SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[21.10.2023 19:43] Annem: Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. (33-37) - Abese - 37. Ayet
[21.10.2023 19:43] Annem: Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Sizin amellerinize ve kalplerinize bakar. - Müslim, Birr, 34, İbn Mâce, Zühd, 9
[21.10.2023 19:43] Annem: “Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin…” - Nisâ, 4/35
[21.10.2023 19:43] Annem: Bir öğretmen derse girer, masanın üzerine büyük bir kavanoz koyar. Kavanoza önce iri taş parçalarını yerleştirir. Kavanozda yer kalmayınca sorar: “Kavanoz doldu mu?” Öğrenciler: “Evet” cevabını verir. Bunun üzerine öğretmen küçük çakıl taşları çıkartır, kavanoza döker ve tekrar sorar: “Kavanoz doldu mu?” öğrenciler: “Evet, doldu.” derler. Bu kez de bir kap dolusu kum çıkartan öğretmen kumu kavanoza boşaltır ve yeniden: “Kavanoz doldu mu?” diye sorar. Öğrencilerin, “evet” diye bağırması üzerine öğretmen kavanozun içine su döker ve şöyle devam eder: “Büyük taş parçaları aileniz, çocuklarınız, sağlığınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Çakıl taşları, işiniz, eviniz ve arabanız gibi daha az önemli olan şeylerdir. Kum ise hayatımızdaki ufak şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız büyük taş parçaları ve çakıl taşlarına yer kalmaz.” Ardından herkesin kendisine sorması gereken soruyu sorar: “Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri? Onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?” - HAYATTAKİ ÖNCELİKLERİMİZ NE?
[21.10.2023 19:49] Annem: Temettü Haccının Yapılış Şekli
46- Daha önce yazıldığı gibi Temettü Haccı, farz olan hac ile Umre'yi ayrı ayrı iki ihram ile toplayıp hac mevsiminde yapmaktır. Mikat dışından (uzaktan) gelen hacılar, ihramda fazla kalmamak için daha çok bu nevi hac etmeyi tercih ederler. Şöyle ki:
1) Bir afakî (mikat dışından gelen kimse) ihrama başladığı zaman: "Ya Rabbi! Ben umre yapmak istiyorum, bu umreyi bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur," diye umreye niyet ederek telbiyede bulunur, iki rekât namaz kılar. Diğer işleri de yerine getirir.
2) Mekke'ye girince, usulüne göre umre için Kâbeyi yedi defa tavaf eder. Sonra iki rekât namaz kılar. Daha sonra Safa-Merve arasında sa'y görevini yapar. Arkasından saçlarını traş eder veya kısaltır. Böylece umresini tamamlar.
3) Bu şekilde umresini yapmış olan kimse, ihramdan çıkmış olur. Artık ihrama girmemiş insanlar gibi Mekke'de kalır. Asıl elbiselerini giyer ve mubah olan diğer işleri yapabilir.
4) Umresini yapmış olan bu zat, Mina'ya çıkılacak gün veya daha önce Mekke'de tekrar ihrama girer ve (farz) hacca niyet eder, telbiyede bulunur. Artık yalnız hacca
[21.10.2023 19:56] Annem: bedenin sağlam alışkanlığından sapması ve görevini istenilen şekilde yapmamasına sebep olan aksaklık durumudur ki, buna "illet=dert" de denilir. Demek ki şüphe, imansızlık, inançsızlık da insanda asıl değil ikinci derecede bir şeydir. Ve hastalığa mahsus bir durumdur. Her çocuk doğarken iman ve itikad fıtrat (yaratılış)ıyla doğar, şüphe nedir tanımaz. Bunun için Hak inancı, Allah'a inanmak fıtrîdir. Bu esas yaratılış, insana ilerde şüpheye düşmesi için değil, şüpheleri atması, doğru yolu bulması ve geliştirme yoluyla da imanı huy edinmesi için verilmiştir. Şu halde kalplerinde bu hastalık zorlayıcı değildir. Bunu yapan, tecrübe güzergahında nefislerin sağlam yaratılışı gözetmemesi, kalbin sağlığını korumaması, ahlâkî hastalıkları tedavi etmemesi, özetle zevk duygusuna çok düşmesi ve her şeyde kendini ve kendi zevkini görmek istemesidir. Bazı insanlar tecrübede bunu tamamen bulamayınca, hatalar ve isabetsizlikler vaki olduğunu görünce, kendisinin "hakkın kendisi" olmadığını takdir ve kendinden önce hakka iman edecek yerde, ilk yaratılışta aldandığını söylemeye ve her şeyden şüphe etmeye başlar. Ve bu şüphe ile mücadele ederek hakkı görmeye ve vücut cereyanının, kendisinin değil, Hak Teâlâ'nın hükmünde bulunduğunu teslime ve kendisinin Allah için bir kulluk görevine mahkum olduğunu itiraf etmeye benlik sevdası ve irade zayıflığı engel olur da, şek ve şüpheyi esas kabul eder. Ve bu şekilde ancak şüpheye inanır ve şüphe kendisi için hem huy ve hem gaye olur. Ve hayır adına da herkese onu tavsiye eder, bu yönüyle Reybiyyûn (şüpheciler) ve Sofestaiye (safsatacılar) bile bir inanışın esiridirler: Şüpheye inanmak. Bu inançta sabit bir "ben" yoktur. Çelişme yığını olan bir akıcı fikir, bir (ben) hayali, bir "" aşkı, bir "" derdi. Yani hiç gizlenmek istemiyen bir "benlik" davası, bencillik, hodgâmlık (kendini beğenmişlik) vardır.

Fen ve felsefe bakımından hak iman, hem fıtrî ve hem alıştırıcıdır. Fakat şüphe inancı yalnız alıştırıcılığa ait yoldadır. Şüphe inancının böyle alıştırıcı ve tecrübeye dayanan karakteri, bu gibilere inanç ve sağlam bilgi hakkında bir kuşku telkin eder. Kitaba, dine bağlanmaktan çekinirler, istidlâle (delil ile sonuç almaya), istintâca (delil ile sonuç çıkarmaya), akıl ve mantığa küçümseyerek bakarlar, buna karşı koymak için terbiye, tecrübe, istikrâyı (tüme varımı) benimsememek isterler. Güya bunları, şüphenin, inançsızlığın delili imiş gibi ileri sürerler. Bu vesile ile: "Hayat adamı olmalı, hayat gibi her gün değişmeli, hayatta

hiç bir örnek takip etmemeli." derler. Ahlâklı bir gidişat takip eden seciyeli iman ve inanç sahiplerine genelde: "Mahdut fikirli, dar kafalı adamlar" gözüyle bakarlar. Bilmezler ki dar görüşlüler, yalnız şimdiki hale bağlananlar ve onun önünü ve arkasını görmeyenlerdir. Bilmezler ki alıştırmanın, tecrübenin, kararlılığın gayesi de şüphe değil, tıpkı istintâc gibi şüpheden kurtulmak, bir hak inanca ermektir. Bilmezler ki, zevkin hikmeti, gelip geçici şeylerle boğulmak, hiçlere esir olmak değil, ebedî bir hakka ulaşmak, bir irfan anı edinmektir. Sağduyusunu toplayanlar için çoğuldan tekile, başlangıçtan sonuca, sonuçtan başlangıca netice çıkarmak suretiyle karar kılmak, şüpheyi silmek için aklın biri diğerine kefil olan başlangıç ve sonucun birliğini gösteren iki şahidi, birbirine bakan iki yoludur ki ikisinin ürünü, ilki ve sonu hak inançtır. Vicdanın zevki de bu iman ile hakka açılan bir anlama noktasıdır. Hakka iman yaratılışı ile doğ, bu iman ile tecrübe yolundan doğru geç, hakka iman ile öl, ona dön! İşte İslâm'ın saadeti, işte kalpleri hastalıklı o münafıkların hile yapmak istedikleri Allah'ın nuru!

Fakat onlar, bu hastalık ile ve bu hastalığın artmasıyle kalmayacak, onlar için ahirette ve hatta dünyada pek elem veri
[21.10.2023 19:57] Annem: bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben: "Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedim."

Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Davud, Edeb 133, (5159, 5160); Tirmizi, Birr 30, (1949).

4129 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim kölesine kazıf'ta bulunursa (zina isnadı yaparsa), kölesi bu iftiradan beri ise, Kıyamet günü celde uygulanır. Dediği doğru ise o başka."

Buhari, Hudud 45; Müslim, Eyman 77, (1660); Ebu Davud, Edeb 133, (5165); Tirmizi, Birr 30, (1948).

KÖLENİN TESMİYESİ

4130 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de Rabbi (sahibim), rabbeti (sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin. Memluk (köle) de Seyyidi (efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve celil olan Allah'tır."

Buhari, Itk 17; Müslim, Elfaz 14, (2249); Ebu Davud, Edeb 83, (4975, 4976).

4131 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur"; "Rabbine abdest suyu dök"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyyidim", "efendim" desin.

Sizden kimse abdî (kulum), emetî (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım, yavrum" desin."

Müslim. Elfaz 15, (2249).

4132 - Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Sizden kimse "kölem!" "cariyem!" diye söylemesin. Hepiniz Allah'ın kölelerisiniz, bütün kadınlarınız da Allah'ın kullarıdır."

Müslim, Elfaz 13, (2249).

4133 - Hz. Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."

Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai, Tahrimu'd-Dem 12, (7, 102).

ÂZAD ETME

4134 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim, kendisi ile bir başkası arasında (ortak) olan bir köle(deki kendine mahsus hisse)yi azad ederse, köleye onun malından adilane bir kıymet biçilir, ne eksik ne de fazla. Sonra, eğer zenginse, onun malından (ortaklara hisseleri verilerek) köle azad edilir. Değilse köleden azad ettiği kısım azad olmuştur."

Buhari, Şirket 5, 14. Itk 4, 17; Müslim, Itk 1, (1501); Muvatta, Itk 1, (2, 772); Ebu Davud, Itk 6, (3940 - 3947); Tirmizi, Ahkam 14, (1346, 1347); Nesai, Büyü 106, (7, 319).

4135 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Köleyi ölme anında azad edenin misali, doyduğu zaman hediyede bulunan adam gibidir."

Ebu Davud, Itk 15, (3968); Tirmizi, Vesaya 7, (2124).

4136 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, öleceği sıra, kendine ait altı köleyi azad etti. Onlardan başka malı da yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları çağırdı. Onları üç gruba ayırdı, sonra aralarında kur'a çekti. İkisini azad etti. dördünü köle olarak bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı."

Müslim, Eyman 56, (1668); Muvatta, Itk 3, (2, 774); Tirmizi, Ahkam 27, (1364); Ebu Davud, Itk 10, (3958- 3961); Nesai, Cenaiz 65, (4, 64).

4137 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyor ki: "Hangi cariye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirirse, artık efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta oldukça ondan istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur."

Muvatta, Itk 6, (2, 776).

4138 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim zû-rahm muhrem birisine malik olursa o hürdür."

Ebu Davud, Itk 7, (3949); Tirmizi, Ahkam 28, (1365); İbnu Mace, Itk 5, (2524).

4139 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a yardım talep etmek üzere bir adam gelip: "Ey Allah'ın Resulü! (Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana sıkıntı veriyor)" dedi. Aleyhissalatu vesselam "Vah!
[21.10.2023 20:50] Annem: nsanların rabbinin, insanların rûhuyla,
Bir bağlılığı vardır, söz ile anlatılmaz.

İnsan için diyorum, işim yokdur maymunla.
Rûhsuz olan bir kimse, elbet rûhu tanımaz.

Fenâ makâmında çeşidli dereceler bulunduğundan, müntehîlerin [ya’nî sona erenlerin] de ma’rifetleri, başka başka olur. Fenâ derecesi yüksek olan bir velînin ma’rifeti dahâ olgun, fenâ mertebesi aşağı olan velînin ma’rifeti de, o derece aşağıdır. Sübhânallah! Söz nereye vardı. Kendi câhilliğimi, iflâsımı, sapıklığımı ve sebâtsızlığımı yazıp dostlardan yardım, düâ istemekliğim lâzım idi. Öyle bilgiler nerede, bu fakîr nerede? Fârisî beyt tercemesi:

Kendinden haberi olmıyan zevallıya,
yakışır mı, ince bilgileri diline ala?

Fekat yaradılışım, hamurum, aşağılarda dolaşmağa, alçak şeylerle uğraşmağa, hattâ bakmağa râzı olmuyor. Hiç söyliyemese de, hep Onu söylemeği, birşey ele geçiremezse de, hep Onu aramağı, kavuşamasa da, Onu özlemeği istiyor. Tesavvuf büyüklerinden birkaçı Zât-i ilâhîyi müşâhede ediyoruz, demişlerse de, bununla, ne demek istediklerini, ancak, kendileri gibi yüksek olanlar anlar. O dereceye yetişmiyen, anlayamaz. Fârisî beyt tercemesi:

Bilmiyenler, tanıyamaz bileni,
o hâlde, sözü kısa kesmeli.

Mektûbunuzun başını (O zâhirdir, bâtındır) kelimeleri ile süslemişsiniz. Yavrum! Bu sözler, elbette doğrudur. Fekat, uzun zemândan beri bu fakîr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, bu sözlerden, tevhîd-i vücûdî ma’nâsını anlamıyorum. Âlimlerin anladığı gibi anlıyorum. Âlimlerin anladığını, tevhîd-i vücûdî sâhiblerinin anladığından dahâ doğru görüyorum. Fârisî mısra’ tercemesi:

Herkesi, bir iş için yaratmışlardır.

Müslimânın önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. Nitekim, sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiği emrleri alınız, yapınız! Sizi nehy, men’ etdiği şeylerden kaçınınız!) buyuruldu. İhlâs elde etmekle emr olunduk. Fenâ hâsıl olmadan, ihlâs elde edilemez ve Zât-i ilâhîyi sevmedikçe, hâsıl
[21.10.2023 20:55] Annem: Revatib Sünnetler

Ana Sayfa
Namaz
Revatib Sünnetler
İlgili
Bir vakti bulunan nafile namazlara revatib sünnetler denir. Bunlar belli bir düzen ve tertip içinde, beş vakit farz namazlarla birlikte kılındığı için bu şekilde adlandırılmıştır. Bunların bazıları müekked, bazıları gayr-i müekked sünnettir. Hanefi literatüründe, sünnet-i müekkede olan nafile namazlar kısaca “sünnet” diye, gayr-i müekked olanlar ise “müstehap” veya “mendup” diye adlandırılmıştır. Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan Teravih namazı da, sünnet-i müekkede türündendir ve ramazan ayına mahsus olmak üzere teravihten sonra düzenli olarak kılındığı için aynı zamanda revatib kapsamında yer alır.

a) Vakit Namazlarıyla Birlikte Düzenli Olarak Kılınan Sünnetler (Farzlara Tabi Olan Nafile Namazlar)

 


Farzlara tabi nafile namazlar; sabah namazının farzından önce iki; öğle namazının farzından önce dört, farzından sonra iki; ikindi namazının farzından önce dört; akşamın farzından sonra iki; yatsının farzından önce dört, farzdan sonra iki olmak üzere toplam 20 rek‘attır. Cuma namazının farzından önce ve sonra kılınan dörder rek‘atlık nafile namazlar da farzlara tabi nafile kapsamında yer alır. Bunların bir kısmı müekked, bir kısmı gayr-i müekkeddir.

aa) Müekked Sünnetler

Sabah, öğle, akşam ve cuma namazının sünnetleri ile yatsının son sünneti müekked sünnettir. Hz. Peygamber bunları daima kılmış, ender olarak terketmiştir. Mümkün oldukça bunlara riayet etmelidir.

