SEMA ÖNER


GÜNÜN YAZISI

GÜNÜN YAZISI


[26.10.2023 22:56] Annem: Bekir

A. Yeni doğmuş olan, erken kalkan

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 22:56] Annem: AZÎZAN

Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder. 1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab. Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî) 2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.
[26.10.2023 22:56] Annem: Cemaatle namazda kamet yapılırken ne zaman ayağa kalkılır?

Cemaatle kılınan namazda, cemaatin namaz için ayağa ne zaman kalkacağı hususu, adap ve müstehaplarla ilgilidir. Müezzin “haydi kurtuluşa” anlamına gelen “hayye ale’l-felah” cümlesini söylediğinde imam ve cemaat ayağa kalkar (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Raik, I, 321), imam namaza başlar, cemaat da ona uyar. Ancak namaza kametin bitiminde başlanması da caizdir (Ali el-Kari, Fethu Babi’l-İnaye, I, 233). Kameti getiren aynı zamanda imamlık da yapacaksa kamet bitince namaza durulur (Heyet, el-Fetava’l-Hindiyye, I, 57).

Şafii mezhebine göre ise kamet bittikten sonra namaz için ayağa kalkmak müstehaptır (Nevevi, el-Mecmu’, Daru’l-Fikr, ts. , III, 253). İmam ayağa kalkmadan yahut henüz gelmeden cemaat namaz için ayağa kalkmamalıdır. Peygamberimiz (s.a.s.): “Namaz için kamet getirildiğinde beni görmeden ayağa kalkmayın” (Buhari, Ezan, 22) buyurmuştur. Ancak imamdan çok da geri kalmamalı; imam ile birlikte namaz başlayacak şekilde hazır olabileceği kadar bir süre önce yerinden kalkmalıdır (Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletühü, I, 560).
[26.10.2023 22:56] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 100 ∙∙∙
dikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilakis, 
Allah’ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir.” buyurulmuş,119
başka bir âyette Hz. Peygamber’e biat edenlerin Allah’a 
biat etmekte oldukları ve Allah’ın elinin onların elleri-
nin üzerinde bulunduğu bildirilmiştir.120 Allah’ın “eli” 
veya “elleri”nden bahseden âyetlere getirilen şu yorum-
lar, müteşâbih âyetlerin ve bu bağlamda haberî sıfatların 
anlaşılmasına ışık tutmaktadır. Arapça’da yed kelimesi 
zâhirî ve hakiki anlamının yanında mecazi kullanımda 
ve deyim olarak nimet ve kudret mânalarına da gelmek-
tedir. Araplar pinti ve eli sıkı kimse için “mağlûlü’l-yed” 
(eli kapalı) derler. Türkçe’de de “eli kapalı” veya “eli sıkı 
olmak” cimrilik ve pintilik demektir. “Mebsûtü’l-yed” (eli 
açık) ise tıpkı Türkçe’deki gibi “cömert” anlamına gelir. 
Birinci âyette istekleri yerine gelmeyen ve tatmin olma-
yan yahudiler, Allah’ın cimriliğinden söz edince Cenâb-ı 
Hak aksine iki elinin de açık yani son derece cömert ol-
duğunu beyan etmiştir.
Bazı âyetlerde geçen yed kelimeleri ise Allah’ın kudreti 
olarak anlaşılmıştır. Çünkü Araplar “el-emru bi-yedik” (iş 
senin elinde) dediklerinde güç, otorite ve yetkinin muha-
tapta olduğunu söylemek isterler.
Vech “alın-yüz” anlamına gelir. “Ancak azamet ve ikram 
sahibi rabbinin yüzü (vech) bâki kalacak.”;121 “Doğu da, 
batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte 
oradadır.”122 örneklerinde olduğu gibi çeşitli âyetlerde 
Allah’ın vechinden söz edilmektedir. “De ki: O, size üs-
tünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermeye 
119 el-Mâide 5/64.
120 el-Feth 48/10.
121 er-Rahmân 55/27.
122 el-Bakara 2/115.
ALLAHA İMAN.indd 100 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 22:56] Annem: Ravi: İbnu Abbas (ra)
Resulullah (sav) (dövüştürmek için) hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı.

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Cihad 56, (2562), Tirmizi, Cihad 30, (1708, 1709)

Hadisin Açıklaması:
Araplar deve, keçi, horoz gibi birkısım hayvanları kızıştırarak dövüştürürlerdi. Resulullah bu hareketi, hayvanlara sırf eğlence için elem vermek ve onları boş yere yormaktan başka bir şey sağlamadığı için yasaklamıştır. Bu gibi meşguliyetler, hayvanlara verilen eziyetten başka, insanların zamanlarını da boşa harcamaktır. Halbuki insan, pek  yüce maksadlarla yeryüzüne gönderilmiştir. Onun boşa geçireceği zaman yoktur. Hayatının her anından hesap verecektir. Bu sebeple  hesabını vermekte zorluk çekeceği meşguliyetleri Resulullah'ın tecviz etmesi, hoş karşılaması mümkün değildir
[26.10.2023 22:56] Annem: 30 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
işaret ediyor. Esasında okuyucularımızın da tahmin ediyorum 
ki verecekleri cevap aynıdır. Örgün eğitimle din eğitimi alan-
lar bile ilk önce Yaz Kur’an kurslarında birkaç yıl eğitim almış-
lardır. Yukarıda sözünü ettiğim Dinî Hayat Araştırması’ndan 
öğrendiğimiz bir gerçek daha var ki, millet olarak bizi üzecek 
niteliktedir. O da şudur: Yüzde doksan dokuzu Müslüman 
olan vatandaşlarımızın Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okuyabi-
lenlerinin oranı yüzde 41’dir. Hatta bu oran başka yapılan bazı 
araştırma sonuçlarına göre üniversite öğrencileri için yüzde 
25’lere kadar düşmektedir. Yani yetişkinlerimizin yüzde 59’u, 
gençlerimizin neredeyse yüzde 75’i Kur’an’ı yüzünden dahi 
okuyamıyor. Hakikaten üzücü bir tablo. Okullarda seçmeli 
Kur’an-ı Kerim dersinin konulması, bu açıdan çok hayırlı bir 
karar olmuştur. Ancak öğretmenlerin ve velilerin, öğrencileri 
bu konuda bu dersi seçmeleri için sevdirici metotlarla teşvik 
etmeleri gerekmektedir. Zira öğrencilik psikolojisiyle bunun 
farkına varamıyor, ancak fırsatı kaçırdıktan sonra aklı başına 
geliyor ve büyük pişmanlık yaşıyor.
Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığımız, konunun ehem-
miyetine binaen gerek kışın devam eden Kur’an kurslarında 
gerekse yaz kurslarında büyük bir Kur’an öğrenme seferberliği 
başlatmış, hatta “camilerde Kur’an öğretimi” programıyla da 
daha çok vatandaşımıza ulaşmayı amaçlamıştır. Birkaç sene 
öncesine kadar 5. sınıfı bitirmeyenler yaz kurslarına, 8. sınıfı 
bitirmeyenler de yatılı Kur’an kurslarına kayıt yaptıramıyor-
lardı. Bu engel kalktıktan sonra artık yediden yetmişe değil, 
yediden önce de yetmişten sonra da kurslarımıza talebe gel-
mektedir. Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığı, “4-6 Yaş Gru-
bu Kur’an Kursları” programı hazırladı ve uygulamaya başladı. 
Dolayısıyla hem kış döneminde ve hem de yaz döneminde 
MEB ve bazı üniversitelerle yapılan iş birliği ile gerçekleşti-
rilen “okul öncesi eğitim” sertifikası alan Kur’an kursu öğre-
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 30 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 22:56] Annem: KABRİ KİREÇLEMEK VE ÜZERİNE BİNA YAPMANIN HARAM OLUŞU

1769: Cabir (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), “Kabirlerin üzerinin kireç, mermer vb. maddelerle kaplanmasını ve kabirler üzerine oturulmasını ve kabirler üzerine bina ve kubbe yapılmasını yasakladı.” (Müslim, Cenaiz, 94)
[26.10.2023 22:56] Annem: 23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Bâbı

981- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru’n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî’den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'aen, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. H.

982- Bize Hârûn b. Ma'rûf ile HarmeletüTrati Yahya da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Tesbîh erkeklere, tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular.

Harmele kendi rivâyetinde şunu ziyâde etti: «İbn Şihâb: Ben ulemâdan bir çok kimseler gördüm ki, hem tesbih hem de işaret ederlerdi.»

983- Bize Kuteybetübnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Fudayl (yani İbn Iyâz) rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi: Bunların hepsi Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir.

984- Bize Muhammed b. Bâfî' rivâyet etti:

(Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hureyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin mislini haber verdi: O «Namazda» sözünü de ziyâde etti.

Bu hadîsin şerhi bundan önceki bâbda geçmiştir.

 

 
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir adam çarşıya satmak üzere mal koydu. Müslümanlardan biri alıcı çıkınca, onu ikna için, "senin vermediğin parayı ödedim" diye Allah'a kasem etmişti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenler var ya, işte onların ahirette bir payları yoktur. Allah, kıyamet günü, onlara hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir" (Al-i İmran, 77) 
Kaynak: Buhari, Büyu 27, Tefsir 3, 3
Rivayet: İbnu Ebi Evfa
[26.10.2023 22:56] Annem: “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.”

Enbiyâ, 21/16

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:56] Annem: Hz. Peygamber (sav) satıcının malını övmesini ve daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasakladı" buyrulur. (Bir başka rivayette de sadece "malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı" denmektedir.)

Buhari, Büyu 71; Müslim, Büyu 15, (1518); Ebu Davud, İcare 45 (3436); Nesai, Büyu 18, (7, 257); İbnu Mace, Ticaret 16, (2179)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:56] Annem: İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.”

Müslim, Zikir 72. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Dua 2
[26.10.2023 22:56] Annem: Peygamberimizin, Amcasıyla Şam'a Gidişi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Kâinatın Efendisi on iki yaşına girmişti.

Akranları arasında artık farklı beden ve simaya sahipti. Siması etrafa pırıl pırıl nurlar saçıyordu. Gönlü huzur doluydu.

Onu yanında barındıran Ebû Tâlib ise, o sırada büyük bir geçim sıkıntısı içinde idi. Bunun için, ticaretle uğraşmaya kendisini mecbur hissetmekteydi. Bu maksatla da Ku­reyş’in o sene tertiplediği ticaret kervanına katılarak Şam’­a gitmeyi kararlaştırdı.

Yol hazırlıkları yapılıyordu. Yapılan hazırlıklar Efendimizin gözleri önünde cereyan ediyordu. Haliyle, çok sevdiği amcası, kendisinden bir müddet ayrıla­caktı. Ama o buna nasıl tahammül edebilirdi? Yıllar önce de hem muhterem babasını, hem de aziz annesini böyle iki seyahat sonunda kaybetmişti. Şimdi ise, hâmîsi Ebû Tâlib, böyle bir seyahate çıkacak ve günlerce kendisinden uzak bulunacaktı. Nâzik ve lâtif ruhu bu ayrılığa nasıl dayanacaktı?

Ebû Tâlib gibi ev halkı da Kâinatın Efendisinin başına yolda bir şeylerin gel­mesinden korktukları için bu seyahate katılmasını is­temiyorlardı. Ancak o, am­ca­sıyla gitmeyi candan arzu ediyordu. Günlerce üzgün durduktan sonra amca­sı­na açılmak zorunda kaldı. Hasret ve hüzün dolu mübarek sesiyle ona şöyle hitap etmekten kendini alamadı:

“Amcacığım! Beni nereye ve kime bırakıp gidiyorsun? Burada ne annem var, ne de babam!”

Bu sözlerini gözyaşlarıyla bir çiçek gibi süsleyen Kâinatın Efendisinin derin hüzün ve üzüntüsüne, değil kendisini canı gibi seven Ebû Tâlib, en katı yü­rek­li­ler bile dayanamazdı. Şefkat duygusunu coşturan bu ifadeler karşısında Ebû Tâlib, derhal kararını değiştirdi. Artık Kâinatın Efendisi de amcasıyla bir­likte gidecekti.

Efendimizin gönlü bu karardan sonra sevinçle doldu. Hazırlıklar tamam­landı ve o, amcasıyla birlikte ticaret ker­vanına katıldı.

Kervan, çölleri aşa aşa Busra’ya vardı ve burada mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı.
Rahip Bahîra’nın Müşâhede ve Tespiti

Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sırada bir rahip yaşıyordu: Bahîra...[1]Bu rahip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi. Çünkü manastırda bir kitap vardı ki orada ibadete kapanan her rahip o kitaptan oku­yarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu. O güne kadar gelip geçmiş bü­tün rahipler de o kitaptan istifade etmişlerdi.[2]

Ku­reyş’in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de rahibin bu ma­nas­tırına yakın bir yerde konakladı. Gariptir ki daha önceki seneler gelen Ku­reyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye bek­lenmedik bir sürprizle yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet ter­tipledi.

Bu ilgi, bu ziyafet nedendi?

Kafiledekileri düşündüren soru, bu idi!

Bilgin rahip, kafilede o âna kadar gözlerinin şahit olmadığı bazı garipliklere şahit olmuştu: Manastırda, Ku­reyş kafilesini seyrederken bir bulutun, Efendi­ler Efendisini gölgelediğini görmüştü! Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne adeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti!

Bu garipliği görmüş olan Rahip Bahîra, manastırından çıkarak, Mekkeli ti­ca­ret kafilesini çağırdı ve şöyle dedi:

“Ey Ku­reyşliler! Size yemek hazırladım. Bu ziyafetime, büyüğünüz küçü­ğünüz, hürünüz köleniz dâhil hepinizin gelmesini istiyorum!”

Bahîra’nın bu garip tavrı, Ku­reyşli tüccarların dikkatin­den kaçmadı. Sebe­bini merak ettiler ve sordular: “Ey Ba­hî­ra! Vallahi, bugün sende bambaşka bir hal var. Biz sa­na her gelişimizde uğrarız. Şimdiye kadar bize böyle bir şey yaptığın vâkî değil. Sendeki bu hal nedir?”

Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu ce
[26.10.2023 22:56] Annem: GÖNÜL KIRMA!
Hazreti Mevlânâ gönül hususunda güzel üslûbuyla şunları ifâde eder:İnsanı inciten kişinin, Allâh’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir.Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden, Hakk’ın velîlerini hor görmek ve onları incitmek istiyoruz.İbtilâ, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki, başkalarını da yaralar ve incitir.Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sâhiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sâhibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?Oysa bir Allah adamının, yâni bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allah hiçbir kavmi rezil ve rüsvâ etmemiştir.Sen hiddete kapılıp, gönüller kırmış, onlara ateş düşürmüş isen, o ateş senin için Cehennem ateşinin mayası olur.Senin öfke ateşin bu dünyada bile seni yakar, yâni zillete düşürür. Ondan doğan Cehennem ateşi ise bu zilletin neticesi olarak seni Âhirette de ebedî olarak yakar.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 22:56] Annem: ❝İnsanlar 'âlim' olabilir. Fakat 'alîm' olan yani 'her şeyi bilen' ancak Allah’tır.❞

▪ Halil Hamdi Dağıstânî (ks)
[26.10.2023 22:56] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Ebu'd-Derda (Radıyallahu Anh) Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ın: "Allah her an iş başındadır" (Rahman   ) ayeti ile ilgili olarak: "Bir günahın affı, bir sıkıntıyı gidermesi, bir kavmi yükseltip, bir başkalarını alçaltması O'nun işlerindendir" buyurduğunu nakletmiştir."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (202) - Hds :(6040)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 22:56] Annem: “Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.” 

(Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35)
[26.10.2023 22:56] Annem: [Hadis No : 3641]

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi.  

Urve rahimehullah der ki: "Kendisine: "Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!" dedim, Hz. Aişe gülmekle cevap verdi.''

Ebu Dâvud, Tahâret 69, ( 178, 179,180); Tirmizi, Tahâret 63, (86); Nesâi, Tahâret 121, (1,104); İbnu Mâce, Tahşet 69, (502).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Ayet
Ey insanlar! İşte size Rabb'inizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için bir rehber ve rahmet kaynağı (olan Kur'an) geldi. 
(Yûnus, 10/57)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Hadis
Sizin en hayırlılarınız, Kur'an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.
(Buhârî, Fezâilü'l–Kur'ân, 21)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: 1- KİTÂBU'L-ÎMÂN. (Îmân Kitabı)

1- Îmân Babı Ve Peygamberin: İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir... Kavli

2- Îmâna Âid İşler Ve Yüce Allah'in Şu Kavli Bâbı: "Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz hâlis iyilik değildir. Fakat hâlis iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb 'a ve peygamberlere îmân eden, malı sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metanet gösterenlerin bu hayırlı işleridir. İşte böyleleri, sâdık olanlardır ve onlar takvâya erenlerin tâ kendileridir" (el-Bakara: 2/177) ;

"Mü'minler muhakkak felah bulmuştur ki, onlar namazlarında huşû 'u gözetenlerdir, onlar boş ve fâidesiz şeylerden yüz çeviricidirler, onlar zekâtlarını verenlerdir, onlar ırzlarını koruyanlardır, şu var ki, zevcelerine yâhud sağ ellerinin mâlik olduklarına karşı müstesnadır, çünkü onlar kınanmış değildirler. O hâlde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki, onlar haddi aşanlardır. Ve öyle mü'minler ki, onlar emânetlerine ve ahidlerine riayetkardırlar, onlar namazlarına devam ederler" (el-Mu'minûn: 23/1-9).

3- Müslümân. Dilinden Ve Elinden Müslümânların Selâmette Kaldığı Kimsedir Bâbı

4- Müslümânların Hangisi Efdaldir Bâbı.

5- Yiyecek Yedirmek İslâm'dandır Bâbı.

6- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır Bâbı

7- Rasûlullah(S)'ı Sevmek Îmândandır Bâbı.

8- Îmânın Tatlılığı Babı.

9- Bâb: (Kâmil) Îmânın Alâmeti Ensâr'ı Sevmektir

10- Bâb

11- Bâb: Fitnelerden Kaçmak Dîndendir.

12- Peygamber(S)'in "Allah'ı en çok bileniniz benim" Sözü Ve Yüce Allah'ın: "Allah sizi yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muâhaze eder..." (el-Bakara: 2/225) Kavli Sebebiyle Ma'rifetin, Kalbin Fiili Olduğu Babı

13- Kişinin, Kâfirliğe Dönmekten, Ateşe Atılacakmışcasına Hoşlanmaması Îmândandır Babı

14- Îmân Ehlinin Ameller Sebebiyle Birbirlerinden (Faziletçe) Üstün Oluşları Babı

15- Haya İmândandır Bâbı.

16- Bâb: "... Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarım serbest bırakın... " (et-Tevbe: 9/5) .

17- Yüce Allah'ın: "İşte bu, sizin yapageldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde mîrasçı kılındığınız Cennettir" (ez-Zuhrûf: 43/72; küçük fark ile el-A'râf: 7/43) Kavlinden Dolayı "Îmân Ancak Ameldir"  Diyen Kimse Babı

18- Bâb: İslâm Hakikat Üzere Olmadığı Zaman, Sırf İnkiyâd İçin Yâhud Öldürülmekten Korkmaktan Dolayı Olduğu Zaman (Muteber Olmaz)

19- Bâb: Selâm (Vermek) İslâm'dandır.

20- Hayât Yoldaşına Nankörlük Etmek (Bir Nevi' Küfürdür) Ve Kâfirliğin Berisinde Kâfirlik Vardır Babı.

21- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı

22- Bâb:  "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarım barıştırın..." (el-Hucurât: 49/9). Yüce Allah bu döğüşen kimselere mü'minler ismini verdi  .

