SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[25.10.2023 22:02] Annem: O, bir alevli ateşe girecektir, - Tebbet - 3. Ayet
[25.10.2023 22:02] Annem: Bir kadınla dört şeyi için evlenilir: Zenginliği, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. Sen dindar olanı seç ki elin bereket görsün. - Buhârî, Nikah, 16, Müslim, Radâ' , 53
[25.10.2023 22:02] Annem: “İmanlarına iman katsınlar diye mü’minlerin kalplerine huzur ve güven aşılayan da O’dur…” - Fetih, 48/4
[25.10.2023 22:02] Annem: Şük ür, ve ri len ni met le ri yer li ye rin de kul lanm ak, Al lah Teâlâ’ya, ver di ği ni met ler le isyan et me mek, ni met le ri kul la nır ken ve re ni unut ma mak; gö rül en iyi li ğe kar şı te şek kür et mekt ir. Al lah Teâ lâ Kur’an-ı Ke rim’de meâ len bu yu ru yor ki: “Eğer şükre der ve iman eders e niz, Al lah si ze ni ye azâp et sin ki? Al lah şük rün kar şı lı ğı nı ve ren dir, hak kıy la bil en dir.” (Ni sâ, 4/147) “Ni metl er i me şü kreder se niz el bet te art tı rı rım.” (İb râ hîm, 14/7) Ni me tin kıy me ti ni bil me yip nan kör lük et mek, eld en çık ma sına se bept ir. Şü kür ise, nimetlerin de va mı na ve art ma sı na vesi le olur. Şü kür üç şe kil de ifa edi le bi lir: Kalp ile, (ni me ti ve re ni ta nı mak ve O’na iman edip tas dik et mekle); dil ile, (ni me ti ver e ni anmak, öv mek ve O’na şük ret mek le); fi il ile (Al lah’ın emir ve yasak la rı na uy gun ha re ket et mek le). - RIZKI VERENE ŞÜKRETMEK
[25.10.2023 22:03] Annem: Yapılır?
47- Bilindiği gibi, Kıran Hac, farz olan hac ile Umre'nin ihramını birlikte yapmaktır, Şöyle ki:
1) Kıran hac yapacak olan kimse, mikatta veya mikat yerinden önce hac ile Umre'ye birlikte niyet eder. Yine iki rekât namaz kılar. Sonra: "Ey Allah'ım! Ben hac ve umre yapmayı istiyorum. Bunları bana kolaylaştır ve benden bunları kabul buyur," diye dua eder ve Telbiyede bulunur. İhrama girmiş olan kimseye yasak olan şeyler aynen buna da yasaktır. Bunları gözetmeye çalışır.
2) Bu kimse Mekke'ye girince, önce umresini yapar: Beytullah'ı tavaf eder. Safa ile Merve arasında Sa'y yapar. Sonra ihramdan çıkmadan haccın menasikini, evvelce yazıldığı gibi, yapar. Bayramın birinci günü Akabe taşlarını attıktan sonra, iki haccı bir arada başarmanın şükrü olarak bir kurban keser ki, bu vacibdir. Ondan sonra saçlarını traş eder veya kısaltır. Böylece ihramdan çıkmış olur. Bu kurbanı bulup kesemeyecekse, son gün Arefe gününde bitmek üzere üç gün oruç tutar. Yedi gün de Bayram günleri çıktıktan sonra dilediği yerde veya memleketine dönünce tutar. Böylece on gün oruç tutması gerekir. Bu oruçları ayrı ayrı günlerde tutabilir.
3) Kıran hacca niyet eden kimse, Umre'yi yapmadan Arafat'a gidecek olsa, umresi bozulmuş olur. Artık kendisine şükür kurbanı gerekmez. Ancak niyet ettiği umreyi bozmuş olduğundan onu kaza etmesi ve bir ceza kurbanı kesmesi gerekir.
Temettü haccı ile Kıran haccı afakîlere (Mekke dışından gelenlere) mahsustur. Mekke'de veya Mekke ile makatlar arasında bulunanlar bunları yapmazlar. Çünkü bu iki haccı yapanlar, hac süresi içinde bir müddet aileleri yanına dönüp gitmemeleri gerekir. Oysa ki, bunların aile efradından uzaklaşmaları zordur
[25.10.2023 22:04] Annem: âyet yukardaki âyetine atfedilmiştir. Bunlara: "Şu yeryüzünde fesatçılık yapmayın, fesat çıkarmayın, ortalığı ifsat etmeyin." diye uyarı ve kötülükten yasaklama yapıldığı zaman "hayır biz fesatçı değil, ıslah edici adamlarız, fesat değil, yalnız ıslah ve ıslahat yapan kimseleriz" demektedirler, böyle demişlerdir ve böyle derler. Bilhassa Ebu's-Suûd'un da açıkladığı üzere, bunu derken yaptıkları fesatçılıkları, inkâr ile örtmek isterler. Bundan asıl maksatları ise yaptıkları şeylerin fesatçılık değil, bizzat ıslah olduğunu iddia etmektir. Çünkü bunlar hak ve gerçeği seçemediklerinden ve seçmek istemediklerinden, bozmayı düzeltmek sanırlar. Yeryüzünün bozulması, Allah'ın kullarının durumlarını bozan, gerek geçimleri ve gerek ahiretleriyle ilişkili işlerini çığırından, hedefinden çıkaran fitneler, harplerdir. Bozgunculuk da bunları ve bunlara sevkedici olan şeyleri ortaya çıkarmaktır. Münafıklar da böyle yapıyorlardı. Müminlerin içine karışıyorlar, sırlarını kâfirlere açıklıyor ve onları iman ehli aleyhine teşvik ediyorlardı. İnsanları tutuşturmak, müminleri bozmak, zarar vermek için fırsatlar icat etmek ve fırsatlardan istifade etmek gibi kötülükler yapıyorlardı. Müminler de bunları uyanıklıklarıyle gözden kaçırmıyorlar, gaflet etmiyorlar ve kötülüklerden vazgeçirme hususunda dinî görevlerini yapıyorlar ve münasib şekilde nasihat ve uyarmalarda bulunuyorlardı. Fakat münafıklar ne öğüt dinlerler, ne de dinlemek isterler. Bunlara karşı "biz ancak ıslah edicileriz"

derlerdi. Müminler, bunların yalan yanlış ıslahcılık davasına inansınlar mı? İşte Cenab-ı Hak bu noktayı şu tenbih ile açıklığa kavuşturuyor:

12- Ey iman ehli! Sakın aldanmayınız, uyanık durunuz, bunlar fesatçılar güruhunun kendisidirler, fesatçılar güruhu dedikleri ancak bu kısım kimselerdir. Bu muhakkak, fakat bunlar böyle olduklarını hissetmezler, buna da bilinçleri olmaz. Bunların bugün şuurları olmadığı gibi yarın da yoktur. Dedik ya kalp hastalığı, şüphe hastalığı onlara herşeyi ters gösterir.

13- Bir de yalnızca laf ile mücerret (soyut): "Allah'a ve ahiret gününe iman ettik." demekle iman olmayacağını hatırlatmak ve iyiliği emretmek için bunlara "şu insanların, şu tam insanların iman ettiği gibi, Peygambere ve ona indirilene ve ondan önce indirilene de açıkça ve gizlice, kalp ile ve dil ile iman ediniz" denildiği zaman, "biz o beyinsizlerin, budalaların iman ettiği gibi iman eder miyiz?" dediler, eşitliğe razı olmadılar.

Lügat itibariyle "sefeh", görüş ve gidişatda hafiflik ve yufkalıktır ki, akıl noksanlığından doğar. Yani ucu budalalığa varan hafiflik, fikirsizlik, temkinsizliktir ki zıddı ağır başlılık, tam akıllılıktır. Dînen de akıl ve dinin gereği zıddına harekettir ki, karşıtı erginlik ve hatasızlıktır. Dilimizde sefahat (aşağılık) da bu mânâda bilinmektedir. Özetle "sefeh" ve "sefâhet", görüş ve fikirde zevk ve şehvetlere tabi olmak, akıl ile değil zevk ile hareket etmektir. Bu da ya esasen budalalıktan veya aklın hükümsüz kalması itibariyle budala halinde olmaktan doğar. Şu halde münafıklar, insanlık gereği bunu budala mânâsında kullanıyorlar. Acaba münafıklar bunu söylemekle küfürlerini açıklayarak bozgunculuktan çıkmış, açıktan kafir olmuş olmuyorlar mı? İmam Vâhidî buna cevap olarak: "Bunlar bu sözü müminler arasında değil, aralarında açıklıyorlardı. Cenab-ı Allah bunu haber veriyor." demiştir. Fakat bu, sözün gelişinin zahirine aykırıdır. Çünkü ile nun aynı zamanda bulunmasını gerektiriyor. "Gönüllerinden böyle dediler." mânâsı vermek de metnin açıklığına aykırıdır. Doğrusu bu söz tam münafıkça, iki yüzlü, tevriyeli bir söz
[25.10.2023 22:04] Annem: 4148 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, kölesini " benden sonra hür olsun" diye azad etmişti. Sonradan ona ihtiyacı doğdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm köleyi alarak: "Bunu benden kim satın alacak?" dedi. Nuaym İbnu Abdillah İBni'n-Nehham radıyallahu anh şu şu miktar fiyata satın aldı. Resulullah o parayı (köle sahibine) verdi."

Buhari, Büyü 59, 110, İstikraz 16, Husumat 2, Itk 9, Kefaretu'l-Eyman 7, İkrah 4, Ahkam 32; Müslim, Eyman 41, (997); Ebu Davud, Itk 9, (3955, 3956, 3957); Tirmizi, Büyü 11, (1219); Nesai, Büyü 94, (7, 304).

4149 - Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, kendine ait iki cariyeyi müdebber kıldı. Onlar müdebber oldukları halde İbnu Ömer onlara temasta bulunuyordu."

Muvatta, Müdebber 4, (2, 814).

4150 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim kölesi ile yüz okiyye üzerinden mükâtebe yapsa da, kölesi, bunun on okiyyesi hariç hepsini ödese, yine de köledir."

Ebu Davud, Itk 1, (3927); Tirmizi, Büyü' 35, (1260); İbnu Mace, Itk 3, (2519).

4151 - Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle buyurulur: "Mükateb, üzerinde bir dirhemlik borç kaldığı müddetçe köledir."

Ebu Davud, Itk 1, (3926).

4152 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mükatebe karşı bir hadd işlenir, (diyet almaya hak kazanırsa) veya mirasa mazhar olursa, (borcunu ödeyerek) hürriyetinden kazandığı
[25.10.2023 22:04] Annem: önce yapacağı şey, hepimizden önce istenilen şey, emr olunanları yapmak, yasak edilenlerden sakınmakdır. Nitekim, sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiği emrleri alınız, yapınız! Sizi nehy, men’ etdiği şeylerden kaçınınız!) buyuruldu. İhlâs elde etmekle emr olunduk. Fenâ hâsıl olmadan, ihlâs elde edilemez ve Zât-i ilâhîyi sevmedikçe, hâsıl olmaz. O hâlde, Fenâ makâmını ve bunun başlangıcı olan (Makâmât-i aşere)yi, ya’nî on şeyi elde etmek lâzımdır. [Fenâya kavuşmak için lâzım olan on şey, tevbe, zühd, tevekkül, kanâ’at, uzlet ya’nî dîni, ahlâkı bozan kimselerden, kitâblardan, gazetelerden, filmlerden sakınmak, zikr ya’nî her hareketde, Allahü teâlâyı unutmamak, teveccüh, sabr, murâkabe ve rızâdır.] Fenâ makâmı, her ne kadar, Allahü teâlânın ihsânı ise de, fekat bu ihsâna lâyık olmağa hâzırlanmak, başlangıclarını elde etmek için çalışmak lâzımdır. Evet ba’zı bahtiyârları, çalışmadan, sıkıntı çekip, kendini temizlemeden ve başlangıcları elde etmeden, fenâya kavuşdururlar. Bu bahtiyârlar iki dürlüdür: Yâ, yükseldiği makâmda bırakıp geri döndürmezler veyâ tâlibleri, nâkısları yetişdirmesi için, bu âleme geri getirirler. Birinci şeklde, bu iniş makâmlarından geçmemiş olur. Bundan dolayı da Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının çeşid çeşid tecellîlerinden [ya’nî husûsî te’sîrlerinden] haberi yokdur. İkinci şeklde ise, bu âleme geri dönerken, onu bu makâmların her birinin, her tarafından geçirirler. Sonsuz tecellîlere kavuşdururlar. Mücâhede edenlerin, sıkıntı çekenlerin geçdiği yolları, hâlleri hep görür. Fekat, onlar gibi derdli, üzüntülü değil, zevkli, lezzetlidir. Zâhiri sıkıntıda, bâtını ni’metde ve lezzetdedir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bu büyük ni’meti, acabâ kime verirler?

Süâl: İhlâs, islâmiyyetin bir parçası olunca, bunu elde etmek, herkese vâcibdir. Hakîkî ihlâs, fenâ makâmına varmayınca hâsıl olmaz ise, ebrârın âlimleri ve sâlih insanlardan fenâ derecesine varmıyanlar, ihlâsa kavuşamıyacakdır. İslâmiyyetin üçüncü parçası olan ihlâsı elde etmemeleri günâh olacak, değil mi?

Cevâb: Âlimlerde, sâlihlerde, ihlâsdan bir kısm, bir parça hâsıl olur. Fenâdan sonra ise ihlâs, temâm olur. Her parçası hâsıl olur. Demek ki, fenâ olmadan ihlâsın hakîkati, temâmı hâsıl olmaz. Fekat, bir kısmı hâsıl olabilir.

39
OTUZDOKUZUNCU MEKTÛB

Bu mektûb, Muhammed Çetrîye yazılmışdır. İş kalbdedir. Âdet olarak yapılan ibâdetlerin işe yaramıyacağı bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasîb eylesin! İşin temeli kalbdir. Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demekdir. Bir işe yaramaz. Niyyet doğru olmadıkça, hayrlı işlerin, yardımların ve âdete uyarak yapılan ibâdetlerin, yalnız hiç fâidesi olmaz. Kalbin selâmet bulması da ve Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lâzımdır. [Ya’nî her yapılan şey, O emr etdiği, O beğendiği için yapılmalı. Onun râzı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır. Herşey Onun için olmalıdır.] Hem, kalbin selâmeti, hem de bedenin sâlih işler yapması, birlikde lâzımdır. Beden sâlih ameller yapmaksızın, kalbim selâmetdedir, [kalbim temizdir, sen kalbe bak] demek bâtıldır, boşdur. Kendini aldatmakdır. Bu dünyâda, bedensiz rûh olmadığı gibi, beden ibâdet yapmadan ve günâhlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz
[25.10.2023 22:06] Annem: Vitir Namazı

Ana Sayfa
Namaz
Vitir Namazı
İlgili
Vitir (vitr) Arapça’da çiftin karşıtı olan “tek” anlamındadır. Hz. Peygamber, günün kılınan son namazının tek (vitr) olmasını tavsiye ve teşvik etmiş (Müslim, “Salatü’l-müsafirin”, 53) ve kılınma vaktine ilişkin olarak da sabah namazının sünnetinden biraz önceki vakti, yani sabah namazı vaktinin girmesine yakın bir vakti önermiş (Tirmizi, “Vitr”, 12; Ebu Davud, “Vitr”, 8), bununla birlikte gece uyanamayacağından endişe edenlerin yatmadan önce kılabileceklerini belirtmiştir (Müslim, “Salatü’l-müsafirin”, 21).

