SEMA ÖNER

Tarih: 16.05.2024 12:24

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[23.10.2023 18:44] Annem: Evet, biz onları da atalarını da, faydalandırdık. Öyle ki uzun süre yaşadılar. Ama, artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz? O halde onlar mı galip gelecekler? - Enbiyâ - 44. Ayet
[23.10.2023 18:44] Annem: Kim Allah'ın rızasını talep ederek bir mescid inşa ederse, Allah ona cennette bir ev inşa eder. - Müslim, Mesacid, 24
[23.10.2023 18:44] Annem: “Allahım! Dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında senden af ve afiyet istiyorum.”  - Hâkim, Deavât, No: 1902
[23.10.2023 18:44] Annem: Asırlardır İslam geleneğinde yüce bir ahlakî değer olarak yerini koruyan iffet erdemi, diğer ahlakî ilkeler gibi kaybolmaya yüz tutmuş gibidir. Zira bireysel özgürlük adına sınır tanımayan ve bütün değerleri hiçe sayan çağcıl zihniyet, kuralsız ve ölçüsüz yaşamaya müsaade etmeyen iffeti dışlamayı öngörmektedir. Hâlbuki bu şekilde yaşamak kişiyi özgürleştirmez, bilakis nefsinin kölesi olarak yaşamaya mahkûm eder. Nefsinin istekleri doğrultusunda yaşayan insanı durduracak hiçbir şey yoktur. Geçici hazlarla tatmin olamayacağı için mutluluğu bir orada bir burada arayarak geçer bütün hayatı. Ahlakî ve ruhi bakımdan çöküntüye uğrayan bu tür kişilerden meydana gelen bir toplumun sağlıklı olamayacağı açıktır. Zira herkesin sınırsızca kendi çıkarları peşinde koştuğu bir ortamda hak, adalet, hoşgörü, güven ve dayanışma gibi toplumu ayakta tutacak temel ilkelerden bahsedilemez. Allah Resûlü, “Allah bir toplumun bekasını ve gelişmesini dilerse onları hoşgörü ve iffetle rızıklandırır.” (Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 34) sözüyle bu gerçeği ortaya koymaktadır. - İFFET
[23.10.2023 18:45] Annem: Yapılış Şekli
46- Daha önce yazıldığı gibi Temettü Haccı, farz olan hac ile Umre'yi ayrı ayrı iki ihram ile toplayıp hac mevsiminde yapmaktır. Mikat dışından (uzaktan) gelen hacılar, ihramda fazla kalmamak için daha çok bu nevi hac etmeyi tercih ederler. Şöyle ki:
1) Bir afakî (mikat dışından gelen kimse) ihrama başladığı zaman: "Ya Rabbi! Ben umre yapmak istiyorum, bu umreyi bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur," diye umreye niyet ederek telbiyede bulunur, iki rekât namaz kılar. Diğer işleri de yerine getirir.
2) Mekke'ye girince, usulüne göre umre için Kâbeyi yedi defa tavaf eder. Sonra iki rekât namaz kılar. Daha sonra Safa-Merve arasında sa'y görevini yapar. Arkasından saçlarını traş eder veya kısaltır. Böylece umresini tamamlar.
3) Bu şekilde umresini yapmış olan kimse, ihramdan çıkmış olur. Artık ihrama girmemiş insanlar gibi Mekke'de kalır. Asıl elbiselerini giyer ve mubah olan diğer işleri yapabilir.
4) Umresini yapmış olan bu zat, Mina'ya çıkılacak gün veya daha önce Mekke'de tekrar ihrama girer ve (farz) hacca niyet eder, telbiyede bulunur. Artık yalnız hacca (ifrad hacca) niyet eden kimse gibi, daha önce, yazıldığı üzere hac görevlerinin (menasiki) yerine getirir. Bundan başka Mina'da bir kurban keser.
Bu kurban, hac ile Umreyi bir arada yapmaya başarı kazanmanın bir şükrü yerindedir. Akabe Cemresi taşlandıktan sonra nahr günlerinin birinde kurban kesilir. Bu kurbanı kesmeden önce saçlar traş edilmez veya kısaltılmaz. Bu kurban bir koyun olabileceği gibi, kurban edilecek bir deve veya sığırın yedide biri veya tümü de olabilir. Böyle bir kurban kesmekten aciz ise, Arefe gününde üç gün tamamlanmış olmak üzere oruç tutar. Ayrıca memleketine döndükten sonra veya dilediği bir yerde yedi gün ki, toplam on gün oruç tutması vacib olur.
5) Bu uygulama, Temettü haccında bulunup da beraberinde Hedy (kurbanlık) Mekke'ye götürmemiş veya göndermemiş olan kimseye göredir. Eğer böyle bir kurban bulunursa, yalnız Umreyi yapmakla ihramdan çıkmış olmaz. Umre için tavaf eder, sa'yda bulunur ve terviye gününe (zilhiccenin sekizinci gününe) kadar ihramda kalır. Bunun arkasından hac için niyet ederek ihrama girer. Geri kalan hac işlerini yerine getirmeye devam eder. Kurban Bayramının ilk gününde Akabe taşlarını attıktan onra Kurbanını şükür olarak keser. Ondan sonra saçlarını traş eder veya kısaltır. Artık o anda iki ihramdan çıkmış olur
[23.10.2023 18:45] Annem: "Müminlerle onlar (münafıklar)ın arasına bir duvar çekilir ki, onun bir kapısı vardır; içerisi rahmet, dış tarafı ise azabtır." (Hadid, 57/13) âyeti gereğince nihayet bir kapanır, bir daha açılmaz olur. Onlar bâtılın karanlığı içinde sonsuzluğa kadar hasretle yanarlar, sönmek bilmez kara bir ateş ile yanarlar. Bu âyette "Allah onların hastalığını artırmıştır." buyurulduğu gibi, diğer bir âyette de "Kalplerinde (şüphe ve nifak) hastalığı bulunanların ise, (indirilen sûre), inkârları yüzünden murdarlıklarına murdarlık katar ve onlar kâfir olarak ölüp giderler." (Tevbe, 9/125) buyurulmuştur ki, hastalık ile pisliğin ilişkileri de açıktır ve bütün bunlar ilâhî kanunlardır. İman eden kazanır, etmeyen de yanar, yakılır.

Bu münafıkları ortaya çıkartacak ve azaplarında şiddetlendirici sebepler olacak, bozgunculuklarına dal budak salan bazı çirkin vasıfları daha vardır. Şöyle ki:

11- Bu âyet yukardaki âyetine atfedilmiştir. Bunlara: "Şu yeryüzünde fesatçılık yapmayın, fesat çıkarmayın, ortalığı ifsat etmeyin." diye uyarı ve kötülükten yasaklama yapıldığı zaman "hayır biz fesatçı değil, ıslah edici adamlarız, fesat değil, yalnız ıslah ve ıslahat yapan kimseleriz" demektedirler, böyle demişlerdir ve böyle derler. Bilhassa Ebu's-Suûd'un da açıkladığı üzere, bunu derken yaptıkları fesatçılıkları, inkâr ile örtmek isterler. Bundan asıl maksatları ise yaptıkları şeylerin fesatçılık değil, bizzat ıslah olduğunu iddia etmektir. Çünkü bunlar hak ve gerçeği seçemediklerinden ve seçmek istemediklerinden, bozmayı düzeltmek sanırlar. Yeryüzünün bozulması, Allah'ın kullarının durumlarını bozan, gerek geçimleri ve gerek ahiretleriyle ilişkili işlerini çığırından, hedefinden çıkaran fitneler, harplerdir. Bozgunculuk da bunları ve bunlara sevkedici olan şeyleri ortaya çıkarmaktır. Münafıklar da böyle yapıyorlardı. Müminlerin içine karışıyorlar, sırlarını kâfirlere açıklıyor ve onları iman ehli aleyhine teşvik ediyorlardı. İnsanları tutuşturmak, müminleri bozmak, zarar vermek için fırsatlar icat etmek ve fırsatlardan istifade etmek gibi kötülükler yapıyorlardı. Müminler de bunları uyanıklıklarıyle gözden kaçırmıyorlar, gaflet etmiyorlar ve kötülüklerden vazgeçirme hususunda dinî görevlerini yapıyorlar ve münasib şekilde nasihat ve uyarmalarda bulunuyorlardı. Fakat münafıklar ne öğüt dinlerler, ne de dinlemek isterler. Bunlara karşı "biz ancak ıslah edicileriz"

derlerdi. Müminler, bunların yalan yanlış ıslahcılık davasına inansınlar mı? İşte Cenab-ı Hak bu noktayı şu tenbih ile açıklığa
[23.10.2023 18:46] Annem: üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi. Ben: "Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedim."

Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Davud, Edeb 133, (5159, 5160); Tirmizi, Birr 30, (1949).

4129 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim kölesine kazıf'ta bulunursa (zina isnadı yaparsa), kölesi bu iftiradan beri ise, Kıyamet günü celde uygulanır. Dediği doğru ise o başka."

Buhari, Hudud 45; Müslim, Eyman 77, (1660); Ebu Davud, Edeb 133, (5165); Tirmizi, Birr 30, (1948).

KÖLENİN TESMİYESİ

4130 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de Rabbi (sahibim), rabbeti (sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin. Memluk (köle) de Seyyidi (efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve celil olan Allah'tır."

Buhari, Itk 17; Müslim, Elfaz 14, (2249); Ebu Davud, Edeb 83, (4975, 4976).

4131 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur"; "Rabbine abdest suyu dök"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyyidim", "efendim" desin.

Sizden kimse abdî (kulum), emetî (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım, yavrum" desin."

Müslim. Elfaz 15, (2249).

4132 - Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Sizden kimse "kölem!" "cariyem!" diye söylemesin. Hepiniz Allah'ın kölelerisiniz, bütün kadınlarınız da Allah'ın kullarıdır."

Müslim, Elfaz 13, (2249).

4133 - Hz. Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."

Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai, Tahrimu'd-Dem 12, (7, 102).

ÂZAD ETME

4134 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim, kendisi ile bir başkası arasında (ortak) olan bir köle(deki kendine mahsus hisse)yi azad ederse, köleye onun malından adilane bir kıymet biçilir, ne eksik ne de fazla. Sonra, eğer zenginse, onun malından (ortaklara hisseleri verilerek) köle azad edilir. Değilse köleden azad ettiği kısım azad olmuştur."

Buhari, Şirket 5, 14. Itk 4, 17; Müslim, Itk 1, (1501); Muvatta, Itk 1, (2, 772); Ebu Davud, Itk 6, (3940 - 3947); Tirmizi, Ahkam 14, (1346, 1347); Nesai, Büyü 106, (7, 319).

4135 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Köleyi ölme anında azad edenin misali, doyduğu zaman hediyede bulunan adam gibidir."

Ebu Davud, Itk 15, (3968); Tirmizi, Vesaya 7, (2124).

4136 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, öleceği sıra, kendine ait altı köleyi azad etti. Onlardan başka malı da yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları çağırdı. Onları üç gruba ayırdı, sonra aralarında kur'a çekti. İkisini azad etti. dördünü köle olarak bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı."

Müslim, Eyman 56, (1668); Muvatta, Itk 3, (2, 774); Tirmizi, Ahkam 27, (1364); Ebu Davud, Itk 10, (3958- 3961); Nesai, Cenaiz 65, (4, 64).

4137 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyor ki: "Hangi cariye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirirse, artık efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta oldukça ondan istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur."

Muvatta, Itk 6, (2, 776).

4138 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim zû-rahm muhrem birisine malik olursa o hürdür."

Ebu Davud, Itk 7, (3949); Tirmizi, Ahkam 28, (1365); İbnu Mace, Itk 5, (2524).

4139 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a yardım talep etmek üzere bir adam gelip: "Ey Allah'ın Resulü! (Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana sıkıntı veriyor)" dedi. Aleyhissalatu vesselam "Vah! Neyin var?" deyin
[23.10.2023 18:47] Annem: Müslimânın önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. Nitekim, sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiği emrleri alınız, yapınız! Sizi nehy, men’ etdiği şeylerden kaçınınız!) buyuruldu. İhlâs elde etmekle emr olunduk. Fenâ hâsıl olmadan, ihlâs elde edilemez ve Zât-i ilâhîyi sevmedikçe, hâsıl olmaz. O hâlde, Fenâ makâmını ve bunun başlangıcı olan (Makâmât-i aşere)yi, ya’nî on şeyi elde etmek lâzımdır. [Fenâya kavuşmak için lâzım olan on şey, tevbe, zühd, tevekkül, kanâ’at, uzlet ya’nî dîni, ahlâkı bozan kimselerden, kitâblardan, gazetelerden, filmlerden sakınmak, zikr ya’nî her hareketde, Allahü teâlâyı unutmamak, teveccüh, sabr, murâkabe ve rızâdır.] Fenâ makâmı, her ne kadar, Allahü teâlânın ihsânı ise de, fekat bu ihsâna lâyık olmağa hâzırlanmak, başlangıclarını elde etmek için çalışmak lâzımdır. Evet ba’zı bahtiyârları, çalışmadan, sıkıntı çekip, kendini temizlemeden ve başlangıcları elde etmeden, fenâya kavuşdururlar. Bu bahtiyârlar iki dürlüdür: Yâ, yükseldiği makâmda bırakıp geri döndürmezler veyâ tâlibleri, nâkısları yetişdirmesi için, bu âleme geri getirirler. Birinci şeklde, bu iniş makâmlarından geçmemiş olur. Bundan dolayı da Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının çeşid çeşid tecellîlerinden [ya’nî husûsî te’sîrlerinden] haberi yokdur. İkinci şeklde ise, bu âleme geri dönerken, onu bu makâmların her birinin, her tarafından geçirirler. Sonsuz tecellîlere kavuşdururlar. Mücâhede edenlerin, sıkıntı çekenlerin geçdiği yolları, hâlleri hep görür. Fekat, onlar gibi derdli, üzüntülü değil, zevkli, lezzetlidir. Zâhiri sıkıntıda, bâtını ni’metde ve lezzetdedir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bu büyük ni’meti, acabâ kime verirler?

