SEMA ÖNER

Tarih: 16.05.2024 14:00

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 22:55] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Camiler ve Din Görevlileri Haftası. (01–07 Ekim) 
Kim -Allah’ın rızasını isteyerek- bir mescit yaparsa, Allah da ona cen- nette benzeri bir ev bina eder. (Buhârî, Salât, 65) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
CAMİYLE HAYAT BULMAK
Cami, bilgi ve hikmetle hayat bulur, mamur olur. Tarih boyunca camiler, birer ilim merkezi olmuştur. Hz. Peygamber’in imar ettiği Mescid-i Nebevi’nin bir bölümü eğitim-öğretim alanıdır. Camilerin fiziksel olarak nitelikli imar edilmesi ne kadar kıymetliyse, içerisinde ilmî ve manevi imar faaliyetleri gerçekleştirmek de o derecede gereklidir. Camilerin duvarlarını, sütunlarını, kubbesini ve sair fiziki kısımlarını inşa ve imar için maddi imkânlarını seferber eden müminler, camileri insan ve toplum hayatına şekil veren merkez hâline getirmek için de aynı gayreti sergilemelidir. Cami, ibadetle hayat bulur. Ezanın duru, ve nazenin terennümüyle kalbimize dokunarak bizi namazla dirilmeye davet eder. Duaya açılan gönüllerle kendisi de hayat bulur. Cami, hayatın içinde, sorunlardan kaçmayan ve olaylara seyirci kalmayan yapısıyla, sosyal olayların gelişiminde öncü bir rol üstlenmiş ve toplumu ayrıştıran sorunların önlenmesinde önemli bir fonksiyon icra etmiştir.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir Ayet:
Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah'tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
(Tevbe, 9/18)

Bir Hadis:
Küçüklerimize acımayan, büyüklerimizin şerefini tanımayan bizim yolumuzda değildir.
(Tirmizî, "Birr", 15)

Bir Dua:
Rabbim! Onlar (anne-baba) nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi Sen de onlara merhamet göster.
(İsrâ, 17/24)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 22:55] Annem: O halde yalanlayanlara boyun eğme. - Kalem - 8. Ayet
[26.10.2023 22:55] Annem: “Bu Kur’an insanlara bir açıklama, takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” - Âl-i İmrân, 3/138
[26.10.2023 22:55] Annem: Allahın adıyla Onun adıyla (hareket edildiğinde) yerde ve gökte hiçbir şeyin zararı dokunmaz. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. - Tirmizî, De'avât,13
[26.10.2023 22:55] Annem: Sünnetleri
42- Farz haccın sünnetleri şunlardır:
1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir.
2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır.
3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir.
4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek.
5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek).
6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak.
7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak.
İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir.
8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak.
9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer.
10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek.
11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir.
Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashab-ı kiramın zayıf düştüklerini sanan Mekke'lilere müslümanların kuvvet ve yiğitliğini göstermek istemişti. Peygamberimizin bu sünneti hâlâ uygulanmaktadır.
Bu Remel, Kudüm Tavafında yapılabilirse de, Ziyaret Tavafında yapılması daha faziletlidir. Sader Tavafında ise yapılmaz.
13) Safa ile Merve arasında Sa'y ederken oradaki iki yeşil direk (ışık) arasını erkeklerin koşarak geçmeleri ve sonra yavaşlamaları.
Bu hızlı yürüyüşe "Hervele" denilir.
14) Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menasiki) öğretmek.
15) Zilhicce'nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke'den Mina'ya çıkmak ve o gece Mina'da kalmak. Mina Harem Bölgesindedir.
16) Zilhicce'nin dokuzuncu günü, güneşin doğuşundan sonra Mina'dan Arafat'a çıkmak.
Arafat'da en büyük İslâm idarecisi veya onun görevlendireceği kimse, öğle namazı ile ikindi namazını birlikte olarak öğle vaktinde kıldırır. Zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife'de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir.
17) Kurban Bayramının ilk gününde bir hutbe okumak ve haccın geri kalan görevlerini anlatmak. Bu hutbe ile beraber üç hutbe okunmuş oluyor.
18) Arafat ve Müzdelife'de kılınan namazlarda yalvarıp yakararak dua etmek ve göz yaşları dökmek veya döker gibi bir tavır takınmak. Hem kendisi, hem de ana-babası için ve bütün müslümanlar için hayırlı dualar yapmak.
Arafat, Harem bölgesi dışında bulunan bir sahadır. Burada hacıların duruşu cuma gününe rastlasa, cuma namazı kılınmaz.
19) Güneşin batışından sonra Arafat'dan yavaş yavaş inmek. Müzdelife'ye varıldığı zaman gelip geçenlere engel olmamak için vadiden yüksekçe bulunup "Meş'ar-i Haram" denile
[26.10.2023 22:55] Annem: Kendimizden önce başkalarını düşünmeden, karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini hissetmeden insan ilişkilerinde başarılı olamayız. Yalnızca kendimizi düşünmek, bencilce davranmak iletişimin en büyük engellerinden birisidir. Evlilikte bir arada mutlu ve huzurlu yaşamanın harcı diğerkâmlık duygusudur. Aile fertleri arasında diğerkâmlık duygusu mevcutsa o ailede huzur ve mutluluk hâkim olur. Çünkü aile kavramının tabiatında birliktelik, dayanışma, paylaşma ve fedakârlık duyguları vardır. Aile içinde gerçekten huzur ve mutluluk aranıyorsa herkes kendinden önce diğer aile bireyini düşünerek davranmalı ve bu yaptıkları için de bir karşılık beklememelidir. Beyler hanımların duygu ve düşüncelerine öncelik verirse; hanımlar da beylerin istek ve arzularına duyarlı davranırlarsa birçok çatışma kapısı kendiliğinden kapanmış olur. Aynı şekilde ebeveynler, yaşlı ve çocukların duygu, düşünce ve ihtiyaçlarına; yaşlılar ve çocuklar da ebeveynlere karşı dikkatli ve duyarlı davranırlarsa hiçbir mesele kalmayacaktır. Unutmayalım ki mutlu olmanın yolu başkalarını mutlu etmekten geçer. - HUZURLU YAŞAMANIN HARCI: DİĞERKÂMLIK
[26.10.2023 22:55] Annem: Biz burada namazın dünyaya ve ahirete ait, maddî ve manevi, bütün faziletlerini ve faydalarını sayacak değiliz. Çünkü o sonsuzdur, sayılması mümkün değildir. Bunun bütün toplamı din dilinde "büyük sevap" adıyle anılır. Fakat burada namazın, imandan sonra nasıl bir ahlâkî ve sosyal prensip olduğunu ve onun üzerine ne kadar büyük bir sosyal bina kurulacağını kısaca ifade etmek istedik. O büyük binanın direği işte öncelikle ferdî namazlarla hazırlanır, düzene sokulur ve cemaatle dikilir. Ondan sonra da geri kalanı yapılır. İşte "namazı ikame etme" tabiri bu mühim mânâyı çok açık bir şekilde ifade ediyor ve hidayete

aday müttakileri "namazı kılarlar" diye değil, "namazı ikame ederler" diye tarif, vasf ve medh ediyor. Bunlardan anlaşılır ki, bunun meâlinde "namaz kılarlar" tabiriyle yetinmek doğru değildir. Burada kelimesinin "elif-lâm"ı ahd içindir ki durumu ve sınırı bilinen "İslâm namazı" demektir. Ve bu durum yani namazın nasıl kılınacağı, şartları ve rükünleri (namazın içindeki farzları), sünnet ve edepleri, mekruhları ve namazı bozan şeyler ile sıfat ve durumu "Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi namaz kılınız." hadis-i şerifi gereğince, Peygamber'den görülen fiilî, sözlü ve takrîrî olarak alınan sıfat
[26.10.2023 22:55] Annem:  ASHABIN FAZİLETLERİNİN MÜCMEL ZİKRİ

4332 - İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir. İmran radıyallahu anh der ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum." bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahidlik istenmediği halde şahidlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimad olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhûr eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin taleb edilmeden yemin ederler."

Buhari, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214, (2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud, Sünnet 10, (4657); Nesai, Eyman 29, (7, 17, 18).

4333 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş değmeyecektir."

Tirmizi, Menakıb (3857).

4334 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e hatta yarım müdd'e bedel olmaz."

Müslim, Fedailu's-Sahabe 221, (2540)
[26.10.2023 22:55] Annem: önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu,
[26.10.2023 22:55] Annem: Âzâd Etmek

Ana Sayfa
A
Âzâd Etmek
Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak, kölelikten kurtarmak.
Kim kölesine bir tokat atsa yâhut onu döğse, onun keffâreti, köleyi âzâd etmesidir.
(Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Bir kimse Ramazân-ı şerîf ayında bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem azâbından âzâd eder. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Sahîh-i
Buhârî)
Köle âzâd etmek çok sevâbdır. İslâmiyet, öldürmeğe gelen düşmandan başka kimseyi köle yapmaz. Bu köleleri âzâd edenleri de çok beğenir. İslâmiyet, köle yapmak dîni değil, köle âzâd etmek dînidir. (İbn-i Âbidîn)

İlgili
KÖLE
9 Eylül 2021
Benzer yazı
BORÇ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
MEVLÂ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 22:55] Annem: Aş

Ana Sayfa
A

Rüyada aş,ayni yemek görmek,yemeğin türüne göre yorumlanır.Sebze yemekleri kısmet,et yemekleri ise iş ve sağlıkla ilgili sorunlara işaret eder.Çorbalar,bereket olarak yorumlanır.Tatlılar ise hayatı güzelleştirecek olumlu olaylar olarak yorumlanır.

 


in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 22:55] Annem: Akika Kurbanı

Ana Sayfa
Kurban
Akika Kurbanı
İlgili
Çocuğun doğumunun ilk günlerinde Allah’a bir şükran nişanesi olarak kesilen kurbana “akika kurbanı” denilir.

Esasen akika, Arapça’da yeni doğan çocuğun başındaki saçın adıdır. Akika kurbanı kesildiği gün çocuğun başı da tıraş edildiği için kurban bu adı almıştır.

 


Akika kurbanı Hanefiler’e göre mubah (bazı rivayetlerde mendup), diğer üç fıkıh mezhebine göre sünnet, Zahiriler’e göre vaciptir. Hz. Peygamber torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için birer koçu akika kurbanı olarak kesmiş ve ümmetine de yeni doğan kız ve erkek çocukları için akika kurbanı kesmelerini tavsiye etmiştir. Resul-i Ekrem’in bu tür uygulama ve tavsiyeleri dini bir gereklilik şeklinde değil de doğum, düğün gibi mutlu olayların yakın çevreye duyurulması, sevincin onlarla paylaşılması ve neticede sosyal yapının ve dayanışmanın sağlamlaştırılması yönünde tedbir ve örnekler (sünnet, nafile ibadet) olarak algılanması daha doğru olur.

Akika kurbanı, çocuğun doğduğu günden buluğ çağına kadar kesilebilirse de doğumun yedinci günü kesilmesi müstehaptır. Aynı günde çocuğa isim verilmesi ve saçının kesilerek ağırlığınca altın veya gümüşün tasadduk edilmesi de tavsiye edilmiştir.

Kurban olmaya elverişli her hayvan akikaya da elverişlidir. Kesilen bu kurbanın etinden kurban sahibi ve aile fertleri, yakın dostları yiyebileceği gibi tasadduk da edilebilir.

İlgili
Kurban Nedir ?
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Kurban Kesme Yükümlülüğü
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Hac ve Umre ile İlgili Kurbanlar
7 Eylül 2021
Benzer yazı
in Kurban Tags: kurban
Diğer Konular
Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları
Kurbanlık Hayvan Kesimi
Kurban Kesme Yükümlülüğü
Kurban Nedir ?
[26.10.2023 22:55] Annem: Eğer İlahiyat ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, şiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrılmamak gerektir.

Eğer hitabiyat ve iknaiyatta isen, zînet ve parlaklık ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu’ ve avamperestane nümayiş etmemek gerektir.

Eğer muamelât ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliğiyle cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.

Bu mes’elenin hâtimesi: Kelâmın kanaat ve istiğnası ve asabiyeti ise makamın haricinde üslûbu aramamaktır. Şöyle ki: Mananın kametine göre bir üslûbu kestirmek istediğin vakit, dâhil-i makamda olan menbadan ve mevzuun fabrikasından lâakal kelâmın tazammun ettiği mevzuun veya kıssatın veya san’atın levazımının parça parçasından ve tevabiinin kıt’a kıt’asından bir üslûbu dikmek, zaruret olmadan harice medd-i nazar etmemek, tabir hata olmasa, harice boykotaj etmek ile elbette kelâmın kuvveti tezayüd ettiği gibi, servetin dağılmamasına en büyük esastır. Demek mana ve makam ve san’at ise, kelâmın delalet-i vaz’iyesine yardım edebilir. Nasıl kelâm, delalet-i vaz’iye ile manayı gösterir, öyle de böyle üslûb ise tabiatıyla manaya işaret eder. Eğer bir nümune istersen Dokuzuncu Mes’eledeki Arabî parçalarına bak. İşte:

فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ

فَاِنْ شِئْتَ

فَانْظُرْ اِلَى قِصَّةِ مُوسَى فَاِنَّهَا اَجْدَى مِنْ تَفَارِيقِ الْعَصَا اَخَذَهَا الْقُرْآنُ بِالْيَدِ الْبَيْضَاءِ فَخَرَّتْ سَحَرَةُ الْبَيَانِ مَحَبَّةً وَحَيْرَةً سَاجِدِينَ لِبَلاَغَتِهِ

Eğer istersen ulûm-u âliyenin آلِيَه kitablarının dibacelerine bak. Eğer çendan o dibacelerde şu san’at-ı belâgat çok dakik ve latif olmazsa da; fakat ondaki beraat-ül istihlal, bu hakikata bir beraat-ül istihlaldir. Hem de şu kitabın dibacesinde mu’cizata işaret yolunda Peygamberimizin zâtı, nübüvvetine mu’cize gösterilmiştir. Hem de Üçüncü Makale’nin dibacesinde kelime-i şehadetin iki cümlesi birbirine şahid
[26.10.2023 22:55] Annem: Birinci Şua
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz
[26.10.2023 22:55] Annem: BİRİNCİ HÜCCETİ-İ İMANİYE
Âyet-ül Kübra

Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’aniye, bu kâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.]

