmasıdır. Neden biz Müslümanların başarıları bu çağda hep kesik kesik- tir? Bir yatır sabrına her birimiz ulaşamadık da ondan. Çünkü sabır başarının tohumudur. Eseri verimlendiren, yeşerten, sağ ve diri tutan odur. Bir iş bir dakika önce olmaz, bir dakika sonraya da kalmaz. İşte sabır, bu kader sırrına ermektir. Yani işi bir dakika öncesine alma aceleciliğinden ve bir dakika son- raya bırakma tembelliğinden kaçınma ve korunma iradesi de- mektir sabır. Kader, eşyanın tabiatına Yaratıcı’nın kattığı bir sabırdır âdeta. İşte bundandır; sabır şuuruna varmış Müslü- man bir bakıma da kaderin şuuruna varmıştır. Âdeta sabır, Müslüman’ın içinde bir kader bilgisi gibi çalışır. Öbür dünya- da amel defterinin sağdan verilmesi için bu dünyada âdeta her 24 Bakara, 2/155-157 25 Müslim, Taharet, 1 RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 27 27.04.2019 00:11:19 [29.09.2023 21:20] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 9 7 ∙∙∙ yaratır.” ve “Allah dileyeni hidayete erdirir, dileyeni sap- kınlığa yöneltir.” demektir.110 C. Peygamber Göndermek ve Kitap İndirmek Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti ve lutfu her varlığı kuşattığı için insanlara doğru yolu gösteren peygamberler gön- dermiş, onlara indirdiği vahiy yoluyla doğruyu ve gerçe- ği açıklamıştır. O’nun bu fiili -diğerlerinde olduğu gibi- kendisi için vâcip değil câizdir.111 O, kullarına yönelik lütuf, adalet ve hikmetinin sonucu olarak peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir. D. Yeniden Diriltme ve Hesaba Çekme Ba‘s Cenâb-ı Hakk’ın, kullarının hayatına son verdikten sonra tekrar diriltmesi, haşr ise onları hesaba çekmek için bir araya toplamasıdır: “Sonra da şüphe yok ki siz kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”112; “Nihayet sûra üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkmış, koşarak rablerine gidiyorlar.”113 E. Nimet Vermek ve Azap Etmek Allah Teâlâ kullarından dilediğine nimet verir, azaba lâ- yık olanlardan da dilediğine azap verir. Dilerse en küçük bir günahı cezasız bırakmaz, dilerse -küfür ve şirk dışın- daki- bir büyük günahı da bağışlar.114 Nimet vermek ve azap etmek, O’na vâcip değildir. Bir âyet-i kerîmede şöy- 110 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 366-367; Sâbûnî, el-Bidâ- ye fî usûli’d-dîn, s. 79; Teftâzânî, Şerhu’l-Akāid, s. 125-126. 111 Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-i‘tikād, s. 121. 112 el-Mü’minûn 23/ 16. 113 Yâsîn 36/51. 114 bk. en-Nisâ 4/48. ALLAHA İMAN.indd 97 12.03.2015 09:09:00 [29.09.2023 21:21] Annem: Ravi: İbnu Ömer (ra) Anlattığına göre, "Abdurrahman (İbnu Ebi Bekr es-Sıddik) (ra)'nın kabri üzerinde bir çadır görmüştü, seslendi: "Ey oğlum! Çadırı mezarın üstünden kaldır. Çünkü onu, (sağken işlediği) ameli gölgelemektedir." Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Cenaiz 82, (muallak olarak kaydetmiştir) Hadisin Açıklaması: Başka rivayetlerden, Hz. Aişe'nin, kardeşi Abdurrahman'ın mezarının üzerine çadır kurdurup başına da bir köleyi bıraktığı anlaşılmaktadır. İşte İbnu Ömer bu çadırı ve başındaki bekçiyi görünce müdahale edip çadırın indirilmesini emretmiştir. Hadis, kabirde yatanlara, dünyada iken yaptıkları amellerin bir faydası olacağını, mezar üzerine kurulacak çadır veya örülecek binanın içindekine faydası olmayacağını ifade eder. Yine hadisten, kabir üzerine çadır ve bina kurup içinde oturmanın, ölüye bir zararının da dokunmayacağını, ancak, oturanların zararlı şeyler konuşmaları sebebiyle zarara uğramalarının melhuz olduğunu anlamaktayız [29.09.2023 21:21] Annem: Hassan (ra), Ebu Talha (ra)'nın tasadduk ettiği Beyruha adlı bahçeden hissesine düşen kısmı (Hz. Muaviye'ye yüzbin dirheme) satmıştı. Kendisine: "Ebu Talha'nın sadakasını satıyor musun?" dediler. Şu cevabı verdi: "Yani bir sa' hurmayı, bir sa' para mukabilinde satmayayım mı?" Kaynak: Buhari, Vesaya 17 Rivayet: Enes [29.09.2023 21:22] Annem: 23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Bâbı 981- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru’n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî’den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'aen, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. H. 982- Bize Hârûn b. Ma'rûf ile HarmeletüTrati Yahya da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Tesbîh erkeklere, tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular. Harmele kendi rivâyetinde şunu ziyâde etti: «İbn Şihâb: Ben ulemâdan bir çok kimseler gördüm ki, hem tesbih hem de işaret ederlerdi.» 983- Bize Kuteybetübnü Said rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Fudayl (yani İbn Iyâz) rivâyet etti. H. Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. H. Bize İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi: Bunların hepsi Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir. 984- Bize Muhammed b. Bâfî' rivâyet etti: (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hureyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin mislini haber verdi: O «Namazda» sözünü de ziyâde etti. Bu hadîsin şerhi bundan önceki bâbda geçmiştir. [29.09.2023 21:22] Annem: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müezzini Ebû Abdullah Bilâl İbni Rebâh radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, birgün kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sabah namazı vaktinin girdiğini haber vermeye gelmişti. Hz. Âişe, Bilâl’e bazı şeyler sorarak onu ortalık iyice ağarıncaya kadar meşgul etti. Bunun üzerine Bilâl Resûlullah’a namaz vaktinin girdiğini haber verdi. Hz. Peygamber namaza çıkmayınca, Bilâl namaz vaktinin girdiğini ona bir kere daha haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mescide gelerek sabah namazını kıldırdı. O zaman Bilâl Resûlullah’a durumu anlattı. Kendisini Hz. Âişe’nin, sorduğu bir şey sebebiyle, ortalık ağarıncaya kadar meşgul ettiğini, Peygamber aleyhisselâm namaza gelmeyince, ikinci defa haber verdiğini söyledi. O zaman Resûlullah: - “Ben sabah namazının iki rek`at sünnetini kılıyordum” buyurdu. Bilâl: - (İyi ama) Yâ Resûlallah! Namaza çok geç geldiniz, deyince Peygamber aleyhisselâm: - “Şayet daha geç kalsaydım, yine de bu iki rek`at sünneti bütün gereklerini yerine getirerek mükemmel şekilde kılardım” buyurdu. Ebû Dâvûd, Tatavvu 3 [29.09.2023 21:22] Annem: KABİR ÜZERİNE OTURMANIN HARAM OLUŞU 1768: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Sizden birinizin bir ateş koru üzerine oturup elbisesini yakması ile ateşin vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır.” (Müslim, Cenaiz, 96) [29.09.2023 21:22] Annem: “Onlar (takva sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” Âl-i İmrân, 3/134 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [29.09.2023 21:22] Annem: Resulullah (sav) iki giyim ve iki de alış-veriş tarzını yasakladı. Yasaklanan satış tarzları: Mülamese ve münübezedir. Mülamese, diğerinin elbisesine gündüz veya gece, eliyle sadece değmesi, elbiseyi altüst ederek iyice görmemesi (ve bu kadarla satış akdininin tamamlanmasıdır). Münabeze ise, kişinin elbisesini öbürüne atması, öbürünün de kendi elbisesini ona atması ve bu atışmanın da, elbiseye bakıp razı olmadan satış sayılmasıdır. Yasaklanan iki giyinmeden biri, iştimalu's-samma'dır; bu da kişinin elbisesini omuzlarıdnan biri üzerine koyup, sarınması, diğer giyinme omuzunu açıkta elbisesiz bırakmasıdır. Yasaklanan diğer giyinme tarzı ihtiba'dır. Bu da oturmakta olan bir kimsenin elbisesine sarınması, bu esnada fercini örten başka bir şey olmamasıdır." Buhari, Libas 20, 21, Salat 10, Savm 66, Büyu 62, 63, İsti'zan 42; Müslim, Büyu 3, (1512); Ebu Davud, Büyu 25, (3377- 3378); Nesai, Büyu 25, (7, 260-261); İbnu Mace, Ticarat 12, (2170) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [29.09.2023 21:24] Annem: Hz. Âmine'nin Ebedî Aleme Göçü 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı HZ. ÂMİNE’NİN EBEDÎ ÂLEME GÖÇÜ Hz. Âmine, Kâinatın Efendisi oğluyla Medine’de bir ay kaldıktan sonra, Mekke’ye dönmeye karar verdi. Akrabalarıyla vedalaşarak şehirden ayrıldılar. Çöl seccadesinde üç yolcu: Hz. Âmine, şanlı evladı ve Ümmü Eymen... Hepsinin de mana âleminde bir başkalık vardı. Aziz anne ve şerefli evladının ruhlarını, ayrılık ve hasret rüzgârı dalga dalga dövüyordu. Henüz genç yaşta ve evliliklerinin ilk aylarında ebedî âleme yolcu ettiği kocasını hatırlayan Hz. Âmine’nin gözleri oluk oluk su akıtan bir pınarı andırıyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz de, aziz annesinin bu gözyaşlarına dayanamıyor, o da ışıl ışıl ağlıyordu. Damla damla akan gözyaşları, rahmet yağmuru gibi elbisesini ıslatıyordu. Henüz yolu yarılamışlardı ki Hz. Âmine aniden rahatsızlandı. Peygamberimiz ve Ümmü Eymen’i bir telâş kapladı. Gittikçe şiddetini artıran hastalık karşısında ne yapabilirlerdi? Ebva köyü yakınlarında bir ağacın gölgesinde konaklamaktan başka ellerinde çare yoktu. Hz. Âmine’nin dizlerinden güç kuvvet çekilmişti ve kendisini tutamayarak aniden yere yıkılıverdi. Üstünü örttüler. Hz. Âmine, hastalığın şiddeti içinde ter döküyor, Sevgili Peygamberimiz ise, onu kaybedeceği ve annesiz kalacağı endişesi içinde gözyaşı akıtıyordu. Sanki her şey kendileriyle birlikte lâl kesilmişti. Yerde ses yok, gökte sükût hâkimdi. Hz. Âmine, yerde halsiz bir şekilde yatıyordu. Bir ara Peygamberimiz kendini toparlayarak, “Nasılsın anneciğim?” diye sordu. Gönlü şefkat hazinesi anne, biricik yavrusunun üzülmesini istemiyordu. Şiddetiyle kıvranıp durduğu hastalığının ağır olduğu hissini uyandırmamak için, “İyiyim canım oğlum, bir şeyim yok” diye cevap verdi. Bu birkaç kelimelik konuşmadan sonra da kendinden geçti. Artık hastalık, konuşacak takati dudaklarından çekip almıştı. Bir ara “Su” dediği işitildi. Yaydan fırlayan ok hızıyla Peygamber Efendimiz, aziz annesine suyu yetiştirdi. Hz. Âmine suyu içti. Su kabıyla birlikte ciğerpâresinin yumuşacık ellerini de tuttu. Gözlerini açtı. Efendimizin nur saçan simasına doya doya baktı ve ellerini bir anne şefkatiyle okşadı! Kâinatın Efendisi bir