Şafii mezhebine göre müekked sünnetler, sabahın farzından önce iki, öğlenin farzından önce ve sonra ikişer, akşamın farzından sonra iki ve yatsının farzından sonra iki olmak üzere toplam 10 rek‘attır. Cuma namazının farzından önce ve sonra kılınan ikişer rek‘at sünnet de müekked sünnettir.

bb) Gayr-i Müekked Sünnetler

İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gayr-i müekkeddir. Peygamberimiz bunları bazan kılmış bazan terketmiştir. Bunları da kılmaya çalışmalı, kılmamayı alışkanlık haline getirmemelidir.

Şafii mezhebine göre, öğlenin sünnetlerini dörder rek‘at kılmak, ikindinin farzından önce dört rek‘at, akşamın farzından önce iki rek‘at namaz kılmak gayr-i müekked sünnet sayılmıştır. Cuma namazının sünnetlerini dörder rek‘at olarak kılmak da böyledir. Hanefiler’den farklı olarak Şafiiler’de, yatsının farzından önce dört rek‘at sünnet yoktur, buna mukabil yine Hanefiler’in tersine olarak akşam namazından önce iki rek‘at sünnet vardır.

Nafile namazların en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir. Bu yüzden bütün nafile namazlar oturarak kılınabildiği halde, sabah namazının sünnetini mazeret olmaksızın oturarak kılmak caiz görülmemiştir. Aynı şekilde, cemaat imamla birlikte namaza başladıktan sonra mescide gelen kişinin nafile namaz kılması caiz değilken, sabah namazı bundan istisna edilmiştir. Buna göre, sabah namazının farzı kılınırken, imamın selam vermesinden önce farza yetişebileceğini kestiren kişi önce sabah namazının sünnetini, gerekirse en kısa şekilde kılar, sonra imama uyar. Sabah namazının sünnetinin ilk rek‘atında Fatiha’dan sonra Kafirun, ikincisinde İhlas suresini okumak sünnettir.

Sabah namazının sünnetinden sonra en kuvvetli sünnet, bazı alimlere göre akşamın sünnetidir ve bundan sonra öğle namazının ilk sünneti gelir. Kimi alimler ise sabah namazının sünnetinden sonra en kuvvetli sünnetin öğle namazının ilk sünneti olduğunu, geri kalanların aynı kuvvette bulunduğunu söylemişlerdir.

İlgili olduğu farz namazın vaktinde kılınamayan sünnetler, daha sonra kaza edilmezler. Fakat sabah namazının kazaya kalması durumunda, henüz başka bir vakit namazının vakti girmediği için, farzıyla birlikte sünneti de kuşluk vaktinde kaza edilebilir. O gün öğle namazından önce kuşluk vaktinde kılınamam
[21.10.2023 20:57] Annem: Armut Toplamak

Ana Sayfa
A
Armut Toplamak
Rüyada Sezonsuz Armut Yemek
Rüyada Armut Görmek
Rüyada Armut Satmak
Rüyada Armut Yemek
Rüyada armut toplamak, şahsın bilhassa maddi mevzularda ufak fakat önem derecesi yüksek bir yardım alacağı ve sorunlarından kurtuluşa ereceği manasına çıkar. Toplanılan armut sayısı çoksa bu halde alımı yapılacak yardım da büyük olur. Olgunlaşmış sarı armut toplayan şahıs, maddi cepheden son derece büyük bir gelire kavuşur ve bolluk içinde yaşarmış ol. Ham armut topladığını görmüş olan kimse ise, sağlığı ile alakalı devamlı problem yaşarmış ol ve yaşam niteliki düşer. Ham armut toplamak bununla birlikte şahsa söylenecek son derece büyük bir yalana da işaret etmektedir.

 


Rüyada Sezonsuz Armut Yemek
Sezonu olmadığı halde rüyası esnasında armut yediğini görmüş olan kimse, yasa dışı yollara başvurur ve haram kazanç sahip olar. Yiyip içeceği şeylerde düşüş olur ve aile birliği sarsılır. Vakitsiz armut yemek bununla birlikte yapılacak hata bir evliliğe ve yatırımlara da delalet eder. Para ve vakit kaybı kadar, gönül bağlantılarında de aranılanı bulamamaya ve düş kırıklığı yaşamaya işarettir.

Rüyada Armut Görmek
İşsiz bir kimse rüyası esnasında armut görecek olursa işe girer. Sorunlu şahıslar için ise gelmiş olacak önem derecesi yüksek yardımları gösterir. Yaşlı bir kimse rüyası esnasında armut görecek olursa ecelinin yaklaştığına delalet etmektedir. Rüyada armut görmek nimet açısından kısmetlerin artış göstereceğine ve bol rızık maliki olunacağına da tabir edilir. Şahıs rüyası esnasında el içinde ansızın çok armut tutuyorsa gelmiş olacak büyük bir mirasa tabir olur.

Rüyada Armut Satmak
Rüyası esnasında armut sattığını görmüş olan kimse, bütün malını kaybedeceği ve parasız kalacağı bir evreye girer ve büyük yanlışlar yapar. Parasal cepheden gündeme gelecek ziyan kadar akrabası içinde de birçok stres ve sorun baş gösterir. Rüyada armut satmış olmak umumilikle elden mal çıkmış olacağına ve çekilmiş olacak meşakkatlara delalet eder.

Rüyada Armut Yemek
Sezonsuz armut yediğini görmüş olan kimse etik olarak zayıf ve şahısı kullanmış olan bir kadınla bağlantıya girer. Bir bayan sezonsuz armut yiyorsa kocasından boşanır. Hasta birisi vefat eder ve iş maliki olanlar da işinden çıkar. Sezonunda armut yenildiğini görmüş olmaksa, kazancın artış göstereceğine, çocuk maliki olunacağına ve iş mevzusunda verimli, kısmetli bir sene geçirileceğine tabir olur.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[21.10.2023 20:58] Annem: ÂŞİR

Ana Sayfa
A
ÂŞİR
İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me’mur.
Hükûmetin âşirlerle müslüman tüccardan zekâtları toplaması, onların bu ibâdeti yerine getirmelerine yardımcı olmak içindir. (İbn-i Hümâm) İslâm devletlerinde yaşayan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) ve harbî (İslâm hükûmetinden izin alarak, müslüman memleketine giden pasaportlu gayr-i müslim) tüccârın, mal ve can güvenliklerinin korunmasına karşılık her çeşit ticâret mallarından alınan vergiler de âşirler tarafından toplanırdı. (İbn-i Âbidîn)
Amr bin Şuayb şöyle rivâyet etti: Müslüman olmayan Menbic halkı, hazret-i Ömer’e mektûb yazarak; “Bize memleketine girmemize izin ver, ticâret yapalım. Biz kazanır size de vergi veririz” dediler. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) toplayıp, mes’eleyi istişâre etti, görüştü. Uygun görülünce, âşirler vâsıtasıyla uşr (gümrük vergisi) denilen bir vergi almaya karar verdiler. Harbîlerden ilk gümrük vergisi, hazret-i Ömer zamânında alındı. (İmâm-ı Ebû Yûsuf)

İlgili
ZEKÂT
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Müste’min Kâfir
9 Eylül 2021
Benzer yazı
EMVÂL-İBÂTINA
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[21.10.2023 21:15] Annem: Âyet-i Meşhure: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üçyüz kırkdört (1344) eder ki, o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zahiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’anın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى âyeti manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki; bin üçyüz kırkdörtte nev’-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak. وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا âyeti ise, o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor.

Evet harb-i umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev’-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhâssa birisi, kuvvet ve gınaya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev’-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş. Eğer لَنَهْدِيَنَّهُمْ deki şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa, bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki Risalet-ün Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i veladetinin birinci senesidir. Eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” ve “nun” bir sayılsa, o vakit bin üçyüz yirmidörtte (1324) hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i maneviye ile tezahür eden Risale-in Nur müellifinin görünmesi tarihidir.

Dördüncü Âyet-i Meşhure: وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi, Kur’anın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-ı İslâmiyet olan yedi esası, Kur’anın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette isbat eden ve “Seb’a-l Mesanî” nuruna mazhar bir âyinesi olan Risale-in Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünki آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى makam-ı ebcedîsi binüçyüz otuzbeş (1335) adediyle Risale-in Nur’un Fatihası olan İşarat-ül İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle Elbakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üçyüz otuzbeş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.

Beşinci Âyet: اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi latiftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususî bir surette Risale-in Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki: مَيْتًا kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beşyüz (500) ederek “Said-ün Nursî” adedi olan beşyüze tevafukla işaret ediyor ki, “Said-ün Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risalet-ün Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” Evet, اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا deki iki tenvin “nun”durlar. Bin üçyüz otuzdört (1334) eder ki, o aynı zamanda (Arabî tarihle) Said umumî harbde maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur’anın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihidir. Bu tevafuk-u manevî ve muvafakat-ı cifriye delalet derecesinde bir işarettir. Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ de tenvin “nun” ve şeddeli “nun” iki “nun” ve بِهِ de telaffuz edilen ى sayılmak cihetiyle bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki, veladetinin ve hayatı
[21.10.2023 21:15] Annem: İşaret: Madde dedikleri şey ise; suret-i mütegayyire, hem de hareket-i zâile-i hâdiseden tecerrüd etmez. Demek hudûsu muhakkaktır. Feya acaba! Sâni’-i Vâcib-ül Vücud’un lâzıme-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oldu da herbir cihetten ezeliyete münafî olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hakikaten cây-ı taaccübdür… Evet insan düşündükçe, cemi’ sıfât-ı kemaliye ile muttasıf olan Sâni’den istiğrab ve istinkâr ettikleri şu hayret-efza masnuatı, tesadüf-ü amyâya ve hareket-i zerrata isnad ettikleri için, insanı insaniyetten pişman eder.

Telvih: Harekât-ı zerrattan husulü dava olunan kuvvet ve suretler, araziyetleri cihetiyle enva’daki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. Araz cevher olamaz. Demek bütün enva’ın fasılları ve umum a’razın havass-ı mümeyyizeleri, adem-i sırftan muhtera’dırlar. Tenasül, teselsülde şerait-i âdiye-i itibariyedendir.

İşte delil-i ihtiraînin icmali… Eğer açık olarak mufassalan istersen Kur’anın firdevsine gir. Zira hiçbir ratb ve yabis yoktur ki; o tenezzühgâhta ya çiçek veya gonca halinde bulunmasın. Eğer ecel müsaid ve meşiet taalluk ve tevfik refik olursa, elfaz-ı Kur’aniyenin esdafında şu bürhanı tezyin eden cevherleri, gelecek kütübde tafsil edilecektir.

Vehim ve Tenbih: Eğer sual etsen: “Nedir şu tabiat ki daima onun ile tın tın ediyorlar? Nedir şu kavanin ve kuva ki daima onlar ile mütedemdimdirler?” Cevab vereceğiz ki: Âlem-i şehadet denilen, cesed-i hilkatin anasır ve a’zâsının ef’allerini intizam ve rabt altına alan şeriat-ı fıtriye-i İlahiye vardır. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, “Tabiat” veya “Matbaa-i İlahiye” ile müsemmadır. Evet tabiat, hilkat-i kâinatta cari olan kavanin-i itibariyesinin mecmu’ ve muhassalasından ibarettir. İşte kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer mes’elesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın istimrarına istinaden… Hem de hayali hakikat suretinde gören ve gösteren nüfusun istidadları bir zemin-i şûre müheyya etmesiyle vehim ve hayal tasallut ederek tazyik edip şu tabiat-ı hevaiye tavazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden misal suretine girmiştir. Evet şunun gibi, vehmin çok hileleri vardır
[21.10.2023 21:16] Annem: لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلَى وُجُوبِ وُجُودِهِ جَمِيعُ الْجِبَالِ وَ الصَّحَارَى بِجَمِيعِ مَا فِيهَا وَ عَلَيْهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ اْلاِدِّخَارِ وَ اْلاِدَارَةِ وَ نَشْرِ الْبُذُورِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ التَّدْبِيرِ اْلاِحْتِيَاطِيَّةِ الرَّبَّانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْعَامَّةِ الْمُنْتَظَمَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ ❊

denilmiş.

Sonra, o yolcu dağda ve sahrada fikriyle gezerken, eşcar ve nebatat âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar. “Gel dairemizde de gez, yazılarımızı da oku!” dediler. O da girdi, gördü ki: Gayet muhteşem ve müzeyyen bir meclis-i tehlil ve tevhid ve bir halka-i zikir ve şükür teşkil etmişler. Bütün eşcar ve nebatatın enva’ları bil’icma’ beraber “Lâ ilahe illallah” diyorlar gibi lisan-ı hallerinden anladı. Çünki bütün meyvedar ağaç ve nebatlar; mizanlı ve fesahatlı yapraklarının dilleriyle ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin sözleriyle ve intizamlı ve belâgatlı meyvelerinin kelimeleriyle beraber, müsebbihane şehadet getirdiklerine ve “Lâ ilahe illâ Hû” dediklerine delalet ve şehadet eden üç büyük küllî hakikatı gördü:

Birincisi: Pek zahir bir surette kasdî bir in’am ve ikram ve ihtiyarî bir ihsan ve imtinan manası ve hakikatı her birisinde hissedildiği gibi; mecmuunda ise, güneşin zuhurundaki ziyası gibi görünüyor.

İkincisi: Tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan kasdî ve hakîmane bir temyiz ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmane bir tezyin ve tasvir manası ve hakikatı, o hadsiz enva’ ve efradda gündüz gibi aşikâre görünüyor ve bir Sâni’-i Hakîm’in eserleri ve nakışları olduklarını gösterir.

Üçüncüsü: O hadsiz masnuatın yüzbin çeşit ve ayrı ayrı tarz ve şekilde olan suretleri, gayet muntazam, mizanlı, zînetli olarak, mahdud ve ma’dud ve birbirinin misli ve basit ve camid ve birbirinin aynı veya az farklı ve karışık olan çekirdeklerden, habbeciklerden o ikiyüzbin nevilerin farikalı ve intizamlı, ayrı ayrı, müvazeneli, hayatdar, hikmetli, yanlışsız, hatasız bir vaziyette umum efradının suretlerinin fethi ve açılışı ise öyle bir hakikattır ki; güneşten daha parlaktır ve baharın çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları ve mevcudatı sayısınca o hakikatı isbat eden şahidler var diye, bildi. “Elhamdülillahi alâ nimet-il iman” dedi
[21.10.2023 21:16] Annem: Hem Vak’a-i Cemel, hem Vak’a-i Sıffîn, hem Vak’a-i Havariç hâdiselerini haber vermiş.