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve
[26.10.2023 22:55] Annem: otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve
[26.10.2023 22:55] Annem: DÖRDÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Allâm-ül Guyub’un talimiyle haber verdiği umûr-u gaybiye, hadd ü hesaba gelmez. İ’caz-ı Kur’ana dair olan Yirmibeşinci Söz’de enva’ına işaret ve bir derece izah ve isbat ettiğimizden, geçmiş zamana dair ve enbiya-yı sâbıkaya dair ve hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve hakaik-i uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyelerini Yirmibeşinci Söz’e havale edip, şimdilik bahsetmeyeceğiz. Yalnız, kendinden sonra Sahabe ve Âl-i Beyt’in başına gelen ve ümmetin ileride mazhar olacağı hâdisata dair pek çok ihbarat-ı sadıka-i gaybiyesi kısmından cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz. Ve şu hakikat tamamıyla anlaşılmak için, altı esas mukaddime olarak beyan edeceğiz:

Birinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahid olabilir; fakat her hali, her tavrı hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünki Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî
[26.10.2023 22:55] Annem: medar-ı maişetleri olan semeratın tevlidi için, arz ile sema arasındaki muavenet ve münasebetleri ve âsâr-ı âlemin birbirine müşabehetleri ve etraf-ı âlemin birbiriyle kucaklaşmaları ve birbirinin elini tutup ihtiyaçlarını temin etmeleri ve yekdiğerinin sualine cevab verip yardımına koşmaları ve tamamıyla bir nokta-i vâhideye bakmaları ve bir nizam-ı vâhidin mihveri üstünde hareket etmeleri gibi halleri hâvi olan böyle garib bir makine, sahib ve sâni’inin bir olduğunu kat’î bir şehadetle ilân etmekle, “Herbir şeyde, Sâni’in vahdetine delalet eden bir âyet ve bir alâmet vardır.” manasında olan şu beyitle tanin-endaz oluyorlar: وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Ey arkadaş! Sâni’-i Zülcelal, vâhid ve vâcib-ül vücud olduğu gibi, bütün sıfât-ı kemaliye ile de muttasıftır. Zira âlemde ve masnuatta bulunan kemalât, tamamıyla Sâni’in kemalinden tecelli eden gölgeden muktebestir. Öyle ise Sâni’de bulunan cemal, kemal, hüsün; umum kâinatta bulunan umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-ı mütenahî derecelerle yüksektir. Zira ihsan, in’am edenin servetinden doğar ve servetine delildir. İcad, icad edenin vücuduna delalet eder. Îcab, mûcibin vücubuna bürhandır. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir. Ve keza Sâni’-i Zülcelal, bütün nevakıstan pâk ve münezzehtir. Çünki noksaniyet, maddiyatın mahiyetlerindeki istidadın kılletinden ileri gelir. Halbuki Cenab-ı Hak maddiyattan değildir. Ve keza Sâni’-i Kadîm-i Ezelî, kâinatın ihtiva ettiği eşyanın cismiyet, cihetiyet, tegayyür, temekkün gibi istilzam ettikleri levazım ve evsaftan berî ve münezzehtir. Kur’an-ı Kerim şu iki hakikate “Allah’a misil yapmayın.” manasında olan فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا âyetiyle işaret etmiştir.

Delil-i İmkânî: Bu âyetin, Sâni’in vücuduna işaret eden delillerinden birisi de “delil-i imkânî”dir ki, وَ اللّهُ الْغَنِىُّ وَ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ âyetiyle işaret edilmiştir. Bu delilin hülâsası: Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zâtında, gerek sıfâtında, gerek ahvalinde ve gerek vücudunda gayr-ı mütenahî imkânlar, ihtimaller, müşkilâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre, gayr-ı mütenahî yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-ı mahdud hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ı ma’dud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin macerası, lisan-ı haliyle, Sâni’in kasd u hikmetine delalet etmez mi?

İşte herbir zerre, -müstakillen- kendi başıyla Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, küçük-büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz’ olursa, girdiği ve cüz’ olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni’ine olan delaletini muhafaza eder.

Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatına gelince:

Vakta ki Kur’an-ı Kerim: Birincisi, müttaki mü’minler; ikincisi, inadlı kâfirler; üçüncüsü, iki yüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı ve aralarında taksimat ve teşkilât yaptı. Ve herbir kısmın sıfâtını ve akibetini beyan etti. Sonra يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetiyle her üç kısma tevcih-i hitab ederek onları ibadete emr ü davet etti. Demek bu âyetin evvelki âyetlere terettübü ve onları takib etmesi; hane ve binanın mühendisin krokisine, amelin ilme, kaza’nın kadere terettübü ve birbirini takib etmeleri gibidir. Evet evvelki âyetlerde yapılan teşkilât ve taksimat, kroki ve plândan sonra bu âyette, ibadet binasının yapıl
[26.10.2023 22:55] Annem: seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin 21(Haşiye-1) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz.

Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın 22(Haşiye-2) hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki; şu kitabın mesaili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.

Ey muhatablarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki, hakikat-ı İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!..

S- Eskiler bizden a’lâ veya bizim gibi; gelenler bizden daha fena gelecekler?

C- Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonradaki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:

“Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol safında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:

“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!”

İşte ey bedevi göçerler (ve ey inkılab softaları!) 23(*) Manzara-i hayal 24(Haşiye-1) üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingde iki taraf da sizi protesto ettiler.

Cevablardan Bir Kısım
Öyle ise ben derim: Hakikaten sizin hârikulâde şecaate istidadınız vardır. Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filan yiğittir.” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler eğer uyansalar, hazinelere değer olan İslâmiyet milliyetine 25(Haşiye-2) yani üçyüz milyon İslâmın uhuvvetlerini ve manevî yardımlarını kazandıran İslâmiyet milliyetine, binler ruhu da olsa, acaba istihfaf-ı hayat etmezler mi? Elbette hayatını on paraya satan, on liraya binler şevkle satar.

Maatteessüf güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revac bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezaili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş!..

Hem büyük bir taaccüb i
[26.10.2023 22:55] Annem: Muhakemesiz medeniyet, Kur’an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur’aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir. (Haşiye-1)

Dördüncü Esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler. 4(Haşiye-2) Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.

İşte şu üç misal gibi binler mesail-i Kur’aniyenin herbirisi, saadet-i beşeriyeyi dünyada temine hizmet etmekle beraber hayat-ı ebediyesine de hizmet eder. Sair mes’eleleri mezkûr mes’elelere kıyas edebilirsin.

Nasıl medeniyet-i hazıra, Kur’anın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlub olup Kur’anın i’caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas eder. Öyle de: Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’anla yirmibeş aded Sözlerde mizanlarla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’aniyenin mu’cize olduğu kat’iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur’aniyenin i’cazı ve gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.

Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur’anın ilmî ve amelî i’cazına karşı mağlub oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur’anın edeb ve belâgatına karşı nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile
[26.10.2023 22:55] Annem: Eyyühel-Aziz! İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaîsine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz’-i ihtiyarîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delalet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Zikreden adamın feyz-i İlahîyi celbeden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُ husule gelir. Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâlî değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği a’zâ, havâss ve letaifin her birisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at-i teavün ve imdaddan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemalât nevilerinin bir kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza eğer enaniyet yolunu takib ederse, çeşit çeşit elem ve azablara da mahal olmaya müstehaktır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir. Maahâza, zâkir olan zâtta bulunan hâsse ve latifelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi; onların da onlara münasib şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın bir akrabasına (meselâ) okuduğu bir Fatiha-i Şerife’den hasıl olan sevabda istifade etmekte, bir ile bin müsavidir. Nasıl ki ağızdan çıkan bir lafzın işitilmesinde, bir cemaat ile bir ferd bir olur. Çünki latif
[26.10.2023 22:55] Annem: sıddık kardeşlerim!

Size dört mes’eleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi:

Birincisi: Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevabdır.

Deniliyor ki: Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarîkatlardan ziyade iman hakikatlarının inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirdleri kısmen bir cihette velayet derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevî zevkler ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar. Bunun hikmeti nedir?

Elcevab: Evvelâ sebebi, sırr-ı ihlastır. Çünki dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlub etmeyen insanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teşkil eder, ihlası kırılır. Çünki amel-i uhrevî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranılmaz. Aranılsa sırr-ı ihlası bozar.

Sâniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarîkatta sülûk eden âmi ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaîf olanları takviye ve vesveseli şübhelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur’un imanî hakikatlarına gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkikî; keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirdleri öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.

Sâlisen: Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-i İlahî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahibleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarîkatın mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında ehl-i gafletin nazarında onlara sû’-i zan edip o mübarek zâtları, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki; Risale-i Nur’un şakirdleri şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir. Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların
[26.10.2023 22:55] Annem: karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.

Beşinci Sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatalara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer?

Elcevab: Kadîr-i Zülcelal, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men’edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terkedilir. Ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle; o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ bir tek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler.

Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et!” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.

Altıncı Sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılabat-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin manevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikatı var mıdır?

Elcevab: Dalaletten başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler enva’ın bir tek nev’i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek ferdin yüzer a’zâsından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali belki hiçbir şeyi, -cüz’î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî haricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi’ etmek; ne derece belâhet ve divaneliktir. Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelal’in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak için “ateşlendir” diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir.

Altıncı Sualin Tetimmesi ve Haşiyesi: Ehl-i dalalet ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele ve mümanaat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve acib bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insaniyetten pişman eder. Meselâ: Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anasır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semavat dahi, değil hususî bir rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemler
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müdhiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-u Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-u Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.

İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ deki teşbih, teşbihlerin kaidesine
[26.10.2023 22:55] Annem: çendan Hazret-i Ali (R.A.) halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan ümmet nazarında tebriesi ve beraeti, vazife-i risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkid ve tahtie ve tadlil eden Haricîleri ve Emevîlerin mütecaviz tarafdarlarını sükûta davet ediyor. Evet Haricîler ve Emevîlerin müfrit tarafdarları Hazret-i Ali (R.A.) hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyn’in (R.A.) gayet feci ciğersûz hâdisesiyle Şîaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheyn’den teberrileri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.

İşte bu abâ ve dua ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Hüseyn’i (R.A.) mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû’-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı (R.A.) yaptığı musalaha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın (R.A.) zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âlî bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma (R.A.) اِنِّى اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ diyen Hazret-i Meryem’in vâlidesi gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلَى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ آمِينَ

İkinci Makam
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ in binler esrarından altı sırrına dairdir.

İhtar : Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan, beş-altıya indi.

“Ey insan!” dediğim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münasebetdar ve nefsi nefsimden daha hüşyar zâtlara belki medar-ı istifade olur niyetiyle, “Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı” olarak müdakkik kardeşlerimin tasviblerine havale ediyorum. Bu ders
[26.10.2023 22:55] Annem: Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim. 12(Haşiye)

Şu iki mısra’-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna
[26.10.2023 22:55] Annem: • Sıcakların Sonu
'Midesine girene dikkat eden ‘sıddık’ olur.' Fudayl b. İyâz [rahmetullahi aleyh]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:55] Annem: MANZUM ŞİİR......  HOCA’NIN AZARI

Günlerden birgün Hoca, çatıya çıkıp bakar.

Çünkü az bir yağmurda,içeri hep su akar.

Der ki: “Kiremitleri, bir elden geçireyim!

Hava iyiliğinde, bu işe girişeyim!”

Kırıkları ayırır, sağlamı yerleştirir.

Hem de iyi bir işle, zamanı geçiştirir.

Ter içinde kalsa da, çok da hoşuna gider.

“Faydalı şeyler yapmak, ne kadar güzeldir!” der.

Bu sırada bir adam, Tak! Tak! Kapıya vurur.

Bir yandan da olmadık, bir sürü lâf savurur.

“Ne istersin? der Hoca; Vurup durma kapıya.

Varsa bir diyeceğin, çık da söyle, çatıya!”

Adam der ki: “Aşağı, sen in de söyleyeyim!

Bu kibiri bırak da, bir yüzünü göreyim!”

Hoca, Lâ havle çeker, ve yavaş yavaş iner.

Karşılaşınca, adam: “Bana sadaka ver!” der.

Hoca, bakar ki, adam, kelli-felli birisi.

Ve asla görünmüyor, fakirlikle ilgisi.

Hiç istifini bozmaz, “Peki, der, gel yukarı!”

Adam çatıya gelir, var ya ondan çıkarı!

“E, der Hoca, Maşallah, sapasağlam adamsın!

Çalışmadan almaya, hiç de mi utanmazsın?”

“İnsafın yok mu?” deyip, adam şaşkına döner.

“Beni bunun için mi, çatıya çıkardın?” der.

Hoca terini siler, Hem de adamı süzer.

Bir yandan da konuşur: “Hadi! Yürü! Yürü!” der.

“Hiç kimse bana böyle, ne el açtı, yalvardı.

Ben, çatıdan inerken, sende insaf mı vardı?”

M. Halistin Kukul

 

DÜNKÜ CEVAP

 


01.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 22:55] Annem: Gerçek İhlâs

Büyük âlim İmam Gazâlî [kuddise sırruhû] şöyle buyuruyor:  İhlâsın asıl manası, kulun yaptığı ameller karşılığında Allah Teâlâ’dan mükâfat talep etmemesidir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: ‘Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır’ (Sâffât 37/96). Şayet yapılan ibadet sevap elde etmek veya ceza korkusuyla olursa, bu şekilde davranan kimse tam anlamıyla ihlâs sahibi olamaz. Çünkü bu kişi kendi nefsi için çaba sarfetmiştir.

Mürid Ne Zaman Olgunlaşır?

Meşhur veli Ebû Bekir Şiblî hazretlerine [kuddise sırruhû],

- En acayip şey nedir, diye soruldu. Buyurdu ki:

- Rabb’ini tanıdıktan sonra O’na âsi olan, karşı gelen kalptir.

- Mürid ne zaman kâmil olur, diye sorulduğunda ise şu cevabı verir:

- Her yerde ve her zamanda hali bir olup ihlâslı olduğu vakit kâmil (olgun) bir mürid olur.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:55] Annem: Müşrikler, kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah katındadır". Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini siz nerden bileceksiniz?
EN'ÂM Sûresi 109.Ayet
[26.10.2023 22:55] Annem: “Kim sıkıntıya düşer de halini insanlara açarsa sıkıntıdan kurtulamaz. Fakat her kim düştüğü sıkıntıdan dolayı ihtiyacını Allah’a arzedip havale ederse Allah’ın er veya geç bir rızık vereceği umulur.”
(Ebu Davud, Zekat 28)
[26.10.2023 22:55] Annem: Teyemmüm
Teyemmüm, abdest almak veya gusletmek için
suyun bulunmaması veya kullanılamaması halinde niyet
edip ellerini toprak cinsinden bir şeye iki defa vurarak,
birincide yüzünü, ikincide dirseklerine kadar
ellerini meshetmektir.
Teyemmümün Farzları
Teyemmümün farzı ikidir:
1- Niyet, 
2- İki darp (vurmak) ve mesh....Daha az
[26.10.2023 22:55] Annem: O, rahmândir ve rahîmdir (FATİHA/3)

Iste ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!  (VAKIA/56)

Ceza (ve hesap) gününün dogruluguna inananlar;  (MEARIC/26)

Ceza gününde oraya girerler  (İNFİTAR/15)

Ceza günü nedir bilir misin?  (İNFİTAR/17)

Evet, bilir misin? Nedir acaba o ceza günü?  (İNFİTAR/18)

Ki onlar, ceza gününü yalan sayarlar  (MUTAFFİFİN/11)
[26.10.2023 22:55] Annem: CAMİLER ve DİN GÖREVLİLERİ HAFTASI
Dinimizde cami ve cemaatin önemi, camilerin kültür hayatımı- za katkıları, camilerin tarihî gelişimi ve sosyal fonksiyonları, din görevlilerinin toplumdaki yeri, din hizmetlerinin önemi, vb. konularda toplumu daha etkin bir şekilde bilgilendirmek; camilerin ve çevresinin yılda hiç olmazsa bir defa genel ba- kım ve temizliğini yapmak, dinî bütünlük ile millî birlik ve beraberliğimize katkıda bulunmak, toplumda kardeşlik duy- gularının yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığınca 1986 yılından bu yana her yıl ekim ayının ilk haftası (01-07 Ekim) “Camiler Haftası” olarak kutlanagelmekte iken, 2003 yılından itibaren haftanın ismi “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak değiştirilmiştir. Bu hafta boyunca camilerimizin dinî ve tarihî boyutu ile sosyal ve kültürel yönü üzerine çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir.