ara, annesini biraz doğrultup, başını kucağına aldı. Gözlerinden akan mübarek yaşlar, annesinin omuzlarına Nisan yağmuru gibi düşüyordu. Hz. Âmine’nin ruh ve kalbinde feryatlar kopuyor, fırtınalar esiyordu. Kocasını kaybediş ızdırabına, şimdi de oğluyla vedalaşma hasretini mi ekleyecekti? Bu dayanılmaz bir ızdırap, çekilmez bir dert idi. Kendisini yakalayan hastalıktan daha çok, bu ayrılık onu yakıp kavuruyordu! Ama ne yapabilirdi? Bu, İlâhî Kader’in değişmez hükmüydü! Hz. Âmine, kendisini yakalayan hastalıktan kurtulamayacağını artık anlamıştı. Son olarak, güneş gibi parlayan nur yavrusunun yüzüne, ayrılık ve hasretin verdiği duygu içinde baktı; ellerini doya doya kokladı ve dilinden şu cümleler döküldü: “Ey, dehşetli ölüm okundan, Allah’ın yardım ve ihsanıyla yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu! Allah, seni aziz ve devamlı kılsın. Eğer rüyada gördüklerim doğru ise, sen Celâl ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından Âdemoğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin. Sen, ceddin İbrahim’in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin. Allah, seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır. Her yaşayan ölür, her yeni eskir; yaşlanan herkes zevâl bulur. Her şey fanidir, gider. Evet, ben de öleceğim. Fakat ismim ebedî yad edilecektir. Çünkü tertemiz bir evlat doğurmuş, arkamda hayırlı bir yad edici bırakmış bulunuyorum.”[1] Acıklı ve adeta istikbâlden haber vere [29.09.2023 21:24] Annem: BAŞARIYA GIDEN YOL Kısaca başarıdan bahsetmek gerekirse, başarı merdivenlerini tırmanarak zirveye ulaşmak hiçbir zaman kolay olmamıştır. Başarıda şansın payına pek güvenmemeliyiz. Şans herkes için vardır. Ancak başarmak isteyen kişiler kendi şanslarını kendileri yaratır. Bu da büyük bir gayret ve çalışma gerektirir. Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil ve kendiliğinden olmaz. Alın teri ve büyük çaba gerektirir. Ne iş yaparsak yapalım, hayatın gerçeği çalışmaktan geçer, çalışmak, daha çok çalışmak… İşte başarının sırrı… Çok çalışkan ve başarılı insan yetiştirmek. Bu da eğitimle oluyor. Ülkemizin ünlü iş adamlarından birine başarının sırrı sorulduğunda kendisi şu cevabı vermiştir: “Çalış, çalış, çalış…” Evi terk etmeye karar vermişti. “Diş fırçalarken suyu açık bırakma!” “Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık?” “Makası neden yerine bırakmıyorsun?” gibi babasının ikaz ve söylemlerine dayanamıyordu. Sabah bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp kendisine bir ev kiralayacaktı. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu. Sabah, babası onu kapıda uğurladı. – Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum dedi. Görüşme adresine gelince, kapıda bekçi yoktu. Bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidinin demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü geri çekti ve içeriye girdi. Bahçede bir hortum, suyunu boşa akıtıyordu. Onu aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine bıraktı. Bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü. Gayriihtiyari bir hareketle, vantilatörü kapattığını fark etti. Artık huyu nefsine galip geliyordu. Kendisini tuhaf hissetti. Oradan küçük bir odaya girdi. Üzerindeki okla görüşme salonuna gider, yazan bir kâğıt ters bir şekilde asılı duruyordu. Kâğıdı düzeltip görüşme salonuna girdiğinde diğer adaylar oturmuş, sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve günün ışığı yeterince her yeri aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu; sanki “Kapatın bu ışıkları!” diyordu. Bu ses, dikkatini dağıtıyordu. Duramadı, hemen gidip ışıkları kapattı ve sırasını beklemek için bir kenara oturdu. Sırası gelince görüşme odasına çağrıldı. Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra, işe ne zaman başlayabileceğini sordu. Bunu bir tuzak saydı ve “İmtihanın bir parçası olmalı.” dedi kendi kendine. Ne cevap vereceğini bilemedi. Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı. Karşısındaki adam: “Neyi düşünüyorsunuz?” diye sordu. Biz burada kimseye soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiçbirisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, vantilatör, ışıklar ve ters kâğıt… Hepsi imtihanın birer aşamasıydı. Bu sınavı başarılı bir şeklide tek sen geçtin. Yeni işin hayırlı olsun. Babasının disiplini ve sürekli ikazlarına kızması geldi aklına, ondan pişmanlık duydu ve bu işi sadece disiplinle kazandığını anladı. Eve çok mutlu döndü. Hayatta başarılı olmanın yolu, disiplin ve çevremize gösterdiğimiz sorumluluktan geçiyor. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [29.09.2023 21:24] Annem: ❝Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?