Süâl: İhlâs, islâmiyyetin bir parçası olunca, bunu elde etmek, herkese vâcibdir. Hakîkî ihlâs, fenâ makâmına varmayınca hâsıl olmaz ise, ebrârın âlimleri ve sâlih insanlardan fenâ derecesine varmıyanlar, ihlâsa kavuşamıyacakdır. İslâmiyyetin üçüncü parçası olan ihlâsı elde etmemeleri günâh olacak, değil mi?

Cevâb: Âlimlerde, sâlihlerde, ihlâsdan bir kısm, bir parça hâsıl olur. Fenâdan sonra ise ihlâs, temâm olur. Her parçası hâsıl olur. Demek ki, fenâ olmadan ihlâsın hakîkati
[23.10.2023 18:51] Annem: Bayram Namazı

Ana Sayfa
Namaz
Bayram Namazı
İlgili
Bayram namazı, biri ramazan bayramında diğeri kurban bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rek‘atlık bir namazdır. Bayram namazı Hanefi mezhebinde, cuma namazının vücub şartlarını taşıyan kimselere vaciptir. Şafii ve Malikiler’e göre müekked sünnet, Hanbeliler’e göre ise farz-ı kifayedir.

Bayram namazının sıhhat şartları, Hanefiler’e göre, hutbe hariç, cuma namazının sıhhat şartları ile aynıdır. Sadece hutbenin hükmü bakımından aralarında fark vardır. Yani cuma namazında hutbe sıhhat şartı olduğu halde, bayram namazında sünnettir. Yine hutbe cuma namazında namazdan önce, bayram namazında ise namazdan sonra okunur.

 


Şafiiler’e göre kadınlar da bayram namazı ile yükümlüdürler. Şu var ki bu namazın cemaatle kılınması şart olmayıp, münferiden de kılınabilir, fakat camide cemaatle kılınması daha faziletlidir.

Bayram namazının diğer namazlardan kılınış bakımından farkı, bunun her rek‘atında üçer fazla tekbir olmasıdır. Bu fazla tekbirlere “zait tekbirler” denir. Bu ilave tekbirler vacip olup birinci rek‘atta kıraatten önce, ikinci rek‘atta kıraatten sonra alınır. Tekbirle birlikte eller kaldırılır ve yanlara bırakılır (ref‘ ve irsal). İlk rek‘atta iftitah tekbirinden sonra eller bağlanır (itimad) ve “Sübhaneke” okunur. Bundan sonra imamla birlikte zait tekbirlere geçilir. İmamın tekbiri diğer tekbirlerde olduğu gibi sesli, cemaatin tekbirleri ise alçak sesle olur. Allahüekber denilerek eller kaldırılır ve yanlara salınır, üç kere “sübhanellah” diyecek kadar beklendikten sonra yeniden tekbir alınır; aynı şekilde eller kaldırılır, yanlara bırakılır ve biraz beklendikten sonra bu rek‘attaki zait tekbirlerin sonuncusu olan üçüncü tekbir alınır ve bu defa eller bağlanır. Cemaat susar, imam gizlice euzü ve besmele çektikten sonra açıktan okumaya başlar. Fatiha’dan sonra bir sure daha okur, rüku ve secdeden sonra ikinci rek‘ate kalkılır. İkinci rek‘atta imam, Fatiha ve arkasından bir sure okuduktan sonra üç defa tekbir alınır ve eller yanlara salıverilir. Dördüncü tekbir rükua geçiş tekbiri olup bu tekbirle rükuya gidilir ve namaz tamamlanır.

Diğer mezheplerde tekbir sayısı ile ilgili farklı uygulamalar da vardır.

Namazdan sonra imam minbere çıkar ve hiç oturmaksızın hutbe okur. Cuma hutbesindeki hamdü senaya bedel olarak bu hutbede, Allahü ekber, Allahü ekber; la ilahe illellahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahi’l-hamd der, cemaat bu tekbirlerde imama eşlik eder. İmam, cuma hutbesinde olduğu gibi, hutbeyi iki hutbe yapıp arasını kısa bir oturuşla ayırır.

Bayram namazına giderken yolda tekbir getirilir. Bu tekbirler ramazan bayramında sessiz, kurban bayramında ise açıktan yapılır. Camiye varıldıktan sonra her ikisinde de namaz vaktine kadar hep birlikte tekbir alınır. Camide vaaz ediliyorsa oturup sessizce dinlenir.

Bayram namazının vakti, güneşin doğuşu sırasındaki kerahet vaktinin çıkmasından sonradır. Bir mazeret sebebiyle bir beldede bayram namazı birinci gün kılınamamışsa, ramazan bayramı 2. gün, kurban bayramı ise 2. gün yine kılınamazsa 3. gün kılınabilir. Ancak bayram namazı özürsüz olarak terkedilmişse artık kılınmaz, kurban bayramı ise kerahetle birlikte 2. veya 3. gün kılınabilir.

Bayram namazının ilk rek‘atına zait tekbirlerin alınmasından sonra yetişip imama uyan kimse, iftitah tekbirini aldıktan sonra Sübhaneke okumaz, hemen zait tekbirleri alır. Eğer imam rükuda iken yetişmiş ise bu takdirde, ayakta tekbir alıp imama iktida eder ve hemen rükua gider ve rüku tesbihlerinin yerine zait tekbirleri ellerini kaldırmaksızın orada yapar. Yetiştiremezse zait tekbirler ondan düşmüş olur. İmama ikinci rek‘atta yetişmiş olan kimse ise imam selam verdikten sonra, kılamadığı birinci rek‘atı kaza etmek için kalktığında zait tekbirleri k
[23.10.2023 18:55] Annem: Aslan Öldürmek

Ana Sayfa
A
Aslan Öldürmek
Rüyada Aslan Görmek
Rüyada Aslanla Boğuşmak
Rüyada Aslan İle Konuşmak
Rüyada Aslan Pisliği Görmek
Rüyada Aslandan Kaçmak
Rüyada aslan öldürmüş olmak, kuvvetli bir hasımı mağlup etmeye, kendine haset eden bir kimseden feraha ermeye, düşmanıyla bir araya gelmeye, korktuğundan emin ve emniyetli olmaya, esas yaşamda size husumet eden bir kişinin bütün tuzaklarını karmakarışık etmeye, hasımını kahretmeye, yaklaşmış olan bir riskli bir durumu savmaya tabir edilir.

 


Rüyada Aslan Görmek
Rüyada görmüş olunan aslan değişik biçimlerde tabir edilmektedir. Kimi tabircilere göre aslan rüyası, güclü ve cesur bir adam manasına çıkar. Etrafınızda bu şekilde bir şahıs olduğuna ve o kimse ile dostluk kurmuş olacağınıza delalet eder. Kimi zaman da bu şekilde bir rüya, kuvvetli ve merhametsiz bir hasımdır. Rüyada görmüş olunan aslan, kimi vaziyetlerde da başınızdaki amire ya da yöneticinize de tabir edilir.

Rüyada Aslanla Boğuşmak
Rüyada aslanla boğuşmuş olan şahıs, güclü bir düşmanla çabaya girer, şayet rüyası esnasında aslanı yenmiş olmuşsa esas yaşamda da hasımına galip gelir. Kimi zaman da bu rüya, çalışanlarına zulmeden bir yöneticiye ve bu şekilde birisi yüzünden yaşayacağınız sorunlara tabir edilir.

Rüyada Aslan İle Konuşmak
Bu şekilde bir rüya gören şahsın arkadaş görünümlü bir hasımı vardır ve rüyayı gören kişi bahse konu olan insanla zaman geçirir; beraber oturmuş olup kalkar. Size haset eden ve her zaman kötülüğünüzü istemiş olan bir dostınızdan göreceğiniz fenalığa ya da hasımınızdan çıkar sahip olmaya de delalet etmektedir.

Rüyada Aslan Pisliği Görmek
Rüyası esnasında aslan pisliği görmüş olan kimse hem madden hem de manen kimi menfaatler sahip olar. Bu rüya, güclü ve maddi cepheden da kuvvetli birisinden yardım göreceğinize ve onun himayesine girmiş olarak bütün sorunlarınızdan feraha ereceğinize delalet eder.

Rüyada Aslandan Kaçmak
Rüyası esnasında aslandan kaçan kimse kimi tehlikeli hadiseler yaşarmış ol ya da birtakım korkulu durumları olur. şayet aslandan korkmadığınız halde kaçıyorsanız, kimi vaziyetlerden kaygı duyacağınıza; ama neticesinde korktuğunuzdan emin olup selamete erişmiş olacağınıza delalet eder. Aslandan kaçan kimse kimi zaman da kuvvetli bir kişiden çekinir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[23.10.2023 19:08] Annem: İkincisi: Ehl-i tarîkatın ve bilhâssa Nakşîlerin dört esasından biri ve en müessiri olan rabıta-i mevt Eski Said’i Yeni Said’e (R.A.) çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said’e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o rabıta-i keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i iman hakkında mevtin nuranî ve hayatdar ve güzel hakikatını görüp gösterdi.

Üçüncüsü: Bu âyet cifir ve ebced hesabıyla her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek âyetteki “meyyit” kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi “meyyit” adedine tam tevafukla hususî işarete mazhar bir mâsadak “Said-ün Nursî”dir.

[Sabri’nin sadakatının bir kerametidir.]

Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim, hayretle dedi: “Bu hem Sabri’nin, hem Risale-i Nur’un bir kerametidir
[23.10.2023 19:08] Annem: İşaret: Şu tabiat ve kuva-yı umumiye tesmiye ettikleri emirler, kat’iyyen aklı ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve şu kâinata illet ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, mahza Sâni’den tegafül ve intizamın ilcaından tevellüd eden yalnız ızdırar ile, veleh-resan-ı ukûl olan kudretin âsârını şu matbaa-misal olan tabiatın san’atından görmek, tabiatı mistar iken masdar tahayyül etmek; lâzım-ı eammın vücuduyla, melzum-u ehassın vücudunu intaca çalışan akîm bir kıyasın neticesidir. Evet şu kıyas-ı akîm, dalalet ve hayret vâdilerine çok yolları açmıştır.

Tenvir: Ef’al-i ihtiyariyenin nazzamı olan şeriat ve kanun şu kadar hark ve muhalefetle beraber birçok cühhal-i vahşiye; âdeta şeriatı bir hâkim-i ruhanî ve nizamı bir sultan-ı manevî tevehhüm edip, bir tesiri tahayyül eder. Evet bir taburun veya askerin muttarid olan harekâtını ve yeknesak olan etvarlarını ve birbiriyle rabtolunan ahvallerini müşahede eden vahşi bir adam, şu efrad-ı adîdeyi veyahut heyet-i askeriyeyi, manevî bir iple merbut zannederse; acaba garib görünecek midir? Veyahut bir bedevi veya bir şâir-üt tab’, nâsı bir vaz’-ı hasende ifrağ eden ve mabeynlerini te’lif eden nizamı bir mevcud-u manevî ve şeriatı bir halife-i ruhanî temessül ederse, çok görünecek midir? Öyle ise kâinatın ahvaline taalluk eden ve tabiat tesmiye olunan ve tasdik-i enbiya veya tekrim-i evliyadan başka hark olunmayan ve müstemirre olan şu şeriat-ı fıtriye-i İlahiye, evhamda tecessüm etsin, neden taaccüb olunsun?

Vehim ve Tenbih: İnsanın zihni ve lisanı ve sem’i; cüz’î ve teakubî oldukları gibi, fikri ve himmeti dahi cüz’îdir. Ve teakub tarîkıyla yalnız bir şeye taalluk eder ve meşgul kalır. Hem de insanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nisbetindedir. Himmetin derecesi ise, maksad ve iştigal ettiği şeyin nisbetindedir. Hem de insan teveccüh ve kasdettiği şeyde, güya “fena fi-l maksad” oluyor. İşte şu noktaya binaen hasis bir emir veya pek cüz’î bir şey, büyük bir adama isnad olunmaz. Zira tenezzül etmez. Ve himmetini o küçük şeye sığıştıramaz. Himmeti ağır, o şey gayet hafif olduğundan güya müvazenet bozulur. Hem de insan hangi şeye temaşa ederse, elbette mekayisini ve esaslarını kendi nefsinde arayacaktır. Eğer bulmazsa, etrafında ve ebna-yı cinsinde arayacaktır. Hattâ hiçbir
[23.10.2023 19:08] Annem: İşte bu mezkûr hakikatları ve şehadetleri ifade manasıyla, Birinci Makam’ın altıncı mertebesinde:

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلَى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ جَمِيعِ اَنْوَاعِ اْلاَشْجَارِ وَ النَّبَاتَاتِ الْمُسَبِّحَاتِ النَّاطِقَاتِ بِكَلِمَاتِ اَوْرَاقِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْفَصِيحَاتِ وَ اَزْهَارِهَا الْمُزَيَّنَاتِ الْجَزِيلاَتِ وَ اَثْمَارِهَا الْمُنْتَظَمَاتِ الْبَلِيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ اْلاِنْعَامِ وَ اْلاِكْرَامِ وَ اْلاِحْسَانِ بِقَصْدٍ وَ رَحْمَةٍ وَ حَقِيقَةِ التَّمْيِيزِ وَ التَّزْيِينِ وَ التَّصْوِيرِ بِاِرَادَةٍ وَ حِكْمَةٍ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلاَلَةِ حَقِيقَةِ فَتْحِ جَمِيعِ صُوَرِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُزَيَّنَاتِ الْمُتَبَايِنَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ مِنْ نُوَاتَاتٍ وَ حَبَّاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَعْدُودَةٍ ❊

denilmiş.

Sonra, seyahat-ı fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken; hayvanat ve tuyur âleminin kapısı hakikat-bîn olan aklına ve marifet-aşina olan fikrine açıldı.

Yüzbin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar, “Buyurun” dediler. O da girdi ve gördü ki: Bütün hayvanat ve kuşların bütün nevileri ve taifeleri ve milletleri, bil’ittifak lisan-ı kal ve lisan-ı halleriyle “Lâ ilahe illâ Hû” deyip, zemin yüzünü bir zikirhane ve muazzam bir meclis-i tehlil suretine çevirmişler; herbiri bizzât birer kaside-i Rabbanî, birer kelime-i Sübhanî ve manidar birer harf-i Rahmanî hükmünde sâni’lerini tavsif edip hamd ü sena ediyorlar vaziyetinde gördü. Güya o hayvanların ve kuşların duyguları ve kuvaları ve cihazları ve a’zâları ve âletleri, manzum ve mevzun kelimelerdir ve muntazam ve mükemmel sözlerdir. Onlar, bunlarla Hallak ve Rezzaklarına şükür ve vahdaniyetine şehadet getirdiklerine kat’î delalet eden üç muazzam ve muhit hakikatları müşahede etti.

Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan hiçten hakîmane icad ve san’at-perverane ibda’ ve ihtiyarkârane ve alîmane halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ihya etmek hakikatıdır ki; zîruhlar adedince şahidleri bulunan bir bürhan-ı bahir olarak, Zât-ı Hayy-u Kayyum’un vücub-u vücuduna ve sıfât-ı seb’asına ve vahdetine şehadet eder
[23.10.2023 19:09] Annem: Elcevab: Âl-i Beyt’ten bir kutb-u a’zam demiş ki: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’nin (R.A.) hilafetini arzu etmiş, fakat gaibden ona bildirilmiş ki: Murad-ı İlahî başkadır. O da, arzusunu bırakıp, murad-ı İlahîye tâbi’ olmuş.” Murad-ı İlahînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki:

Vefat-ı Nebevî’den sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali’nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali’nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaatı itibariyle, çok zâtlarda ve kabîlelerde rekabet damarını harekete getirip, tefrikaya sebeb olmak kaviyyen muhtemeldi. Hem Hazret-i Ali’nin hilafetinin teehhür etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvamın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi, sonra inkişaf eden yetmişüç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisatın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi hârikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli
[23.10.2023 19:09] Annem: eden otuzüçüncü âyetin istihracına dair Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz Üstadım Hazretleri!

Dün akşam namazını kılarken ikinci rek’atta, Fatiha-i Şerife’den sonra

شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَالْمَلئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

âyetini okurken, hiç düşünmediğim, akıl ve kalbimde bir şey, taharriye bir sebeb yokken, birdenbire ruhun penceresine şu azîm âyet-i kerimenin Risale-i Nur’a, müellifine bir münasebet-i maneviye ile işareti gösterildi. Namazdan sonra düşündüm. Hakikaten kuvvetli bir münasebet-i maneviyesi var. Şöyle ki:

Bu kâinatta, vahdaniyet-i İlahiyeyi cinn ve ins ve ruhaniyata karşı kat’î bir surette gösterip isbat eden birinci, Kur’an-ı Azîmüşşan olduğu gibi; bu asırda ikinci, üçüncü derecede kemal-i adaletle ve sadık ve musaddak hüccetlerle vahdaniyeti vâzıh ve bahir bir surette, kâinat safahatında ins ü cinnin enzarına arzedip isbat eden Risale-i Nur; bütün tabakat-ı beşere hem medrese, hem mekteb, hem kışla, hem hakîm, hem hâkim olarak, en âmî avamdan en ehass-ı havassa kadar ders verip, talim ve terbiye etmesi bizce meşhud olmasıyla, bu âyet-i kerimenin bir mevzuu, bir mâsadakı da Risale-i Nur olmasına şübhesiz bir kanaat veriliyor.

İkinci kelime-i tevhidden sonra “El-Aziz-ül Hakîm” isimleriyle Cenab-ı Hak (Celle Celalühü) zâtını tavsif buyurup, ikinci derecede aynı isimlerin mazharı olan Risalet-ün Nur şahs-ı manevîsine işaret etmesi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın şe’nine yakışır bir keyfiyettir. Çünki belki bütün dünyaya muhalif olarak fakr-ı haliyle beraber izzet-i ilmiyeyi muhafaza için ölümden beter musibetlere karşı göğüs geren, tahammül eden Risale-i Nur tercümanı olduğu gibi; zeminde ve semavatta hikmetle tasarrufatın muammasını açan yine Risale-i Nur olduğu sadık ve musaddaktır. Bu kuvvetli münasebet-i maneviyeyi teyid eden bir emaresi de şudur ki:

اُولُوا الْعِلْمِ makam-ı cifrîsi ikiyüz ondört (214) olup, Risale-i Nur’un bir ismi olan “Bedîüzzaman”ın (şeddeli “ze”, lâm-ı aslî sayılır) makamı olan ikiyüz ondörde tam tamına tevafuku ve müellifinin hakikî ve daimî ismi olan Molla Said’in makamı olan ikiyüz onbeşe bir tek farkla tevafuku, elbette bu kelime-i kudsiyenin her asra baktığı gibi, bu asra da medar-ı nazar bir ferdi Resail-in Nur olduğuna bir emare olduğu gibi; وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ (okunmayan ikinci vav ve hemze sayılmaz) makamı olan altıyüzbir (601) adediyle, Risale-i Nur’un beşyüz doksandokuz (599) makamına ve Resail-in Nur makamına yalnız iki farkla, iki ismine tevafuku dahi bir emare olduğu ve شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ وَالْمَلئِكَةُ وَاُولُوا الْعِلْمِ cümle-i tevhidiye-i kudsiyesinin makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi olan bin üçyüz altmış (1360) adediyle 14(Haşiye) tam tamına bu acib isyan, tuğyan ve temerrüd asrının ve garib küfran ve galeyan ve ilhad zamanının bu senesine ve bulunduğumuz bu tarihe tevafuku ve tetabuku elbette kuvvetli bir emaredir ki; bu pek büyük ve geniş ve âmm olan tevhid ve şehadetin medar-ı nazar ehemmiyetli efradı ve mâsadakları, her zamandan ziyade bu şehadete muhtaç bu asrın bu vaktinde bulunacaktır. Ve şimdilik o şehadeti tesirli bir surette isbat eden Resail-in Nur o efraddan birisi ve hususî medar-ı nazar olduğuna pek çok emareler ve işaretler ve beşaretler vardır. َاللّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَ�
[23.10.2023 19:10] Annem: -i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder, وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيهَا altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki; semavat ve arz ve cibal tedehhüş etmişler, farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta ene olur. Sonra nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i nev’iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip; o ene, enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sâni’-i Zülcelal’in evamirine karşı mübareze eder. Sonra kıyas-ı binnefs suretiyle herkesi, hattâ herşeyi kendine kıyas edip, Cenab-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ mealini gösterir. Evet nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de “Kendime mâlikim.” diyen adam, “Herşey kendine mâliktir.” demeye ve itikad etmeye mecburdur.

İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene’nin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa; o ene’deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez. Onbirinci Söz’de mahiyet-i insaniyenin ve mahiyet-i insaniyedeki enaniyetin, -mana-yı harfî cihetiyle- ne kadar hassas bir mizan ve doğru bir mikyas ve muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir âyine ve kâinata güzel bir takvim, bir ruzname olduğu gayet kat’î bir surette tafsil edilmiştir. Ona müracaat edilsin. O Söz’deki tafsilata iktifaen kısa keserek mukaddimeye nihayet verdik. Eğer mukaddimeyi anladınsa gel, hakikata giriyoruz.

İşte bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde… Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizac ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem’olmuştur. Şimdi şu iki silsilenin menşe’lerini, esaslarını bulmalıyız.

İşte diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ kuvve-i akliye dalında; Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun meyvelerini, beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gazabiye dalında; Nemrudları, Firavunları, Şeddadları 5(Haşiye) beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behimiye dalında; âliheleri, sanemleri ve uluhiyet dava edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşei ile silsile-i nübüvvetin ki bir şecere-i tûbâ-i ubudiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübarek dalları: Kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselîn ve evliya ve sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi.. kuvve-i dafia dalında â
[23.10.2023 19:10] Annem: BEŞİNCİ KELİME: Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:

Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi, kal’ası hükmündedir. Arab-Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdır.

İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit, alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır. Nasılki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında bütün efradı müttehem olur. Güya herbir ferd o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukukuna tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.

Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî’deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mazuruz.” diye özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz makbul değil. Tenbelliğiniz ve “Neme lâzım!” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizlere gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.

İşte seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene -yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik- yalnız işleyene münhasır kalamaz. Belki bu hasene, milyonlar ehl-i imana manen faide verebilir
[23.10.2023 19:11] Annem: Yirmi Üçüncü ve Yirmi Dördüncü Ayetlerin Tefsiri
Nübüvvet Hakkında
وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ❊

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

Gayet kısa bir meali: Yani “Abdimiz üzerine inzal ettiğimiz Kur’anda bir şübheniz varsa, Kur’anın mislinden bir sure yapınız; hem de Allah’tan başka, işlerinizde kendilerine müracaat ettiğiniz şüheda ve muinlerinizi de çağırınız, yardım etsinler. Eğer sözünüzde sadık iseniz hepiniz beraber çalışınız, Kur’anın mislinden bir sure getiriniz. Eğer bir misil getiremediğiniz takdirde, zâten getiremezsiniz ya, öyle bir ateşten sakınınız ki; odunu, insanlar ile taşlardır.”

Mukaddeme

Kitabın evvelinde beyan edildiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in takib ettiği esas maksad dörttür. Birinci maksadı olan “tevhid”, evvelki âyetle beyan edilmiştir. Bu âyetle de, ikinci maksad olan “nübüvvet” beyan ve izah edilmiştir. Yalnız birşey var ki, bu âyet nübüvvet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) isbatı hakkındadır; nübüvvet-i mutlaka hakkında değildir. Halbuki maksad, mutlak nübüvvettir. Fakat küllî, cüz’îde dâhildir. Cüz’înin isbatıyla küllî de isbat edilmiş olur. Bu âyet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetini, en büyük mu’cizesi olan i’caz-ı Kur’andan bahisle isbat ediyor. O zâtın (A.S.M.) nübüvvetine dair delail, başka risalelerimizde beyan edilmiştir. Burada yalnız bir kısmını hülâsaten altı mes’ele zımnında beyan edeceğiz:

Birinci Mes’ele: Enbiya-i sâlifînde nübüvvete medar ve esas tutulan noktalar ve onların ümmetleriyle olan muameleleri hakkında -yalnız zaman ve mekânın tesiriyle bazı hususat müstesna olmak şartıyla- yapılacak tam bir teftiş ve kontrol neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha yükseği bulunmakta olduğu tahakkuk eder. Binaenaleyh nübüvvet mertebesine nâil olanların heyet-i mecmuası, mu’cizeleriyle vesair ahvalleriyle, lisan-ı hal ve kal ile, nev’-i beşerin sinni kemale geldiğinde Üstad-ül
[23.10.2023 19:11] Annem: Umum kardeşlerime ki, içinde masumlar taifesi ve ümmi ihtiyarlar ve fedakâr hemşireler taifeleri olarak birer birer üçüncü olarak bayramlarınızı tebrik ve selâm ve selâmet ve saadetlerine dua ederek hatm-i mekal ediyorum.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Merhum şehid Hâfız Ali’nin (R.H.) kitablarıyla beraber bana gelen mübareklerin pehlivanı ve Abdurrahman’ların kahramanı büyük ruhlu Küçük Ali’nin “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” namındaki mecmuası çok güzel ve münasibdir. Fakat Lâhika’da ve bilhâssa Emirdağı parçasında, Risale-i Nur’un kerametlerine alâkadar zelzele ve yağmur ve kuşlar bahisleri gibi daha münasib gördüğünüz mektublar o Sikke’nin âhirine girse, daha güzel olur. Bu münasebetle, Mübarekler Heyeti’nin bayramlarını tekrar tebrik ile Küçük Ali’ye bin bârekâllah derim.

Safranbolu bahadırı fedakâr Mustafa Osman’ın buradaki şakirdlere gönderdiği güzel mektubu okudum. Bu zât dahi Hasan Feyzi gibi fevkalâde sadakatini ve hüsn-ü
[23.10.2023 19:12] Annem: 1339 tarihinde, Meclis-i Meb’usana hitaben yazdığım bir hutbenin suretidir
(Bu kısım, müellifin kendi Türkçesidir)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ الصَّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Ey mücahidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akd! Bu fakirin bir mes’elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Mademki Kur’an’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’anın en sarih ve en kat’î emri olan “Salât” gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle
[23.10.2023 19:12] Annem: Umum kardeşlerime ki, içinde masumlar taifesi ve ümmi ihtiyarlar ve fedakâr hemşireler taifeleri olarak birer birer üçüncü olarak bayramlarınızı tebrik ve selâm ve selâmet ve saadetlerine dua ederek hatm-i mekal ediyorum.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Merhum şehid Hâfız Ali’nin (R.H.) kitablarıyla beraber bana gelen mübareklerin pehlivanı ve Abdurrahman’ların kahramanı büyük ruhlu Küçük Ali’nin “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” namındaki mecmuası çok güzel ve münasibdir. Fakat Lâhika’da ve bilhâssa Emirdağı parçasında, Risale-i Nur’un kerametlerine alâkadar zelzele ve yağmur ve kuşlar bahisleri gibi daha münasib gördüğünüz mektublar o Sikke’nin âhirine girse, daha güzel olur. Bu münasebetle, Mübarekler Heyeti’nin bayramlarını tekrar tebrik ile Küçük Ali’ye bin bârekâllah derim.

Safranbolu bahadırı fedakâr Mustafa Osman’ın buradaki şakirdlere gönderdiği güzel mektubu okudum. Bu zât dahi Hasan Feyzi gibi fevkalâde sadakatini ve hüsn-ü zannını edibane yazmış; fakat Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi yerine bana haddimden çok ziyade makam vermiş. Üstadını kendi parlak âyinesinde çok parlak görmüş. Ben de onun o hüsn-ü zannını bir manevî dua yerinde kabul ettim. Hem onun, hem civarındaki kardeşlerimizin bayramlarını tebrik ederiz.

* * *

Muhterem, sevgili, mübarek kardeşlerim Risale-i Nur talebelerine beyan ediyorum ki:

Risale-i Nur nurdan bir ibrişimdir ki, kâinat ve kâinattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.