DİNÎ KAVRAMLAR
MESCİD-İ AKSÂ
Kudüs’te Beyt-i Makdis (kutsal ev) ismiyle de anı- lan ve Mescid-i Haram’dan sonra yeryüzünde ilk yapı- lan mesciddir.
Mescid-i Aksâ, Müslü- manların ilk kıblesi (Baka- ra, 2/144), Hz. Muhammed (s.a.s.)’in İsra olayında geldiği (İsrâ, 17/1), miracın başladığı, Hz. İsâ’ya kadar birçok peygamberin namaz kıldığı ve Allah’tan vahiy al- dığı bir mesciddir.

ÖZLÜ SÖZ
Ne ağzından taşacak kadar çok, ne de zayıflıktan ölecek kadar az ye. (Sadi Şirazî)

TECDİD-İ İMAN
İman esaslarının yenilenmesi, tazelenmesi ve tekrar eski hali- ne dönüştürülmesi demektir.
Şüphesiz ki imanın tazelenmesinden öncelikli olarak anlaşıl- ması gereken, dinden çıkan bir kişinin yeniden mü'min ol- masıdır. Zira çeşitli sebeplerle imanın izalesine sebep olacak bir teşebbüste bulunan kimse, pişmanlık anında tekrar iman ederek Müslüman olur. Ayrıca kelime-i tevhidi sık sık getirmek ve mevcut imanına süreklilik kazandırmak amacıyla zaman zaman tecdid-i iman yapılması Müslümanlar arasında teamül haline gelmiştir.
Hz. Peygamberin “imanlarınızı yenileyiniz” sözü üzerine, “na- sıl yenileyeceğiz?” diye sorulmuş, cevaben, “kelime-i tevhidi çokça söyleyerek yenileyiniz.” buyurmuştur (Ahmed ibn Hanbel, 2/359).

DİNÎ KAVRAMLAR
MAHYA
Mahya; iki minare arasına ip ve benzeri ince telleri germek suretiyle asılan ve geceleri yakılarak meydana getirilen ışıklı şekil veya ya- zılardır.
Minareler arasında ku- rulan mahyaların Sulta- nahmet Camii’ni yaptıran I. Ahmed zamanında icat edildiği rivayet edilmekte- dir. Rivayete göre ilk mahya da Sultanahmet Camii’nde kurulmuştur.

ÖZLÜ SÖZ
Mümin kardeşine ait sevmediğin bir iş duyarsan, onun için özür bulmaya çalış. Bulamazsan “belki benim anlayamadığım bir durum vardır de” ve özrü kapat. (Yunus Emre)
[26.10.2023 22:55] Annem: “Allah’ım,  nefsime takvasını ver, onu temizle, onu temizleyenlerin en hayırlısı sensin. Onun velisi (sahibi) ve mevlası (efendisi) sensin.” (Müslim, Zikir, 73)
[26.10.2023 22:55] Annem: Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [Bakara Sûresi.173]
[26.10.2023 22:55] Annem: Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de, Ey Osman, Allah'tan kork, zira ehlinin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bâzan oruç tut, bâzan ye. Namaz da kıl, uykunu da al" 
Ebu Dâvud, Salât 317 (1369). 
Rezîn merhum, şunu ilâve ediyor: Osman (radıyallahu anh) bütün gece namaz kılmak, gündüzleri de hep oruç tutmak, kadınlarla da hiç nikah yapmamak üzere yemîn etmişti. Osman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yemininden sordu. Bunun üzerine meali şu olan âyet nâzil oldu: "Allah sizi rastgele yeminlerinizden (lağv) dolayı değil, fakat kalplerinizin kasdettiği yeminden dolayı sorumlu tutar" (Bakara, 225).
[26.10.2023 22:55] Annem: “Allah’ım! Senden iman içinde sağlık, güzel ahlak içinde iman, peşinden rahmet, afiyet, mağfiret ve rıza gelen bir kurtuluş istiyorum.” (Hâkim, Deavât, No:1919)
[26.10.2023 22:55] Annem: Behram

F. İran mitelojisinde bir melek ismi, Merih gezegeni

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 22:55] Annem: Başkalarının ayıbını senin önünde sayıp döken, senin ayıbını da mutlak başkalarına söyleyecektir.[Sadi Şirazî]
[26.10.2023 22:55] Annem: AZÎZ (El-Azîz)

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki  Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir) . (Bekara sûresi  209) Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî) 2- Kıymetli, şerefli, üstün. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki  Ey Muhammed! De ki  Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi  26) Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet'ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır). (Hazret-i Ömer) Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ) Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm Arvâsî) Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder  1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdık) Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdık)
[26.10.2023 22:55] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI
∙∙∙ 9 9 ∙∙∙
kün değildir. Şu halde Cenâb-ı Hakk’a bazı beşerî veya 
yaratılmışlık mânalarının nispet edilmesi ulûhiyyet ma-
kamını zedeleyici herhangi bir özellik taşımaz.
Şu da var ki Kur’ân-ı Kerim’de teşbih yani Allah’ın diğer 
varlıklara benzediği düşüncesini akla getirecek ifadele-
rin ardından çoğunlukla böyle bir benzerliği reddeden, 
O’nun yüceliğine vurgu yapan ifadeler yer almıştır. Me-
selâ “Ancak azamet ve ikram sahibi rabbinin yüzü (zatı) 
bâki kalacaktır.”116 mealindeki âyette bir yandan “Allah’ın 
yüzü”nden (vech) bahsedilirken, yanı başında Allah’ın 
zü’l-celâl yani azamet sahibi oluşu vurgulanmıştır. “Zü’l-
celâl” “hiçbir kayıt ve kıyas kabul etmeksizin yücelik sahi-
bi, zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak dere-
cede yüce” demektir. Şu halde haberî sıfatlar konusunda 
takip edilmesi gereken yol önce gerçekliklerini kabul et-
mek, sonra bunların herhangi bir şekilde yaratılmışların 
vasıflarına benzemediğini kabul etmek, bu sıfatları Al-
lah’ın şanına yakışan bir mânada yorumlamak, bunun 
yanında gerçek mâna ve mahiyetlerini sadece Allah’ın 
bildiğini düşünerek, “Rabbimiz her ne kastetmişse o şe-
kilde iman ediyoruz.” demektir.117 Biraz sonra verilecek 
örneklerden de anlaşılacağı üzere haberî sıfat çerçevesi-
ne giren kelime veya kavramlar Arap dilinde zaten me-
cazi mânada kullanılmaktadır.118
Söz konusu sıfatlardan olan yed “el” demektir. Kur’ân-ı 
Kerim’de yed kelimesi tekil, ikil ve çoğul şekliyle çeşitli 
yerlerde Allah’a nispet edilmiştir. Yahudilerin, “Allah’ın 
eli (yed) bağlıdır (sıkıdır.)” demelerine karşılık, “Hay de-
116 er-Rahmân 55/26-27.
117 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 94.
118 Metin Yurdagür, Allah’ın Sıfatları: Esmâ-i Hüsnâ, s.235; Ahmet 
Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akāidi ve Kelâm’a Giriş, 142.
ALLAHA İMAN.indd 99 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 22:55] Annem: Cemaatle namazda kamet yapacak kişinin özellikleri nelerdir? Çocuklar kamet yapabilirler mi?

Kamet getirecek kişinin hadesten temizlenmiş, akil ve erkek olması gerekir. Buna göre abdestli olmayan veya cünüp olanın, delinin yahut sarhoşun ve kadının kameti mekruh görülmüştür. Kamet getirenin salih bir kimse olması ise müstehaptır (İbn Nüceym, el-Bahrü’r-raik, III, 39; Ali el-Kari, Feth-u Babi’l-İnaye, I, 230).

Kamet getirecek kişinin en az mümeyyiz olması gerekir. Temyiz yaşı ise 7 yaşında başlar, büluğa kadar devam eder. Mümeyyiz (iyiyi kötüden ayırabilir durumda) olmayan küçüğün ezan ve kameti geçerli olmaz (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, III, 209). Mümeyyiz çocukların getirdiği kamet geçerlidir (Serahsi, el-Mebsut, I, 138). Ancak buluğa ermiş bir kimsenin getirmesi efdaldir (Fetavay-ı Hindiyye, I, 54).
[26.10.2023 22:55] Annem: 29 
Kur’an Ayında Yaz Kur’an Kursları
Bugün, 22 Haziran 2015. Ülkemizin dört bir köşesinde 
Yaz Kur’an kursları başladı. Diyanet İşleri Başkanlığımız gün-
ler öncesinden bütün camilerimizin ve Kur’an kurslarımızın 
kapılarını “HAYDİ ÇOCUKLAR, GENÇLER, KUR’AN 
AYI RAMAZAN’DA KUR’AN’LA BULUŞALIM” çağrısını 
taşıyan afişlerle donattı. “Dinimizi öğreniyoruz” isimli inan-
cım, ibadetim, ahlakım, Peygamberim başlıkları altında ha-
zırlanan kitaplar ve diğer etkinlik kitapları ve materyaller, 
elifbâ cüzleri, Kur’an-ı Kerim’ler Diyanet İşleri Başkanlığınca 
ücretsiz olarak tüm camilere ve Kur’an kurslarına ulaştırıldı. 
Tüm görevlilerle yaz Kur’an kurslarına hazırlık seminerle-
ri tamamlandı. “kurs.diyanet.gov.tr” isimli web sitesi hem 
görevlilerimizin ve hem de tüm öğrencilerimizin istifadesi-
ne sunuldu. “GEL BU YAZ, KUR’AN’I GÖNLÜNE YAZ”
çağrısına kulak veren milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz 
Kur’an öğrenmek, Peygamberimizi daha iyi tanımak, ahlâkî 
değerlerimizi ve temel dinî bilgileri öğrenmek için camileri 
ve Kur’an kurslarını süslediler.
Niçin bu kadar önemli Yaz Kur’an kursları? Diyanet İşleri 
Başkanlığımız tarafından yeni yapılan Dinî Hayat Araştırma-
sı başlığını taşıyan bir çalışmada vatandaşlarımıza “Temel 
dinî bilgilerinizi nereden aldınız?” diye bir soru yöneltiliyor. 
Verilen cevaplardan büyük çoğunluğu Yaz Kur’an kurslarını 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 29 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 22:55] Annem: 23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Bâbı

981- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru’n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî’den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'aen, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. H.

982- Bize Hârûn b. Ma'rûf ile HarmeletüTrati Yahya da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Tesbîh erkeklere, tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular.

Harmele kendi rivâyetinde şunu ziyâde etti: «İbn Şihâb: Ben ulemâdan bir çok kimseler gördüm ki, hem tesbih hem de işaret ederlerdi.»

983- Bize Kuteybetübnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Fudayl (yani İbn Iyâz) rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi: Bunların hepsi Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir.

984- Bize Muhammed b. Bâfî' rivâyet etti:

(Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hureyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin mislini haber verdi: O «Namazda» sözünü de ziyâde etti.

Bu hadîsin şerhi bundan önceki bâbda geçmiştir.

 

 
[26.10.2023 22:55] Annem: Bana, el-Adda İbnu Halid (ra): "Resulullah (sav)'nın bana yazdığı bir mektubu sana okuyayım mı?" dedi. Ben: "Memnuniyetle!" deyince bir mektup çıkardı. Mektupta şunlar yazılı idi: "Bu, el-Adda İbnu Halid İbni Zehve'nin Muhammed (sav)'den satın aldığı şeyi tevsik eder, el-Adda ondan bir köle veya cariye satın aldı. Kölede, ne herhangi bir hastalık, ne (zina, hırsızlık, kaçma gibi) bir düşkünlük ne de (satışını gayr-ı meşru kılan hürr asıllı bulunmak, emanet ve rehin olarak verilmiş olmak gibi) haramlık yoktur. Bu Müslümanın Müslümana satışıdır." 
Kaynak: Tirmizi, Büyu 8, (1216); Buhari, (senetsiz olarak kaydetmiştir) Büyu, 19; İbnu Mace, Ticarat 47, (2251)
Rivayet: Abdülmecid İbnu Vehb
[26.10.2023 22:55] Annem: Ravi: Ebu Said (ra)
Resulullah (sav) (bir gün) ashabına: "Sizden biri bir gecede Kur'an-ı Kerim'in üçtebirini okumaktan aciz midir?" diye sordu. "Buna hangimiz güç yetirebilir?" dediler. Resulullah (sav): "Allahu Ahad, Allahu's-Samed (İhlas süresi) Kur'an'ın üçtebiri dir" buyurdu.

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Fedailu'l-Kur'an 13, Tevhid 1, Müslim, Müsafirin 259, (811), Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 11, (2898), Nesai, İftihah 69, (2, 171), Muvatta, Kur'an 17, 19 (1, 208), Ebu Davud, Vitr 18, Salat 353, (1961), İbnu Mace, Edeb 52, (3787, 3788, 3789)

Hadisin Açıklaması:
null
[26.10.2023 22:55] Annem: KABİRLERE DOĞRU NAMAZ KILMANIN YASAK OLUŞU

1759: Ebu Mersed Kennaz ibni Husayn (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Kabirlere doğru namaz kılmayınız ve kabirler üzerine oturmayınız.” (Müslim, Cenaiz, 97)
[26.10.2023 22:55] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İmamı ortanıza alınız ve saflardaki boşlukları doldurunuz.”

Ebû Dâvûd, Salât 98
[26.10.2023 22:55] Annem: “Kuşkusuz bu Kur’an en doğru olana iletir; dünya ve ahiret için yararlı işler yapan mü’minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.”

İsrâ, 17/9

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:55] Annem: Peygamberimiz Amcası Ebu Talib'in Yanında
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Sevgili Peygamberimiz, sekiz yaşında...

Dedesi tarafından kendisine koruyucu olarak tayin edilen amcası Ebû Tâ­lib’in himâyesinde.

Ebû Tâlib, son derece merhametli bir insandı. Fakat oldukça fakirdi. Mekke et­rafında yayılan ve şehre getirilince sütünden faydalanılan birkaç devesinden başka herhangi bir mal ve mülke de sahip değildi. Aile efradı kalabalık olan Ebû Tâlib, haliyle maişet cihetiyle büyük sıkıntı içinde bulunuyordu.

Bütün bunlara rağmen o, dürüstlüğü ve doğru yaşayışı ile Ku­reyşliler tara­fından sevilir, sayılır ve hürmet görür idi. Hz. Ali, ba­basının bu durumunu şu ifadelerle dile getirir:

“Babam, Ku­reyş’in fakir, fakat ileri gelenlerinden şerefli biri idi. Hâlbuki, kendisinden evvel, böyle yoksul olduğu halde kavminin ulu kişisi olmuş bir kimse gelmemiştir.”

Ebû Tâlib, yaşayışı bakımından da, Câhilliyye devrinin kötülük ve çir­kin­lik­le­rinden uzaktı. Ku­reyşli müşriklerin su gibi içtikleri içkiyi o, babası Ab­dül­mut­ta­lib gibi, asla kullanmazdı. Görüldüğü gibi Ebû Tâlib, her haliyle Kâinatın Efendisini himâye edecek evsafta bulunuyordu.

Ebû Tâlib, aynı zamanda kardeşi Zübeyr’den kendisine geçen Kâbe per­de­dar­lığı demek olan “rifade” ve hacılara su içirme hizmeti demek olan “sikâye” vazifelerini de yürütüyordu. Ne var ki fazla masraf gerektiren bu va­zifelerin altından dar bütçesiyle kalkamayacağını anlayınca, üç hac mevsimin­den sonra bu görevleri kardeşi Hz. Abbas’a devretmek zorunda kaldı. Sikâye ve rifade hiz­metleri, Mek­ke’nin fethine kadar Hz. Abbas’ın elinde devam etti. Re­sû­lul­lah, Mekke’yi fethettikten sonra bu görevleri yine aynı elde bıraktı.