❞ | Fussilet Suresi, 33 [29.09.2023 21:24] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Cabir İbnu Abdillah (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni Haram Uhud günü, öldürüldüğü zaman Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) bana rastladı ve: "Ey Cabir! Allah baban için ne söyledi, sana haber vermiyeyim mi?" buyurdular." Yahyanın rivayetinde ise Resulullah: "Ey Cabir, seni niye böyle kalben kırık (ve üzüntülü) görüyorum?" buyurmuş, Cabir de: "Ey Allah'ın Rsulü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın horanta ve borç bıraktı" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da:"Sana, Allah'ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?" diye sordu. Cabir: "Evet! Ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bunun üzerin Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı: "Allah her kimle konuştu ise mutlaka hicab gerisinden konuştuğu halde babana vicahen konuştu ve: "Ey kulum! Benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!" dedi. O da:"Ey Rabbim! Beni bir kere daha ihya et, senin yolunda ikinci kere öleyim!" dedi. Rab Teala hazretleri de: "Benden daha önce şu hüküm sadır oldu: "Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler" buyurdular. Baban da: "Ey Rabbim, öyleyse (benim durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!" dedi. Bu talep üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle rızıklanırlar" (Al-i İmran ). Kaynak : İbnu Mace Sünen (190) - Hds :(6037) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [29.09.2023 21:26] Annem: [Hadis No : 3638] Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm (bir keresinde) kustu ve abdest aldı.'' Ma'dân der ki: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın âzadlısı Sevban radıyallahu anh'a Şam câmiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan (mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi: Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu da Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendilerine ben dökmüştüm." Ebu Dâvud, Savm 32, (2381); Tirmizi, Tahâret 63, (87). İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [29.09.2023 21:26] Annem: Bir Hadis Dünyaya fazla bağlanma ki Allah seni sevsin, insanların elindekilere göz dikme ki insanlar seni sevsin. (İbn Mâce, Zühd,1) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [29.09.2023 21:26] Annem: Bir Ayet Kim Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da onun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez. (En'âm, 6/21) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [29.09.2023 21:26] Annem: “Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73) [29.09.2023 21:26] Annem: Bir Dua Allah’ım! Kalbimde nur, gözümde nur, kulağımda nur, sağımda nur, solumda nûr, üstümde nur, altımda nur,önümde nur var eyle, benim nurumu artır. (Buhârî, De’avât, 10, Müslim, Müsâfirîn, 181) İslami Uygulamalar islamiuyg@gmail.com [29.09.2023 21:27] Annem: Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Biz (dünyaya) en son gelenleriz; kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız.” (M1979 Müslim, Cum’a, 19) [29.09.2023 21:27] Annem: 26- EBVÂBU SADAKATİ'L-FITR.. 1- Fıtr Sadakasının Farzlığı Babı 2- Fıtr Sadakası Müslğmanlardan Köle ve Diğerleri Üzerine Vacibdir Babı 3- "Fıtr Sadakası Arpadan Bir Sa'dır" Babı 4- "Fıtr Sadakası Taamdan (Yani Buğdaydan veya Herhangibir Yiyecek Maddesinden) Bir Sa' idi" Babı 5- Fıtr Sadakası Hurmadan Bir Sa' idi Babı 6- (Fıtr Sadakası) Kuru Üzümden Bir Sa'dır Babı 7- Fıtr Sadakası Bayram Namazından Önce (Verilmelidir Babı 8- Fıtr Sadakasının Hürr Kimse Üzerine de, Köle Üzerine de Vucübu Babı 9- Fıtr Sadakası Küçük Çocuk Üzerine de, Büyük Kimse Üzerine de Vacibdir Babı Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 26- EBVÂBU SADAKATİ'L-FITR (Fıtr Sadakası Bâbları) [1] 1- Fıtr Sadakasının Farzlığı Babı [2] Ve Ebu'l-Âliye RafîVbnu Mihrân er-Rıyâhî, Muhammed ibn Şîrîn, Atâ ibn Ebî Rebâh fıtr sadakasını farz görmüşlerdir [3]. 1-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) fıtr zekâtını müslümânlardan köle, hürr, erkek, kadın, küçük, büyük üzerine hurmadan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ' olarak farz kıldı. Ve bu zekâtın insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini emreyledi [4]. 2- Fıtr Sadakası Müslğmanlardan Köle ve Diğerleri Üzerine Vacibdir Babı 2-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) fıtr zekâtını, müslümânlardan erkek yâhud her bir dişi hürr yâhud köle üzerine, hurmadan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ' olarak farz kıldı [5]. 3- "Fıtr Sadakası Arpadan Bir Sa'dır" Babı 3-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Zeyd ibn Eslem'den; o da Iyâd ib- nu Abdillah'tan; o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den tahdîs etti (ki o): Biz sadakayı (yânî fıtr sadakasını) arpadan bir sâ' olarak yedirir idik (demiştir) [6]. 