23- Bâb: Zulmün Bâzısı Daha Hafiftir

24-  Münâfıkın Alâmeti Babı

25- Bâb: Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır

26- Bab: Cihâd Îmândandır.

27- Bâb: Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır

28- Bâb: Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak Îmândandır

29- "İslâm Dîni kolaylıktır" ve Peygamber(s)'in: "Allah'a en sevgili olan dîn müsâadekârlık (semahat) ve kolaylık üzerine kurulmuş olan, hanîf İslâm Dîni'dir" Sözü Babı

30- Bâb: Namaz Îmândandır.

31- Kişinin Müslümanlığının Güzelliği Babı.

32- Bâb: Allah'a En Sevgili Olan Dîn (Ameli), En Devamlı Yapılanıdır

33- Îmânın Artıp Eksilmesi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Dua
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.
(Haşr, 59/10)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: Ebû Mâlik el-Eş’arî’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizi şu üç husustan korudu: Peygamberinizin size
bedduası sonucu topluca helâk olmaktan, bâtıl yolda olanların hak yolda
olanlara üstün gelmesinden, dalâlet üzerine birleşmenizden.”
(D4253 Ebû Dâvûd, Melâhim, 1)
[26.10.2023 22:56] Annem: - عَنْ أَنَسٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

- انس (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- كنديسى اﻳﭽﻮن سوديكنى دين قاردشى اﻳﭽﻮن ده سومه دكجه هيچ بريكز (كامل) ايمان ايتمش اولماز

- Enes (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmedikçe, hiçbiriniz (kâmil) iman etmiş olmaz.

- Sahih-i Buhârî, Kitâbü’l-Îmân, h.12
[26.10.2023 22:56] Annem: 23- "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarını barıştırın..." (Hucurât: 49/9). Yüce Allah Bu Döğüşen Kimselere Mü'minler İsmini Verdi.

31 Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî (110)'den, o da el-Ahnef ibn Kays (67)'tan tahdîs etti. Şöyle demiştir: Şu adama -Buhârî'nin Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû Bekre beni karşıladı ve:

- Nereye gidiyorsun? diye sordu.

- Şu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre bana:

- Geri dön; çünkü ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim: "İki müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir" buyuruyordu.

- Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor? diye sordum.

- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de ondan" buyurdu.

 

 
[26.10.2023 22:56] Annem: Birlikte olacağınız eşler konusunda seçici davranın, denginizle evlenin. (Kızlarınızı da) emsalleriyle evlendirin.
(İbn Mâce, Nikâh, 46)
[26.10.2023 22:56] Annem: 48/Fetih
10 - Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.
[26.10.2023 22:56] Annem: Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân, 3/102)
[26.10.2023 22:56] Annem: BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ

BİRİNCİ BAB

EBEVEYNE İYİLİK

İKİNCİ BAB

EVLAD VE AKRABALARA İYİLİK

Çocuklara Eşit Muâmele

Çocuk Öldürme Yasağı

Şefkat Ve Çeşitli İzhar Yolları: Kucaklamak, Öpmek.

Kucaklamak ve Öpmek:

Başından Okşamak:

Bineğine Almak:

Sevgide Aleniyet:

ÜÇÜNCÜ BAB

YETİMLERE İYİLİK

Yetime İyi Muâmele

Yetime Maddî Yardım

Yardım Fonları:

1- Ganîmetten Pay:

2- Fethedilen Yerlerden Gelen Pay:

3- Miras Taksimlerinde Pay:

4- Nafaka Verilecekler:

Teşvik:

İstikbalinin  Düşünülmesi:

Rüşd:

Yetimin Islahı

Velînin, Yetimin Nefsi Üzerinde Tasarruf Yetkisi:

Çocuk Hakkında İçtihad Yetkisi:

Yetimi Islah Kimlerin Hayrına?:

Ailevî Himâye:

Yetimin Malının Korunması

Muhafaza:

Artırma:

Zamanında Teslim:

Erken Mes'uliyet:

Evlendirme:

Erken Evlendirme:

Çocuğun Malı Ve Ebeveyni

DÖRDÜNCÜ BAB

YOLDAN RAHATSIZ EDİCİ ŞEY TEMİZLEMEYE DAİR..

BEŞİNCİ BAB

İYİLİK ÜZERİNE MÜTEFERRİK HADÎSLER


BİRR (EBEVEYNE İYİLİK) BÖLÜMÜ
Bu bölümde beş bâb mevcuttur.

*

BİRİNCİ BAB

EBEVEYNE İYİLİK

*

İKİNCİ BAB

EVLAD VE AKRABALARA İYİLİK

*

ÜÇÜNCÜ BAB

YETİMLERE İYİLİK

*

DÖRDÜNCÜ BAB

YOLDAN RAHATSIZ EDİCİ ŞEYİ TEMİZLEMEYE DAİR

*

BEŞİNCİ BAB

İYİLİK ÜZERİNE MÜTEFERRİK HADİSLER

BİRİNCİ BAB

EBEVEYNE İYİLİK

ـ1ـ عن أبى هريرة رضى اللّه عنه قال: ]جَاءََ رَجُلٌ فقالَ يَا رَسُولُ اللّهِ: مَنْ أحقُّ النّاسِ بِحُسنِ صحابتِى؟ قال أمُّكَ، قال ثم من؟ قال أمك، قال ثمّ من؟ قال أُمُّكَ قالَ ثُّمَّ مَنْ ؟ قالَ اَبُوكَ[. أخرجه الشيخان.وفي أخرى: قال أمّكَ ثمّ أمّكَ ثمّ أباكَ ثمّ أدناكَ أدنَاكَ، هذَا لفظهُما.وزاد مسلم: فقال نعمْ وأبيكَ لتنبأنّ .

1. (153)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyaâde kim hak sâhibidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Annen!" diye cevap verdi. Adam:

"Sonra kim?" dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)

"Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar:

"Sonra kim?" dedi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yine:

"Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:

"Sonra kim?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu dördüncüyü:

"Baban!" diye cevapladı."

Bir diğer rivâyette Resûlullah şöyle cevap vermiştir.

“Annene, yine annene, sonra babana, daha sonra da bunları takip eden tedrici yakınlarına”[1]

AÇIKLAMA:

İslâm dini aileye büyük ehemmiyet verir. Ailenin temel unsurları anne-baba evlat ve hizmetçilerdir. Aile efradının karşılıklı hak ve vazifeleri vardır. Aile içerisinde evlat nokta-i nazarından en çok hukuku olan annedir. Çünkü evlada en ziyâde hizmeti geçen annedir. Anne, hâmile kaldığı andan itibaren evlad sebebiyle meşakkatler çekmeye başlar. Doğum da kolay bir hâdise değildir. Hayatî tehlikeyi beraberinde getirir. Doğum sırasında ölen, şifasız dertlere giriftar olan anneler çoktur. Doğum normal cereyan etse bile, doğum sonu ve acıları başlı başına ciddî ve tahammülü zor fevkalâde bir imtihandır.

Annenin esas hizmeti doğumdan sonra başlar. Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi, tedavisi gibi, ardı arası kesilmeden vasatî on beş yıl sürecek hasbî bir hizmet dönemi doğumla başlar.

Cenab-ı Hakk'ın hayvan dâhil bütün annelere koyduğu şefkat duygusu, -sefihleşerek fıtratını bozmamış- anneleri istirahatini, sıhhatini, yeme içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.

Evladın, bu hizmeti maddî bir karşılıkla ödemesi mümkün değildir. Yapabileceği tek şey, annenin kendisine sunduğu anneliğin idrakinde olması, minnettarlığının şuurunda olduğunu annesine ihsâs etmesidir.

Evlat
[26.10.2023 22:56] Annem: حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ، قَالَ حَدَّثَنَا وُهَيْبٌ، قَالَ حَدَّثَنَا هِشَامٌ، عَنْ فَاطِمَةَ، عَنْ أَسْمَاءَ، قَالَتْ أَتَيْتُ عَائِشَةَ وَهِيَ تُصَلِّي فَقُلْتُ مَا شَأْنُ النَّاسِ فَأَشَارَتْ إِلَى السَّمَاءِ، فَإِذَا النَّاسُ قِيَامٌ، فَقَالَتْ سُبْحَانَ اللَّهِ‏.‏ قُلْتُ آيَةٌ فَأَشَارَتْ بِرَأْسِهَا، أَىْ نَعَمْ، فَقُمْتُ حَتَّى تَجَلاَّنِي الْغَشْىُ، فَجَعَلْتُ أَصُبُّ عَلَى رَأْسِي الْمَاءَ، فَحَمِدَ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم وَأَثْنَى عَلَيْهِ، ثُمَّ قَالَ ‏ "‏ مَا مِنْ شَىْءٍ لَمْ أَكُنْ أُرِيتُهُ إِلاَّ رَأَيْتُهُ فِي مَقَامِي حَتَّى الْجَنَّةَ وَالنَّارَ، فَأُوحِيَ إِلَىَّ أَنَّكُمْ تُفْتَنُونَ فِي قُبُورِكُمْ، مِثْلَ ـ أَوْ قَرِيبًا لاَ أَدْرِي أَىَّ ذَلِكَ قَالَتْ أَسْمَاءُ ـ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ، يُقَالُ مَا عِلْمُكَ بِهَذَا الرَّجُلِ فَأَمَّا الْمُؤْمِنُ ـ أَوِ الْمُوقِنُ لاَ أَدْرِي بِأَيِّهِمَا قَالَتْ أَسْمَاءُ ـ فَيَقُولُ هُوَ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ جَاءَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى، فَأَجَبْنَا وَاتَّبَعْنَا، هُوَ مُحَمَّدٌ‏.‏ ثَلاَثًا، فَيُقَالُ نَمْ صَالِحًا، قَدْ عَلِمْنَا إِنْ كُنْتَ لَمُوقِنًا بِهِ، وَأَمَّا الْمُنَافِقُ ـ أَوِ الْمُرْتَابُ لاَ أَدْرِي أَىَّ ذَلِكَ قَالَتْ أَسْمَاءُ ـ فَيَقُولُ لاَ أَدْرِي، سَمِعْتُ النَّاسَ يَقُولُونَ شَيْئًا فَقُلْتُهُ ‏"‏‏.‏

Esma' şöyle demiştir: (Güneş tutulduğu bir sırada) namaz kılarken Aişe'nin yanına gittim. "İnsanlara ne oluyor (neden korkuyorlar?)" diye sordum. Başıyla gökyüzünü gösterdi. Bir de baktım ki insanlar namaza durmuşlar. Âişe "Sübhanallah" dedi. Ben "Bu bir ayet (işaret) midir?"diye sordum, başıyla "evet" diye işaret etti. Bunun üzerine ben de namaza durdum. Üzerime baygınlık çökünce (yanımdaki kırbadan) başıma su dökmeye başladım. Namazdan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'a hamd-ü sena edip şöyle buyurdu: "Daha önce bana gösterilmemiş her şey, hatta cennet ve cehennem bile bana burada gösterildi. Bana 'kabirlerinizde Mesih Deccal'in fitnesine benzer (veya yakın) bir şekilde imtihan edileceksiniz' dîye vahyedildi. Kabre giren kişiye sorulacak: Bu adam (Hz. Muhammed) hakkında ne biliyorsun? Mu'min (veya kesin inançlı bir) kişi: "O, Muhammed'dir, Allah'ın resulüdür. Bizlere apaçık deliller ve hidayeti getirdi. Biz de onun davetine icabet ettik ve ona tabi olduk. O Muhammeddir (üç kere)' diyecek. O kişiye: "Rahat bir şekilde uyu. Senin ona kesin olarak inandığını anladık'' denilecek. Münafık (veya kalbinde şüphe bulunan) kişi ise: "Bilmiyorum. İnsanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de aynısını söyledim" diyecek. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 86
In-book reference: Kitap 3, Hadis 28

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 22:56] Annem: عَنْ إِبْنِ عَبَّاسٍ وَ أنس بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّه عَنْهمَا أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : لَوْ أن لاِبْنِ آدَمَ وَادِيًا مِنْ ذَهَبٍ أحب أن يَكُونَ لَهُ وَادِيَان, وَلَنْ يَمْلأ فَاهُ إلا التُّرَابُ, وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ .

İbn Abbâs ve Enes bin Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Adem oğlunun bir vadi dolusu altını olsa bir vadi daha ister, onun ağzını topraktan başka birşey doldurmaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.”

(Buhârî, Rikâk 10; Müslim Zekat 116 119)
[26.10.2023 22:56] Annem: Tarihte Bugün

•  Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Fethetti 1187
•  Refet Bele’nin Vefatı 1963

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:56] Annem: Rabbim! Tövbemi kabul et, günahımı temizle, duamı kabul buyur, delilimi sabit kıl, dilimi doğru yap, kalbime hidayet ver, göğsümün kin ve hasedini çıkar.
(Tirmizî, "De’avât", 114; İbn Hıbbân, "Ed’ıye", No: 947; İbn Ebî Şeybe, "Dua", 42, No: 29381)
[26.10.2023 22:56] Annem: Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.
[26.10.2023 22:56] Annem: Günün Ayeti

“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır!”

Kehf 57
[26.10.2023 22:56] Annem: MESCİD-İ AKSA

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum.
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu

Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes

Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı

Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:56] Annem: Günün Hadisi

“Bir genç, bir yaşlıya yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona,  yaşlılığında hürmet edecek birisini gönderir.”

Tirmizî, Birr, 75
[26.10.2023 22:56] Annem: Bu hikâye, Sizden Gelenler 
köşesinde geçen ay yayımladığımız 
yukarıda gördüğünüz resimden 
yola çıkılarak yazılmıştır.
Aybüke Demir
Kaybedecek hiç vakit yoktu. Masanın üzerindeki 
kalem kutusunun içindeki kurşun, tükenmez ve 
pilot kaleminden yararlanmak istiyordu. Neslihan ile 
kalem arkadaşları hemen başladılar resmi çizmeye.
İlk önce kurşun kalemi aldı eline Neslihan. Resmin 
tüm hatlarını ince ince, teker teker çizdi. Ardından 
pilot kalem tüm asaletiyle sahneye çıktı ve kurşun 
kalemin çizdiği her yerin üzerinden geçti.
Ne de olsa o bir pilottu… Havada bir sağa bir sola bir 
aşağı bir yukarı derken pilot kalem tam tükeniyordu ki bu 
kez de tükenmez kalem çıktı sahneye. O da yazdı çizdi, 
gitti geldi ve görevini tamamladı. Neslihan ve kalem 
arkadaşları güzel bir işe imza atmışlardı. Sabaha kadar 
çalışıp resmi tamamlamışlardı.
Neslihan gözünden akan uyku ile resmini alıp yarışmaya 
katılmak üzere yola çıktı. Biraz gittikten sonra yarışma 
alanına geldi ve resmini teslim etti. Birkaç gün sonra 
yarışma sonuçları belli oldu veeee...
Neslihan ve kalem arkadaşları yarışmada birinci oldular. 
Siyah bir kek, siyah kalemler ve siyah beyaz resim ile güzel 
bir başarı elde etmişti Neslihan. 
DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 19
[26.10.2023 22:56] Annem: gamber (s.a.s.) ve onun asha-
bı, Müslümanlar için istikamet 
üzere bir hayatın nasıl olduğu-
nu da ortaya koydular. Bu ayeti 
kendine ölçü edinen Hz. Pey-
gamber (s.a.s.), ashabına da-
ima istikameti tavsiye ederdi. 
Yüce Allah’ın “dosdoğru ol” 
emrinin zaten Allah’ın terbi-
yesinden geçmiş ve dosdoğru 
olan Peygamberimizi ihtiyar-
latması, ashabını da istikamet 
üzere eğitmesi ve bu emri on-
lara tebliğ ederek ve onlara 
örnek olmasıyla doğrudan iliş-
kilidir. O zaten istikamet üzere 
yürümekteydi. Peygamberimiz 
için zor olan ve onu ihtiyarlatan 
istikamet üzere örnek bir haya-
tı ortaya koymak ve sahabilerin 
bu istikamet üzere yaşamasını 
sağlamaktı. Ayet sadece saha-
beyi istikamet üzere eğitme ve 
yetiştirme sorumluğunun zor-
luğunu anlatmamakta, aynı 
zamanda istikamet üzere olma 
ve bunu sürdürülebilir kılma-
nın ne denli zor olduğuna işa-
ret etmektedir.
Kendisine İslam’ı soran sa-
habeye, “Allah’a iman et-
tim de, sonra da dosdoğru 
ol!” (Müslim, İman, 62.) hadisiyle 
karşılık veren Peygamberi-
mizin iman ile istikameti bir-
likte anması, bu iki kavram 
arasındaki ilişkiye işaret e-
diyor. Buradan hareketle i-
man ve istikamet arasında 
nasıl bir bağ vardır?
Peygamberimizin, “Allah’a iman 
ettim de, sonra da dosdoğru ol!” 
buyurması, onun bu konuya ne 
kadar hassasiyetle yaklaştığı-
nın en önemli göstergesidir. Zira 
istikamet, imandan sonra İs-
lam’ın bütün esaslarını kuşatan 
en temel ölçütlerden biridir. 
Bu hadis, aynı zamanda iman 
ve istikametin, birbirinden ay-
rılmaz bir bütünün iki parçası 
olduğunu göstermektedir. Ay-
rıca istikamet üzere olmak, 
imanın gereği ve sonucudur. 
Gerçek anlamda iman eden 
kişi istikamet üzere olmaya, 
inandıklarını dosdoğru ve ek-
siksiz biçimde uygulamaya ve 
yaşamaya çalışır. Bu çabasıyla 
kişi imanını korur ve artırır. 
İstikameti olmayan, inandık-
larını sadece bir bilgi olarak 
koruyan, bunu hayatına uygu-
lamalı olarak yansıtamayan 
bir kişi, zamanla sahip oldu-
ğu imani bilgiyi de kaybede-
bilir. İstikamet üzere yapılan 
eylemlerle desteklenmeyen 
imanın da bir süre sonra terk 
edilme, yok olma tehlikesi bu-
lunmaktadır. Bu da iman ve is-
tikamet arasındaki bağın ne 
denli güçlü olduğunu ve kop-
maması gerektiğini ortaya 
koymaktadır. 
Diğer taraftan istikamet üze-
re yürüyen bir mümin, hem 
dünya hem ahirette kazanç-
lı olacaktır. Yüce Allah, Fussi-
let suresinin 30-32. ve Ahkaf 
suresinin 13-14. ayetlerinde 
(ve diğer pek çok ayet-i keri-
mede), iman edip istikamet 
üzere olanların korkudan ve 
üzüntüden uzak olacakları-
nı belirtmektedir. Bu anlam-
da Diyarbakırlı Said Paşa’nın 
şiirinde geçen “Müstakim ol 
Hazret-i Allah utandırmaz se-
ni” ifadesi dikkat çekmektedir. 
Gerçekten de Allah, istikamet 
üzere olanları daima korur ve 
onlara ihsanda bulunur.
Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Ke-
rim’de, “Kitapta İbrahim’i de 
an. O dosdoğru bir peygam-
berdi.” (Meryem, 19/41.) buyura-
rak istikameti peygamberlerin 
övülen sıfatlarından biri olarak 
gösteriyor. İstikameti, iman, 
ahlak ve ibadet anlamında uy-
gulayabilmek ve hayatımızın 
odak noktasına yerleştirebil-
mek adına neler yapmalıyız? 
İstikameti hayatımızın odak 
noktasına yerleştirebildiğimiz 
anda inancımızın ve hayatımı-
zın anlamını kavramak müm-
kündür. Peki, bunu sağlamak 
için yapılması gerekenler ne-
lerdir ve ne olmalıdır? 
Kur’an, Peygamberimiz ve İs-
lam âlimlerinin açıklamaların-
dan anlaşıldığı üzere, müstakim 
bir insan olmanın, hayatımızın 
odağına istikameti yerleştirme-
nin yolu öncelikle, kalbin, dilin, 
azaların müstakim olması şek-
linde üç aşamada gerçekleş-
melidir. Her şeyden önce kalp, 
dil ve azaların istikamet üzere 
olması, dosdoğru olması gere-
kir. Kalbimizin müstakim olma-
sı, yasaklananları terk etmek, 
emredilenleri yapmakla müm-
kündür. Kalbimizin şirk, küfür 
ve nifak gibi inançla ilgili; kibir, 
gurur, riya, haset gibi davranış-
larla ilgili hususlarda dosdoğ-
ru olması elzemdir. İbadetleri 
ihlasla yapmak, O’na tevekkül 
etmek, O’nun buyruklarına uy-
mak, kalbi dosdoğru yapmak-
tadır.
Dilimiz de yalandan, gıybetten, 
iftiradan, kötü sözden uzak 
durdukça doğruyu, hakikati, 
güzeli ve iyiliği emreden, kötü-
lükten sakındıran sözü söyle-
dikçe istikamet üzere olacaktır. 
“Kullarıma söyle, sözün en gü-
zelini söylesinler. Sonra şeytan 
aralarını bozar. Çünkü şeytan, 
insanın apaçık düşmanıdır.” 
(İsra, 17/53.), “…İnsanlara güzel 
söz söyleyin…” (Bakara, 2/83.), 
20 Aylık Dergi | Eylül 2023
[26.10.2023 22:56] Annem: Eğer hak onların arzularına uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şereflerini (Kur'an'ı) getirdik. Onlar ise bu şereflerinden yüz çeviriyorlar. - Mü'minûn - 71. Ayet
[26.10.2023 22:56] Annem: “Bilakis, kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse Rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” - Bakara, 2/112
[26.10.2023 22:56] Annem: El-Kâdir; güçlü, sonsuz kudret sahibi, istediğini istediği gibi yapabilen, eşyaya biçim ve şekil veren, aciz olmayan demektir. Ayetlerde yüce Allah’ın bu ismi celili ile her şeye gücü yettiği bize bildirilmektedir (Bakara, 2/20). Allah (c.c.) mucize vermeye, gökten ve yerden azap indirmeye (Hac, 22/74), yerlerin ve göklerin benzerini yaratmaya (İsrâ, 17/99), ölüleri diriltmeye, ölen insanın parmak uçlarını bile yeniden ve aynen var etmeye (Kıyâme, 75/4), gökten indirdiği suyu tamamen yok etmeye ve tehdit ettiği azabı göstermeye muktedirdir. O’nun aciz olduğu, gücünün yetmediği hiçbir şey yoktur. Bir şeye “ol” demesi ile o şey hemen olur (Yasin, 36/82). El-Kâdir ismi yüce Allah’ın ölçen-biçen, biçim veren, her şeyi bir ölçü ve düzene göre yaratan olduğunu da ifade eder (Mürselât, 77/23). Mü’minlerin tam bir teslimiyetle yüce Allah’a dua edecekleri isimlerden biri de hiç şüphesiz O’nun her şeye gücü yeteceğini belirten bu isim olmalıdır. - EL-KÂDİR
[26.10.2023 22:56] Annem: İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: Utanmazsan dilediğini yap! sözüdür. - Buhârî, Eprayü’l-Enbiyâ, 54, Ebu Dâvûd, Edeb, 6
[26.10.2023 22:56] Annem: Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile, beraber akşam namazı kılmıştık. Aramızda: "Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak" dedik ve oturduk. Derken yanımıza geldi ve:

"Hala burada mısınız?" buyurdular.

"Evet!" dedik.

"İyi yapmışsınız!" buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Başını sıkça semaya kaldırdı ve şöyle buyurdu:

"Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaadedilen şey semaya gelir. Ben de Ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey gelir."

Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 207, (2531).

4336 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Bir yerde ölen Ashabımdan hiçbirisi yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve onlara (cennete sevkte) bir rehber olmasın."

Tirmizi, Menakıb (3864).

4337 - Said İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: Demişti ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti:

"Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzeredir."

Hz. Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (devamla) ilave etti:

"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz."

Rezin tahriç etmiştir. (Hadisin birinci kısmını Câmi'u'us-Sağir'de Suyuti kaydeder (Feyzu'l-Kadır 4, 76). İkinci kısmı da İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm'de kaydetmiştir (2, 91).

ASHABIN FAZİLET VE MENKIBELERİNİN YÜCELİĞİ

4338 - Said İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:

"Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talhâ cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd İbnu Malik cennetliktir, Abdurrahman İbnu Avi cennetliktir, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh cennetliktir."

(Râvi der ki: Zeyd) onuncuda sükut etti. Dinleyenler: "Onuncu kim?" diye sordular. (Bu taleb üzerine):

"Said İbnu zeyd!" dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti:

"Allah'a yemin ederim. Onlardan birinin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte yüzü tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömrü boyu çalışmasından daha hayırlıdır, hatta ömrü, Hz. Nuh aleyhisselam'ın ömrü kadar uzun olsa bile"

Ebu Davud, Sünnet 9, (4648, 4649, 4650).

4339 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
[26.10.2023 22:56] Annem: 42- Farz haccın sünnetleri şunlardır:
1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir.
2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır.
3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir.
4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek.
5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek).
6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak.
7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak.
İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir.
8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak.
9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer.
10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek.
11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir.
Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashab-ı kiramın zayıf düştüklerini sanan Mekke'lilere müslümanların kuvvet ve yiğitliğini göstermek istemişti. Peygamberimizin bu sünneti hâlâ uygulanmaktadır.
Bu Remel, Kudüm Tavafında yapılabilirse de, Ziyaret Tavafında yapılması daha faziletlidir. Sader Tavafında ise yapılmaz.
13) Safa ile Merve arasında Sa'y ederken oradaki iki yeşil direk (ışık) arasını erkeklerin koşarak geçmeleri ve sonra yavaşlamaları.
Bu hızlı yürüyüşe "Hervele" denilir.
14) Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menasiki) öğretmek.
15) Zilhicce'nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke'den Mina'ya çıkmak ve o gece Mina'da kalmak. Mina Harem Bölgesindedir.
16) Zilhicce'nin dokuzuncu günü, güneşin doğuşundan sonra Mina'dan Arafat'a çıkmak.
Arafat'da en büyük İslâm idarecisi veya onun görevlendireceği kimse, öğle namazı ile ikindi namazını birlikte olarak öğle vaktinde kıldırır. Zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife'de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir.
17) Kurban Bayramının ilk gününde bir hutbe okumak ve haccın geri kalan görevlerini anlatmak. Bu hutbe ile beraber üç hutbe okunmuş oluyor.
18) Arafat ve Müzdelife'de kılınan namazlarda yalvarıp yakararak dua etmek ve göz yaşları dökmek veya döker gibi bir tavır takınmak. Hem kendisi, hem de ana-babası için ve bütün müslümanlar için hayırlı dualar yapmak.
Arafat, Harem bölgesi dışında bulunan bir sahadır. Burada hacıların duruşu cuma gününe rastlasa, cuma namazı kılınmaz.
19) Güneşin batışından sonra Arafat'dan yavaş yavaş inmek. Müzdelife'ye varıldığı zaman gelip geçenlere engel olmamak için vadiden yüksekçe bulunup "Meş'ar-i Haram" denilen "Kuzah" t
[26.10.2023 22:56] Annem: namazın dünyaya ve ahirete ait, maddî ve manevi, bütün faziletlerini ve faydalarını sayacak değiliz. Çünkü o sonsuzdur, sayılması mümkün değildir. Bunun bütün toplamı din dilinde "büyük sevap" adıyle anılır. Fakat burada namazın, imandan sonra nasıl bir ahlâkî ve sosyal prensip olduğunu ve onun üzerine ne kadar büyük bir sosyal bina kurulacağını kısaca ifade etmek istedik. O büyük binanın direği işte öncelikle ferdî namazlarla hazırlanır, düzene sokulur ve cemaatle dikilir. Ondan sonra da geri kalanı yapılır. İşte "namazı ikame etme" tabiri bu mühim mânâyı çok açık bir şekilde ifade ediyor ve hidayete

aday müttakileri "namazı kılarlar" diye değil, "namazı ikame ederler" diye tarif, vasf ve medh ediyor. Bunlardan anlaşılır ki, bunun meâlinde "namaz kılarlar" tabiriyle yetinmek doğru değildir. Burada kelimesinin "elif-lâm"ı ahd içindir ki durumu ve sınırı bilinen "İslâm namazı" demektir. Ve bu durum yani namazın nasıl kılınacağı, şartları ve rükünleri (namazın içindeki farzları), sünnet ve edepleri, mekruhları ve namazı bozan şeyler ile sıfat ve durumu "Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi namaz kılınız." hadis-i şerifi gereğince, Peygamber'den görülen fiilî, sözlü ve takrîrî olarak alınan sıfat ve niteliktir ki, bu nitelik ve durum ta başlangıçtan beri müslümanlar arasında amel ile kesin bir şekilde bilinir ve din kitaplarında yazılmıştır. Ve "yüsallûne" buyurulmayıp da "ahid lâmı" ile "yükîmüne's-salâte" buyurulmasında bu mânâ da açıktır. Yani "yükîmüne's-salâte", "dosdoğru namaz kılarlar" demek değil; "namazı, dosdoğru kılarlar" demek olduğundan gaflet edilmemelidir.

"Salât" kelimesinin Arap dilinde iki kaynağı vardır. Birisi genel olarak dua mânâsıdır ki, "Peygamber'e salât ve selâm" dediğimiz zaman özellikle bunu anlarız. Diğeri (salv) maddesinden gelen "sallâ" fiilinin masdarıdır ki, iki uyluğu hareket ettirmek demektir. Araplar bu mânâca "sallâ" dedikleri zaman "iki uyluğunu hareket ettirdi" mânâsını anlarlar. Aynı şekilde "at (veya kısrak) kuyruğuyla iki uyluğunu sağa sola çarptı" denilir. Salveyn uylukların başındaki iki tümsek kemiktir. "Sallâ"nın bu hareket ettirme mânâsı tabirine benzer. Yahudiler birbirine selam ve saygı sırasında başını eğer ve kıçını oynatıp kasığına doğru bir yan bükerlermiş ve bu şekildeki selama Arapça'da "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına "tekfîr" denirmiş. Buna göre "keffera'l-yahûdiyyü", "Yahudi uyluklarını oynatıp bükerek reverans yaptı." demek olur. "Kâfire" kıçdaki kaba ve
[26.10.2023 22:56] Annem: Kurbanlık Hayvan Kesimi

Ana Sayfa
Kurban
Kurbanlık Hayvan Kesimi
İlgili
Kurban kesmekle mükellef olan kimsenin bu ibadeti geçerli olarak yerine getirmiş sayılabilmesi için gerek kurbanlık hayvanla gerekse bu hayvanın kesimiyle ilgili bazı şartlar vardır. Bunlar kurbanın sıhhat şartlarıdır.

a) Şartlar

 


1. Dinen kurban olarak kesilmesi kabul edilmiş hayvan türleri şunlardır: Koyun, keçi, sığır, manda ve deve. Dolayısıyla ancak bu hayvanlardan (veya türdeşleri) kurban kesilebilir. Tavuk, kaz, ördek, deve kuşu, ceylan gibi hayvanların kurban olarak kesilmesi geçerli değildir. Kurbanın geçerliliği açısından bu hayvanların erkek veya dişi olması arasında fark yoktur. Ancak koyunun erkeğinin, diğerlerinin ise dişisinin kesilmesi daha faziletli görülmüştür.

Koyun ve keçi sadece bir kişi için; deve, sığır ve manda ise yedi kişiyi aşmamak üzere ortaklaşa kurban olarak kesilebilir. Bu hüküm Hanefiler dahil üç mezhebe göre olup Maliki mezhebinde parasına ve etine iştirakle ortak kurban kesimi caiz görülmez.

2. Koyun ve keçi cinsinden hayvanlar bir yaşını doldurduktan sonra kurban edilebilir. Hanefiler de dahil fakihlerin çoğunluğu, koyunun semizlik ve gösteriş olarak bir yaşındakilerle aynı olması halinde altı ayını tamamladıktan sonra da kurban olabileceği görüşündedir.

Sığır ve manda cinsinden hayvanlar iki yaşını, deve ise beş yaşını tamamladıktan sonra kurban olarak kesilebilirler.

3. Kesilecek hayvanın kurban olmaya engel bir kusurunun bulunmaması gerekir. Kurban edilecek hayvanın sağlıklı, düzgün, azaları tamam, besili olması hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de sağlık kurallarına uygun düşer. Kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bazı azaları eksik mesela bir veya iki gözü kör, kulakları ve boynuzları kökünden kesilmiş, dili kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökülmüş, kuyruğu ve memesi kesik hayvanlar kurban olmaz. Ancak hayvanın doğuştan boynuzsuz, şaşı, topal ve deli, biraz hasta, bir kulağı delinmiş veya yırtılmış olmasında kurban açısından bir sakınca yoktur. Koyunun daha semiz ve lezzetli olması maksadıyla doğduğunda kuyruğunun kısmen veya tamamen kesilmesi kusur sayılmaz.

4. Kurbanın sahih olabilmesi için belirlenmiş vakit içinde kesilmesi gerekir. Kurban, kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve 12. günleri, bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki süre zarfında kesilebilir. Şafii mezhebine ve bazı fakihlere göre bu süre, bayramın 4. günü akşamına kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir. Kurbanın bayramın 1. günü kesilmesi daha faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması tavsiye edilmiştir. Geceleyin kurban kesmeyi caiz görmeyenler veya mekruh görenler, aydınlatma imkanının yetersizliğinin yol açacağı muhtemel tehlike, hata ve zorlukları göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa, gece de kurban kesilebilir.

5. Kurbanın ibadet niyetiyle kesilmesi şarttır. Kur’an’da, kesilen kurbanlık hayvanların et ve kanlarının değil bu kesimi yapan müslümanın niyet, takva ve bağlılığının Allah’a ulaşacağı bildirilmiştir (el-Hac 22/37). Esasen kurbanı diğer hayvan kesimlerinden ayıran da budur. Niyette aslolan kalbin niyetidir, dil ile açıkça söylenmesi gerekmez. Kurbanda niyetin bu önemi sebebiyledir ki, Hanefi mezhebinde ortaklaşa kesilen kurbana bütün ortakların ibadet niyeti ile katılmaları şarttır. Ortaklardan birinin sadece et elde etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını geçersiz kılar. Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre ise böyle bir ortaklık, kurban ibadetine zarar vermez.

Bir kimse tek başına kesmek üzere aldığı büyük baş hayvana, sonradan altı kişiye kadar ortak kabul edebilir.

Kurbanlık niyetiyle alınan hayvan kesilmeden önce ölürse, zengin kimsenin tekrar kurbanlık satın alması gerekir, fakir
[26.10.2023 22:56] Annem: sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak i
[26.10.2023 22:56] Annem: Şua
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir
[26.10.2023 22:56] Annem: AZAMET

Ana Sayfa
A
AZAMET
1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü.
Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı
Cehennem’e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd)
(Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki: “İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben “Lâ ilâhe illallah” diyenleri (Cehennem’den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O’nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî)
2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek.
Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî)

İlgili
KİBRİYÂ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İNKİSÂR
9 Eylül 2021
Benzer yazı
MÜTEKEBBİR (El-Mütekebbir)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 22:56] Annem: Aşere-i mübeşşire

Ana Sayfa
A
Aşere-i mübeşşire
Sahabeden,sağlığında Cennetle müjdelenmiş on kişiyi topluca görmek,kişinin Cenneti hak edecek ameller işlemesine ve bunda muvaffak olmasına delalet eder.Bu mübarek insanlardan birkaçını bir yerde görmek sevinç ve sürur dolu haberlere ya da bir müjdeye,Abdurrahmaan b. Avf’ı görmek zenginliğe,Onları görmek bazen zorlu ve bir o kadar da şerefli iş ve hizmetlere delalet eder.Allah Teala onların hepsinden razı olsun,bu mevzuu için ayrıca Hulefa-i Raşidin maddesine bakınız.

 


in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 22:56] Annem: Fenn-i bedîin ve tezyinat-ı lafziyenin şartı ise, tesadüf ve adem-i kasddır. Veyahut tesadüfî gibi tabiat-ı manaya yakın olmaktır.

Telvih: Pûşide olmasın ki tabiata ve hakikat-ı hariciyeye delalet eden ve hükm-ü zihnîyi kanun-u haricî ile rabteden; tabir caiz ise perdeyi delerek, altındaki hakkı gösteren âletlerin en sekkabı اِنَّ -i tahkikiyedir. Evet şu اِنَّ nin şu hâsiyetine binaendir ki Kur’anda kesretle istimal olunmuştur.

Tenbih: Ey birader! Bu makaledeki kavanin-i latife şu perişan esalîbden teberri ve nefret etmesi seni tağlit etmesin. Meselâ: Eğer bu kanunlar iyi olsaydılar, onları vaz’ edene iyi bir ders-i belâgatı verecekler idi. Hem de güzel bir üslûbu giyecekler idi. Halbuki onları vaz’ eden ise ümmidir. Üslûbları dahi perişandır, gibi bir vehme zâhib olma. Yahu! Bu vehme ehemmiyet verme. Zira bir fende herbir ilim sahibi onda san’atkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’l-merkeziye olan kuvve-i cazibe, an-il merkeziye olan kuvve-i dafiaya galibdir. Çünki kulağın dimağa karabeti ve akıl ile sıla-i rahmi vardır. Halbuki maden-i kelâm olan kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa lisan, kalbin dilini tamamen
[26.10.2023 22:56] Annem: HÜCCETİ-İ İMANİYE
Âyet-ül Kübra

Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’aniye, bu kâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.]

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak, aradığını sana bildireceğim!” der. O da bakar görür ki:

Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüzbinler ecram-ı semaviyeyi direksiz düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve Güneş ve Kamer’in vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesab rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük
[26.10.2023 22:56] Annem: NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Allâm-ül Guyub’un talimiyle haber verdiği umûr-u gaybiye, hadd ü hesaba gelmez. İ’caz-ı Kur’ana dair olan Yirmibeşinci Söz’de enva’ına işaret ve bir derece izah ve isbat ettiğimizden, geçmiş zamana dair ve enbiya-yı sâbıkaya dair ve hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve hakaik-i uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyelerini Yirmibeşinci Söz’e havale edip, şimdilik bahsetmeyeceğiz. Yalnız, kendinden sonra Sahabe ve Âl-i Beyt’in başına gelen ve ümmetin ileride mazhar olacağı hâdisata dair pek çok ihbarat-ı sadıka-i gaybiyesi kısmından cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz. Ve şu hakikat tamamıyla anlaşılmak için, altı esas mukaddime olarak beyan edeceğiz:

Birinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahid olabilir; fakat her hali, her tavrı hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünki Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mal ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizat-ı kudret-i İlahiye olan âdiyat içindeki hârikulâde olan san’at-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlahiyeyi göstersin. Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı, bizzât imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı isbat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve indelhace arasıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. Çünki sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.

Cây-ı hayrettir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübalağasız binler vecihte binler çeşit insan, herbiri bir tek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkeza birer alâmetiyle iman
[26.10.2023 22:56] Annem: âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُ�
[26.10.2023 22:56] Annem: Muhakemesiz medeniyet, Kur’an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur’aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir. (Haşiye-1)

Dördüncü Esas: Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur’an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler. 4(Haşiye-2) Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.