Ebu Hanife vitir namazının vacip olduğunu söylerken, Ebu Yusuf ve Muhammed ile diğer üç mezhep imamı bunun müekked sünnet olduğunu söylemişlerdir. Vitir namazının vakti, yatsı namazının sonrasından fecrin doğmasına kadardır. Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre, fecirden sonra kılınmaz. Malik, Şafii ve Ahmed’e göre ise, sabah namazını kılmadığı müddetçe, fecirden sonra da vitir namazı kılınabilir.

 


Vitir namazı Hanefiler’e göre akşam namazı gibi bir selamla kılınan üç rek‘attan ibaret olup akşam namazından farkı, bunun her rek‘atında Fatiha ve ardından bir sure ve son rek‘atta rükudan önce tekbir alınarak Kunut duası okunmasıdır. Bu tekbiri almak ve Kunut duasını okumak Ebu Hanife’ye göre vaciptir ve hangisi terkedilse sehiv secdesi gerekir. Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre Kunut duası okumak sünnettir.

Malik, üç rek‘at Vitir namazı kılmayı müstehap görmüştür. Bu üç rek‘atın arası selamla ayrılmalıdır, yani her birinde selam verilmelidir. Malikiler’e göre vitir bir rek‘at olarak da kılınabilir.

Vitir namazı binek üzerinde kılınabilir, binek nereye yönelirse yönelsin, sakınca yoktur. Çünkü Hz. Peygamber bunu binek üzerinde kılmıştır. Bu husus, vitir namazının farz olmadığına da gerekçe yapılmaktadır. Şöyle ki; Hz. Peygamber hiçbir farz namazı binek üzerinde kılmadığı halde, vitiri binek üzerinde kılmıştır. Öyleyse Vitir namazı farz değildir.

Hanefiler’e göre Kunut duası sadece vitir namazında okunur. Şafii ve Malik’e göre, her zaman sabah namazının farzında rükudan sonra ayakta Kunut duası okunabilir. Bu Kunut duası, Malikiler’e göre müstehap, Şafiiler’e göre sünnettir. Sabah namazında Kunut duasını okuyan bir Şafii veya Maliki imama uyan Hanefi, susup bekleyebileceği gibi içinden Kunut duasını da okuyabilir.

Vitir namazı, müstakil bir namaz olduğu için yatsı namazıyla birlikte kazaya kaldığı vakit kaza edilmesi gerekir.

Kunut duası:

Allahümme! İnna nesteinüke ve nestağfiruke ve nestehdik; ve nü’minü bike ve netubü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsni aleyke’l-hayra kullehü neşkuruke, vela nekfüruk; ve nahleu ve netrukü men yefcüruk.

Allahümme! İyyake na‘büdü ve leke nüsalli ve nescüdü ve ileyke nes‘a ve nahfidü nercu rahmeteke ve nahşa azabek. İnne azabeke bi’l-küffari mülhık.

Bu duayı okuyamayan kimse “Rabbena atina” duasını okur veya üç kere”Allahümmağfir li” veya üç kere “Ya Rabbi” der.

Vitir namazı tek kılınır. Cemaatle kılınması sadece ramazan ayına mahsustur. Diğer günlerde vitir namazını, yatsı namazını kılıp uyuduktan sonra gecenin sonuna doğru kılmak daha faziletli olmakla birlikte ramazanda cemaatle kılmak gecenin sonuna bırakmaktan evladır.

İlgili
Revatib Sünnetler
3 Eylül 2021
Benzer yazı
Müzdelife Vakfesi
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Namazların Kazası
3 Eylül 2021
Benzer yazı
in Namaz Tags: vitir, vitir namazı
Diğer Konular
Şehidlere Ait Hükümler
Cenaze Namazı
Şükür Secdesi
Tilavet Secdesi
Sehiv Secdesi
Namazların Kazası
[25.10.2023 22:07] Annem: Aslan Yavrusu

Ana Sayfa
A
Aslan Yavrusu
Rüyada Aslan Yavrusu Emzirmek
Rüyada Aslan Yavrusu Bulmak
Rüyada Dişi Aslan Yavrusu Görmek
Rüyada Hanede Aslan Yavrusu Görmek
Rüyada aslan yavrusu görmek, rüya sahibinin, iş yaşamında uzun bir müddet süresince problem yaşadıktan, sorunlu vakitlerden geçtikten ve son derece büyük güçlükler çektikten sonra harika kazanç getirmiş olan işlere girmiş olacağına ve bu günlerde çok çok büyük bir mal varlığına ve mal ve mülke sahip çıkıp çok uzun seneler süresince bolluk içinde ve memnun yaşayacağına işaret eder.

 


Rüyada Aslan Yavrusu Emzirmek
Rüyayı gören şahsın, iş yaşamı yardımıyla malik olacağı büyük mülk sahibi olmaya yalnızca kendisisi ve akrabası için değil yardıma muhtaç olan herkes için kullanmış olacağına, bu nedenle son derece büyük yatırımlar ve son derece büyük çalışmalar yapmış olacağına ve son derece büyük bir kitleyi bu vesileyle çok memnun ederek son derece büyük iyi dileklerine ereceğine işaret eder.

Rüyada Aslan Yavrusu Bulmak
Epeycedir iş yaşamında kimi sorunlar yüzünden alım yapmak mecburiyetinde kaldığı borçları ödemeye çalışmış olan rüyayı gören kişinin, asla ummadığı aniden son derece büyük ve çok iyi biraz paraya sahip çıkacağına, bu vesileyle borçlarından ve problemlerinin üstesinden geleceğine, yaşamış olduğu ekonomik ve ruhsal, sıkıntıları atlatmış olarak iş için yeni ve daha çok kar getirmiş olacak çalışmalara ve hamlelere imza atacağına işaret eder.

Rüyada Dişi Aslan Yavrusu Görmek
Rüyayı gören şahsın, aile yaşamında ve iş yaşamında yaşamış olduğu sorunları çözmüş olmak için eline çok miktarda para geçen rüyayı gören kişinin, işlerini engellemek istemiş olan bir bayan yüzünden son derece büyük sorunlar yaşayacağına ve iş yaşamında gün geçtikçe daha kötü vaziyetlere düşmüş olacağına yorumlanır.

Rüyada Hanede Aslan Yavrusu Görmek
Rüya malikinin, aile fertlerinden birinin vereceği son derece büyük kadar bir para yardımıyla son derece sıkıntılı vaziyetlere düşmüş olmaktan, pek sevmediği şahıslardan borç alım yapmak zorunda olmaktan ve daha kötü ve daha büyük meşakkatlar ile karşılaşmak zorunda kalmış olmaktan kurtuluşa ereceğine tabir edilir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[25.10.2023 22:07] Annem: AZRÂİL

Ana Sayfa
A
AZRÂİL
Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek’ül-mevt, ölüm meleği de denir. İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil’e (aleyhisselâm); “Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim” deyince, melek; “Dayanamazsın” dedi. Olsun istiyorum, dedi.
Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü.
Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; “Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter” dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet) İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).
Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma’sûm
Fârûkî)
Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının “vah vah öldü, sizler sağ olun”, diye evlâdına ta’ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed
Rebhâmî)
Azrâil başına geldiği zaman
Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş
Mevlâm nasîb etsin din ile îmân
Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş.
Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur
Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir
Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince
Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
(M. Sıddîk bin Saîd)

İlgili
Melek-ül-Mevt
9 Eylül 2021
Benzer yazı
ALEYHİSSELÂM
9 Eylül 2021
Benzer yazı
KELİME-İ ŞEHÂDET
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
Copyright 2021 by Maviay.co
[25.10.2023 22:09] Annem: Bu âyetteki esrarlı müvazene-i Kur’aniyeyi düşünürken, Sure-i Hud’daki فَاَمَّا الَّذِينَ شَقُوا fıkrasına karşı وَاَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ deki müvazene hatıra geldi ve bildirdi ki: Nasılki bu ikinci âyet ve birinci fıkra Risale-i Nur’un mesleğine, şakirdlerine tam tamına manen ve cifirce bakıyor. Öyle de: فَاَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِى النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَ شَهِيقٌ âyeti dahi, Risale-i Nur’un muarızlarına ve düşmanlarına ve onların cereyanlarının mebdeine ve faaliyet devresine ve müntehasına cifir ile, tevafuk ile işaret eder. Şöyle ki:

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şua’da yedi-sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri bin üçyüz onaltı ve yedi (1316-1317) tarihi ki, Kur’ana karşı olan sû’-i kasdın mebdeidir. فَاَمَّا الَّذِينَ شَقُوا cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli “mim” iki “mim” sayılsa bin üçyüzelliyedi (1357), eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” sayılsa binüçyüz kırkyedi (1347) ki bu asrın tâgiyane faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa bin üçyüz seksenyedi (1387) ki  لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ dehşetli bir cereyanın müntehası tarihi olmak ihtimali var.

فَفِى النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَ شَهِيقٌ ise bin üçyüz altmışbir (1361), eğer فَفِى النَّارِ daki okunmayan
[25.10.2023 22:09] Annem: Şu tabiat ve kuva-yı umumiye tesmiye ettikleri emirler, kat’iyyen aklı ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve şu kâinata illet ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, mahza Sâni’den tegafül ve intizamın ilcaından tevellüd eden yalnız ızdırar ile, veleh-resan-ı ukûl olan kudretin âsârını şu matbaa-misal olan tabiatın san’atından görmek, tabiatı mistar iken masdar tahayyül etmek; lâzım-ı eammın vücuduyla, melzum-u ehassın vücudunu intaca çalışan akîm bir kıyasın neticesidir. Evet şu kıyas-ı akîm, dalalet ve hayret vâdilerine çok yolları açmıştır.

Tenvir: Ef’al-i ihtiyariyenin nazzamı olan şeriat ve kanun şu kadar hark ve muhalefetle beraber birçok cühhal-i vahşiye; âdeta şeriatı bir hâkim-i ruhanî ve nizamı bir sultan-ı manevî tevehhüm edip, bir tesiri tahayyül eder. Evet bir taburun veya askerin muttarid olan harekâtını ve yeknesak olan etvarlarını ve birbiriyle rabtolunan ahvallerini müşahede eden vahşi bir adam, şu efrad-ı adîdeyi veyahut heyet-i askeriyeyi, manevî bir iple merbut zannederse; acaba garib görünecek midir? Veyahut bir bedevi veya bir şâir-üt tab’, nâsı bir vaz’-ı hasende ifrağ eden ve mabeynlerini te’lif eden nizamı bir mevcud-u manevî ve şeriatı bir halife-i ruhanî temessül ederse, çok görünecek midir? Öyle ise kâinatın ahvaline taalluk eden ve tabiat tesmiye olunan ve tasdik-i enbiya veya tekrim-i evliyadan başka hark olunmayan ve müstemirre olan şu şeriat-ı fıtriye-i İlahiye, evhamda tecessüm etsin, neden taaccüb olunsun?

Vehim ve Tenbih: İnsanın zihni ve lisanı ve sem’i; cüz’î ve teakubî oldukları gibi, fikri ve himmeti dahi cüz’îdir. Ve teakub tarîkıyla yalnız bir şeye taalluk eder ve meşgul kalır. Hem de insanın kıymet ve mahiyeti, himmeti nisbetindedir. Himmetin derecesi ise, maksad ve iştigal ettiği şeyin nisbetindedir. Hem de insan teveccüh ve kasdettiği şeyde, güya “fena fi-l maksad” oluyor. İşte şu noktaya binaen hasis bir emir veya pek cüz’î bir şey, büyük bir adama isnad olunmaz. Zira tenezzül etmez. Ve himmetini o küçük şeye sığıştıramaz. Himmeti ağır, o şey gayet hafif olduğundan güya müvazenet bozulur. Hem de insan hangi şeye temaşa ederse, elbette mekayisini ve esaslarını kendi nefsinde arayacaktır. Eğer bulmazsa, etrafında ve ebna-yı cinsinde arayacaktır. Hattâ hiçbir cihetten mümkinata benzemeyen Vâcib-ül Vücud’u tefekkür etse; yine kuvve-i vâhimesi şu vehm-i seyyii düstur ve dûrbîn yapmak istiyor. Halbuki Sâni’-i Zülcelal, şu nokta-i nazarda temaşa edilmez. Kudretine inhisar yoktur. Ziya-yı şems gibi, kudret ve ilim ve iradesi şamile ve âmmedir, münhasır olmaz, müvazeneye gelmez. En büyük şeye taalluk ettiği gibi, en küçük ve en hasis şeye dahi taalluk eder. Mikyas-ı azameti ve mizan-ı kemali mecmu-u âsârıdır. Herbir cüz’ü mikyas olamaz. İşte Vâcib-ül Vücud’u mümkinata kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır. Mezbur vehm-i bâtıl ile muhakeme etmek hata-yı mahzdır.

İşte şu hata-i bîedebane ve şu vehm-i bâtılın netice-i seyyiesidir ki: Tabiiyyun, esbabı müessir-i hakikî olduklarına; ve Mu’tezile, hayvanları ef’al-i ihtiyariyelerine hâlık olduklarına; ve hükema, cüz’iyatta ilm-i İlahînin nefyine; ve Mecusiler, halk-ı şerr başkasının eseri olduğuna itikad ettiler. Güya onlarca Sâni’ o kadar azametiyle beraber, nasıl şöyle umûr-u hasiseye ve cüz’iyeye tenezzül edip iştigal etsin. Yuf onların akıllarına ki, şöyle bir vehm-i bâtılın hükmüne esir oldular. Ey birader! Şu vehim itikad tarîkıyla olmazsa da, vesvese cihetiyle bazan mü’minlere musallat oluyor.