Risale-i Nur âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’aniyedir ki; onun tel ve lâmbaları, âyine; tel ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve îcazdarane bastedilmiştir ki; yarın her ilim ve fen adamları ve her meşreb ve meslek sahibleri ilim ve iktidarları mikdarında âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir
[23.10.2023 19:12] Annem: tarihinde, Meclis-i Meb’usana hitaben yazdığım bir hutbenin suretidir
(Bu kısım, müellifin kendi Türkçesidir)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ الصَّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Ey mücahidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akd! Bu fakirin bir mes’elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Mademki Kur’an’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’anın en sarih ve en kat’î emri olan “Salât” gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Sâlisen: Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’an’ın evamir-i kat’iyyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin gibi insanları işba’ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan’da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?
[23.10.2023 19:13] Annem: Ben dedim: O da olamaz. Çünki münaza’un fîh bir mal bulunsa, eğer iki müddeî birbirine yakın ise ve kurbiyet-i mekân varsa; o vakit o mal, ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi isbat etse o alır. Eğer o iki müddeî birbirine gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağribde ise; o vakit kaideten “sahib-ül yed” kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünki ortada bırakmak kabil değildir. İşte Kur’an kıymetdar bir maldır. Beşer kelâmı Cenab-ı Hakk’ın kelâmından ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, seradan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünki vücud ve adem gibi ve nakîzeyn gibi iki zıddırlar. Ortası olamaz. Öyle ise Kur’an için sahib-ül yed, taraf-ı İlahîdir. Öyle ise onun elinde kabul edilip, öylece delail-i isbata bakılacak. Eğer öteki taraf onun Kelâmullah olduğuna dair bütün bürhanları birer birer çürütse, elini ona uzatabilir. Yoksa uzatamaz. Heyhat! Binler berahin-i kat’iyyenin mıhlarıyla Arş-ı A’zam’a çakılan bu muazzam pırlantayı hangi el bütün o mıhları söküp, o direkleri kesip (onu) düşürebilir
[23.10.2023 19:13] Annem: Lem’a
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz sıddık kardeşlerim Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mes’ud, Mustafalar, Hüsrev, Re’fet, Bekir Bey, Rüşdü, Lütfüler, Hâfız Ahmed, Şeyh Mustafa vesaire… Sizlere meraklı ve medar-ı sual olmuş “Dört Küçük Mes’ele”yi malûmat kabîlinden muhtasar bir surette beyan etmekliğe kalbimde bir hatıra hissettim.

BİRİNCİSİ: Kardeşlerimizden Çaprazzade Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten bu geçen Ramazanda Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde zuhur etmedi. Böyle ehl-i velayet ve keşif, neden hilaf-ı vaki’ haber veriyorlar? Benden sordular. Ben de birden sünuhat kabîlinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı şudur:

Hadîs-i şerifte vârid olmuştur ki: “Bazan bela nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki: Mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şeraitle mukayyed bulunduğunu ve o şeraitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbat’ta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelî’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor. İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallak oldukları şeraiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzib etmiyorlar. Çünki mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş. Evet Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef câmilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Nasılki sâbık hadîsin sırrıyla: Sadaka, belayı ref’ eder. Ekseriyetin hâlis duası dahi, ferec-i umumîyi cezbeder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi.

İKİNCİ MERAKLI SUAL: Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek bilakis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zâtlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?”

Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki: Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..

ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL: Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebilerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i maneviyesinin menbaı olan hamiy
[23.10.2023 19:14] Annem: Elhasıl: Nasılki ihatalı olan fettahiyet hakikatıyla bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle isbat eder. Öyle de herşeyi ihata eden “rahmaniyet” hakikatı dahi, vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhâssa yeni gelenleri kemal-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet, her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir. Risale-i Nur ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan, Risale-i Nur’un birçok yerlerinde, hakikat-ı rahmetin nükteleri ve cilveleri izah ve isbat edildiğinden, burada bu katre ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

Seyyahımızın üçüncü menzilde müşahede ettiği

Üçüncü Hakikat: “Müdebbiriyet ve idare hakikatı”dır.
Yani, gayet dehşetli ve sür’atli ecram-ı semaviyeyi ve gayet istilacı ve karıştırıcı unsurları ve gayet ihtiyaçlı, za’fiyetli mahlukat-ı arziyeyi kemal-i intizam ve
[23.10.2023 19:14] Annem: Yirmidokuzuncu Mektub’un bir kısmını nasıl bulduğum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyan edebilirim? Risalelerin her birisinin nurları bir; fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, latiflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır. Bu risalenin nuru diğer risaleler gibi her tarafı parlak, her köşesi güzeldir. Bilhâssa ruhlarımızı sızlatan, kalblerimizi ağlatan bu hâl-i müessife dolayısıyla, sevgili Üstadımdan bir şifa-yı âcil bekliyordum. Bu şifayı Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu Nükteler beklediğim devayı vermiş ise de, binler maslahat ve faideleri içinde yalnız bir maslahat için bile olmadığı halde tebdil edilen şeair-i İslâmiyeden bazıları, bizi çok me’yus ve müteessir ediyor.

Fakat sevgili Üstadım, zaman takarrüb etmiş olmalı ki; bir taraftan mülhidlerin tecavüzleri ziyadeleştikçe, diğer taraftan muhterem Üstadımızın, Kur’an’ın feyzi ile nâil olduğu hakikat deryasından kükreyip gelen gizli hakaiki izhar etmesi bizim sevincimizi artırmaktadır. Madem çiçekleri görmek için baharı beklemek zarureti vardır, biz de ona şiddetle ve sabırsızlıkla intizar etmekteyiz
[23.10.2023 19:45] Annem: Bir Ayet:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir...
(Bakara, 2/177)

Bir Hadis:
İnsanın yediği en güzel şey, kendi kazancından olandır.
(Ebû Dâvud, "Buyû'", 77)

Bir Dua:
Allah'ım! Ey eksiksiz tevhid davetinin ve kılınacak olan namazın rabbi! Muhammed'e (s.a.s.) cennette en yüksek dereceyi ver. Onu yaratılmışların hepsinden üstün eyle. Onu, kendisine vadettiğin hamdedilmeye layık olan makamda dirilt.
(Tirmizî, "Salât", 43)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[23.10.2023 19:46] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.  (Tirmizî, Birr, 15)
Allah’ım! Gazabından rızana, cezalandırmandan affına, senden yine sana sığınırım… (Müslim, Salât, 223) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
ALLAH RIZASINI ARAMAK
Dinin esasını Allah ile kul ilişkileri oluşturur. Kul, kendisini ve her şeyi yaratan Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket edecek; Allah da kuluna her iki dünyada mutlu bir hayat bahşedecektir. Kulun bu sonucu elde etmesi için tek şart, Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu kazanmış olmasıdır. Allah rızasını kazanmanın en kestirme yolu, hayata bütünü ile O’nun istediği biçimi vermektir. O’nun boyası, bütün yapılıp edilenlerde hâkim renk olmalıdır. Böyle bir tabloyu oluşturmanın yolu Kur’an ve sünnetten geçer. Kur’an, insanı en doğru yola götürür ve iyi işler yapanlara büyük mükâfatı müjdeler; Hz. Muhammed (sas) ise bu yoldaki bizlere en güzel örnektir. Allah rızası ile bir arada en çok zikredilen salih amel “infak”tır. Başta zekât olmak üzere, bütün sadaka türlerini içine alan infak kavramı, müminin dünyaya bakış açısını tanımlayan bir kıstas niteliğindedir. Allah rızasını kazanmanın temelinde samimiyet ve dürüstlüğün yer aldığı salih ameller örgüsü vardır.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[23.10.2023 19:47] Annem: TARİH...........   OSMANLILARDA SANAYİ

XVIII. asır başlarında Osmanlılar sanayi inkılâbına başladı. Kâğıt, çini, porselen, dokuma fabrikaları kuruldu. 1730’daki darbede sona erdi.

Sultan III. Mustafa, Sultan I. Abdülhamid ve Sultan III. Selim, Sultan II. Abdülhamid Hân sanayileşmeyi tekrar ele aldılar. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mühendis mektepleri kuruldu.

Kurulan bâzı büyük fabrikalar:

• K. Çekmece Baruthanesi (1800)

• Beykoz Kâğıt Fabrikası (1804)

• Beykoz Deri Fabrikası (1812)

• Paşabahçe İspirto Fabrikası (1822)

• Eyüp İplik Fabrikası   (1827)

• İslimye Çuha Fabrikası (1830)

• Selimiye Makarna Fabrikası (1830)

• Feshâne-i Âmire        (1839)

• İslimye Şayak Fabrikası (1840)

• Z. Burnu Demir Fabrikası (1843)

• Yedikule Şimendifer Fabrikası 

(1843)

• Hereke Kumaş Fabrikası (1843)

• İzmit Çuha Fabrikası (1844)

• Beykoz Çini Fabrikası (1845)

• Hereke Çuha Fabrikası (1845)

• Bursa İpek Fabrikası (1846)

• İzmir Basma Fabrikası (1847)

• Söke Meyan Balı       (1849)

• Bakırköy Bez Fabrikası (1850)

• İzmir Yağ Fabrikası   (1850)

• Beyrut İpek Fabrikası (1851)

• Dolmabahçe Gazhanesi (1853)

• Rize Kumaş Fabrikası (1855)

• İstinye Askerî Tersanesi (1856)

• İzmir Kumaş Fabrikası (1861)

• Manastır Arpasuyu Fabrikası (1862)

• Beylerbeyi Gazhanesi (1862)

• Beykoz Mum Fabrikası (1863)

• Edirne İpek Fabrikası (1864)

• Trablusgarp Zeytinyağı Fabrikası                            (1864)

• Kula Mensucat Fabrikası (1866)

• Mühimmat Fabrikası (1868)

• İzmir Yağ Fabrikası (2) (1870)

• Kırkağaç Çırçır Fabrikası (1876)

• İzmit İpek Fabrikası   (1880)

• Yedikule Gazhanesi  (1880)

• Cibali Tütün Fabrikası (1884)

• Beykoz Ayakkabı Fabrikası (1884)

• Yıldız Çini Fabrikası   (1890)

• Kayseri Güherçile Fabrikası (1891)

• Kadıköy Gazhanesi   (1891)

• Tanen (Asit) Fabrikası (1891)

• Eskişehir Demiryolu Fabrikası 

(1894)

• Konya Güherçile Fabrikası (1896)

• Osmanlı Kibrit Fabrikası (1898)

• Z. Burnu Silah Fabrikası (1902)

• Z. Burnu Asit Fabrikası (1902)

• Z. Burnu Kimya Fabrikası (1902)

• Adana Kumaş Fabrikası (1907)

• Silahtarağa Santrali   (1910)

• Üsküdar Elektrik Fabrikası (1911)

• Deri ve kundura Şirketi (1913)

• Galata Pil Fabrikası   (1917)

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

TÜRKİYE GAZETESİ

06.09.2021


23.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[23.10.2023 19:47] Annem: 'Bir sâlikin, nefsinin bir ayıbını ve bir fena ahlâkını tespit edip, onu düzeltmeye çalışması, bin keşif ve kerametten daha hayırlıdır.' Osman Bedreddin Erzurûmî [rahmetullahi aleyh]

Semerkand Takvimi
[23.10.2023 19:47] Annem: “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!..”
(Tirmizi , Kıyame 60)
[23.10.2023 19:47] Annem: Bunun Neresi Cennet?

Büyük İslâm âlimi Hafız İbn Hacer [rahmetullahi aleyh], güzel giysiler içinde, haşmetli bir halde, büyük bir cemaatle birlikte bir pazaryerine uğradı. O böyle pazarda dolaşırken, pejmürde ve eski bir kıyafet içinde, yağlara bulanmış bir vaziyette sıcak zeytinyağı satan bir yahudi, kendisine doğru yaklaşıp atının yularından tuttu ve,

Ey şeyhülislâm, siz peygamberinizin, ‘Dünya mümin için bir zindan, kâfir içinse bir cennet gibidir’ (Müslim) dediğini söylüyorsunuz. Şu halimize göre, sen nasıl hapistesin ve ben nasıl bir cennetteyim?  diye sordu. İbn Hacer [rahmetullahi aleyh],

Ben, bir mümin olarak yüce Allah’ın bana ahirette hazırladığı nimetlerin yanında şu halimle sanki bir hapiste gibiyim. Sen ise eğer iman etmeden ölürsen ahirette senin için hazırlanan azabın yanında bu halinle cennette gibisin!  diye cevap verdi. Bu cevap üzerine yahudi müslüman oldu.

Allah Teâlâ buyurur ki:  İnkâr edenler ateşe arzolunacakları gün kendilerine şöyle denir: Dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün alçaltıcı bir azap göreceksiniz  (Ahkâf 46/20).

Semerkand Takvimi
[23.10.2023 19:47] Annem:  Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
NİSÂ Sûresi 93.Ayet
[23.10.2023 19:47] Annem: Yatsı Namazı
Yatsı namazında, önce tıpkı ikindinin sünneti gibi
dört rek’at sünnet, ondan sonra kâmet getirerek öğlenin
farzı gibi dört rek’at farz, daha sonra sabah namazının
sünneti gibi iki rek’at son sünnet kılınır. Bunların
farkı yalnız niyetlerdedir. Başka fark yoktur....Daha az
[23.10.2023 19:47] Annem: Allah’ın âyetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez. Onlar için elem dolu bir azap vardır. [Nahl Sûresi.104]
[23.10.2023 19:48] Annem: NEFİS MUHASEBESİ
Nefis muhasebesi; kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendini kontrol etmesidir. Buna günümüzde oto kontrol denmektedir.
İnsanların kendilerini muhasebe etmesi, Allah’a kulluk göre- vini hakkıyla yerine getirebilmesi; dünya ve ahiret mutluluğu- na kavuşabilmesi için kaçınılmazdır.
İnsanoğlu, ölüm anı gelinceye kadar, nefsinin aşırı ve çirkin istekleriyle mücadele etmek ve İslam’ın emirlerini yapmakla görevlidir.
Rabbimiz, Kur’an’da kendilerini hesaba çekip, gönüllerini gü- nahlardan arındıran ve nefislerini terbiye eden kullarına şu müjdeyi vermektedir:
“Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziat, 79/40-41)

DİNÎ KAVRAMLAR
MÜZDELİFE(55)
Arafat ile Mina arasında Harem sınırları içinde bulunan bir bölgenin adı- dır. Arafat vakfesinden sonra Müzdelife’ye geli- nir. Burada vakfe yapılır. Müzdelife’de bayram ge- cesini geçirmek sünnet, bu mevkide vakfe yapmak vaciptir.
Arefe günü akşam ile yatsı namazı Müzdelife’de yat- sı vaktinde birleştirilerek kılınır. Cemarata atılacak taşlar da buradan toplanır.