İşte şu üç misal gibi binler mesail-i Kur’aniyenin herbirisi, saadet-i beşeriyeyi dünyada temine hizmet etmekle beraber hayat-ı ebediyesine de hizmet eder. Sair mes’eleleri mezkûr mes’elelere kıyas edebilirsin.

Nasıl medeniyet-i hazıra, Kur’anın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlub olup Kur’anın i’caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas eder. Öyle de: Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’anla yirmibeş aded Sözlerde mizanlarla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’aniyenin mu’cize olduğu kat’iyyetle isbat edilmiştir. Nasılki Onbirinci ve Onikinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur’aniyenin i’cazı ve gınası isbat edilmiştir, müracaat edebilirsin.

Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur’anın ilmî ve amelî i’cazına karşı mağlub oluyor. Öyle de: Medeniyetin edebiyat ve belâgatı da, Kur’anın edeb ve belâgatına karşı nisbeti: Öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile ümidsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşıkın muvakkat bir iftiraktan müştakane, ümidkârane bir hüzün ile gınası (şarkısı); hem zafer veya harbe ve ulvî fedakârlıklara sevketmek için teşvikkârane kasaid-i vataniyeye nisbeti gibidir. Çünki edeb ve belâgat, tesir-i üslûb itibariyle ya hüzün verir, ya neş’e verir. Hüzün ise, iki kısımdır: Ya fakd-ül ahbabdan gelir, yani ahbabsızlıktan, sahibsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki; dalalet-âlûd, tabiatperest, gafletpîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür. İkinci hüzün, firak-ul ahbabdan gelir, yani ahbab var, firakında müştakane bir hüzün verir. İşte şu hüzün, hidayet-eda, nur-efşan Kur’anın verdiği hüzündür. Amma neş’e ise, o da iki kısımdır: B
[26.10.2023 22:56] Annem: C- Evet reisleriniz malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler. Öyle ise, şimdi onların yanındaki akıllarınızla konuşacağım:

Eyyüherrüus verrüesa!.. Tekasülî olan tevekkülden sakınınız. İşi birbirinize havale etmeyiniz. Elinizdeki malımızla ve yanınızdaki aklımızla bize hizmet ediniz. Çünki şu mesakini istihdam etmekle ücretinizi almışsınız.

فَعَلَيْكُمْ بِالتَّدَارُكِ لِمَا ضَيَّعْتُمْ فِى الصَّيْفِ ...

İşte şimdi hizmet vaktidir.

………

Elhasıl: İslâm 26(Haşiye) uyandı ve uyanıyor. Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler. Evet şu dereler aşairini tövbekâr eden işte bu sırdır. Hem de bütün İslâm yavaş yavaş bu istidadı almakta ve kesbetmektedir. Lâkin sizler bedevi olduğunuzdan ve fıtrat-ı asliyeniz oldukça bozulmamış olduğundan, İslâmiyetin kudsî milliyetine daha yakınsınız
[26.10.2023 22:56] Annem: İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine
[26.10.2023 22:56] Annem: Demek, Mabudun vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.

İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.

Sonra Kur’an-ı Kerim’de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, Arz’ın bu şekle getirilmesiyle nev’-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna
[26.10.2023 22:56] Annem: nihayetsiz derecelerine bak ki: Yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-ı meçhuleye bir nam takar; malûm bir şey gibi: “Bu budur.” der. Meselâ: Güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır.

Hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev’iyenin ünvanları bulunan ve “âdetullah” namıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti irca’ eder. O irca’ ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. Ebucehil’den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip; kumandanından, padişahından, hükûmetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü âsi bir divane olur. Hem meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi, bir tırnak kadar bir odun parçasından çok mu’cizatlı bir usta, yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa; bir adam o odun parçasını gösterip dese: “Bu işler, tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş.” O ustanın hârika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse, ne derece bir hamakattır. Aynen öyle de…

Yedinci Sual: Bu hâdise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?

Elcevab: Bu hâdise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Bîçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:

Biri: Hataları az olmak cihetiyle temizlemek için ta’cil edildi.

İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var.  لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
[26.10.2023 22:56] Annem: İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaîsine terettüb eden hasenatı intac eden semeratı, bir şahsa isnad ve ona malederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünki bir cemaatin cüz’-i ihtiyarîsiyle kesbettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın icad derecesinde hârikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delalet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Zikreden adamın feyz-i İlahîyi celbeden muhtelif latifeleri vardır. Bir kısmı, kalb ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı da şuursuz, yani şuurlara tâbi değildir. مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُ husule gelir. Binaenaleyh gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâlî değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği a’zâ, havâss ve letaifin her birisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at-i teavün ve imdaddan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemalât nevilerinin bir kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza eğer enaniyet yolunu takib ederse, çeşit çeşit elem ve azablara da mahal olmaya müstehaktır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir. Maahâza, zâkir olan zâtta bulunan hâsse ve latifelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi; onların da onlara münasib şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın bir akrabasına (meselâ) okuduğu bir Fatiha-i Şerife’den hasıl olan sevabda istifade etmekte, bir ile bin müsavidir. Nasıl ki ağızdan çıkan bir lafzın işitilmesinde, bir cemaat ile bir ferd bir olur. Çünki latif şeyler matbaa gibidir. Basılan bir kelimeden bin kelime çıkar.

Ve keza nuranî şeylerde vahdet ile beraber tekessür olduğuna, yani bir nuranî şeyde bin sevab bulunduğuna bir işarettir…

İ’lem Eyyühel-Aziz! Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) Makam-ı Mahmud’u İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir. Evet tevzi’ edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resul-i Zîşan’a (A.S.M.) okunan salavat-ı şerife, o sofraya edilen davete icabettir.

Ve keza salavat-ı şerifeyi getiren adam Zât-ı Peygamberîyi (A.S.M.) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taalluk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salavat getirmeye müşevviki olsun.

İ’lem ey din âlimi! 5(*) Ücretim az, ilmime rağbet yok, diye mahzun olma. Çünki mükâfat-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır.

Öyle ise, zâtî olan meziyetini mükâfat-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metaına satma.

İ’lem ey hitabet-i umumiye sıfatı ile gazete lisanıyla konferans veren muharrir! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeair-i İslâmiyeye zıd ve muhalif olan herzeler ile İslâmiyeti lekelendirmeğe kat’iyyen hakkın yoktur.

Seni kim tevkil etmiştir? Fetvayı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalaletini neşr ve ilân ediyorsun? Milleti, ümmeti kendin gibi dâll zannetme. Dalaletini kime satıyorsun? Burası İslâmiyet memleketidir, Yahudi memleketi değildir. Cumhur-u mü’minînin kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalalete davettir, hukuk-u ümmete tecavüzdür. Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı halde, koca bir mill
[26.10.2023 22:56] Annem: Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor
[26.10.2023 22:56] Annem: bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müdhiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-u Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-u Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.

İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm’dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri bütün ümmet her namazda tekrar etmeleri… Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhâssa o şey va’d-i İlahîye iktiran etmiş ise… Meselâ: عَسَى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak va’dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada وَابَْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَهُ deniliyor; bütün ümmet o va’di îfa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?

Elcevab: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.

Birinci Cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki
[26.10.2023 22:56] Annem: Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu
[26.10.2023 22:56] Annem: SAĞLIK.........   AZ BİLİNEN MANTAR ÇEŞİTLERİ

Türkiye’de belirli bölgelerde kendiliğinden yetişen ancak şu ana kadar birkaç ülke dışında üretimi yapılamayan 'Kuzugöbeği Mantarı' Türkiye'de ilk defa Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Mersin’de Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nde kurulan bir serada üretilerek verimli bir sonuç elde edildi. Bir dönümlük alanda 300 ile 700 kilogram arasında ürün alınabiliyor ve gelir elde ediliyor. Tazesinin kilosu 400, kurusunun ise 3.000 liradır. Bu mantar ancak gölgede yetişiyor.

Fransız mutfağının vazgeçilmezi olan bu mantar, yemeklere katılınca 4-5 katına fiyatla satılıyor. Bir iki mantar doğranan pizzanın fiyatı 50 euro artıyor. Çünkü kuzugöbeği aynı zamanda şifa kaynağı olarak biliniyor.                   11.04.2022

Şırnak'ın Uludere ilçesinde sadece Heliz ağacı diplerinde yetişen mantarı yerli halk “Şırnak mantarı” veya “Heliz mantarı” olarak biliyor. Bahar mevsiminin başında sadece 14 gün içinde yetişip kayboluyor. Halk tarafından kırmızı et yerine tercih edilen bu mantarın kilosu 100-120 lira arasında satılıyor.  15.05.2022

Latince adı Ganoderma Lucidum olan Reishi mantarı, halk arasında ölümsüzlük mantarı olarak da biliniyor. Çin, Japonya, Kore, Endonezya, Filipinler ve Tayland gibi ülke-lerde bolca tüketiliyor. Ağaçların gövdesinde çıkan bu mantarın çayı da yapılıyor. Türkiye'de kilosu 2.500 ile 4.000 bin lira. Kuşadası'ndaki Dilek Yarımadası Milli Parkı, Akdeniz, İran ve Turan bölgeleri gibi 3 iklim kuşağında bu çeşit mantarların yetişmesine imkân sağlıyor.   27.03.2022


03.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 22:56] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz. (En’âm, 6/2)
Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin is- temediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır. (Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet, 1) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
GÜLÜ SEVEN DİKENİNE KATLANIR
Bir insanın sevdiği kimse veya sevdiği iş yüzünden gelecek sıkıntılara katlanması” gerektiğini anlatmak için “Gülü seven dikenine katlanır.” deriz. Bu atasözünü genellikle etrafında kusursuz insan arayanlara ya da işlerinin sürekli tıkırında gitmesini isteyenlere böyle bir şeyin mümkün olmadığını anlatmak için kullanırız. Zaten dünya aldığımız her nefeste ve attığımız her adımla sınandığımız bir yerdir. O sebeple şikâyet etmek yerine, idare etmenin ve birbirimizi anlamanın yollarını aramak lazımdır. Söz gelimi toprakla uğraşan biri sırf ellerim nasır tutuyor diye toprakla uğraşmaktan vazgeçerse kendine başka bir meslek aramak zorunda kalabilir. Aslında bu her iş için böyledir. Zorluklarına katlanmadığımız sürece hangi iş kolunda çalışırsak çalışalım o işten verim alamayız. Üstelik insani ilişkilerimizi geliştirmek için de aynı yolu izlemek zorundayız. Sözün özü yaptığımız her işte ve insani ilişkilerimizde ilk olarak kendi gönül dünyamıza ayna tutmalıyız.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Ayet:
"Rabbimiz Allah'tır"diyen sonra da devamlı bu söze uygun yaşayanlara ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir.
(Ahkâf, 46/13)

Bir Hadis:
İnsanlarla birarada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla birarada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur.
(İbn Mâce, "Fiten", 23)

Bir Dua:
Allah'ım! Hamd tamamen Sana mahsustur. Allah'ım! Senin bolca verdiğin nimeti engelleyecek kimse de vermediğin nimeti verebilecek kimse de yoktur.
(Hâkim, Müstedrek, I, 686)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 22:56] Annem: 'Allah rızasını kazanmak niyetiyle yapılan işler, dünyalık sayılmaz; ama niyet Allah rızası olmazsa o iş dünyalıktır.' Gavs-ı Sânî [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem: “Allah: Mü’min kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman, o kimse sabredip mükafatını benden beklerse karşılığı cennettir.”
(Buhârî, Rikak 6)
[26.10.2023 22:56] Annem: İnsanlığı Helâke Götürenler

Hasan-ı Basrî [rahmetullahi aleyh] şöyle demiştir: Şu dünyada insanlar beş kısımdır:

• Âlimler. Onlar peygamberlerin vârisidir.

• Zâhidler. Dünya sevgisinden yüz çevirip ibadetle meşgul olanlar, bunlar da insanlara yol gösteren kimselerdir.

• Gaziler. Onlar Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki kılıcıdır.

• Dürüst tüccarlar. Onlar Allah’ın yeryüzündeki emini, muhafızıdırlar.

• Devlet reisleri. Onlar da halkın gözeticisi ve koruyucusudurlar.

Âlimler açgözlü olup sadece mal toplamakla uğraştıkları vakit kime uyulur?

Zâhidler insanlardan bir şeyler istedikleri, dünyaya rağbet ettikleri vakit kim yol gösterir, kime tâbi olunur?

Gaziler, Allah yolunda cihad edenler riyakâr olduğunda -ki riyakârların ameli kabul olmaz- kim düşmana karşı muzaffer olur?

Tüccarlar hain olduğunda kime güvenilir ve razı olunur?

Devlet adamları zulmettiği vakit halkı kim koruyup gözetir?

Allah’a yemin ederim ki, ancak kendi çıkarları için güzel sözlerle insanları kandıran âlimler, dünyaya rağbet eden zâhidler, riyakâr gazi ve mücahidler, hain tüccarlar ve zalim hükümdarlar yüzünden insanlar helâk olur.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem: Çocuklarıma para bırakacağım diye cimrilik etme. Onları adalet kelimesini duyduklarında seni hatırlayacakları şekilde yetiştir.[Mevlâna]
[26.10.2023 22:56] Annem: Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
el-A'RÂF Sûresi 54.Ayet
[26.10.2023 22:56] Annem: TERÂVİH NAMAZI
Terâvih namazı ramazan ayının sünnetidir.
Kadın ve erkeğe sünnet-i müekkede olup yirmi
rek’attir. Cemaatle kılmak sünnettir. Tek başına da kılınabilir.
Yatsı namazından sonra, vitir namazından evvel
kılınır. İki veya dört rek’atte bir selâm verilir. Her
selâmdan sonra biraz oturmak sünnettir. Bu esnada
salevât-ı şerîfe, salât-ı ümmiye,
36 âyet veya duâlar okunur.
Ayağa kalkarken “Allâhümme salli alâ seyyidinâ
Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed”
okunur.
Terâvih namazı kıldıran imam cemâatte Şâfiî mezhebinden
olan varsa iki rek’atte bir selâm verir.
ÎTİKÂF
Îtikâf, cemâatle namaz kılınan bir mescitte veya
mescit hükmünde bulunan bir yerde îtikâf niyetiyle bir
müddet kalmaktan ibârettir. Îtikâf, vâcip, sünnet-i müekkede
ve müstehab olmak üzere üç kısımdır.
Adanan îtikâf, vâciptir. Ramazân-ı Şerîf’in son on
gününde yapılan bir îtikâf, kifâyet yoluyla sünnet-i müekkededir.
Başka zamanda ibâdet ve tâat maksadıyla
bir mescitte bir müddet yapılan îtikâf da müstehabdır....Daha az
[26.10.2023 22:56] Annem: Dogu da Allah'indir bati da Nereye dönerseniz Allah'in yüzü (zati) oradadir Süphesiz Allah'(in rahmeti ve nimeti) genistir, O her seyi bilendir (BAKARA/115)

Insanlardan bir kisim beyinsizler: Yönelmekte olduklari kiblelerinden onlari çeviren nedir? diyecekler De ki: Dogu da bati da Allah'indir O diledigini dogru yola iletir (BAKARA/142)

Iyilik, yüzlerinizi dogu ve bati tarafina çevirmeniz degildir Asil iyilik, o kimsenin yaptigidir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanir (Allah'in rizasini gözeterek) yakinlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmislara, dilenenlere ve kölelere sevdigi maldan harcar, namaz kilar, zekât verir Antlasma yaptigi zaman sözlerini yerine getirir Sikinti, hastalik ve savas zamanlarinda sabreder Iste dogru olanlar, bu vasiflari tasiyanlardir Müttakîler ancak onlardir! (BAKARA/177)

Allah kendisine mülk (hükümdarlik ve zenginlik) verdigi için simararak Rabbi hakkinda Ibrahim ile tartismaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! Iste o zaman Ibrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demisti O da: Hayat veren ve öldüren benim, demisti Ibrahim: Allah günesi dogudan getirmektedir; haydi sen de onu batidan getir, dedi Bunun üzerine kâfir apisip kaldi Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez (BAKARA/258)

Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurdugumuz yerin dogu taraflarina ve bati taraflarina mirasçi kildik Sabirlarina karsilik Rabbinin Israilogullarina verdigi güzel söz yerine geldi Firavun ve kavminin yapmakta olduklarini ve yetistirdikleri bahçeleri helâk ettik  (A'RAF/137)

(Resûlüm! ) Kitap'ta Meryem'i de an Hani o, ailesinden ayrilarak dogu tarafinda bir yere çekilmisti  (MERYEM/16)

Allah, göklerin ve yerin nûrudur O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yildiz gibidir ki, doguya da, batiya da nisbet edilemeyen mübarek bir agaçtan, yani zeytinden (çikan yagdan) tutusturulur Onun yagi, neredeyse, kendisine ates degmese dahi isik verir (Bu,) nûr üstüne nûrdur Allah diledigi kimseyi nûruna eristirir Allah insanlara (iste böyle) temsiller getirir Allah her seyi bilir  (NUR/35)

Musa devamla sunu söyledi: Sayet aklinizi kullansaniz (anlarsiniz ki), O, dogunun, batinin ve ikisinin arasinda bulunanlarin Rabbidir  (ŞUARA/28)

O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasindakilerin Rabbi, hem de dogularin Rabbidir  (SAFFAT/5)

O seytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadasina: Keske benimle senin aranda dogu ile bati arasi kadar uzaklik olsaydi, ne kötü arkadasmissin! der  (ZUHRUF/38)

(O,) iki dogunun ve iki batinin Rabbidir  (RAHMAN/17)

Dogularin ve batilarin Rabbine yemin ederim ki, bizim gücümüz yeter:  (MEARIC/40)

O, dogunun da batinin da Rabbidir O'ndan baska ilâh yoktur Öyleyse yalniz O'nun himayesine sigin  (MÜZZEMMİL/9)
[26.10.2023 22:56] Annem: Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şunu anlatır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bir hasırı vardı, geceleri perde yapıp gerisinde namaz kılardı, gündüzleri de yayıp üzerine otururdu. Halk da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına dönep (gelip) aynen onun gibi namaz kılmaya başladılar. Sayı gittikçe arttı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara yönelerek şunu söyledi: "Ey insanlar, takat getireceğiniz işleri yapın. Zira siz (dua etmekten) usanmadıkça Allah da sevap yazmaktan usanmaz. Allah'a en hoş gelen amel, az da olsa devamlı olanıdır." Ravi der ki: Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi bir iş yapınca onu sâbit kılardı (artık terketmez devamlı yapardı). 
Buhârî, İman 16, Ezân 81, Rikâk 18; Müslim, Salât 283, (782); Muvatta, Salâtu'l-Leyl 4, (1, 118); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 1 (3, 218); Ebu Dâvud, Salat 317, (1368). 
Buhârî'nin Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den yaptığı bir rivayette: "Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır" buyurdu. "Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resûlü?" dediler. "Evet, ben de, dedi, Allah affı ve rahmeti ile muâmele etmezse ben de!" 
(Buhârî, Rikak 18) 
Buhârî ve Nesâî'de gelen bir başka rivayette: "Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galebiyet dinde kalır" buyrulmuştur. 
(Buhârî, İman 29).
[26.10.2023 22:56] Annem: HAYVANLARA ŞEFKAT ve MERHAMET
Yüce Rabbimiz, diğer yeryüzü nimetleri gibi hayvanları da insanların istifadesine sunmuş ve onlardan çeşitli şekillerde yararlanabileceğimizi beyan etmiştir.
Hayvanlar, hayatımızın bir parçasını oluşturmakta ve dünyayı onlarla ortaklaşa yaşamaktayız. Dinimiz, hayvanlara eziyet et- meyi ve onları gereksiz yere öldürmeyi yasaklamıştır. Hz. Pey- gamber (s.a.s.), susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren bir kadının bağışlandığını (Buhârî, “Edeb”, 27), diğer yan- dan da kedisini açlıktan ölmeye mahkûm eden merhametsiz bir kadının, bu davranışı nedeniyle cehenneme atılmayı hak ettiğini (Buhârî, “Edeb”, 18) haber vermiştir. Böylece o, merhame- tin yalnızca insanlarla sınırlı kalmamasını, tüm canlıları kap- saması gerektiğini dile getirmiştir.