Ebû Tâlib de, babası gibi, Sevgili Peygamberimize candan bağlıydı. Öz baba gibi, yetişmesine son derece dikkat ediyordu. Yeğenini asla yanından ayırmak istemezdi. Gittiği her yere onu da götürür, yanıbaşına oturtur ve bir arkadaş gibi kendisiyle sohbet eder ve konuşurdu.

Ebû Tâlib’in evinde onsuz sofraya oturulmazdı. Sofra hazırlandığında Pey­gamber Efendimiz görülmeyince amca, “Muhammed’im nerede? Çağırın, gel­sin” derdi. Çünkü onun bulunduğu sofrada herkes doyarak kalkar ve yemek yine de artardı. Bulunmadığı sofralarda ise, çok kere sofradakiler doymadan yemek bitiverirdi.[1]

Zaten, Sevgili Peygamberimiz, ta o zamandan beri az yiyordu. Sofrada son derece ciddi ve nimetlere hürmetkâr bir tavır içinde bulunurdu. Diğer çocuklar kurulur kurulmaz sofraya saldırırken, o büyükleri başlamadan lokmayı ağzına koy­mazdı. Hatta bazı kere am­cası, çocuklardan rahatsız olmasın diye onun için ayrı sofra kurdururdu.[2]

Henüz bu yaşında Sevgili Efendimiz, —büyüklüğünde ol­duğu gibi— aç­lık­tan, susuzluktan da şikayet etmiyordu. Dadısı Ümmü Ey­men, bu hususu şu ifadelerle dile getirir:

“Re­sû­lul­lah’ın, çocukluğunda ne açlıktan, ne de susuzluktan şikayet ettiğini görmedim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek istediğimizde, ‘İstemem, karnım tok’ derdi.”[3]

Yine Peygamber Efendimiz, sabahları pırıl pırıl parlayan temiz bir yüz, ta­ranmış tertemiz saçlarıyla gündüz âle­mi­ne sev­gi, neşe ve hayat dolu nur gözle­rini açardı.[4]
Peygamberimiz, Amcasıyla Yağmur Duasında!

Mekke ve havalisi, şiddetli bir kuraklık ve kıtlık yılı yaşıyordu. Yağmurun damlası yoktu. Yerler kupkuru ve toprak susuzluktan şerha şerha idi.

Ku­reyşliler Ebû Tâlib’e başvurarak, “Ey Ebû Tâlib!” dediler. “Kuraklık ve kıt­lıktan çoluk çocuğumuz ölmeye, hay­vanlarımız kırılmaya başladı! Ne olur, bizim için yağmur duasına çıksan?”

Ebû Tâlib teklifi reddetmedi. Ancak yalnız gidemezdi, gitmek de istemezdi. Yanına yeğeni Nur Muhammed’i de almalıydı. Çünkü onun bereket ve ihsan­lara vesile olduğ
[26.10.2023 22:55] Annem: AMELLERI BOŞA ÇIKARMA
Rabbimizin rızâsını elde edebilmek için çevremizdeki yetim, fakir ve yardıma muhtaç insanları kollamamız, dâimâ onların yanında bulunarak dertleriyle dertlenmemiz gerekmektedir. Onlara yardım ederken de âdâbına ve usûlüne uygun davranmalı, başa kakmak ve minnet yüklemek sûretiyle gönüllerini inciterek amelleri boşa çıkarmamalıdır. Yüce Rabbimiz bu hususta mü’minleri şöyle îkaz buyurmaktadır:“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Âhiret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” (2/Bakara, 264) Allâh’ın bir kulunu küçük görmek ve gönlünü incitmek, onu yaratan Rabbimizi gazaplandırır. Bu sebeple Hak dostları, gönül karşısında titrek bir mum gibi hassas davranmışlardır. Onun Allâh ile alâkasını göz önünde bulundurarak muâmele etmişlerdir.Yûnus Emre Hazretleri’nin, böyle bir şerefe mazhar olan gönlü incitmemek gerektiği husûsundaki ifâdeleri pek keskin ve ibretlidir:"Bir kez gönül yıktın ise,Bu kıldığın namaz değil!Yetmiş iki millet dahî,Elin yüzün yumaz değil!.."
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 22:55] Annem: Resulullah (sav) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin köylü adına satış yapmasını menetti."

Buhari, Büyu 68, Müslim, Büyu 19, (1521); Nesai, Büyu 18, (7, 256); İbnu Mace, Ticarat 16, (2177)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:55] Annem: [Hadis No : 3640]

Hz Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor "Resulullah aleyhissalâtu vesselam'la birlikte Zâtu'r-Rikâ' gazvesine çıktık. (Askerlerden) bir kişi, müşriklerden birinin hanımına temasta bulundu. Kocası da:  

"Muhammed'in Ashabından kan dökmeden geri dönmeyeceğim'' diye yemin etti. Evinden çıkıp Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı tâkibe koyuldu. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir verde mola verdi ve:  

"Kim bizi (nöbet tutup) koruyacak?'' diye sordu. Muhacir ve Ensâr'dan birer adam vazifeyi üzerlerine aldılar. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, bunlara:  

"Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!'' diye ferman buyurdu.  

Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanı, yattı. Ensâri de namaz kılmaya başladı.  

Derken tâkipçi adam da oraya geldi. (Namazdaki nöbetçinin) silüetini görünce anladı ki, bu, askerlerin koruyucusudur, derhal bir ok attı ve ok, eliyle koymuşcasına hedefini buldu. Ensari oku çıkarıp (namazına devam etti). Müşrik (isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam etti.) Öyleki üçüncü okunu da attı. Ensâri de (yaraya aldırmadan) aynı şekilde namazına devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce) yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı.  

Muhâcirden olan zât, Ensari arkadaşındaki kanı görünce:  

"Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sordu. Arkadaşı:  

"Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim '' diye cevapladı.''

Ebu Dâvud, Tahâret 79, (198).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:55] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Ebu Saidi'l-Hudrî (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki:"Allah üç şeye güler (rahmetiyle yönelir): Namaz için teşkil edilen saf, geceleyin namaz kılan adam ve orduda cihad eden adam."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (200) - Hds :(6039)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 22:55] Annem: ❝Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse.❞

| Hz. Muhammed (sav) - Nesâî, Zekât, 69
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir Hadis
Nerede olursan ol, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşa! Kötülüğün peşine hemen onu yok edecek bir iyilik yap! İnsanlara güzel ahlakla muamele et! 
(Tirmizî, Birr, 55;  Darimî, Rikak, 74)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:55] Annem: “Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.” 

(Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35)
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir Ayet
Gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
(Tegâbün, 64/16)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir Dua
Yuvalarımıza, aile ocağımıza mutluluk, huzur ve saadetler ihsan eyle Allah'ım.


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:55] Annem: Bir Ayet
Gücünüz yettiği kadar Allah'a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
(Tegâbün, 64/16)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:55] Annem: . Enes (b. Mâlik)ten nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Ümmetim yağmur gibidir; evveli mi daha hayırlı yoksa
sonu mu bilinmez.”
(T2869 Tirmizî, Emsâl, 81)
[26.10.2023 22:55] Annem: 23- "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarını barıştırın..." (Hucurât: 49/9). Yüce Allah Bu Döğüşen Kimselere Mü'minler İsmini Verdi.

31 Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî (110)'den, o da el-Ahnef ibn Kays (67)'tan tahdîs etti. Şöyle demiştir: Şu adama -Buhârî'nin Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû Bekre beni karşıladı ve:

- Nereye gidiyorsun? diye sordu.

- Şu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre bana:

- Geri dön; çünkü ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim: "İki müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir" buyuruyordu.

- Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor? diye sordum.

- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de ondan" buyurdu.

 

 
[26.10.2023 22:55] Annem: 2- KİTÂBU'L-İLM (İLİM KİTABI)

1- İlmin Fazîleti Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:

"... Allah içinizde îmân etmiş olanlarla (bilhassa)  kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini yükseltir. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (el-Mucâdîle: 58/12); "Rabb'ım benim ilmimi artır!" (Tâhâ: 20/114).

2- Konuşmasıyle Meşgul Bulunurken Kendisinden Bir İlim Sorulduğunda, KonuşmasınıTamamladıktan Sonra Suâl Sorana Cevâb Veren Kimse Babı

3- İlme Delâlet Eden Bir Konuşmada Sesini Yükselten Kimse Babı

4- Muhaddisin Haddesenâ Yâhud Ahbaranâ Ve Enbeenâ Sözleri Babı

5- İmâmın, Kendi Maiyyetindekilere Karşı, Onlardaki Bilgiyi İmtihan Etmek İçin Ortaya Suâl Atması Babı

6- İlim Hakkında Gelen Sözler Ve Yüce Allah'ın: "Rabb'ım! Ilmimi artır! de" (Tâhâ: 20/114) Kavli Babı.

7- Muhaddisin Huzurunda Okumak Ve Ona Arz Etmenin Hükmünü Beyân Babı

8- Munâvele Hakkında Zikrolunan Sözler İle İlim Ehlinin, İlmi Diğer Beldelere Yazıp Göndermeleri Babı.

9- Meclis Hududunun Nihayete Ereceği Bir Yerde Oturan Kimse İle İlim Halkasında Bir Yarık Görüp Hemen Orada Oturuveren Kimse Babı

10- Peygamber(S)'in: "Benden kendisine tebliğ ulaştırılanların bâzısı bizzat işitenden daha iyi belleyicidir" Kavli Babı

11- İlim Öğrenmek, Söz Söylemekten Ve Amel Etmekten Öncedir Bâbı

12- Peygamber(S)'in Kendi Sahâbîlerine Va'z Ve Nasihat Etmek Ve İlim Öğretmek Hususunda Bıkkınlık Getirip Uzaklaşmasınlar Diye Hâllerini Gözetir Olduğu Babı

13- İlim Ehli İçin Belli Günler Ayıran Kimse Babı

14-  Bâb: "Allah her kimin hayrını isterse ona dîn hususunda büyük bir anlayış verir".

15- İlimde İnce Anlayış (ın Fazileti) Babı.

16- İlimde Ve Hikmette Gıbta Etmek Babı.

17- Mûsâ Aleyhi's-Selâmın Deniz (Sâhilin)de Hızır'a Gitmesi İle Yüce Allah'ın: "Musa ona: Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tâbi' olayım mı? dedi" (el-Kehf: 18/66)  Kavli Babı 

18- Peygamber(S)'in "Yâ Allah, ona Kitâb'ı öğret" Kavli Babı

19- Küçüğün Hadîs İşitip Yüklenmesi Ne Zaman Sahîh Olur?

20- İlim Aramak İçin Sefere Çıkmak Babı.

21- İlim Öğrenen Ve Başkalarına Öğreten Kimsenin Fazileti Babı

22- İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Meydan Alıp Yayılması Babı

23- İlmin Fazileti Babı

24- Kendisi Bir Hayvan Veya Diğer Bir Binek Üzerinde Dururken Suâl Soranlara Fetva Ve Cevâb Vermek Babı.

25- Fetvâ (Talebine) El Ve Baş İşaretleriyle Cevâb Veren Kimse Babı

26- Peygamber(S)'in Abdu'l-Kays Hey'etini, Îmâni Ve İlmi Belleyip Ezberlemeleri Ve Bunu Arkalarındaki Kimselere Haber Vermeleri Üzerine Teşvik Eylemesi Babı

27- (Bir Şahsa) Vâki' Olan Bir Mes'eleyi Sormak İçin Sefer Etmek Ve Ehline De Öğretmek Babı

28- İlim (Edinmek) Hususunda Nevbetleşmek Babı

29- Öğüt Verme Ve Öğretme Sırasında Hoşlanmadığı Bir Şey Gördüğü Zaman Öfkelenmek Babı

30- İmâmın Yâhud Muhaddisin Huzurunda Önünde İki Dizi Üzerine Çöken Kimse Babı

31- Anlaşılması İçin Sözü Üç Defa Tekrar Eden Kimse Babı

32- Kişinin Kendi Tasarrufunda Bulunan Dişi Hizmetçisine Ve Ehline İlim Öğretmesi Babı

33- İmâmın Kadınlara Va'z Vermesi Ve Onlara İlim Öğretmesi Babı

34- Hadîs Öğrenmeyi Şiddetle Arzu Etmek Babı

35- İlim Nasıl Kabz Olunacak Bâbı.

36- Bâb: İlim (Öğretmek)de Sırf Kadınlar İçin Gün Tâ'yîn Edilir Mi?

37- Birşey İşitip De Anlayamayan Kimsenin, O Şeyi Öğrenmek İçin İşittiği Zâta Tekrar Müracaat Etmesi Babı.

38- Bâb: "Hâzır bulunup şâhid olanlar gaaib olanlara ilmi tebliğ etsin". Bunu İbn Abbâs, Peygamber(S)'den söyledi .

39- Peygamber (S) Üzerine Yalan Söyleyen Kimsenin Günâhı Babı

40- İlmin Yazılması Babı

41- Geceleyin İlim Öğretmek Ve Va'z Etmek Babı

42- İlim Uğrunda Gece Uyanık Kalıp Sohbet Ve Lâkırdı Eylemek Babı

43- İlmi Hıfz Edip Bellemek Babı.

44- Alimler(in Söyleyecekleri Şeyler) İçin Susup Dinlemek Babı

45- İnsanların En Âli
[26.10.2023 22:55] Annem: Sevgi dolu, doğurgan kadınlarla evleniniz. Çünkü ben kıyamet gününde peygamberlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.
(İbn Hanbel, III, 159)
[26.10.2023 22:55] Annem: Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân, 3/102)
[26.10.2023 22:55] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا

- ابو هريره (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- مؤمنلرك ايمان باقيمندن اك كامل اولانى اخلاق باقيمندن اك كوزل اولانيدر

- Ebû Hureyre (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Mü’minlerin iman bakımından en kâmil olanı, ahlak bakımından en güzel olanıdır.

- Sünen-i Ebî Dâvud, Kitâbü’t-Tıbb, h. 4682
[26.10.2023 22:55] Annem: حَدَّثَنَا الْمَكِّيُّ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، قَالَ أَخْبَرَنَا حَنْظَلَةُ بْنُ أَبِي سُفْيَانَ، عَنْ سَالِمٍ، قَالَ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏ "‏ يُقْبَضُ الْعِلْمُ، وَيَظْهَرُ الْجَهْلُ وَالْفِتَنُ، وَيَكْثُرُ الْهَرْجُ ‏"‏‏.‏ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْهَرْجُ فَقَالَ هَكَذَا بِيَدِهِ، فَحَرَّفَهَا، كَأَنَّهُ يُرِيدُ الْقَتْلَ‏.‏

Salim şöyle demiştir: Ebu Hureyre r.a. Nebi s.a.v.'in şöyle dediğini söylemiştir: "ilim kabzedilecek, cehalet ve fitneler yayılacak, herc çoğalacak". Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Herc nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eli ile ölümü kasdeder gibi işarette bulunarak "İşte budur" dedi. Tekrar: 1036, 1412

Grades:

Reference: Sahih Buhari 85
In-book reference: Kitap 3, Hadis 27

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 22:55] Annem: İTİKAF'LA İLGİLİ BÖLÜM...