İşaret: Eğer desen: “Delil-i ihtiraî i’ta-i vücuddur. İ’ta-i vücud ise; i’dam-ı mevcudun refikidir. Halbuki adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırfı aklımız tasavvur edemiyor.” Cevaben derim: Yahu!.. Sizin bu
[25.10.2023 22:10] Annem: İkincisi: O hadsiz masnu’lar birbirinden sîmaca farikalı ve şekilce zînetli ve mikdarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki; Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey’den başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle hârikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahib olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimal yok.

Üçüncüsü: Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur ve mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nutfe denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüzbinler çeşit tarzlarda ve birer mu’cize-i hikmet mahiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam ve müvazeneli ve hatasız bir heyette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattır ki; hayvanlar adedince senedler, deliller o hakikatı tenvir eder.

İşte bu üç hakikatın ittifakıyla, hayvanların bütün enva’ı, beraber öyle bir “Lâ ilahe illâ Hû” deyip şehadet getiriyorlar ki; güya zemin büyük bir insan gibi, büyüklüğü nisbetinde “Lâ ilahe illâ Hû” diyerek semavat ehline işittiriyor mahiyetinde gördü ve tam ders aldı. Birinci Makam’ın yedinci mertebesinde bu mezkûr hakikatları ifade manasıyla:

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلَى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ جَمِيعِ اَنْوَاعِ الْحَيْوَانَاتِ وَ الطُّيُورِ الْحَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا وَ قُوَاهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ لَطَائِفِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْفَصِيحَاتِ وَ بِكَلِمَاتِ جِهَازَاتِهَا وَ جَوَارِحِهَا وَ اَعْضَائِهَا وَآلاَتِهَا الْمُكَمَّلَةِ الْبَلِيغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الاِيجَادِ وَ الصُّنْعِ وَ اْلاِبْدَاعِ بِاْلاِرَادَةِ وَ حَقِيقَةِ التَّمْيِيزِ وَ التَّزْيِينِ بِالْقَصْدِ وَ حَقِيقَةِ التَّقْدِيرِ وَ التَّصْوِيرِ بِالْحِكْمَةِ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلاَلَةِ حَقِيقَةِ فَتْحِ جَمِيعِ صُوَرِهَا الْمُنْتَظَمَةِ الْمُتَخَالِفَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ مِنْ بَيْضَاتٍ وَ قَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَحْدُودَةٍ ❊

denilmiştir.

Sonra o mütefekkir yolcu, marifet-i İlahiyenin hadsiz mertebelerinde ve nihayetsiz ezvakında ve envârında daha ileri gitmek için, insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek isterken, başta enbiyalar olarak onu içeriye davet ettiler; o da girdi. En evvel geçmiş zamanın menziline baktı, gördü ki: Nev’-i beşerin en nurani ve en mükemmeli olan umum peygamberler (Aleyhimüsselâm) bil’icma’ beraber “Lâ ilahe illâ Hû” deyip zikrediyorlar ve parlak ve musaddak olan hadsiz mu’cizatlarının
[25.10.2023 22:10] Annem: -i Beyt’ten bir kutb-u a’zam demiş ki: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’nin (R.A.) hilafetini arzu etmiş, fakat gaibden ona bildirilmiş ki: Murad-ı İlahî başkadır. O da, arzusunu bırakıp, murad-ı İlahîye tâbi’ olmuş.” Murad-ı İlahînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki:

Vefat-ı Nebevî’den sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali’nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali’nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaatı itibariyle, çok zâtlarda ve kabîlelerde rekabet damarını harekete getirip, tefrikaya sebeb olmak kaviyyen muhtemeldi. Hem Hazret-i Ali’nin hilafetinin teehhür etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvamın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi, sonra inkişaf eden yetmişüç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisatın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi hârikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet dayandı… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi: “Ben Kur’anın tenzili için harbettim, sen de tevili için harbedeceksin!” Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt’i gördükleri için, onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etba’ları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüzbinlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.

Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.

İşte bak! Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhâssa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkādir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envâr-ı
[25.10.2023 22:12] Annem: , Gül fabrikasının Risale-i Nur’a derece-i hizmetlerini merak edip sormuştum. Ümid ve tahminimin pek fevkinde olarak, Hüsrev’in mektubundan, bin kalemle Risale-i Nur’a hizmet haberini ve bilhâssa sizin de yalnız ümmilerden birkaç köyde elli kalemin imdada yetişmesi, bâki bir hazinenin müjdesi kadar bizi memnun etti. Allah sizlerden ebedî razı olsun, âmîn. Ve sizi, hizmet-i imaniye ve Kur’aniyede muvaffak eylesin, âmîn. Büyük Hâfız Ali’nin, Nazif’le tevafuku ve tetabuku, yalnız bir-iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk var.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederim.

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz, beni âhir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, “Hıfz-ı Kur’an’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünki bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’anındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevab bulunan Kur’anın hıfzı ve kıraatı, her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat Risale-i Nur dahi, o Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları ve hüccetleri olduğundan ve Kur’anın hıfz ve kıraatına vasıta ve vesile ve hakaikını tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak elzemdir.

Nur fabrikası ve Gül fabrikası devairinde, Mübarekler Heyeti’nde, Lütfü’ler nümunelerinde, Hacı Hâfız’lar cemaatinde, Sıddık Süleyman, Hakkı’nın makamlarında bulunan herbir kardeşlerimize, hususan elli ümmiden çıkan Risale-i Nur talebelerine birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarınızı istiyoruz.

Said Nursî

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
[25.10.2023 22:13] Annem: -i hilkatini unutup, vazife-i fıtriyesini terkederek kendine mana-yı ismiyle baksa, kendini mâlik itikad etse; o vakit emanette hıyanet eder, وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيهَا altında dâhil olur. İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevlid eden enaniyetin şu cihetindendir ki; semavat ve arz ve cibal tedehhüş etmişler, farazî bir şirkten korkmuşlar. Evet ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur; gittikçe kalınlaşır. Vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder. Bütün o insan, bütün letaifiyle âdeta ene olur. Sonra nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i nev’iye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip; o ene, enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek, şeytan gibi, Sâni’-i Zülcelal’in evamirine karşı mübareze eder. Sonra kıyas-ı binnefs suretiyle herkesi, hattâ herşeyi kendine kıyas edip, Cenab-ı Hakk’ın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder. Gayet azîm bir şirke düşer. اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ mealini gösterir. Evet nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de “Kendime mâlikim.” diyen adam, “Herşey kendine mâliktir.” demeye ve itikad etmeye mecburdur.

İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene’nin rengi, şirk ve ta’tildir, Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa; o ene’deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez. Onbirinci Söz’de mahiyet-i insaniyenin ve mahiyet-i insaniyedeki enaniyetin, -mana-yı harfî cihetiyle- ne kadar hassas bir mizan ve doğru bir mikyas ve muhit bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir âyine ve kâinata güzel bir takvim, bir ruzname olduğu gayet kat’î bir surette tafsil edilmiştir. Ona müracaat edilsin. O Söz’deki tafsilata iktifaen kısa keserek mukaddimeye nihayet verdik. Eğer mukaddimeyi anladınsa gel, hakikata giriyoruz.

İşte bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde… Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizac ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler, felsefe silsilesinin etrafına cem’olmuştur. Şimdi şu iki silsilenin menşe’lerini, esaslarını bulmalıyız.

İşte diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ kuvve-i akliye dalında; Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun meyvelerini, beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gazabiye dalında; Nemrudları, Firavunları, Şeddadları 5(Haşiye) beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behimiye dalında; âliheleri, sanemleri ve uluhiyet dava edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşei ile silsile-i nübüvvetin ki bir şecere-i tûbâ-i ubudiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübarek dalları: Kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselîn ve evliya ve sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi.. kuvve-i dafia dalında â
[25.10.2023 22:13] Annem: KELİME: Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:

Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi, kal’ası hükmündedir. Arab-Türk hakikî iki kardeş, o kal’a-i kudsiyenin nöbettarlarıdır.

İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit, alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır. Nasılki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında bütün efradı müttehem olur. Güya herbir ferd o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukukuna tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.

Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî’deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mazuruz.” diye özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz makbul değil. Tenbelliğiniz ve “Neme lâzım!” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizlere gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.

İşte seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene -yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik- yalnız işleyene münhasır kalamaz. Belki bu hasene, milyonlar ehl-i imana manen faide verebilir. Hayat-ı maneviye ve maddiyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için “Neme lâzım!” deyip kendini tenbellik döşeğine atmak zamanı değil!..

Ey bu câmi’deki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki Âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dava ediyorum. Yani: küçük taifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük muazzam taife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuzla biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyor.

Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadları, imamları ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler. Onun için tenbellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra Arab taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeğe, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserîsinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşâallah nesl-i âti görecek.

Sakın kardeşlerim! Tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben bu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-ı İslâmiye bütün siyasâtın fevkindedir. B�
[25.10.2023 22:13] Annem: Üçüncü ve Yirmi Dördüncü Ayetlerin Tefsiri
Nübüvvet Hakkında
وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ❊

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ

Gayet kısa bir meali: Yani “Abdimiz üzerine inzal ettiğimiz Kur’anda bir şübheniz varsa, Kur’anın mislinden bir sure yapınız; hem de Allah’tan başka, işlerinizde kendilerine müracaat ettiğiniz şüheda ve muinlerinizi de çağırınız, yardım etsinler. Eğer sözünüzde sadık iseniz hepiniz beraber çalışınız, Kur’anın mislinden bir sure getiriniz. Eğer bir misil getiremediğiniz takdirde, zâten getiremezsiniz ya, öyle bir ateşten sakınınız ki; odunu, insanlar ile taşlardır.”

Mukaddeme

Kitabın evvelinde beyan edildiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in takib ettiği esas maksad dörttür. Birinci maksadı olan “tevhid”, evvelki âyetle beyan edilmiştir. Bu âyetle de, ikinci maksad olan “nübüvvet” beyan ve izah edilmiştir. Yalnız birşey var ki, bu âyet nübüvvet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) isbatı hakkındadır; nübüvvet-i mutlaka hakkında değildir. Halbuki maksad, mutlak nübüvvettir. Fakat küllî, cüz’îde dâhildir. Cüz’înin isbatıyla küllî de isbat edilmiş olur. Bu âyet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nübüvvetini, en büyük mu’cizesi olan i’caz-ı Kur’andan bahisle isbat ediyor. O zâtın (A.S.M.) nübüvvetine dair delail, başka risalelerimizde beyan edilmiştir. Burada yalnız bir kısmını hülâsaten altı mes’ele zımnında beyan edeceğiz:

Birinci Mes’ele: Enbiya-i sâlifînde nübüvvete medar ve esas tutulan noktalar ve onların ümmetleriyle olan muameleleri hakkında -yalnız zaman ve mekânın tesiriyle bazı hususat müstesna olmak şartıyla- yapılacak tam bir teftiş ve kontrol neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha yükseği bulunmakta olduğu tahakkuk eder. Binaenaleyh nübüvvet mertebesine nâil olanların heyet-i mecmuası, mu’cizeleriyle vesair ahvalleriyle, lisan-ı hal ve kal ile, nev’-i beşerin sinni kemale geldiğinde Üstad-ül Beşer ünvanını taşıyan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sıdk-ı nübüvvetine ilân-ı şehadet etmişlerdir. O Hazret de (A.S.M.) bütün mu’cizeleriyle Sâni’in vücud ve vahdetini, nurlu bir bürhan olarak âleme ilân etmiştir.

İkinci Mes’ele: O zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir bütün ahval ve harekâtı nazar-ı dikkatten geçirilirse, herbir hareketi, herbir hâli hârikulâde değilse de onun sıdkına delalet eder. Ezcümle: Gar mes’elesinde, Ebu Bekir-is Sıddık ile beraber halâs ve kurtuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda, لاَ تَخَفْ اِنَّ اللّهَ مَعَنَا “Korkma, Allah bizimle beraberdir.” diye Ebu Bekir-is Sıddık’a verdiği teselli ve tavk-ı beşerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddüdsüz gösterdiği vaziyet; elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Hâlıkına itimad ettiğine güneş gibi bir bürhandır. Kezalik saadet-i dâreyn için tesis ettiği esaslarda isabet etmiş olduğu ve izhar ettiği kavaidin hakikatla muttasıl ve hakkaniyetle yapışık olduğu, bütün âlemce mazhar-ı kabul ve tasdik olmuş ve olmaktadır.

İhtar: O zâtın (A.S.M.) ahval ve harekâtı birer birer, yani tek tek onun sıdk u
[25.10.2023 22:14] Annem: Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve mâ-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rîh-ı reyhan ve misk-i anberdir.

Risale-i Nur mev’id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müjde-i Haydarî (R.A.) ve beşaret ve teavün-ü Gavsî (K.S.) ve tavsiye-i Gazalî (K.S.) ve ihbar-ı Farukî (K.S.)dir.

Risale-i Nur Şems-i Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın elvan-ı seb’ası, Risale-i Nur’un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlm-i Kelâm, hem bir kitab-ı İlm-i İlahiyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san’at, hem bir kitab-ı belâgat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır.

Risale-i Nur Kur’an semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve yıldızlarıdır. Nasılki zahiren, perde-i esbab olan Güneş’ten, Kamer’den ve kevkeb-i münirden bütün kâinat tenevvür ve tezeyyün ve bütün eşya neşv ü nema ve hayat buluyor
[25.10.2023 22:14] Annem: tarihinde, Meclis-i Meb’usana hitaben yazdığım bir hutbenin suretidir
(Bu kısım, müellifin kendi Türkçesidir)

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ الصَّلَوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Ey mücahidîn-i İslâm! Ey ehl-i hall ü akd! Bu fakirin bir mes’elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

Evvelâ: Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Mademki Kur’an’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’anın en sarih ve en kat’î emri olan “Salât” gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi böyle hârika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

Sâniyen: Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.

Sâlisen: Bu âlemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz. Kur’an’ın evamir-i kat’iyyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin gibi insanları işba’ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.

Râbian: Bu millet-i İslâmın cemaatleri -çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa yine- başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan’da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebeb nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkiya idiler.

Hâmisen: Enbiya’nın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa’yiniz ya hebaen gider veya muvakkat, sathî kalır…

Sâdisen: Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan firenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’male tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm’ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.

Sâbian: Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dinen galebe edemedi. Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı; ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârane, sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş…

Sâminen: Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i
[25.10.2023 22:15] Annem: İşte ey şeytan! Senin rağmına ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatlı muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ en küçük bir delilde dahi Kur’ana karşı imanını ziyadeleştirirler. Senin ve şakirdlerinin gösterdiği yol ise: Bir kerre beşer kelâmı farzedilse, yani arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa; bütün mıhların kuvvetinde ve çok bürhanların metanetinde bir tek bürhan lâzım ki, onu yerden kaldırıp arş-ı manevîye çaksın. Tâ küfrün zulümatından kurtulup, imanın envârına erişsin.

Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için senin desisen ile şu zamanda, bîtarafane muhakeme sureti altında çokları imanını kaybediyorlar…

Şeytan döndü ve dedi: Kur’an beşer kelâmına benziyor, onların muhaveresi tarzındadır. Demek, beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa, ona yakışacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzı olacaktı. Onun san’atı nasıl beşer san’atına benzemiyor, kelâmı da benzememeli?

Cevaben dedim: Nasılki Peygamberimiz, mu’cizatından ve hasaisinden başka, ef’al ve ahval ve etvarında beşeriyette kalıp, beşer gibi âdet-i İlahiyeye ve evamir-i tekviniyesine münkad ve muti’ olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker ve hâkeza… Herbir ahval ve etvarında hârikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine ef’aliyle imam olsun, etvarıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvarında hârikulâde olsa idi, bizzât her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşid-i mutlak olamazdı. Bütün ahvaliyle Rahmeten lil-âlemîn olamazdı. Aynen öyle de:

Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikata muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaveratı ve üslûbu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir. Çünki cin ve ins münacatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor ve hâkeza… Herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın Tûr-i Sina’da işittiği Kelâmullah tarzında olsa idi; beşer bunu dinlemekte, işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Musa gibi bir ulü-l azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa
[25.10.2023 22:15] Annem: Lem’a
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz sıddık kardeşlerim Hoca Sabri, Hâfız Ali, Mes’ud, Mustafalar, Hüsrev, Re’fet, Bekir Bey, Rüşdü, Lütfüler, Hâfız Ahmed, Şeyh Mustafa vesaire… Sizlere meraklı ve medar-ı sual olmuş “Dört Küçük Mes’ele”yi malûmat kabîlinden muhtasar bir surette beyan etmekliğe kalbimde bir hatıra hissettim.

BİRİNCİSİ: Kardeşlerimizden Çaprazzade Abdullah Efendi gibi bazı adamlar, ehl-i keşiften rivayeten bu geçen Ramazanda Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec, bir fütuhat olacağını haber verdikleri halde zuhur etmedi. Böyle ehl-i velayet ve keşif, neden hilaf-ı vaki’ haber veriyorlar? Benden sordular. Ben de birden sünuhat kabîlinden olarak verdiğim cevabın muhtasarı şudur:

Hadîs-i şerifte vârid olmuştur ki: “Bazan bela nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki: Mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şeraitle mukayyed bulunduğunu ve o şeraitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbat’ta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelî’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor. İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nev’inden verilen haberler, muallak oldukları şeraiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzib etmiyorlar. Çünki mukadder imiş, fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş. Evet Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef câmilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Nasılki sâbık hadîsin sırrıyla: Sadaka, belayı ref’ eder. Ekseriyetin hâlis duası dahi, ferec-i umumîyi cezbeder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden, fütuhat da verilmedi.

İKİNCİ MERAKLI SUAL: Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek bilakis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zâtlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?”

Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki: Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..

ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL: Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebilerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i maneviyesinin menbaı olan hamiye
[25.10.2023 22:16] Annem: Nasılki ihatalı olan fettahiyet hakikatıyla bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle isbat eder. Öyle de herşeyi ihata eden “rahmaniyet” hakikatı dahi, vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhâssa yeni gelenleri kemal-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet, her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir. Risale-i Nur ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan, Risale-i Nur’un birçok yerlerinde, hakikat-ı rahmetin nükteleri ve cilveleri izah ve isbat edildiğinden, burada bu katre ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.

Seyyahımızın üçüncü menzilde müşahede ettiği

Üçüncü Hakikat: “Müdebbiriyet ve idare hakikatı”dır.
Yani, gayet dehşetli ve sür’atli ecram-ı semaviyeyi ve gayet istilacı ve karıştırıcı unsurları ve gayet ihtiyaçlı, za’fiyetli mahlukat-ı arziyeyi kemal-i intizam ve müvazene ile idare etmek, birbirlerine muavenetdar yapmak ve imtizackârane idare etmek ve tedbirlerini görmek ve bu koca âlemi bir mükemmel memleket, bir muhteşem şehir, bir müzeyyen saray gibi yapmak hakikatıdır.

İşte bu cebbarane ve rahmanane idarenin büyük dairelerini bırakıp, yalnız baharda zemin yüzünde cereyan eden o idarenin bir tek sahife ve safhasını, Risalet-ün Nur Onuncu Söz gibi mühim risalelerinde izah ve isbat etmesine binaen, kısa bir suretini bir temsil ile göstereceğiz; şöyle ki:

Meselâ ve farazâ; hârika ve cihangir bir zât, dörtyüz bin ayrı ayrı milletlerden, taifelerden bir ordu teşkil etse, her milletin ve her taifenin neferlerine ait elbiselerini, hem silâhlarını, hem yemeklerini, hem talimat hem terhisatlarını, hem hidematlarını, birbirinden ayrı ayrı, hem çeşit çeşit olarak bütün o muhtelif cihazatı noksansız, kusursuz, yanlışsız, hatasız, vakti vaktine, gecikmeden, karıştırmadan kemal-i intizamla ve gayet mükemmel bir tarzda o mu’cizatlı kumandan verse; elbette o gayet geniş ve karışık ve ince ve müvazeneli ve kesretli ve adaletli idareye, o hârika kumandanın fevkalâde kudretinden başka hiçbir sebeb elini uzatamaz. Eğer uzatsa, müvazeneyi bozar ve karıştırır.

Aynen öyle de, gözümüzle görüyoruz ki; bir dest-i gaybî her baharda dörtyüz bin muhtelif nevilerden mürekkeb bir muhteşem orduyu icad edip idare ediyor. Kıyamete nümune olan güz mevsiminde, o dörtyüz binden üçyüz bin nebatî ve hayvanî nevilerini vefatlar suretinde ve mevtler namında terhis edip vazifelerinden paydos ediyor. Ve haşr u neşre nümune olan baharda haşr-i a’zamın üçyüz bin misalini -birkaç hafta zarfında- kemal-i intizamla inşa edip, hattâ bir tek ağaçta dört küçük haşirleri, yani kendini ve yapraklarını ve çiçeklerini ve meyvelerini, gitmiş baharın aynı gibi neşirlerini gözümüze gösterdikten sonra, o dörtyüz bin enva’a baliğ olan ordu-yu Sübhanînin her nev’e, her taifeye mahsus ve münasib ayrı ayrı rızıklarını ve çeşit çeşit müdafaa silâhlarını ve ayrı ayrı libaslarını ve ayrı ayrı talimlerini ve terhislerini ve ayrı ayrı bütün cihazat ve levazımatlarını, kemal-i intizamla, sehivsiz, hatasız, karıştırmadan ve hiçbirini unutmadan, umulmadık yerlerden vakti-vaktine vermekle kemal-i rububiyet ve hâkimiyet ve hikmet içinde vahdaniyetini ve
[25.10.2023 22:16] Annem: Fakat sevgili Üstadım, zaman takarrüb etmiş olmalı ki; bir taraftan mülhidlerin tecavüzleri ziyadeleştikçe, diğer taraftan muhterem Üstadımızın, Kur’an’ın feyzi ile nâil olduğu hakikat deryasından kükreyip gelen gizli hakaiki izhar etmesi bizim sevincimizi artırmaktadır. Madem çiçekleri görmek için baharı beklemek zarureti vardır, biz de ona şiddetle ve sabırsızlıkla intizar etmekteyiz.

Hüsrev

* * *

(Hüsrev’in bir fıkrasıdır)
Sevgili, muhterem Üstadım, kıymetdar Üstadım!

Bekir Ağa ile gönderdiğiniz mektubdan duyduğum süruru tarif etmek, benim gibi âciz bir talebenin ne lisanı ve ne de kaleminin haddi değildir. Sevincimden mektubunuzu takbil ediyor; ruhum sizinle yaşadığı halde, cismen uzak bulunduğumuzdan ağlıyordum. Zaman oluyor ki, gözlerimden dökülen yaşları, yazı yazmak veyahut risaleleri okumakla
[25.10.2023 22:18] Annem: Bir Ayet:
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Kuşkusuz Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
(Hadîd, 57/9)

Bir Hadis:
Kabirleri ziyaret edin çünkü kabir ziyareti, ölümü hatırlatır.
(Müslim, "Cenâiz", 108; Ebû Dâvud, "Cenâiz", 75, 77)

Bir Dua:
Allah'ım! Takdir ettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz ki Sen (dilediğin şekilde) hükmedersin ve Senin hükmünü bozacak hiçkimse yoktur. Dost edindiğin hiçkimse zelil olmaz. Sana düşmanlık eden hiçkimse üstün gelemez. Rabbimiz! Sen mübarek ve yücesin.
(Ebû Dâvud, "Vitir", 5)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[25.10.2023 22:18] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Biz bu kitabı sana gerçeğin bilgisi olarak indirdik; öyleyse içten bir inanç ve bağlılık göstererek sadece Allah’a ibadet et. (Zümer, 39/2)
Kim içtenlikle Allah’tan şehit olmayı dilerse yatağında bile ölse Allah onu şehitlerin makamlarına ulaştırır. (Müslim, İmâre, 157) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
EKMEK İSRAFI
Modern zamanlar ne yazık ki bizi kendi dünyamıza hapsetti. Bireyselleştik. Bencilleştik. Kendimizden başkasını düşünmez olduk. Merhameti, diğerkâmlığı, kanaatkârlığı unuttuk. Amansız bir şekilde her şeyi tüketir olduk; zamanı da, mekânı da, malı da, serveti de, tabiatı da, çevreyi de bilinçsizce tüketiyoruz. Hayatımız ve ömrümüz akıp giderken gençliğimizi, sağlığımızı, zenginliğimizi, geleceğimizi, her şeyimizi israf ediyoruz. İsraf ve savurganlık, bugün hayatımızın hemen her tarafını kuşatmış durumda. Ancak öyle bir nimeti israf ediyoruz ki, bu nimetin bizde apayrı bir yeri vardır. İsraf ettiğimiz bu nimet, ekmek nimetidir. Bizim kültürümüzde ekmek, rızıkların kıymetlisi, hürmete şayan olanıdır. Bu sebeple biz bir ekmek kırıntısını yerde gördüğümüzde hemen onu alır ve öperiz; sonra alnımıza koyarız. Son yılarda ülkemizde ekmek israfı arttı. Bu durum büyük bir ekonomik kayıptır. israfın, Rezzâk olan Allah’ın nimetine karşı bir saygısızlık olduğunu bilincinde olarak hiç bir nimeti israf etmeyelim.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[25.10.2023 22:18] Annem: MENKIBE...................  SORULAR VE CEVAPLAR

Yahya bin Hacı Edib hazretleri anlatır:

Abdülkadir-i Geylânî hazretlerinin sohbetinde bulunurdum. O kadar çok soruya cevap verirdi ki; merak edip birgün sohbete gelmeden önce, onun bir sohbetinde hâllettiği meselelerin sayısını öğrenmeyi arzu ettim. Bunun için bir ip getirdim. Cemâatin en gerisinde oturdum. İpi de elbisemin altına koyarak kimsenin görmemesi için gizledim.

O sırada mescide Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gelip sohbet etmeye başladı. Sorulan suâlleri açık bir şekilde cevaplandırıyordu. Her müşkülü hâllettiğinde ben de ipliğe bir düğüm atıyordum. Sohbet bittikten sonra Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri bana gülümseyerek buyurdu ki:

‘’Ey Hacı Edib! Ben meseleleri çözmeye çalışıyorum, sen ise düğümlüyorsun.’’

YEMEK........  FIRINDA ALABALIK

MALZEME: Bir kilo alabalık, 100 gram tereyağı, 2 domates, 2 domates suyu, 3 haşlanmış patates, tuz, limon.

YAPILIŞI: Balıklar temizlendikten sonra, tuzlanarak tepsiye dizilir. Üzerine, tereyağı parçalanarak konur. Domatesler ince ince kesilmiş ve patatesler de yarım olarak konur. Domates suyu ilâve edilerek orta hararetli fırına sürülür. 10 dakika sonra alt üst edilir. Pişince limon sıkılıp tepsiyle servis yapılır.

GÜNÜN TARİHİ........ULUĞ BEYİN VEFÂTI

Uluğ Bey astronomi âlimi ve Semerkand sultanıdır. Semerkand’da 22 Mart 1395’de doğdu. Sarayda iyi bir öğrenim gördü. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi, Arapçayı öğrendi. Babası vefât edince, idareyi ele aldı. Semerkand’ı kendine başşehir yaptı. 38 sene hükümdarlık yaptı. 25 Ekim 1449’da öldürüldü ve dedesi Timur Hânın yanına defnedildi. Dünya ilim tarihinde, en büyük astronomi âlimi olarak şöhret yaptı. Bu sahada Uluğ Beyi dünyaya tanıtan, Semerkand’da 1420’de yaptırdığı rasathâne olmuştur.


25.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[25.10.2023 22:18] Annem: • Suların Soğuması
'Riya, kibir, haset, gurur gibi şeyler ameli yakar.' Gavs-ı Sânî [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[25.10.2023 22:18] Annem: Onun Güzel Ahlâkı

Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] insanların en yumuşak huylusu, en adaletlisi ve en cömert olanıydı. İsteyene asla  hayır  diyemezdi. Sözü ve konuşması en güzel, tevazuu en mükemmel insandı. Ondan daha yumuşak tabiatlısı yoktu. İnsanların en güzel geçimli ve en güzel hayâlı olanıydı. O, hiç kimseye uygunsuz söz söylemezdi.

Kimsenin yüzüne, gözünü dikip bakmazdı. Hediyeyi kabul eder; hediye bir tas süt bile olsa asla geri çevirmezdi. Aldığı hediyenin karşılığını fazlasıyla verirdi. Gelen hediyeden yerdi, ama sadaka almazdı ve yemezdi.

Sonucu kendi aleyhine bile olsa, hak olanı yerine getirirdi. Onun içi de dışı da aynıydı. Bu nedenle darılması ve sevinmesi hemen yüzünden anlaşılırdı. Bir şeye üzüldüğü vakit, sakalını çok sıvazlardı.

Dinleyenin, sözlerini anlayabilmesi ve kavrayabilmesi için tane tane konuşurdu. Bazan anlaşılması için bir kelimeyi üç defa tekrar ettiği olurdu. Hüzünlü ve düşünceli görünürdü. Gerek duyarsa konuşurdu. Kimsesizlerin, çaresizlerin ihtiyaçlarını bizzat görürdü. Oturması ve kalkması hep Allah’ı zikretmek için olurdu.

