SEMA ÖNER

Tarih: 16.05.2024 14:18

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 22:56] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Kırım Savaşı Başladı (1853-1856)
…Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözetleyicidir. (Nisâ, 4/1) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
BİR ERKEK EVLİ OLMAYAN KIZ KARDEŞİNE BAKMAKLA YÜKÜMLÜ MÜDÜR?
Rabbimiz, “Ana babaya, akrabaya iyilik edin.” (Nisâ, 4/36) buyurmuştur. Allah Resûlü (sas) de hadislerinde Müslüman’ın yakından uzağa doğru akrabasına karşı olan sorumluluğunu ifade etmiştir: “Ey Allah’ın Resûlü! Kime iyilik edeyim?” diye soran sahabiye Peygamber Efendimiz (sas), “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sözü geçen bu kimselerden sonra gelen yakınlarına iyilik et. Bu yapılması gereken bir vazifedir. Bunlar ilişkileri devam ettirilmesi gereken yakınlardır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 28) buyurmuştur. Bu sebeple kişi, kan bağıyla bağlı olup kendileri ile evlenmesinin caiz olmadığı hısımlarına, yakınlık sırasına göre muhtaç olduklarında nafaka ödemekle yükümlüdür (Serahsî, el-Mebsût, V, 223). Kardeş ise bir ailede bütünün parçalarından biridir. Hatta kardeşler için aynı ağacın dallarıdır, denilir. Kız kardeş ise ailenin en değerli parçasıdır. Öncelikle erkek kardeşlere emanettir. Bütün bunlara baktığımızda erkeğin muhtaç durumda olan kız kardeşine bakması insani olduğu kadar dinî de bir vazifedir.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 22:56] Annem: 'Her kim benim aldığım gibi abdest alır ve bu namazını aklından (dünyevî veya namazla alakası olmayan bir şeyler) geçirmeden kılarsa geçmiş bütün günahları affolunur' (Hadis-i Şerif)

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem: “Yavaş ve sakin olarak onların yanına var, onları İslam’a çağır. Uymaları gereken Allah’tan olan yükümlülükleri kendilerine bildir. Allah’a yemin ederim ki senin vasıtanla Allah’ın bir kimseye hidayet vermesi senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır”
(Buhari, Fezailüs-Sahabe 9, Müslim, Fezailüs-Sahabe 34)
[26.10.2023 22:56] Annem: Evliya Müjdesi

Muhammed Baba Semmâsî [kuddise sırruhû], Muhammed Bahâeddin Şah-ı Nakşibend [kuddise sırruhû] hazretlerinin geleceğini ve büyük bir veli olacağını henüz o doğmadan önce müjdelemişti. Ne zaman onun köyü olan Kasrıârifan’dan geçse yanındakilere,  Bu köyden bir velinin kokusunu alıyorum  derdi. Yine bir gün bu köyden geçerken müridlerine,  Daha önce aldığım kokunun bugün çok arttığını hissediyorum  demişti. Bu sözü söylediğinde Şah-ı Nakşibend dünyaya geleli üç gün olmuştu.

Şah-ı Nakşibend’in doğumundan sonra dedesi onu Muhammed Baba Semmâsî’nin yanına götürdü. Hazret, bebeği görünce,  Bu benim manevi evladımdır  buyurdu. Daha sonra müridlerine dönerek,  Bu çocuk, ben bu köyden manevi koku alıyorum diye işaret ettiğim velidir. Yakın zamanda inşallah bu insanların önderi olacak  buyurdu.

Ardından halifesi Seyyid Emîr Külâl’e [kuddise sırruhû] dönerek,  Bu benim evladımdır, onun yetişmesinde ve terbiyesinde sakın kusur etme. Şayet bu işe dikkat etmezsen kesinlikle senden razı olmam  dedi. Seyyid Emîr Külâl [kuddise sırruhû] ayağa kalkarak,  Emrinizi başım gözüm üstüne kabul ediyorum. Yetişmesinde ve terbiyesinde inşallah kusur etmeyeceğim  dedi.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 22:56] Annem: DİKKAT................   PATOLOJİK VAKA

Hayvanları Koruma Kanunu yüzünden sokaklarda sâhipsiz ve başıboş köpekler sürekli saldırıyor, çocukları parçalıyor. Neredeyse her gün basına yansıyan en az 3-4 olay yaşanıyor. Çocuklar artık okullarına rahat gidemiyor. Kanun çıkarıldı ve başıboş köpeklerle ilgili bir madde konulmadı.

¥    ¥    ¥

Size iki prototip tanıtacağım. Dikkatlice okuyun onun paylaşımlarını. Nasıl aklî dengesini kaybetmiş patolojik vakalarla karşı karşıyayız anlayın. Tehlike yalnızca başıboş ve sâhipsiz sokak köpekleri değil. En az onlar kadar toplum için büyük tehlike arz ediyor.

16 Mayıs 2021 tarihde Van’ın Tuşba ilçesinde 20 köpek tarafından parçalanarak yenen 6 yaşındaki Ruken ile ilgili paylaşım yapmış bir rûh hastası nasıl bir cevap vermiş:

∂ “Âfiyet olsun diyeceğim. Şu an bu kadar aç kalmaları dert olmamış onlar birini açlıktan yemek zorunda kalana kadar  gerçekse şayet insanlığınızdan utanmalısınız”

∂ “Milyon insan ölsün umurumda değil hayvanlar hakkında konuşma! Kes”

Yukarıdaki satırları okuduğumda ben dehşete düştüm. Neyle karşı karşıya olduğumuzu anlayın. Diğerleri de üç aşağı beş yukarı onun gibi... Bunlar gibiler çok inanın. Çocuklara ve onların anneleriyle babalarına öyle galiz küfürler ediyorlar ki, burada paylaşmam mümkün değil.  Fuat Uğur  TÜRKİYE GAZETESİ                    08.02.2022

 

YEMEK........FIRINDA ISPANAK

MALZEME: 750 gr ıspanak, 2 kuru soğan, 250 gr kaşar peyniri, 4 diş sarımsak, yeteri kadar tuz ve biber.

YAPILIŞI: Ispanaklar ayıklanıp, yıkanır ve doğranır. Soğan ve sarmısak yağda pembeleştirilir. Önce ıspanak, sonra tuzla biber eklenir. Az miktarda su katıp 5 dakika hafif ateşte pişirilip ocaktan alınır. Küçük tepsi yağlanıp, ıspanağın yarısı serilir. Üzerine rendelenmiş peynirin yarısı serpilir. Kalan ıspanak ve kaşar üzerine konup, kızgın fırında 10 dakika pişirilir.