KADİR GECESİ


İTİKAF'LA İLGİLİ BÖLÜM
ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عنها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَعْتَكِفُ العَشْرَ ا‘وَاخرَ منْ رَمَضَانَ حتّى تَوفّاهُ اللّهُ تعالى وَيقُولُ: تَحرَّوْا ليلَةَ القَدْرِ في العَشْرِ ا‘وَاخِرِ منْ رَمََضَانَ ثمّ اعتَكَفَ أزْوَاجُهُ من بعده[. أخرجه الستة.وفي رواية ]كانَ يعْتَكِفُ في كلِّ رَمَضَانَ فإذَا صَلَّى الْغَدَاةَ جاءَ مَكانهُ الَّذِى اعْتَكَفَ فِيهِ قال: فاسْتَأْذَنَتْهُ عائشةُ رَضِى اللّهُ عنها أن تعتكفَ فأذن لَها فَضربتْ فِيهِ قُبةً فسمعتْ بها حفصةُ رَضِىَ اللّهُ عنها فضربتْ، قبةً وضربتْ زينبُ رَضِىَ اللّهُ عنهَا أخرى، فلما انصرفَ من الغداةِ أبصرَ أربَع قبابٍ فقال: ما هذهِ؟ فأُخْبِرَ بذلكَ، فقالَ مَا حملُهنَّ على هذا، آلِبِرٍّ؟ انزعوها ف أرَاهَا. فنُزعتْ فلمْ يعتكفْ في رمضانَ حتّى اعتكفَ في آخرِ العشرِ من شوالٍ[.وفي رواية ]أمرَ بخبائهِ فقُوِّضَ وتركَ اعتكافَ في شهرِ رمضانَ حتّى اعتكفَ في العَشرِ ا‘ولِ منْ شَوّالٍ[.»الخباءُ« بيت من وبر أو صوف، من شَعر و»تقويضه« رفعه .

1. (97)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan'ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki:

"Kadir gecesini Ramazan'ın son on gününde arayın". Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan sonra, zevceleri de itikâfa girdiler."[1]

Bir başka rivayette şöyle denir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her Ramazan'da itikafa girerdi. Akşam namazını kılar kılmaz itikaf mahalline gelirdi. Râvi der ki: Bir gün Hz. Aişe de itikâf için izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) izin verdi. Mescidin içinde itikaf için bir çadır kuruldu. Bunu Hafsa validemiz (radıyallahu anhâ) işitti, O'nun için de bir çadır kuruldu. Arkadan Zeyneb (radıyallahu anhâ) validemiz için de bir çadır kuruldu. Sabah olup da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hücresinden çıkınca dört çadır kurulduğunu görür ve

"Bunlar da ne?" diye sorar. Durum haber verilince:

"Onları bu işe sevkeden şey nedir, Allah'ın rızasını kazandıracak bir amel düşüncesi mi? Hayır! Derhal kaldırın, gözüm görmesin!" emretti. Çadırlar kaldırıldı. O Ramazan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'da itikâfı terketti. Şevvâl'in son onunda itikâfa girdi."

Bir diğer rivayette şöye denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çadırların kaldırılmasını emretti. Derhal yıkıldılar. O yıl itikâfa girmeyi Ramazan'da terketti, Şevvâl ayının ilk onunda yerine getirdi."[2]

AÇIKLAMA:

İtikaf, lügat açısından, haps olmak, yerinde kalmak gibi mânalara gelir. Şer'î örfte: "Allah'ın rızasını kazanmak düşüncesiyle belli âdab çerçevesinde mescidde kalma"ya itikaf denir. Bu nâfile bir ibâdettir. Sadece nezredilmek suretiyle vâcib olur. İtikafın en az müddeti bir gün en fazla müddeti on gündür. İtikâf senenin her ayında olabilir. İtikafta iken, bazı âlimlere göre oruç şart değildir. Ancak Hanefîlere göre vâcib olan itikâf için oruç şarttır. Yine bazılarınca Mescid-i Nebevî, Kâbe ve Mescid-i Aksa'da, bazılarınca cuma kılınan mescidlerde itikaf câiz addedilirken, Hanefîler beş vakit namazın kılındığı her yerde itikafın câiz olacağına hükmederler.

Allah rızası için şu mescidde şu kadar müddet itikaf yapmaya niyet ettim demekle bunu nefsine vâcib kılar. Kalben bunu geçirirse de ni
[26.10.2023 22:55] Annem: 48/Fetih
10 - Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.
[26.10.2023 22:55] Annem: Allah'ım! Gizli olarak işlediğim günahlarımı, açıktan işlediğim günahlarımı, hataen işlediğim ve bilerek yaptığım günahlarımı, bildiğim ve bilmediğim bütün günahlarımı bağışla. 
(Hakim, "De'avat", No: 1880; İbn Ebu Şeybe, "Dua", 15,No: 29228)
[26.10.2023 22:55] Annem: Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
[26.10.2023 22:55] Annem: عَنْ صُهَيْبٍ  أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : كان مَلِكٌ فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ, وَكان لَهُ سَاحِرٌ فَلَمَّا كَبِرَ, قال لِلْمَلِكِ : إني قَدْ كَبِرْتُ فَابْعَثْ إِلَيَّ غُلاَمًا أُعَلِّمْهُ السِّحْرَ, فَبَعَثَ إِلَيْهِ غُلاَمًا يُعَلِّمُهُ, وَكان فِي طَرِيقِهِ إذا سَلَكَ رَاهِبٌ, فَقَعَدَ إِلَيْهِ وَسَمِعَ كَلاَمَهُ فَأَعْجَبَهُ, وَكان إذا أَتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إِلَيْهِ, فَإذا أَتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ, فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى الرَّاهِبِ فَقال : إذا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ : حَبَسَنِي أَهْلِي, وَإذا خَشِيتَ أَهْلَكَ فَقُلْ : حَبَسَنِي السَّاحِرُ . فَبَيْنَمَا هُوَ على َذَلِكَ إِذْ أَتَى عَلَى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ فَقال : الْيَوْمَ أَعْلَمُ آلسَّاحِرُ أَفْضَلُ أَمِ الرَّاهِبُ أَفْضَلُ ؟ فَأخذ حَجَرًا فَقال : اَللَّهُمَّ إن كان أمر الرَّاهِبِ أحب إِلَيْكَ مِنْ أمر السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هَذِهِ الدَّابَّةَ حَتَّى يَمْضِيَ النَّاسُ, فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا وَمَضَى النَّاسُ, فَأَتَى الرَّاهِبَ فَأَخْبَرَهُ. فَقال لَهُ الرَّاهِبُ أَيْ بُنَيَّ أنت الْيَوْمَ أَفْضَلُ مِنِّي, قَدْ بَلَغَ مِنْ أمركَ مَا أَرَى, وَإنكَ سَتُبْتَلَى, فَإن ابْتُلِيتَ فَلاَ تَدُلَّ عَلَيَّ, وَكان الْغُلاَمُ يُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ, وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ألادْوَاء.ِ فَسَمِعَ جَلِيسٌ لِلْمَلِكِ كان قَدْ عَمِيَ, فَأَتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ فَقال : مَا هَاهُنَا لَكَ أَجْمَعُ إن أنت شَفَيْتَنِي, فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَإن آمَنْتَ بِاللَّهِ تَعاَلَي دَعَوْتُ اللَّهَ فَشَفَاكَ, فَآمَنَ بِاللَّهِ تَعاَلَي فَشَفَاهُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَأَتَى الْمَلِكَ فَجَلَسَ إِلَيْهِ كَمَا كان يَجْلِسُ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : مَنْ رَدَّ عَلَيْكَ بَصَرَكَ؟ قال : رَبِّي. قال : أَوَلَكَ رَبٌّ غَيْرِي؟! قال : رَبِّي وَرَبُّكَ اللَّهُ , فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الْغُلاَمِ, فَجِيءَ بِالْغُلاَمِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : أَيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا تُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا, إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الرَّاهِبِ, فَجِيءَ بِالرَّاهِبِ فَقِيلَ لَهُ : إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَ الْمِنْشَارُ فِي مَفْرِقِ رَأْسِهِ, فَشَقَّهُ حَتَّى
[26.10.2023 22:55] Annem: Tarihte Bugün

•  I. Mahmud’un Tahta Çıkışı 1730
•  Camiler ve Din Görevlileri Haftası 1-7 Ekim
•  Dünya Yaşlılar Günü
•  Dünya Çocuk Günü

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:55] Annem: Günün Ayeti

“Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.”

Kehf 54
[26.10.2023 22:55] Annem: Günün Hadisi

“İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin kıymetini bilin!”

Hâkim, Müstedrek, IV, 341
[26.10.2023 22:55] Annem: YAŞLILIK DÖNEMİNDE FİZİKSEL AKTİVİTE

Düzenli fiziksel aktivitenin, birçok sistemin ve organın fonksiyonu üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. Yaşlılık dönemine kadar düzenli fiziksel aktivite yapmamış kişilerde bile düzenli egzersiz yapmanın yaşam süresini ve yaşam kalitesini arttırdığı gösterilmiştir. Fiziksel aktivitenin olumlu etkileri şunlardır:
Kalp hastalığı ve inme riskinde azalma,
Tip 2 diabetes mellitus riskinde azalma,
Yüksek kan basıncında düzelme,
Kolesterol seviyesinde düşme,
Kolon ve meme kanserleri başta olmak üzere bazı kanser risklerinde (akciğer ve rahim) azalma,
Kilo alımının önlenmesi,
Kalp-akciğer performansının geliştirilmesi,
Düşmelerin önlenmesi ve kalça kırığı riskinde azalma,
Depresyonda azalma, bilişsel fonksiyonlarda düzelme,
Kemik mineral yoğunluğunda artma,
Uyku kalitesinde düzelme olarak sayılabilir.
Yürüme
Her yaştaki bireyler için en iyi fiziksel aktivite olan yürüme, en yaygın ve kolay uygulanabilen dayanıklılık (aerobik) aktivitesidir. Yaşlılarda uygulanan fiziksel aktivite programlarında yürümenin önemi büyüktür. Yürümenin fizyolojik yararları yanında, zihinsel durumun ve kendine güvenin gelişmesi de yer almaktadır. Kişilerin stresini ve gerilimini azaltır.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:55] Annem: Resmimin
Hikâyesi
Yazan 
Yunus Emre Evcim
Çizen 
Levent Eren
Her şey Neslihan’ın uzun zamandır 
beklediği resim yarışmasının tarihini yanlış 
hatırladığını fark etmesiyle başladı. Hem de 
ne hatırlamak. Teslim tarihinin son günü, 
hatta son saatleri...
Günlerden pazardı. Neslihan her akşam 
olduğu gibi uyumadan önce dişlerini 
fırçalamak için banyoya gitti. Dişini 
fırçaladıktan sonra banyodan çıktı ve 
odasına doğru yürümeye başladı. Tam 
mutfağın önünden geçiyordu ki mutfak 
masasının üzerinde duran kek fanusunun 
içindeki kakaolu keki fark etti. Mutfağın 
kapısının önünde düşünmeye başladı. 
Neslihan için zor bir seçimdi. Bir yanda yeni 
fırçalanmış bembeyaz dişler, bir yanda da 
bol kakaolu simsiyah yumuşacık kek.
Kek mi? Diş mi? Yesem mi? Yemesem mi? 
Siyah mı? Beyaz mı? diye düşünürken aklına 
renkler geldi, renklerden sonra da resim 
geldi ve oracıkta “Eyvaah! Nasıl unuturum?” 
diye haykırdı. Bunun sebebi, aylardır 
beklediği resim yarışmasının yarın son günü 
olduğunu hatırlamasıydı. Herkes haftalarca 
hatta aylarca yarışmaya hazırlanmışken 
Neslihan’ın sadece birkaç saati kalmıştı. 
Ama bu işi başarabilirdi.
Hemen kekten birkaç dilim ve yanına da bir 
bardak süt aldı. Siyah kek ile beyaz sütün 
midesindeki buluşmasından sonra bir 
siyah beyaz buluşması da kâğıdın üzerinde 
olacaktı. Çünkü yarışmaya katılacak 
resimlerin siyah beyaz olması gerekiyordu.
Peki, ne çizecekti? Neslihan odasına koştu 
hemen. İleri geri birkaç adım attı. Pencereden 
şöyle bir baktı. Bahçe duvarının ardında, gecenin 
karanlığında bembeyaz parlayan ayı gördü. Yine 
siyah ve beyaz...
Neslihan’ın
Kalem 
Arkadaşları
18 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
[26.10.2023 22:55] Annem: Ümmetlerini de dosdoğru ol-
maya teşvik etmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), istika-
met kavramına büyük bir has-
sasiyetle yaklaşmıştır. Çünkü 
istikamet sahibi olmak, İs-
lam’ın temel değerlerini ya-
şamak, Allah’a olan bağlılığını 
sürdürmek ve Müslüman top-
lumu oluşturma çabasıyla ha-
reket etmek demektir.
Hz. Peygamber, daima istika-
met üzere bir hayat yaşayarak 
Müslümanlara örnek olmuştur. 
Onun hayatı, Müslümanlara a-
dalet, merhamet, dürüstlük 
ve ahlaki değerler açısından 
mükemmel bir örneklik sun-
maktadır. Müslümanlar, onun 
yaşadıklarını gözlemleyerek ve 
öğrettiklerini takip ederek is-
tikamet üzere yaşamayı öğre-
nirler. 
“Emrolunduğun gibi dosdoğ-
ru ol.” (Hud, 11/112.) ayeti, is-
tikamet üzere olmanın Hz. 
Peygamber’in (s.a.s.) bir sün-
neti olduğuna işaret etmekte-
dir. Bu ilahi emri hayatlarına 
eksiksiz uygulayan Hz. Pey-
mutluluk, ahirette de cennet 
ve nimetler elde ederler.
İman ederek Yaratıcımıza ver-
diğimiz söze bağlı kalmak, 
hayatımızı O’nun emir ve ya-
saklarına göre tanzim etmek, 
Peygamberimizi gönülden sev-
mek, onun gibi dosdoğru, emin 
ve yüce bir ahlak üzere olmak, 
istikametin tam ifadesidir. 
İmanın, inancın yüklediği so-
rumlulukların farkına varmak, 
ibadetleri aksatmamak, anne 
ve babalık, eş ve evlatlık, kom-
şu ve akrabalık görevlerini ye-
rine getirmek, istikametin en 
net açıklamasıdır.
İmanda, ibadette istikamet, 
her türlü riya ve gösterişten a-
rınarak yalnızca Allah’a kulluk 
etmek, O’na hiçbir şeyi ortak 
koşmamaktır. Yüce Allah’ın rı-
zasına engel olacak kötülük-
lerden uzak durmaktır. 
İstikamet, şeytanların vesve-
sesine aldırış etmeden, nefsin 
hoşuna giden şeyleri redde-
derek İslam fıtratı üzerinde 
sapmadan ilerleme yolunun 
adıdır. İstikamet, inandıkları-
mızı hayat tarzına çevirmenin, 
iman ederek söz verdiğimiz 
şeyleri yerine getirmenin adı-
dır. 
Hz. Peygamber (s.a.s.) as-
habına daima doğruluğu 
tavsiye etmişti. Ayrıca Hud 
suresindeki “Emrolundu-
ğun gibi dosdoğru ol.” (Hud, 
11/112.) ayetinin kendisini ih-
tiyarlattığından bahsederdi. 
İstikamet üzere olmanın, Al-
lah Resulü’nün dünyasında-
ki önemi neydi? Bu kavramın 
üzerinde hassasiyetle dur-
masının sebepleri nelerdir?
Sözünde durmak, doğru 
ve dürüst olmak anlamın-
da istikamet, öncelikli olarak 
peygamberlerin önemli bir ni-
teliğidir. Dürüstlük, yani isti-
kamet üzere olmak, onların 
temel ilkeleri arasındadır. Yü-
ce Allah, Peygamberimize, 
“Sen elbette dosdoğru bir yol 
üzeresin.” (Yasin, 36/4.) buyur-
duğu gibi, peygamberler dü-
rüstlüklerini, doğruluklarını 
hiçbir durumda bozmamışlar-
dır. Onlar tüm vazifelerini bu 
istikamet üzere yapmışlardır. 
Hz. Peygamber, daima istikamet üzere bir hayat 
yaşayarak Müslümanlara örnek olmuştur. Onun 
hayatı, Müslümanlara adalet, merhamet, dürüstlük 
ve ahlaki değerler açısından mükemmel bir örneklik 
sunmaktadır. 
Aylık Dergi | Eylül 2023 19
SÖYLEŞİ
[26.10.2023 22:55] Annem: Şeytan, kanın dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır. - Enes ra
[26.10.2023 22:55] Annem: “Ey iman edenler! Alım satım, dostluk ve aracılığın olmadığı bir gün gelip çatmadan Allah’ın size verdiklerinden O’nun için harcama yapın. Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.” - Bakara, 2/254
[26.10.2023 22:55] Annem: Orada herkes daha önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek), hepsi de gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülecekler ve (ilah diye) uydurdukları şeyler (onları yüzüstü bırakıp) kendilerinden kaybolup gidecektir. - Yûnus - 30. Ayet
[26.10.2023 22:55] Annem: kıvam"dan "if'âl" ölçüsünde olarak lügatta kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmak veya kıymetlendirmek ve devam ettirmek veya dikkat ederek yapma anlamlarına geldiğinden, namazla ilgisinde bu mânâların birinden veya ortak noktalarından belîğ bir istiare yapılmış ve bunun için bir kelimelik "namaz kılarlar" yerine, iki kelimelik "namazı ikame ederler" seçilmiştir. İlk önce "dikmek" veya "doğrultmak" mânâlarını düşünelim: Bu bize "Namaz dinin direğidir." hadis-i şerifini hatırlatır. Bu hadiste din, yüksek bir binaya benzetiliyor ve namaz aynı o binanın direği gösteriliyor ki, iman da o binanın temelidir. Buna "istiare-i mekniye" ve "istiare bi'l-kinaye" (kinaye ile istiare) denilir. Bu âyette de namaz cemaat ile kaldırılabilecek büyük bir direğe benzetiliyor ve onun güzelce dikilmesi veya doğrultulması suretiyle o yüksek binayı dinin inşa, koruma ve devam ettirilmesinin