4- "Fıtr Sadakası Taamdan (Yani Buğdaydan veya Herhangibir Yiyecek Maddesinden) Bir Sa' idi" Babı [7] 4-.......Buradaki râvî, Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle derken işitmiştir: Biz fıtr zekâtını taamdan (yânî buğdaydan veya her nevi' yiyecek maddesinden) bir sâ' olarak çıkarır idik. Yâhud arpadan bir sâ' olarak, yâhud hurmadan bir sâ' olarak, yâhud ekit denilen yoğurt kurusundan bir sâ' olarak, yâhud kuru üzümden bir sâ' olarak (çıkarır idik) [8], 5- Fıtr Sadakası Hurmadan Bir Sa' idi Babı 5-.......Abdullah (ibnu Umer) şöyle'demiştir: Peygamber (S) fıtr zekâtının hurmadan bir sâ' olarak, yâhud arpadan bir sâ' olarak ve-' rilmesini emir buyurdu. Abdullah ibn Umer (R): Müteakiben insanlar buğdaydan iki müdd'ü (yânî yarım sâ'ı) bunun dengi yaptılar, demiştir [9] 6- (Fıtr Sadakası) Kuru Üzümden Bir Sa'dır Babı 6-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber (S) zamanında -fıtr sadakasını- taamdan (yânî buğdaydan veya her nevi' yiyecek maddesinden) bir sâ'veriridik. Hurmadan bir sâ', yâhud arpadan bir sâ', yâhud kuru üzümden bir sâ' verirdik. Muâviye (devlet başkanlığına) geldiği ve Şam'dan buğday bolgelinceMuâviye: Buğdaydan bir müdd, (diğer hububattan) iki müdde denk olur zannediyorum, dedi [10] yorum, dedi 10. 7- Fıtr Sadakası Bayram Namazından Önce (Verilmelidir Babı 7-.......Bize Musa ibnu Ukbe, Nâfi'den; o da İbnu Umer(R)'den; tahdîs etti ki, Peygamber (S) fitr zekâtının, insanlar bayram namazına çıkmalarından önce verilmesini emreylemiştir [11]. ' 8-.......Ebû Sâid el-Hudrî (R): Biz Rasûlullah zamanında (fıtr sadakasını) bayram gününde her nevi' taamdan (yânî her nevi' yiyecek maddesinden veya buğdaydan) bir sâ' olarak çıkarır idik, demiştir. Ve yine Ebû Saîd: Arpa, kuru üzüm, yoğurt kurusu ve hurma ise bizim (âdet edindiğimiz) yemeğimiz idi, demiştir [12]. 8- Fıtr Sadakasının Hürr Kimse Üzerine de, Köle Üzerine de Vucübu Babı [13] Ve İbn Şihâb ez-Zuhrî: Ticâret* için hazırlanmış olan kölelerden, yılın sonunda, hem ticâret kıymetlerindeki ze [29.09.2023 21:28] Annem: 22- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı Allah'a ortak koşma müstesna, bu Câhiliyyet işlerinin sahipleri, bunları işlemeleri sebebiyle kâfir sayılmazlar. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zerr'e: "Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet ahlâkı bulunan bir kimsesin" buyurdu; Yüce Allah da: "Şübhesiz ki Allah, kendisine ortak tanınmasını mağfiret etmez, ondan başkasını, dileyeceği kimseler için mağfiret eyler..." (Nisâ: 4/48,115) buyurdu. 30 Bize Şu'be, Vâsıl el-Ahdeb (120)'den, o da el-Ma'rûr ibn Suveyd'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Rebeze köyünde Ebû Zerr'e kavuştum. Toplamı bir hullelik, yani bir ridâ ile bir izâr-dan ibaret bir takımlık kumaşın yarısı kendisinin, yarısı kölesinin sırtında bulunuyordu. Ben kendisine böyle birer yarı parçanın her ikisinin sırtında ayrı ayrı bulunmasının sebebini sordum. Bunun üzerine Ebû Zerr (radıyallahü anh) şöyle şöyle anlattı: Ben bir kerre bir adamla söğüştüm de onu anasından dolayı ayıpladımdı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Yâ Ebâ Zerr! Onu sen anasından dolayı mı ayıblıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz Câhiliyyet (ahlâkı) bulunan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin öyle kardeşlerinizdir ki, Allah onları sizin ellerinizin altına emânet etmiştir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçleri yetmeyecek zahmetli bir iş yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz, onlara yardım ediniz" buyurdu. [29.09.2023 21:33] Annem: Ey gençler! Evlenme imkânı bulanınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur. Evlenme imkânı bulamayan da oruç tutsun. Çünkü orucun, kişi için şehveti kesme özelliği vardır. (Buhârî, Nikâh, 3) [29.09.2023 21:33] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ أُمَّتِى، فَلَهُ أَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ - ابو هريره رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - كيم امتمك فسادى زماننده (امتم فساده اوغراديغى زمان) سنتمه ياپيشيرسه (سنتم ايله عمل ايدرسه) او كيمسه ايچون يوز شهيد ثوابى واردر - Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Kim, ümmetimin fesadı zamanında (ümmetim fesada uğradığı zaman) sünnetime yapışırsa (sünnetim ile amel ederse), o kimse için yüz şehit sevabı vardır. - Hatib-i Tebrizî, Mişkatü’l Mesabih, Kitabü’l-İman, h. 176 [29.09.2023 21:33] Annem: Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.(Alâ, 86/14-15) [29.09.2023 21:35] Annem: 48/Fetih 10 - Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir. [29.09.2023 21:35] Annem: حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ، قَالَ حَدَّثَنِي مَالِكٌ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ عِيسَى بْنِ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَفَ فِي حَجَّةِ الْوَدَاعِ بِمِنًى لِلنَّاسِ يَسْأَلُونَهُ، فَجَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ لَمْ أَشْعُرْ فَحَلَقْتُ قَبْلَ أَنْ أَذْبَحَ. فَقَالَ " اذْبَحْ وَلاَ حَرَجَ ". فَجَاءَ آخَرُ فَقَالَ لَمْ أَشْعُرْ، فَنَحَرْتُ قَبْلَ أَنْ أَرْمِيَ. قَالَ " ارْمِ وَلاَ حَرَجَ ". فَمَا سُئِلَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ شَىْءٍ قُدِّمَ وَلاَ أُخِّرَ إِلاَّ قَالَ افْعَلْ وَلاَ حَرَجَ. Abdullah İbn Amr İbnü'l-As'ın rivayet ettiğine göre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) veda haccı sırasında Mina'da