04.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 22:57] Annem:  Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
el-AHKAF Sûresi 5.Ayet
[26.10.2023 22:57] Annem: Yatsı Namazı
Yatsı namazında, önce tıpkı ikindinin sünneti gibi
dört rek’at sünnet, ondan sonra kâmet getirerek öğlenin
farzı gibi dört rek’at farz, daha sonra sabah namazının
sünneti gibi iki rek’at son sünnet kılınır. Bunların
farkı yalnız niyetlerdedir. Başka fark yoktur....Daha az
[26.10.2023 22:57] Annem: Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik.  Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! [Araf Sûresi.10]
[26.10.2023 22:57] Annem: Sehl İbnu Ebî Ümâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Sehl ve babası beraberce Hz. Enes (radıyallahu anh)'in yanına girerler. Enes'i yolcu namazı kılıyormuşcasına çok hafif bir namaz kılıyor bulurlar. Selam verip namazdan çıkınca: "Allah sana mağfiret buyursun bu kıldığın namaz farz mı yoksa nafile miydi? dedik. "Farz namazdı. Bu (eksiksiz). Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de yapmadım" dedi ve ilave etti: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: 
"(Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk gibi kararlarla) kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız. Zira (geçmişte) bir kavim (bir kısım zahmetli işlere azmederek) kendisini zora attı. Allah Da zorluklarını artırdı. Manastır ve kiliselerdekiler bunların bekâyasıdır. "Onlar, üzerlerine, bizim farz kılmadığımız, fakat, güya Allah'ın rızasını kazanmak için kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile gereği gibi riâyet etmediler" (Hadîd, 27). 
Ebu Dâvud, Edeb 52, (4904)
[26.10.2023 22:57] Annem: Dogum sancisi onu bir hurma agacina (dayanmaya) sevketti "Keske, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!"  (MERYEM/23)
[26.10.2023 22:57] Annem: (Bir Hadis- Bir Yorum)
İLİM ve ÂLİM
“Kim ilim öğrenmek için bir yol tutarsa, Allah da onu cennete giden yollardan birine dahil eder. Melekler, ilim öğrenmesin- den hoşnut olarak o kimseyi korurlar. İlim öğrenen için gök- lerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar ederler. Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bıra- kırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim ilme sahip çıkarsa, bü- yük bir nasip elde etmiş olur.” (Ebû Dâvûd, “İlim”, 1)
Bu hadis-i şerifte görüldüğü gibi İslam dini ilme ve ilim öğre- nene büyük değer vermiştir. Âlimler dini öğrenip anlatmaları sebebiyle de peygamberlere varistirler, onlara yakınlık kazan- mış olurlar.

DİNÎ KAVRAMLAR
TEKFİR
Tekfir, Müslüman olduğu bili- nen bir şahsın; inkar özelliği taşıyan inanç, söz veya davranı- şından ötürü kâfir sayılmasına denir. Dinimize göre tekfir edi- len kişiye dünya ve ahirette çok ağır cezalar uygulanır.
Kişi küfrü gönülden, bilerek, kasıtlı bir şekilde benimseyip ilan etmedikçe tekfir edilmeme- lidir. Hz. Peygamberin “Kim bir mümin’e kâfirlik isnat ederse bu onu öldürmek gibidir.” (Buhârî, “Edeb”, 73) buyurması bu konu- da ne denli titiz olunması gerek- tiğini ifade etmektedir.

ÖZLÜ SÖZ
Mademki Peygamber Efendimiz “Mümin müminin aynasıdır.” diye buyurdu, ne diye aynadan yüz çeviriyoruz. (Mevlâna)
[26.10.2023 22:57] Annem: Bedenin bu dünyadandır, gönlün de öteki dünyadan. Bedenin dostu eğlence, heves, şehvet ve aşırılıklardır. Gönlün dostu da Haktır.[Mevlâna]
[26.10.2023 22:57] Annem: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı. [Bakara Sûresi.180]
[26.10.2023 22:57] Annem: AZÎZ (El-Azîz)

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki  Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir) . (Bekara sûresi  209) Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî) 2- Kıymetli, şerefli, üstün. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki  Ey Muhammed! De ki  Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi  26) Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet'ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır). (Hazret-i Ömer) Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ) Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm Arvâsî) Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder  1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdık) Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdık)
[26.10.2023 22:57] Annem: “Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni cezalandırmaktan vazgeç ve beni affet, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhametli olansın” (Ibn Ebu Şeybe,Duâ,1,No:29148)
[26.10.2023 22:57] Annem: 32 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
ederiz, ancak sıra Kur’an kursuna gelince bunu ihmal ederiz. 
Daha çok verim almak istiyorsak her gün çocuğumuz kurstan 
döndükten sonra onunla o gün öğrendiklerini tekrar etme-
miz, çeşitli sorular sorarak bilgilerini kalıcı hâle getirmemiz 
gerekmektedir. Hocalarımızın da veli toplantıları yaparak işin 
ehemmiyetini hem çocuklara, gençlere ve hem de velilerine 
hissettirmeleri gerekir. Yaz kursları bittikten sonra her cami-
mize devam eden çocukların listesini hocamız kaybetmeme-
li, okullar açıldıktan sonra da hafta sonları tüm talebeleriyle 
hiç olmazsa bir iki namaz vaktinde buluşmalı, öğrendiklerini 
unutmamaları için tekrar etmelidir. Hedefimiz; Kur’an oku-
masını bilmeyen tek bir Müslüman vatandaşımız kalmayın-
caya kadar el birliğiyle gayretle, ihlâs ve samimiyetle, aşk ve 
heyecanla çalışmak olmalıdır. 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 32 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 22:57] Annem: Berat

A. Müsaade, izin, Berat Gecesi

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 22:57] Annem: Kametten sonra ezan duası okunur mu, hükmü nedir?