DİNÎ KAVRAMLAR
İLMİHÂL
İlim ve hâl kelimelerinden olu- şan ilmihâl sözlükte, “Davra- nış bilgisi” anlamına gelir. Te- rim olarak Müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, Müslümanlı- ğın gereğini yerine getirmenin vazgeçilmez şartı durumundaki temel bilgilere ilmihâl denilmiş- tir.
Her Müslümanın kendi duru- muna göre bilmesi gereken temel dinî bilgilerin özlü bir şekilde ve belli bir mezhep gele- neğine bağlı kalınarak yazılmış kitaplara da ilmihâl denilmiştir.

ÖZLÜ SÖZ
Merhametsizlik kılıcını çeken kişi, merhametsizlerin kılıcı ile ölür. (Molla Cami)
[26.10.2023 22:56] Annem: "İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir." [Bakara Sûresi.177]
[26.10.2023 22:56] Annem: “Allah’ım! Perçininden tuttuğun şeylerin şerrinden sana sığınırım. Her türlü hayrı senden isterim ki bütün hayırlar senin elindedir.” (Ibn Hibban,Ed’ıye,No:934)
[26.10.2023 22:56] Annem: AZAMET

1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü. Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd) (Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki  "İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben "Lâ ilâhe illallah" diyenleri (Cehennem'den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O'nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî) 2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek. Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî)
[26.10.2023 22:56] Annem: Beldar

F. Askeri harekatta yolları açıp düzelten kimse

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 22:56] Annem: Başkasının sırrına ermek isteyen hırsızdır.[Molla Cami]
[26.10.2023 22:56] Annem: 31 
Kur’an Ayında Yaz Kur’an Kursları
ticileri 4-6 yaş grubu çocuklara seviyelerine göre gerekli dinî 
eğitimi vermektedirler. 
Öyleyse vatandaşlarımıza düşen, bu fırsatları iyi değerlen-
dirmektir. Yaz Kur’an kursları hakikaten büyük bir imkândır. 
Üçer haftalık üç dönem olarak 9 hafta boyunca devam ede-
cektir. Camilerimizde ve Kur’an kurslarımızda görev yapan 
125.000 kadar din görevlisi vazife başındadır. O zaman ço-
cuklarımız ve gençlerimiz için hiç olmazsa birkaç yazlarını, 
tatilden fedakârlık ederek Kur’an kurslarına ayırmaları için 
gerekli planlamayı anne-babalar olarak yapmamız gerekir. 
Sevgili Peygamberimizin, “Çocuklarınız yedi yaşına gelinceye 
kadar onlara namaz kılmasını öğretiniz…” sözünü her vesileyle 
dilimizden düşürmeyiz. Burada söz konusu olan temel dinî 
bilgilerdir, Kur’an öğrenimidir. Ama işte araştırma sonuçları 
ortada. Biz bu hususu ne kadar ihmal etmişiz ki, Müslüman 
toplumun büyük çoğunluğu Kur’an okuyamıyor. Hacca gi-
denler bunu zaten görerek yaşıyorlar. Farklı ülkeden gelen 
yüzlerce binlerce hacılar içinde elinde en az Kur’an bulun-
duranlar bizimkilerdir. Bu yüzden hacca gitmeden önce va-
tandaşlarımızın Kur’an’ı öğrenebilmeleri için Diyanet İşleri 
Başkanlığımız, tüm müftülüklere bir genelge göndermiş olup, 
arzu edenlere de bir aylık “Kur’an Öğrenme Programı” uygu-
lanmaktadır. Konuyla ilgili olarak müftülüklere müracaat edi-
lebilir.
Bu davete icabet edip çocuklarını camilere gönderen va-
tandaşlarımıza şu hususu da özellikle hatırlatmak isterim. Ço-
cuklarımızı camilere gönderdikten sonra lütfen takiplerini de 
iyi yapalım. Hocalarıyla irtibat içerisinde olalım. Bu konuda 
büyük bir ihmalin olduğunu düşünüyorum. Çocuklarımız 
okullarına devam ederken bazen özellikle fen dersleriyle il-
gili ayrıca kurslara göndeririz, paralar veririz, arkasını takip 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 31 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 22:56] Annem: Müezzinlik yapmak için bir yaş sınırı var mıdır?

Müezzinlik yapacak kişilerin en az temyiz (iyiyi kötüden, hayırı şerden ayırma) çağına varmış olmaları gerekir. Bu durumdaki çocuğa mümeyyiz denir (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, 1, 372) Mümeyyiz çocukların okudukları ezan, getirdikleri kamet geçerlidir. Bu itibarla buluğ çağına yaklaşmış erkek çocuklarının müezzinlik yapmaları caizdir (el-Ceziri, Kitabu’l-Fıkh Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, I, 181).
[26.10.2023 22:56] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI
∙∙∙ 101 ∙∙∙
ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeye ve kiminizin 
şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” mealinde-
ki âyet nâzil olduğunda Resûl-i Ekrem, “Allah’ın vechi-
ne sığınırım.” buyurmuştur.123 İslâm âlimleri, Allah’ın 
“vech”ini O’nun varlığı ve zatı olarak yorumlamışlardır.
“Yukarıdan aşağıya inmek” anlamına gelen nüzûl kav-
ramı sadece hadislerde geçen haberî sıfatlardandır. Hz. 
Peygamber teheccüt namazına teşvik etmek üzere şöyle 
buyurmuştur: “Gecenin son üçte biri kaldığı zaman rab-
bimiz her gece dünya semasına iner ve ‘Bana kim dua 
eder ki duasına icâbet edeyim! Benden kim bir şey is-
ter ki ona dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler 
ki günahlarını örteyim!’ buyurur.”124 Buradaki “inmek” 
Allah’ın lütuf ve ihsanını indirmesi anlamında mânevî ve 
mecazi bir iniş veya teheccüt namazı kılan kimselere rah-
metiyle, dileklerini yerine getirmek ve günahlarını ba-
ğışlamak suretiyle yönelmesi şeklinde yorumlanmıştır.
123 Buhârî, “Tevhîd”, 16.
124 Buhârî, “Teheccüd”, 14; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 168-172; 
Tirmizî, “Salât”, 329; İbn Mâce, “Salât”, 182; Dârimî, “Salât”, 
168.
ALLAHA İMAN.indd 101 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 22:56] Annem: Nevvas adında biri vardı. Yanında su içme hastası bir deve vardı, İbnu Ömer (ra) bu deveyi ortağından satın aldı. Ortağı kendisine uğrayınca: "Şu devemiz var ya onu sattık" dedi: Ortağı "kime" deyince "şu şu evsafta bir yaşlıya" diye tarif etti. Ortağı: "Öylemi, amma da yaptın, vallahi o zat İbnu Ömer'dir" dedi: "Sonra İbnu Ömer (ra)'e gelerek: "Ortağım sana su içme hastası bir deve satmış, durumunu da sana söylememiş" dedi. İbnu Ömer: "öyleyse götür onu" dedi. Adam götürmek üzere tutunca: "Bırak deveyi, Resulullah (sav)'ın hükmüne razıyız, sirayet yoktur" buyurdu. 
Kaynak: Buhari, Büyu 36
Rivayet: Amr İbnu Dinar
[26.10.2023 22:56] Annem: 23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Bâbı

981- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru’n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî’den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'aen, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. H.

982- Bize Hârûn b. Ma'rûf ile HarmeletüTrati Yahya da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmişler; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Tesbîh erkeklere, tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular.

Harmele kendi rivâyetinde şunu ziyâde etti: «İbn Şihâb: Ben ulemâdan bir çok kimseler gördüm ki, hem tesbih hem de işaret ederlerdi.»

983- Bize Kuteybetübnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Fudayl (yani İbn Iyâz) rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi: Bunların hepsi Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivâyet etmişlerdir.

984- Bize Muhammed b. Bâfî' rivâyet etti:

(Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hureyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisin mislini haber verdi: O «Namazda» sözünü de ziyâde etti.

Bu hadîsin şerhi bundan önceki bâbda geçmiştir.

 

 
[26.10.2023 22:56] Annem: Ravi: İbnu Abbas (ra)
Resulullah (sav) öldürülen mükateb hakkında, azad edilen miktarınca hür diyetine göre, geri kalan kısmı için de köle diyetine göre hesaplanmasına hükmetti. (Metin, Nesai'nin metnidir)

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Ebu Davud, Diyat 22, (4581), Nesai, Kasame 36, (8, 46, 46), Tirmizi, Büyu, 35, (1259)

Hadisin Açıklaması:
Mükâteb, belli bir miktar ödeyerek hürriyetine kavuşmak üzere, efendisiyle antlaşma yapan köleye denir. Bu hadis böyle birisinin öldürülmesi hâlinde efendisine ve vârislerine ödenecek diyet miktarını tâyin etmektedir. Bilindiği üzere, diyet husûsunda köle ile hür farklıdır. Hür için, diyet-i kâmile denen nasslarla tesbit edilmiş maktû, muayyen bir miktar ödenir. Köle öldürüldüğü takdirde, erkek de olsa kadın da olsa onun diyeti, kıymeti üzerinden ödenir. Eğer kölenin kıymeti, hürün diyeti için tesbît edilen miktara eşit veya fazla ise, diyet-i kâmile miktarından on dirhem eksik ödenir (Diyet miktarını önceki hadiste kaydettik.)

Câriye için de durumu aynıdır. Değeri hür kadının diyetine eşit veya fazla ise on dirhem noksan ödenir. Sözgelimi, hür kadının diyeti 5.000 dirhem ise, değeri 5.000 dirhem olan bir câriye hatâen öldürülse, efendisine 4990 dirhem ödenir.

Bu esas bilindikten sonra mükâtebin hadiste beyan edilen hükmü daha kolay anlaşılır: "Mükâteb öldürüldüğü takdirde, efendisine ödediği miktarca hür kimsenin diyetine göre, geri kalan kısmı da kıymetine göre hesaplanır. Sözgelimi yarı bedelini ödemiş ise, diyet-i kâmilenin yarısı ile değerinin yarısı ödenir." Hadisin mânası bu. Ancak Hattâbî (rahimehullah) der ki: "Fakihlerin tamamına yakını şu hususta icma ederler: "Mükâteb, henüz ödenmemiş tek dirhemlik borcu kaldığı müddetçe köledir. Kendisine karşı işlenen cinâyetlerde de kendi işlediği cinâyetlerde de köle ahkâmına tâbidir. Bana ulaştığına göre bu hadisle sâdece İbrahim Nehâî (rahimehullah) amel etmiştir. Bu hususta, Hz. Ali (radıyallahu anh)'den de bir rivâyet gelmiştir. Hadis sahih olduğu takdirde, mensuh olmaz ve kendisinden evlâ olan bir rivâyete de muârız düşmezse hadisle amel gerekir."[
[26.10.2023 22:56] Annem: KADININ KOCASININ ÇAĞRISINA UYMA ZORUNLULUĞU

1751: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’dan bize aktarıldığına göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Bir erkek karısını yatağına çağırır, o da gelmez ve kocası da kendisine kızgın bir vaziyette gecelerse melekler o kadına sabaha kadar lanet ederler.” (Buhari, Bed’ül-Halk, 7; Müslim, Nikah, 122)

Buhari’nin diğer bir rivayetinde: “Kadın kocasının yatağına dönünceye kadar denilmiştir.” (Buhari, Nikah, 85)
[26.10.2023 22:56] Annem: Âişe  radıyallahu anhâ’ dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz namaz kılarken uyku hali bastırırsa, kendisinden bu hal gidinceye kadar yatsın. Çünkü uykulu vaziyette namaz kılan kimse, belki de bilmeyerek, istiğfar edip Allah’tan bağışlanma dileyeceğim derken kendine söver, beddua eder.”

Buhârî, Vüdû 53; Müslim, Müsâfirîn 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Tirmizî, Mevâkît 146; Nesâî, Tahâret 116; İbni Mâce, İkâme 184
[26.10.2023 22:56] Annem: “Ama kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu güçlü irade gerektiren işlerdendir...”

Şûrâ, 42/43

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:56] Annem: Peygamberimizin Cahiliye Devri Kötülüklerinden Uzak Kalışı
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Ebû Tâlib, bütün bu olup bitenlerden sonra nur yüzlü yeğeni Peygamberi­miz­den adeta ayrılmaz bir parça haline gelmişti. Kendisinde git­tikçe kuvvet peydâ eden kanaat şuydu:

“Bu yeğenim, ileride büyük ve mühim bir şahsiyet olacaktır!”

Bu sebeple, Peygamberimiz üzerinde himâyesini son derece dikkatli ve şu­urlu bir şekilde sürdürüyor, adeta bir dediğini iki etmi­yordu.

Artık Peygamberimiz de ruhu ve dış görünüşü ile eşsiz bir genç olmuştu. Kalp ve ruhundaki eşsiz fazilet ve güzellikler, suretini de fevkalâde güzel şe­killendirmişti: Ortadan uzun boylu, siyah dalgalı saçlıydı. Açık ve yüksek alın­lı, kalın siyah kaşlıydı. Kaşları birbirine çok yakın, fakat bitişik değildi. Göz­be­bekleri, çok tatlı bir siyahtı. Uzun ve siyah kirpikleri, bakışlarına apayrı bir tat­lılık verirdi.

Kader-i İlâhî, onu ezelden “İnsanlığın Peygamberi” olarak tak­dir ve tayin et­mişti. Bu sebeple o, Âlemlerin Rabbi’nin ter­biyesi altında hayat seyrine de­vam ediyordu. On­dan­dır ki bütün Arabistan’la birlikte Mekke’de de hüküm sü­ren fısk, fücur, sefahet ve dalâletten, kötülük ve ahlâksızlıklardan en ufak bir eser, en küçük bir iz hayatında görülmez.

Putlardan şiddetle nefret ederdi. Ömründe bir defa bile onlara hürmette bulunmadı.

Ku­reyş müşriklerinin bir âdeti vardı. Her senenin belli bir gününde Buvane adlı putun etrafında toplanırlar, geceye kadar orada bulunurlar, yanında traş olurlar, kurban keserek büyük merasim tertiplerlerdi.

Yine böyle bir merasim için bütün Ku­reyş hazırlanmıştı. Ebû Tâlib de onlar gibi aile efradını toplayarak merasime iştirak etmek istedi. Peygamber Efendi­mize de hazırlanmasını söyledi. Ancak o, buna yanaşmadı ve mâzur görülme­sini istedi. Efendimizin bu davranışını, Ebû Tâlib ve halaları, taaccüple karşıla­dılar; hatta kızar gibi oldular. Bir iki sefer daha tekliflerini tekrarladıkları halde Resûl-i Ekrem Efendimiz yine red cevabı verdi. Bunun üzerine kızarak, “İlâh­larımızdan yüz çevirmek demek olan bu hareketinden dolayı bir felâkete uğ­rayacağından korkuyoruz!” dediler.

Bunu demekle de iktifa etmediler; üzerine öylesine var­dı­lar ki Sevgili Pey­gamberimiz daha fazla ısrar edemedi ve istemeye istemeye, sadece amcası Ebû Tâlib’in ve halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe râzı oldu. Fa­kat putun yanına varır varmaz, nur yüzlü Efendimizin bir ara ortadan kaybol­duğunu fark ettiler. Bir müddet sonra yanlarına gelince onu müthiş bir hal içinde gördüler: Benzi sararmış, her halinden korktuğu belli idi.

Amcası ve halaları, kendisine sordular: “Ne oldu sana? Neye uğradın?”

Sevgili Efendimiz, şu cevabı verdi:

“Bana bir fenalık gelmesinden korktum!”

Onlar, “Allah sana kötülük eriştirmez. Sende çok iyi haslet ve meziyetler var. Söyle bakalım, sen ne gördün?” dediler.

Bu sefer Peygamberimiz, şunları anlattı:

“Ben, bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş biri orada peydâ oldu. Bana ‘Yâ Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme!’ diye haykırdı.”[1]

Bu vak’adan sonra, Re­sû­lul­lah Efendimiz, herhangi bir sebep ve saikle put­ların yanına uğramadı ve onların bu bay­ram ve merasimlerine hiçbir zaman katılmadı.

Evet, risâlet vazifesiyle memur edilir edilmez eline tev­hid bayrağını alıp dalgalandıracak bir zât, elbette çocukluğunda ve gençliğinde de tevhid inancı­nın zıddı olan şirkten ve putperestlikten uzak, tertemiz bir hayata sahip bulu­nacaktır.

Cenab-ı Hak, Sevgili Resûlünü, henüz ne teklif, ne memuriyet, hiçbir şeyle alâkalı bulunmadığı zamanlarda bile her türlü çirkinlikten koruyor ve onu hu­susî bir murakabe altında terbiye ediyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz de, “Beni Rabbim terbiye etti; ne güzel terbi
[26.10.2023 22:56] Annem: AILENIN ETKISI
Bugün bilim ve teknolojideki olağanüstü gelişmelerle dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir olay, anında evlerimize misafir olup gündemimizi değiştirebiliyor. Teknolojideki bu baş döndürücü ilerlemeye rağmen insanlık ailesi ise tam olarak huzur ve mutluluğu bulmuş değil. İktisadi imkânların ve gelişmişliğin çare olamadığı ahlâkî bunalım ve buhranlara bulunan sunî reçetelerse, ıstıraplı hâllerin sadece şekillerini değiştirmekle kalıyor. Bir toplumun sağlıklı ve uzun ömürlü oluşu, o toplumu meydana getiren bireylerin ahlâk ve erdem sahibi olmalarına bağlıdır diyebiliriz.İnsanoğlunun güzel ahlâka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğunu görüyoruz. Çünkü toplumsal huzur ve güven, ancak, insanların içine yerleşmiş ahlâk kurallarının işlemesi ile mümkün görülüyor. İslâm inancında olan birisi için güzel ahlâk sadece bu dünya için değil, ahiret yaşantısı için de gerekli bir durum. Biz ebeveynler, emanetçisi olduğumuz çocuklarımızın güzel ahlâkla bezenmiş bir kişilik geliştirmelerini canı gönülden isteriz. Tabii ki bunun gerçekleşmesi için sadece iyi niyet ve güzel temenniler yeterli değildir. Mükellef olunan ebeveynlikle ilgili üzerimizdeki sorumluluğun büyüklüğünce çaba göstermeliyiz. Unutulmamalıdır ki ahlâklı nesiller kendiliğinden yetişmeyecek. Hangi mesleği yapıyor olursa olsun 'önce iyi bir insan' olması için göstereceğimiz samimi gayretlerimiz ancak netice verecektir.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 22:56] Annem: Resulullah (sav), celeb malın pazara gelmeden önce karşılanmasını yasakladı. Kim onu yolda karşılar ve satın alırsa, malın sahibi pazara gelince muhayyerdir (satıştan vazgeçebilir).