durdu. İnsanlar ona soru soruyorlardı. Bir adam gelerek: "Farkında olmadan kurban kesmeden önce tıraş oldum" dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ''Şimdi kurbanını kes, sakıncası yok' buyurdu. Bir başkası gelerek: Farkında olmadan şeytan taşlamadan önce kurban kestim, dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) : "Şimdi şeytanı taşla, sakıncası yok" buyurdu. Yapılması gerekenden önce veya sonra yapılmış olan şeylerle ilgili olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne sorulduysa Nebi s.a.v. Yap, bir sakıncası yok" buyurdu. Tekrar: Grades: Reference: Sahih Buhari 83 In-book reference: Kitap 3, Hadis 25 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [29.09.2023 21:35] Annem: BİRİNCİ KİTAP. İMAN VE İSLÂM HAKKINDA BİRİNCİ BAB İMAN VE İSLÂM'IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ. BİRİNCİ FASIL İMÂN VE İSLÂM'IN FAZİLETİ İKİNCİ FASIL İMÂNIN HAKİKATİ 1- İSLÂM-İMAN TARTIŞMASI: 2- İHSAN: 3- KIYAMET ALÂMETLERİ: ÜÇÜNCÜ FASIL MECÂZ HAKKINDA İMANIN ŞUBELERİ: Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır. İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar. 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler. 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler. İKİNCİ BAB İMAN VE İSLAM'IN HÜKÜMLERİ BİRİNCİ FASIL KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ.. MÜSLÜMANI KÂFİRLİK, MÜNAFIKLIK VE BENZERİ TÂBİRLERLE İTHAM EDEMEYİZ Düşülen Mühim Bir Hata: İKİNCİ FASIL BİAT AHKÂMI Bir İstitrad: İMAMET VE İTAAT MESELESİ Dinimizde İtaate Verilen Ehemmiyet İtaat Edilecek Üç makam: Ululemr: Ululemr Etrafında Birlik: Biat Şartı İtaat: Hoşa Gitmese de İtaat: Allah İçin Beyat: İmametle Alakalı Hükümler İmametin Târifi: Akidedeki Yeri: İmamın Varlığı Dinen Zarurîdir: İmamın Varlığı Hikmeten (Aklen) Zarurîdir: İmam Tayini Farz-ı Kifâyedir: İmamda Aranan Şartlar: Kureyşî Olması Meselesi: İmamete En Liyakatli Olan Kim? Liyakatsızın İmamlığı: Zorba İmam: Fasık, Zalim İmam: İyi İmam: Selefin Hassasiyeti: Fasık Emîre İtaatle Alakalı Bir Hâdise: Fasık Ve Zalim İmama İtaati Emreden Hadisin Tam Metni: Asi İmama İsyan Eden: Facirin Dine Hizmeti: Münkeri Takbih: Hürmetsizlik Etmemek: İmama İtaatin Hududu: Körü Körüne İtaat Yok: İmama Ne Zaman İsyan Edilir? Makam Hususunda Nizâ: Azli Gerektiren Tabiî Haller Azledilen Tekrar Seçilemez: Sebepsiz Azl Mümkün Mü?: İstifa: Neden İtaatte Israr Ediliyor? İmamın Tayin Ve Tesbiti Biat Akdi Alenî Olmalıdır: İmam Tektir: Asker De Sultana İtaat Etmelidir: Ümerâya Karşı Dikkatli Olunmalı: ÜÇÜNCÜ FASIL MUHTELİF AHKÂMLAR Kadının Dövülmesi Meselesi 1- Meşru Sebep: 2- Cezanın Usûl Ve Miktarı: ÜÇÜNCÜ BAB İMÂN VE İSLÂM'A GİREN MÜTEFERRİK HADÎSLER.. BİRİNCİ KİTAP İMAN VE İSLÂM HAKKINDA * BİRİNCİ BAB İMAN VE İSLÂM'IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ BİRİNCİ FASIL İMAN VE İSLÂM'IN FAZİLETİ İKİNCİ FASIL İMANIN HAKİKATI ÜÇÜNCÜ FASIL MECAZ HAKKINDA * İKİNCİ BAB İMAN VE İSLÂM'IN HÜKÜMLERİ BİRİNCİ FASIL KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ İKİNCİ FASIL BİAT AHKAMI ÜÇÜNCÜ FASIL MUHTELİF AHKAMLAR BİRİNCİ BAB İMAN VE İSLÂM'IN HAKİKAT VE MECAZ OLARAK TARİFLERİ BİRİNCİ FASIL İMÂN VE İSLÂM'IN FAZİLETİ ـ1ـ عن عُبادةَ بن الصامتِ ا‘نصارىِّ رضىَ اللّه عنهُ قال: قال رسولُ اللّه # ]مَنْ شَهِدَ أنْ َ إِلَهَ إّ اللّهُ وَحْدَهُ َ شَرِيكَ لَهُ، وَأنّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، وَأنّ عِيسى عَبْدُ اللّهِ وَرَسُولُهُ وَكَلمتُهُ ألْقَاهَا إلى مَرْيمَ وَروحٌ منهُ، وَالْجَنَّةَ حَقٌ، وَالنَّارَ حقٌ: أدْخَلَهُ اللّهُ الْجَنَّةَ عَلَى مَا كَان عَلَيْهِ مِنَ الْعَملِ[ أخرجهُ الشيخانِ والترمذى.وَفِى أخرى لمسلم ]مَنْ شَهِدَ أن َ إلَهَ إّ اللّهُ وَأنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ حرَّمَ اللّهُ تَعَالى عَلَيْهِ النَّارَ[. 1. (1)- Ubade İbnu's-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz. İsâ'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, [29.09.2023 21:35] Annem: عَنْ أبي هُرَيْرَةَ أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : يَضْحَكُ اللَّهُ سُبْحانهُ وَتَعاَلَي إِلَى رَجُلَيْنِ يَقْتُلُ أَحَدُهُمَا الآخَرَ يَدْخُلان الْجَنَّةَ, يُقَاتِلُ هَذَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيُقْتَلُ, ثُمَّ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَى الْقَاتِلِ فَيُسْلِمُ فَيُسْتَشْهَدُ . Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Birbirlerini öldüren ve ikisi birden cennete giren iki kişiden Allah onlara rizasini güstererek güler. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan sonradan tevbe eder müslüman olur o da Allah yolunda savaşarak şehid düşer.” (Buhârî, Cihad 28; Müslim, İmâra 128 129) [29.09.2023 21:35] Annem: Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur. Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, 1/275; Beyhakî, ?u'abü'l-Îmân, 4/334. [29.09.2023 21:35] Annem: Allah'ım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle, (ibadetlerimizi, hayır ve hasenatımızı, dualarımızı) kabuleyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azat eyle, bütün işlerimizi ıslah eyle. (İbn Ebi Şeybe, "Dua", 135, No: 29342) [29.09.2023 21:35] Annem: Tarihte Bugün • İnebahtı Kalesi’nin Fethi 1499 • Demokrat Parti Kapatıldı 1960 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [29.09.2023 21:36] Annem: Günün Ayeti “Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet yaptık.” Kehf 7 [29.09.2023 21:36] Annem: Günün Hadisi “Eğer başına bir iş gelirse ‘keşke şöyle şöyle yapsaydım’ deme, ‘Allah böyle takdir etmiş, O dilediğini yapar’ de. Çünkü ‘keşke’ sözü şeytana ait işlerin kapısını aralar.” Müslim, Kader 34 [29.09.2023 21:36] Annem: HELAL KAZANÇ Ticari hayatta dürüstlük, bir hizmet veya nesneyi üretirken veya alıp satarken en değerli sermaye, kazançta bereket, dünyada itibar, ahirette saadet kazandıran erdemdir. Kazancın helal olabilmesi için emek, sermaye ya da sorumluluktan (damân) birisi gereklidir. Fıkhi olarak bir kazancın helal olabilmesi için üç şeyden birisi gerekir: 1. Emek: Meşru bir işte çalışıp el emeğinin karşılığını almak helaldir. 2. Sermaye: Çalıştırması için birisine verilen sermayeden elde edilen kâr helaldir. Çalıştıran emeğinin, sermayedar da sermayesinin karşılığını almış olur. 3. Damân: Bu kavram bir işin riskini/sorumluluğunu üstlenmek demektir. Bunun karşılığında elde edilen kazanç helaldir. Söz gelimi belli bir ücret mukabilinde bir işi üstlenen şahıs -eğer o işi veren/sipariş eden özellikle o şahsın yapmasını şart koşmamışsa- aynı işi daha ucuza bir başkasına yaptırabilir ve bundan kazandığı para kendisine helaldir. Bir riski üstlenenin onun menfaatine hak kazanacağı Mecelle’nin 85. maddesinde “Bir şeyin nef‘i damânı mukabelesindedir.” şeklinde geçer ve Hz. Peygamber’in, “Menfaat, sorumluluk karşılığındadır.” hadisine (Ebu Davud, Büyu‘, 71.) dayanır. Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [29.09.2023 21:36] Annem: saldırması sonucunda, hoca- sından aldığı ders notları bu- lunan çantasını eşkıyaların ele geçirmesi ile yaşadığı olayı şu şeklide anlatır: “Arkalarından gittim. Ölümle tehdit edilme- me rağmen reislerine başvu- rup ‘Yazılarımı bana verin, size yaramaz.’ dedim. Yazıların ne olduğunu sordu. Dersler es- nasında tuttuğum notlar oldu- ğunu söyledim. ‘Nasıl olur da onları öğrendiğini iddia eder- sin? Çantan alınınca onlardan mahrum kaldın.’ dedi. Ve emri üzerine adamlarından birinin getirdiği çantayı bana teslim etti.” (Gazzâli, Dalâletten Hidayete, Çev. Ahmed Subhi Furat, Şamil Yayınevi, İstanbul, s.11, 1972.) İmam Gazali, bu olaydan sonra çalışmaları- nı hafızasında kalacak şekilde yaparak içselleştirmiştir. Ya- şadığı bu olay, onun bireysel tekâmülünde önemli bir yer edinmiştir. İstikamette bir diğer esas, ni- yettir. Yapılacak eylemlerde niyetin ödül kazanmak, ceza- dan kaçmak, kişi ya da toplu- mun takdirini elde etmek gibi dünyevi beklentilerden ziyade sadece Allah için olması ön görülmektedir. Bu kapsamda, el-Munkiz mine’d-Dalâl adlı eserde, İmam Gazali ken- di hayatını gözden geçirerek edindiği farkındalıkları şöy- le ifade eder: “… Sonra kendi durumumu gözden geçirdim. Bir de ne göreyim! Dünyevi alakalar içine dalmışım. Onlar beni her taraftan sarmışlar. İş- lerimi göz önüne getirdim. En güzeli tedris ve talim idi. Fakat bunlar arasında da ahiret yolu için ehemmiyetsiz ve faydasız olanlarla uğraşmışım. Sonra tedris halkasındaki niyetimi düşündüm. Baktım ki Allah rı- zası için değil, mevki ve şöhret endişesiyle hareket etmişim. Bu durum karşısında uçuru- mun kenarında bulunduğuma, eğer hâlimi düzeltmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim.” (Gazzâli, Dalâletten Hida- yete, Çev. Ahmed Subhi Furat, Şamil Ya- yınevi, İstanbul, s.11, 1972.) İmam Gazali’nin bu deneyimi çerçevesinde, eylemlerimizin temel motivasyon kaynağı- nın sadece Allah rızası olması gerektiği anlaşılabilir. Gazali, bunu tahkiki iman yani içsel- leştirilen ve eyleme dönen bir iman olarak belirtmiştir. Ana- dolu kültüründe doğruluğu ile öne çıkan önemli isimlerden olan Yunus Emre de yapılacak iş ve eylemlerde nihai anlamın Allah sevgisi olduğunu şöyle ifade eder: Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim, Aşkın ile avunurum, Bana seni gerek seni. İman ve istikamet bilinci, din psikolojisi bilimi çerçevesinde Allport’un iç kaynaklı dindarlık kavramı ile açıklanabilir. Allport dindarlığı iç kaynaklı ve dış kaynaklı dindarlık olarak ikiye ayırmaktadır. (Ali Köse, Ali Ayten, Din Psikolojisi, Timaş Yay., İstanbul, 2019.) Dış kaynaklı dindarlıkta eylemlerin kaynağı daha çok dışsal ödüller, kazançlar ya da toplumsal onaydır. Öze in- memiş ve içselleştirilmemiş bir dindarlık söz konusudur. İç güdümlü dindarlık; öze inen, içselleştirilen, bilgi ve eylem arasında tutarlılık olan, niye- tin Allah’ın rızası olduğu bir dindarlık olarak tanımlanır. Kişi, iman ve istikamet bilinci ile bireysel tekâmül yolunda kendini gerçekleştirebilir. Doğ- ru, dürüst, güvenilir olma gibi değerleri yaşayarak dünya ve ahiret hayatını anlamlı kıla- cak güzel işler ortaya koyabi- lir. Aynı zamanda bu değerleri yaşayarak psikolojik