Hem Hazret-i Ali (R.A.) Hazret-i Zübeyr ile seviştiği bir zaman dedi: “Bu sana karşı muharebe edecek, fakat haksızdır.”

Hem Ezvac-ı Tahiratına demiş: “İçinizde birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek ve etrafında çoklar katledilecek.” وَتَنْبَحُ عَلَيْهَا كِلاَبُ الْحَوْئَبِ

İşte şu sahih, kat’î hadîsler; otuz sene sonra Hazret-i Ali’nin Hazret-i Âişe ve Zübeyr ve Talha’ya karşı Vak’a-i Cemel’de.. ve Muaviye’ye karşı Sıffîn’de.. ve Havaric’e karşı Harevra’da ve Nehrüvan’da muharebesi, o ihbar-ı gaybiyenin bir tasdik-i fiilîsidir.

Hem Hazret-i Ali’ye: “Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir adamı” ihbar etmiş. Hazret-i Ali o adamı tanırmış; o da Abdurrahman İbn-i Mülcem-ül Haricî’dir.

Hem Haricîlerin içinde Züssedye denilen bir adamı, garib bir nişanla alâmet olarak
[21.10.2023 21:16] Annem: eden otuzüçüncü âyetin istihracına dair Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz Üstadım Hazretleri!

Dün akşam namazını kılarken ikinci rek’atta, Fatiha-i Şerife’den sonra

شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَالْمَلئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

âyetini okurken, hiç düşünmediğim, akıl ve kalbimde bir şey, taharriye bir sebeb yokken, birdenbire ruhun penceresine şu azîm âyet-i kerimenin Risale-i Nur’a, müellifine bir münasebet-i maneviye ile işareti gösterildi. Namazdan sonra düşündüm. Hakikaten kuvvetli bir münasebet-i maneviyesi var. Şöyle ki:

Bu kâinatta, vahdaniyet-i İlahiyeyi cinn ve ins ve ruhaniyata karşı kat’î bir surette gösterip isbat eden birinci, Kur’an-ı Azîmüşşan olduğu gibi; bu asırda ikinci, üçüncü derecede kemal-i adaletle ve sadık ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzıh ve bahir bir surette, kâinat safahatında ins ü cinnin enzarına arzedip isbat eden Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhud olmasıyla, bu âyet-i kerimenin bir mevzuu, bir mâsadakı da Risale-i Nur olmasına şübhesiz bir kanaat veriliyor.

İkinci kelime-i tevhidden sonra “El-Aziz-ül Hakîm” isimleriyle Cenab-ı Hak (Celle Celalühü) zâtını tavsif buyurup, ikinci derecede aynı isimlerin mazharı olan Risalet-ün Nur şahs-ı manevîsine işaret etmesi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın şe’nine yakışır bir keyfiyettir. Çünki belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ı haliyle beraber izzet-i ilmiyeyi muhafaza için ölümden beter musibetlere karşı göğüs geren, tahammül eden Risale-i Nur tercümanı olduğu gibi; zeminde ve semavatta hikmetle tasarrufatın muammasını açan yine Risale-i Nur olduğu sadık ve musaddaktır. Bu kuvvetli münasebet-i maneviyeyi teyid eden bir emaresi de şudur ki:

اُولُوا الْعِلْمِ makam-ı cifrîsi ikiyüz ondört (214) olup, Risale-i Nur’un bir ismi olan “Bedîüzzaman”ın (şeddeli “ze”, lâm-ı aslî sayılır) makamı olan ikiyüz ondörde tam tamına tevafuku ve müellifinin hakikî ve daimî ismi olan Molla Said’in makamı olan ikiyüz onbeşe bir tek farkla tevafuku, elbette bu kelime-i kudsiyenin her asra baktığı gibi, bu asra da medar-ı nazar bir ferdi Resail-in Nur olduğuna bir emare olduğu gibi; وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ (okunmayan ikinci vav ve hemze sayılmaz) makamı olan altıyüzbir (601) adediyle, Risale-i Nur’un beşyüz doksandokuz (599) makamına ve Resail-in Nur makamına yalnız iki farkla, iki ismine tevafuku dahi bir emare olduğu ve شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَالْمَلئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ cümle-i tevhidiye-i kudsiyesinin makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi olan bin üçyüz altmış (1360) adediyle 14(Haşiye) tam tamına bu acib isyan, tuğyan ve temerrüd asrının ve garib küfran ve galeyan ve ilhad zamanının bu senesine ve bulunduğumuz bu tarihe tevafuku ve tetabuku elbette kuvvetli bir emaredir ki; bu pek büyük ve geniş ve âmm olan tevhid ve şehadetin medar-ı nazar ehemmiyetli efradı ve mâsadakları, her zamandan ziyade bu şehadete muhtaç bu asrın bu vaktinde bulunacaktır. Ve şimdilik o şehadeti tesirli bir surette isbat eden Resail-in Nur o efraddan birisi ve hususî medar-ı nazar olduğuna pek çok emareler ve işaretler ve beşaretler vardır. َاللّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَ�
[21.10.2023 21:17] Annem: Eğer o ene, hikmet-i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder, وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيهَا altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki; semavat ve arz ve cibal tedehhüş etmişler, farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta ene olur. Sonra nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i nev’iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip; o ene, enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sâni’-i Zülcelal’in evamirine karşı mübareze eder. Sonra kıyas-ı binnefs suretiyle herkesi, hattâ herşeyi kendine kıyas edip, Cenab-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ mealini gösterir. Evet nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de “Kendime mâlikim.” diyen adam, “Herşey kendine mâliktir.” demeye ve itikad etmeye mecburdur.

İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene’nin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa; o ene’deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez. Onbirinci Söz’de mahiyet-i insaniyenin ve mahiyet-i insaniyedeki enaniyetin, -mana-yı harfî cihetiyle- ne kadar hassas bir mizan ve doğru bir mikyas ve muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir âyine ve kâinata güzel bir takvim, bir ruzname olduğu gayet kat’î bir surette tafsil edilmiştir. Ona müracaat edilsin. O Söz’deki tafsilata iktifaen kısa keserek mukaddimeye nihayet verdik. Eğer mukaddimeyi anladınsa gel, hakikata giriyoruz.

İşte bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde… Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizac ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem’olmuştur. Şimdi şu iki silsilenin menşe’lerini, esaslarını bulmalıyız.

İşte diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ kuvve-i akliye dalında; Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun meyvelerini, beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gazabiye dalında; Nemrudları
[21.10.2023 21:17] Annem: cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer’iyenin esasları olan; müstebidlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.

Beşinci Kuvvet: İzzet-i İslâmiyedir ki, i’lâ-yı Kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i’lâ-yı Kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i’lâ-yı Kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye’nin iman ile kat’î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı manevîsi o kat’î emri, istikbalde tam yerine getireceğine şübhe edilmez.

Evet nasılki eski zamanda İslâmiyet’in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def’etmek, silâh ile kılınç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlub edip dağıtacak.

Biliniz ki: Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malımızı harab ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.

Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me’yus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.

Madem meyl-ül istikmal (tekemmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev’-i beşerin eski hatiatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviye de gösterecek inşâallah…

Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedenni içinde kış ve fırtına mevsimi gösterir.

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev’-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekliyebilirsiniz.

………

İKİNCİ KELİME: müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur:

Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, Âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-ı umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle
[21.10.2023 21:18] Annem: Nekre olarak رِزْقًا nın zikredilmesi, bu rızkın nereden ve ne ile husule geldiği size meçhul olduğuna işarettir.

لَكُمْ deki “lâm”, ecliyet ve sebebiyet içindir. Yani: Siz rızkın gelmesine sebebsiniz amma, istifadesi size mahsus ve münhasır değildir ve başkalar da tebean istifadeye şeriktirler. Ve keza Cenab-ı Hak sizlere nimetlerini tahsis ettiği gibi, sizin de şükrünüzü ona tahsis etmeniz lâzım geldiğine işarettir.

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا : Başta bulunan ف, geçen dört fıkraya bakıyor. Yani: Odur Mabud, şerik yapmayınız. Odur Kādir-i Mutlak, şerikini itikad etmeyiniz. Odur Mün’im, şükründe şerik yapmayınız. Odur Hâlık, başka bir hâlık tahayyül etmeyiniz.

تَجْعَلُوا : Bu tabirin تَعْتَقِدُوا tabirine tercihi, onların Allah’a isnad ettikleri şeriklerin ve misillerin aslı ve hakikatı olmadığı için o uydurma şeriklerin itikad edilecek şeyler olmadığına, ancak uydurma, ca’lî şeyler olduklarına işarettir.

لِلّهِ : Lafza-i celalin اَنْدَادًا üzerine takdimi, Allah’ın daima hazır olduğunu düşünmek lüzumuna; ve nehyin menşei, şerikin Allah için yapılışı olduğuna işarettir.

اَنْدَادًا : Endad, “nidd”in cem’idir. “Nidd” ise, “misil” manasınadır. Halbuki Cenab-ı Hakk’a yapılan misil, onun zıddı olur. Bir şey hem zıd, hem misil olamaz ve birşeyin zıddı, ona misil olamaz. Öyle ise mislin bulunması, mislin muhaliyetini istilzam eder. “Endad”ın sîga-i cem’ ile zikri, müşriklerin cehaletine işarettir. Yani: “Hiçbir cihetten bir benzeri olmayan Cenab-ı Hakk’a nasıl bir sürü misil ve zıd yapıyorsunuz?” Ve keza bütün enva’-ı şirkin reddine işarettir. Yani: “Ne zâtında ve ne sıfâtında ve ne ef’alinde şeriki, şebihi yoktur.” Ve keza Vesenî, Sabiî, ehl-i teslis, ehl-i tabiat gibi fırak-ı dâllenin tevehhüm ettikleri şeriklerin tabakalarına işarettir.

İhtar: Vesenî mezhebinin menşei; yıldızları ilah itikad etmek, hulûlü tahayyül etmek, cismiyeti tevehhüm etmek gibi gülünç şeylerdir.

وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ : Bu cümle ile âyetlerin sonunda zikredilen emsali cümleler, İslâmiyetin menşei ilim, esası akıl olduğuna işaret eder. Binaenaleyh İslâmiyetin hakikatı kabul ve safsatalı evhamı reddetmek, şânındandır.

تَعْلَمُونَ ye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebeb olmuştur. Demek îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken, daha ziyade itnaba, tatvile sebeb olmuştur. Yani: Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki, onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp, onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir
[21.10.2023 21:18] Annem: Şükrü’nün mektubu beni memnun eyledi; selâm ederim. Masumlar, ümmiler, hemşireler ve kalemle çalışanlar başta olarak umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî

* * *

Mahkeme tarafından bana iade edilen ve daha elime geçmeden postadan müsadere edilen mübarekler heyetinin pehlivanı Küçük Ali’nin bir mektubunu gördüm ki; her iki senede bir defa bütün Risale-i Nur’u yazmağa karar vermiş ve yapmış. Bu kahramanlığı ile benim, Risale-i Nur’un birinci şakirdi olan büyük Mustafa’da hakikî bir Abdurrahman’ı ve arkasında çok Abdurrahman’ları göreceğim diye keşfiyatımı tam tasdik etmiş ve o mübarek Mustafa’nın vazifesini tam yapmış. Ve Hâfız Mustafa dahi, Hâfız Ali zamanında tam bir muavini ve vefatından sonra tam bir vârisi olduğunu hapiste gösterdi. Demek mübarek heyet-i âlîsinde, onsekiz sene evvel ümid ettiğim hizmet-i Nuriyeyi tam yapmışlar ve yapıyorlar. Ektikleri tohumlar, onlar çalışmasalar da, onların bedeline mahsulât veriyor. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Sizin leyali-i aşere olan mübarek o geçmiş gecelerinizi ve kudsî bayramınızı ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak, rahmet ve keremiyle ve hıfz u himayetiyle ve tevfik ve hidayetiyle, Risale-i Nur’un tab’ ve intişarına ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tevafuklu tab’ına sizleri muvaffak eylesin, âmîn!

Sâniyen: Risale-i Nur’un bir hülâsası olan Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye’nin bir hülâsat-ül hülâsası hükmünde otuzüç kelime-i tevhidin namaz tesbihatındaki eskiden beri okuduğum ve Risale-i Nur’un ekser hakikatları namaz tesbihatında inkişaf etmesiyle hayalim fazla tevessü’ ederek, o otuzüç kelime-i tevhid herbirisini kâinatın bir tabaka-i mahlukatının lisan-ı haliyle söylediği o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi o küllî lisan-ı hal benim cüz’î lisan-ı kālimin aynı olur. Ben, kemal-i zevk ile okuyorum. Size de suretini gönderiyorum. Benim şübhem kalmadı ki: تَفَكُّرُ سَاعَةٍ ilh… sırrını taşıyan Hizb-i Nuriye’nin onbeş dakika zarfında bu hülâsat-ül hülâsası dahi aynı sırrı taşıyor. Arabî bilmeyenler Âyet-ül Kübra’nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaşılır. Arabî bilmeyen birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmidört saatte bir defa, ya sabah namazının tesbihatında veya başka vakitte en ziyade usandığım ve sıkıntı zamanında okuyorum. Bana ulvî bir inşirah verir, usancı izale eder. Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye’nin âhirinde yazılsa, münasib olur. Manidardır ki; Âyet-ül Kübra ve Risale-i Nur’un ekser hakikatları, Ramazan’da ve namaz tesbihatında zuhuru gibi; bu Hülâsat-ül Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti.