gereği anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır. Namazın büyük faydalarını hesap etmek mümkün değildir. Fakat en ufak ahlâkî faydası bilfiil büyüklenmeyi kırmak, kardeşliğe hazırlanmak, Allah rızası için iş yapmaya alışmaktır. Bunun için namazda giyinebileceği en güzel ve en temiz elbisesini giymek ve kendine gurur vermesi düşünülen bu hal içinde örtülecek nice

ayıpların bulunduğunu düşünüp, yüzünü yani alnını ve burnunu yerlere koyarak, kalbinde iman ettiği Allah huzurunda o kibir ve gururu kırarak
[26.10.2023 22:55] Annem: Haccın Sünnetleri
42- Farz haccın sünnetleri şunlardır:
1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir.
2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır.
3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir.
4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek.
5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek).
6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak.
7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak.
İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir.
8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak.
9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer.
10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek.
11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir.
Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashab-ı kiramın zayıf düştüklerini sanan Mekke'lilere müslümanların kuvvet ve yiğitliğini göstermek istemişti. Peygamberimizin bu sünneti hâlâ uygulanmaktadır.
Bu Remel, Kudüm Tavafında yapılabilirse de, Ziyaret Tavafında yapılması daha faziletlidir. Sader Tavafında ise yapılmaz.
13) Safa ile Merve arasında Sa'y ederken oradaki iki yeşil direk (ışık) arasını erkeklerin koşarak geçmeleri ve sonra yavaşlamaları.
Bu hızlı yürüyüşe "Hervele" denilir.
14) Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menasiki) öğretmek.
15) Zilhicce'nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke'den Mina'ya çıkmak ve o gece Mina'da kalmak. Mina Harem Bölgesindedir.
16) Zilhicce'nin dokuzuncu günü, güneşin doğuşundan sonra Mina'dan Arafat'a çıkmak.
Arafat'da en büyük İslâm idarecisi veya onun görevlendireceği kimse, öğle namazı ile ikindi namazını birlikte olarak öğle vaktinde kıldırır. Zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife'de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir.
17) Kurban Bayramının ilk gününde bir hutbe okumak ve haccın geri kalan görevlerini anlatmak. Bu hutbe ile beraber üç hutbe okunmuş oluyor.
18) Arafat ve Müzdelife'de kılınan namazlarda yalvarıp yakararak dua etmek ve göz yaşları dökmek veya döker gibi bir tavır takınmak. Hem kendisi, hem de ana-babası için ve bütün müslümanlar için hayırlı dualar yapmak.
Arafat, Harem bölgesi dışında bulunan bir sahadır. Burada hacıların duruşu cuma gününe rastlasa, cuma namazı kılınmaz.
19) Güneşin batışından sonra Arafat'dan yavaş yavaş inmek. Müzdelife'ye varıldığı zaman gelip geçenlere engel olmamak için vadiden yüksekçe bulunup "Meş'ar-i Haram
[26.10.2023 22:55] Annem: Kişilerin kendi çocuklarına göstermesi gereken şefkat ve merhameti, özellikle bundan mahrum bırakılmış başka çocuklara da göstermesi dinî ve insani bir sorumluluktur. Koruyucu aile olmak, böyle bir sorumluluğu yerine getirmede önemli bir fonksiyon icra edebilir. Birtakım mahzurları sebebiyle dinî prensipler açısından uygun bulunmayan ve kaldırılan evlatlık müessesesiyle koruyucu aile hizmeti birbirine karıştırılabilmektedir. Oysa evlatlık müessesesiyle koruyucu aile uygulaması birbirinden tamamen farklıdır. Bu sebepten dinî hassasiyetler öne sürerek koruyucu aile hizmetine karşı çıkmak; merhamet, yardımseverlik, yetimi ve kimsesizi sahiplenme, topluma bir insan kazandırma gibi dinin ısrarla üzerinde durduğu erdemleri feda etmek anlamına gelecektir. - KORUYUCU AİLE VE EVLATLIK MÜESSESESİ
[26.10.2023 22:55] Annem: 4335 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile, beraber akşam namazı kılmıştık. Aramızda: "Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak" dedik ve oturduk. Derken yanımıza geldi ve:

"Hala burada mısınız?" buyurdular.

"Evet!" dedik.

"İyi yapmışsınız!" buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Başını sıkça semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:

"Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaadedilen şey semaya gelir. Ben de Ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey gelir."

Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 207, (2531).

4336 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bir yerde ölen Ashabımdan hiçbirisi yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve onlara (cennete sevkte) bir rehber olmasın."

Tirmizi, Menakıb (3864).

4337 - Said İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: Demişti ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti:

"Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri
[26.10.2023 22:55] Annem: Dünyâya gönül kapdırmıyan, mal, mevkı’, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsında olmıyan din âlimleri, âhıret adamlarıdır. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” vârisleri, vekîlleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahü teâlâ için cânını veren şehîdlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, dahâ ağır gelecekdir. (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) hadîs-i şerîfinde medh edilen, bunlardır. Âhıretdeki sonsuz ni’metlerin güzelliğini anlıyan, dünyânın çirkinliğini ve kötülüğünü gören, âhıretin ebedî, dünyânın ise fânî geçip tükenici olduğunu bilen onlardır. Bunun için kalıcı olmayan, çabuk değişen ve biten şeylere bakmayıp, bâkî olana, hiç bozulmıyan ve bitmiyen güzelliklere sarılmışlardır. Âhıretin büyüklüğünü anlıyabilmek, Allahü teâlânın sonsuz büyüklüğünü görebilmekleolur. Âhıretin büyüklüğünü anlıyan da, dünyâya hiç kıymet vermez. Çünki, dünyâ ile âhıret birbirinin zıddıdır. Birini sevindirirsen öteki incinir. Dünyâya kıymet veren âhıreti gücendirir. Dünyâyı beğenmiyen de, âhırete kıymet vermiş olur. Her ikisine birden kıymet vermek veyâ her ikisini aşağılamak olamaz. İki zıd şey bir araya getirilemez. [Ateş ile su bir arada bulundurulamaz
[26.10.2023 22:55] Annem: Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları

Ana Sayfa
Kurban
Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları
İlgili
Hz. Peygamber’in hadislerinden hareket eden İslam alimleri, kurban sahibinin kurbanın etinden yiyebileceği, bakmakla yükümlü bulunduğu kimselere yedirebileceği, etinin bir kısmını da dağıtması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir. Ancak kurban etinin ne kadarının yenilip ne kadarının dağıtılacağı konusunda farklı görüş ve ölçüler ileri sürülmüştür.

İslam alimlerinin çoğunluğu kurban etinin üç eşit parçaya bölünüp bir parçasının kurban sahibi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler tarafından tüketilmesini, ikinci parçanın zengin bile olsalar eş, dost ve akrabaya hediye edilmesini, üçüncü parçanın ise kurban kesmeyen fakir kimselere dağıtılmasını tavsiye ederler. Kişinin bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin kalabalık olması veya ihtiyaçlarının bulunması halinde kurban etinin kimseye dağıtılmadan evde tüketilmesinde de bir sakınca görülmemiştir. Bu konuda kesin bir sınır yoktur.

 


Kurban sahibinin kurban etinden hem yemesi, ikram etmesi hem de fakirlere dağıtması esastır. Bunun ölçü ve şeklini her mükellef kendi konum ve imkanını, başkalarının durum ve imkanını ayrı ayrı gözden geçirerek bizzat belirlemeli ve bu konuda ibadet anlayışıyla hareket etmelidir.
Adak (nezir) olarak kesilen kurbanın etinden, adakta bulunan kimse ve onun bakmakla yükümlü bulunduğu kimseler (babası, annesi, dede ve nineleri, çocukları, torunları, hanımı) yiyemezler. Şayet yiyecek olurlarsa yediklerinin bedelini fakirlere tasadduk etmeleri gerekir. Nafile (tatavvu) olarak kesilen kurbanın etinden sahibi de, bakmakla yükümlü bulunduğu kimseler de yiyebilir.

Kurban sırf Allah rızasını kazanmak için kesildiğinden kurbanın etinin ve diğer parçalarının satılması veya benzeri şekilde sahipleri için gelir getirici işlemlere harcanması caiz değildir. Kurbanın derisi, yünü, bağırsakları, kemikleri, iç yağı gibi eti dışında kalan parçalarının da sahibine gelir temin etmek amacıyla para ile satılması caiz değildir. Bunları kurban sahibi evde kullanabileceği gibi kullanılmak üzere birine hediye de edebilir.

Şayet satacak olursa parasını tasadduk etmesi gerekir. Kurbanın bu parçalarının veya satımı halinde parasının hayır işlerine sarfedilmesine, diğer bir anlatımla tasadduk etmenin dinen caiz olduğu kişi ve yerlere verilmesine özen gösterilmelidir. Bu parçalar da kurban ibadetinin devamı olarak görülmeli, aynı anlayış ve amaçla (Allah rızasına uygun şekilde ve uygun yere) sarfedilmeli veya tüketilmelidir. Şayet kurban ücretle kestirilmişse, kesim ücreti kurbanın eti veya derisiyle veya bunların parasıyla ödenmez.

Kurbanlık hayvanın kesim öncesinde sütünden ve yününden yararlanmak da tasvip edilmemiştir. Şayet yararlanılmışsa bedeli sadaka olarak verilmelidir. Kurbanlık koyun ve keçinin yünü, kesimden sonra kırkılıp evde ihtiyaç için kullanılabilir, fakat satılıp paraya çevrilemez. Aksi halde tasadduk edilmelidir.
Kurbanın etinin, kesimin yapıldığı bölgede dağıtılması teşvik edilirse de daha fazla ihtiyaç sahiplerinin bulunması halinde başka yerleşim birimlerine de gönderilebilir, nakledilebilir.

Kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması, hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. Bu husus, kurbanlık hayvana ve kurban ibadetine karşı gösterilecek saygının bir gereği olduğu gibi özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları ve çevre temizliği açısından da son derece önemlidir. Kurban kesmenin ve etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmanın ecrini, çevre kirliliği meydana getirerek ve kul haklarını ihlal ederek azaltmamak gerekir.

İlgili
Kurban Kesme Yükümlülüğü
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Adağın Hükm
[26.10.2023 22:55] Annem: Aşağılanmak

Ana Sayfa
A
Aşağılanmak
Rüyada Aşağılandığını Görmek
Rüyada Hor Görülmek
Rüyada Hor ve Hakir Görmek
Rüyada Birini Ufak Görmek
Rüyada Dışlanmak
Rüyada aşağılanmış olmak, bilakis kıymet, hürmet, sevgi ve itibar görmeye, bu vesileyle kendisini harika ve önem derecesi yüksek hissetmiş olmaya delalet eder. Bu rüya görmüş olan kimse için mutluluk ve sevinç manasına çıkar. Rüya sahibinin övülmeyi ve yüceltilmiş olmayı liyakat gösterecek kadar güzel işler yapmış olacağına ve bedelinde hakkı olan güzel lafları işitmiş olacağına ve şöylece kendisini hem iyi hissedeceğine hem de özgüveninin yükselmiş olacağına tabir edilir.

 


Rüyada Aşağılandığını Görmek
Rüyada aşağılandığını görmek de aynı anlama gelir ve rüya sahibinin yüzünü güldürmüş olacak, göğsünü kabartacak ve gurur duymasını sağlayacak laflar duymuş olacağına, yapmış oltukları ile takdire layık görülmüş olmayı liyakat göstereceğine işaret eder.

Rüyada Hor Görülmek
Rüyada hor görülmüş olmak veya başka bir tabirle horlanmak, hoşluklarla, iyiliklerle ve hayırlarla karşı karşıya gelmeye işaret eder. Rüyayı gören kişinin Allah azze ve cellenin iradesiyle korunup kollanacağına, işinin kuvvetinin hep denk gideceğine, talihinin kendinden yana olacağına ve kısmetlerinin hiç kesilmeyeceğine delalet eder.

Rüyada Hor ve Hakir Görmek
Rüyada hor ve hakir görmek öyleki bir şahsın rüyası esnasında birini hor ve hakir görmüş olması bahse konu olan insanın büyük bir gaflete düşmüş olacağına, yapacağı noksan sebebi ile cemiyetdeki güzel yerini kaybedeceğine, insanlar arasındaki iyi imajının sarsılacağına ve güvenilirliğini kaybeteceğine yorumlanır.

Rüyada Birini Ufak Görmek
Rüyada birini küçümsemek, dinden sapmaya, güzel tutumlarını kenara atmaya, namusundan taviz vermeye ve çirkin laflar etmeye tabir edilir. Rüya sahibinin ihanet ve hıyanet içinde olacağına ve kötü tabiatlar edinmiş olacağına yorumlanır.