sağlık ve psikolojik sağlamlığının ge- lişmesine katkı sağlayabilir. Böylelikle iman ve istikamet bilincini içselleştiren birey, Ya- radan’a güvenli bağlanarak ya- şam olayları neticesinde karşı- laşabileceği olumsuz duyguları da yönetebilir. Kişi, iman ve istikamet bilinci ile bireysel tekâmül yolunda kendini gerçekleştirebilir. Doğru, dürüst, güvenilir olma gibi değerleri yaşayarak dünya ve ahiret hayatını anlamlı kılacak güzel işler ortaya koyabilir. GÜNDEM Aylık Dergi | Eylül 2023 17 [29.09.2023 21:37] Annem: saldırması sonucunda, hoca- sından aldığı ders notları bu- lunan çantasını eşkıyaların ele geçirmesi ile yaşadığı olayı şu şeklide anlatır: “Arkalarından gittim. Ölümle tehdit edilme- me rağmen reislerine başvu- rup ‘Yazılarımı bana verin, size yaramaz.’ dedim. Yazıların ne olduğunu sordu. Dersler es- nasında tuttuğum notlar oldu- ğunu söyledim. ‘Nasıl olur da onları öğrendiğini iddia eder- sin? Çantan alınınca onlardan mahrum kaldın.’ dedi. Ve emri üzerine adamlarından birinin getirdiği çantayı bana teslim etti.” (Gazzâli, Dalâletten Hidayete, Çev. Ahmed Subhi Furat, Şamil Yayınevi, İstanbul, s.11, 1972.) İmam Gazali, bu olaydan sonra çalışmaları- nı hafızasında kalacak şekilde yaparak içselleştirmiştir. Ya- şadığı bu olay, onun bireysel tekâmülünde önemli bir yer edinmiştir. İstikamette bir diğer esas, ni- yettir. Yapılacak eylemlerde niyetin ödül kazanmak, ceza- dan kaçmak, kişi ya da toplu- mun takdirini elde etmek gibi dünyevi beklentilerden ziyade sadece Allah için olması ön görülmektedir. Bu kapsamda, el-Munkiz mine’d-Dalâl adlı eserde, İmam Gazali ken- di hayatını gözden geçirerek edindiği farkındalıkları şöy- le ifade eder: “… Sonra kendi durumumu gözden geçirdim. Bir de ne göreyim! Dünyevi alakalar içine dalmışım. Onlar beni her taraftan sarmışlar. İş- lerimi göz önüne getirdim. En güzeli tedris ve talim idi. Fakat bunlar arasında da ahiret yolu için ehemmiyetsiz ve faydasız olanlarla uğraşmışım. Sonra tedris halkasındaki niyetimi düşündüm. Baktım ki Allah rı- zası için değil, mevki ve şöhret endişesiyle hareket etmişim. Bu durum karşısında uçuru- mun kenarında bulunduğuma, eğer hâlimi düzeltmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim.” (Gazzâli, Dalâletten Hida- yete, Çev. Ahmed Subhi Furat, Şamil Ya- yınevi, İstanbul, s.11, 1972.) İmam Gazali’nin bu deneyimi çerçevesinde, eylemlerimizin temel motivasyon kaynağı- nın sadece Allah rızası olması gerektiği anlaşılabilir. Gazali, bunu tahkiki iman yani içsel- leştirilen ve eyleme dönen bir iman olarak belirtmiştir. Ana- dolu kültüründe doğruluğu ile öne çıkan önemli isimlerden olan Yunus Emre de yapılacak iş ve eylemlerde nihai anlamın Allah sevgisi olduğunu şöyle ifade eder: Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim, Aşkın ile avunurum, Bana seni gerek seni. İman ve istikamet bilinci, din psikolojisi bilimi çerçevesinde Allport’un iç kaynaklı dindarlık kavramı ile açıklanabilir. Allport dindarlığı iç kaynaklı ve dış kaynaklı dindarlık olarak ikiye ayırmaktadır. (Ali Köse, Ali Ayten, Din Psikolojisi, Timaş Yay., İstanbul, 2019.) Dış kaynaklı dindarlıkta eylemlerin kaynağı daha çok dışsal ödüller, kazançlar ya da toplumsal onaydır. Öze in- memiş ve içselleştirilmemiş bir dindarlık söz konusudur. İç güdümlü dindarlık; öze inen, içselleştirilen, bilgi ve eylem arasında tutarlılık olan, niye- tin Allah’ın rızası olduğu bir dindarlık olarak tanımlanır. Kişi, iman ve istikamet bilinci ile bireysel tekâmül yolunda kendini gerçekleştirebilir. Doğ- ru, dürüst, güvenilir olma gibi değerleri yaşayarak dünya ve ahiret hayatını anlamlı kıla- cak güzel işler ortaya koyabi- lir. Aynı zamanda bu değerleri yaşayarak psikolojik sağlık ve psikolojik sağlamlığının ge- lişmesine katkı sağlayabilir. Böylelikle iman ve istikamet bilincini içselleştiren birey, Ya- radan’a güvenli bağlanarak ya- şam olayları neticesinde karşı- laşabileceği olumsuz duyguları da yönetebilir. Kişi, iman ve istikamet bilinci ile bireysel tekâmül yolunda kendini gerçekleştirebilir. Doğru, dürüst, güvenilir olma gibi değerleri yaşayarak dünya ve ahiret hayatını anlamlı kılacak güzel işler ortaya koyabilir. GÜNDEM Aylık Dergi | Eylül 2023 17 [29.09.2023 21:38] Annem: Geçen gün odamda oturmuş tablette oyun oynuyordum. Babaannem gelip yanımda akşam namazını kılmaya başladı. Bir süre sonra bir ses geldi. Kıt kıt mı desem küt küt mü desem? Belirli aralıklarla devam eden bu ses nereden geliyor diye masamdan kalktığımda sesin babaannemden geldiğini anladım. Babaannemin dizleri rükûya eğildiğinde ve secdeye gittiğinde küt diye bir ses çıkarıyordu. Babaannem namazı bitirdikten sonra benim sesi duyduğumu anlamış olsa gerek. Dizlerim, oğlum, dedi. Dizlerim çok ağrıyor. Peki, bu ses niye çıkıyor, diye sormadan kendimi alamadım. Benim de bazen başım ağrıyordu ama ağrıdığında bir ses çıkarmıyordu. 16 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 Harika Yaratılış Yazan Zeynep Onar Çizen Batuhan Doğuş KITKIT KIKIRDAK DİRSEK KIKIRDAK EKLEM