Sâlisen: Bugünlerde haber aldım ki; heyet-i vekile, benim nüfusumu Kastamonu’dan alıp Emirdağı’na nakletmeğe karar vermişler. Anlaşılıyor ki; Risale-i Nur’a ve talebelerine ilişmeğe bahane bulamıyorlar.. yalnız ehemmiyetsiz şahsıma ehemmiyet veriyorlar, kayıdlar altına alıyorlar. Ben de sizi bütün kuvvetimle temin ediyorum ki; ben ruh u canımla, onların Risale-i Nur ve talebelerine ilişmeğe bedel, bana ilişmelerini iftihar ile kabul ediyorum. Güya başka yerlerde birden bana iltihak ediyorlar ve men’ine çare bulamıyorlar; fakat burada tam çare bulmuşlar zannedip böyle muamele oluyor, siz hiç müteessir olmayınız. Benim bu vaziyetim, Risale-i Nur şakirdlerinin fütuhatlarına bir vesiledir. İnayet ve merhamet-i İlahiye, hakkımda ehl-i dünyanın haksızlıklarını büyük bir hayra çevirecek kanaatındayım. Zâten mesleğimizde zaman, mekân sohbetimize mani’ olamaz. Şarkta, garbda, hattâ âhirette, berzahta olsa da beraberiz. Meselâ; berzahta Hâfız Ali (R.H.), her gün manen yanımızdadır. Bu hakikata binaen, surî ayrılma�
[21.10.2023 21:19] Annem: مَيْدَانِ اُو اِينْ زَمَانِ حَال و يَكْ آنِ سَيَّالَسْتْ

بَا اِينْ هَمَه فَقْرْهَا وَ ضَعْفْهَا قَلَمِ قُدْرَتِ تُو آشِكَارَه

نُوِشْتَه اَسْتْ دَرْ فِطْرَتِ مَا مَيْلِ اَبَدْ وَ اَمَلِ سَرْمَدْ

بَلْكِه هَرْ چِه هَسْتْ ، هَسْتْ

دَائِرَهءِ اِحْتِيَاجْ مَانَنْدِ دَائِرَهءِ مَدِّ نَظَرْ بُزُرْگِى دَارَسْتْ

خَيَالْ كُدَامْ رَسَدْ اِحْتِيَاجْ نِيزْ رَسَدْ

دَرْ دَسْتْ هَرْچِه نِيسْتْ دَرْ اِحْتِيَاجْ هَسْتْ

دَائِرَهءِ اِقْتِدَارْ هَمْچُو دَائِرَهءِ دَسْتِ كُوتَاهْ كُوتَاهَسْتْ

پَسْ فَقْر و حَاجَاتِ مَا بَقَدْرِ جِهَانَسْتْ

وَ سَرْمَايَهءِ مَا هَمْ چُو جُزْءِ لاَيَتَجَزَّا اَسْتْ

اِينْ جُزْءْ كُدَامْ وَ اِينْ كَائِنَاتِ حَاجَاتْ كُدَامَسْتْ

پَسْ دَرْ رَاهِ تُو َازْ اِينْ جُزْءْ نِيزْ بَازْ مِى گُذَشْتَنْ چَارَهءِ مَنْ اَسْتْ

تَا عِنَايَتِ تُو دَسْتْگِيرِ مَنْ شَوَدْ رَحْمَتِ بِى نِهَايَتِ تُو پَنَاهِ مَنْ اَسْتْ

آنْ كَسْ كِه بَحْرِ بِى نِهَايَتِ رَحْمَتْ يَافْتْ اَسْتْ تَكْيَه نَه كُنَدْ بَرْ اِينْ جُزْءِ اِخْتِيَارِى كِه يَكْ قَطْرَه سَرَابَسْتْ
[21.10.2023 21:19] Annem: Onbeşinci Söz’ün Zeyli
[Yirmialtıncı Mektub’un Birinci Mebhası]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Hüccet-ül Kur’an aleş-şeytan ve hizbihi… İblisi ilzam, şeytanı ifham, ehl-i tuğyanı iskât eden “Birinci Mebhas”: Bîtarafane muhakeme içinde şeytanın müdhiş bir desisesini kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemaat’ta yazmıştım. Şöyle ki:

Bu risalenin te’lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul Bayezid câmi-i şerifinde hâfızları dinliyordum. Birden şahsını görmedim, fakat manevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der:

“Sen, Kur’anı pek âlî, çok parlak görüyorsun. Bîtarafane muhakeme et, öyle
[21.10.2023 21:19] Annem: Onaltıncı Lem’a
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz sıddık kardeşlerim Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mes’ud, Mustafalar, Hüsrev, Re’fet, Bekir Bey, Rüşdü, Lütfüler, Hâfız Ahmed, Şeyh Mustafa vesaire… Sizlere meraklı ve medar-ı sual olmuş “Dört Küçük Mes’ele”yi malûmat kabîlinden muhtasar bir surette beyan etmekliğe kalbimde bir hatıra hissettim.

BİRİNCİSİ: Kardeşlerimizden Çaprazzade Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten bu geçen Ramazanda Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde zuhur etmedi. Böyle ehl-i velayet ve keşif, neden hilaf-ı vaki’ haber veriyorlar? Benden sordular. Ben de birden sünuhat kabîlinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı şudur:

Hadîs-i şerifte vârid olmuştur ki: “Bazan bela nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki: Mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şeraitle mukayyed bulunduğunu ve o şeraitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbat’ta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelî’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor. İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallak oldukları şeraiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzib etmiyorlar. Çünki mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş. Evet Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef câmilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Nasılki sâbık hadîsin sırrıyla: Sadaka, belayı ref’ eder. Ekseriyetin hâlis duası dahi, ferec-i
[21.10.2023 21:20] Annem: Yani nasılki güneşin ziyası, mukabilindeki umum eşyayı ihata etmesi ile vâhidiyete bir misal olduğu gibi, parlak ve şeffaf her bir şey dahi kabiliyetine göre güneşin hem ziyasını, hem hararetini hem ziyasındaki yedi rengini, hem aks-i misalini almakla ehadiyete bir misal olduğundan; elbette o ihatalı ziyayı gören adam, arzın güneşi vâhiddir, bir tektir diye hükmeder. Ve her parlak şeyde hattâ katrelerde güneşin ışıklı, hararetli aksini müşahede eden o adam, güneşin ehadiyetini, yani bizzât güneşi sıfatları ile her şeyin yanındadır ve her şeyin âyine-i kalbindedir diyebilir. Aynen öyle de: Rahman-ı Zülcemal’in geniş rahmeti dahi ziya gibi umum eşyayı ihatası o Rahman’ın vâhidiyetini ve hiçbir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi, her şeyde hususan her bir zîhayatta ve bilhâssa insanda o cem’iyetli rahmetin perdesi altında o Rahman’ın ekser isimlerinin ışıkları ve bir nevi cilve-i zâtiyesi bulunarak, her ferde bütün kâinata baktıracak ve münasebetdarlık verecek bir cem’iyet-i hayatiye vermesi dahi o Rahman’ın ehadiyetini ve herşeyin yanında hazır ve herşeyin herşeyini yapan (O) olduğunu isbat eder.

Evet nasılki o Rahman, o rahmetin
[21.10.2023 21:20] Annem: Vakıa, emr-i âlîleri Sözler’in yazılması hususunda acele edilmemesi idi; fakat hiç mümkün mü ki, karşımda billurî sular akıtan ulu pınarın suyundan kana kana içmek için acele etmeyeyim. Malûm-u âlîleri, bendeniz bu hususta vazifelerde çok geç kaldım. Bu cihetleri vuzuh ile görüp idrak ederken, mümkün mü ki, o ulu pınarın billurî sularıyla elimi yüzümü yıkamayayım, kalbimi parlatmak için isti’cal göstermeyeyim. Cenab-ı Hakk’ın azîm bir lütfu ki, temin-i maişetim için çalıştığım zamanlar arasında kıymetdar risaleleri yazmak için vakit bulabiliyorum. Bu fırsatları kaçırmak istemediğim içindir ki, acele ediyorum. İsti’calimin en büyük sebebi; muhtaç bulunduğum tesellikâr nurları, o risalelerde buluyorum. Nasılki içerisinde tevakkuf imkânı olmayan tünellerden, harîs kumpanyalar fazla seyr ü sefer etmekle iftihar ederler. Talebeniz de keza, o cihankıymet risaleleri ne kadar fazla okur yazarsam, o kadar istifadebahş ve müftehir olacağım.

Onaltıncı Mektub’u serâpâ okudum. Her türlü mezahim ve meşakkate karşı gösterdiğiniz sabır ve tevekküle meftun oldum. O Sözler’i okudukça, bütün mevcudiyetim bir ıssızlık içinde parlayacak zannettim. Tehacüm-ü ızdırab için hep güler yüzlü, güzel yüzlü sabırlar temenni ettim.

Yirmiüçüncü Söz, derinden gelen bir sayha gibi insaniyete bağıran ve insanlara insanlıklarını ihtar eden ve en âlî makamlara sahib olmak yollarını gösteren ve karilerini tekâmüle sevkeden ve meşru aşklar doğuran ölmez bir teselli hatırasıdır. Sözü uzatmaya başladım. Yirmiüçüncü Söz’ü lâyıkıyla takdirden âcizim. Çünki o, bir teselli ve saadet mayesidir.

Ahmed Zekâi

* * *

(Hüsrev’in bir fıkrasıdır)
Sevgili ve muhterem Üstadım Efendim!

Bizi maddî ve manevî tenvir eden, yükselten ve erişilmez feyizlere müstağrak kılan risalelerinize mâlikiyetimden ve lâyık olmadığım halde, bu şerefe nâiliyetimden dolayı, Cenab-ı Hakk’a bînihaye teşekkür etmekte; gerek bu şerefe nâil olmaklığıma vesile olduğunuzdan ve gerekse âtiyen bu hususta üzerimize terettüb eden vazife-i Kur’aniyede muvaffakıyet kazanacağımızı tebşir etmekte olduğunuzdan dolayı, duyduğum pek büyük bir sürurla müftehirim. Üstadım! Hakkınızda, hatırınıza gelmeyen nimetlerin en güzeliyle dünyevî ve uhrevî mes’ud olmanızı her vakit için dua etmekteyim.

Muhterem Üstadım, sizi özlemiştim. Aradaki hâinlerin her hususta engel olmaları, şübhesiz çok müteessir ediyor. Bugünkü hal yüreklerimizi sızlatıyor, fakat elimizden bir şey gelmiyor. Nur deryasının feyizli risaleleri kimin eline geçerse, o zâtı kendine ciddî olarak rabtettiği gibi, müştaklar ve ehil olanlar arasında dolaşıyor. اَلْحَمْدُ لِلّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Hüsrev

* * *

(Hüsrev’in Sözler’i yazmağa başladığı zaman yazdığı mektubun fıkrasıdır)
Muhterem Efendim Hazretleri!

Bu sefer okumaklığımız için irsal buyurduğunuz iki kitabdan birisini Bekir Ağa’dan aldım. Kitabın birkaç sahifesini okudum. Ve kitabın bir nüshası kendimde kalmak üzere istinsah etmeğe başladım. Kitab münderecatında arada sırada dimağımı alâkadar eden mesailden bahsettiğini ve küçük mektubların pek büyük hakikatleri kucakladığını gördüm ve çok müstefid oldum.

Altıncı Mektub’a kadar yazılan Sözleri bir taraftan yazıyor, diğer taraftan da yazının geççe yazılışından sıkılarak okumaya başlıyordum. Pek çok sürur beni kaplıyordu. Altıncı Mektub’a gelince, şu gurbetteki firkatinizin en hazîn kısmını tayyettiğinizi ve bir kısmının da hikâye edildiğini okudum. Okudukça sizinle beraber kalbim hazîn hazîn ağlamaktan kendimi alamamakta idim. Hattâ yanımda bulunan vâlideme dahi okudum. Okurken vâlidem ağlıyor, gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Ben de ağlamamak için nefsime cebrediyordum. Diğer taraftan da, acaba tayyedilen kısmından da biraz y
[21.10.2023 21:20] Annem: Bir Ayet:
Andolsun, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.
(Tevbe, 9/128)

Bir Hadis:
Bir konuda sana inandığı halde, kardeşine yalan söylemen ne kadar büyük bir ihanettir.
(Ebû Dâvud, "Edeb", 71)

Bir Dua:
Seni, kendisine emanet edilen hiçbir şeyin zayi olmadığı Allah'a emanet ediyorum.
(İbn Mâce, "Cihâd"24)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[21.10.2023 21:21] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir. (En’âm, 6/159)
…Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. (Tirmizî, İlim, 19) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
HACIVEYİSZÂDE MUSTAFA KURUCU
Güler yüzlü, mert, dürüst ve birleştirici bir din görevlisi. Hayatı boyunca incitmeden, güzel sözle insanları uyaran, hoş bir seda bırakarak dünyadan göçmüş bir gönül insanı: Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu. 1889 yılında Konya’da dünyaya gelir Mustafa Kurucu. Devrin en önde gelen müderrislerindenken ve onlarca kitap kaleme alabilecek ilmî birikimi varken ömrünü talebe yetiştirmeye adamış öncü bir âlimdir. Bir defasında talebelerinden birisi, “Hocam, ilimde, bilimde, irfanda ve izanda bir deryasınız. Ne olur bir kitap yazsanız?” diye sorunca Mustafa Efendi, talebelerini işaret ederek, “Evladım! Benim yüzlerce hatta binlerce eserimin olduğunu bilmiyor musunuz? Unutmayınız ki bir kalpten bin kitap çıkar. Fakat bin kitapta bir kalp bulunmayabilir.” der. Mustafa Efendi, kendisinin de ifade ettiği üzere bir kitap bırakmadı ama yüz binlerce gönlü irşad edecek sevgi ve muhabbet ehli âlim bırakarak 5 Şubat 1960 tarihinde baki âleme göç eyledi.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[21.10.2023 21:21] Annem: MAKALE...........   ORTAÇAĞ KARANLIK MI

Âdet ol­muş­tur; iki­de bir Or­ta­çağ ka­ran­lı­ğın­dan, in­san­lı­ğın ve il­min bu çağ­da ge­ri kal­mış­lı­ğın­dan dem vu­ru­lur. Or­ta­çağ, ba­zı­la­rı için ne ka­dar ka­ran­lık ise, bi­zim için de o ka­dar ay­dın­lık bir çağ­dır.

Kur’ân-ı ke­rîm be­şe­ri­ye­te hi­dâ­yet ola­rak bu çağ­da in­zal olun­muş­tur. Mu­ham­med aley­his­se­lâm son pey­gam­ber ola­rak bu çağ­da zu­hur et­miş­tir. Bü­yük İs­lâm Me­de­ni­ye­ti bu çağ­da kök sal­mış­tır. İs­lâm Me­de­ni­ye­ti’nin eser­le­ri­nin ve il­mi­nin uyan­dır­dı­ğı id­rak ile Av­ru­pa, me­de­nî­leş­me­ğe bu çağ­da baş­la­mış­tır. Türk­ler bu çağ­da Müslüman ol­muş­tur, Ana­do­lu ve İs­tan­bul bu çağ­da fet­he­dil­miş­tir. Kri­tik Or­ta­çağ, çe­şit­li il­mî, ic­ti­maî ve be­diî (es­te­tik) zin­de akım­la­rın ye­şer­di­ği cı­vıl-cı­vıl, ışıl-ışıl, bir çağ ol­muş­tur. Ni­te­kim ya­hu­di asıl­lı Fran­sız mü­te­fek­ki­ri C. Co­hen “Or­ta­ça­ğın Bü­yük Ay­dın­lı­ğı” isim­li ese­rin­de bu hu­sus­la­rı de­lil­le­riy­le ve bü­yük bir vu­kuf­la göz­ler önü­ne ser­mek­te­dir. Bu suç­la­ma, pra­tik­te, Or­ta­çağ’da zu­hur edip de ge­liş­miş ne ka­dar mad­dî, mânevî, di­nî ve si­ya­sî de­ğer­ler var­sa bun­la­rın hep­si­nin de ka­ra­lan­ma­sı­na ve red­di­ne da­ya­nak sağ­la­mak gâ­ye­si­ni gü­der.

                            Prof. Dr. Ah­med Yük­sel Özem­re

 

BİLMECELER

1

Elde durmaz, 

Dalda durur.

2

Sapsız kaşık, 

Başa yapışık.

3

İki camlı çerçeve,

Bakar durur her yere.

4

Bir oğlum var etten,

Bacakları metten,

Şimdi gelir görürsün,

Güle güle ölürsün.

5

Havâidir havâi,

Yüksek yapar yuvayı,

Kuyumcular dökemez,

İpekçiler yapamaz.

6

Ateşte pat, pat, 

Elimizde kat kat.