Semerkand Takvimi
[25.10.2023 22:20] Annem:  Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.
YÂSÎN Sûresi 82.Ayet
[25.10.2023 22:20] Annem: “Bunlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlik ederler, hainlik ederler kendilerine itimat edilmez, bir adakta bulunurlar fakat yerine getirmezler, başka bir düşünceleri olmadığı sadece yiyip içmeyi düşündükleri için onlarda şişmanlık baş gösterir.”
(Buhari Şehâdât 9, Müslim Fedâil-üs-sahâbe 214)
[25.10.2023 22:20] Annem: İslâm Dini 
I. İSLÂM DİNİNİN MAHİYETİ
Din, ister hakikatin doğrudan yansıması veya açılımı olarak kabul edilsin
ister insan yaratılışının bir gereği olarak değerlendirilsin, sonuçta insanın
özünde, fıtratında yerleşik bulunan ve oradan kaynaklanan "kutsala saygı,
ona bağlanma ve onunla bütünleşme" ihtiyacını karşılar ve onu kâinat içindeki
yalnızlığından kurtaran bir can simidi görevini yerine getirir.
Din kelimesi yer yer bir ferdin veya grubun doğru kabul ettiği ve davranışlarını
direktifleri doğrultusunda düzenlediği şey anlamında kullanılsa da,
öz ve gerçek kullanımında din, beşer kurgusu olmayan, tam tersine Tanrı
kaynaklı olan şey anlamındadır. Vahyedilmiş olarak nitelenen ve bir bakıma
Tanrı'nın gökten yeryüzüne ve insanoğluna uzatılmış kurtuluş ipi olan dinin
temel amacı, insan ile Tanrı arasında etkili, güçlü ve sağlıklı bir bağ kurmaktır.
Bu anlamda vahiy kaynaklı bütün dinlerin bir, tek ve aynı olduğunu
söylemek doğru olur. Nitekim Kur'an'daki "Allah katındaki din İslâm'dır"
(Âl-i İmrân 3/19) ifadesi, Allah'ın itibar ettiği, geçerli saydığı ve dikkate aldığı
tek dinin, özel anlamıyla son ilâhî din sayılan İslâm dini anlamını ifade
etmesinin yanı sıra, Tanrı kaynaklı olan vahyedilmiş dinlerin özde birliğini
ve bu dinlerin temel özelliğinin -seçilen kelimenin sözlük anlamına da uygun şekilde- Tanrı'ya boyun eğiş, O'na bağlanış ve teslim oluş olduğunu da
ayrıca vurgulamaktadır.
Bir dinin mükemmel olduğu iddiası, sadece mensupları açısından o dinin
bütün öteki dinlere tercih edilebilir olduğunu ima eder. Bir dinin bu amaç
doğrultusunda bütün öteki dinler karşısında inanç ve ibadete ilişkin sembolik
tutarlılığını, safiyet ve orijinalitesini korumak maksadıyla kendisi için bir
söylem oluşturması ve itham, isnat ve itirazlara karşı bir savunma mekanizması
geliştirmesi haklı ve anlamlı görülebilir. Fakat vahiy kaynaklı olan
ve kopuksuz bir gelenek zinciriyle gelen bütün dinler, öz ve orijinalite itibariyle
aynı zirveye götüren yollar olarak tanımlanır ve İslâm dini bu halkanın
son ve bozulmaktan korunmuş şeklini temsil eder. 
...Daha az
[25.10.2023 22:20] Annem: Sevgi dostlara saygılı olmakla güçlenir.[Hz. Ali]
[25.10.2023 22:20] Annem: İNFAK
İnfak, kişinin Allah’ın rızası için servetinden harcamada bu- lunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardım etmesidir. Bu yönüyle infak, hem farz olan zekatı hem de gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içerir.
Kur’an-ı Kerim, mü'minleri Allah rızası için infak etmeye ça- ğırırken bundan maksadın hem mala karşı tamahkârlığın kırılarak nefsin temizlenmesi, hem de mal üzerinde Allah’ın hakkının gözetilerek bunun ihtiyaç sahiplerine verilmesini amaçlar. Zira mülk ve servetin gerçek sahibi Allah’tır. İnsan ancak emanetçidir. Bunun için Allah’ın emanet olarak verdiği bu servetten ihtiyaç sahiplerine, yetimlere, yoksullara vermek gerekir (Nûr, 24/33).

DİNÎ KAVRAMLAR
CENNETÜ’L-BAKÎ’
Sözlükte “sonsuzluk bahçesi” anlamına gelen “Cennetü’l-
Bakî”; Medine’de Mescid-i Nebevî’nin doğu tarafında bulunan mezarlığa verilen bir isimdir. Bu mezarlığa ilk defne- dilen Peygamberimizin süt kar- deşi Osman ibn Maz’un’dur. On bin civarında sahâbî bu mezarlığa defnedilmiştir. Hz. Osman, Peygamberimizin am- cası Hz. Abbas, halası Hz. Sa- fiye, süt annesi Halime, eşi Hz. Aişe, oğlu İbrahim, İmam Mâlik de burada medfundur.

ÖZLÜ SÖZ
Şimdi elinden gelirken iyilik yap.
Yoksa yarın kefeni yırtıp elini çıkaramazsın. (Sadi Şirazî)
[25.10.2023 22:21] Annem: Ey Adem ogullari! Size ayip yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattik Takvâ elbisesi Iste o daha hayirlidir Bunlar Allah'in âyetlerindendir Belki düsünüp ögüt alirlar (diye onlari indirdi)  (A'RAF/26)

Ey Âdem ogullari! Seytan, ana-babanizi, ayip yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çikardigi gibi sizi de aldatmasin Çünkü o ve yandaslari, sizin onlari göremeyeceginiz yerden sizi görürler Süphesiz biz seytanlari, inanmayanlarin dostlari kildik  (A'RAF/27)

Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yapti ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca tasiyacaginiz evler; yünlerinden, yapagilarindan ve killarindan bir süreye kadar (faydalanacaginiz) bir ev esyasi ve bir ticaret mali meydana getirdi  (NAHL/80)

Allah, yarattiklarindan sizin için gölgeler yapti Daglarda da sizin için barinaklar yaratti Sizi sicaktan koruyacak elbiseler ve savasta sizi koruyacak zirhlar yaratti Iste böylece Allah, müslüman olmaniz için üzerinize nimetini tamamliyor  (NAHL/81)

Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rizki her yerden bol bol gelirdi Sonra onlar Allah'in nimetlerine karsi nankörlük ettiler Allah da onlara, yaptiklarindan ötürü açlik ve korku sikintisini tattirdi  (NAHL/112)

Iste onlara, alt taraflarindan irmaklar akan Adn cennetleri vardir Onlar Adn cennetlerinde tahtlar üzerine kurularak orada altin bileziklerle bezenecekler; ince ve kalin dîbâdan yesil elbiseler giyecekler Ne güzel karsilik ve ne güzel kalma yeri!  (KEHF/31)

Su iki gurup, Rableri hakkinda çekisen iki hasimdir: Imdi, inkâr edenler için atesten bir elbise biçilmistir Onlarin baslarinin üstünden kaynar su dökülecektir!  (HAC/19)

Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranislarda bulunanlari, zemininden irmaklar akan cennetlere kabul eder Bunlar orada altin bileziklerle ve incilerle bezenirler Orada giyecekleri ise ipektir  (HAC/23)

Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmis yasli kadinlarin, zinetleri (yabanci erkeklere) teshir etmeksizin (bazi) elbiselerini çikarmalarinda kendilerine bir vebal yoktur Iffetli davranmalari kendileri için daha hayirlidir Allah isitendir, bilendir  (NUR/60)

Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kilan, gündüzü de dagilip çalisma (zamani) yapan, O'dur  (FURKAN/47)

Ey Peygamber! Hanimlarina, kizlarina ve müminlerin kadinlarina (bir ihtiyaç için disari çiktiklari zaman) dis örtülerini üstlerine almalarini söyle Onlarin taninmasi ve incitilmemesi için en elverisli olan budur Allah bagislayandir, esirgeyendir  (AHZAB/59)

(Onlarin mükâfati), içine girecekleri Adn cennetleridir Orada altin bilezikler ve incilerle süslenirler Orada giyecekleri elbiseleri de ipektir  (FATIR/33)

Ince ipekten ve parlak atlastan giyerek karsilikli otururlar  (DUHAN/53)

Elbiseni tertemiz tut  (MÜDDESSİR/4)

Üzerlerinde yesil ipekten ince ve kalin elbiseler vardir; gümüs bilezikler takinmislardir Rableri onlara tertemiz bir içki içirir  (İNSAN/21)
[25.10.2023 22:21] Annem: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kâtibi Hanzala İbnu'r-Rebî el-Esedî (radıyallahu anh) anlatıyor: 
Birgün Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'la karşılaştık. Bana: 
"-Nasılsın?" diye sordu. 
"-Hanzala münafık oldu"dedim. 
"-Sübhanallah, sen neler söylüyorsun?" diye şaşırdı. Ben açıkladım. 
"-Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz". Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) de: 
"-Allah'a yemin olsun ben de aynı şeyi hissediyorum" dedi. Beraberce Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gittik ve bu durumu açtık. Bize: 
"-Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e kasem olsun siz, benim yanımdaki hâli dışarda da devam etirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz melekler sizinle yataklarınızda, yollarda müsafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazan öyle bazan böyle olması normaldir (münâfıklık değildir)" dedi ve (son cümleyi üç kere tekrarladı." 
Müslim, Tevbe 12, (2750); Tirmizî, Kıyamet 60, (2516).
[25.10.2023 22:21] Annem: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı.  Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz.  Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar. [Bakara Sûresi.187]
[25.10.2023 22:21] Annem: “Allah’ım! Seni zikretmek, nimetlerine şükretmek ve sana en güzel biçimde ibadet etmek konusunda bana yardım eyle.” (Ibn Huzeyme, Duâ, No:751;Ibn Ebû Şeybe,Duâ,42,No:29391)
[25.10.2023 22:23] Annem: Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.[Bâki]
[25.10.2023 22:23] Annem: Bâin Talak

Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama. (Bkz. Talâk)
[25.10.2023 22:24] Annem: Burhaneddin

A. Dinin delili

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[25.10.2023 22:24] Annem: Göz ile ima ederek namaz kılınabilir mi?

İslam dini, kolaylık üzerine bina edilmiştir. Buradan hareketle sorumluluklar da kulun gücüne göre belirlenmiş, gücü aşan durumlar için kolaylaştırma esası getirilmiştir. Hastalık da bu kolaylaştırma sebepleri arasında yer almaktadır. Buna göre, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan kimse, oturarak namazını kılabilir. Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde ima eder (Ebu Davud, Salat, 181).

“İma”, namazda rüku ve secde yerine başla işaret etmek demektir. Bu şekilde namaz kılan kişi, rüku için başı biraz eğer, secde için ise rükudan biraz daha fazla eğer. Bir kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak ima ile namazını kılabilir ancak oturarak ima ile kılması uygundur. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimse namazını kazaya bırakır; gözleri, kaşları veya kalbiyle ima ederek namaz kılamaz (Mevsıli, el-İhtiyar, İstanbul, ts. , I, 76-78). Rüku veya secde etmeye gücü yetmeyen kişi, rahatsızlığı sebebiyle ayaklarını yana veya kıbleye uzatarak da olsa yere oturamıyorsa, ayakta veya tabure, sandalye, sedir vb. yerlere oturarak namazını ima ile kılabilir.
[25.10.2023 22:25] Annem: 52 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
rahlar, şehadet getirerek şöyle derdi: “Rabbim ne güzelsin, sana 
kul olmak ne güzel bir şey… Mü’min kullarına farz kıldığın 
vecibelerin her biri birer bahar, her biri birer kâr, her biri birer 
vakar…” Bunları söyleye söyleye abdestten namaza geçerdi. 
Kendisini namazın huşûuna hazırlardı. Kur’an-ı Kerim’de ve 
hadis-i şeriflerde rastladığım namazda huşûu dedemde gör-
düm. Şu kanaatteyim ki, namaz kılarken veya kıldırırken evin 
veya caminin bir tarafı yıkılsa haberi olmazdı. Misvaksız ab-
dest aldığını görmedim. Efendimizin “eğer ümmetime güç gel-
meyeceğini bilsem, her namazda misvak kullanılmasını emre-
derdim.”51 hadisini naklederdi. “Kur’an-ı Kerim çıkacak ağzın 
temiz olması gerekir.” derdi. Yatmadan önce ve sabahleyin 
kalkar kalkmaz dişlerini misvaklardı. Yetmişbeş yaşında vefat 
ettiği sırada bütün dişleri tamam ve sağlamdı” (s. 107). 
Kitapta, imamlık yaparken ne tür sıkıntılara katlandığı ve 
bir neslin imanını kurtarmak için hangi zorlukları göğüslediği 
ile ilgili hatıralar da yer almaktadır. Bir defasında başında tak-
ke olduğu halde caminin önünde abdest alırken atı üzerinde 
yanına gelen bir kurmay albay bu büyük zâta “sen niçin şapka 
giymiyorsun, bir daha bu takkeyle görürsem seni bu atla çiğ-
nerim” diyor. Hoca çok üzülüyor. Bir müddet sonra da elin-
den anahtarını alarak camisini ot deposu yapıyorlar. O da aynı 
mahallede küçük bir mescide geçiyor, orada hizmete devam 
ediyor (s. 135). Hele iki askerin ellerinde bıçkı yakındaki bir 
camiyi ot deposu yapmak için minaresini kestiklerini görün-
ce, “Allah’ım, keşke minarenin yerine beni kesselerdi, bıçkının 
sesini duydukça Hz. Zekeriya kesiliyor sandım” (s. 137) demesi 
ve daha nice acıklı hadiseler. Bütün bunlar Rusya’da, Çin’de, 
Yunanistan’da değil Anadolu’da yaşandı değerli okuyucum 
UNUTMA, UNUTTURMA.
51 Nesâi, Taharet 6
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 52 27.04.2019 00:11:20
[25.10.2023 22:25] Annem: MELEKLERE İMAN
∙∙∙ 2 4 ∙∙∙
gerçeği de, duyularla bir şeyin yokluğunu iddia etmemize 
engel olur.
Pozitif bilimlere dayanarak meleklerin yokluğu ileri sürü-
lemez. Çünkü melekler pozitif bilimlerin yöntemleriyle 
bilinebilecek türden varlıklar değildir; onların mevcudi-
yeti fizik ötesidir. Bir şeyin bilimle ispatlanan hususlar-
dan olmayışı, o şeyin yok olduğu anlamına gelmez. Bu-
gün biz, varlıklarını pozitif bilimlerin ispat edemediği 
bilinç, ruh, nefis ve akıl gibi pek çok şeyin varlığını kabul 
etmekteyiz. Hatta maddî varlıklar olarak bildiğimiz göz, 
el, kulak ve benzeri organlarımızın bile maddî boyutları 
yanında, görünmeyen bazı mânevî güçlere sahip oldukla-
rını biliyoruz. Meselâ gözümüz maddîdir, görülen şeyler 
de maddîdir, ancak “görme” denilen olay maddî bir unsur 
değildir. Kulağımız maddîdir, elle tutulur, gözle görülür. 
İşitilen şeyler de maddîdir, maddî olan bir varlıktan ses 
gelmektedir. Ancak “işitme” denen olayı biz ne görüyor 
ne de duyuyoruz. Elimiz maddî bir yapıdır, onun da var-
lığından şüphe etmiyoruz, elimizle tuttuğumuz şeyler de 
maddî niteliklidir. Bununla birlikte “güç” veya “tutma” 
denen şeyin maddî bir karşılığı yoktur. Bütün bu maddî 
yapılarımızın ürettiği söz konusu sonuçların hepsi mâ-
nevî kimliklidir, biz bunları zihnen var kabul ediyoruz.
Meleklerin varlığı akılla çelişmez, ancak bu husus bir 
peygamberin haber vermesi olmadan da doğrudan akılla 
ispat edilemez. Çünkü insanın gözü ve diğer duyu organ-
ları her şeyi görecek ve algılayacak tarzda yaratılmamış-
tır. Meselâ biz, çıplak gözle çok küçük varlıkları göreme-
diğimiz gibi, etrafımızda varlığından emin olduğumuz 
bazı şeyleri de görememekteyiz: Havayı, ruhumuzu, aklı-
mızı, tellerden geçen elektriği göremeyişimiz gibi. Şu hal-
de öncelikle meleklerin varlığının gayb konularından biri 
olduğunu söylemeliyiz. Müminler, peygamberlerin ver-
MELEKLERE İMAN.indd 24 12.03.2015 09:16:30
[25.10.2023 22:26] Annem: Ravi: Ebu Talha el-Ensari (ra)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Melekler, içerisinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Libas 92, 88, Bed'ül-Halk 6,14, Megazi 11, Müslim, Libas 102, (2606), Ebu Davud, Libas 48, (4155), Tirmizi, Edeb 44, (2805), Nesai, Zinet 112, (8, 212, 213), İbnu Mace, Libas 44, (3649)