Kametten sonra ezan duası okuma konusunda Hz. Peygamber (s.a.s.)’den bize her hangi bir bilgi ulaşmış değildir. Bu sebeple kametten sonra böyle bir dua ile meşgul olmak uygun görülmemiştir (Tahtavi, Haşiye ala Meraki’l-felah, I, 137). Ancak kamet sözleri de namaza başlayana kadar ezan gibi tekrar edilebilir veya kamet esnasında imam namaza başlamadan başka dualar yapılabilir (İbn Nüceym, el-Bahru’r-raik, I, 273; Heyet, el-Fetava’l-Hindiyye, I, 57; Damad, Mecme’u’l-Enhur, I, 116 ).
[26.10.2023 22:57] Annem: ∙∙∙ 103 ∙∙∙
SONUÇ
İslâm âlimleri dini, “akıl sahibi insanları, kendi hür ira-
deleriyle bu dünyada doğru ve istikamet üzere bir yaşa-
yışa, öte dünyada da ebedî kurtuluşa sevkeden ilâhî ka-
nun” olarak tanımlar. İnsanı ebedî kurtuluşa ulaştıracak 
doğru ve istikamet üzere yaşayışın, dolayısıyla kurtulu-
şun anahtarı ve öncelikli şartının iman olduğu açıktır. 
Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadislerde hiçbir şek ve şüpheye 
yer bırakmayacak biçimde, açıkça zikredilen ve âmentü 
ile formülleştirilen iman esaslarının ilki, en başta geleni 
ise Allah’a imandır. Zira Allah’ın varlığına ve sahip oldu-
ğu bütün yetkinlik sıfatlarına iman edilmedikçe, kazâ ve 
kader, melek, peygamber, kitap veya âhirete imandan 
söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla İslâm’da, inanç 
dünyasının merkezinde Allah Teâlâ’ya iman yer alır.
Allah’a iman, önce O’nun varlığını bilmek ve bunu tas-
dik etmekle başlar. Kur’ân-ı Kerim Allah’ın varlığının, 
ALLAHA İMAN.indd 103 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 22:57] Annem: Ravi: en-Nu'man İbnu Beşir (ra)
Ben Resulullah (sav)'ın minberinin yanında idim. Bir adam: "Ben Müslüman olduktan sonra başka bir amelde bulunmamış olmama kıymet vermem, ancak hacılara su dağıtmam harıç" dedi. Bir diğeri: "Ben de Müslüman olduktan sonra başka bir iş yapmamış olmama ehemmiyet vermem, ancak Mescid-i Haram'ı imar edip bakımını yapmam hariç" dedi. Bir üçüncüsü de: "Allah yolunda cihad, söylediklerinizden daha üstün bir ameldir" dedi. Hz. Ömer (ra) onlara müdahale ederek konuşmalarını menetti ve: "Resulullah (sav)'ın minberinin yanında sesinizi yükseltmeyin, bugün cumadır. Namazı kılınca ben huzura girer, ihtilaf ettiğiniz hususu sorarım" dedi. Arkadan Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Allah katında bir olmazlar, Allah zulmeden milleti doğru yola eriştirmez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır" (Tevbe, 19-20).

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Müslim, İmare 111 (1879)

Hadisin Açıklaması:
Rivayette, Ashabtan bir kısmının en hayırlı amel hususunda ihtilafa düştükleri gözükmektedir. İleri sürülen fikirlere göre en hayırlı amel:

* Hacılara su vermektir.

* Kâbe'yi tamir etmektir.

* Allah yolunda cihad etmektir.

Bu ihtilâf üzerine nâzil olan âyet-i kerime, Allah yolunda cihâdın diğer iki amelden hayırlı olduğunu te'yid etmiştir.

Ayet-i kerime imânı için hicret etmenin de münakaşada ileri sürülen diğer iki amelden üstün olduğunu belirtmektedir.

Hadiste yer alan Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in: "Bugün cumadır..." diye yapmış olduğu müdâhale, cuma, bayram gibi cemaatin bulunduğu zamanlarda mescidde rahatsız edici  gürültü yapmanın mekruh oluduğunu ifade eder
[26.10.2023 22:57] Annem: Resulullah (sav) çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: "Ey satıcı nedir bu?" diye çıkıştı. Adam: "Ey Allah'ın Resulü, yağmur ıslattı,deyince: "Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz miydin? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir" buyurdu. 
Kaynak: Müslim, İman 164, (102); Tirmizi, Büyu 74, (1315); Ebu Davud, Büyu, 52, (3452); İbnu Mace, Ticarat, 36, (2224)
Rivayet: Ebu Hüreyre
[26.10.2023 22:57] Annem: Sevbân radıyallahu anh  şöyle dedi:

 Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Kim bana, halktan hiçbir şey dilenmeyeceğine dair söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim” buyurdu. Bunun üzerine

- Ben söz veriyorum, dedim.

Râvi diyor ki, Sevbân hiç kimseden hiçbir şey istemiyordu.

Ebû Dûvûd, Zekât 27. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61
[26.10.2023 22:57] Annem: 25- Rükü Sücud ve Emsali Fiilleri İmâmdan Önce Yapmanın Haram Kılınması Bâbı

989- Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe ile Ali b. Hucr rivâyet et-tiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. (İbn Hucr, bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ebû Bekir ise: Bize Ali b. Müshir, Muhtar b. Fülfül'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti, dedi. Enes şunları söylemiş: Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırdı. Namazı bitirince yüzünü bize çevirerek:

«Ey cemâat! Ben sizin İmâmınızı m. Öyle ise rükû, sücud, kıyam ve namazdan çıkma hususlarında beni geçmeyin! Çünkü ben sizi önümdende arkamdan da görüyorum.» buyurdular. Ve sonra şunu ilâve ettiler:

«Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki siz benim gördüğümü görmüş olsanız hakikaten az güler çok ağlardınız.»

Cemâat: Ne gördün, ya Resûlallah? dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Cennetle, cehennemi gördüm» buyurdular.

990- Bize KuteybetÜ'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr rivâyet etti. H.

Bize İbn Nümeyr ile İshâk b. İbrahim de İbn Fudayl'den ve bunların hepsi Muhtâr'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bu hadisi rivâyet ettiler. Cerîr'in hadisinde kaydı yoktur.

Bu hadîs, cemâatin bütün namaz fiillerinde imâma tâbi olmaları lâzım geldiğine delildir. Hanefîlere göre İmâma tâbi olmak üç surete şâmildir:

1- Cemâatin fiili İmâmın fiiliyle beraber olur. İmâmla beraber niyetlenmek, beraber rükûa gitmek ve beraber selâm vermek gibi İmâmdan önce rükûa giden ve rükûda İmâmı bekleyen kimsenin hükmü de budur.

2- Evvelâ İmâm niyet eder, arkacığından cemaat da niyetlenir. Rükû' ve secdeler de böyle yapılır.

3- Cemâat İmâmdan hayli sonra niyetlenir veya sonra rükû, sft-cûd eder, ancak İmâm o rüknü bitirmeden cemâat kendisine yetişmiş ve o rüknün bir cüzünde birleşmiş olurlar.

İşte bu suretlerin üçüne de mutâbeat, yani İmâma uyma denilir. Meselâ: İmâmdan ileri gitmemek ve geri kalmamak şartıyla İmâmla birlikte rükû' eden, yahut İmâmdan pek az sonra veya biraz gecikerek rükû'a varan, yahut İmâm rükûdan doğrulduktan sonra henüz secdeye gitmeden rükû eden cemâat İmâma tâbi olmuş sayılırlar. Namazın farzlarında İmâma tâbi olmak farz, vaciplerinde mutâbâat vacip, sünnetlerinde mutabâatta sünnettir. Meselâ: İmâmdan önce rükû edip doğrulan ve tekrar İmâmla rükû etmeyen kimsenin namazı bâtıl olur. Çünkü farz olan bir rükünde İmâma tâbi olmamıştır.