CEVAPLAR


21.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[21.10.2023 21:21] Annem: • Bağ Bozumu Zamanı ve Fırtınası
'İnsan, Allah Teâlâ’ya ibadet etmediği müddetçe halim, yumuşak olamaz.' Vehb b. Münebbih [rahmetullahi aleyh]

Semerkand Takvimi
[21.10.2023 21:21] Annem: Gönül Beytullahtır, Yıkma

Allah’ın emrine mutîyim dersen

Resûl’ün emrine itaat eyle

Helâl haram demez bulduğun yersen

Müminlik sözünden feragat eyle.

Zahm-ı aşka gelip merhem sarmaya

Ferhad olup bir gün bağrın yarmaya

Kudretin yok ise Beyt’e varmaya

Gönül Beytullah’tır ziyaret eyle.

Kulun rızkın verir Hazret-i Bârî

Açılan gülleri incitmez hârı

Kötülük değildir er kişi kârı

Kemlik edenlere inâyet eyle.

Kalbini geniş tut sıkma Seyrânî

Rızâ-yı Bârî’den çıkma Seyrânî

Gönül Beytullah’tır yıkma Seyrânî

Elinden gelirse imaret eyle.

Âşık Seyrânî (v. 1866)

Semerkand Takvimi
[21.10.2023 21:22] Annem:  Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
en-NÛR Sûresi 32.Ayet
[21.10.2023 21:22] Annem: “Kim Sabah namazını kılarsa Allah’ın himayesi ve zimmeti altındadır. Sakın Allah zimmetine ait bir şeyden dolayı sizi takibe almasın. Çünkü o kimi takibe alırsa her yönden ona gücü yeter ve yüzüstü cehennem ateşine atar.”
(Müslim, Mesacid 261, Tirmizi, Salat 51, Fiten 6, İbn Mace, Fiten 6)
[21.10.2023 21:22] Annem: Hilâfet
Hilâfet sözlükte “bir kimseden sonra onun yerine geçme, temsil etme”
anlamına gelir. Halife de, “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse”
demektir. Klasik İslâmî literatürde ise hilâfet, Hz. Peygamber’den sonraki
devlet başkanlığı makamını, halife de devlet başkanını ifade eden bir
terim olarak kullanılır. “İmâmet” veya “imâmet-i uzmâ” tabirleri de hilâfetle
eş anlamlıdır. Hilâfete imâmet-i kübrâ denmesi, namazdaki imâmet
(imâmet-i suğra) ile karışmaması içindir. Devlet başkanının klasik fıkıh ve
siyaset teorisindeki adı halife olmakla birlikte değişik gerekçelerle halife
yerine “imâm, sultan, emîr” denildiği de olur.
Kur’an’da insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldığı sıkça
tekrar edilir (el-Bakara 2/30; el-En‘âm 6/165; Yûnus 10/14). İlgili âyetlerin
üslûbundan, insanın yeryüzünde hak ve adaleti gerçekleştirmek, yararlı ve
iyi işler yapmak üzere ağır bir sorumluluk yüklenerek yeryüzüne gönderildiği,
bir bakıma ilâhî adalet ve hakikati gerçekleştirebileceği yönünde Allah’ın
güvenine mazhar olduğu anlaşılmaktadır. İnsanın yeryüzünde en
şerefli varlık oluşu da buradan gelmektedir.
Müslüman toplumlarda devlet başkanına halife ve devlet başkanlığına
hilâfet denmesi, insanın dünya işlerini düzene sokmak ve adaleti gerçekleştirmek
üzere Allah’ın halifesi olması ve O’nun yeryüzündeki hâkimiyetini
temsil etmesi gibi sebeplerle açıklansa da, bu isimlendirme esas itibariyle
halifenin, risâlet görevi hariç Hz. Peygamber’in yerine geçerek onun dünyevî-siyasal
otoritesini temsil etmesi anlamında kullanılmış ve sistemleştirilmiştir.

Resûlullah sağlığında iken hem peygamber olarak Allah’tan aldığı vahyi
insanlara tebliğ etmiş, bunları açıklamış, hem de müslümanların dünyevî 
işlerini düzene koymuş, hukukî ihtilâflarını çözümlemiş, ahlâken onları eğitmiş,
siyasî birliğin tamamlanmasını müteakip de devlet başkanlığı, ordu
kumandanlığı görevlerini üstlenmiştir. İslâm bilginleri, Hz. Peygamber’in
vefatıyla peygamberlik görevinin sona erdiği, buna karşılık diğer görevleri
bir kişinin üstlenip bunları tek başına veya bazı görevleri ikinci derecede
yetkili şahıs ve mercilere devrederek yürütmesi ve böylece müslümanların
dirlik ve düzen içinde yaşamasını temin etmesi gerektiği üzerinde görüş
birliği içindedirler. Ancak İslâm bilginlerinin çoğunluğu, devlet başkanının
İslâm’ın dünyevî ve toplumsal ilke ve hükümlerini uygulama görevini göz
önünde bulundurarak bu işe dinî bir karakter atfederken; bir kısmı da, insanların
siyasî birlik ve düzen içinde yaşamasını ve bu amaçla devlet kurmasını
aklî ve tabii bir gereksinim olarak görmekle yetinir, bu gerekliliğe
dinî bir nitelik atfetmezler. Yalnızca İslâmî öğretide din, akıl ve tabiat esasında
bir zıtlığın bulunmadığı düşünülürse görüş ayrılığının lafzî olduğu
söylenebilir. 
...Daha az
[21.10.2023 21:22] Annem: Ana baba âhı alma. Ana baba âhının zehirini içen kurtulamaz.[Prof. Ali Fuat Başgil]
[21.10.2023 21:22] Annem: KUR’AN ve SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ
Dinin ilk kaynağı Kur’an-ı Kerîm, ikinci kaynağı ise, Sünnet’tir. Kur’an ve Sünnet bir bütündür. Yüce Allah, “Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur...” (Nisa, 4/80), “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabî olunuz...” (Âli-İmrân, 3/31); Sevgili Peygamberimiz de; “Sakın ola ki, sizden birinizin koltuğuna yaslanarak, benim emrettiğim veya yasakladığım bir şey ken- disine geldiğinde, 'Biz anlamayız, Allah’ın kitabında bulduğu- muza uyarız.' dediğini duymayayım!” (Tirmizî, “İlim”, 10); “Dikkat ediniz! Rasûlüllah’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (İbn Mâce, “Mukaddime”, 2) buyurarak, Kur’an-sünnet bü- tünlüğüne vurgu yapmışlardır.

DİNÎ KAVRAMLAR
HACER-İ ESVED
Siyah taş demektir. Kâ’be’nin doğu köşesinde bulunan 18-19 cm. çapında kırmızımsı ve siyah bir taş- tır. Kâ’be’nin inşası sıra- sında Hz. İbrâhîm (a.s.) ve Hz. İsmail (a.s.) tarafından Ebû Kubeys dağından geti- rilmiştir. Bu taş, tavafa baş- langıç için bir işarettir. Her şavtın sonunda ve sa’ye başlarken bu taşı selamla- mak (istilâm) sünnettir.

ÖZLÜ SÖZ
Kötü insan başkasının üzüntüsü ile rahatlayandır. (Sadi Şirazî)
[21.10.2023 21:24] Annem: Dinlerini bir oyuncak ve bir eglence edinen ve dünya hayatinin aldattigi kimseleri (bir tarafa) birak! Kazandiklari sebebiyle hiçbir nefsin felâkete dûçar olmamasi için Kur'an ile nasihat et O nefis için Allah'tan baska ne dost vardir, ne de sefaatçi O, bütün varini fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez Onlar kazandiklari (günahlar) yüzünden helâke sürüklenmis kimselerdir Inkâr ettiklerinden dolayi onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardir  (EN'AM/70)

O kâfirler ki, dinlerini bir eglence ve oyun edindiler de dünya hayati onlari aldatti Onlar, bu günleri ile karsilasacaklarini unuttuklari ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onlari unuturuz  (A'RAF/51)

Ya da o ülkelerin halki kusluk vakti eglenirlerken kendilerine azabimizin gelmeyeceginden emin mi oldular?  (A'RAF/98)

Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek egleniyor musunuz?  (ŞUARA/128)

Insanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptirmak ve sonra da onunla alay etmek için bos lafi satin alir Iste onlara rüsvay edici bir azap vardir  (LOKMAN/6)

Bir mucize görseler alay ederler  (SAFFAT/14)

Onlar bir ticaret ve eglence gördükleri zaman hemen dagilip ona giderler ve seni ayakta birakirlar De ki: Allah'in yaninda bulunan, eglenceden ve ticaretten daha yararlidir Allah, rizik verenlerin en hayirlisidir (CUM'A/11)
[21.10.2023 21:25] Annem: Sehl İbnu Ebî Ümâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Sehl ve babası beraberce Hz. Enes (radıyallahu anh)'in yanına girerler. Enes'i yolcu namazı kılıyormuşcasına çok hafif bir namaz kılıyor bulurlar. Selam verip namazdan çıkınca: "Allah sana mağfiret buyursun bu kıldığın namaz farz mı yoksa nafile miydi? dedik. "Farz namazdı. Bu (eksiksiz). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de yapmadım" dedi ve ilave etti: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: 
"(Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk gibi kararlarla) kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız. Zira (geçmişte) bir kavim (bir kısım zahmetli işlere azmederek) kendisini zora attı. Allah Da zorluklarını artırdı. Manastır ve kiliselerdekiler bunların bekâyasıdır. "Onlar, üzerlerine, bizim farz kılmadığımız, fakat, güya Allah'ın rızasını kazanmak için kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile gereği gibi riâyet etmediler" (Hadîd, 27). 
Ebu Dâvud, Edeb 52, (4904)
[21.10.2023 21:25] Annem: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı. [Bakara Sûresi.180]
[21.10.2023 21:25] Annem: “Allah’ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi, ahlakımı da güzelleştir.” (Ibn Hanbel, Müsnet, I/403)
[21.10.2023 21:25] Annem: Anladım ki işi, sanat Allah’ı aramakmış. / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.[Necip Fazıl Kısakürek]
[21.10.2023 21:26] Annem: BÂĞÎ

Âsî. Haksız olarak devlet başkanına isyân eden. Çoğulu buğât'tır. Bâğîler başkaldırınca, devlet başkanı onların isyân etme sebeblerini araştırır. Niçin isyân ettiklerini sorar ve kendisine itâate dâvet eder. Şâyet bâğîler, yapılan dâveti kabûl etmeyip, harbe başlarsa, devlet başkanı, onların topluluklarını dağıtınc aya kadar harb eder. (İbn-i Âbidîn) Haksız olarak devlet başkanına baş kaldıran bâğîler döğüşürken öldürülünce, namazları kılınmaz. Bunları yıkamak da câiz değildir. (İbn-i Nüceym)
[21.10.2023 21:27] Annem: Buhari

A. Buharalı

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[21.10.2023 21:28] Annem: Cenaze namazı ayakkabı ile kılınabilir mi?

Bütün namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namaza mani olan pisliklerin giderilmesi (necasetten taharet) şarttır. Buna göre, cenaze namazı kılacak kimsenin ayakkabılarında namaza engel bir pislik yoksa, namazını ayakkabıları ile kılmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Nitekim Rasulüllah (s.a.s.), ayakkabıları ile cenaze namazına durmuş, Cebrail’in ayakkabılarına pislik bulaşmış olduğunu haber vermesi üzerine onları çıkarmıştır (Ebu Davud, Salat, 91).
[21.10.2023 21:28] Annem: 48 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
çekindiler ve ondan korkup titrediler. Pek zalim ve çok cahil olan 
insan onu yüklendi.”45 Bu sebeple bütün yaratılmışlar üzerinde 
hüküm ve tasarruf yetkisi sadece insana verilmiştir. İnsan bu 
yetkiyi ne kadar mükemmel kullanıp yerine getirir ve emaneti 
yerli yerine koyabilirse, kıymeti o derecede artar ve yükselir. 
Nitekim Allah Teala, “Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline 
teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle 
hükmetmenizi emreder…”46 buyurmaktadır. 
İnsanın bütün davranışları Rabbine, kendine ve halka karşı 
mükellef olduğu üç çeşit emanetin dışa akseden görüntüsü-
dür. Rabbine karşı emanete riayet eden bir kimse, Allah’ın hü-
kümlerine, ilahî kanunlara uyar. Bu, bütün uzuvları ilgilendi-
ren vazifeleriyle doğrudan alakalıdır. Çünkü insanın her uzvu 
kendisine verilen bir emanettir. Her emaneti yerli yerinde ve 
Allah’ın rızasına uygun tarzda kullanmak, korumak gerekir. 
İnsanın kendine karşı mükellef olduğu emanet din ve dün-
ya işlerinde en doğru ve kendine en faydalı olanı tercih edip 
seçmesi, zararlı olan her şeyden uzak durmasıdır. Halka karşı 
emanet sahibi olmak, insanların hak ve hukukunu korumak 
gözetmek, onlara zarar vermemek, insanları aldatmamaktır. 
Yöneticilerin halka adaletli davranması, âlimlerin insanları 
hak yola sevk etmesi, halkın yöneticilere hıyanetten sakın-
ması, eşlerin birbirlerine karşı vazifelerini yerine getirmeleri, 
sadakat içerisinde namuslarını korumaları, çocuklarını terbiye 
etmeleri vs. hususlar emanetin gereklerindendir.47
Emanet konusundan bahsedildiğinde ilk akla gelen hadis-
lerden birisi şudur: “Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan 
söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildi-
ğinde hıyanet eder.”48 Bu üç davranış insanın ve toplumun hızla 
45 Ahzab, 33/72
46 Nisa, 4/58
47 Riyazü’s-Salihîn, terc. ve şerh, Yaşar Kandemir ve heyet, 2/ 139-140
48 Buhari, İman, 24
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 48 27.04.2019 00:11:19
[21.10.2023 21:28] Annem: GİRİŞ
∙∙∙ 1 7 ∙∙∙
II. MELEK KAVRAMI VE MELEKLERE 
İMAN
Sözlükte melek kelimesi “haber getiren, elçi, dirayetli 
güçlü ve kuvvetli” gibi mânalara gelir.4
Allah’ın mesajını 
ve emirlerini taşımak, O’nun buyruklarını yerine getir-
mekle görevli oldukları, bunun için de güçlü bir yöne-
time sahip bulundukları için kendilerine bu isim veril-
miş olmalıdır. Melek kelimesinin çoğulu melâikedir ve 
Kur’ân-ı Kerim’de pek çok yerde geçmektedir.
Terim mânasında melek, “Allah’ın emirlerine tam ola-
rak itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlık” şeklinde ifade 
edilir.5
Bu tanım onların mahiyetleri ve nasıl bir varlık 
olduklarından çok, kendilerini diğer varlıklardan ayıran 
özellikleri belirtilerek yapılmıştır. Çünkü meleklerin ma-
hiyetini ve bütün yönlerini bilen sadece Allah’tır. Kendi-
lerini diğer varlıklardan ayırt edici özelliklerine bakarak 
bir tanımlamada bulunacak olursak melekler, değişik şe-
killerde görülebilen, zor görevleri yerine getiren, Allah’a 
itaatten asla ayrılmayan, erkeklik veya dişilikleri olma-
yan, nurdan yaratılmış, insanlarca algılanamayan, Al-
lah’ın çok değerli kullarıdır.6
İslâm düşünce geleneğinde varlıklar, öncesi ve sonu ol-
mayan (ezelî ve ebedî) “kadîm” ile sonradan olan mâna-
sında “hâdis” şeklinde ikiye ayrılır. Kadim olan sadece Al-
lah Teâlâ’dır, diğer bütün varlıklar sonradan yaratılmıştır, 
hâdistir. Sonradan olan varlıklar, insanoğlu açısından ba-
kıldığında fiziksel olarak algılanabilen ve algılanamayan 
4 Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, IV, 166; Cevherî, es-Sıhâh, IV, 1611, 
“m-l-k” md.; Ali Erbaş, “Melek”, DİA, XXIX, 37; İbn Âşûr, et-Tah-
rîr ve’t-tenvîr, I, 398.
5 Özervarlı, “Melek”, DİA, XXIX, 40;
6 Teftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, V, 62.
MELEKLERE İMAN.indd 17 12.03.2015 09:16:30
[21.10.2023 21:29] Annem: Ravi: Ömer (ra)
Anlatıldığma göre, Mekke'de namazı halka iki rek'at kıldırdı. Selam verince: "Ey Mekkeliler" dedi, "namazlarınızı dörde tamamlayan. Biz yolcuyuz (bu sebeple iki kıldık)."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Muvatta, Kasru's-Salat 19, (1, 149)