Hadisin Açıklaması:
null
[25.10.2023 22:26] Annem: Resulullah (sav) şöyle söylemiştir: "(Berire'yi) önce satın al sonra da azad et. (Onu satan efendilerini de bırak, bir işe yaramıyacak olan) istedikleri şartı koşsunlar". Aişe Berire'yi satın alıp, azad etti. Berire'nin ailesi, vela hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun üzerine Resulullah (sav), şu açıklamayı yaptı: "(Olmaz öyle şey!) Vela hakkı azad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar (batıldır!)." 
Kaynak: Buhari, Şurut 10
Rivayet: Aişe
[25.10.2023 22:28] Annem: 37- İmâmlara Namazın Tamamını Hafif Kıldırmalarını Emir Bâbı

1072- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüşeym, İsmail b. Ebî Hâlid’den, o da Kays'dan, o da Ebû Mes'ûd-u Ensârî'den naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd Şöyle dedi: Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek, Ben filâacanın bize namazı uzun kıldırması sebebi ile sabah namazına gelemiyorum; dedi. Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hiç bir mev'izada o günkü gadabından daha şiddetli gadaba geldiğini görmedim! Bunun üzerine şöyle buyurdular: «Ey cemaati hakîkaten içinizde nefret ettirenler var! (Bundan böyle) hanginiz cemaata İmâm olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü arkasında yaşlı ve zayıflarla ihtiyaç sahipleri vardır.»

1073- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Huşeym ile Vekî' rivâyet ettiler. H.

Dedi ki: Bize de İbn Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. H.

Bize de İbn Ebî Ömer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti. Bunların hepsi İsmail'den bu isnadla Hüşeym hadisinin mislini rivâyet etmişlerdir.

1074- Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muğîra - ki bu zât İbn Abdirrahman el-Hizâmî'dir - Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Biriniz cemaata İmâm olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde küçük, yaşlı, zayıf ve hasta olanlar vardır; Kendi kendine kıldığı vakit istediği gîbi kilsini» buyurmuşlar.

1075- Bize İbn Râfî' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdürrezmâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivâyet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Allah'ın Resûlü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettikleri şunlardır: diyerek bir takım hadîsler zikretmiş. Ez cümle: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Biriniz cemaata İmâm olduğu vakit namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde yaşlı olanlar bulunduğu gibi zayıf olanlarıda vardır; yalnız başına kıldığı zaman namazını dilediği kadar uzatsın.» buyurdular, demiş.

1076- Bize Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

Dedi ki: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Ebû Selemetü'bnü Abdirrahmân haber verdi, ki Ebû Hüreyre şunu söylerken işitmiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

Biriniz cemaata namaz kıldırırsa hafif tutsun, çünkü cemaatın içinde zayıf, hasta, ve hacet sahibi olanları vardır.» buyurdular.

1077- Bize Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Leys b. Sa'd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Ebû Bekir b. Abdirrahmân rivâyet etti. Kendisi Ebû Hüreyre'yi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Şöyle buyurdular...» diyerek yukarki hadisin mislini rivâyet ederken dinlemiş. Yalnız o, hadîsdeki «Sakîm» kelimesinin yerine «Kebir» demiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gadaba geldiğini bildiren Ebû Mes'ûd hadîsini Buhârî «İlim», «Namaz» ve «Edeb» bahislerinde; Nesâî «İlim» bahsinde; İbn Mâce dahi ayni bahisde muhtelif râvîlerden, biraz lâfız değişiklikleriyle Ebû Hüreyre hadîsini dahi Buhârî «Ezan» bahsinde tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd ile İbn Mâce de ayrı ayrı râvîlerden rivâyet etmişlerdir. Gerek bu hadîsler, gerekse Bâbımızın bunlardan sonra gelecek hadîsleri İmâmın namazı vâcib ve sünnetlerini haleldar etmemek şartıyla hafif kıldırması gerektiğini; yalnız kıldığı zaman ise uzatmaya tahammülü bulunan kıraat, rükû, sücûd ve teşehhüd gibi rükünleri istediği kadar uzatmakta serbest olduğunu bildirmektedirler.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikâyete gelen zâtın kim olduğu bildirilmediği gibi, kimden şikâyet etti�
[25.10.2023 22:28] Annem: KORKU İLE ÜMİD ARASINDA YAŞAMAK

“Allah’ın önceden kestirilemeyen kurduğu ince tertip ve düzeninden kim kendini güvenlik içinde görebilir? Fakat büyük zararı göze alanlardan başka hiçbir kimse bu tür tertip ve düzenden kendini güvenlik içinde göremez.” (7 Araf 99)

“Ancak kafirler topluluğundan başkası(Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden toplumlar) O’nun rahmetinden ümidlerini keserler.” (12 Yusuf 87)

“Bazı yüzlerin mutluluktan parladığı bazı yüzlerin de ızdırap ile karardığı o hesap günü)düşünün).” (3 Al-i İmran 106)

“... Doğrusu Rabbin, cezayı çabucak verendir, aynı zamanda da çok acıyan ve bağışlayandır.” (7 Araf 167)

“Gerçekten hayırlı ve iyi olanlar imanlarında sadık ve samimi olup doğru dürüst işler işleyenler nimet cennetlerindedirler. Kafirler ve günahlara dadananlar ise yakıcı bir ateş içindedirler.” (82 İnfitar 13-14)

“Artık o zaman iyiliklerinin tartısı ağır basan kendisini mutlu bir hayatın içinde bulacak, kimin de iyiliklerinin tartısı hafif gelirse onun ana kucağı gibi sığınacağı yeri ana yurdu cehennem uçurumu olacaktır.” (101 Karia 6-9)

444: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’min kimse Allah’ın azabının şiddet ve derecesini bilseydi cennet ümidine kapılmazdı. Kafir de Allah katındaki rahmetin çokluğunu kavrayabilseydi O’nun cennetinden asla ümid kesmezdi.” (Müslim, tevbe 23)

445: Ebu Said el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Ölü tabuta konup ta insanlar veya erkekler onu yüklendiği zaman cenaze iyi bir kişi ise: Gideceğim yere beni hemen ulaştırın, hemen ulaştırın, der. Ölen kimse iyi bir kimse değilse: Eyvah nereye götürüyorsunuz beni diye bir çığlık atar. Onun sesini insanlardan başka her şey duyar eğer insan bu sesi duysaydı bayılıp düşerdi.” (Buhari, Cenaiz 50)

446: Abdullah ibni Mes’ud (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır, cehennemde böyledir.”
[25.10.2023 22:30] Annem: Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İpek giymek ve altın kullanmak ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâl kılındı.”

Tirmizî, Libâs 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Libâs 19
[25.10.2023 22:30] Annem: “Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!”

Kehf, 18/10

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[25.10.2023 22:30] Annem: Hz. Peygamber (sav)'ın şöyle sölediğini işittim: "Kim döllemesi yapılmış bir hurmalık satarsa (bir başka rivayette satın alırsa) bunun meyvesi satana aittir. Satın alan kendisinin olacak diye şart koşmuşsa o hariç (bu durumda meyve müşterinindir). Kim de bir köle satarsa, kölenin malı satanındır, burada da satın alan "benim olacak" diye şart koşmuşsa o hariç, bu takdirde kölenin malı varsa müşterinin olur."

Buhari, Büyu 90, 92, Şürb 17, Şürüt 2; Müslim, Büyu 77, (1543); Muvatta, Büyu 9 (2, 617); Tirmizi, Büyu 25, (1244); Ebu Davud, İcare 44, (3433, 4434); Nesai, Büyu 75, (7, 296)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[25.10.2023 22:30] Annem: Peygamberliğin İlânı ve Dâvetin Birinci Safhası
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Bütün insanlığa hitap edecek ve bütün dünyayı kucaklayacak bir din, el­bet­te gizli kalamazdı. Madem insanlığı maddî mâ­nevî huzura kavuşturmak için bu din gönderiliyordu; öyle ise, açıktan açığa insanlara bildirilmesi ve teb­liğ edilmesi zarurî idi.

Cenab-ı Hak, kâinatta her şeyi tedric kanununa bağlamış­tır. Bu kanuna ria­yet ve itaat etmeyenlerin zamandan ala­cakları cevap hiç şüphesiz, muvaffaki­yetsizlik olacaktır.

Re­sû­lul­lah Efendimiz de, Allah’tan aldığı tâlimat üzerine bu kanuna riayet etti. Üç sene müddetle peygamberliğini ve İslamiyeti açıktan açığa kimseye bildirmedi ve anlatmadı. Tebliğinde son derece tedbirli ve ihtiyatlı davranıyor, ancak emniyet ettiği kimselere durumunu arz edi­yor­du.

Bu hareketiyle onun İslam’a muvaffakiyet yolunu açtığını da görüyoruz. Üç senelik gizli davet devresinde birçok kimse İslam safında yer almış ve dava­sına güç vermişti.

Üç senelik devreden sonra davetin daha fazla gizli olarak de­va­mında bir maslahat da kalmış değildi. Zira, Ku­reyşli müşrikler tarafından her şey az çok duyulmuştu ve üstelik İslam davası birçok kimseyle bir derece güç kazanmıştı. Buna binaen mukaddes İslam davasını açıklamanın ve tevhid hakikatlerini bü­tün âleme duyurmanın za­manı artık gelmişti.
İlk İş: Yakın Akrabaları Davet

Halkı, İslam’a açıktan davete nereden başlayacağı, Re­sûl-i Ekrem’e bizzat Cenab-ı Hak tarafından vahiyle bildirildi:

“(Ey Resûlüm!) Sen, önce en yakın akraba ve hı­sımlarını (Allah’ın dinine davet ederek) ahiret aza­bıyla korkut!”[1]

Resûl-i Ekrem, bu işe girişmenin kolay olmayacağını biliyordu. Bu sebeple bir müddet evinden çıkmadı. Bu esnada bir gün Hz. Ali’yi yanına çağırarak, “Yâ Ali! Cenab-ı Hakk’ın, yakın akrabamı azapla korkutmamı emir buyurması, bana çok güçlük verdi. Ben iyi biliyorum ki ne zaman onlara bu işi açmaya kalksam, onların beni hoşlanmadığım bir şeyle ithama kalkışacaklarını görece­ğim!” de­di.

Görülüyor ki Re­sû­lul­lah Efendimiz, davasını açıktan açığa akrabalarına an­latmaya kalkıştığı takdirde onların ithamlarına maruz kalacağı endişesini ta­şı­yor­du. Bunun için de bir müddet evine kapanıp düşünmeyi uygun görü­yor­du. Hatta onun uzun müddet evinden çıkmadığını gören, başta Hz. Safiyye ile di­ğer halaları, durumunu öğrenmek için ziyaretine geldiler. Efendimiz on­lara, “Be­nim hiçbir şeyden şikayetim yok, rahatsız falan değilim. Fakat Allah, bana ya­kın akrabamı, azapla korkutmamı emretti. Ab­dül­mut­ta­liboğullarını toplayıp onları Allah’a imana davet etmek istiyorum!” dedi.

Halaları, “Davet et! Ama sakın, onlardan Ebû Leheb’i davet edeyim deme! Çünkü o, senin davetine asla icabet etmez” diye konuştular. Sonra da, “Biz ni­hayet kadınız” diyerek Re­sû­lul­lah’ın yanından ayrıldılar.
Ziyafet Tertibi!

Davasını açıklama emrini alan Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali’ye, “Bize sa­dece bir kişilik et yemeği yap ve bir kap da süt doldur; sonra da Ab­dül­mut­ta­liboğullarını topla. Onlarla konuşacağım, emrolunduğum şeyi onlara bildire­ceğim” emrini verdi.

Hz. Ali, emri derhal yerine getirdi.

Sabah olunca, Ebû Tâlib’in evinde —davet edilmemişken Ebû Leheb de dâ­hil— bütün amcalarıyla birlikte ikisi kadın kırk beş ki­şi toplandı.
Bir Mucize

Kapta bulunan et, bir kişilikti. Sadece bir insanı doyuracak kadardı. Kaptaki süt de o kadardı.

Resûl-i Ekrem eti parçaladı ve ziyafette bulunanlara, “Bismillah, buyurun!” dedi.

İstisnasız davette bulunanların hepsi o bir parça etten doyasıya yediler. Bir de ne görsünler? Çok az eksilmiş haliyle et, yine yerinde duruyor! Hayrette kaldılar.