Şâfiîlere göre de İmâma tâbi olmak üç surete şâmildir:

1- Cemâatin namaza niyetlenmesi mutlaka İmâmın niyetinden sonra olmalıdır. Önce yahut iftitâh tekbîrinin velev bir harfinde İmâmla beraber olursa namazı sahîh olmaz.

2- Cemâatin selâmı İmâmın selâmından önce olmamalıdır. Cemâat İmâmdan önce selâm verirse namazı bâtıl olur. İmâmla beraber selâm vermek ise mekrûhdur.

3- Birbiri ardından gelen iki rüknü özürsüz cemâat İmâmdan Önce veya sonra yapmamalıdır.

Mâlikîlerle, Hanbelîlere göre İmâma tâbi olmak bütün fiilleri İmâmdan sonra yapmakla olur. Ancak İmâma yetişemiyecek kadar fazla gecikmemek şarttır. Bu hususta her mezhebin kendine göre tafsilâtı vardır. Bunlar fıkıh kitaplarından görülebilir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Namazdan çıkma» ile selâm vermeyi kasdetmiştir. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin cenneti gördüğü halde de çok ağlaması, ya ondan mahrum kalacaklara acıdığından, yahut cennete götürecek ameller az yapıldığındandır. Hadîsi şerif cennetle cehennemin yaratılmış olduklarına delildir.

Mû'tezîleden Cubbâî, Ebû Hüseyin Basrî ve emsali cennetle cehennemin şimdi mevcut olmadıklarını, zamanı gelince yaratılacaklarını iddia etmişlerdir. Onlara göre ehli mevcut olmayan ıssız bir cennetle cehennemin yaratılması abestir. Bu hadî
[26.10.2023 22:57] Annem: KADININ KOCASININ İZNİ OLMAKSIZIN NAFİLE ORUÇ TUTMASININ HARAM OLUŞU

1752: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Kocası yanında iken onun iznini almadan bir kadının nafile oruç tutması helal olmaz, yine bir kadın kocasının izni olmadıkça evine hiç kimsenin girmesine izin veremez.” (Buhari, Nikah, 86; Müslim, Zekat, 84)
[26.10.2023 22:57] Annem: Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Birinizin satışı üzerine başkanız satış yapmasın."

Buhari, Büyu 58, 64, 70, 71, Şurüt 8, Nikah 46; Müslim, Nikah 49, (1412), Büyu 7, 8, 11, (1412), Birr 29, (2563), 32 (2564); Ebu Davud, Nikah 17, (2080), Büyu 45, (3436), 48 (3443); Tirmizi, Nikah 38 (1134), Büyu 57, (1292); Nesai, Nikah 20, 21 (6, 72-73-

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:57] Annem: “Kuşkusuz yerde olsun gökte olsun hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”

Âl-i İmrân, 3/5

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 22:57] Annem: Peygamberimiz Hilfu'l Füdul Cemiyetinde
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Peygamber Efendimiz, yirmi yaşında.

Son Ficar Harbi’nde, çok kimse hayatını kaybetmiş, oluk oluk kan akmıştı. Bununla, Arap kabileleri arasındaki düş­manlık duygusu daha da bilenmişti. Her an basit sebepler yüzünden büyük hadiseler çıkabilir, adam öldürülebilir, kabileler birbirine saldırabilir durumuna gelinmişti.

Mekke’de, dışarıdan gelen yabancılar için can, mal ve namus emniyeti diye bir şey kalmamıştı. İsteyen, istediği yabancının malını alıyor, karşılığında tek kuruş ödemiyordu. Âciz ve güçsüzler her türlü zulme maruz kalıyor ve bun­lara karşı koyma cesaretini gösteremiyorlardı.

Bu vahşet saçan manzaraya bir çare bulunması gerekiyordu. İnsanlık haysi­yetine yakışmayan bu hareketlerin önüne geçilmeliydi. Fakat ne yapılmalıydı? Ne yapılabilirdi?

Namus ehlinin, haksızlık karşısında vicdanı ızdırap duyanların, cemiyetin emniyet ve âsâyişini düşünüp duranların halletmek istedikleri meselelerdi bunlar!
Zebidlinin Gasp Edilen Malı!

Bardağı taşıran son damla, Yemen’in Zebid kabilesinden birinin bir deve yükü malının, şehrin ileri gelenlerinden Âs. b. Vâil tarafından gasp edilmesi hadisesi oldu.

Zebidlinin yardım istemek maksadıyla çaldığı her kapı, yüzüne kapatılı­yor­du. Sonunda, Ebû Kubeys dağına çıkarak, uğ­radığı zulüm ve hakareti Ku­reyş­li­lere yüksek sesle bildirmeyi denedi ve bu yüksek tepeden şehir halkını yar­dı­ma çağırdı.[1]

Bu davet, cemiyetin perişan halini düşünen kafaları uyandırdı. Derhal bir araya toplanarak, bu yolsuzluklara, bu gayri­meşru davranışlara çare aramaya koyuldular. Bu konuda başı çeken ve Mekke’nin hatırı sayılır büyüklerini bir araya getirmeye teşebbüs eden ilk şahıs, Peygamberimizin amcası Zübeyr ol­du.[2]

Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris, Teymoğullarının ileri gelenlerinden bir­çoğunun iştirakıyla, Mekke’nin zengin, itibarlı ve en yaşlısı sayılan Abdul­lah b. Cüd’a’nın evin­de toplanıldı ve “Hılfu’l-Fudûl” cemiyeti kuruldu.

Uzun uzadıya konuşup tartışıktan sonra, şu maddeleri karar altına aldılar:

1. Mekke’de —ister ehlinden, ister dışından olsun— zulme uğramış kimse bırakılmayacaktır.

2. Bundan böyle Mekke’de zulme asla meydan verilmeyecek, zâlime asla müsamaha ve fırsat tanınmayacaktır.

3. Mazlumlar zâlimlerden haklarını alıncaya kadar, mazlumlarla beraber hareket edilecektir.[3]

Cemiyet üyeleri, bu ahitleri üzerinde sebat edeceklerine dair de şöylece ye­minde bulundular:

“Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağı yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe’de istîlâm ibadeti [Kâbe’nin tavafı sı­ra­sında Hacerü’l-Esved’e el sürülmesi ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürü­lemiyorsa uzaktan selamlama işaretinin ya­pılması] ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz.”[4]

Kurulan bu cemiyete “Hılfu’l-Fudûl” adı verildi.

Sebebi şöyle izah ediliyor:

“Hilf” yemin, “Fudûl” ise fâzıllar demek.

Mekke’de bulundukları bir sırada Cürhümî kabilesinden Fazl isminde iki ki­şi ile Katüra kabilesinden Fudayl adında biri, “şehirde, zulme ve tecavüze mey­dan vermemek” hususunda yeminde bulunmuşlardı.