ÖZLÜ SÖZ
O verdiğin zekat senin kesen için bir bekçidir.
O kıldığın namaz da zekatının çobanıdır. (Mevlâna)
[23.10.2023 19:48] Annem: (Musa) dedi ki: Allah söyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altina alinmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolasan (salma), renginde hiç alacasi bulunmayan bir inektir "Iste simdi gerçegi anlattin" dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler, ama az kalsin kesmeyeceklerdi (BAKARA/71)

O, dönüp gitti mi (yahut bir is basina geçti mi) yeryüzünde ortaligi fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalisir Allah bozgunculugu sevmez (BAKARA/205)

Nefsanî arzulara, (özellikle) kadinlara, ogullara, yigin yigin biriktirilmis altin ve gümüse, salma atlara, sagmal hayvanlara ve ekinlere karsi düskünlük insanlara çekici kilindi Bunlar, dünya hayatinin geçici menfaatleridir Halbuki varilacak güzel yer, Allah'in katindadir (AL-İ İMRAN/14)

Onlarin, bu dünya hayatinda yapmakta olduklari harcamalarin durumu, kendilerine zulmetmis olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârin durumu gibidir Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar (AL-İ İMRAN/117)

Allah'in yarattigi ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayirip zanlarinca, bu Allah'a, bu da ortaklarimiza (putlarimiza) dediler Ortaklari için ayrilan Allah'a ulasmiyor, fakat Allah için ayrilan ortaklarina ulasiyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?  (EN'AM/136)

Onlar saçma düsüncelerine göre dediler ki: "Bu (tanrilar için ayrilan) hayvanlarla ekinler haramdir Bunlari bizim diledigimizden baskasi yiyemez Bunlar da binilmesi yasaklanmis hayvanlardir" Birtakim hayvanlar da vardir ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'in adini anmazlar Yapmakta olduklari iftiralari yüzünden Allah onlari cezalandiracaktir  (EN'AM/138)

Çardakli ve çardaksiz (üzüm) bahçeleri, ürünleri çesit çesit hurmalari, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narlari yaratan O'dur Herbiri meyve verdigi zaman meyvesinden yeyin Devsirilip toplandigi gün de hakkini (zekât ve sadakasini) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez  (EN'AM/141)

(Ey Muhammed!) Iste bu, (halki helâk olmus) memleketlerin haberlerindendir Biz onu sana anlatiyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardir, biçilmis ekin (gibi yok olan) da vardir  (HUD/100)

Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi basaginda (stok edip) birakiniz (YUSUF/47)

Yeryüzünde birbirine komsu kitalar, üzüm baglari, ekinler, bir kökten ve çesitli köklerden dallanmis hurma agaçlari vardir Bunlarin hepsi bir su ile sulanir (Böyle iken) yemislerinde onlarin bir kismini bir kismina üstün kilariz Iste bunlarda akillarini kullanan bir toplum için ibretler vardir  (RA'D/4)

"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazi dosdogru kilmalari için ben, neslimden bir kismini senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yaninda, ziraat yapilmayan bir vâdiye yerlestirdim Artik sen de insanlardan bir kisminin gönüllerini onlara meyledici kil ve meyvelerden bunlara rizik ver! Umulur ki bu nimetlere sükrederler"  (İBRAHİM/37)

(Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diger meyvelerin hepsinden bitirir Iste bunlarda düsünen bir toplum için büyük bir ibret vardir  (NAHL/11)

Onlara, su iki adami misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bagi vermis, her ikisinin de etrafini hurmalarla donatmis, aralarinda da ekinler bitirmistik  (KEHF/32)

Biz kendilerini, kuruyup biçilmis ekine, sönmüs atese çevirinceye kadar bu feryatlari sürüp gider  (ENBİYA/15)

Davud ve Süleyman'i da (an) Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardi: bir gurup insanin koyun sürüsü, geceleyin basibos bir vaziyette bu ekinin içine dagilip ziyan vermisti Biz onlarin hükmünü görüp bilmekte idik  (ENBİYA/78)

"Ekinlerin, salkimlari sarkmis hurmaliklarin arasinda?"  (ŞUARA/148)

Andolsun ki, bir rüzgâr göndersek de onu (ekini) sararmis görseler, ardindan muhakkak nankörlüge baslarlar  (RUM/51)

Kupkuru yerlere suyu ulastirdigimizi, onunla gerek hayvanlarinin gerekse kendilerinin yiyege
[23.10.2023 19:48] Annem: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki: "Yanımda BenîEsed kabilesinden bir kadın vardı. Bu sırada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) içeri girdi ve: "Bu kimdir?" buyurdu. "Falancadır, geceleri hiç uyumaz, (ibadet yapar)" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sus, yeter! Size, tâkat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz (ibadet yapmaktan) usanmadıkça, Allah da (sevab vermekten) usanmaz. Allah'a en hoş gelen dinî amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir" buyurdu. 
Buhârî, İman 32, Teheccüd 18; Müslim, Salâtu'l-Musâfirin 2220-221 (785); Muvatta, Salatu'l-Leyl 4, (1, 118); Nesâî, Salatu'l-Leyl 17 (3, 218).
[23.10.2023 19:49] Annem: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.  Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. [Bakara Sûresi.184]
[23.10.2023 19:49] Annem: “Allah’ım! Nefsine takvasını ver ve nefsimi (her türlü kötü şeylerden) temizle, temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen nefsimin dostu ve mevlasısın.” (Müslim, Duâ, 73)
[23.10.2023 19:49] Annem: Asla kimsenin umudunu kırma. Belki de sahip oldukları tek şey odur.[Mevlâna]
[23.10.2023 19:50] Annem: BAHT

Tâlih, nasîb, kısmet. Bahtı açık olan ve işi rast gelen her kişi mutlu sayılmaz. Bahtlı, ancak cenâb-ı Hakk'ın, emirlerine uymakta ve yasaklarından kaçınmakta muvaffak (başarılı) ettiği kalben huzûrlu kimsedir. (Ahmed Rıfat)
[23.10.2023 19:50] Annem: Burak

Peygamberimizin binitinin ismi

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[23.10.2023 19:51] Annem: Dizlerinde rahatsızlığı olanların sandalyede namaz kılması caiz midir?

Dinimizde sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş (Bakara, 2/286); gücü aşan durumlar için kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir (Bakara, 2/185). Namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre; namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabiye “Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl.” (Buhari, Taksiru’s-Salat, 19) buyurmuştur.

Buna göre ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar. Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimse namazını kazaya bırakır; gözleri, kaşları veya kalbiyle ima ederek namaz kılamaz. (Mevsıli, el-İhtiyar, İstanbul, ts. , I, 76-78) Ayakta durmaya ve rüku yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar rükudan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder. Ayakta durmaya gücü yetmeyen, ayaklarını yana veya kıbleye uzatarak da olsa yere oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir.

Son olarak Rabbine ibadet ederken hem özde samimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bilincinde olmalıdır. Bu sebeple namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir. Öte yandan dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.
[23.10.2023 19:54] Annem: 50 
Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıratları’ndan
Birkaç Hatıra
Son günlerde fırsat bulduğum vakitlerde hatırat türü 
kitaplar okumaya çalışıyorum. Bunlardan birisi de 
merhum Üstat Ali Ulvi Kurucu’nun dört ciltlik Hâtırâlar’ı. 
Bugün elimde birinci defa okuyup doyamadığım ve ikinci 
defa okumaya başladığım 1. cildi var. Okudukça öyle tat alı-
yorum ki, okuduğum yerden bir iki hususu okuyucularımla 
paylaşmak istedim. Esasında bu eseri sadece bir hatırat ki-
tabı olarak isimlendirmek kanaatimce haksızlık olur. Sanki 
bir vaaz ve irşâd kitabı, yakın tarihe canlı şahitlik eden bir 
tarih kitabı, ülkemizde müslümanların inançları ve ibadet-
leri ile ilgili yaşadıkları sıkıntılı dönemlerde İslam’a gönül 
vermiş âlim, fâzıl, mütefekkir, Allah dostu onlarca fedakâr 
insanın tanıtılmasını sağlayan bir ricâl kitabı vs. özellikle-
re de sahiptir. Özellikle 1930’lu yıllarda Konya’da imamlık 
yapan dedesi Hacı Veyis Efendi, yine imam olan babası İb-
rahim Efendi ve 1950-60’lı yıllara damgasını vuran amcası 
imam Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi’nin hayat ve hatıratını 
Ali Ulvi Kurucu’nun şairane dili ve mütefekkirâne üslûbu ve 
Ertuğrul Düzdağ’ın muhteşem kaleminden dökülerek anla-
tan bu eseri başta din görevlilerimizin -bu imamlardan rol 
model olarak istifade etmeleri için- ve herkesin okumasını 
hararetle tavsiye ediyorum. Bu vesileyle şu an okuduğum 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 50 27.04.2019 00:11:20
[23.10.2023 19:54] Annem: GİRİŞ
∙∙∙ 1 9 ∙∙∙
Melekler, var oldukları halde insanlar tarafından görüle-
memektedir, çünkü onlar nurdan yaratılmıştır. Bununla 
birlikte meleklerin varlığına inanıyoruz, onların mevcu-
diyetini Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de haber vermiş, 
Peygamber Efendimiz de melekleri hem görmüş hem de 
kendileri hakkında bilgi vermiştir. Allah Teâlâ’nın ve Re-
sûl-i Ekrem’in bildirdiği her şey şüphe yok ki doğrudur.
Melekleri inkâr etmek, dinî bakımdan bağışlanabilir bir 
davranış değildir. Meleklere iman peygamberlere iman, 
melekleri inkâr etmek peygamberleri inkâr etmek de-
mektir. Bu inkâr da kitapları ve âhiret gününü inkâr an-
lamına gelir. Şu halde peygamberlere, onların vahiy yo-
luyla getirdiği hükümlere ve kitaplara inanmadan önce, 
vahyi ve kitapları onlara ulaştıran meleklere kesin olarak 
iman etmek gerekir. Bu husus, hem dinî hem de mantıkî 
bir zorunluluktur. İman halkasında böylesine önemli ko-
numundan dolayı olacaktır ki melekleri inkâr, Kur’an’da 
Allah’ı inkârdan hemen sonra zikredilmiştir.9
Bir âyette 
de şöyle buyurulmaktadır: “Allah’a, meleklerine, peygam-
berlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olan kimse iyi bil-
sin ki Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır.”10
9 en-Nisâ 4/136.
10 el-Bakara 2/98.
MELEKLERE İMAN.indd 19 12.03.2015 09:16:30
[23.10.2023 19:54] Annem: Ravi: İbnu'l Müseyyeb (ra)
Resulullah (sav)'ın ashabından bir adam, Hz. Ömer (ra)'e gelerek, huzurunda, Resulullah (sav)'ın ölmüş bulunduğu hastalığı sırasında, haccdan önce yapılan umreyi yasaklarken Resulullah'ı işittiğine dair şehadette bulundu.

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Menasik 23, (1793)

Hadisin Açıklaması:
Hattâbî, bu hadisin senedinde zaaf olduğunu belirttikten sonra şu açıklamayı yapar: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) haccından önce iki sefer umre yapmıştır. Kaide şudur: Sâbit ve malum bir iş zannî bir emirle terkedilmez. Hacc yapmazdan önce umre yapmanın câiz olduğu ulemânın icmasıyla sabittir. Hatta bu konuda herhangi bir ihtilaf rivayet edilmemiştir. Nehyin ihtiyarî ve istihbâbî olması muhtemeldir. Resûlullah, haccın öncelikle yapılmasını emretmiş olabilir, çünkü umreden çok daha  ehemmiyetlidir. Vakti de belli bir zamanla mukayyeddir. Umrenin belli bir zamanı yok, senenin bütün günlerinde yapılabilir. Ayet-i kerime'de de nitekim Cenab-ı Hakk, haccı, umreden önce zikreder:  وَاَتِمُّو الحج والعمرة للّه  

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın..." (Bakara 196.)
[23.10.2023 19:55] Annem: Bir diğer rivayette şöyle denir: Resulullah (sav) bana: "Allah'ın adıyla bin" dedi. Medine'ye geldiğimiz zaman Resulullah (sav)'ın ashabından bazı gruplarla birlikte mescide girdi. Ben de mescide girip, devemi kapının yanındaki taş döşeli kısma bağladım. Resulullah (sav)'a "işte deveniz" diye haber verdim. Mescidden çıktı. Deveye yaklaştı ve "Deve, devemizdir" buyurdu. Sonra birkaç okiyye altın gönderip: "Bunu Cabir'e verin" dedi. Sonra bana: "Parayı aldın mı?" diye sordu. "Evet" dedim. Bunun üzerine: "Para da, deve de senindir" buyurdu (ve deveyi de geri verdi.) 
Kaynak: 
Rivayet: Cabir
[23.10.2023 19:56] Annem: 36- Yatsı Namazında Kıraat Bâbı

1065- Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti,

(Dedi ki): Bize Şu'be, Adiy’den rivâyet etti.

Dedi ki: Ben Berâ'ı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ederken işittim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) seferde yatsı namazını kılmış da, iki rek'âtın birinde «Tın» sûresini okumuş.

1066- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys Yahya'dan - ki bu zât İbn Saîd'dir - o da Adiy b. Sabit'den, o da Berâ İbn Âzib'den naklen rivâyet etti. Berâ' Şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yatsı namazım kıldım da «Tîn» Sûresini okudu.»

1067- Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Mİs'âr, Adiy b. Sabit'den naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Ben Berâ İbn Âzib'den dinledim. Şöyle dedi: «Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsıda «Tin» sûresini okurken dinledim. Ondan daha güzel sesli bir kimse dinlemiş değilim!.»'.

Bu hadîsi Buhârî «Namaz» bahsinde müteaddid yerlerde tah-rîc etmiştir. Hadîsin birinci rivâyetinden anlaşılıyor ki, namaz seferde kılınmıştır. Onun için de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kısa sûrelerden okumuştur. Seferî olmadığı zamanlarda yatsıda -Şems», «Leyl» ve «İnşikak» sûrelerini okuduğu rivâyet edilmiştir.