Kaptaki sütü içmeye başladılar. Kanasıya içtiler ve sütün eksilmediğini g�
[25.10.2023 22:30] Annem: KERÂMET
Altın Silsileden Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri keramet göstermekten kaçınır ve bunun kendisi için manevî düşüşe yol açmasından korkardı. Şöyle anlatırdı: Bir gün Dicle kenarına vardım, nehrin iki yakası bana yol vermek için birleşti. Ben yemin ederek “Buna aldanmam.” dedim. Çünkü halkın yarım akçeye geçtiği yoldan otuz yıllık amelimi zayi ederek geçmek istemezdim. “Bana Kerîm lazım, keramet değil.” dedim.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri de bu hususta şöyle buyurmuştur:“Biz keramete değer vermeyiz. Kerameti değil, doğruluğu ister olmak lazımdır. Nefis sizden keramet ister. Lakin kalbiniz sizden doğruluk ister. En büyük keramet nefsinizi Müslüman etmenizdir.”
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[25.10.2023 22:30] Annem: ❝İnsanları iki kısım gördüm. Kimisi dünyayı ister, kimisi âhireti ister. Ben ise Mevlâyı tercih ettim.❞

▪ Hz.Ebû Bekir (ra)
[25.10.2023 22:32] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Hazreti Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Hasan ve Hüseyin'i kim severse mutlaka beni de sevmiştir. Kim de onlara  buğzetmişse mutlaka bana da buğzetmiştir."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (143) - Hds :(6024)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[25.10.2023 22:32] Annem: [Hadis No : 3669]

Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri ve örtüsü üzerine meshetti."

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[25.10.2023 22:32] Annem: “Allah’ım! Bana öğrettiğin şeyleri hakkımda faydalı eyle, bana fayda verecek şeyleri öğret, beni, bana fayda verecek ilim ile nasiplendir.”

(Hâkim, De’avât, No: 1879, I, 510)
[25.10.2023 22:32] Annem: Bir Ayet
Ey insan! Seni yaratan, sonra şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı? 
(İnfitâr, 82/6-8)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[25.10.2023 22:32] Annem: Bir Hadis
Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa Allah onu cennete giden yolu kolaylaştırır.
(Tirmizî, İlim,2)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[25.10.2023 22:32] Annem: Bir Dua
Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt.(bereket ver) İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine verdiğin ( rahmet ettiğin) gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[25.10.2023 22:34] Annem: Ebû Musa (el-Eş’arî) tarafından nakledildiğine göre, Resûlullah
(sav), bazı emirlerini yerine getirmesi için ashâbından birini görevli olarak gönderdiği zaman, “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın,
zorlaştırmayın!” buyururdu.
(M4525 Müslim, Cihâd ve siyer, 6)
[25.10.2023 22:37] Annem: 57- KİTÂBÛ'L-HUMUS.

1- Ganimetten Beşte Bir Ayırmanın Farz Oluşu Babı

2- Ganimetin Beşte Birini (Devlete) Vermek Dîndendir Babı

3- Peygamberin Vefatından Sonra Kadınlarının Nafakası Babı

4- Peygamberin Zevcelerinin Evleri Ve Onlara Nisbet Edilen Evler Hakkında Gelen Haberler Babı

5- Peygamber'in Zırhı, Asası, Kılıcı, Bardağı, Mührü Gibi Taksimi Zikredilmeyen Ve Kendisinden Sonra Halîfelerin Kullandıkları Şeylerden Zikredilenlerle Vefatından Sonra Sahâbîlerın Ve Diğerlerinin Teberrük Edegeldikleri. Yânî Kutlu Sayıp Kullandıkları Saçları, Ayakkabıları, Kap-Kacakları -Sahan Ve Tasları- Babı

6- Ganimetin Beşte Birinin. Rasulullah'a Nevbet Nevbet İnen Mühim İşler Ve Hâdiseler İçin. Fakirler İçin Ve Peygamberin Suffa Ehlini Ve Dulları Tercîh Etmesi İçin Oldlğuna Delîl Babı

7- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: .

8- Peygamberin: "Ganimetler size halâl kılındı" sözü Bâbı

9- Bâb: Ganimet, Düşmanla Çarpışmada Hazır Bulunanlarındır

10- Ganîmet İçin Harbeden Kimsenin Sevabı Eksilir Mi? Babı

11- Devlet Başkanının, Huzuruna Getirilen Müşrik Hediyelerini Hazir Bulunanlar Arasında Taksim Etmesi Ve Hazır Bulunmayan Yâhud Kendisinden Uzak Bulunanlar İçin De Pay Ayırıp Saklaması Babı

12- Bâb: Peygamber (S) Kurayza Ve Benu'n-Nadır Arazîlerini Nasıl Taksîm Etti?

13- Peygamber(S)'İn Maiyyetinde Gaza Edenlerin, Vâlîlik Ve Kumandanlık Yapanların Diri Ve Ölü Hâllerinde Mallarındaki Bereket Ve Artma Babı

14- Bâb: Devlet Başkanı Bir İnsanı Bir İhtiyaç Hususunda Elçi Gönderdiği Yâhud Ona Orada İkaamet Etmesini Emrettiği Zaman Ganimetten O Şahsa Hisse Verilir Mi?

15- Bâb- Ganimetin Beşte Birinin Müslümanlara Nevbet \Evbet Gelen Mühim Hâdiseler İçin Olduğuna Delilden Biri Hevâzin Kabilesinin Peygamberin Kendileri İçinde Bir Süt Annesini Emmiş Olması Sebebiyle Peygamberden İstekte Bulunmaları; Peygamberin De Müslüman Gazilerden, Onlardan Aldıkları Hisselerini Geri Vermelerini Halâl Saymasıdır.

16- Peygamberdin Beşe Bölme İşlemi Yapmaksızın (Yânî Kendilerinden Fidye Almaksızın) Esirlere İhsanı Babı

17- Bâb: Beşte Birin Tasarrufunun Devlet Başkanına Âid Olduğuna Ve Onun Yakınlarının Bâzısına Vermeyip De Bâzılarına Verebileceğine Delildendir

18- Harbde Öldürülen Düşman Askerinin Eşyasını Reste Bir İşlemine Tâbi' Tutmayan Kimse;

"Kim bir düşman askeri öldürürse üzerindeki eşyası (beşte bire tâbi' olmaksızın) öldürene âiddir"; Ve Devlet Başkanının Seleb (Yânî Ölü Asker Üzerinden Alınan Eşya), Hakkındaki Hükmü Babı

19- Peygamber(S)1\ Kalbleri İslâm'a Alıştırılmak İstenenlere Ve Onlardan Başkalarına Beşte Bir Hissesinden Ve Harâc, Cizye Gibi Diğer Devlet Gelirlerinden Vermekte Olduğu Şeyler Babı

20- Mücâhidin Harb Sahasında Ele Geçireceği Yiyecek Maddelerinin Hükmü) Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

57- KİTÂBÛ'L-HUMUS
(Ganimetin Beşte Biri Kitabı) [1]

1- Ganimetten Beşte Bir Ayırmanın Farz Oluşu Babı [2]
1-.......ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Alî ibnu'l-Hüseyin haber verdi ki, babası Hüseyin ibn Alî aleyhime's-selâm ona şöyle haber ver­miştir: Alî (R) şöyle demiştir: Benim Bedir günündeki ganîmet pa­yımdan yaşlı bir devem vardı. Peygamber (S) bana (Bedir'den evvel) beşte birden başka bir yaşlı deve daha vermişti. Rasûlullah'ın kızı Fâ-tıma ile evlenmek istediğim zaman Kaynukaa oğullan'ndan kuyum­cu bir adamla benimle beraber gelmesi ve beraber ızhır otu getirmemiz hususunda va'dleştim. Bu otu kuyumculara satmak ve parasıyle dü­ğün yemeğim hususunda yardım sağlamak istedim. Ben yaşlı devele­rim için semerler, çuvallar ve ipler toplarken, iki devem de Ensâr'dan bir adamın hücresi yanında çöktürülmüş hâldeydiler. Topladığım şey­leri toplayıp döndüğüm zaman develerimi gördüm ki hörgüçleri ke­silmiş, böğürleri yarılıp ciğerleri alınmış. Develerimin bu manzarasını gördüğüm zaman
[25.10.2023 22:37] Annem: 37- Mü'minin, Farkında Olmaksızın Amelinin Bâtıl Olup Boşa Gitmesinden Korkması

İbrahim et-Teymî (192): "Sözümü amelimle ne zaman karşılaştırdım ise yalancı çıkmaktan korkmuşumdur" dedi. İbn Ebî Muleyke (117): "Peygamber'in sahâbîlerinden otuz zâta yetiştim; hepsi de münafık olmaktan korkuyorlardı. İçlerinde, benim îmânım, Cibrîl ve Mîkâîl'in îmânı gibi sağlam ve nifak arız olmaktan masundur diyen de hiç yoktu" dedi. Hasen el-Basrî (110?)'nin de: "Allah'tan mü'minden başkası korkmaz, münafıktan başkası emîn olmaz" dediği zikrolunur. Ve Yüce Allah'ın: "... Bir de onlar işledikleri (günâh) üzerinde, bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir" (Ali-İmrân: 3/135) kavlinden dolayı, tevbe etmeksizin nifak ve ma'siyette ısrar etmekten korkulur.

48 Zubeyd (122) dedi ki: Ben Ebû Vâil (100)'e Murcie fırkası hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle dedi: Bana Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müslüman'a sövmek fısk, onunla kıtal etmek küfürdür" buyurmuştur.

49  Bize İsmâîl ibn Ca'fer, Humeyd (143)'den; o da Enes (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Enes şöyle dedi: Bana Ubâdetu'bnu's-Sâmit (radıyallahü anh) haber verip şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Kadr gecesini haber vermek üzere (hücresinden) çıktı. Derken müslümanlardan iki kişi kavga ettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah:

"Ben size Kadr gecesini haber vermek üzere çıkmıştım. Fulân ile fulân kavga ettiler de o bilgi ref olundu. İhtimâl ki, hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz Kadr gecesini (yirmiden sonraki) yedinci veya dokuzuncu veya beşinci gecelerde arayınız" buyurdu.

 

 
[25.10.2023 22:37] Annem: - عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- لَغَدْوَةٌ فِى سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ رَوْحَةٌ خَيْرٌ  مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا

- انس بن مالك (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- الله يولنده صباح ياده آقشام ياپيلان خدمت دنيا و ايچينده اولان هر شيدن دها خيرليدر

- Enes bin Malik (r. anh)’den rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Allah yolunda sabah ya da akşam yapılan hizmet dünya ve içinde olan her şeyden daha hayırlıdır.

- Sahih-i Buharî, Kitabü’l-Cihad, h.2584
[25.10.2023 22:37] Annem: Allah'ım! Cimrilikten, tembellikten, ömrün en rezil/düşkün zamanından, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.
(Müslim, Zikir, dua, tevbe ve istiğfar, 52)
[25.10.2023 22:39] Annem: 5/Mâide

1 - Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helâl saymamanız kaydıyla, okunacak (bildirilecek) olanlardan başka hayvanlar, size helal kılındı. Şüphesiz Allah istediği hükmü verir.
[25.10.2023 22:39] Annem: Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke'de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ'be'dir. (Âl-i İmrân, 3/96)
[25.10.2023 22:40] Annem: حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ الْجَعْدِ، قَالَ أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ، قَالَ أَخْبَرَنِي مَنْصُورٌ، قَالَ سَمِعْتُ رِبْعِيَّ بْنَ حِرَاشٍ، يَقُولُ سَمِعْتُ عَلِيًّا، يَقُولُ قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ لاَ تَكْذِبُوا عَلَىَّ، فَإِنَّهُ مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ فَلْيَلِجِ النَّارَ ‏"‏‏.‏

Rib'i İbn Hiraş, Hz. Ali'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehenneme girsin

Grades:

Reference: Sahih Buhari 106
In-book reference: Kitap 3, Hadis 48

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[25.10.2023 22:41] Annem: عَنْ أبي يَحْيَي صُهَيْبِ بْنِ سِنان  قال : قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : عَجَبًا لأمر الْمُؤْمِنِ إن أمرهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ, وَلَيْسَ ذَلكَ لأَحَدٍ إلا لِلْمُؤْمِنِ :إن أصابتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ, وَإن أصابتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ .

Ebû Yahyâ Suheyb ibn Sinân (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumuna gerçekten hayret edilir. Zira her durumu onun için hayır sebebidir, bu özellik sadece mü’minlerde bulunur. Çünkü sevinecek olsa şükreder bu onun için hayırdır, başına bir bela gelse sabreder bu da onun için bir hayırdır.”

(Müslim, Zühd 64)
[25.10.2023 22:41] Annem: ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA.. 2

VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ.. 2

UMUMÎ AÇIKLAMA.. 2

BİRİNCİ BAB.. 4

KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ 4

İKİNCİ BAB.. 4

KÖLEYE MUSAHEBE VE MUAMELE ADÂBI 4

* İYİ MUAMELE. 4

* KÖLEYİ AFFETMEK.. 5

KÖLEYE MUSAHABE VE MUAMELE ÂDÂBI 6

* HİZMETÇİNİN DÖVÜLMESİ VE KAZFI 6

* KÖLENİN TESMİYESİ 8

ÜÇÜNCÜ BAB.. 9

AZAD ETME. 9

DÖRDÜNCÜ BÂB.. 15

MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA.. 15


ÂZAD ETME, MÜDEBBER KILMA VE MUKÂTEBE YAPMA
VE KÖLE İLE MUSAHABE (ARKADAŞLIK) BÖLÜMÜ
(Bu bölüm dört babtır)

*

BİRİNCİ BAB

KÖLE ÂZAD ETMENİN FAZİLETİ

*

İKİNCİ BAB

KÖLE İLE MUHASEBE VE KÖLE EDİNME ÂDÂBI

*

İYİ MUAMELE

*

KÖLEYİ AFFETMEK

*

KÖLEYİ DÖVME VE KAZF

*

KÖLEYİ TESMİYE

*

ÜÇÜNCÜ BAB

ÂZAD ETME

*

DÖRDÜNCÜ BAB

MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA

UMUMÎ AÇIKLAMA
Kölelik insanlığın eski bir müessesesidir. Bunu İslamiyet vaz'etmemiştir. Kölelik esas itibariyle savaştan kaynaklanmaktadır. Zira kazanan taraf, mağlub olan tarafı esir etmekte ve köleleştirmektedir.  İslam geldiğinde bu müessese vardı.