Ku­reyş ileri gelenleri de, bunlara benzer sebeplerden dolayı bir araya gelip karar aldıklarından, “Fâzıllar” hadisesini hatırlama babında bu cemiyete “Hılfu’l-Fudûl” denildi.[5]

Cemiyetin ifa ettiği ilk iş, Yemenli Zebidlinin, ticaret mak­sadıyla getirdiği malın Âs b. Vâil’den geri alınması oldu.

Sevgili Peygamberimiz de, henüz yirmi yaşında bir genç olmasına rağmen, yaşlılardan teşekkül eden bu cemiyete amcalarıyla birlikte katılmış ve zulme karşı birleşmede oyunu müspet olarak kullanmıştır.

Bu, Efendimizin genç yaşından beri derin düşünceye sahip olduğunun, zulme kar�
[26.10.2023 22:57] Annem: SONU ZAFER
Hayatın her aşaması baştan sona ilahi bir imtihandır. Allah, “Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini ortaya çıkarma hususunda sizi denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” buyurmuştur. Türkçede büyük kargaşa, kaos anlamlarına gelen fitne kelimesi de musibet anlamına gelen belâ kelimesi de Kur’an’da daha çok imtihan anlamlarında kullanılmaktadır. Bütün bu ilâhî imtihanları, hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi, sabredenler kazanmaktadır. Peygamberimiz, “Sabreden, zafere ulaşır.” buyurmuştur. Sabır ve ihlas ile eda edilen ibadetler, üzerimize Allah’ın yardımının ve rahmetinin gelmesine de vesile olur. Yüce Rabb’imiz mü’minlere hitaben; “Ey iman edenler! Allah’tan sabır ve namaz ile yardım isteyin, Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmuştur. Bir başka ayetinde de, insanın başına gelebilecek bazı musibetler zikredildikten sonra “Sabredenleri müjdele.” denilmektedir. Sabrın mükâfatı bazen hemen, bazen bir süre sonra verilir. Bazı mükâfatlar ise ahirette verilir. Allah, erteler fakat asla ihmal etmez. Cennet, mü’minler için paha biçilmez en büyük ödüldür. Rabb’imiz, bizleri cenneti ile ödüllendirsin.  
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 22:57] Annem: ❝Yine o müminler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler.❞

| Mü'minûn Suresi, 8
[26.10.2023 22:57] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Sehl İbnu Sa'd (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Ensar iç gömlek, insanlar da dış gömlek (mesabesinde)dirler. Eğer insanlar bir vadiye veya bir koyağa (dağlardaki düzlük)  yönelirken Ensar da bir başka vadiye yönelecek olsa ben, Ensar'ın gittiği vadiyi takip  ederdim. Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan bir kimse olurdum."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (164) - Hds :(6029)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 22:57] Annem: [Hadis No : 3643]

Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü, dedim, bir kimse hanımıyla cima yapsa fakat inzal olmasa yıkanması gerekir mi?"  

"Kadına değen kısmını yıkar, sonra abdest alır ve namaz kılar!" buyurdular."

Buhari, Gusl 29, Müslim, Hayz 85, (346).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:57] Annem: “Allahım! Kötü ahlâklı olmaktan, fena işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan sana sığınırım.”

(Tirmizî, Daavât 126)
[26.10.2023 22:57] Annem: Bir Ayet
Görmedikleri halde Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.
(Mülk,67/12)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:57] Annem: Bir Dua
Ey Rabbim! Bilmediğim şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer Sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsenben hüsrana düşenlerden olurum!
(Hûd, 11/47)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:57] Annem: Bir Hadis
Temizlik imanın yarısıdır... 
(Müslim, Tahâret, 1)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 22:57] Annem: Abdullah b. Râfi’ anlatıyor: “Ümmü Seleme’den işittiğime göre miras ve kaybolan mallar hususunda anlaşmazlığa düşen iki kişi Hz.
Peygamber’e (sav) geldiğinde o, şu sözleri söylemişti: ‘Muhakkak ki
ben, hakkında bana vahiy inmemiş olan hususlarda şahsî görüşümle
aranızda hüküm veririm.’”
(D3585 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7)
[26.10.2023 22:57] Annem: Üç şeyi geciktirme: Vakti geldiğinde namazı (kılmayı), hazır olduğunda cenazeyi (defnetmeyi), dengini bulduğun zaman eşi olmayan kadını (evlendirmeyi).
(Tirmizî, Salât, 13; Tirmizî, Cenâiz, 73)
[26.10.2023 22:57] Annem: 89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNYÂ VE'L-ÂHİRETİ

1- Erkek Mürted İle Kadın Mürteddenin Hükümleri -(Bir Mıdır Yâhud Ayrı Mıdır?) -Abdullah İbn Umer, Ez-Zuhrî, İbrâhîm En-Nahaî: Dînden Dönen Kadın Öldürülür, Demişlerdir-Ve Bunların Tevbe Etmelerini İstemek Babı

2- Farzları Kabul Etmekten Çekinenlerin Ve Dînden Dönmeğe Nisbet Edilenlerin Öldürülmeleri Babı

3- Bâb: Zımmî Olan Yahûdî Ve Hrıstiyan Yâhud Muâhid Gibi Bir Başkası Peygamber'e Sövmeyi Ta'rîz Ettiği Ve "Es-Sâmu Aleyke" Sözü Gibi Sövmeyi Açıkça Söylemediği Zaman? 

4- Bab

5- Dînden Çıkan Hâricîler'le Haktan Sapıp Bâtıla Meyleden Mülhidlerin, Da'vâlarının Çürüklüğü İçin Kendilerine Hüccet Getirilmesinden Sonra Öldürülmeleri Babı

6- Ülfet İçin Ve İnsanların Kendisinden Dağılmamaları İçin Hâricîler'le Kıtali Terkeden Kimse Babı

7- Peygamber(S)'İn: "Da'vetleri Bir Olduğu Hâlde İki Büyük Topluluk Birbirleriyle Harb Etmedikçe Kıyamet Kopmayacaktır" Kavli Babı

8- Te'vîl Ediciler Hakkında Gelen Haberler Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNYÂ VE'L-ÂHİRETİ
(Mürtedlerin ve Hakk'a Karşı İnâd Eden Kâfirlerin Tevbe Etmelerini istemek, Onlarla Kıtal Etmek, Allah 'a Ortak Koşanın Günâhı, Dünyâda ve Âhiretteki Ukubeti Kitabı) [1]

Yüce Allah şöyle buyurdu: "... Çünkü şirk, elbetfe büyük bir zulümdür {Lukmân: 13) [2];

"(And olsun ki sana da9 senden evvelkilere de (şu) vahyolunmuştur:) Eğer ortak tanırsan, celâlim hakkı için, amelin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun" (ez-zumen 65).