Binâenaleyh zaruret olmadıkça yatsı namazında orta sûreleri okumak sünnettir. Çünkü yatsı istirahat ve uyku zamanına tesadüf eden bir namazdır. Onu fazla uzatmaya cemâatin tahammülleri yoktur. Akşam namazında olduğu gibi hafif kıldırmaya dahi bir sebep bulunmadığından onda orta sûreleri okumak sünnet olmuştur. Bu bâbda asıl delîl Ömer (radıyallahü arih)’in Hazret-i Ebû Mûsel-Eş'arî'ye: «Akşam namazında kısa sûreler, yatsıda orta, sabah namazında da uzun sûreleri oku!» diye yazdığı mektuptur. Bir de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazında «Bakara» sûresini okuyan Muâz b. Cebel (radıyallahü anh)'ı muaheze buyurmuştur.

1068- Bana Muhammed b. Abbâd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi:

— Muâz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namazı kılar, sonra kavmine gelerek onlara İmâm olurdu. Bir gece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yatsıyı kıldıktan sonra kavmine gelerek onlara İmâm oldu ve «Bakara» sûresini okumağa başladı. Derken bir adam selâm vererek namazdan ayrıldı. Sonra yalnız basına kıldı ve çıktı gitti. Ashâb o zâta: Sen münafık mı oldun yâ fiilân? dediler.

— «Hayır Vallahi (münafık değilim; hele sabah olsun) ben bunu mutlaka gider Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e haber veririm!.» cevâbını verdi, ve (ertesi günü) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek:

«Yâ Resûlallah, biz develerle su taşıyan insanlarız, gündüzleyin çalışırız, Muâz seninle birlikte yatsıyı kılmış; sonra (Bize) gelerek Sûre-i Bakara'yı tutturdu.» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâz'a dönerek:

«Yâ Muâz, sen fitnebaz mı oldun yoksa?., filân ve filân sûreleri (okusaydın yâ!)» buyurdular.

Süfyân Şöyle dedi: «Ben Amr'a: Ebû Zübeyr bize Câbir'den naklen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: Şems, Duha, Leyl ve A'lâ sûrelerini oku!» buyurduğunu rivâyet etti, dedim. Amr da bunun gibi bir şey, dedi.»

1069- Bize Kuteybetübnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bize de İbn Rumh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys, Ebi Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi ki; Câbir Şöyle dedi. Muâz b. Cebel El-Ensâri arkadaşlarına yatsıyı kıldırdı. Fakat onlara kıraati uzun tuttu. Bunun üzerine bizden bir zât cemâatdan ayrılarak namazı yalnız basına kıldı. Onun bu yaptığını Muâz
[23.10.2023 19:56] Annem: Amr İbni Şuayb'ın babası aracılığı ile dedesinden rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescidde alış-veriş yapmaktan, yitik soruşturmaktan ve şiir okumaktan insanları menetmiştir.

Ebû Dâvûd, Salât 214, Tirmizî, Büyû' 75. Ayrıca bk. Nesâî, Mesâcid 22; İbni Mâce, Mesâcid 5
[23.10.2023 19:56] Annem: KONUŞMADA EDEBİYAT YAPMANIN MEKRUH OLUŞU

1738: İbni Mesud (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem): “Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan kimseler helak oldular” buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı. (Müslim, İlim, 7)

1739: Abdullah ibni Amr ibni-l ‘As (Allah Onlardan razı olsun)’dan bildirildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Allah sığır cinsinin otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi sözü ağzında evirip, çevirerek lugat parçalayan kimselere buğzeder.” (Ebu Davud, Edep, 94; Tirmizi, Edep, 72)

1740: Cabir ibni Abdullah (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olacak olanlar güzel ahlak sahibi olanlarınızdır. Güzel konuşuyor dedirtmek için uzun uzun ve edebiyat yaparak konuşanlar sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler, bilgiçlik taslayarak lügat parçalayanlar ise hiç sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak olan kimselerdir.” (Tirmizi, Birr 71)
[23.10.2023 19:56] Annem: “Allah’ım! Cehenneme götüren fitneden, cehennemin azabından zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.”

Ebû Dâvûd, “Vitr”, 32

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[23.10.2023 19:56] Annem: Bir adam selem yoluyla (yani parasını peşin alarak, çıkacak mahsulden verilmek üzere) bir ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç mahsul vermedi. Satıcı ile müşteri ihtilafa düşerek davalarını Hz. Peygamber (sav)'e getirdiler. Resulullah (sav) satıcıya: "Onun parasını nasıl helal addedersin, parayı geri ver" dedi. Sonra şunu söyledi; "Hurma (yenmeye) salih oluncaya kadar onu selem yoluyla satmayın."

Ebu Davud, Büyu 58, (3467); İbnu Mace, Ticarat 61, (2284); Muvatta, Büyu 21, (2, 644); Buhari, Selem 2

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[23.10.2023 19:57] Annem: Ebû Zerr-İ Gıfarî'nin İslâmla Şereflenmesi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

İslam’ın ebedî nuru, gizliden gizliye ruhları sarmaya ve gönülleri fethet­meye devam ediyordu. İlk Müslümanlar bütün samimi­yet­le­riyle Hz. Re­sû­lul­lah’ın muallimliğinde İlâhî davayı öğrenmeye ve yaşamaya çalışıyorlardı.

Peygamber Efendimiz, henüz davasını âşikâre ilan etmemişti; ama buna rağ­men, Mekke’nin dışında da birçok yerden, bek­lenen Son Peygamberin zu­hur ettiğine dair haber duyanlar vardı. Bunlar­dan biri de, Gıfar kabilesine men­sup Ebû Zerr idi.

Ebû Zerr, Câhiliyye devrinde de putlara tapmaktan nef­ret eden ve seneler­den beri hak ve hakikati arayan, Araplar­ın güzide şâirlerinden biriydi. Duy­duğu haber üzerine önce, aradığı rehber zâtın Mek­ke ufuklarında parlayan zât olup olmadığını anlamak maksadıyla kendisinden de üstün bir şâir olan kar­deşi Üneys’e, “Haydi, Mek­ke’ye, zuhur ettiği söylenen zâta git, kendisiyle bir gö­rüş ve onun hakkında bana haber getir” diyerek onu Mekke’ye gönderdi.

Üneys, kardeşinin bu tâlimatı üzerine Mekke’ye geldi ve Peygamber Efen­di­mizle görüşüp konuştuktan sonra geri döndü.

Ebû Zerr, “Ne haber getirdin? Halk onun hakkında ne söy­lü­yor?” diye sor­du.

Üneys, “Gördüğüm zât, halka iyilikte bulunmayı, kötülükten sakınmayı tav­siye ediyor ve güzel ahlâkı duyuruyor” dedikten sonra, sözlerine şöyle de­vam etti:

“Halk, ‘Şâirdir, kâhindir, sâhirdir’ diyor! Ama ben kâhinlerin sözlerini işit­tim. Onun söyledikleri kat’iyyen kâhinlerin sözlerinden değildir. Söyledikle­rini, şâirlerin de her türlü şiirleriyle kıyas ettim; aralarında hiçbir benzerlik görmedim. Onun söyledikleri şiirden başka, apayrı bir şey! Bundan sonra ona şâir demek kimsenin ağzına ya­kışmaz. Hülâsa, yeminle derim ki Muhammed (a.s.m.) sâdıktır; ona çeşitli ithamlara yeltenenler ise kâziptir, yalancıların ta ken­dileridir.”[1]

Ebû Zerr kardeşine, “Sen” dedi. “Beni rahatlatıcı fazla bir malumat getir­me­din. Ama yine de gidip onu bizzat görmeliyim!”

Üneys, onu ikaz etti: “Gitmesine git, ama kendini Mekke halkından kolla! Çünkü onlar Muhammed’e karşı düşman cephesi kurmuşlardır!”

Bundan sonra Ebû Zerr, eline asâsını, sırtına bir su kırbası ile bir azık da­ğar­cığı alarak yola düştü. Çölleri aşa aşa gelip Mekke’ye kavuştu ve doğruca Kâ­be’ye gitti. Resûl-i Ekrem’i aradı, fakat tanımadığı için bulamadı. Kimseye sor­­maya da cesaret edemedi; hem de uygun bulmadı. Çünkü kardeşinin de söy­­le­diği gibi, Mekke’de Müslümanlarla müşrikler arasında şiddetli bir müca­dele vardı ve Müslümanlar çok nâzik bir devreyi yaşıyorlardı.

Mescid-i Haram’da kalmaktan başka bir çaresi yoktu. Öyle yaptı. Açlığını ise zemzem suyu içerek gideriyordu.

Bir aralık Hz. Ali, onu Mescid-i Haram’ın bir köşesinde büzülmüş halde gördü. Yanından geçerken, kendi kendine, “Zannımca bu adam uzak bir yol­dan gelmiştir” diye konuşunca Ebû Zerr, “Evet” dedi. “Uzak bir yoldan gelmi­şim!”

Hz. Ali, “Gel, evimize gidelim” dedi ve onu alıp evinde misafir etti. İkisi de ihtiyatlı ve tedbirli davrandıklarından o geceyi birbirlerine açılmadan geçirdi­ler.

Sabah olunca Ebû Zerr, yine Re­sû­lul­lah Efendimizi sorup bulmak için Mescid-i Haram’a gitti; fakat aynı şekilde hiç kimseden Efendimiz hakkında bir malumat alamadı.

Yine aynı köşede ümitsiz bir vaziyette beklerken yanına Hz. Ali uğradı; tek­rar kendi kendine, “Bu adamcağızın hâlâ yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?” diye konuştu. Bunun duyan Ebû Zerr, “Hayır...” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ali aynı şekilde, “Haydi, öyle ise bize gidelim” dedi ve alıp evine misafir götürdü.

Bu sefer birbirlerine açıldılar. Önce Hz. Ali, “Nereden ve niçin geliyorsun?” diye sordu.

Ebû Zerr, “Eğer, g
[23.10.2023 19:57] Annem: 3 KARIŞLIK KURBAN
Darendeli âlimlerden Hacı Mahmud Efendi yaşadığı dönemde halkın fıkhî sorunlarına getirdiği kolay ictihadlarla meşhur olmuştur. Br defasında Sivas’ın Kangal İlçesinde bir ağanın erkek çocuğu olmazmış. Darende'de Somuncu Baba Hazretleri’nin türbesini ziyaret ederek Allah’a dua da bulunmuş; ‘Allah’ım benim evladım olur ise senin rızan için, kulağı üç karış olan kurban keseceğim.’ diyerek adak adamış.Aradan zaman geçmiş, ağanın bir erkek çocuğu olmuş. Ağa vaadini yerine getirmek için, bütün sürülerin kulağını karışlatmış, üç karış gelmesinin imkânsız olduğunu görmüş. Bir türlü çözüm bulamayarak, zamanın Sivas Müftüsü’ne başvurmuş. Durumu anlatmış, Müftü Efendi de kitaplardan aramış, ama böyle bir konuya rastlayamamış. Netice itibariyle bu konuyu Darendeli Hacı Mahmud Efendi’nin çözebileceğini söylemiş.Ağa, Darende’ye gelerek Hacı Mahmud Efendi’yi bulmuş. Meseleyi anlatmış. Hacı Mahmud Efendi de gayet ciddi bir şekilde ‘Bu mesele için mi ta oradan buraya kadar yoruldun?’ demiş. Meseleyi şu şekilde halledeceksin: ‘Adadığın kurbanın kulağını yeni doğan çocuğun karışı ile karışlarsın ve bu borçtan da kurtulursun.’ demiş. Bunun üzerine Ağa çok sevinmiş ve Hacı Mahmud Efendi’ye dualar edip, hayır duasını da aldıktan sonra memleketine dönmüş.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[23.10.2023 19:57] Annem: ❝Ey Hulûsî derdi yoklardan devâ etme taleb
Derdi yoklar derdine kandan devâ hâsıl kılar❞

▪ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî

Nesre Çevirisi: 
▪ Ey Hulûsî! Dertsizlerden deva talep etme. Derdi olmayanlar derdine nerden deva bulur.
[23.10.2023 19:58] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Ka'b İbnu Ucre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) vukuu yaklaşmış olan bir fitneyi zikretmişti. O sırada başı örtülü birisi yoldan geçti. Aleyhissalâtu vesselâm:"İşte şu (giden), o gün hidayet üzere olacak!" buyurdular. Ben hemen sıçrayıp, Osman (olan o geçen kimse)nin bazularından tutup Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ın karşısına geçerek: "(O  söylediğiniz) bu mu?"  dedim."Evet bu!" buyurdular.

Kaynak : İbnu Mace Sünen (11) - Hds :(6016)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[23.10.2023 19:58] Annem: [Hadis No : 3667]

Müslim merhumun bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri, başının ön kısmı (alnı) ve sarığı üzerine meshetti '' denilmiştir.

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[23.10.2023 19:58] Annem: “Allah’ım! Bana öğrettiğin şeyleri hakkımda faydalı eyle, bana fayda verecek şeyleri öğret, beni, bana fayda verecek ilim ile nasiplendir.”

(Hâkim, De’avât, No: 1879, I, 510)
[23.10.2023 19:59] Annem: Bir Ayet
Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, mü'minlerin yolundan başkasına uyarsa, Biz, onu döndüğü yola çevirir ve (neticede) cehenneme sokarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir. 
(Nisa, 4/115)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[23.10.2023 19:59] Annem: Bir Hadis
Birinizin sırtında odun destesi taşıması, versin veya vermesin, insanlara gidip el açmasından daha iyidir  
(Buharî, Büyu, 26)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[23.10.2023 19:59] Annem: Bir Dua
Nefislerimizin bitmez tükenmez kötü arzu ve isteklerinden,  heva ve heveslerimizin peşinde koşmaktan,


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[23.10.2023 19:59] Annem: Muhammed b. Münkedir’in işittiğine göre, Rebîa b. Abbâd
ed-Dîlî şöyle demiştir: “Medine’ye hicret etmeden önce Resûlullah’ı,
Mina’daki konaklama yerlerinde insanları ziyaret ederken gördüm. Şöyle diyordu: ‘Ey insanlar! Yüce Allah, yalnızca kendisine kullukta bulunmanızı ve O’na şirk koşmamanızı emrediyor...’”
(HM16120 İbn Hanbel, III, 492)
[23.10.2023 20:01] Annem: 91- KİTÂBU'L-HIYEL.