Rüyada Dışlanmak
Rüyada dışlandığını görmüş olan kimse düş kırıklığı yaşayacak anlamına gelir. Rüyayı gören kişinin büyük hayallerle çıktığı yoldan maksadını elde edemeden döneceğine ve maalesef bulmaya çalıştığını bulamayacağına delalet eder. Şahısı üzüntüye sokacak ve bir müddet tesirinde bırakmış olacak büyük bir şanssızlığın gündeme geleceği biçiminde kabullenilir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 22:55] Annem: Âzâd Olmak

Ana Sayfa
A
Âzâd Olmak
Serbest olma, kurtulma. Ârefe gecesi ibâdet edenler âzâd olur. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Ramazan ayı öyle bir aydır ki ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu
Cehennem’den âzâd olmaktır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

İlgili
Âzâd Etmek
9 Eylül 2021
Benzer yazı
ITÂK
9 Eylül 2021
Benzer yazı
MEVLÂ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 22:55] Annem: Birinci Şua
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i
[26.10.2023 22:55] Annem: BİRİNCİ HÜCCETİ-İ İMANİYE
Âyet-ül Kübra

Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’aniye, bu kâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.]

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve
[26.10.2023 22:55] Annem: beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona �
[26.10.2023 22:55] Annem: ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, şiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrılmamak gerektir.

Eğer hitabiyat ve iknaiyatta isen, zînet ve parlaklık ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu’ ve avamperestane nümayiş etmemek gerektir.

Eğer muamelât ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliğiyle cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et.

Bu mes’elenin hâtimesi: Kelâmın kanaat ve istiğnası ve asabiyeti ise makamın haricinde üslûbu aramamaktır. Şöyle ki: Mananın kametine göre bir üslûbu kestirmek istediğin vakit, dâhil-i makamda olan menbadan ve mevzuun fabrikasından lâakal kelâmın tazammun ettiği mevzuun veya kıssatın veya san’atın levazımının parça parçasından ve tevabiinin kıt’a kıt’asından bir üslûbu dikmek, zaruret olmadan harice medd-i nazar etmemek, tabir hata olmasa, harice boykotaj etmek ile elbette kelâmın kuvveti tezayüd ettiği gibi, servetin dağılmamasına en büyük esastır. Demek mana ve makam ve san’at ise, kelâmın delalet-i vaz’iyesine yardım edebilir. Nasıl kelâm, delalet-i vaz’iye ile manayı gösterir, öyle de böyle üslûb ise tabiatıyla manaya işaret eder. Eğer bir nümune istersen Dokuzuncu Mes’eledeki Arabî parçalarına bak. İşte:

فَانْظُرْ اِلَى كَلاَمِ الرَّحْمنِ الَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ فَبِاَىِّ آيَاتِ رَبِّكَ لاَ تَتَجَلَّى هذِهِ الْحَقِيقَةُ فَوَيْلٌ حِينَئِذٍ لِلظَّاهِرِيِّينَ الَّذِينَ يَحْمِلُونَ مَا لاَ يَفْهَمُونَ عَلَى التَّكْرَارِ

فَاِنْ شِئْتَ

فَانْظُرْ اِلَى قِصَّةِ مُوسَى فَاِنَّهَا اَجْدَى مِنْ تَفَارِيقِ الْعَصَا اَخَذَهَا الْقُرْآنُ بِالْيَدِ الْبَيْضَاءِ فَخَرَّتْ سَحَرَةُ الْبَيَانِ مَحَبَّةً وَحَيْرَةً سَاجِدِينَ لِبَلاَغَتِهِ

Eğer istersen ulûm-u âliyenin آلِيَه kitablarının dibacelerine bak. Eğer çendan o dibacelerde şu san’at-ı belâgat çok dakik ve latif olmazsa da; fakat ondaki beraat-ül istihlal, bu hakikata bir beraat-ül istihlaldir. Hem de şu kitabın dibacesinde mu’cizata işaret yolunda Peygamberimizin zâtı, nübüvvetine mu’cize gösterilmiştir. Hem de Üçüncü Makale’nin dibacesinde kelime-i şehadetin iki cümlesi birbirine şahid gösterilmiştir. Hem de Yedinci Mukaddeme’de, inşikak-ı Kamer’e yere inmeyi ilâve edenlere denilmiş: Mu’cizenin kamerini münhasif ve Şems gibi bürhan-ı nübüvveti Süha gibi mahfî olmasına sebeb oldunuz. Buna kıyasen şu hakikate, şu kitabda birçok nümune bulabilirsin. Zira bu kitabın mesleği, benim gibi harice boykotajdır. Hattâ zaruret olmazsa, efkâr ve mesailde ve misallerde ve esalîbde harice boykotaj etmektir. Fakat tevafuk-u hâtır olabilir. Zira hakikat birdir. Hangi kapıyla girsen, aynını göreceksin.

Hâtime

Söylenene bak, söyleyene bakma; söylenilmiştir… Fakat ben derim: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne içinde söylemiş? Ne için söylemiş? Söylediği sözü gibi dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarından lâzımdır, belki elzemdir.

İşaret: Malûm olsun ki; fenn-i maânî ve beyanın mezayasının belâgatça mühim bir şartı, kasden ve amden garazın cihetine emarat ile işaret ve alâmatın nasbıyla kasd ve amdini göstermektir. Zira onda tesadüf bir
[26.10.2023 22:56] Annem: otuzikinci âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَ�
[26.10.2023 22:56] Annem: , taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur’anın o hükmünü kendince muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev’in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye’se düşen bir kadın, ekserî vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur.

Üçüncü Esas: Muhakemesiz medeniyet, Kur’an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur’aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir. (Haşiye-1)

Dördüncü Esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler. 4(Haşiye-2) Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.

İşte şu üç misal gibi binler mesail-i Kur’aniyenin herbirisi, saadet-i beşeriyeyi dünyada temine hizmet etmekle beraber hayat-ı ebediyesine de hizmet eder. Sair mes’eleleri mezkûr mes’elelere kıyas edebilirsin.

Nasıl medeniyet-i hazıra, Kur’anın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlub olup Kur’anın i’caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas eder. Öyle de: Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’anla yirmibeş aded Sözlerde mizanlarla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’aniyenin mu’cize olduğu kat’iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur’aniyenin i’cazı ve gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.

Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur’anın ilmî ve amelî i’cazına karşı mağlub oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur’anın edeb ve belâgatına karşı nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayı�
[26.10.2023 22:56] Annem: sıddık kardeşlerim!

Size dört mes’eleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi:

Birincisi: Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevabdır.

Deniliyor ki: Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarîkatlardan ziyade iman hakikatlarının inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirdleri kısmen bir cihette velayet derecesindeler. Neden evliyalar gibi manevî zevkler ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar. Bunun hikmeti nedir?

Elcevab: Evvelâ sebebi, sırr-ı ihlastır. Çünki dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlub etmeyen insanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teşkil eder, ihlası kırılır. Çünki amel-i uhrevî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranılmaz. Aranılsa sırr-ı ihlası bozar.

Sâniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarîkatta sülûk eden âmi ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaîf olanları takviye ve vesveseli şübhelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur’un imanî hakikatlarına gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkikî; keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirdleri öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.

Sâlisen: Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-i İlahî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahibleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarîkatın mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında ehl-i gafletin nazarında onlara sû’-i zan edip o mübarek zâtları, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki; Risale-i Nur’un şakirdleri şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir. Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemalât ve kerameti aramıyorlar.

Râbian: Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye fâni hazır bir meyveyi, bâki uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirdleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.

Risale-i Nur şakirdlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi demiş zevcine: “İhtiyacımız şediddir.” Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennet’teki bizim kasrımızın bir kerpicidir.” Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi’ olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti. Keşf ile gördüler diye rivayet edilmiş.
[26.10.2023 22:56] Annem: seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin 21(Haşiye-1) mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan هَنِيئًا لَكُمْ sadâsını işiteceksiniz.

Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın 22(Haşiye-2) hakaikını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki; şu kitabın mesaili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.

Ey muhatablarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani onüçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum.

İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz; tâ ki, hakikat-ı İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvücsâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!..

S- Eskiler bizden a’lâ veya bizim gibi; gelenler bizden daha fena gelecekler?

C- Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonradaki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:

“Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol safında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:

“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!”

İşte ey bedevi göçerler (ve ey inkılab softaları!) 23(*) Manzara-i hayal 24(Haşiye-1) üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingde iki taraf da sizi protesto ettiler.

Cevablardan Bir Kısım
Öyle ise ben derim: Hakikaten sizin hârikulâde şecaate istidadınız vardır. Zira bir menfaat veya cüz’î bir haysiyet veya itibarî bir şeref için veya “Filan yiğittir.” sözlerini işitmek gibi küçük emirlere hayatını istihfaf eden veya ağasının namusunu isti’zam için kendini feda eden kimseler eğer uyansalar, hazinelere değer olan İslâmiyet milliyetine 25(Haşiye-2) yani üçyüz milyon İslâmın uhuvvetlerini ve manevî yardımlarını kazandıran İslâmiyet milliyetine, binler ruhu da olsa, acaba istihfaf-ı hayat etmezler mi? Elbette hayatını on paraya satan, on liraya binler şevkle satar.

Maatteessüf güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revac bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezaili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş!..

Hem büyük bir taaccüb i
[26.10.2023 22:56] Annem: hayvanatın medar-ı maişetleri olan semeratın tevlidi için, arz ile sema arasındaki muavenet ve münasebetleri ve âsâr-ı âlemin birbirine müşabehetleri ve etraf-ı âlemin birbiriyle kucaklaşmaları ve birbirinin elini tutup ihtiyaçlarını temin etmeleri ve yekdiğerinin sualine cevab verip yardımına koşmaları ve tamamıyla bir nokta-i vâhideye bakmaları ve bir nizam-ı vâhidin mihveri üstünde hareket etmeleri gibi halleri hâvi olan böyle garib bir makine, sahib ve sâni’inin bir olduğunu kat’î bir şehadetle ilân etmekle, “Herbir şeyde, Sâni’in vahdetine delalet eden bir âyet ve bir alâmet vardır.” manasında olan şu beyitle tanin-endaz oluyorlar: وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Ey arkadaş! Sâni’-i Zülcelal, vâhid ve vâcib-ül vücud olduğu gibi, bütün sıfât-ı kemaliye ile de muttasıftır. Zira âlemde ve masnuatta bulunan kemalât, tamamıyla Sâni’in kemalinden tecelli eden gölgeden muktebestir. Öyle ise Sâni’de bulunan cemal, kemal, hüsün; umum kâinatta bulunan umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-ı mütenahî derecelerle yüksektir. Zira ihsan, in’am edenin servetinden doğar ve servetine delildir. İcad, icad edenin vücuduna delalet eder. Îcab, mûcibin vücubuna bürhandır. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir. Ve keza Sâni’-i Zülcelal, bütün nevakıstan pâk ve münezzehtir. Çünki noksaniyet, maddiyatın mahiyetlerindeki istidadın kılletinden ileri gelir. Halbuki Cenab-ı Hak maddiyattan değildir. Ve keza Sâni’-i Kadîm-i Ezelî, kâinatın ihtiva ettiği eşyanın cismiyet, cihetiyet, tegayyür, temekkün gibi istilzam ettikleri levazım ve evsaftan berî ve münezzehtir. Kur’an-ı Kerim şu iki hakikate “Allah’a misil yapmayın.” manasında olan فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا âyetiyle işaret etmiştir.

Delil-i İmkânî: Bu âyetin, Sâni’in vücuduna işaret eden delillerinden birisi de “delil-i imkânî”dir ki, وَ اللّهُ الْغَنِىُّ وَ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ âyetiyle işaret edilmiştir. Bu delilin hülâsası: Kâinatın ihtiva ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zâtında, gerek sıfâtında, gerek ahvalinde ve gerek vücudunda gayr-ı mütenahî imkânlar, ihtimaller, müşkilâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre, gayr-ı mütenahî yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-ı mahdud hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ı ma’dud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intac eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin macerası, lisan-ı haliyle, Sâni’in kasd u hikmetine delalet etmez mi?

İşte herbir zerre, -müstakillen- kendi başıyla Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, küçük-büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz’ olursa, girdiği ve cüz’ olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Sâni’ine olan delaletini muhafaza eder.

Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatına gelince:

Vakta ki Kur’an-ı Kerim: Birincisi, müttaki mü’minler; ikincisi, inadlı kâfirler; üçüncüsü, iki yüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı ve aralarında taksimat ve teşkilât yaptı. Ve herbir kısmın sıfâtını ve akibetini beyan etti. Sonra يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetiyle her üç kısma tevcih-i hitab ederek onları ibadete emr ü davet etti. Demek bu âyetin evvelki âyetlere terettübü ve onları takib etmesi; hane ve binanın mühendisin krokisine, amelin ilme, kaza’nın kadere terettübü ve birbirini takib etmeleri gibidir. Evet evvelki âyetlerde yapılan teşkilât ve taksimat, kroki ve plândan sonra bu âyette, ibadet binası
[26.10.2023 22:56] Annem: -Aziz! İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaîsine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz’-i ihtiyarîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delalet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Zikreden adamın feyz-i İlahîyi celbeden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُ husule gelir. Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâlî değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği a’zâ, havâss ve letaifin her birisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at-i teavün ve imdaddan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemalât nevilerinin bir kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza eğer enaniyet yolunu takib ederse, çeşit çeşit elem ve azablara da mahal olmaya müstehaktır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir. Maahâza, zâkir olan zâtta bulunan hâsse ve latifelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi; onların da onlara münasib şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın bir akrabasına (meselâ) okuduğu bir Fatiha-i Şerife’den hasıl olan sevabda istifade etmekte, bir ile bin müsavidir. Nasıl ki ağızdan çıkan bir lafzın işitilmesinde, bir cemaat ile bir ferd bir olur. Çünki latif şeyler matbaa gibidir. Basılan bir kelimeden bin kelime çıkar.

Ve keza nuranî şeylerde vahdet ile beraber tekessür olduğuna, yani bir nuranî şeyde bin sevab bulunduğuna bir işarettir…

İ’lem Eyyühel-Aziz! Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) Makam-ı Mahmud’u İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir. Evet tevzi’ edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-i Zîşan’a (A.S.M.) okunan salavat-ı şerife, o sofraya edilen davete icabettir.

Ve keza salavat-ı şerifeyi getiren adam Zât-ı Peygamberîyi (A.S.M.) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taalluk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salavat getirmeye müşevviki olsun.

İ’lem ey din âlimi! 5(*) Ücretim az, ilmime rağbet yok, diye mahzun olma. Çünki mükâfat-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır.

Öyle ise, zâtî olan meziyetini mükâfat-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya
[26.10.2023 22:56] Annem: ! Belâhet ve hamakatın nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; malûm bir şey gibi: “Bu budur.” der. Meselâ: Güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır.

Hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev’iyenin ünvanları bulunan ve “âdetullah” namıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti irca’ eder. O irca’ ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebucehil’den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip; kumandanından, padişahından, hükûmetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü âsi bir divane olur. Hem meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi, bir tırnak kadar bir odun parçasından çok mu’cizatlı bir usta, yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa; bir adam o odun parçasını gösterip dese: “Bu işler, tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş.” O ustanın hârika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse, ne derece bir hamakattır. Aynen öyle de…

Yedinci Sual: Bu hâdise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?

Elcevab: Bu hâdise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Bîçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:

Biri: Hataları az olmak cihetiyle temizlemek için ta’cil edildi.

İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i
[26.10.2023 22:56] Annem: o gecede Cenab-ı Hak tarafından اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demesi, istikbalde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ demelerini âmirane iş’ar eder. Ve o selâm-ı İlahî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, o selâma mukabil اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللّهِ الصَّالِحِينَ demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin sâlihleri, selâm-ı İlahîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü’minler ortasındaki اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَ عَلَيْكَ السَّلاَمُ umum ümmet demesini raciyane, daiyane Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlahî ile o gece اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّهِ demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin manaları parlar, genişlenir.

Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir:

Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müdhiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-u Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-u Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.

İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm’dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı
[26.10.2023 22:56] Annem: Hazret-i Ali (R.A.) halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan ümmet nazarında tebriesi ve beraeti, vazife-i risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkid ve tahtie ve tadlil eden Haricîleri ve Emevîlerin mütecaviz tarafdarlarını sükûta davet ediyor. Evet Haricîler ve Emevîlerin müfrit tarafdarları Hazret-i Ali (R.A.) hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyn’in (R.A.) gayet feci ciğersûz hâdisesiyle Şîaların ifratları ve bid’aları ve Şeyheyn’den teberrileri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.

İşte bu abâ ve dua ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Hüseyn’i (R.A.) mes’uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû’-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı (R.A.) yaptığı musalaha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın (R.A.) zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âlî bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma (R.A.) اِنِّى اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ diyen Hazret-i Meryem’in vâlidesi gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلَى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ آمِينَ

İkinci Makam
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ in binler esrarından altı sırrına dairdir.

İhtar : Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan, beş-altıya indi.

“Ey insan!” dediğim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhen benimle münasebetdar ve nefsi nefsimden daha hüşyar zâtlara belki medar-ı istifade olur niyetiyle, “Ondördüncü Lem’anın İkinci Makamı” olarak müdakkik kardeşlerimin tasviblerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar, delilden ziyade zevke nâzırdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

قَالَتْ يَا اَيُّهَا اْلَمَلاُ اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمنَ وَ اِنَّهُ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

Şu makamda birkaç sır zikredilecektir.

Birinci Sır: “Bismillahirrahmanirrahîm”in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmasında, arz sîmasında ve insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.

Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki, “Bismillah” ona bakıyor.

İkincisi: Küre-i Arz sîmasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübra-i Rahmaniyettir ki, “Bismillahirrahman” ona bakıyor
[26.10.2023 22:56] Annem: TARİH........   SARIKAMIŞLI BİR KAHRAMAN 

Kars’ın Sarıkamış ilçesi, Karaurgan Bucağı, İslâmsor Köyünden 1928 doğumlu Hacı Altıner; gönüllü olarak gittiği Kore’de Kunuri Savaşında 14 yerinden yaralanıp; “Beni burada bırakın yanımada 1 makineli tüfek ve 1 sandık mermi koyun siz çekilin. Siz çekilirken ben size zaman kazandırırım.” diyerek tek başına düşmanı püskürtmeyi de başarmıştır.

Burada gösterdiği kahramanlıkları dünyada dilden dile dolaşır. Kendisi, filmlerini ilgi ile izlediğimiz Rambo karekterine ilham olmuş bir Türk askeridir. Tokyo’da 6 ay yattıktan sonra savaş kahramanı gâzimiz Amerika`ya davet edilir. ABD Başkanı tarafından ağırlanarak bütün eyâletlerde; büyük kahraman olarak tanıtılıp gezdirilir. Kendisine cesaretlik madalyası verilir. Kıbrıs Savaşı’nda ise ABD’nin ülkemize karşı uyguladığı ambargoya tepki için, Amerikan Başkanına Kore’deki kahramanlığını hatırlatarak aldığı madalyayı iâde eder.

Bâzı kaynaklara göre, o dönemde aldığı berat ve madalyalar:

• ABD ordusunun sevaş madalyası olan Silver Star madalyası,

• Kore Reisicumhuru tarafından verilen liyâkat madalyası,

• New york şehrinin şeref madalyası,

• Kaliforniya üniversitesinin şeref madalyası,

• Birleşmiş milletler hizmet madalyası ve bayrağı,

• Amerikan iç savaşlarının kahramanlarına verilen hâtıra yüzük.

• Fransa’nın (Lejyon Dönör) şeref madalyası,

• .....................................................................

Gazi olduktan sonra Türkiye’de geçirdiği 16 yoksul yıl boyunca da, kimseden en ufak bir yardım talep etmez. Sonunda TBMM’inde bir vatanî hizmet tertibinden kanunla 1968’de 6 çocuk babası gâziye ayda 500 liralık maaş bağlandı. 10.05.2021’de vefât etti.

İstanbul Radyosunda konuşurken bir muhabir sorar:

“Çocukluğunuzda yokluğunu en çok çektiğiniz şeyler nelerdi?”

“Herşeyin yokluğunu çekiyorduk. Ben tek değildim, o devirde yaşayanların hepsi öyle yetişti. Bize Bayramdan Bayrama Elbise alınırdı. Biz Bayram sabahını bitmeyen gecelerle çekerdik. Erkenden onları giymek için kalkardık. Başucumuzda dururdu zaten. Bunlar çok güzel hâtıralardı. Şimdi tatminsiz Çocuklar var. Her şeyi Bayramdan önce elde ediyorlar. Yeni alınan bir şeyi baş ucunda tutan var mı?..


02.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 22:56] Annem: Muhammed’den Allah görünür daim. 12(Haşiye)

Şu iki mısra’-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünki enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den) daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte takib ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh.. muhtelif beldelerden seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri
[26.10.2023 22:56] Annem: “Ölen kimseyi peşinden üç şey takib eder. Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, aile çevresi ve malı. Yaptığı işler ise kendisiyle birlikte kalır.”
(Buhari, Rikak 42, Müslim, Zühd 5)
[26.10.2023 22:56] Annem: Üç Şey

Ebû Zer [radıyallahu anh] şöyle demiştir:  Üç kişi var ki beni hayretlere düşürdü, hatta güldürdü ve yine üç şey var ki bunlar da beni hüzünlendirdi ve ağlattı.

Beni güldüren üç kişi:

1. Bir kişi var ki o dünyayı isteyip duruyor; ama ölüm de onu istiyor. Yani ardı arkası gelmeyen hedefler, arzular peşinde. Ölümü hiç mi hiç düşünmüyor.

2. Ölümden ve kıyametten gafildir. Fakat ölüm, kimseden gafil kalmaz.

3. Hayatını gülüp eğlenmekle geçiren kişi. Fakat o, Cenâb-ı Hakk’ın kendisinden razı olup olmadığını bilmez.

Beni ağlatan üç şey:

1. Dostlardan ayrılık. Yani Hz. Muhammed’in [sallallahu aleyhi vesellem] ve ashabının [radıyallahu anhüm] vefatları.

2. Ölümün gelip çatması.

3. Allah’ın huzurunda durmak. Rabbim’in beni nereye göndereceğini hiç bilmiyorum: Acaba cennete mi yoksa cehenneme mi?

İhsan Nedir?

Bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir. İhsan, adaletin üstünde bir fazilettir. Bir âyet-i kerimede buyrulmuştur:

İhsan ediniz; şüphe yok ki, Allah ihsan edenleri sever  (Bakara 2/195).

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem: • Selâhaddin-i Eyyûbî’nin Kudüs Zaferi (1187)
• Muhammed Bâkî-Billâh Hazretlerinin Vefatı (1603)

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem:  Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) "İşittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.
NİSÂ Sûresi 46.Ayet
[26.10.2023 22:56] Annem: GÜNAH NEDİR
VE BAŞLICA GÜNAHLAR
Günah: Allâh’ın haram kıldığı herhangi bir şeydir.
Günahlar İki Kısımdır:
1- Büyük günahlar,
2- Küçük günahlar.
Başlıca Büyük Günahlar:
1- Allâh’a şirk (ortak) koşmak,
2- Haksız yere insan öldürmek,
3- Namuslu kadına iftira etmek,
4- Zinâ etmek,
5- Harpden kaçmak,
6- Sihir yapmak,
7- Yetim malı yemek,
8- Müslüman ana babaya âsî olmak,
9- Harem-i şerîfte günah işlemek,
10- Fâiz yemek,
11- Hırsızlık yapmak,
12- İçki içmek.
Devamlı yapılan küçük günahlar da büyük günah olur.
Günah Hastalığından Kurtulmanın İlâcı:
TEVBE VE İSTİĞFAR
Maddi kirleri sabun ve su giderdiği gibi kalbi karartan,
insanı cehennemlik yapan, manevi hastalık ve kirleri
de tevbe, istiğfar ve Allâh’tan korkarak gözlerden
akıtılan nedâmet yaşları giderir.
Doğuştan, insan gayet temiz ve güzel yaratılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), insan kalbinin fıtraten
ayna gibi temiz yaratılmış olduğunu beyan buyuruyor.
İnsan bu kalbi, şüphe, vesvese, fitne, fesat, kin, intikam
ve hased gibi zulmânî hislerle karartırsa o insan
korkunç bir hastalığa tutulmuştur. Bu hastalıktan kurtulamazsa
-Allâh korusun- gideceği yer cehennemdir.
Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi de tevbe ve istiğfâr
etmek, ayrıca kalbinden kötü niyet ve hisleri atarak,
pişmanlık gözyaşları dökmektir.
İnsan günah kirlerinden temizlenmek için tevbe ve
istiğfâra devam etmelidir. Bilhassa gece yarılarında ve
seher vakitlerinde namaz kılarak ve salevât-ı şerîfe ve
dualar okuyarak Cenâb-ı Hak’tan af ve mağfiret
dilemelidir.
Tevbenin Kabul Olmasının Şartları
İnsan, işlediği günâhın zararını bilmelidir. Çünkü günah
insanı dünya ve âhiret saâdetinden uzaklaştırır.
İnsan, işlediği günahlardan pişmanlık duymalıdır.
Bir daha günah yapmamaya kararlı olmalıdır. Bir günah
işleyince hemen akabinde iyilik yapmalı, istiğfâr
etmelidir. En büyük istiğfâr tesbih namazıdır. Ayrıca
hakkına tecavüz ettiği kimselerle helâlleşmelidir. Kalb
gâfil ve günah yapmaya istekli olduğu halde sırf dil ile
yapılan tevbe ve istiğfâr faydasızdır....Daha az
[26.10.2023 22:56] Annem: İnsanlığın bekası medeniyet ile, medeniyetin ayakta durabilmesi de adalet iledir.[Elmalılı Hamdi Yazır]
[26.10.2023 22:56] Annem: (Kafile Misir'a vardiginda) onu degersiz bir pahaya, sayili birkaç dirheme sattilar Onlar zaten ona deger vermemislerdi (YUSUF/20)
[26.10.2023 22:56] Annem: HAYVAN SEVGİSİ
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve içine indi; su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyordu. Adam kendi kendine, “Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış.” deyip hemen kuyuya indi. Mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoş- nut oldu ve adamı bağışladı.”
Sahabiler: -Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı? dediler. Rasûl-i Ekrem: -“Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (Buhârî, “Musâkât”, 9, “Mezalim”, 23, “Edeb”, 27; “Müslim”, 153)

DİNÎ KAVRAMLAR
SAHABE
Sahabe, genel anlamda “dost, arkadaş” manasına gelen “sahabî” kelimesinin çoğuludur. Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında yaşayıp onu gören ve onunla bir- likte olan Müslümanların tümüne “sahabe” denir.
“İnsanların en hayırlısı benim asrımda yaşayanlar, sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenler- dir.” (Buhârî, “Şehadât”, 9).

ÖZLÜ SÖZ
Hesabı temiz olan kimsenin hesaplaşmaktan ne korkusu olur. (Sadi Şirazî)
[26.10.2023 22:56] Annem: Başkalarının nimetlerinde kendi rızkını arama. İsterse güneşin kaynağından gelmiş olsun hiç kimseden, su bile isteme. Allah‘a güven ve çalış. Bu şerefli İslâm ümmetinin yüzünü utandırma. Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçısi düştü. O etrafındakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atından inerek kendisi almıştı.”[Muhammed İkbal]
[26.10.2023 22:56] Annem: "Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır." [Bakara Sûresi.174]
[26.10.2023 22:56] Annem: Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e benim "Hayatta kaldığım müddetçe vallahi gündüzleri oruç tutacağım geceleri de namaz kılacağım" dediğim haber verilmiş. Beni çağırtarak: "Sen böyle böyle söylemişsin doğru mu?" dedi. "Annem babam sana feda olsun, evet böyle söyledim ey Allah'ın Resûlü" dedim. "İyi ama, dedi, sen buna güç yetiremezsin, bazan oruç tut, bazan ye; gece kalk, uyu da. Ayda üç gün tut (bu yeter), zira hayırlı işleri Allah on misliyle kabul ederek ücret veriyor. Bu üç gün, aynen yıl orucu yerine geçer" buyurdu. Ben: "Söylediğinizden daha fazlasına güç yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün oruç tut, iki gün ye" Ben tekrar "Bundan başkasına da güç yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün tut, bir gün ye. Bu Hz. Dâvud aleyhisselam'ın orucudur. Bu en kıymetli oruçtur -veya en efdal oruçtur.-" Ben yine: "Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bundan efdali yoktur" buyurdu. 
Buhârî, Savm 54, 55, 56, 57, 58,59, Teheccük 7, 19, Enbiya 37, Fedâilu'l-kur'ân 34, Nikâh 89, Edeb 84, İsti'zan 38; Müslim, Sıyâm 181-194, (1159); Ebu Dâvud, Sıyâm 53, (2425); Nesâî, Sıyâm 76, (4, 209-210); Tirmizî, Savm 57, (770). 
Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Bana haber verildiğine göre sen yıl orucu tutuyor, her gece de "Kur'ân'ı (hatmen) okuyormuşsun, doğru mu?" dedi. Ben: "Evet ey Allah'ın Resûlü, doğrudur, ancak bunda maksadım sadece hayırdır" dedim." Rivayette konuşma şöyle devam eder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: 
"-Kur'ân'ı ayda bir kere oku" dedi. Ben: 
"-Daha fazlasına da güç getirebilirim" dedim. 
"-Öyleyse her gün günde bir kere oku" dedi. Ben tekrar: 
"-Bundan fazlasına da güç getirebilirim" dedim. 
"-Öyleyse, buyurdu, her yedi gecede bir kere oku, daha aşağı düşme" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana şunu da söyledi: 
"-Bilmezsin, belki uzun bir ömrün olur (yaşlılığında ahdi yerine getiremezsin)". Abdullah der ki: Ben nefsime şiddetli davrandıkça, (bundan vazgeçmem için) bana da şiddet gösterildi. İhtiyarladığım zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in tanıdığı ruhsatı kabul etmiş olmayı temenni ettim." 
Bir başka rivayet de buna benzer, ancak şu ziyade var: "Bunu yaparsan gözün (uykusuzluktan) ferini kaybeder, nefsin de yorulur. Devamlı tutulan oruç, oruç sayılmaz." 
Rivayette: "Dâvud aleyhisselamın orucunu tut: O, bir gün tutar bir gün yerdi. Düşmanla karşılaşınca da gücü kuvveti yerinde olduğu için kaçmazdı" ziyadesi de var. 
Bir başka rivayette: "Allah'a en hoş gelen oruç, Hz. Dâvud (aleyhisselam)'un namazıdır. O, gecenin yarısını uyur, üçte birini kalkar, altıda birini uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi" buyrulmuştur.
[26.10.2023 22:56] Annem: AZÎZAN

Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder. 1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab. Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî) 2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N