1-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şu "îmân eden­ler, bununla beraber îmânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar; işte (ancak) onlardır ki (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. On­lar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (ei-Enâm: 82) âyeti indiği 2amân, bu, Peygamberin sahâbîleri üzerine ağır geldi ve:

—  Bizim hangimiz îmânına zulüm karıştırmamıştır! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

—  "Bu, sizin düşündüğünüz haksızlık değildir. Lukmân Peygam-ber'in sözünü işitmiyor musunuz: Şübhesiz ki (Allah'a) şirk elbette büyük bir zulümdür" buyurdu [3].

2-....... Bize Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre, babası Ebû Bekre(R)'den tahdîs etti ki, şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyur­du: "Büyük günâhların en büyükleri Allah'a ortak koşmak, ana-baba-ya âsî olmak ve yalan şâhidliğidir". "Yalan şâhidliği" yâhud "Ya­lan söz söyleme"yi UÇ kerre tekrar etti. Peygamber bunu durmadan tekrar ediyordu, nihayet biz:

— Keşke sükût etse! dedik [4].

3-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir A'râbî geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Büyük günâhlar nedir? diye sordu. Rasûlullah:

— "Allah'a ortak kılmaktır" buyurdu. A'râbî:

—  Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah:

— "Bundan sonra anaya babaya âsî olmaktır" buyurdu. Bedevi:

— Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah:

—  "el-Yemînu'l~gamûs'tur" buyurdu. Râvî dedi ki: Ben:

—  "el-Yemînu'1-gamûs" nedir? diye sordum. O da:

— Yemininde yalancı olduğu hâlde, müslümân bir kimsenin ma­lını kesip alan yemindir, dedi [5].

4-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bir adam Rasûlullah'a:

— Yâ Rasûlallah! Câhiliyet zamanında (müslümân olmadan ön­ce) işlediğimiz günâhlardan dolayı ceza görecek miyiz? diye sordu.

Rasûlullah (S) şöyle cevâb verdi:

—  "Her kim müslümânlıkta güzel hareket ederse, câhiliyet ha­yâtında işlediği günâh ile muaheze olunmaz. Fakat her kim müslü­mânlıkta (sebat etmeyip irtidâd etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür üzere ölürse) o, hem evvelce câhiliyetteki ameliyle, hem de sonra müs-lümân
[26.10.2023 22:57] Annem: 25- Münâfıkın Alâmeti

33 Bize Nâfi' ibn Ebî Âmir Ebû Süheyl, babası Mâlik ibn Ebî Âmir (112)'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Münâfıkın alâmeti üçtür: Söz söylerken yalan söyler; va'd ettiği vakit sözünde durmaz; kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet eder" buyurdu.

34-…..Bize Sufyân es-Sevrî (160), A'meş'ten; o da Abdullah ibn Murre (100)'den o da Mesrûk (63)'tan; o da Abdullah ibn Amr (radıyallahü anh)'dan tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Dört şey her kimde bulunursa hâlis münafık olur; her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir huy kalmış olur. Bunlar şunlardır: Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek; söz söylerken yalan söylemek; ahd ettiğinde ahdini tutmamak; husûmet zamanında da haktan ayrılmaktır".

Şu'betu'bnu'l-Haccâc bu hadîsi Süleyman el-A'meş'ten rivayet etmekte Sufyân es-Sevrî'ye mutâbaat etti.

 

 
[26.10.2023 22:57] Annem: - عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ
- مَنْ خَرَجَ يَطْلُبُ بَابًا مِنَ الْعِلْمِ لِيَرُدَّ بِهِ بَاطِلًا مِنْ حَقٍّ أَوْ ضَلَالاً مِنْ هُدًى كَانَ كَعِبَادَةِ مُتَعَبِّدٍ أَرْبَعِينَ عَامًا

- ابن مسعود رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- كيم حقدن  باطلى ويا هدايتدن ضلالتى رد غايه سى ايله علمدن بر باب طلب ايتمك ايچون يوله  چيقارسه قيرق ييل عبادت ايدن عابدك عبادتى كبى اجرى اولور

- İbn-i Mesûd (r. anh)’den rivayet olundu ki, Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- Kim haktan batılı veya hidayetten dalaleti red gayesi ile ilimden bir bab talep etmek için yola çıkarsa kırk yıl ibadet eden abidin ibadeti gibi ecri olur.

- Kenzü’l-Ummal, Kitabü’l-İlim, h. 28835
[26.10.2023 22:57] Annem: Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! ..(Ahkâf, 46/15)
[26.10.2023 22:57] Annem: 76/İnsân
10 - "Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız."
[26.10.2023 22:57] Annem: عَنْ أبي حَمْزَةَ أنس بْنِ مَالِكٍ الأنصاري  خاَدِمِ رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم, قال : قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : اَللَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ أَحَدِكُمْ سَقَطَ عَلَي بَعِيرِهِ وَقَدْ أَضَلَّهُ فِي أَرْضٍ فَلاَةٍ . وَفِي رِواَيَةٍ لِمُسْلِمٍ : اَللَّهُ أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ حِينَ يَتُوبُ إِلَيْهِ مِنْ أَحَدِكُمْ كان عَلَى رَاحِلَتِهِ بِأَرْضٍ فَلاَة,ٍ فَانفَلَتَتْ مِنْهُ وَعَلَيْهَا طَعَامُهُ وَشَرَابُهُ فَأَيِسَ مِنْهَا, فَأَتَى شَجَرَةً فَاضْطَجَعَ فِي ظِلِّهَا, وَقَدْ أَيِسَ مِنْ رَاحِلَتِه,ِ فَبَيْنَا هُوَ كَذَلِكَ إِذْ هُوَ بِهَا قَائِمَةً عِنْدَه,ُ فَأخذ بِخِطَامِهَا ثُمَّ قال مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ : اَللَّهُمَّ أنت عَبْدِي وأنا رَبُّكَ, أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ .

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in hizmetçisi olan Ebû Hamza Enes ibn Mâlik el Ensârî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: “Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha çoktur.” (Buhârî, Deavât 4; Müslim tevbe 1)Müslim’in başka bir rivayeti de şöyledir: “Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı (ne söylediğini bilmeyerek Allah’ım sen benim Rabbim ben de senin kulunum diyeceği yerde,) sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”

(Müslim, tevbe 7)
[26.10.2023 22:57] Annem: 
KANAAT BÖLÜMÜ.. 2

* KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK.. 2

* TOKGÖZLÜLÜK.. 5

* AZA RIZA.. 6

* DİLENCİLİGİN ZEMMİ 7

* İHSANI KABUL ETMEK.. 13


KANAAT BÖLÜMÜ
*

KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK

*

TOKGÖZLÜLÜK

*

AZA KANAAT

*

DİLENCİLİĞİN ZEMMİ

*

İHSANI KABUL

* KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK

,ـ4854 ـ1ـ عن عُبيداللّهِ بن محصن الخطمي رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ أصْبَحَ مِنْكُمْ آمِناً في سِرْبِهِ، مُعَافىً في بَدَنِهِ، عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ، فَكأنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا بِحَذَافِيرِهَا[. أخرجه الترمذي.قوله »آمِناً في سِرْبِهِ« أي في نفسهِ.و»اَلْحَذَافِيرُ« أعالِى الشئ ونواحيه، واحدها حذفار يقال أعطاه الدنيا بحذافيرها: أى بأسرها .