Hadisin Açıklaması:
Hz. Ömer, Mekke'ye gelince, halife olması haysiyetiyle imam olmuştur. Müsâfir olduğu için namazı iki rek'at kıldırmıştır. İbnu Abdilberr "Resûlullah'ın sünnetine ittibâen iki rek'at kıldırdı" der. 2902 numaralı İmrân İbnu Husayn hadisinde, Aleyhissalâtu Vesselâm'ın fetih senesinde Mekke'de onsekiz gün kalmasına rağmen namazları hep iki kıldığını ve Mekkelilere: "Siz dört kılın, biz yolcuyuz" dediğini  gördük. Şu halde Hz. Ömer benzer bir hatırlatmada bulunmuştur
[21.10.2023 21:30] Annem: Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir. Resulullah (sav): "Bana şu deveyi sat" buyurdu. Ben: "Hayır satmam, size bağışlıyorum, deve sizin olsun ey Allah'ın Resulü" dedim. "Olmaz, bağış kabul etmem, sat onu bana" buyurdu. Ben: (öyleyse, dedim, bir adama bir okiyye miktarında altın borcum var, ona mukabil deveyi size sattım" dedim. Resulullah (sav): "Aldım onu, ancak sen yükünü Medine'ye kadar onun üzerinde götür" dedi. Medine'ye gelince, Hz. Bilal (ra)'e: "Cabir'e bir okiyye altın ver, biraz da fazla olsun" emretti. Bilal bu söz üzerine bir kirat fazla tarttı. Kendi kendime: "Resulullah (sav)'ın bana verdiği fazla miktarı yanımdan hiç ayırmayacağım" dedim. Harra harbinde, Şamlılar tarafından yağma edilinceye kadar, kesemin dibinde duruyordu. 
Kaynak: 
Rivayet: Cabir
[21.10.2023 21:30] Annem: KONAKLAMA YERİNDE YAPILACAK DUA

982: Havle binti Hakim (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Kim bir yerde konaklar da sonra tüm yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel ve tam olan kelimelerine (isim ve sıfatlarına) sığınırım derse konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar veremez.” (Müslim, Zikir 54)

983: İbni Ömer (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yolculukta iken gece olunca şöyle derdi:

“Ey yeryüzü senin de benim de Rabbim Allah’tır. Senin ve sende olan şeylerin şerrinden sende yaratılanların ve üzerinde gezip dolaşanların şerrinden Allah’a sığınırım. Yine arslanların, şahısların, yılanların, akreplerin şerrinden burada yaşayanların (toprakta yaşayan cinlerin), doğuranların (İblis) ve doğanların (şerrinden) Allah’a sığınırım.” (Ebu Davud, Cihad 75)
[21.10.2023 21:30] Annem: 35- Sabah Namazında Kıraat Bâbı

1050- Bize Hârûn b. Abdillah rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Haccâc b. Muhammed, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bana Muhammed b. Râfi de rivâyet etti. Her İkisinin lâfızları birbirine yakındır.

(Dedi ki): Bize Abdürrâzzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi.

Dedi ki: Muhammed b. Abbâs b. Câ'fer'i şöyle derken işittim: Bana Ebû Selemetelmü Süfyân ile Abdullah b. Amr b. As ve Abdullah b. Müseyyeb el-Abidî, Abdullah b. Sâib'den haber verdiler. Abdullah Şöyle dedi:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de bize sabah namazını kıldırdı da sûre-i mü'minîni okumağa haşladı. Mûsa ile Hârûn'ım, yahut isa'nın zikri geçen yere gelince: (Burada Râvî Muhammed b. Abbâd şekketmiştir. Yahut şek edenin o olup olmadığında ihtilâf edilmiştir.) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i öksürük tuttu; ve hemen rükû etti. Abdullah b. Sâib de bu namazda hazır bulunuyordu.»

Abdürrezzâk'in rivâyetinde: «Okumayı kesti, ve rükû etti.» ibaresi vardır. Yine Abdürrazzâk rivâyetinde: «Abdullah b. Amr» demiş, «İbn Âs» dememiştir.

1051- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki) Size Yahya b. Saîd rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Vekî' rivâyet etti. H.

Bana Ebû Küreyb dahi rivâyet etti. Lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize İbn Bişr, Mis'âr'dan naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Velid b. Sert1, Amr b. Hureys'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i sabah namazında:

"Karanlık bastığı zaman geceye yemîn ederimi" Sûre-i Tekvîr âyet 17 âyet-i kerîmesinin bulunduğu sûreyi okurken İşitmiş.

1052- Bana Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyin rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Avane, Ziyad b. İlâka'dan o da Kutbete-bnü Mâlik’den naklen rivâyet etti. Dedi ki; Namaz kıldım, namazı bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıldırdı ve:

«Kaaf, şanlı Kur'âna yemîn ederimi» suresini «uzamış hurmaları» âyet-i kerîmesine kadar okudu. Ben bunu tekrarlamaya başladım, ama ne dediğini bilmiyorum.

1053- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şerik ile İbn Üyeyne rivâyet ettiler. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Üyeyne, Ziyâd b. ti âka'dan, o da Kutbetü'bnü Mâlik'den naklen rivâyet etti. Kutbe, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i sabah namazında:

«Küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçlarını» âyet-i kerîmesini okurken işitmiş.

1054- Bize Muhammed b. Beşşâr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Cafer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Ziyâd b. İlâka’dan, o da amcasından naklen rivâyet etti. Amcası, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sabah namazını kılmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk rek'âtta:

«Küme küme tomurcuklan olan boylu boylu hurmaları...» âyetini okumuş. Râvî: gâlibâ: «Kaaf sûresini dedi» demiş.

1055- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüseyin b. Ali, Zâide'den rivâyet etti.

(Dedi ki):Bize Şimâk b. Harb, Câbir b. Semûra'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi:

«Gerçekten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazında; «Kaaf. Şanlı Kur'ân'a yemin ederim ki...» Sûresini okurdu. Ondan sonraki namazları hafif kıldırırdı.

1056- Bize Ebû Bekir b. Şeybe ile Muhammed b. Râfi' rivâyet ettiler. Lâfız İbn Rafi'indir. Dediler ki: Bize Yahya b. Âdem rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Züheyr, Simâk'dan rivâyet etti.

Dedi ki:

«Câbir b. Semûra'ya, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namazını sordum. Câbir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı hafif kıldırırdı. Bunların namazı gibi (uzun) kıldırmazdı, dedi»

Râvî dedi ki: Câbir, bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sabah namazında:

«Kaâf şanlı Kur'ân'a yemin ederim...» sûresini ve onun em
[21.10.2023 21:30] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ kıskanır. Allah’ın kıskanması, haram kıldığı şeyi kulun işlemesindendir.

Buhârî, Nikâh 107; Müslim, Tevbe 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ 4
[21.10.2023 21:30] Annem: "Allah'ım! Fakirlikten, yokluktan ve zilletten sana sığınırım; zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım."

(Buhârî, "Deâvât", 40; Ebu Dâvûd, "Vitr", 32;Nesâî, "İstiâze", 7, 8, 25)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[21.10.2023 21:30] Annem: İbnu Ömer (ra)'e "hurmada selem yapılır mı?" diye sordum. Bana: "Resulullah (sav), meyvesi (yenmeye) salih oluncaya kadar hurmanın satılmasını yasakladı" cevabını verdi.

Buhari, Selem 3,4.

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[21.10.2023 21:31] Annem: Halid Bin Said'in İslâm'a Girişi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

İslam’a gizli davet devri henüz devam ediyordu.

Bu sırada Müslümanlar safına Ku­reyş’in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Hâlid b. Said. Hz. Hâlid, Ku­reyş’in ileri gelen ve zengin bir ailesine mensuptu.

Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Hâlid, bir gece rüyasında, baba­sının kendisini tutup cehenneme atmak istediğini, fakat Re­sû­lul­lah’ın yetişip kendisini cehenneme düşmekten kurtardığını gördü.

Feryat ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyanın manasız olamayacağını idrak eden Hz. Hâlid, kendi kendine, “Vallahi, bu rüya gerçektir!” dedi ve va­kit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir’e koştu. Rüyasını anlatınca, Sıddık-ı Ekber, “Hakkında ha­yırlı olmasını dilerim!” dedi. “Seni o Re­sû­lul­lah kurtaracaktır. Hemen git, ona tâbi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslam dinine girecek, onunla bir­likte bulunacaksın! O da seni, rüyada gördüğün gibi cehenneme düş­mekten kurtaracaktır.”

Hz. Hâlid, hemen Re­sû­lul­lah’ın yanına vardı ve “Yâ Muham­med! Sen, in­sanları hangi şeylere davet ediyorsun?” diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ben” dedi. “Halkı, tek olan ve şeriki bulunma­yan Allah’a, Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna iman etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapın­mayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye davet ediyorum!”

Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Hâlid, derhal şehâdet getirdi: “Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki sen Allah’ın Resûlüsün!”[1]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslam dairesine gir­me­sine faz­lasıyla se­vindi.

Hz. Hâlid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslami­yet­ten bahset­meye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslü­manlar safında yer aldı.
İşkence

Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Ku­reyş’in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, faz­lasıyla hiddetlen­di.

Hz. Hâlid’in bir gün, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kılmakta oldu­ğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti. Hiddetli hiddetli, “Sen” dedi. “Muhammed’in, kav­mine muhalefet ettiğini, getirdiği itikad­larla kavminin ilâhlarını ve geçmiş atalarını kötülediğini görüp durduğun halde ona tâbi oldun, öyle mi?” Sonra, İslamiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti.

Ancak gönlünü iman nuruyla aydınlatan Hz. Hâlid’in zerre kadar tered­düdü yoktu ve asla pişmanlık duymuyordu. Çatık kaşlarla bakan babasına, “Vallahi, Muhammed (a.s.m.) hak söy­lüyor! Ona tâbi oldum. Ölümü göze alı­rım da onun dinini asla bırakmam!” diye cevap verdi.

Bu sözlere fena halde kızan Ebû Uhayha, elindeki değnekle, kırılıncaya ka­dar onu dövdü.

Fakat nâfile! Sebat ve metanetin menbaı olan iman, artık Hz. Hâlid’in kal­binde yer etmişti ve o, bu iman nuruyla mutmain olmuştu. Eza, cefa, bu iman karşısında zerre kadar menfi tesir icra ede­miyordu.

Dayağın kâr etmediğini gören zâlim baba, bu sefer, “Git!” dedi. “Senin ia­şeni, rızkını keseceğim! İstediğin yere git!”

Rızkını verenin Allah olduğunu bilen Hz. Hâlid, yine aldırmadı ve “Ey ba­bacığım!” dedi. “Sen benim rızkımı ke­sersen, elbette Allah, bana geçineceğim şeyi verir!”

Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Ev halkına tehdidi ise şu oldu:

“Eğer biriniz onunla konuşacak olursa, onu perişan ederim!”

Hz. Hâlid, günlerce aç ve susuz bırakıldı.[2]

İnancı uğrunda kendisine böylesine eza ve cefayı revâ gören babanın ya­nında kalmak artık manasızdı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.[3]

Habeşistan’a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katılarak Mekke’den ay­rıldı.

Hz. Hâli
[21.10.2023 21:32] Annem: AZRAIL’DEN KAÇAN ADAM
Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde ibretli bir kıssa nakleder:Korku ve telâş içindeki saf bir adam Hazret-i Süleyman aleyhisselam’a gelir ve:“–Bu sabah Azrâil karşıma çıktı, bana hışımla baktı. Anladım ki benim canımı alacak. Ey kudretli Peygamber! Her şey senin emrinde. Rüzgâra emret, beni buradan tâ Hindistan’a iletsin. O zaman Azrâil belki beni bulamaz!” der.Hazret-i Süleyman, adamın bu saf hâline ve ısrarlı yalvarmalarına acır ve rüzgâra:“–Haydi bu adamı Hindistan’a bırak!” der. Rüzgâr adamı alır ve kısa sürede Hindistan’ın uzak bir adasına götürür.Hazret-i Süleyman aleyhisselam, biraz sonra Azrâil aleyhisselam ile karşılaşır ve o adama neden hışımla baktığını sorar. Azrâil aleyhisselam ise:“–Ben ona hışımla değil, hayretle baktım. Çünkü Allah Teâlâ bana, o adamın canını bu akşam Hindistan’da almamı emretmişti. Ben de o adamın yüz kanadı bile olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz, bu nasıl iştir, diye hayretle bakmıştım.” der.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[21.10.2023 21:32] Annem: ❝Bâzen sükût, konuşmaktan daha tesirli olur.❞

▪ Ârif-i Rivgerî (ks)
[21.10.2023 21:32] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Hazreti Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Her peygamber için ahirette bir arkadaş vardır. Orada benim arkadaşım Osman İbnu Affan'dır."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (109) - Hds :(6014)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[21.10.2023 21:32] Annem: [Hadis No : 3665]

Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraberdim. Bana:  

"Ey Muğire, su kabını al!'' emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (la tenhaya gittik. O) benim gözümden kayboldu, kaza-yı hâcet yaptı, (geri döndü). Üzerinde Şâmi bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı. Cübbesinin yenlerini çemreyip) kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler) dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp cübbeyi sırtına koyup kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için abdest aldı. Mestleri üzerine meshetti, sonra namaz kıldı."

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[21.10.2023 21:33] Annem: “Allah’ım! Senden hayırlı olan işleri yapmayı, aklın ve dinin çirkin gördüğü şeyleri terk etmeyi ve fakirlerin sevgisini istiyorum.”