1- Bab: Hileleri Terketmek Hakkında, Ve Yeminlerde Ve Yeminlerden Başka Şeylerde Herkes İçin Ancak Niyet Ettıgı Şey Vardır Hakkındadır

2- Bâb: Namaza Hilenin Girmesi Hakkındadır

3- Bâb: Zekâtta Hileleri Terketmeyi Beyân Ve "Zekât Artar Ve Eksilir Korkusuyla Toplu Bulunan (Zekât Malları) Arası Ayrılmaz, Dağınık Bulunanların Arası Da Birleştirilmez" Hakkındadır

4- Bâb: Nikâhta Olan Hîle(Yi Terketmek)

5- Alış-Verişlerde Hîle Yapmanın Mekruh Olması Ve "Otun Fazla Olması Men' Olunacağı İçin (İhtiyâçtan Artan) Su Fazlası Men' Olunamaz" Babı

6- Munâceşe (Yânı Hacet Yokken Başkalarına Yüksek Fiâta Satmak İçin Fiâtta Artırma) Yapmanın Mekruh Olması Babı

7- Alîş-Verişlerde Birbirini Aldatmaya Çalışmanın Nehyolunması Babı

8- Velînin Bizzat Kendisinin Rağbet Etmekte Olduğu Yetîm Kız Hakkında Hîle Yapmaktan Ve 0 Kızın Mehrını Tam Vermemekten Nehyolunması Babı

9- Bâb:

10- Bâb

11- Bâb: Nikâhta Yalancı Şâhidliğin Hükmü

12- Kadının Kocasına Ve Kadın Ortaklarına Hîle Yapmasının Mekruh Olması Ve Bu Konuda (Yânî Kadının Kocasına Ve Ortaklarına Hîle Yapması Hususunda) Peygamber(S)'E İnen Serzenişin Beyânı) Babı

13- Tâûn Hastalığından Kaçmak Hususunda Hîle Yapmanın Mekruh Olacağı Babı

14- Bâb: Hibeden Dönme Ve Şuf'ayı Düşürme Hususundaki Hîle Hakkındadır

15- Devlet Me'mûrunun, Kendisine Hediye Verilmesi İçin Hîle Yapması(Nın Çirkinliği) Babı

İmâm el-Buhârfnin "Ba'zu'n-nâs" Ta'bîriyle Ebû Hanîfe'ye Ta'rîz ve ftirâzları Hakkında Kısa Bir Hatırlatma:


Rahman ve Rahim oları Allah 'in ismiyle

91- KİTÂBU'L-HIYEL
(Hileler, yânı Hukukî Çâreler Kitabı)

1- Bab: Hileleri Terketmek Hakkında, Ve Yeminlerde Ve Yeminlerden Başka Şeylerde Herkes İçin Ancak Niyet Ettıgı Şey Vardır Hakkındadır [1]
1-.......Alkame ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer ibnu'I-Hattâb(R)'dan işittim, şöyle hitâb ediyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim, şöyle buyuruyordu:

— "Ey insanlar! Ameller ancak niyete göredir. Herbir kimsenin

niyet ettiği şey ne ise, eline geçecek olan ancak odur. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne varıcıdır. Her kim de nail olacağı bir dünyâ yâhud kendisiyle evlene­ceği bir kadından dolayı hicret etmişse, onun hicreti (de Allah'ın ve Rasûlü'nün rızâsına değil) hicret ettiği şeyedir" [2].

2- Bâb: Namaza Hilenin Girmesi Hakkındadır
2-.......Bize Abdurrazzâk, Ma'mer'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Herhangibirinizde abdestsizük vâki' olduğu zaman, o kimse abdest alıncaya kadar Allah sizden o kimsenin namazını kabul etmez" buyur­muştur [3].

3- Bâb: Zekâtta Hileleri Terketmeyi Beyân Ve "Zekât Artar Ve Eksilir Korkusuyla Toplu Bulunan (Zekât Malları) Arası Ayrılmaz, Dağınık Bulunanların Arası Da Birleştirilmez" Hakkındadır
3-.......Enesibn Mâlik (R) şöyle tahdîs etmiştir: EbûBekr, RasûlulIah(S)'ın takdir buyurduğu zekât mikdârlanna dâir Enes ibn Mâ-lik'e bir mektûb yazdı da, bunda "Zekât (artar ve eksilir) korkusuy­la dağınık olan zekât malı bir araya toplanmaz, toplu bulunanların arası da ayrılıp dağıtılmaz" buyurdu [4].

4-....... Bize İsmâîl ibnu Ca'fer, Ebû Süheyl'den; o da babası Mâlik ibn Ebî^Âmir'den;o da Talha ibn Ubeydillah(R)'tan şöyle tah­dîs etti: Başının saçı darmadağın bir bedevi, Rasûlullah(S)'m huzu­runa geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Allah'ın benim üzerime namazdan neyi farz kıldığını, bana haber ver! dedi.

Rasûlullah:

—  "Beş vakit namaz farz kıldı, ancak kendiliğinden birşey kılabi­lirsin" buyurdu.

Bedevî:

— Allah'ın benim üzerime oruçtan neyi farz kıldığını haber ver! dedi.

Rasûlullah:

—  "Ramazân ayında oruç tutmayı farz kıldı, ancak kendiliğin­den de bir mikdâr oruç tutabilirsin" buyurdu.

Bedevî:

— Allah'ın bana zekâttan neyi farz k
[23.10.2023 20:04] Annem: 36- Cenazenin Arkasından Gitmek Îmândandır

47- Bize Ahmed ibnu Abdillah ibn Alî el-Mencûfî (252) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ravh (205) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Avf ibn Ebî Cemile (146) Hasen Basrî'den ve Muhammed ibn Sîrîn (l 10)'den; onlar da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti (ki Ebû Hureyre şöyle demiştir); Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Her kim îmânı sebebiyle ve sevabını yalnız Allah'tan umarak bir müslümân cenazesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp gömülmesini bitirinceye kadar beraber bulunursa, iki kîrât ecr ile döner ki, kîrâtların her biri Uhud dağı gibidir. Her kim o cenaze üzerine namaz kılar da defn olunmadan evvel dönerse, bir kîrât ecr ile dönmüş olur".

Usmân ibn Ebî Heysem el-Müezzin (220), bu hadîsi Avf el A'râbî (146)'den rivayet etmekte Ravh'a mutâbaat etti. Dedi ki: Bize Avf, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere geçen hadîs gibi tahdîs etti.

 

 
[23.10.2023 20:04] Annem: - عَنْ أَبِى الدَّرْدَاءِ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ
- اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْإِسْلاَمِ

- ابو الدرداء (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- زكات اسلامك كوپرى سيدر

- Ebu’d Derdâ (r r. anh)’den rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Zekât, İslam’ın köprüsüdür.

- Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat
[23.10.2023 20:04] Annem: Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15
[23.10.2023 20:04] Annem: Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir. (Âl-i İmran, 3/92)
[23.10.2023 20:04] Annem: 8/Enfâl

56 - Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimselerdir.
[23.10.2023 20:05] Annem: حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ، قَالَ حَدَّثَنِي اللَّيْثُ، قَالَ حَدَّثَنِي سَعِيدٌ، عَنْ أَبِي شُرَيْحٍ، أَنَّهُ قَالَ لِعَمْرِو بْنِ سَعِيدٍ وَهْوَ يَبْعَثُ الْبُعُوثَ إِلَى مَكَّةَ ائْذَنْ لِي أَيُّهَا الأَمِيرُ أُحَدِّثْكَ قَوْلاً قَامَ بِهِ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم الْغَدَ مِنْ يَوْمِ الْفَتْحِ، سَمِعَتْهُ أُذُنَاىَ وَوَعَاهُ قَلْبِي، وَأَبْصَرَتْهُ عَيْنَاىَ، حِينَ تَكَلَّمَ بِهِ، حَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ ‏ "‏ إِنَّ مَكَّةَ حَرَّمَهَا اللَّهُ، وَلَمْ يُحَرِّمْهَا النَّاسُ، فَلاَ يَحِلُّ لاِمْرِئٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَنْ يَسْفِكَ بِهَا دَمًا، وَلاَ يَعْضِدَ بِهَا شَجَرَةً، فَإِنْ أَحَدٌ تَرَخَّصَ لِقِتَالِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيهَا فَقُولُوا إِنَّ اللَّهَ قَدْ أَذِنَ لِرَسُولِهِ، وَلَمْ يَأْذَنْ لَكُمْ‏.‏ وَإِنَّمَا أَذِنَ لِي فِيهَا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍ، ثُمَّ عَادَتْ حُرْمَتُهَا الْيَوْمَ كَحُرْمَتِهَا بِالأَمْسِ، وَلْيُبَلِّغِ الشَّاهِدُ الْغَائِبَ ‏"‏‏.‏ فَقِيلَ لأَبِي شُرَيْحٍ مَا قَالَ عَمْرٌو قَالَ أَنَا أَعْلَمُ مِنْكَ يَا أَبَا شُرَيْحٍ، لاَ يُعِيذُ عَاصِيًا، وَلاَ فَارًّا بِدَمٍ، وَلاَ فَارًّا بِخَرْبَةٍ‏.‏

Ebu Şüreyh, (Abdullah İbn Zübeyr ile savaşmak üzere) Mekke'ye ordular gönderen Amr İbn Said'e şöyle dedi: "Ey emir! İzin ver de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Mekke fethinin ertesi günü insanlara yaptığı konuşmayı sana aktarayım. Bu konuşmayı kulaklarım duydu, kalbim ezberledi, gözierim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i bu konuşmayı yaparken gördü. Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: "Şüphesiz ki Mekke şehrini Allah haram kılmıştır. Onu insanlar haram kılmamıştır. Dolayısıyla Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimsenin orada kan akıtması, ağaç kesmesi helal değildir. Şayet Allah'ın Resulünün burada savaş yapmasını gerekçe göstermek isteyen biri olursa ona şöyle söyleyin: Allah, Resulüne izin verdi, size izin vermedi. Ona da yalnızca günün bir bölümünde izin verdi, sonra onun haramlığı geri döndü. Dün o nasıl haramsa bugün de öyle haramdır. (Bu sözlerimi) burada olanlar olmayanlara iletsinler". Ebu Şüreyh'e: "Amr {bu sözlere) ne dedi?" diye sordular. Ebu Şüreyh: Amr şöyle dedi: Ben bunu senden daha iyi biliyorum ey Ebu Şüreyh. Ancak Mekke hiçbir isyankârı, zimmetinde kan olan bir kaçağı, kaçmış olan bîr hırsızı barındıramaz" dedi. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 104
In-book reference: Kitap 3, Hadis 46

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[23.10.2023 20:06] Annem: ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA.. 2

VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ.. 2

UMUMÎ AÇIKLAMA.. 2

BİRİNCİ BAB.. 4

KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ 4

İKİNCİ BAB.. 4

KÖLEYE MUSAHEBE VE MUAMELE ADÂBI 4

* İYİ MUAMELE. 4

* KÖLEYİ AFFETMEK.. 5

KÖLEYE MUSAHABE VE MUAMELE ÂDÂBI 6

* HİZMETÇİNİN DÖVÜLMESİ VE KAZFI 6

* KÖLENİN TESMİYESİ 8

ÜÇÜNCÜ BAB.. 9

AZAD ETME. 9

DÖRDÜNCÜ BÂB.. 15

MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA.. 15


ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA
VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ
(Bu bölüm dört babtır)

*

BİRİNCİ BAB

KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ

*

İKİNCİ BAB

KÖLE İLE MUHASEBE VE KÖLE EDİNME ÂDÂBI

*

İYİ MUAMELE

*

KÖLEYİ AFFETMEK

*

KÖLEYİ DÖVME VE KAZF

*

KÖLEYİ TESMİYE

*

ÜÇÜNCÜ BAB

ÂZAD ETME

*

DÖRDÜNCÜ BAB

MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA

UMUMÎ AÇIKLAMA
Kölelik insanlığın eski bir müessesesidir. Bunu İslamiyet vaz'etmemiştir. Kölelik esas itibariyle savaştan kaynaklanmaktadır. Zira kazanan taraf, mağlub olan tarafı esir etmekte ve köleleştirmektedir.  İslam geldiğinde bu müessese vardı.

İslam bunu tek başına kaldıramazdı, çünkü beynelmilel bir yaygınlığa sahip idi. Öyleyse bunun ilgası beynelmilel karşılıklı anlaşmalarla mümkün idi. İslam'ın bunu tek taraflı yasaklaması olamazdı. Zira savaşta elde edilen esirlere yapılacak  muamele, her iki tarafın mutabakatı ile tesbit edilir. İslam, Batılıların yaptığı gibi hür insanları köleleştirmeyi kabul etmez. Bilindiği gibi, bugün Amerika'daki siyahîlerin menşei Afrika'dan  baskınlarla yakalanıp Amerika'da köleleştirilen hür insanlardır. İslamiyet bunu tecviz etmez.

İslam kölelere bir kısım haklar tanıyarak onların durumunu düzeltmiştir. Bazılarını hatırlatalım:

* Kölelere okumayazma öğretilmesi teşvik edilmiştir.

* Mekteplerde muallimlerin kölehür hiçbir çocuğa ayırım yapmaması, hepsine eşit muamelede bulunması emredilmiştir.

* Kölelerin, efendisinin yediğinden yemesi, giydiğinden giydirilmesi tavsiye edilmiştir.

* Kölelere hürriyete kavuşma fırsatları verilmiştir. Kefaret gerektiren bir çok cezada ilk şık köle âzad etmektir.

** Yemin kefareti.

** Zıhâr kefâreti.

** Katl kefâreti.

** Oruç kefâreti gibi.

* Mukâtebe, yani efendiyle  anlaşarak hürriyetini kazancıyla satınalma anlaşma yapma hakkı, 4184 numaralı rivayette görüleceği üzere bu âyetle sâbit olan bir haktır. Birçok âlimler kölenin mükâtebe talebine efendinin itiraz hakkı olmadığı görüşündedir.

* Mahkeme hakkı: Köle haksız muameleye maruz kalırsa kadıya çıkabilir. Efendi köleye dilediği muameleyi yapamaz.

* Hayat hakkı: Efendi köleyi öldüremez, işkence edemez, herhangi bir uzvunu sakatlayamaz. Aksi takdirde suçlu duruma düşer.

* Müteakiben görüleceği üzere köle âzadı en hayırlı amellerden biri kılınmıştır. Kölelik statüsüne İslam'ın getirdiği bu  iyileşme, tarihte İslam dışı memleketlerden kölelerin İslam beldesine kaçmasına sebep olmuştur.