Buhari, Büyu 71; Müslim, Büyu 17, (1619); Tirmizi, Büyu 12, (1221); Nesai, Büyu 18, (7, 257); Ebu Davud, Büyu 45, (3437)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:56] Annem: ❝Hulûsî’yâ ser-tâ-kadem sîneleri dolmuş hikem
Hazînetü’r-Rahmân olup cân gözleri açıkların❞

▪ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî

Nesre Çevirisi:

▪ Ey Hulûsî! Can gözleri açık olanların göğüsleri, Rahman'ın hazinesi olup baştan ayağa hikmet dolmuştur.
[26.10.2023 22:56] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Abdullah İbnu Mes'ud anlatıyor: "İslam'ı ilk izhar eden yedi kişi idi: Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Ebu Bekr, Ammar, annesi Sümeyye, Süheyla, Bilal ve Mikdad.Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ı Cenab-ı Hak amcası Ebu Talib'le korudu. Hazreti Ebu Bekr'i Allah kavmi ile korudu. Diğerlerine gelince, müşrikler onları tutup, demirden zırhlar giydirdiler ve vücutlarının yağlarını eritmek üzere kızgın güneşte dağladılar. Bunlardan hiçbiri müşriklerin yaptıklarına dayanamadı, hepsi de onların isteklerine boyun eğmek zorunda  kaldı. Bilal hariçti. Çünkü o, nefsini Allah yolunda  alçalttı da alçalttı. Azab veren kavmi de onu öldürmeyi küçümsediler. Onu tutup çocuklara teslim ettiler. Bu aylak güruh onu Mekke  sokaklarında ve dağ yollarında eziyet vererek dolaştırıp eğlendiler. O, bunlara aldırmayıp: "Allah birdir Allah birdir!" demeye devam etti."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (150) - Hds :(6026)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 22:56] Annem: [Hadis No : 3642]

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Erkeğin hanımını öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa abdest alması gerekir." Bu rivayetin bir benzeri İbnu Mes'ud'dan gelmiştir.

Muvatta, Tahâret 64, (1, 43).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Ayet
Kim Allah'a ve Resülüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.
(Nûr, 24/52)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: “Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.” 

(Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35)
[26.10.2023 22:56] Annem: Ebû Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah’ın (sav) halkın arasında bulunduğu bir gün yanına bir adam geldi... Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Bu (gelen) Cibrîl’dir, insanlara dinlerini öğretmek için geldi.’”
(M97 Müslim, Îmân, 5)
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Dua
Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
(Âl-i İmrân, 3/192)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Hadis
İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız. 
(Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu'l-Kıyâme, 56)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:56] Annem: 23- "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarını barıştırın..." (Hucurât: 49/9). Yüce Allah Bu Döğüşen Kimselere Mü'minler İsmini Verdi.

31 Bize Eyyûb es-Sahtıyânî ile Yûnus ibn Abîd (139), Hasen el-Basrî (110)'den, o da el-Ahnef ibn Kays (67)'tan tahdîs etti. Şöyle demiştir: Şu adama -Buhârî'nin Fiten'deki rivayetinde Peygamber'in amucaoğlu Alî'ye- yardıma gidiyordum. Ebû Bekre beni karşıladı ve:

- Nereye gidiyorsun? diye sordu.

- Şu adama yardım etmek istiyorum, dedim. Ebû Bekre bana:

- Geri dön; çünkü ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim: "İki müslümân kılıçlarıyle karşılaştıkları zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir" buyuruyordu.

- Yâ Rasûlallah! Öldüren böyle; ya ölene ne oluyor? diye sordum.

- "Ölen de arkadaşını öldürmeğe hırslı idi de ondan" buyurdu.

 

 
[26.10.2023 22:56] Annem: Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse size (dünür olarak) geldiğinde onu (kızınızla) nikâhlayın. Böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk çıkar...
(Tirmizî, Nikâh, 3)
[26.10.2023 22:56] Annem: 43- KİTÂBUN FÎ'L-İSTİKRÂZ.

1- Ödünç İsteme, Borçları Ödeme, Hacr, Teflîs Haklarında Bir Takım Bâblar

2- Kendisinin Parası Olmaksızın Yâhud Parası Olup Da Hâzırında Bulunmayarak Borçla Bir Mal Satın Alan Kimse Babı

3- İnsanların Mallarını Ödemek Yâhud Telef Etmek İsteyerek Alan Kimse Babı

4- Borçları Ödeme(Nin Vucûbu) Babı

5- Devenin Ödünç İstenmesinin Cevazı) Babı

6- Alacakların Güzellikle İstenmesi Babı

7- Bâb; Alacaklıya Kendi Devesinden Daha Büyük Olarak Verilir Mi?

8- Borç Ödeyişin Güzel Olması Babı

9- Bâb: (Alacaklının Rızâsı İle) Borçlunun Borcunun Aşağısında (Bir Mikdâr Vererek Borcunun  Tamâmını) Ödediği Yâhud Alacaklı, Alacağının Hepsini Borçluya Halâl Ettiği Zaman Bu Caiz Ve Meşrû'dur

10- Bâb: Borçlu, Hurmayı Hurma İle Yâhud Hurmayı Arpa, Buğday Gibi Hububat İle Takas Ederek Yâhud ' Mahsûlü Ölçüp Tartmakşızın Tahmin Eyleyerek :  Alacaklıya Borç Ödediği Zaman (Bu Caizdir)

11- Borca Girmekten Allah'a Sığınan'kimse Babı

12- Borç Bırakarak Ölen Kimsenin Cenaze Namazı Babı

13- Bâb: Zengin Kişinin Borcunu Ödemeyi Uzatması Zulümdür

14- Bâb: Hakk Sahibinin Söz Söyleme Hakkı Vardır ,

15- Bâb; Bir Kimse Satma, Ödünç Verme, Emânet Bırakma Suretlerinden Biri İle Elinden Çıkardığı Kendi Malını İflâs Etmiş Bir Şahsın Yanında Bulduğu Zaman, 0 Kimse Bu Malı Geri Almaya Başka Alacaklılardan Daha Haklıdır

16- Alacaklının, Hakkını İstemesini Yarına Veya İki Üç Güne Kadar Geri Bırakıp Da Bu Geri Bırakmayı Matl (Yânî Borç Ödemeyi Uzatma) Görmeyen Kimse Babı

17- İflas Etmiş Kimsenin Yâhud Fakirin Malını Satıp Da Bedelini Alacaklılar Arasında Bölüştüren Yâhud 0 Bedeli Kendisine Ve Yakınlarına Harcamasi İçin Müflise Ve Fakire Veren Kimse Babı

18- Bâb: Bir Adam, Bir Kimseye Belli Bir Müddete Kadar Ödünç Verdiği Yâhud Satış Akdinde Bedel İçin Bir Müddet Ta'yîn Ettiği Zaman (Bu Caizdir)

19- Borçtan Bir Kısmının İndirilmesi Hususunda : Şefaat Edilmesi Babı

20- Mal Zayi' Etmekten Nehyedilmesi Babı

21- Bâb: Hizmetçi, Efendisinin Malında (Koruma İle Vazifeli) Bir Güdücüdür. Hizmetçi O Malda Efendisinin İzni Olmadan Tasarruf Yapamaz


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

43- KİTÂBUN FÎ'L-İSTİKRÂZ
(Ödünç İsteme Hakkında Kitâb) [1]

1- Ödünç İsteme, Borçları Ödeme, Hacr, Teflîs Haklarında Bir Takım Bâblar [2]
2- Kendisinin Parası Olmaksızın Yâhud Parası Olup Da Hâzırında Bulunmayarak Borçla Bir Mal Satın Alan Kimse Babı [3]
1-.......Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S) ile beraber gaza ettim. (Dönüşte) Peygamber (bindiğim durgun deve için) bana:

—  "Deven hakkında nasıl düşünüyorsun; bunu bana satar mı­sın?" dedi.

Ben de:

—  Evet satarım, dedim ve deveyi Peygamber'e sattım.

Peygamber Medine'ye gelince kuşluk vakti deveyi kendisine ge­tirdim. Bana devenin bedelini (ziyadesiyle) verdi (sonra deveyi de ih­san buyurdu) [4].

2-.......Âişe(R)'den: Peygamber (S) -Ebu'ş-Şahm denilen- bir

Yahudi'den (beli) bir müddete kadar va'de ile bir mikdâr buğday satın aldı. ye demirden bir zırhı ona rehin verdi [5].

3- İnsanların Mallarını Ödemek Yâhud Telef Etmek İsteyerek Alan Kimse Babı [6]
3-.......Ebû Hureyre(R)'den: Peygamber (S) şöyle buyurmuş­tur: "Her kim insanların mallarını ödemek isteyerek (bir muamele sebebiyle) alırsa, Allah o kimseye ödemeyi müyesser kılar. Her kim de halkın mallarım telef etmeyi kasdeyleyerek alırsa, Allah da onu telef eyler" [7].

4- Borçları Ödeme(Nin Vucûbu) Babı
Ve Yüce Allah şöyle buyurdu: "Şübhesiz ki Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmeylemenizi emreder. Allah bununla size, gerçek ne güzel Öğüt veriyor. Şübhe yok ki Allah hakkıyle işitici, hakkıyle görücüdür" (en-Nisâ: 58) [8].

4-.......Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben (bir seferde) Peygamber'in beraberinde bulundu
[26.10.2023 22:56] Annem: - عَنِ الزُّهْرِىِّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- إِنَّ لِكُلِّ دِينٍ خُلُقًا  وَخُلُقُ الإِسْلاَمِ الْحَيَاءُ

- زهررى (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- هر دينك بر اخلاقى واردرـ اسلامك اخلاقى ده حيادر

- Zührî (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Her dinin ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı da hayâdır.

- Sünen-i İbn-i Mace, Kitabü’z-Zühd, h. 4181
[26.10.2023 22:56] Annem: Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân, 3/102)
[26.10.2023 22:56] Annem: 48/Fetih
10 - Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.
[26.10.2023 22:56] Annem: KADER BÖLÜMÜ   2

UMUMİ AÇIKLAMA   2

KADER VE KAZA   3

* Kader ve Kaza Ne Demektir?  3

KADERE İMAN   4

KADERLE AMEL   5

KADERLE AMEL   8

KADERE RIZA   15

ÇOCUKLARIN HÜKMÜ   16

KADERİYE'NİN ZEMMİ 19


KADER BÖLÜMÜ
(Bu bölümde beş fasıl vardır)

*

BİRİNCİ FASIL

KADERE İMAN

*

İKİNCİ FASIL

KADERLE AMEL

*

ÜÇÜNCÜ FASIL

KADERE RIZA

*

DÖRDÜNCÜ FASIL

ÇOCUKLARIN HÜKMÜ

*

BEŞİNCİ FASIL

KADERİYE FIRKASININ ZEMMİ

UMUMİ AÇIKLAMA

Kader İslam itikadının altı esasından biridir. Hayır ve şer her şeyin Allah'ın takdiri ve bilgisi tahtında cereyan ettiğini, tesadüfün olmadığını ifade eder. Ragıb, lügat açısından bu kelimenin  kudret ve ilimle olan makdura delalet ettiğini söyler.

Kaza kelimesine gelince, bu da kadere yakın bir  mânada kullanılmıştır. Alimler değişik ifadelerle ikisi arasındaki farkı belirtmeye çalışırlar.

* Kirmani'ye göre kaderden murad, Allah'ın hükmüdür.

* Ulema çoğunluk itibariyle, "Kaza: Allah'ın ezelde verdiği küllî icmalî hükmüdür. Kader ise, bu külliyatın tafsilatı ve cüziyyatıdır"  demiştir.

* Ebu'l-Muzaffer İbnu's-Sem'ani der ki: "Bu meselenin bilinmesi sırf kıyas ve  akılla olmaz, Kitap ve sünnetle olur. Dolayısıyla tevkifîdir. Öyleyse kim tevkiften (yani Kitap ve sünnetin  açıklamasından) dışarı çıkar, şahsî yoruma kaçarsa dalalete düşer ve şaşkınlıklar deryasında boğulur. Aklını ve kalbini tatmin edecek  doyurucu bir neticeye ulaşamaz. Çünkü kader, Allah'ın sırlarından biridir. O'nun ilmini alîm ve habir olan Zat-ı Zülcelal kendine mahsus  kılmış kaderin önüne perdeler koymuştur. Sadece Allah tarafından bilinen  hikmetler sebebiyle, kader bilgisi insanların akıl ve irfanlarından uzak tutulmuştur. Kaderi bu sebeple, ne mürsel bir peygamber ne de mukarreb bir melek bilemez. Bazı alimler: "Kaderin sırrı onlara da cennete girdikleri zaman açılır, cennete girmezden önce onlara da  açılmaz" demiştir."

İbnu Hacer'den kaydettiğimiz bu açıklamaların her zaman için canlılığını muhafaza eden bir meselede bazı sorularımızı çözmede yetersiz olacağı açıktır. Bu sebeple, bu mesele üzerine, günümüz insanını aydınlatma maksadıyla kaleme alınmış Kader Nedir? adlı bir kitaptan, kaza ve kaderin ne olduğunu açıklayan bir pasajı okuyucularımıza aynen aktarıyoruz. Eserin tamamı, bu meseleyi etraflıca tahlil etmede ve bütün meselelerde ikna edici açıklamalar sunmaktadır. Eser, halk için hazırlanmış olması sebebiyle, eski alimler tarafından yapılan açıklamaların zorluğu bunda yoktur. Her mesele misallerle zenginleştirilmiş ve kolaylaştırılmıştır[1].[2]

KADER VE KAZA

* Kader ve Kaza Ne Demektir?
Kader ve kaza meselesi, bütün İslam alimlerinin ve felsefecilerinin fikirlerini uzun zaman meşgul etmiştir. Fıkıh ilminin hikmet ve esaslarını ortaya koyan büyük müçtehidler de bu mesele ile yakından ilgilenmişler ve kadere imanın, iman ve İslamiyet'in bir kalesi hükmünde olduğunu belirtmişlerdir. Bu zatlar ilim, irade, kudret gibi kemal sıfatlara sahip olan Allahü Azimüşşan'a iman eden her bir mü'minin, bu iman hakikatini de kabul etmesinin zaruri olduğunu ifade etmişlerdir.Kader ve kaza, Cenab-ı Hakk'ın irade ve kudret sıfatlarının zaruri bir lazımıdır. Zîra şu kainatın ve içinde cereyan eden hâdiselerin tamamı bir ilme dayandığı gibi, meydana gelmeleri de bir kudretle gerçekleşmiştir. Onları bilen ve yaratmaya kudreti yeten zat, onların yokluktan varlığa çıkmalarını irade etmiştir. İşte, Hazret-i Allah'ın ilmi, kudreti, iradesi ve diğer sıfatlarıyla yarattığı bu kainat ve şu hadiseler, elbette ki bir tayin ve takdire, bir plan ve esasa dayanmaktadır. En kısa ifadesiyle, kader  bu planın takdir edilmesi, kaza ise icra edilmesi, yani yerine getirilmesi demektir. Kader ve kaza daha geniş olarak şöyle tarif edilmektedir:

Kader, varlıkların ve hâdiselerin bütün halleri ve vasıfları
[26.10.2023 22:56] Annem: عَنْ إِبْنِ عَبَّاسٍ وَ أنس بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّه عَنْهمَا أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : لَوْ أن لاِبْنِ آدَمَ وَادِيًا مِنْ ذَهَبٍ أحب أن يَكُونَ لَهُ وَادِيَان, وَلَنْ يَمْلأ فَاهُ إلا التُّرَابُ, وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ .

İbn Abbâs ve Enes bin Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Adem oğlunun bir vadi dolusu altını olsa bir vadi daha ister, onun ağzını topraktan başka birşey doldurmaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.”

(Buhârî, Rikâk 10; Müslim Zekat 116 119)
[26.10.2023 22:56] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، قَالَ حَدَّثَنَا غُنْدَرٌ، قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، عَنْ أَبِي جَمْرَةَ، قَالَ كُنْتُ أُتَرْجِمُ بَيْنَ ابْنِ عَبَّاسٍ وَبَيْنَ النَّاسِ فَقَالَ إِنَّ وَفْدَ عَبْدِ الْقَيْسِ أَتَوُا النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ ‏"‏ مَنِ الْوَفْدُ ـ أَوْ مَنِ الْقَوْمُ ‏"‏‏.‏ قَالُوا رَبِيعَةُ‏.‏ فَقَالَ ‏"‏ مَرْحَبًا بِالْقَوْمِ ـ أَوْ بِالْوَفْدِ ـ غَيْرَ خَزَايَا وَلاَ نَدَامَى ‏"‏‏.‏ قَالُوا إِنَّا نَأْتِيكَ مِنْ شُقَّةٍ بَعِيدَةٍ، وَبَيْنَنَا وَبَيْنَكَ هَذَا الْحَىُّ مِنْ كُفَّارِ مُضَرَ، وَلاَ نَسْتَطِيعُ أَنْ نَأْتِيَكَ إِلاَّ فِي شَهْرٍ حَرَامٍ فَمُرْنَا بِأَمْرٍ نُخْبِرْ بِهِ مَنْ وَرَاءَنَا، نَدْخُلُ بِهِ الْجَنَّةَ‏.‏ فَأَمَرَهُمْ بِأَرْبَعٍ، وَنَهَاهُمْ عَنْ أَرْبَعٍ أَمَرَهُمْ بِالإِيمَانِ بِاللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَحْدَهُ‏.‏ قَالَ ‏"‏ هَلْ تَدْرُونَ مَا الإِيمَانُ بِاللَّهِ وَحْدَهُ ‏"‏‏.‏ قَالُوا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ‏.‏ قَالَ ‏"‏ شَهَادَةُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامُ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءُ الزَّكَاةِ، وَصَوْمُ رَمَضَانَ، وَتُعْطُوا الْخُمُسَ مِنَ الْمَغْنَمِ ‏"‏‏.‏ وَنَهَاهُمْ عَنِ الدُّبَّاءِ وَالْحَنْتَمِ وَالْمُزَفَّتِ‏.‏ قَالَ شُعْبَةُ رُبَّمَا قَالَ النَّقِيرِ، وَرُبَّمَا قَالَ الْمُقَيَّرِ‏.‏ قَالَ ‏"‏ احْفَظُوهُ وَأَخْبِرُوهُ مَنْ وَرَاءَكُمْ ‏"‏‏.‏

Ebu Cemre şöyle demiştir: İbn Abbas Benî Abdülkays heyeti Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sordu: "Bu topluluk (bu heyet) kimdir? Sahabîler: "Onlar, Rebîa'dır" dediler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Merhaba (hoş geldiniz). Allah sizi utandırmasın, pişman etmesin" buyurdu. Onlar şöyle dediler: "Ey Allah'ın elçisi! Biz senin yanına ancak Haram aylarda gelebiliyoruz. Bizimle senin aranda Mudar kabilesinin kâfirlerinden falanca kabile var. Bize öyle kesin bir şey söyle ki bunu akrabalarımızdan geride bıraktıklarımıza bildirelim ve bununla (bunu yaptığımızda) cennete girelim". Ayrıca içecekler hakkında da soru sordular. Nebi s.a.v. onlara dört şeyi emretti, dört şeyi yasakladı. Onlara; yalnızca Allah'a inanmayı emrederek şöyle sordu: "Yalnızca Allah'a inanmak nedir bilir misiniz?" Onlar: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Nebi s.a.v. şöyle buyurdu: (Yalnızca Allah'a iman ) Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak ve ganimetin beşte birini (devlet hazinesine) vermeniz demektir'. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara şu dört şeyi (kullanmayı) yasakladı: Şarabın içinde saklandığı sırmalı sırmasız Hantem, Dübbâ, Nekîr, Müzeffet (mukayyer de demiş olabilir) gibi kaplardır. Onlara şöyle dedi: "Bunları ezberleyin ve geride kalanlarınıza da bildirin

Grades:

Reference: Sahih Buhari 87
In-book reference: Kitap 3, Hadis 29

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 22:56] Annem: Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
[26.10.2023 22:56] Annem: “…Allah’tan sakınsınlar ve
doğru söz söylesinler.” (Nisa, 
4/9.) ve benzeri ayetler, dilimizi 
nasıl istikamet üzere tutacağı-
mızı göstermektedir.
Azalarımızı da önce içki, ku-
mar, zina, faiz ve adam öldür-
me gibi Allah’ın yasakladığı 
tüm işleri terk ederek; namaz, 
oruç, zekât, iyi muamele, cö-
mertlik gibi emrettiklerini yeri-
ne getirerek müstakim kılarız.
Hayatımızı şekillendiren ve o-
dak noktasını oluşturan kalp, 
dil ve organlarımızın istikamet 
üzere olmasıyla hem Allah’ın 
sevdiği bir kul hem de tüm 
peygamberlerin ve Peygambe-
rimizin izinden giden bir mü-
min oluruz.  
Son olarak, Mevlid-i Nebi te-
ması özelinde sormak isti-
yoruz. Günümüz insanının 
Kur’an’ın ifadesiyle “en gü-
zel örnek”e olan ihtiyacı ma-
lumdur. Resulüllah’ın (s.a.s.) 
örnek yaşantısını günlük ha-
yatımıza nasıl yansıtabiliriz? 
Bunun için neler yapmalıyız?
Tüm hayatı en ayrıntılı olarak 
tespit edilebilen Hz. Peygam-
ber’in (s.a.s.), sahabe baş-
ta olmak üzere bütün ümmeti 
için örnek insan olduğu “üsve-i 
hasene (en mükemmel bir ör-
nek)” kavramıyla belirtilmiştir. 
(Ahzab, 33/21.) Bütün fikir, söz ve 
fiillerinde ona uymaya çalışan 
sahabiler, sadece onun izini 
takip etmemişler, onun örnek 
hayatını bizlere aktarmışlardır. 
Saadet asrı olarak kabul etti-
ğimiz Hz. Peygamber dönemi, 
bizim için dikkatlice okunma-
sı, anlaşılması ve yaşanma-
sı gereken bir dönemdir. Bu 
dönemde, Peygamberimizin 
eğitiminden geçen sahabiler, 
insanlar arasında ayrımcılı-
ğa yol açan sosyal statüyü or-
tadan kaldırmışlar, aralarında 
İslam’ın öngördüğü kardeş-
lik esaslarını istikamet üzere 
uygulamışlardır. Her türlü ca-
hiliye âdetini toprağa gömen 
İslam’ı istikamet üzere hayat-
larında uygulayan bu güzide 
ve güzel insanlar topluluğunun 
hayatı, günümüzde bizim şu 
zamandaki hastalıklı ilişkile-
rimize de deva olacaktır. İsti-
kamet üzere hayat yaşamanın 
zorluğu vardır ama gayretle-
rimiz bu zorluğu yenmek için 
olmalıdır. İstikametin yolu da 
yine asr-ı saadette yaşanan 
güzel hayatlardan geçiyor.
Siyer ve hadis kitaplarında 
ayrıntılı olarak anlatılan Pey-
gamberimizin örnek hayatı, 
günümüz insanının istikamet 
üzere yürümesini sağlayacak 
pek çok örnekle doludur. Ön-
celikle, Peygamberimizin ha-
yatını ve sünnetini öğrenmek 
için siret ve hadis kitapları o-
kunmalıdır. Okumalar esnasın-
da, öğrenilen her yeni davranış, 
hemen hayatımızda uygulan-
malıdır. Günlük hayatımızı Hz. 
Peygamber’in hayatına ben-
zetmek, onun davranışlarını 
hayatımızda uygulamak, bize 
onun örnek yaşantısıyla hem-
hâl olma imkânını sunar ve 
manevi bir güç verir. 
Merhamet, nezaket, zarafet 
timsali, sabrın ve müsamaha-
nın en mükemmel temsilci-
si olan Peygamberimiz (s.a.s), 
Allah’ın dinini tebliğ ederken 
çok çalışmış ve bu yolda çok 
sabırlı, çok nazik ve çok müsa-
mahalı davranmıştır. Peygam-
ber Efendimiz (s.a.s.) insanları 
kaybetmeyi değil, kazanmayı 
hedeflemiş, onların kurtuluşu 
için ömrünü adamıştır.
Mevlid-i Nebi vesilesiyle Hz 
Peygamber’in istikamet üze-
re olan yaşantısı öğrenilip uy-
gulandığında bireyler arasında 
sevgi, saygı ve kardeşlik duy-
guları güçlenecek, daha mutlu 
ve huzurlu bir toplum olmanın 
mümkün olduğu kolayca anla-
şılacaktır.
Öz Geçmiş
Aslen Rize’li olan Prof. Dr. Yakup Civelek, 
1961 Giresun doğumludur. 1984 yılında An-
kara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden me-
zun oldu. 1981-1985 yılları arasında Diyanet 
İşleri Başkanlığında görev yaptı. 1985-1993 
yılları arasında öğretmenlik yaptı. 1992 yı-
lında Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fa-
kültesi Doğu Dilleri Bölümü’ndeki Doktora 
öğrenimine başladı. 1993 yılında Yüzüncü 
Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve 
Belagati Anabilim Dalında araştırma görevlisi 
oldu. 1995 yılında bir yıl süreliğine Mısır’a git-
ti. “Ahmed Fâris es-Sidyâk, Hayatı-Eserleri ve 
el-Cevâib Gazetesi” adlı doktora tezini 1997 
yılında tamamladı. 1998 yılında yardımcı do-
çent, 2005 yılında da doçent oldu. Kırgızistan 
Osh Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesin-
de, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında mi-
safir öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2010 
yılında Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesine 
naklen geçiş yaptı, Şubat 2012’de profesör 
ünvanını aldı. 
2013 yılında Ankara Yıldırım Beyazıt Üniver-
sitesi İslami İlimler Fakültesi Arap Dili Ana-
bilim Dalı başkanı oldu. Aynı yıl yeni kurulan 
Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesine 
kurucu dekan olarak atandı. 
2018-2019 yılları arasında Mısır’ın başkenti 
Kahire’de eğitim müşavirliği görevinde bu-
lunan Civelek, 2022 yılı ekim ayında Ankara 
Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler 
Fakültesine geçiş yapmış olup halihazırda 
aynı fakültenin dekanlığını yürütmektedir. 
Arap dili ve edebiyatı alanında yayımlanmış 
kitapları ve makaleleri, araştırmaları bulunan 
Yakup Civelek, evli ve ikiz kız babasıdır.
Aylık Dergi | Eylül 2023 21
SÖYLEŞİ
[26.10.2023 22:56] Annem: Allah'ım! Hidayet ettiğin kimselerle birlikte bana da hidayet et, afiyet verdiğin kimselerle birlikte bana da afiyet ver, yüz çevirdiğin kimselerden benim de yüz çevirmemi nasip et, bana verdiğin nimetleri bereketli kıl... 
(İbn Hıbban, "Ed'ıye", No: 945)
[26.10.2023 22:56] Annem: Bilim 
Postası
Yazan 
Şahin Bodur
20 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
<
KODLAMA VE HALI 
DOKUMACILIĞI
//
Halı dokumacılığı ve kodlama, farklı alanlar gibi görünse de 
aslında birçok benzer yöne sahiptir. Halı dokumacılığı, renkli 
iplikleri bir araya getirerek desenler oluşturmayı içeren geleneksel 
bir sanattır. Öte yandan kodlama, bilgisayar programları 
oluşturmak için komutları bir araya getirerek bir programlama 
dilinde yazmayı içerir. 
{10101001}
Günümüzde teknoloji hayatımızın önemli bir parçası hâline 
geldi. Bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler ve daha birçok 
cihaz artık günlük yaşantımızın vazgeçilmez birer parçası. 
Peki, bu teknolojilerin nasıl çalıştığını hiç merak ettiniz mi?
Teknolojik cihazların, oynadığımız oyunların, kullandığımız 
programların arka planında farklı kodlar vardır. Bu 
kodların çalışması ile geleneksel halk sanatımız olan halı 
dokumacılığının bazı ortak yönleri var. 
= ;
[26.10.2023 22:56] Annem: Dua, ibadetin özüdür. - Tirmizî, De'avât, 1
[26.10.2023 22:56] Annem: İnanıp salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine sokacaktır. İşte bu apaçık başarıdır. - Câsiye - 30. Ayet
[26.10.2023 22:56] Annem: Sünnetleri
42- Farz haccın sünnetleri şunlardır:
1) İhrama girerken gusletmek veya abdest almak. Bu yıkanma, yalnız temizlik maksadı iledir. Bundan dolayı hac için ihrama girecek bir kadın adet görmekte veya lohusa ise, temizlik için yıkanması sünnettir.
2) İhramın sünneti niyetiyle iki rekât namaz kılmak. Bu namazın ilk rekâtında "Kâfırûn" sûresinin ve ikinci rekâtında "İhlâs" sûresini okumalıdır.
3) İhram için beyaz ve temiz iki parçadan ibaret örtüye burünmek. Bunların yenisi ve beyaz renklisi, yıkanmışından ve başka renklerden daha iyidir.
4) İhramdan önce gülyağı gibi hoş koku sürünmek.
5) İhramdan sonra her seher vaktinde, her namaz kılışta, her yokuşa çıkışta ve inişte, her yolcu kafilesi ile karşılaşmada orta bir sesle üç defa Telbiye getirmek (Lebbeykallahümme Lebbeyk... demek).
6) Telbiyelerden sonra, Peygamber Efendimize çokça salât ve selâm okumak.
7) Salât ve selâmdan sonra Yüce Allah'a yalvarmak ve özellikle şu duayı (*) okumak.
İmam Muhammed'e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstahabdır. Bununla beraber Peygamber Efendimizden nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak güzeldir.
8) Mekke-i Mükerreme'ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kabe'yi görünce dua etmek, Beytullah'ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak.
9) Afakî olanlar (Mikat dışından gelenler) için kudüm tavafı yapmak geç kalıp da Mekke'ye girmeden Arafat'a çıkanlardan bu Kudüm tavafı düşer.
10) Mekke'de bulundukça zaman zaman nafile olarak tavaf etmek.
11) Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin "Remel" yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına bir işarettir.
Resûllüllah Efendimiz kaza olarak yerine getirdikleri Umre haccı esnasında ashab-ı kiramla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashab-ı kiramın zayıf düştüklerini sanan Mekke'lilere müslümanların kuvvet ve yiğitliğini göstermek istemişti. Peygamberimizin bu sünneti hâlâ uygulanmaktadır.
Bu Remel, Kudüm Tavafında yapılabilirse de, Ziyaret Tavafında yapılması daha faziletlidir. Sader Tavafında ise yapılmaz.
13) Safa ile Merve arasında Sa'y ederken oradaki iki yeşil direk (ışık) arasını erkeklerin koşarak geçmeleri ve sonra yavaşlamaları.
Bu hızlı yürüyüşe "Hervele" denilir.
14) Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke'de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menasiki) öğretmek.
15) Zilhicce'nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke'den Mina'ya çıkmak ve o gece Mina'da kalmak. Mina Harem Bölgesindedir.
16) Zilhicce'nin dokuzuncu günü, güneşin doğuşundan sonra Mina'dan Arafat'a çıkmak.
Arafat'da en büyük İslâm idarecisi veya onun görevlendireceği kimse, öğle namazı ile ikindi namazını birlikte olarak öğle vaktinde kıldırır. Zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife'de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir.
17) Kurban Bayramının ilk gününde bir hutbe okumak ve haccın geri kalan görevlerini anlatmak. Bu hutbe ile beraber üç hutbe okunmuş oluyor.
18) Arafat ve Müzdelife'de kılınan namazlarda yalvarıp yakararak dua etmek ve göz yaşları dökmek veya döker gibi bir tavır takınmak. Hem kendisi, hem de ana-babası için ve bütün müslümanlar için hayırlı dualar yapmak.
Arafat, Harem bölgesi dışında bulunan bir sahadır. Burada hacıların duruşu cuma gününe rastlasa, cuma namazı kılınmaz.
19) Güneşin batışından sonra Arafat'dan yavaş yavaş inmek. Müzdelife'ye varıldığı zaman gelip geçenlere engel olmamak için vadiden yüksekçe bulunup "Meş'ar-i Haram" denile
[26.10.2023 22:56] Annem: “Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah’a tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlerine koyar…” - Tahrim, 66/8
[26.10.2023 22:56] Annem: Hz. Peygamber (s.a.s) engellileri topluma kazandırmaya ve üretken olmalarını sağlamaya çalışmıştır. Hz. Peygamber, görme engelli olan ve hicretten önce Medine’de Kur’an öğreticisi olarak görev yapan Abdullah b. Ümmü Mektûm’u, Mescid-i Nebevî’de müezzin olarak görevlendirdiği gibi, Veda Haccı’na ve Uhud Savaşı’na gidişi de dahil, çeşitli zamanlarda Medine dışına çıktığında 13 defa Medine’de kendi yerine vekil bırakmış, namazları o kıldırmıştır. Hz. Peygamber, önde gelen sahâbîlerden Muaz b. Cebel’i ortopedik özrü olmasına rağmen Yemen’e vali olarak göndermiştir. Engellilerin gerek bu vazifelerde görevlendirilmelerinde, gerek savaşlara katılmalarına izin verilmesinde ve Hz. Peygamber’in görme engelli sahâbîlerin cemaate devam etmelerini ısrarla istemesinde, onların toplumdan tecrit edilmemeleri anlayışı vardır. Biz de engelli kardeşlerimizin toplumsal hayata katılmaları için hayatı onlara kolaylaştıralım. Özellikle cadde, sokak ve devlet dairelerine, camilere rahat girip çıkmalarını sağlayalım. Ulaşım vasıtalarını kullanmada kolaylaştırıcı düzenlemeler yapalım. - HZ. PEYGAMBER VE ENGELLİLER
[26.10.2023 22:56] Annem: , molla hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Dünyâyı seven ve ilmi, dünyâyı kazanmağa harc eden kötü ilm adamlarının zararını bildirmekde ve dünyâya düşkün olmayan âlimleri medh etmekdedir:

Âlimlerin dünyâyı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine siyâh leke gibidir. Böyle olan ilm adamlarının, insanlara fâidesi olur ise de, kendilerine olmaz. Dîni kuvvetlendirmek, islâmiyyeti yaymak şerefi, bunlara âid ise de, ba’zan kâfir ve fâsık da, bu işi yapar. Nitekim, Peygamberlerin efendisi “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” kötü kimselerin de, dîni kuvvetlendireceğini haber vermiş ve (Allahü teâlâ bu dîni, fâcir kimselerle de, elbette kuvvetlendirir) buyurmuşdur. Bunlar, çakmak taşına benzer. Çakmak taşında enerji vardır. İnsanlar bu taşdaki kudretden ateş yapar, istifâde eder. Taşın ise, hiç istifâdesi olmaz. Bunların da ilmlerinden kendilerine fâide olmaz. Hattâ, bu ilmleri, kendilerine zararlıdır. Çünki, kıyâmet günü, bilmiyorduk, günâh olduğunu bilseydik yapmazdık diyemezler. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kıyâmet gününde, en şiddetli azâb görecek kimse, Allahü teâlânın kendi ilminden, kendisini fâidelendirmediği âlimdir). Allahü teâlânın kıymet verdiği ve herşeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevkı’ kapmağa ve başa geçmeğe vesîle edenlere, bu ilm zararlı olmaz mı? Hâlbuki, dünyâya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği birşeydir. O hâlde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harc etmek, çok çirkin bir işdir. Onun kıymet verdiğini kötülemek, sevmediğini de kıymetlendirmek, yükseltmek demekdir. Açıkçası, Allahü teâlâya karşı durmak demekdir. Ders vermek, va’z etmek ve dînî yazı, kitâb, mecmû’a çıkarmak, ancak, Allah rızâsı için olduğu vakt ve mevkı’, mal ve şöhret kazanmak için olmadığı zemân fâideli olur. Böyle hâlis, temiz düşünmenin alâmeti de, dünyâya düşkün olmamakdır. Bu belâya düşmüş, dünyâyı seven din adamları, hakîkatda dünyâ adamlarıdır. Kötü âlimler bunlardır. İnsanların en alçağı bunlardır. Din, îmân hırsızları bunlardır. Hâlbuki bunlar, kendilerini din adamı, âhiret adamı ve insanların en iyisi sanır ve tanıtır. Sûre-i Mücâdelede, (Onlar, kendilerini müslimân sanıyor. Onlar son derece yalancıdır. Şeytân onlara musallat olmuşdur. Allahü teâlâyı hâtırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar. Şeytâna uymuşlar, şeytân olmuşlardır. Biliniz ki, şeytâna uyanlar ziyân etdi. Ebedî se’âdeti bırakıp sonsuz azâba atıldı) meâlindeki âyet-i kerîme bunlar içindir. Büyüklerden biri şeytânı boş oturuyor, insanları aldatmakla uğraşmıyor görüp, sebebini sorar. Şeytân cevâb olarak, (Zemânın din adamı geçinen, kötü âlimleri, insanları yoldan çıkarmakda, bana o kadar yardım ediyor ki, bu mühim işi yapmama lüzûm kalmıyor) demişdir. Doğrusu, zemânımızda islâmiyyetin emrlerini yapmakdaki gevşeklikler ve insanların dinden yüz çevirmesi, hep din adamı perdesi altında söylenen sözlerden, yazılardan ve bu adamların bozuk niyyetlerinden dolayıdır. [Din adamları üç kısmdır: Akl sâhibi, ilm sâhibi, din sâhibi. Bu üç sıfatı da birlikde taşıyan din adamına (Din âlimi) denir. Bir sıfatı noksân olursa, onun sözüne güvenilmez. İlm sâhibi olmak için, akl ve nakl ilmlerinde mütehassıs olmak lâzımdır.]

Dünyâya gönül kapdırmıyan, mal, mevkı’, şöhret kazanmak, başa geçmek sevdâsında olmıyan din âlimleri, âhıret adamlarıdır. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” vârisleri, vekîlleridir. İnsanların en iyisi bunlardır. Kıyâmet günü, bunların mürekkebi, Allahü teâlâ için cânını veren şehîdlerin kanı ile dartılacak ve mürekkeb, dahâ ağır gelecekdir. (Âlimlerin uykusu ibâdetdir) hadîs-i şerîfinde medh edilen, bunlardır. Âhıretdeki sonsuz ni’metlerin güzelliğini anlıyan, dünyânın çirkinliğin
[26.10.2023 22:56] Annem: "Ümmetim(in ferdleri arasında) ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir. Onlar içinde Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya cihetiyle en şiddetli olanı Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz İbnu Cebel'dir. Ferâizi en iyi bilen Zeyd İbnu Sâbit'tir. Kur'ân okumasını en iyi bileni Übey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh'dır. Ebu Zerr'den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi."

Hz. Ömer radıyallahu anh (hased etmişçesine): "Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

"Evet. Bu hasletleri onda var bilin!" buyurdular."

Tirmizi, Menakıb (3793, 3794).

4340 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ben aranızda ne kadar kalacağımı bilemiyorum. Benden sonra "iki'ye uyun" dedi ve Ebu Bekr ile Ömer'e işaret etti. (Sözlerine devam ederek): "Ammar'ın davranışlarını örnek alın. İbnu Mes'ud ne söylemişse tasdik edin" buyurdu.

Tirmizi, Menakıb (3804).