(Mâlik, Dua, No:508)
[21.10.2023 21:33] Annem: Bir Ayet
Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah'a ve Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 
(Hadîd, 57/21)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[21.10.2023 21:33] Annem: Bir Hadis
İnsanlar arasına bozgunculuk ve kötülük sokmaktan sakının! Çünkü böyle hareket, dini yok eder.
(Ebu Dâvûd, Edeb, 50)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[21.10.2023 21:33] Annem: Bir Dua
Allahım! Ben cehennem azabından Sana sığınırım. Kabir azabından da Sana sığınırım.  Deccal, hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım.
(Ebû Dâvud, Salât, 184.)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[21.10.2023 21:34] Annem: Muâz b. Cebel’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav)
onun elini tuttu ... ve şöyle buyurdu: “Ey Muâz! Sana her namazın ardından şu duayı söylemeyi terk etmemeni tavsiye ediyorum: ‘Allah’ım,
seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et!’”
(D1522 Ebû Dâvûd, Vitr, 26; N1304 Nesâî, Sehiv, 60)
[21.10.2023 21:35] Annem: 38- KİTÂBU'L-HAVÂLÂT.

1- Bâb: Havale(Nin Hükmünü Beyân} Vf Muhîlin Havale Hususunda Dönüp Dönemeyeceği Hakkındadır

2- Bâb: Bir Zengine Havale Ettiği Zaman Onun İçin Reddetmek Yoktur

3- Bâb: Bîr Kimse. Ölünün Borcunu Bir Adama Havale Ederse Bu Fiil Caiz Olur


Rahman ve Rahim olan Allah 'in ismiyle

38- KİTÂBU'L-HAVÂLÂT
(Havaleler Kitabı) [1]

1- Bâb: Havale(Nin Hükmünü Beyân} Vf Muhîlin Havale Hususunda Dönüp Dönemeyeceği Hakkındadır [2]
Hasen Basrî ile Katâde: Muhîl, muhâlun aleyh zengin iken ona borç ihalesi yapmış ise, bu havale caizdir, demişler [3] İbn Abbâs: İki ortak çıkış yarışı yaparlar yanı borçlunun malını rızâ ile bölüşürler), mîrâs sahihleri de çıkışırlar. Şu ayn'ı alır, şu da borcu alır; bu ikiden birinin aldığı şey helak olursa (rızâ ile bölüştükleri için) arkadaşına dönmez, demiştir [4].

1-.......Ebû Hureyre(R)'den: Rasûluilah (S): "Zengin kişinin bor­cunu ödemeyi uzatması bir zulümdür. Sizin birinizin isteğinin öden­mesi) bir zengine havale edildiğinde (havaleyi kabul ile ona) müracaat etsin" buyurdu [5].

2- Bâb: Bir Zengine Havale Ettiği Zaman Onun İçin Reddetmek Yoktur [6]
2-.......Ebû Hureyer(R)'den: Peygamber (S): "Zengin kişinin borcunu Ödemeyi uzatması bir zulümdür. Kim bir zengine tâbi' kılı-nırsa, artık o, ona ittibâ' etsin" buyurdu [7].

3- Bâb: Bîr Kimse. Ölünün Borcunu Bir Adama Havale Ederse Bu Fiil Caiz Olur [8]                            
3-.......Selâmetu'bnu'l-Ekva'(R) şöyle demiştir: Biz Peygamber'in yanında oturuyorduk. Bir cenaze getirildi. Cenaze sâhibleri:

—  (Yâ Rasûlallah), cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Peygamber:

—  "Ölünün üzerinde bir borç var mıdır?" diye sordu. Onlar:

—  Hayır, diye cevâb verdiler.

Bunun üzerine Peygamber cenaze namazını kıldırdı. (Bir zaman sonra başka bir cenaze getirilmişti. Bu defa da cenaze sâhibleri: Yâ Rasûlallah, cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Rasûlullah:

—  "Ölünün üzerinde borç var mı?" diye sordu. Cevaben:

—  Evet, denildi. Rasûlullah:

—  "Birşey bıraktı mı?" dedi. Onlar:

—  Üç dînar bıraktı, dediler.

Rasûlullah bunun üzerine namazı kıldırdı. Sonra üçüncü bir ce­naze getirildi de:

—  (Yâ Rasûlallah), cenaze üzerine namaz kıldır, dediler. Rasûlullah bu kerre de:

—  "Ölü dünyalık birşey bıraktı mı?" diye sordu. Onlar:

—  Hayır, diye cevâb verdiler. Rasûlullah:

—  "Ölünün üzerinde borç var mı?" diye sordu. Onlar:

—  Üç dînâr (borç vardır), dediler. Rasûlullah:

—  "Sahibinize siz namaz kılınız?" buyurdu. Ebû Katâde:

— Yâ Rasûlallah, cenaze üzerine namazı kıldır, onun borcu be­nim üzerime(vâcib)dir, dedi.

(Böylece borcu ödemeyi tekeffül edince) Rasûlullah bu cenaze üzerine de namaz kıldırdı [9].


[1] Buhârî nüshalarında "Kitâb" başlığında ayrılıklar vardır. Bâzılarında, müfret bâzılarında cemi' sîgâsıyledir. Bâzısında "Kitâb" lâfzı var, bâzısında yoktur. Bâzılarında Besmele, unvânden evvel, bâzısında sonradır.

[2] Yânî muhâlun lehin rnuhîle havale hususunda dönüşü sahîh midir?

Havale, Tahavviil'den türemiş bir kelime olup intikaal ma'nâsınadır. Şe­riat örfünde havâie, borcu muhîlin zimmetinden muhâlun aieyh'in zimmetine nakl ve tahvil etmektir (Seyyid Şerif, et-Ta'rîfât)

Havâle'nin altı rüknü vardır: Muhîl. Muhtâl, Muhâlun aleyh, Muhîl üze­rinde Muhtâle âid borç, Muhâlun aleyh üzerinde Muhfle âid borç ve sî°a.

Muhîl: Havale eden kimsedir ki., borçlu olandır.

Muhâlun leh: Dâin, yânî borç veren kimse.

(Muhâlun aleyh: Kendi adına gelen havaleyi kabul eden. fuhâlun bih: Havale olunan maldır.

Muhtâl: Havaleyi kabul eden alacaklı.

Havale tarafların nzâsıyle gerçekleşen bir akiddir. Fıkıhda birçok hükümleri ve tafsilleri varaır.

Buhârî havale mes'elesinde görüş ayrılıkları bulunduğu İçin h�
[21.10.2023 21:35] Annem: 35- Zekât İslâmdandır

Ve Allah'ın şu kavli: "Halbuki onlar Allah'a, O'nun dininde ihlâs erbabı muvahhidler olarak ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyle emrolunmamışlardı. En doğru dîn de bu idi" (Beyyine: 98/5)

46 Bana Mâlik ibn Enes, amucası Ebû Süheyl ibn Mâlik'ten, o da babası Mâlik ibn Ebî Âmir'den tahdîs etti ki, o, Talha ibn Ubeydillah (radıyallahü anh)'dan şöyle derken işitmiştir: Necd ahâlîsinden saçı darmadığınık (fakîr) bir kimse Rasûlüllah'a geldi. Uzaktan sesini karmakarışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet yaklaştı; meğer İslâm'ın ne olduğunu soruyormuş. Bu suâle karşı Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

- Bir gün bir gece içinde beş namaz, buyurdu. O zât:

- Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı? diye sordu.

- Hayır, meğer ki kendiliğinden kılasın, buyurdu. Ondan sonra Rasûlüllah:

- Bir de ramazân orucu, buyurdu. O zât:

- Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. O da:

- Hayır, meğer ki kendiliğinden tutasın, cevâbını verdi. Talha der ki: Rasûlüllah, zekâtı da ona söyledi. O zât yine:

- Üzerimde bundan başkası da olacak mı? diye sordu. Yine Rasûlüllah:

- Hayır, meğer ki kendiliğinden veresin, cevâbını verdi. Bunun üzerine (o Necdli fakîr zât):

- Vallahi bundan ne artık, ne eksik bir şey yapacak değilim, diyerek arkasını dönüp gitti. Bunu duyunca Rasûlüllah:

- Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti, buyurdu.

 

 
[21.10.2023 21:36] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- إِذَا دَخَلَ شَهْرُ رَمَضَانَ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ وَ غُلِّقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ وَ صُفِّدَتِ الشَّيَاطِينُ

- ابو هريره رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه و سلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- رمضان آيى کيرديكى زمان جنتك قاپيلرى آچيلير، جهنمك قاپيلرى قاپاتيلير و شيطانلر زينجيره وورولور

- Ebu Hureyre (r.a.) rivayet olundu ki, Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- Ramazan ayı girdiği zaman; cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur.

- Sünen-i Nesâî, Kitabü’s-Sıyam, h.2407
[21.10.2023 21:36] Annem: …Kim göz göre göre çocuğunu(n kendisine ait olduğunu) inkâr ederse (kıyamet günü) Allah da onu rahmetinden uzaklaştırır ve gelmiş geçmiş herkesin önünde rezil eder.
(Ebû Dâvûd, Talâk, 28-29)
[21.10.2023 21:36] Annem: 2/Bakara

177 - İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.
[21.10.2023 21:36] Annem: Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Âl-i İmrân, 3/85)
[21.10.2023 21:37] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، قَالَ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ، قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الأَصْبَهَانِيِّ، عَنْ ذَكْوَانَ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم بِهَذَا‏.‏ وَعَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الأَصْبَهَانِيِّ، قَالَ سَمِعْتُ أَبَا حَازِمٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ ‏ "‏ ثَلاَثَةً لَمْ يَبْلُغُوا الْحِنْثَ ‏"‏‏.‏

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Buluğa ulaşmamış üç çocuk" demiştir. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 102
In-book reference: Kitap 3, Hadis 44

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[21.10.2023 21:37] Annem: 
KISSALAR BÖLÜMÜ.. 2

UMUMİ AÇIKLAMA.. 2

* HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM'IN KISSALARI 2

* ASHABU'L-UHDUD.. 6

* BEŞİKTE KONUŞANLARIN KISSASI 8

* MAĞARA ASHABININ KISSASI 11

* KİFL KISSASI 12

* AD KAVMİNİ HELAK EDEN RÜZGÂRIN KISSASI 13

* KEL, ALATENLİ VE ÂMANIN KISSASI 14

* BİN DİNAR BORÇ ALANIN KISSASI 16

* MÜTEFERRİK HADİSLER.. 17


KISSALAR BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA

Kıssa dilimize de girmiş bir kelimedir; fıkra, hikâye gibi manalara gelir. Kıssadan hisse tabirini sıkça kullanırız. Şu halde ibretli, muhayyel hikâyelere kıssa dediğimiz gibi, eski devirlerde yaşamış  peygamberlerin, velilerin, kahramanların... hikâyelerine de kıssa deriz. Kur'an-ı Kerim'de birçok peygamberlerin kıssaları vardır. Hz. Yusuf'la ilgili olan, ahsenü'lkısas yani kıssaların en güzeli olarak tavsif edilir (Yusuf 3). Bir surenin ismi de Kasas'dır yani kıssalar. Kur'an'da peygamberler dışında Hz. Lokman, Hızır, Ashab-ı Kehf, Karun gibi başka kimselerin kıssalarına da yer verilmiştir.

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hadisleri kıssa yönüyle daha zengindir. Bir kısım peygamberlerle ilgili olarak Kur'anî ve gayr-ı Kur'anî kıssalar anlatıldığı gibi, Kur'an'da hiç yer verilmeyen bazı  eşhasın kıssaları da anlatılır. Bunlardan bir kısmı örnek kişilerin, bir kısmı da kötü kişilerin kıssasıdır. Bazan cennet ve cehennemin tefahuru, hayvanların konuşması gibi daha farklı kıssalara da rastlanır. Hepsi hisseler alınacak derslerle doludur. Sırf eğlence olsun diye anlatılan kıssa mevcut değildir. Resulullah, ihtiva ettiği  ahlakî değerler sebebiyle isrâilî kıssalar da anlatmış ve israiliyatın anlatılmasına cevaz vermiştir. İsrailiyat tenkid edilirken ölçüyü kaçırmamak, Resulullah'ın da buna yer verdiğini bilmek gerek.

Yüce hakikatler, anlaşılması zor ve gâmız meseleler, kıssalar yoluyla müşahhas, herkesin ve hatta en ami  bir kimsenin bile anlayabileceği bir hale getirilmekte, adeta sahneye konmaktadır. Bu tarza, taşıdığı ta'limî (didaktik) değer sebebiyle eskiden beri bütün dinî kitaplarda yer verilmiştir. Şu halde kıssaya genişçe yer verme hâdisesi İslam'a has bir metod değildir. İncil ve Tevrat gibi diğer mukaddes kitaplarda da mevcuttur. Telkin ve öğretimde kıssa anlatımının ehemmiyetini idrak eden  laik çevreler de günümüzde  kıssa edebiyatına çocuk, büyük her çeşit insan seviyesinde yer vermektedir. Roman bile bir kıssalar dizisinden meydana gelen bir büyük kıssa olarak tarif edilebilir.

Burada maksadımız edebî sanatlar hakkında yorum veya tahlilde bulunmak değildir. Ancak dinî mesajın, ahlakî ideallerin halka intikalinde kıssanın mühim ve müessir bir vasıta olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Bu sebeple bütün İlahî kitapların ve peygamberlerin kıssalara yer verdiğini, dolayısiyle günümüz şartlarında, dinî  öğretim ve ahlakî terbiyede  bu tekniğin yeterince kullanılması, işlenmesi geliştirilmesi gereğine dikkat çekiyoruz.

Sadedinde olduğumuz bölümde, sünnette gelen kıssalardan çok az bir kısmına yer verilmiş olduğunu bilmemiz gerekir.[1]

* HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM'IN KISSALARI

ـ4992 ـ1ـ عن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]أقْبَلَ إبْرَاهِيمُ بإسْمَاعِيلَ عَلَيْهِمَا السََّمُ وَأُمِّهِ وَهِىَ تُرْضِعُهُ، مَعَها شَنّةٌ، حَتّى وَضَعَهَا عِنْدَ الْبَيْتِ عِنْدَ دَوْحَةٍ فَوْقَ زَمْزَمَ في أعْلَى الْمَسْجِدِ، وَلَيْسَ بِمَكَّةَ يَوْمَئِذٍ أحَدٌ، وَلَيْسَ بِهَا مَاءٌ، فَوَضَعَهُمَا هُنَاكَ وَوَضَعَ عِنْدَهُمَا جَرَاباً فيهِ تَمْرٌ وَسِقَاءً فيهِ مَاءٌ. ثُمَّ قفى إبْرَاهِيمُ مُنْطَلِقاً فَتَبِعَتْهُ
[21.10.2023 21:39] Annem: عَنْ عَطَاءِ بْنِ أبي رَبَاحٍ قال : قال لِي اِبْنُ عَبَّاسٍ رضي الله عنهما ألا أُرِيكَ امرأَةً مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ؟ فَقُلْتُ : بَلَى, قال : هَذِهِ الْمَرْأَةُ السَّوْدَاءُ أَتَتِ النَّبِيَّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  فَقالتْ :إني أُصْرَعُ, وَإني أَتَكَشَّفُ فَادْعُ اللَّهَ تَعاَلَي لِي قال :إن شِئْتِ صَبَرْتِ وَلَكِ الْجَنَّةُ, وَإن شِئْتِ دَعَوْتُ اللَّهَ تّعاَلَي أن يُعَافِيَكِ فَقالتْ :أَصْبِرُ, فَقالت  :إني أَتَكَشَّفُ, فَادْعُ اللَّهَ أن لا أَتَكَشَّفَ, فَدَعَا لَهَا .