1. (4854)- Ubeydullah İbnu Mihsan el-Hutamî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." [Tirmizî, Zühd 34, (2347); İbnu Mace, Zühd 9, (4141).][1]

AÇIKLAMA:


1- Hadiste geçen   سرب  kelimesi, meşhur şekliyle sirb diye  okunmuştur. Bu durumda nefis demek olur. Serb diye de rivayet edilmiştir. Bu durumda meslek manasında olur. Ayrıca sereb şeklinde de rivayet edilmiştir ki, bu durumda beyt (ev, aile) manasına gelir. Yani kişinin can, iş ve aile  emniyetlerini ifade eder.

2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayat  denen dünya yaşayışının "gün" denen bölümlerden meydana geldiğini, ecel gizli olması hasebiyle , ömrü bir günlük kesit halinde değerlendirmek gerektiğini, bu bir günlük kesitin mes'udane olması için başlıca üç şartın aranması gerektiğini belirtiyor. Bu üç şart şunlardır:

1- Can (veya meslek veya mesken) emniyeti.

2- Sağlık.

3- Günlük gıda (sabah ve akşam yiyeceği)

Bunlardan birinin eksikliğini, diğerlerinin fazlalığı ile telafi edemiyeceğimizi düşünürsek, Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu hadislerindeki hikmetin büyüklüğünü anlarız. Sözgelimi, çok zenginiz ama sağlığımız yok veya can emniyetimiz yok. O zenginlik ne işe yarar? Sağlığımız, zenginliğimiz yerinde, fakat can  emniyetimiz yok; her an ölüm ve düşman tehlikesi içinde hayatımız zehir olur. Devlet ve içtimâî nizamın gayesi, fertlere mal, can ve ırz emniyetini, çalışma (meslek) sulhünü sağlamaktır.

Bu şartlardan birinin eksik olduğu yerlerde ve zamanlarda hayat tatsızdır, insanlar  mutsuzdur. Münâvî: "Hadis, fakrı gınaya efdal  bulanlara hüccettir" der.[2]

ـ4855 ـ2ـ وعن عُثْمَان رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لَيْسَ ِبْن آدَمَ حَقٌّ في سِوَى هذِهِ الْخِصَالِ: بَيْتٌ يَسْكُنُهُ، وَثَوْبٌ يُوَارِي بِهِ عَوْرَتُهُ، وَجِلْفُ الْخُبْزِ وَالْمَاءِ[. أخرجه الترمذي.»الجِلْفُ« الخبز وحده  إدام معه، وقيل هو الخبز الغليظ اليابس .

2. (4855)- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği  bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su." [Tirmizî, Zühd 30, (2342).][3]

AÇIKLAMA:


1- Alimler, hadiste geçen hisâl (şey) ile, kazanmak için peşinden koşması gereken temel ihtiyaçlarının kastedildiğini belirtir. Bunlar: İkamet edeceği mesken, avretini örteceği giyecek ve kuru ekmek ile sudur. Mesken ve giyeceğin de sade ve asgarî ölçüde olacağı açıktır. Çünkü, gıda kuru ekmek ile ifade edilmiştir. Resulullah gıdayı ifade ederken kuru ekmek veya k
[26.10.2023 22:57] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مُقَاتِلٍ أَبُو الْحَسَنِ، قَالَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ، قَالَ أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ أَبِي حُسَيْنٍ، قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي مُلَيْكَةَ، عَنْ عُقْبَةَ بْنِ الْحَارِثِ، أَنَّهُ تَزَوَّجَ ابْنَةً لأَبِي إِهَابِ بْنِ عَزِيزٍ، فَأَتَتْهُ امْرَأَةٌ فَقَالَتْ إِنِّي قَدْ أَرْضَعْتُ عُقْبَةَ وَالَّتِي تَزَوَّجَ بِهَا‏.‏ فَقَالَ لَهَا عُقْبَةُ مَا أَعْلَمُ أَنَّكِ أَرْضَعْتِنِي وَلاَ أَخْبَرْتِنِي‏.‏ فَرَكِبَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ فَسَأَلَهُ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ كَيْفَ وَقَدْ قِيلَ ‏"‏‏.‏ فَفَارَقَهَا عُقْبَةُ، وَنَكَحَتْ زَوْجًا غَيْرَهُ‏.‏

Ukbe ibnü'l-Haris, Ebu İhab İbn Azîz'in kızı ile evlendi. Bir kadın gelerek kendisine "Ben Ukbe'yi de onun evlendiği kadını da emzirdim" dedi. Ukbe kadına "Senin beni emzirdiğini de (daha önce) bunu bana söylediğini de bilmiyorum" dedi. Daha sonra bineğine binerek Medine'ye Resulullah'ın yanına gitti. Ona bu durumu sordu: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sana böyle söylendiği halde nasıl (evliliğe devam edersin)?" dedi. Bunun üzerine Ukbe karısından ayrıldı. Kadın daha sonra başka bir adamla evlendi

Grades:

Reference: Sahih Buhari 88
In-book reference: Kitap 3, Hadis 30

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 22:57] Annem: Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
[26.10.2023 22:57] Annem: Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum. Senin rızkınla orucumu açıyorum. 
(Ebu Dâvûd, "Savm", 22)
[26.10.2023 22:59] Annem: Günün Hadisi

“Allah Teâlâ, istikamet üzere olan, saçları ağarmış ihtiyar bir Müslüman kendisine dua ettiğinde, duasını kabul etmemekten hayâ eder.”

Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, V, 270
[26.10.2023 22:59] Annem: Günün Ayeti

“De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.”

Kehf 109
[26.10.2023 22:59] Annem: Tarihte Bugün

•  Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Sadrazam Oldu 1716
•  T.C. Merkez Bankası faaliyete geçti 1931

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:59] Annem: KREDİ NOTU NEDİR VE NASIL YÜKSELTİLİR?