4341 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Geceleyin (rüyamda) bana salih bir adam gönderildi. Sanki Ebu Bekr, Resulullah'a yamanmış gibiydi, Ömer de Ebu Bekr'e yamanmış gibiydi. Osman da Ömer'e yamanmış gibiydi
[26.10.2023 22:56] Annem: " ölçüsünde olarak lügatta kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmak veya kıymetlendirmek ve devam ettirmek veya dikkat ederek yapma anlamlarına geldiğinden, namazla ilgisinde bu mânâların birinden veya ortak noktalarından belîğ bir istiare yapılmış ve bunun için bir kelimelik "namaz kılarlar" yerine, iki kelimelik "namazı ikame ederler" seçilmiştir. İlk önce "dikmek" veya "doğrultmak" mânâlarını düşünelim: Bu bize "Namaz dinin direğidir." hadis-i şerifini hatırlatır. Bu hadiste din, yüksek bir binaya benzetiliyor ve namaz aynı o binanın direği gösteriliyor ki, iman da o binanın temelidir. Buna "istiare-i mekniye" ve "istiare bi'l-kinaye" (kinaye ile istiare) denilir. Bu âyette de namaz cemaat ile kaldırılabilecek büyük bir direğe benzetiliyor ve onun güzelce dikilmesi veya doğrultulması suretiyle o yüksek binayı dinin inşa, koruma ve devam ettirilmesinin

gereği anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır. Namazın büyük faydalarını hesap etmek mümkün değildir. Fakat en ufak ahlâkî faydası bilfiil büyüklenmeyi kırmak, kardeşliğe hazırlanmak, Allah rızası için iş yapmaya alışmaktır. Bunun için namazda giyinebileceği en güzel ve en temiz elbisesini giymek ve kendine gurur vermesi düşünülen bu hal içinde örtülecek nice

ayıpların bulunduğunu düşünüp, yüzünü yani alnını ve burnunu yerlere koyarak, kalbinde iman ettiği Allah huzurunda o kibir ve gururu kırarak defalarca secdeye
[26.10.2023 22:56] Annem: Cabir der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanından kalktığımız zaman dedik ki: "(Rüyanın yorumu şöyle olmalıdır:) "Oradaki salih kimse Resûlullah'tır. Onların birbirlerine yamanmaları, Allah'ın, peygamberiyle gönderdiği işin (dinin) sorumluları olmalarıdır."

Ebu Davud, Sünnet 9, (4639).

4342 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ben kendimi cennete girmiş gördüm. Derken Ebu Talha'nın hanımı Rumeysa ile karşılaştım (radıyallahu anhüma). Bir de hışırtı kulağıma geldi.

"Bu kim(in hışırtısı)?" dedim.

"Bilal(in)!" dediler. Avlusunda bir cariye bulunan bir köşk gördüm.

"Bu kime ait?" dedim.

"Ömer İbnu'l-Hattab'ındır!" dediler. İçine girip bakmayı arzu ettim. Ancak senin kıskanç olduğunu hatırladım ve geri döndüm!"

Ömer, bu söz üzerine ağladı ve:

"Sana karşı da mı kıskanç olacağım ey Allah'ın Resûlü!" dedi."

Buhari, Ta'bir 31, 32, Bed'ü'l-Halk 9, Fezailu'l-Ashab 19, Nikah 107; Müslim, Fezailü's-Sahabe 21, (2395).

4343 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ey Bilal! Ne ile benden önce cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını
[26.10.2023 22:56] Annem: zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olmamı
[26.10.2023 22:56] Annem: AZÎZ (El-Azîz)

Ana Sayfa
A
AZÎZ (El-Azîz)
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O’na şiddetle ihtiyâcı olan.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz’dir. Hakîm’dir (hikmet sâhibidir). (Bekara sûresi: 209)
Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî)
2- Kıymetli, şerefli, üstün.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: Ey Muhammed! De ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi: 26)
Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet’ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder
(alçaltır). (Hazret-i Ömer)
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz.
Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ)
Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını saymaz, affeder. Onu Cennet’ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm
Arvâsî) Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder: 1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2)
Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca’fer-i Sâdık)
Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca’fer-i Sâdık)

İlgili
YED
9 Eylül 2021
Benzer yazı
REF’
9 Eylül 2021
Benzer yazı
NEFS (Nefis)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 22:56] Annem: Aşermek

Ana Sayfa
A
Aşermek
Rüyada Hamile Olup Aşermek
Rüyada Karpuz Aşermek
Rüyada Erik Aşermek
Rüyada Tatlı Aşermek
Rüyada Kiraz Aşermek
Rüyada aşermiş olmak, rüya sahibinin kendisisi için son derece büyük sürpriz olacak gelişmelerin gündeme geleceği manasına çıkar. Rüyayı gören kişinin mutluluk içinde olacağına, mutluluğunun katlanmış olacağına, çabalarının boşamış ol gitmeyeceğine, güvendiklerinin kendini yarı yolda bırakmayacağına, layık olduklarının Allah azze ve cellenin iradesiyle da, kul kısımından da kendine nasip edileceğine yorumlanır. Şans, talih, uğur, iyilik, güzellik ve hayır olmak suretiyle kabullenilir.

 


Rüyada Hamile Olup Aşermek
Rüyayı gören kişinin ideallerini yerine getirmiş olma talihi sahip olacağına, bu doğrultuda basamak kaydedeceğine ve yeni yollara ulaşacağı fırsatlara sahip çıkacağına, bu halin da kendini her geçen gün hayallerine bir adım daha yaklaşmış olmasına sebep olacağına işaret eder.

Rüyada Karpuz Aşermek
Rüya sahibinin hem gönül hoşluğu hem de dirlik, düzeni içinde olacağına, sorunsuz, sıkıntısız ve çilesiz bir devir geçirmiş olacağına bu müddetde kendisisi için çok yararlı, verimli ve bolluklu işler yapmış olacağına, bu vesileyle kariyerinin de zirvesine yükselmiş olacağına yorumlanır.

Rüyada Erik Aşermek
Rüyada erik aşermiş olmak iki farklı biçimde açıklanır. Rüya sahibinin uykusunda ekşi erik aşermiş olması şer olmak suretiyle kabullenilir ve aksiliğe, başarısız olunmaya, mutsuzluğa ve musibete belirti ettiği ile tabir edilir. Rüyayı gören kişinin uykusunda tatlı eriğe aşerdiğini görmüş olması de hayır olmak suretiyle görülür ve müjde olduğu doğrultunda tabir edilir.

Rüyada Tatlı Aşermek
Rüyayı gören kişinin kazanımlarını büyük bir zevkle, huzurla ve dirlik, düzeni içinde yiyeceğine, hayatdan istediklerini alacağına, şöylece yaşamından mutlu olacağına tabir edilir. Rüyayı gören kişinin rahatlığa, bolluğa, bolluka ve mülk sahibi olacağına ve iyi koşullarda yaşayacağına işaret eder.

Rüyada Kiraz Aşermek
Rüya sahibinin işlerinin rahatlayacağına, yaşamının pozitif biçimde devam edeceğine, sürpriz gelişmelerin peş peşe gelmiş olacağına, sırtındaki ağırlık halin ve yükün azalmış olacağına, yolundaki engellerin kalkmış olacağına, bunun da kendini istediği yaşama adım adım taşıyacağına yorumlanır.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 22:56] Annem: Kurban Nedir ?

Ana Sayfa
Kurban
Kurban Nedir ?
İlgili
Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dini bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapça’da bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir.

İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur. Kur’an’da Hz. Adem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerinden söz edilir (el-Maide 5/27); bir başka ayette de ilahi dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret edilir (el-Hac 22/34). Ancak Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta kurban telakkisi bir hayli değişikliğe uğramıştır. Hıristiyanlık’ta İsa’nın çarmıha gerildiği ve bunun insanoğlunun asli günahına karşı Baba’nın oğlu İsa’yı feda etmesi olduğu inanışıyla kurban telakkisi özel bir anlam kazanmıştır.

 


İslam’da kurbanın dini hükmüyle ilgili olarak Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sünnetinde önemli açıklamalar yer almış, bu çerçevede oluşan fıkıh kültüründe de konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.

Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan mali bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Müminler her kurban kesiminde Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in Cenab-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hatırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu simgesel davranışla göstermiş olmaktadır.

Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkanı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine malını Allah’ın rızası, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah’a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur.

İlgili
Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Kurbanlık Hayvan Kesimi
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Akika Kurbanı
7 Eylül 2021
Benzer yazı
in Kurban Tags: kurban
Diğer Konular
Akika Kurbanı
Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları
Kurbanlık Hayvan Kesimi
Kurban Kesme Yükümlülüğü
[26.10.2023 22:56] Annem: Şua
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen
[26.10.2023 22:56] Annem: bedîin ve tezyinat-ı lafziyenin şartı ise, tesadüf ve adem-i kasddır. Veyahut tesadüfî gibi tabiat-ı manaya yakın olmaktır.

Telvih: Pûşide olmasın ki tabiata ve hakikat-ı hariciyeye delalet eden ve hükm-ü zihnîyi kanun-u haricî ile rabteden; tabir caiz ise perdeyi delerek, altındaki hakkı gösteren âletlerin en sekkabı اِنَّ -i tahkikiyedir. Evet şu اِنَّ nin şu hâsiyetine binaendir ki Kur’anda kesretle istimal olunmuştur.

Tenbih: Ey birader! Bu makaledeki kavanin-i latife şu perişan esalîbden teberri ve nefret etmesi seni tağlit etmesin. Meselâ: Eğer bu kanunlar iyi olsaydılar, onları vaz’ edene iyi bir ders-i belâgatı verecekler idi. Hem de güzel bir üslûbu giyecekler idi. Halbuki onları vaz’ eden ise ümmidir. Üslûbları dahi perişandır, gibi bir vehme zâhib olma. Yahu! Bu vehme ehemmiyet verme. Zira bir fende herbir ilim sahibi onda san’atkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’l-merkeziye olan kuvve-i cazibe, an-il merkeziye olan kuvve-i dafiaya galibdir. Çünki kulağın dimağa karabeti ve akıl ile sıla-i rahmi vardır. Halbuki maden-i kelâm olan kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa lisan, kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lâsiyyema kalb bazan mes’elenin derin yerlerinden -kuyu dibinde gibi- bir tıntın eder ise lisan işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?..

Elhasıl: Fehim ifhamdan daha esheldir vesselâm!..

İtizar: Ey şu dar ve ince ve karanlık olan yolda benim ile arkadaşlık eden sabırlı ve metanetli zât! Zannediyorum bu İkinci Makale’de yalnız hayretle seyirci oldun, müstemi’ olmadın. Çünki anlamadın. Hakkınız var, zira mesail gayet derin ve ırkları uzun ve ibare ise gayet muhtasar ve muğlak ve Türkçem de epeyce noksan ve müşevveş ve vaktim dahi dar.. ben de acele.. sıhhatım muhtel.. başım nezlelidir. Şu karışık zeminde ancak şöyle bir varakpare çıkabilir. وَالْعُذْرُ عِنْدَ كِرَامِ النَّاسِ مَقْبُولٌ

Ey birader! “Unsur-u Hakikat”ı kübra gibi ve “Unsur-u Belâgat”ı suğra gibi mezcet. Elektrik şuaı gibi olan hads-i sadıkı geçir. Tâ gayet hararetli ve parlak ziyalı olan “Unsur-u Akide”yi netice vermek için senin zihnine istidadat verebilsin
[26.10.2023 22:56] Annem: NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Allâm-ül Guyub’un talimiyle haber verdiği umûr-u gaybiye, hadd ü hesaba gelmez. İ’caz-ı Kur’ana dair olan Yirmibeşinci Söz’de enva’ına işaret ve bir derece izah ve isbat ettiğimizden, geçmiş zamana dair ve enbiya-yı sâbıkaya dair ve hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve hakaik-i uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyelerini Yirmibeşinci Söz’e havale edip, şimdilik bahsetmeyeceğiz. Yalnız, kendinden sonra Sahabe ve Âl-i Beyt’in başına gelen ve ümmetin ileride mazhar olacağı hâdisata dair pek çok ihbarat-ı sadıka-i gaybiyesi kısmından cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz. Ve şu hakikat tamamıyla anlaşılmak için, altı esas mukaddime olarak beyan edeceğiz:

Birinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahid olabilir; fakat her hali, her tavrı hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünki Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mal ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizat-ı kudret-i İlahiye olan âdiyat içindeki hârikulâde olan san’at-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlahiyeyi göstersin. Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı, bizzât imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı isbat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve indelhace arasıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. Çünki sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.

Cây-ı hayrettir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübalağasız binler vecihte binler çeşit insan, herbiri bir tek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkeza birer alâmetiyle iman
[26.10.2023 22:56] Annem: -i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَد
[26.10.2023 22:56] Annem: HÜCCETİ-İ İMANİYE
Âyet-ül Kübra

Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur’aniye, bu kâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalaa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semavatı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.]

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârane bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: “Bana bak, aradığını sana bildireceğim!” der. O da bakar görür ki:

Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüzbinler ecram-ı semaviyeyi direksiz düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren, yağsız söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve Güneş ve Kamer’in vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlukları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesab rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren ve o nihayetsiz kalabalığın enkazları gibi göğün yüzünü kirletecek süprüntülere meydan vermeden pek parlak ve pek güzel temizlettiren ve bir muntazam ordu manevrası gibi manevra ile gezdiren ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli manevranın başka bir surette hakikî ve hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlukatına gösteren bir tezahür-ü rububiyet ve o rububiyet faaliyeti içinde görünen teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavziften mürekkeb bir hakikat, bu azameti ve ihatatıyle o semavat Hâlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve mevcudiyeti semavatın mevcudiyetinden daha zahir bulunduğuna bilmüşahede şehadet eder manasıyla Birinci Makam’ın birinci basamağında:

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلَى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ السَّموَاتُ بِجَمِيعِ مَا فِيهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ التَّسْخِيرِ وَ التَّدْبِيرِ وَ التَّدْوِيرِ وَ التَّنْظِيمِ وَ التَّنْظِيفِ وَ التَّوْظِيفِ الْوَاسِعَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

denilmiştir
[26.10.2023 22:56] Annem: ifade ettiği azîm mana ve büyük hakikat, kāsır-ül fehm olanlarca ve dikkatsizlikle mübalağalı bir belâgat için muhal bir suret zannediliyor. Hâşâ! Mübalağa değil, muhal bir suret değil, ayn-ı hakikat bir belâgat ve mümkün ve vaki’ bir surettedir.

O suretin bir vechi şudur ki; yani, Kur’andan tereşşuh etmeyen ve Kur’anın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur’anı tanzir edemez, demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor. İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler, demektir. Nasıl da nümunesini gösterdik
[26.10.2023 22:56] Annem: Seyahatımda beni tanımayanlar kıyafetime bakıp, beni tacir zannettiklerinden derlerdi ki:

S- Tacir misin?

C- Evet hem tacirim, hem de kimyagerim.

S- Nasıl?

C- İki madde var, mezcettiriyorum: Birinden tiryak-ı şâfî, birinden elektrik-i muzi tevellüd eder.

S- Bunlar nerede bulunur?

C- Medeniyet ve fazilet çarşısında; cebhesinde insan yazılı, iki ayak üstünde gezen sandık içindeki, üstünde kalb yazılan ya siyah veya pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.

S- İsimleri nedir?

C- İman, muhabbet, sadakat, hamiyet.

Ceride-i Seyyare, Ebu lâşey, İbnüzzaman,
Ehu-l acaib, İbn-ü ammi-l garaib

Said Nursî
[26.10.2023 22:56] Annem: İ’lem Eyyühel-Aziz! Kâfirlerin, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana düşman olmaları küfrün iktizasındandır. Çünki küfür imana zıddır. Maahâza Kur’an, kâfirleri ve âba ve ecdadlarını i’dam-ı ebedî ile mahkûm etmiştir.

Binaenaleyh müslümanlar ile ülfet ve muhabbetleri mümkün olmayan kâfirlere muhabbet boşa gidiyor. Onların muhabbetiyle karşılaşılamaz. Onlardan meded beklenilemez. Ancakحَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ diye Cenab-ı Hakk’a iltica etmek lâzımdır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kâfirlerin medeniyeti ile mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:

Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti ma’kûs bir şeytandır…

İkincisi, bâtını nur zahiri rahmet, içi muhabbet, dışı uhuvvet, sureti muavenet, sîreti şefkat, cazibedar bir melektir
[26.10.2023 22:56] Annem: iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar
[26.10.2023 22:56] Annem: , Mabudun vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.

İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.

Sonra Kur’an-ı Kerim’de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, Arz’ın bu şekle getirilmesiyle nev’-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması, ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünki tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.

Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’a vech-i delaletlerine, وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ilh.. cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra geçen delillerin herbirisi alel’infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.

Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delaletiyle beraber, Mabudun ibadete müstehak olduğuna delalet eder. Çünki ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, Arz ve Arz’dan çıkan mevalid, yani Arz’ın semereleri
[26.10.2023 22:56] Annem: Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneş’in cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş’i bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneş’in ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden “Bismillahirrahmanirrahîm”dir.

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine
[26.10.2023 22:56] Annem: Onbeşinci Söz
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطِينِ

Ey kozmoğrafyanın ruhsuz mes’eleleriyle zihni darlaşan ve aklı gözüne inen ve şu âyetin azametli sırrını, o sıkışmış zihninde yerleştiremeyen mektebli efendi! Şu âyetin semasına yedi basamaklı bir merdivenle çıkılabilir. Gel, beraber çıkacağız
[26.10.2023 22:56] Annem: Üçyüzelli milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan yalnız iki zâtın; yani Hasan (R.A.) ve Hüseyin’in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları, عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ  hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı a’zamını tarîk-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma’ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye
[26.10.2023 22:56] Annem: Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu
[26.10.2023 22:56] Annem: Bir Ayet:
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Güvenmek için Allah yeter.
(Nisâ, 4/132)

Bir Hadis:
Merhamet etmeyen, merhamet görmez.
(Buhârî, "Edeb", 18; Müslim, "Fedâil", 65)

Bir Dua:
Allah bize yeter! O ne güzel vekildir.
(Tirmizî, "Tefsîr", 39)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı

Bakan Bolat: "Yatırım Danışma Konseyi Toplantısı sonuçlarının ülkeye, ekonomiye ve halka hayırlı olmasını dilerim"

TechAnkara Proje Pazarı bu yıl 100 projeyi yatırımcılarla buluşturacak

Türkiye'den girişimler Londra'da yatırımcılarla buluştu

Şeker pancarı alımlarında ödemeler 30 gün içerisinde tamamlanacak

Küresel piyasalarda gözler ABD'de açıklanacak istihdam verilerine çevrildi

İşletmeciler gıda ambalajlarındaki parti numaralarını Tarım ve Orman Bakanlığıyla paylaşacak

Trenlere yerli ve milli muayene sistemi geliyor

Bakan Yumaklı: Deprem bölgesindeki 11 il için 46 milyar liralık su yatırımı planlandı

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi'nden Türkiye'nin rüzgar enerjisi politikalarına övgü

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi'nden Türkiye'nin rüzgar enerjisi politikalarına övgü

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.Galatasaray 6 6 0 0 15 18
2.Fenerbahçe 6 4 1 1 9 13
3.Beşiktaş 5 4 0 1 7 13
4.İstanbul Başakşehir 6 4 1 1 5 13
5.Samsunspor 6 4 2 0 4 12
6.Göztepe 5 2 0 3 5 9
7.Eyüpspor 6 2 1 3 3 9
8.Konyaspor 6 2 2 2 -1 8
9.Sivasspor 7 2 3 2 -2 8
10.Antalyaspor 6 2 2 2 -3 8
11.Kasımpaşa 6 1 2 3 -2 6
12.Alanyaspor 6 1 2 3 -3 6
13.Bodrum FK 6 2 4 0 -4 6
14.Trabzonspor 5 0 0 5 0 5
15.Gazişehir Gaziantep 5 1 3 1 -3 4
16.Rizespor 6 1 4 1 -11 4
17.Kayserispor 5 0 2 3 -4 3
18.Hatayspor 6 0 4 2 -6 2
19.Adana Demirspor 6 0 5 1 -9 1