Atâ ibn Ebî Rebâh (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah ibn Abbas (Allah Onlardan razı olsun) bana: Sana cennetlik bir kadını göstereyim mi? dedi. Ben de evet göster dedim. İbn Abbas (Allah Ondan razı olsun) şöyle dedi: İşte şu siyah kadındır ki, bu kadın Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e geldi ve: Beni sara hastalığı yakalıyor ve üstüm başım açılıyor, iyileşmem için Allah’a dua ediniz dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Eğer sabredeyim dersen sana cennet vardır, ama yine de sen istersen sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu. Bunun üzerine kadın: O halde ben hastalığıma sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için dua ediniz dedi. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ona dua etti de sara nöbeti geldiğinde bir daha üstü başı açılmadı.

(Buhârî, Merda 6; Müslim, Birr 54)
[21.10.2023 21:39] Annem: Nerede olursan ol Allah'a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.
[21.10.2023 21:40] Annem: Allah’ım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında af ve âfiyet istiyorum. Allah’ım! Açıklarımı ört, korkularımı gider ve bana güven ver…
(Hâkim, "De’avât", No:1902 ; İbn Hıbbân, "Ed’ıye", 961; İbn Ebî Şeybe, Dua, 22, No:29269)
[21.10.2023 21:40] Annem: Tarihte Bugün

•  Tevfik Paşa’nın (son kez) Sadrazam Oluşu 1920
•  Afşin-Elbistan Termik Santrali Açıldı 1984
•  Hasan Nail Canat’ın Vefatı 2004

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[21.10.2023 21:40] Annem: Günün Ayeti

“Şüphesiz Allah, sözün açığını da bilir, gizli tuttuklarınızı da bilir.”

Enbiyâ 110
[21.10.2023 21:40] Annem: Günün Hadisi

“Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok. Ben asıl sizin dünyayı  elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.”

Buhârî, Cenâiz 71
[21.10.2023 21:40] Annem: AHİLİĞE KABUL ŞARTLARI

Erdem, ilim, dürüstlük ve çalışma kapısı olan Ahilik teşkilatı içerisinde yer alabilmek, kısaca Ahi kabul edilebilmek için kişinin şu şartları taşıması gerekiyordu: 
1. Eli açık olmalıdır, cömertlikte bulunan insan “Veren el alan elden hayırlıdır.” hadis-i şerifi ışığında Hakk Teala’nın lütfuna mazhar olur. 
2. Kapısı açık olmalıdır yani misafirperver olmalıdır. Zira, Nebevi ahlakın gereği de budur. 
3. Sofrası açık olmalıdır, yani bir dilim ekmeğini dahi paylaşabilmelidir. Bolluk ve bereketin sırrı bu düsturda gizlidir. 
4. Gözü kapalı olmalıdır, yani harama ilişmemeli, ayıbı açığa çıkaran değil gizleyen olmalıdır. Böylece Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. 
5. Dili bağlı olmalıdır, yani kimseye kötü söz söylememeli, gıybet etmemeli ve hiçbir zaman iftirada bulunmamalıdır. Çünkü dil insan ruhunun aynasıdır ve o ayna her zaman pür-i pak olmalıdır. 
6. Beli bağlı olmalıdır, yani kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemelidir. Çünkü hayâ iman gereğidir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[21.10.2023 21:41] Annem: Hz. Peygamber’in 
(s.a.s.) bütün 
yaratılmışları 
kuşatan 
rahmetinden 
hayvanlar, bitkiler, 
dağlar ve taşlar dahi 
nasibini almıştır. 
Onun etrafındaki 
herkes bu merhamet 
pınarından içtiler. 
Peygamber Efendimiz Mekke’de 
yıllarca müşriklere İslam’ı tebliğ 
etti. Tüm çabalarına rağmen 
çok az kişi iman etmişti. Üstelik 
çok sevdiği eşi Hz. Hatice ve en 
büyük destekçisi amcası Ebu 
Talib’i de kaybetmişti. Fahr-i 
Kâinat Efendimiz, “hüzün se-
nesi” dediği böyle sıkıntılı bir 
zamanda Mekke’ye yakın olan 
Taif’e gitmeye karar verdi. Bel-
ki Taifliler imana gelir, İslam ve 
Müslümanlar için yeni açılımla-
ra vesile olur düşüncesiyle Zeyd 
b. Harise’yi de yanına alarak Ta-
if’e gitti. On gün kaldığı Taif’te 
şehrin ileri gelenlerini İslam’a 
davet etti. Ancak onlar iman et-
medikleri gibi şehrin ayaktakı-
mına taşlatarak o peygamberler 
sultanına hakarette bulundular. 
Efendimiz, son derece üzgün bir 
hâlde şehri terk ediyordu. Ceb-
rail (a.s.) gelerek eğer o isterse 
Allah’ın, elçisine bu muameleyi 
reva görenleri helak edeceği-
ni söyledi. Ama o, gönlündeki 
engin merhametin bir tezahürü 
olarak bu teklifi kabul etmedi. 
“Hayır, ben Cenab-ı Hakk’ın on-
ların soylarından sadece Allah’a 
ibadet edecek ve O’na hiçbir 
şeyi ortak koşmayacak kimse-
ler çıkarmasını dilerim.” (Buhari, 
Bed’ü’l-halk, 7; Müslim, Cihat, 111.) bu-
yurarak onların hidayeti için dua 
etti. Bu duanın bereketiyle önce 
Müslümanlara Yesrib’in kapıları 
açıldı ve nihayetinde Taifliler de 
gelip Müslüman oldular. 
Kendisine her türlü kötülüğü ya-
panlara karşı kin ve nefret duy-
mayan, kâfirlere ve müşriklere 
dahi rahmet olan bir peygam-
ber… Müşrikler inanmadıkları 
gibi Allah’ın vadettiği azabı is-
tiyorlardı. Ancak Cenab-ı Hak, 
peygamberi onların içinde oldu-
ğu müddetçe onlara azap etme-
yeceğini buyurdu. (Enfal, 8/32-33.)
Müşriklere beddua etmesini is-
teyenlere ise şöyle cevap veri-
yordu: “Ben lanetçi olarak değil, 
âlemlere rahmet olarak gön-
derildim.” (Müslim, Birr, 87.) Çünkü 
Efendimiz, kararan gönüllerin 
ancak merhametle tedavi ola-
cağının farkındaydı. İslam’a ve 
Müslümanlara en şiddetli düş-
manlığı yapanlardan Hind bint 
Utbe’nin iman ettikten sonra 
söylediği sözler, kalplerin mer-
hamet ve muhabbetle açıldığı-
nın ifadesidir: “…bir zamanlar 
yeryüzünde perişan olmasını en 
çok istediğim aile Peygamber 
ailesiydi. Fakat artık gözümde 
bu aile fertlerinden daha değerli 
bir kimse bulunmuyor.” (Buhari, 
“Eymân”, 3.) 
Sevgili Peygamberimizin Müslü-
manlara sevgi ve merhameti ise 
pek çoktu. Bu husus bizzat Ce-
nab-ı Hakk’ın beyanıyla sabittir: 
“Andolsun, size kendi içinizden 
öyle bir peygamber gelmiştir ki 
sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok 
ağır gelir. O, size çok düşkün, 
müminlere karşı da çok şefkatli 
ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.)
Bu ayet-i kerimede Hak Teâlâ 
çok şefkatli ve çok merhametli 
anlamlarına gelen “Rauf ve Ra-
him” isimlerini Efendimiz için 
kullanıyor. En merhametli olan 
Rabbimizin çok merhametli el-
çisi… Ashabına düşkün, onların 
derdiyle dertlenen, darda ka-
lanların imdadına yetişen, her-
kese kapısı açık olan ve kimseyi 
eli boş döndürmeyen, yaşlıya, 
güçsüze, çocuğa, miskine kol 
kanat geren bir peygamberdi o. 
Sevdiklerine sevgisini cömertçe 
gösteren, kimseyi incitmeyen, 
kırmayan, engin şefkat ve mer-
hamet membaı idi. 
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bütün 
yaratılmışları kuşatan rahme-
tinden hayvanlar, bitkiler, dağlar 
ve taşlar dahi nasibini almış-
tır. Onun etrafındaki herkes bu 
merhamet pınarından içtiler. Bir 
gün Efendimiz, ensardan birinin 
bahçesinde bir deve gördü. Pey-
gamber Efendimiz, gözlerinden 
yaşlar akan devenin yanın git-
ti ve inleyen deveyi okşayarak 
sakinleştirdi. Sonra devenin sa-
hibine dönerek: “Allah’ın sana 
lütfettiği bu deve hakkında Al-
lah’tan korkmuyor musun? O 
senin kendisini aç bıraktığından 
ve çok yorduğundan şikâyet edi-
yor.” buyurdu. (Ebu Davud, Cihad, 44.) 
Âlemlere rahmet olarak gönde-
rilen o rahmet peygamberine 
sonsuz salat ve selam olsun.
Aylık Dergi | Eylül 2023 39
LİSAN-I KALP
[21.10.2023 21:41] Annem: Aferin kuzuma...
O kadar kaba 
davrandığımı fark 
etmemiştim Ayşe. 
Özür dilerim. 
Arkadaşlarımdan 
bu kadar 
etkileneceğimi 
düşünmemiştim. 
Misin yanına varan 
mis kokar.
Neyse ki erken fark ettim nineciğim. 
Mis kokacağım. Arkadaşlarımı da 
güzel davranmaya davet edeceğim.
Evet. Arıların farklı çiçeklerden 
topladığı nektar nasıl bala farklı 
bir lezzet katıyorsa arkadaşlar da 
bize aynı şeyi yapar. Peygamberimiz, 
iyi arkadaşı, misk yani güzel koku 
taşıyan kimseye benzetmiştir. Kişi, 
arkadaşından etkilenir. 
Aslında sen 
de onları 
etkileyebilirsin. 
Çocuklar, nezaket 
bir Müslümana 
yakışan en güzel 
şeylerden biridir.
Bir daha yapma 
tamam mı?
Tamam.
DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 37
[21.10.2023 21:41] Annem: 5. Ebû Yezîd Ma’n (ra) anlatıyor:2
Babam Yezîd, sadaka olarak dağıtmak için birkaç dinar ayırmış ve onları camide birinin yanına koymuştu. Ben de gelip onları aldım ve babamın yanına gittim. Bunun üzerine babam, “Vallahi (ben o paraları) sana vermek istememiştim.” dedi. Babamın da bulunduğu bir ortamda durumu Resûlullah’a arz ettim. Resûlullah (sav) :
Yezîd, sen niyetinle sevap kazandın; Ma’n, sen de aldığın malı kazandın, buyurdu.

(Buhârî, Zekât, 15)
[21.10.2023 21:42] Annem: ABDESTE YIKANMASI VE MESH EDİLMESİ FARZ OLAN UZUVLAR NELERDİR? Abdestte, Maide suresinin 6. âyeti kerimesinde ifade edildiği gibi üç azânın yıkanması, bir azânın da mesh edilmesi farzdır.
Yıkanması farz olan uzuvlar; yüz, eller (kollar) ve ayaklardır. Sahih olan görüşe göre, ellere dirsekler de dâhildir. İki kenarındaki çıkık kemiklerle birlikte ayağın yıkanması gerekir. Çıplak ayağın meshedilmesi caiz değildir. Hz. Peygamber ve ashabının abdest alırken ayaklarını yıkadıklarına dair tevatür derecesinde nakledilen hadisler ayakları yıkamanın farz olduğuna delildir.
Mesh edilmesi gereken uzuv ise baştır. Başın dörtte biri mesh edilmelidir.
Yüzün sınırı, enine, iki kulak yumuşağı arasıdır. Boyuna, alından saçın bitim yeriyle çene altı arasıdır. Favori ile kulak yumuşağı arasında kalan beyaz kısmı muhtar olan görüşe göre yıkamak farzdır.
Gözlerin içerisine suyu ulaştırmak farz veya sünnet değildir. Doğrusu bu işlem göze zarar verir. Fakih Ahmet ibn İbrahim (r.âleyh)’den rivâyete göre kişinin yüzünü yıkama esnasında gözlerini şiddetli bir şekilde yumması caiz değildir. Fakat gözünü yumduğunda çapak dışarıda kalıyorsa suyu göz ucuna (çapak altına) ulaştırmak vaciptir. Sahih olan görüşe göre, dudağı kapattığımız zaman, dışarıda kalan kısım yüze, içeride kalan kısım ise ağza tabidir.
Abdestte bıyıkları, kaşları ve cilde bitişik olan sakalları yıkamak gereklidir. Sık olan sakal ve bıyık diplerine suyu ulaştırmak ise gerekli değildir. Ancak sakal ve bıyıklar seyrek olup dipleri gözüküyorsa suyun cilde ulaştırılması gerekir. Gusülde sık olan bıyık ve sakalın altındaki cilde suyu ulaştırmak farzdır.
(Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.182-183)

Ticaret Bakanı Bolat: Gri listeden çıkarılmış olmak uyguladığımız politikaların başarılı olduğunun göstergelerinden biri

Trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 5,5 milyonu geçti

Türkiye gri listeden çıkarıldı

Dünya Bankası enerji verimliliğini hızlandırmaya yönelik bölgesel girişim başlattı

TCMB ekonomistlerinin sektörel enflasyon beklentilerini değerlendirdiği blog yazısı yayınlandı

Yetki belgesiz emlak işletmelerine 29,2 milyon lira ceza uygulandı

Küresel LNG piyasasında Norveç'in ağustostaki bakım çalışmaları nedeniyle sıkılaşma bekleniyor

Elektrikli araç sahipleri bayramda şarj sorunu yaşamadı

Güvenilir gıdaya yönelik çalışmalar tek platformda toplandı

Türkiye'nin ihracatı mayısta 24 milyar 66 milyon dolar oldu

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 38 33 2 3 66 102
2.Fenerbahçe 38 31 1 6 68 99
3.Trabzonspor 38 21 13 4 19 67
4.İstanbul Başakşehir 38 18 13 7 14 61
5.Kasımpaşa 38 16 14 8 -3 56
6.Beşiktaş 38 16 14 8 5 56
7.Sivasspor 38 14 12 12 -7 54
8.Alanyaspor 38 12 10 16 3 52
9.Rizespor 38 14 16 8 -10 50
10.Antalyaspor 38 12 13 13 -5 49
11.Gazişehir Gaziantep 38 12 18 8 -7 44
12.Adana Demirspor 38 10 14 14 -7 44
13.Samsunspor 38 11 17 10 -10 43
14.Kayserispor 38 11 15 12 -13 42
15.Hatayspor 38 9 15 14 -7 41
16.Konyaspor 38 9 15 14 -13 41
17.Ankaragücü 38 8 14 16 -6 40
18.Fatih Karagümrük 38 10 18 10 -3 40
19.Pendikspor 38 9 19 10 -31 37
20.İstanbulspor 38 4 27 7 -53 16