İslam tarihi, dinin getirdiği bu ıslah  sayesinde kölelikten yetişen nice sultanlar, vezirler, valiler, askeri komutan ve fatihler tanır. Hele âlim o kadar çok ki... Daha ilk  asırda, Sahâbe ve Tâbiîn devrinde ilim hayatı  köle asıllıların eline geçmiş durumdadır. Bir rivayeti buraya kaydedeceğiz

Zührî anlatıyor:

"Abdülmelik İbnu Mervân'ın huzuruna çıkmıştım. Bana: "Ey Zührî nereden geliyorsun?" diye sordu. Ben: "Mekke'den geliyorum" deyince, aramızda şu konuşma geçti:

"Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı?

"Atâ İbnu Ebî Rabâh."

"Arap asıllı mı, mevâli mi?" (Mevâli, âzadlı köle demektir.)

"Mevâlîdendir."

"Pekâla Mekkelilere ne ile hükmeder?"

"Diyânet ve rivayetle" (Hz. Peygamber'in sünneti ile.)

"Diyanet ve rivayet ehli irşad etmeye layıktır. Yemen ehline kim mürşidlik ediyor?"

"Tâvus İbnu Keysân."

"Arap asıllı mı, mevâlîde
[23.10.2023 20:08] Annem: عَنْ أبي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قال : كأني أنظُرُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ  قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يَحْكِي نَبِيًّا مِنَ الأنبياءِ, صَلَواَتُ اللهِ وَسَلاَمُهُ عَلَيْهِمْ, ضَرَبَهُ قَوْمُهُ فَأَدْمَوْهُ وَهُوَ يَمْسَحُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ, وَهُوَ يَقُولُ : اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإنهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ .

Ebû Abdurrahman Abdullah ibn Mes’ûd (Allah Ondan razı olsun) şöyle der: Şimdi ben Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzüne bakıp görür gibiyim. O, peygamberlerden bir peygamberi hikaye ediyordu ki; kavmi tarafından dövülüp yüzü kanlar içerisinde bırakılmış, fakat o, yüzündeki hem kanı silmeye çalışıyor, hemde: Ey Rabbim! Kavmimi yaptıklarından bağışla çünkü onlar onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” diyordu.

(Buhârî, Enbiyâ 54;
[23.10.2023 20:08] Annem: Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.
[23.10.2023 20:08] Annem: Allah'ım! Hatalarımı kar ve soğuk su ile temizle. Beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi kalbimi de hatalardan arındır. 
(Nesaî, "Taharet", 49; Ayrıca bk. Buhârî, "De’avât", 38, 43-45;Müslim, "Zikir", 49)
[23.10.2023 20:08] Annem: Tarihte Bugün

•  PTT Haftası 23-30 Ekim

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[23.10.2023 20:08] Annem: Günün Ayeti

“Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunanları, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Bunlar orada altın bileziklerle ve incilerle bezenirler. Orada giyecekleri ise ipektir.”

Hac 23
[23.10.2023 20:08] Annem: Günün Hadisi

“Akıllı kimse nefsini sorguya çeken ve ölümden sonrası için çalışandır.”

Tirmizî, Kıyâmet 25
[23.10.2023 20:08] Annem: İSLAMİ FİNANS SİSTEMİ

İslam’ın en önemli gayelerinden biri, toplumda daha yüksek standartlarda adaleti tesis etmektir. Bu da ancak, finansal sistem dâhil, bu hedefe ulaşmaya olumlu katkı sağlayacak beşerî kurumların tamamının katkısı ile mümkün olabilir. Güçlü ve istikrarlı bir finansal sistem, en az iki şartı yerine getirdiğinde adaleti sağlayabilir. İlki, finansörün riski paylaşarak zararın bütün yükünü girişimci üzerine yüklememesi, diğeri ise banka kaynaklarının makul bir kısmını fakirlerin hizmetine sunarak, yoksulluğu ortadan kaldırmak, istihdamı ve kendi işinde çalışma imkânlarını genişleterek gelir dağılımındaki dengesizliği azaltmaya yardımcı olmaktır.
Adaletin ilk şartını yerine getirmek için İslam, finansör ve girişimcilere kâr ve zararda eşit paylaşımı zorunlu kılar. Bu yüzden ‘Risk yoksa kazanç da yoktur’ prensibi İslami finansın temel ilkelerinden biridir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[23.10.2023 20:10] Annem: Atık su şişesi kullanarak tasarlamış olduğunuz bu saksıya 
üstten suyu eklediğinizde topraktan süzülen su, saksının 
alt bölmesinde toplanacak. Toprak suya ihtiyaç duydukça 
ipler sayesinde suyu emecek. Çiçeğin toprağa bağlı olan 
kökleriyle önce dallarına sonra da yapraklarına kadar su 
taşınmış olacak.
N el e r 
Oldu?
DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 39
Tasarladığınız bu saksı ile çiçeğinize doğru ölçüde sulama 
işlemi yapılmış olacak. Çünkü çiçeğe az su dökerseniz 
kuruyabilir, çok su dökerseniz de çürüyebilir.
Şişenin üst kısmından açmış olduğunuz delikler yardımıyla da
hava giriş çıkışı sağlanmış olacak.
Üstteki parçaya 
çiçek toprağını 
doldurun.
5
İpliği geçirdiğiniz 
kapağı yerine takın. 
Kapak olan parçayı 
ters çevirerek diğer 
parçanın içine 
yerleştirin.
4
Şimdi bu saksıya 
istediğiniz tohumu ekin. 
Kendi kendini sulayacak 
saksınız hazır.
6
[23.10.2023 20:10] Annem: 7. Ebû Hüreyre Abdurrahmân b. Sahr’dan (ra)
rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
Allah, sizin cüsselerinize ve şekillerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.4

(Müslim, Birr, 33)
[23.10.2023 20:10] Annem: Çay” pankartıyla karşılaşıyor. 
Daha bunun ne anlama gel-
diğini anlamadan çiçeklerle 
süslenmiş, tertemiz çevreye 
ve lavabolara sahip bir camiyi 
gördüklerine çok şaşırıyorlar. 
Arabalarından iner inmez baş-
layan şaşkınlıkla etrafı gezi-
yorlar. Caminin etrafını saran 
kameriyeleri, lavaboları, çiçek-
leri, çiçeklerle süslenmiş mer-
divenleri, caminin içine girdik-
lerinde gördükleri ikramlıkları 
tek tek fotoğraflayıp ya da vi-
deosunu çekip bunları kendi 
sosyal medyalarında paylaşı-
yorlar. Benimle ya da ailemden 
biriyle karşılaşmışlarsa ilk defa 
böyle bir cami gördüklerini ve 
şaşkınlıklarını ifade ediyorlar. 
Bizimle eğer karşılaşmamış-
larsa bunları notlarla bizlere 
iletiyorlar. Caminin dört bir 
tarafında ziyaretçilerimizin kâ-
ğıtlara yazılmış memnuniyet-
lerini ve başka isteklerini bil-
diren notlar görüyordum. Ben 
de hemen bir mektup köşesi 
oluşturdum ki insanlar rahat-
lıkla gönüllerinden geçenleri 
ve isteklerini dilediğince yaz-
sınlar. Ziyaretçilerimiz şimdi 
mektup köşemizden mektup 
yazarak görüşlerini, önerilerini 
bizimle paylaşıyorlar. Şu ana 
kadar da yoldan geçen 700’ün 
üzerinde vatandaşımız bizlere 
mektup yazmışlar, en güzel 
dileklerini ve şaşkınlıklarını 
iletmişler. Birçok sosyal med-
ya haber sitesi, yerel ve yaygın 
basın camimizle alakalı haber 
yaptı. Onların ve gelen ziyaret-
çilerin paylaşımları camimize 
olan ilgiyi artırdı ve camimiz 
Tokat’ta gezilecek görülecek 
mekânlar arasında yerini aldı.
Camiyi hayatın merkezi yap-
ma, insanlara ve özellikle de 
çocuklara sevimli hâle getir-
me dışında gerçekleştirmiş 
olduğunuz faaliyetlerden de 
kısaca bahsedebilir misiniz?
Din gönüllüsü olarak 17 yıldır 
hizmet ediyorum. Görevimin 
ilk yıllarında Şırnak’ın İdil ilçe-
sine bağlı Yazman köyünde gö-
rev yapıyordum. Şimdiki sos-
yal faaliyetlerin temelini asıl 
oralarda atmaya başlamıştım. 
Öncelikle oranın fiziki şartları-
nı iyileştirmeye ve güzelleştir-
meye çalıştım, gençlere yöne-
lik faaliyetlerle onlarla diyalog 
kurmaya başladım. Zaten ça-
lışmalarımla ilgili ilk teşekkür 
belgesini orada aldım. Sonra 
Zile’nin Salur köyündeki gö-
revim esnasında caminin bir 
kenarına masa tenisi kurdum. 
Ayrıca satranç gibi çocukla-
rımız ve gençlerimizin ilgisini 
çekebilecek oyunlarla da ço-
cuklarımızla ve gençlerimizle 
iletişim kurmaya çalıştım. Ca-
mimizin bir bölümünde çocuk-
larımıza oyunlar oynayabilme 
imkânı sağladım. Her gittiğim 
yerde haftada bir gün gençle-
rimizle çiğ köfte günü yaptım. 
Günümüzün teknolojik tüm 
imkânlarını hem kendim kul-
landım hem de çocukların ve 
gençlerin kullanmasını sağla-
dım. Hatta bir ara adım tekno-
lojiye olan ilgimden ve kullanı-
mımdan dolayı “The İmam” 
olarak da anılmaya başladı. 
Çalışmalarımdaki amacım, ço-
cuklarımızın ve gençlerimizin 
hem camiyle bağ kurmalarına 
hem de kendi aralarında kay-
naşmalarına vesile olmaya ça-
lışmaktı. Çevre düzenlemesi 
anlamında ilk uğraşlarımın ol-
duğu cami de Salur köyündeki 
camidir. Camimizi tıpkı Emir-
gan Korusu gibi lalelerle süs-
leyip Türkiye’de örnek bir cami 
yapmıştık. Burada cenazeyle 
birlikte gelen ve bir daha kulla-
nılmayan tabutlardan kuş ev-
leri yaptım ve onları camimizin 
etrafına da yerleştirdim. Hatta 
rahmetli Zile müftümüz de kuş 
yuvalarından istemiş, müftülü-
ğümüzün bahçesine de bu kuş 
evlerinden hediye etmiştim. 
Şimdi de çevre düzenlemesiy-
le başladığım faaliyetlerimizle 
bu camimizde de geliştirdiğim 
sosyal faaliyetlerle çocukları-
mıza, gençlerimize ve yoldan 
geçen insanımıza ulaşmaya 
çalışıyorum.
Yapmış olduğunuz bu faa-
liyetler insanlar nezdinde 
nasıl karşılanıyor ve bunlar 
görev noktasında sizi nasıl 
geliştiriyor?
Yapılan bu tür hizmetler gerek 
cemaatimiz gerekse dışarıdan 
gelen misafirlerimiz nezdinde 
çok hoş karşılanıyor. İnsanlar 
böyle camilere olan özlem-
lerini bizimle paylaşıyorlar. 
“Keşke bütün camiler böyle 
olsa. Bizler dinlenme tesis-
lerini ve petrol istasyonlarını 
kullanıyoruz. Ancak bu cami 
bizim bakış açımızı değiştirdi.” 
diye yazılı ve sözlü görüşlerini 
paylaşıyorlar. Özellikle yazı-
lan mektupları cemaatimizle 
okuyarak varsa bir eksikliği-
miz onu gidermeye çalışıyoruz 
ve yaptığımız hizmetlerin ne 
kadar yerinde olduğunu, doğ-
ru yolda gittiğimizi anlıyoruz. 
Görevimi yaparken de “Halka 
Aylık Dergi | Eylül 2023 41
BUNU KONUŞALIM
[23.10.2023 20:10] Annem: TASAVVUFUN GÂYESİ VE NETİCESİ İslâm’dan habersiz olarak, müsteşrik kafasıyla ona yaklaşan ve çirkin yalanları ve iftiralarıyla İslâm tasavvufuna saldıranlara aslında pek diyeceğimiz yok. Ancak bir de şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var ki, asıl sakat görüşler bu tür zümrelerden gelmektedir. Tasavvuf adına getirilmiş bid’atler yok mudur? Elbette vardır. Özellikle son zamanlarda İslâm’a muhalif düşünce ve davranışlara sahip olanların uydurdukları bir takım sapık tarikâtlar vardır. Ama bunlara bakarak tasavvufun hakikâtini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaktan başka bir şey değildir. Şeriat adına tasavvufu inkâr edenler, bizzat şeriatın cahilidirler. Tasavvuf , Ehl-i Sünnet’e göre, Şer’i hudutları muhâfaza ederek Allâhü Teâlâ’yı zikirde müdavim olmak ve rıza makâmına ulaşmak olarak kabul ve tavsiye edilir. Kulun her hareketinde Allâhü Teâlâ’dan bir an bile gafil kalmayarak, Allâhü Teâlâ’ya devamlı olarak zikretmesidir.
Nitekim büyük mutasavvıflardan Cüneydi Bağdadi (k.s.) tasavvufu tanımlarken: “Tasavvuf, kalbin Hâkk Teâlâ’dan gayrisiyle alâkasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullâh ve kendinden geçip hakkı dinlemek ve emri ilâhiye ve sünneti seniyeye ittiba ve ameldir.” buyururlar. Tasavvuf insandan, insanlıktan bahseder. İslâm’ın özünü ve esâsını açıklar. Kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisini ve lazım olan bilgileri, sosyal adâbı, kul ile Râbbi arasındaki yakınlıkta ona fayda ve zarar veren şeyleri anlatır, ilahi hükümleri kalbe beyân ederken, fıkıh ilmine, kalp hastalıklarını ve ruh bozukluğunu tedavi eden ilaçları sunmada da tıp ilmine benzer. Kötü ahlâkı ve adi huyları, İslâm’ın ışığında fazîlete dönüştürmede tasavvuf en iyi bir vesiledir. Gâyesi, insan kalbinin ve ruhunun derinliklerine Allâh (c.c.)’a yönelme duygusunu yerleştirmektir. Neticesi de Allâhü Teâlâ’nın rızasına kavuşmaktır.
(Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.184)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N