İslam bunu tek başına kaldıramazdı, çünkü beynelmilel bir yaygınlığa sahip idi. Öyleyse bunun ilgası beynelmilel karşılıklı anlaşmalarla mümkün idi. İslam'ın bunu tek taraflı yasaklaması olamazdı. Zira savaşta elde edilen esirlere yapılacak  muamele, her iki tarafın mutabakatı ile tesbit edilir. İslam, Batılıların yaptığı gibi hür insanları köleleştirmeyi kabul etmez. Bilindiği gibi, bugün Amerika'daki siyahîlerin menşei Afrika'dan  baskınlarla yakalanıp Amerika'da köleleştirilen hür insanlardır. İslamiyet bunu tecviz etmez.

İslam kölelere bir kısım haklar tanıyarak onların durumunu düzeltmiştir. Bazılarını hatırlatalım:

* Kölelere okumayazma öğretilmesi teşvik edilmiştir.

* Mekteplerde muallimlerin kölehür hiçbir çocuğa ayırım yapmaması, hepsine eşit muamelede bulunması emredilmiştir.

* Kölelerin, efendisinin yediğinden yemesi, giydiğinden giydirilmesi tavsiye edilmiştir.

* Kölelere hürriyete kavuşma fırsatları verilmiştir. Kefaret gerektiren bir çok cezada ilk şık köle âzad etmektir.

** Yemin kefareti.

** Zıhâr kefâreti.

** Katl kefâreti.

** Oruç kefâreti gibi.

* Mukâtebe, yani efendiyle  anlaşarak hürriyetini kazancıyla satınalma anlaşma yapma hakkı, 4184 numaralı rivayette görüleceği üzere bu âyetle sâbit olan bir haktır. Birçok âlimler kölenin mükâtebe talebine efendinin itiraz hakkı olmadığı görüşündedir.

* Mahkeme hakkı: Köle haksız muameleye maruz kalırsa kadıya çıkabilir. Efendi köleye dilediği muameleyi yapamaz.

* Hayat hakkı: Efendi köleyi öldüremez, işkence edemez, herhangi bir uzvunu sakatlayamaz. Aksi takdirde suçlu duruma düşer.

* Müteakiben görüleceği üzere köle âzadı en hayırlı amellerden biri kılınmıştır. Kölelik statüsüne İslam'ın getirdiği bu  iyileşme, tarihte İslam dışı memleketlerden kölelerin İslam beldesine kaçmasına sebep olmuştur.

İslam tarihi, dinin getirdiği bu ıslah  sayesinde kölelikten yetişen nice sultanlar, vezirler, valiler, askeri komutan ve fatihler tanır. Hele âlim o kadar çok ki... Daha ilk  asırda, Sahâbe ve Tâbiîn devrinde ilim hayatı  köle asıllıların eline geçmiş durumdadır. Bir rivayeti buraya kaydedeceğiz

Zührî anlatıyor:

"Abdülmelik İbnu Mervân'ın huzuruna çıkmıştım. Bana: "Ey Zührî nereden geliyorsun?" diye sordu. Ben: "Mekke'den geliyorum" deyince, aramızda şu konuşma geçti:

"Mekke halkına mürşidlik edecek geride kim kaldı?

"Atâ İbnu Ebî Rabâh."

"Arap asıllı mı, mevâli mi?" (Mevâli, âzadlı köle demektir.)

"Mevâlîdendir."

"Pekâla Mekkelilere ne ile hükmeder?"

"Diyânet ve rivayetle" (Hz. Peygamber'in sünneti ile.)

"Diyanet ve rivayet ehli irşad etmeye layıktır. Yemen ehline kim mürşidlik ediyor?"

"Tâvus İbnu Keysân."

"Arap asıllı mı, mevâlîde
[25.10.2023 22:41] Annem: Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
[25.10.2023 22:42] Annem: Allahım! Bana kendi sevgini ve Senin yanında sevgisi bana fayda verecek kimsenin sevgisini ver. 
(Tirmizî, "De’avât",73)
[25.10.2023 22:42] Annem: Tarihte Bugün

•  Ziya Gökalp’in Vefatı 1924
•  Hepatit Virüsü Bulundu 1984
•  Türkiye’de Son Kez Bir İdam Cezası İnfaz Edildi 1984

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[25.10.2023 22:42] Annem: Günün Ayeti

“O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, çok nankördür.”

Hac 66
[25.10.2023 22:42] Annem: Günün Hadisi

“İyiliklerin en güzeli, kişinin, babasının sevdikleri ile ilgisini kesmemesidir.”

Müslim, Birr 11-13
[25.10.2023 22:42] Annem: Bir Malın Taksitli Olarak Birden Fazla Fiyatla Satışa Sunulması Caiz Midir?

Bir malın taksit sayısına göre, farklı fiyatlarla satışa sunulması caizdir. Mesela bir mal, peşin fiyatı bin liradan, altı ay vadeli fiyatı bin 500 yüz liradan, bir yıl vadeli fiyatı da 2 bin liradan olmak üzere değişik fiyat seçenekleriyle satışa sunulsa, müşteri de bu seçeneklerden birini tercih edip kabul etse yapılan bu alışveriş caiz olur. Zira bu uygulamada satıcı, pazarlık sırasında peşin ya da farklı vadelere göre değişik ödeme seçenekleri ile malın fiyatını belirlemekte, alıcı da bunlardan birisini tercih edip kabul etmektedir. Böylece akit esnasında malın fiyatı taraflarca kesin olarak belirlenmiş olmaktadır. Ancak, alıcı seçeneklerden birisini seçip kabul etmeden, “tamam aldım” der ve bu şekilde birbirlerinden ayrılırlarsa, akitte fiyat belirlenmediği için bu satış fasit olur (Serahsî, el-Mebsût, XIII, 7, 8; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, VII, 45).

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[25.10.2023 22:43] Annem: DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 41
Peygamberimizden 
önceki dönem, 
Kur’an’da nasıl 
adlandırılmıştır?
A) Cahiliye Devri
B) Arap Devri
29
Kâbe’nin şekli 
nasıldır?
A) Küp 
B) Silindir
15
Hacerülesved’in 
kelime anlamı 
nedir?
A) Siyah taş
B) Kutsal taş
16
Medine şehrinin 
Medine olmadan 
önceki adı nedir?
A) Yesrib 
B) Hazrec 
23
Habeşistan’da 
Müslümanlara kucak 
açan kral kimdir?
A) Necaşi Ashame
B) Cabir
18
Medineliler 
nereye gelerek 
Peygamberimize 
biat etmişlerdir?
A) Habeşistan 
B) Akabe
20
Peygamberimizin 
sözleri ve 
davranışlarına ne denir?
A) Şerh
B) Sünnet
26
Ezanı ilk hangi 
sahabi okumuştur?
19
Peygamber 
Efendimiz, Kureyş 
kabilesinin hangi 
koluna bağlıdır?
A) Temimoğulları 
B) Haşimoğulları
22
Hicri takvimin 
başlangıcı hangi 
olayladır?
A) Peygamberimizin 
doğumu 
B) Medine’ye
hicret
24
Peygamberimizin İslam’ı 
anlattığı ilk zamanlarda 
Müslümanların toplandığı 
yer neresidir?
A) Akabe
B) Dârülerkam 
(Erkam’ın Evi)
17
Mekkeli müşriklerin 
Müslümanlara 
uyguladığı boykot kaç 
yıl sürmüştür?
A) 5 yıl
B) 3 yıl
27
Boykotun ardından 
Peygamberimizin 
amcası Ebu Talib ve eşi 
Hz. Hatice’nin vefat ettiği 
yıl nasıl adlandırılır?
A) Hüzün yılı
B) Boykot yılı
21
Peygamberimizin veda 
haccında Arafat’ta 
verdiği hutbenin adı 
nedir?
A) Veda Hutbesi 
B) Bayram Hutbesi
28
Peygamber 
Efendimizin süt 
kardeşlerinden biri 
hangisidir?
25
A) Şeyma
B) Zeyd
A) Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas 
B) Hz. Bilal-i Habeşi
[25.10.2023 22:43] Annem: Esma TÜRKSEVEN
GÜNÜMÜZ 
ŞEHRİNE
NE SÖYLER?
Turgut 
Cansever
İ
nsanlık tarihi boyunca yeryüzünde bırakı-
lan en önemli izler, hiç şüphesiz ki yerleşim 
merkezleri olan şehirlerdir. Şehir, medeniye-
tin sahnesidir. Bu sahnede insanlık tarihi, in-
sanlığın serüveni, el emeği, göz nuru ile meyda-
na gelmiş sanatı sergilenir. Bu bakımdan şehir ve 
mimari birbirinin ayrılmaz parçalarıdır.
Şehir ve mimari deyince de bu alanda derinle-
mesine ve özgün çalışmalar yapan “bilge mimar” 
Turgut Cansever’i hatırlamadan geçemeyiz. Tur-
gut Cansever; Türk Tarih Kurumu Binası, Ahmet 
Ertegün Evi ve Demir Tatil Köyü projesi olmak 
üzere üç farklı yapı ile kendi deyimiyle “Mimar-
lığın Nobel’i” olan Ağa Han Ödülü’nü üç kez ka-
zanan dünyadaki tek mimar. Bunların dışında çok 
sayıda uygulanmış ve uygulanmamış projesi, bir-
çok mimari proje yarışmasında da ödülleri bulu-
nuyor.
“Şehir cennet tasavvurunun bir yansımasıdır.”
Turgut Cansever’e göre tüm kâinat, Allah tarafın-
dan insanoğluna emanet edilmiştir. Onun hüsnü 
muhafazasında ve güzel hâle getirilmesinde top-
lumların, dolayısıyla bireylerin ortak sorumlulu-
ğu bulunur. Yani anahtar kavramlar “korumak” 
Aylık Dergi | Eylül 2023 43
DİN TARİH TOPLUM
[25.10.2023 22:44] Annem: 9. Ebû Bekre Nufey’ b. Hâris es-Sekafî (ra) anlatıyor: Peygamber (sav) : –İki Müslüman birbirine kılıç (silah) çekerse, öldüren de ölen de cehennemdedir, buyurdu. Bunun üzerine ben:
–Yâ Resûlallah, öldürenin durumu belli de, ölen niye cehennemlik oluyor, dedim. Peygamber (sav) :
–O da arkadaşını öldürmek istiyordu da ondan, buyurdu.

(Buhârî, Diyât, 2; Müslim, Fiten, 14-15)
[25.10.2023 22:47] Annem: YASAK ŞEYLERİ DİNLEMEKTEN SAKINMAK Söylenmesi Şerî’âtta câiz olmayan her sözü zarûretsiz olarak dinlemek kulak âfetlerindendir. Nitekim dil afetlerinden olan gıybet, iftirâ, yalan, alay etmek gibi şeylerle malâyani (boş işler) kabilinden olan, âhirete ve dünyaya yarar, ahlâk ve iyilikle alâkalı tarafı olmayan hikâye, kıssa ve sözleri söylemek harâm olduğu gibi, dinlemek de harâmdır. Bunun delîli şu âyet-i kerîmedir: “Muhakkak ki işitmeden, görmeden ve kalbden, bunların hepsinden sual sorulacaktır.” (İsra s. 36)
Koğuculuk (söz taşımak), gıybet, iftirâ gibi yasak sözleri, zarûret olmadığı hâlde dinleyen kimse, o günâhı işleyenle birlikte günâhkâr olur. Zîrâ Resûlullâh (s.a.v.) gıybeti, söylemeyi de dinlemeyi de yasaklamıştır.
Resûlullâh (s.a.v.) bir hadîsinde şöyle buyuruyor: “Zaruretsiz çalgı dinlemek ma’siyet, o mecliste bulunmak fısk ve ondan lezzetlenmek küfürdür.” Buradaki küfür, Şerîat’ta Allâh (c.c.)’a veyâ açık bir emrini red ve inkâr mânasında küfür olmayıp örtü mânasınadır ki böyle bir meclisten duyulan lezzet, alınan ilâhî ilhâm zevklerini ve manevî lezzetleri örter demektir. Böyle bir zevk de elbette ki kalbi kurutur, sertleştirir ve katılaştırır.
Dinlenmesi harâm olan bir ses, istenmeyerek kulağa gelse, bu bir işitmedir; dinleme değildir. Fakat işitilen şeye uyarak kulak verip dinlerse o dinleme harâmdır. Tekrar işitmemek için de çaresine bakmak vâcibtir. Hattâ Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, böyle bir vak’ada mübârek parmaklarını kulaklarına tıkadıkları rivâyet olunmuştur.
Başkalarının birbirine gizlice söyledikleri ve yayılmasını çirkin saydıkları sözlerini, bir kimsenin herhangi bir şekilde gizlice dinlemesi de harâmdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki: “Her kim bir kavmin dinlenmesini çirkin saydıkları sözlerini dinlerse, kıyâmet gününde o dinleyenin kulaklarına kurşun akıtılır.” Eğer bu dinlemede, bir fesâdı def etme, bir zarârdan sakınma veyâ bir nasîhat maksadı varsa böyle olan dinleme câizdir.
(A. Kemaleddin Üstün, Elli Dört Farz Şerhi, s.341-343)

TechAnkara Proje Pazarı bu yıl 100 projeyi yatırımcılarla buluşturacak

Türkiye'den girişimler Londra'da yatırımcılarla buluştu

Şeker pancarı alımlarında ödemeler 30 gün içerisinde tamamlanacak

Küresel piyasalarda gözler ABD'de açıklanacak istihdam verilerine çevrildi

İşletmeciler gıda ambalajlarındaki parti numaralarını Tarım ve Orman Bakanlığıyla paylaşacak

Trenlere yerli ve milli muayene sistemi geliyor

Bakan Yumaklı: Deprem bölgesindeki 11 il için 46 milyar liralık su yatırımı planlandı

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi'nden Türkiye'nin rüzgar enerjisi politikalarına övgü

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi'nden Türkiye'nin rüzgar enerjisi politikalarına övgü

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi'nden Türkiye'nin rüzgar enerjisi politikalarına övgü

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 6 6 0 0 15 18
2.Fenerbahçe 6 4 1 1 9 13
3.Beşiktaş 5 4 0 1 7 13
4.İstanbul Başakşehir 6 4 1 1 5 13
5.Samsunspor 6 4 2 0 4 12
6.Göztepe 5 2 0 3 5 9
7.Eyüpspor 6 2 1 3 3 9
8.Konyaspor 6 2 2 2 -1 8
9.Sivasspor 7 2 3 2 -2 8
10.Antalyaspor 6 2 2 2 -3 8
11.Kasımpaşa 6 1 2 3 -2 6
12.Alanyaspor 6 1 2 3 -3 6
13.Bodrum FK 6 2 4 0 -4 6
14.Trabzonspor 5 0 0 5 0 5
15.Gazişehir Gaziantep 5 1 3 1 -3 4
16.Rizespor 6 1 4 1 -11 4
17.Kayserispor 5 0 2 3 -4 3
18.Hatayspor 6 0 4 2 -6 2
19.Adana Demirspor 6 0 5 1 -9 1