Zaman içinde düşebilen ya da yükselebilen kredi notunuz, finansal kuruluşların gözündeki prestijinizin de aynı zamanda bir göstergesidir.
Yatırımlarınız için başvurduğunuz yöntemlerin başında finansman kullanımı gelir. Finansman kullanabilmeniz için ise kredi notunuzun yüksek olması gerekir. Zaman içinde düşebilen ya da yükselebilen kredi notunuz, finansal kuruluşların gözündeki prestijinizin de aynı zamanda bir göstergesidir.
Kredi notu, belirli kriterlere göre değerlendirilir ve finansman kullanımlarınızda bir çeşit güven endeksi işlevi görür. Puan cinsinden ifade edilen kredi notuna kredi skoru da denilmektedir.
Kredi Kayıt Bürosu (KKB) tarafından sunulan Findeks Kredi Notu, kişilerin finansman, kredi kartı ve kredili mevduat hesabı borçlarını ödeme alışkanlıklarına, borçluluk durumlarına, yeni finansman ürünleri ve finansman kullanım yoğunluklarına göre hesaplanan nottur.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:59] Annem: Günün Ayeti

“Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.”

İsra 71
[26.10.2023 22:59] Annem: Tarihte Bugün

•  Medenî Kanun Yürürlüğe Girdi 1926
•  Dünya Hayvanları Koruma Günü

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 22:59] Annem: Günün Hadisi

“Hiçbir kimse yoktur ki bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere  öldürsün de Yüce Allah ona bunun hesabını sormasın!”

Nesâî, Sayd, 34
[26.10.2023 22:59] Annem: HAYVANLARA MERHAMET: DİNÎ VE İNSANÎ SORUMLULUĞUMUZ

Bir gün Peygamber Efendimiz (sas), çölde susuz kalan bir köpeğe kuyudan ayakkabısına su doldurup içiren bir adamın Allah’ın rızasını kazandığını ve günahlarının bağışlandığını anlatmıştı. Ashâb-ı kirâm, “Ey Allah’ın Resûlü! Hayvanlara yaptığımız iyilikler için de mi sevap var?” diye sorunca Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: “Her canlıya yapılan iyilikte sevap vardır.” 
Bir başka gün ise Peygamberimiz, bir kediye kızıp onu hapseden ve açlıktan ölmesine göz yuman bir kadının Allah’ın azabını hak ettiğini anlatmıştı. 
Kâinattaki her varlık gibi hayvanlar da Yüce Allah’ın varlığına ve kudretine delil olarak anlam taşır. En küçüğünden en büyüğüne kadar her hayvan, Allah’ın eseri olarak değerlidir ve O’nun tarafından insana emanet edilmiştir. İnsanoğlu, hayvanlara karşı insaflı, şefkatli ve merhametli olmakla mükelleftir.
İslam, hayvanlara zulüm ve işkence anlamına gelen, onları yaratılış amacına aykırı biçimde zorlayan her türlü davranışı yasaklar. Resûl-i Ekrem, bir hadisinde bizi şöyle uyarır: 
“Hiçbir kimse yoktur ki bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere öldürsün de Yüce Allah ona bunun hesabını sormasın!”

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:00] Annem: İ
nsan var olduğu, dünya küresine geldiği günden beri her za-
man ona istikamet gösterecek bir rehbere ihtiyaç duymuş-
tur. Bu yol gösterici, uyarıcı yaşam boyu hayatın her alanın-
da örnek alınacak bir elçi olmalı idi. İşte peygamberler bu 
vazife ile yeryüzüne gönderilmiş Allah’ın elçileridir. Onlar getir-
miş olduğu ilahi vahyi öncelikle kendileri uygulayan ve içinde ya-
şadığı toplumun önderi olan kimselerdir. Bu yönleri onların en 
bariz özellikleridir. Zira insanı anlayabilen, onun duygularını, ih-
tiyaçlarını bilebilecek olan şüphesiz onun gibi bir beşerdir yine. 
Şayet böyle olmasaydı insan belki de buna itiraz edecek, ona ge-
len ilahi mesajı daha baştan reddedecekti. Kendisini vahye ka-
patacak, inkârı için bunu bir gerekçe olarak sunacaktı. Bu açıdan 
baktığımızda Cenab-ı Hak âdeta insanın elinden bu argümanı al-
mış, onun dünya hayatında süreceği yaşamı için ona en güzel ör-
neği yine kendisi gibi olan bir beşer yolu ile göstermiştir. İşte bu 
durum yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim de “De ki: Yeryüzünde yer-
leşip dolaşan melekler bulunsaydı elbette onlara da peygamber 
olarak gökten bir melek gönderirdik.” (İsra, 17/95.) 
Oysa Yüce Allah size yine içinizden bir elçi gönderdim, der. Bu 
durum onun bizi daha iyi anlamasına yönelik bir özelliktir. “Nite-
kim aranızdan size bir peygamber gönderdik: O size ayetlerimizi 
okuyor, sizi arıtıp temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor; yine 
size daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.” (Bakara, 2/151.)
O öyle bir rehberdir ki içinde doğduğu ve yaşadığı toplum onu 
yakinen bilmektedir. Bilmedikleri, tanımadıkları bir elçi ile karşı-
laşmamışlardır. Henüz çocukluktan itibaren, güzel ahlakı ve ya-
şantısı ile herkesin takdirini toplamış mümeyyez olmuş bir kişidir 
Hz. Peygamber. Bu durum daha sonraki vahyi anlatma sürecinde 
HZ. PEYGAMBER’İN DOĞUMU 
İSLAM TOPLUMUNUN 
DOĞUMUDUR
Dr. Lütfiye Gülay BİLGİN
DİB Başkanlık Vaizi
Hz. Peygamber’in 
çağlar üstü 
rehberliğine 
bugün dünden 
daha muhtacız. 
İlahi vahyin 
en mükemmel 
uygulayıcısı 
olan Sevgili 
Peygamberimiz 
yaptıkları, 
söyledikleri 
ile bugünün 
problemlerine de 
ışık tutmaktadır.
Aylık Dergi | Eylül 2023 23
DİN DÜŞÜNCE YORUM
[26.10.2023 23:00] Annem: DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 21
<1 Mantık ve Sıralama
Hem halı dokumacılığı hem de kodlama, 
belirli bir sıraya ve mantığa dayanır. Halı 
dokumacılığında, renkli iplikleri belirli 
bir düzen içinde yerleştirerek desenleri 
oluşturursunuz. Aynı şekilde, kodlama da 
belirli komutları doğru sıralamada kullanarak 
bir programın işleyişini kontrol etmenizi 
sağlar.
]
3
Keşfedicilik
Hem halı dokumacılığı hem de 
kodlama, keşfediciliği gerektiren 
süreçlerdir. Halı dokumacılığında, 
farklı renkleri ve desenleri kullanarak 
eşsiz halılar dokuyabilirsiniz. 
Kodlamada ise farklı komutları ve 
algoritmaları kullanarak yeni ve 
özgün programlar oluşturabilirsiniz.
{
4 Hata Ayıklama
Her iki süreçte de hata yapmak 
kaçınılmazdır. Halı dokumacılığında 
yanlış renk seçimleri veya iplik 
düğümlerinin yanlış bağlanması gibi 
hatalar ortaya çıkabilir. Aynı şekilde 
kodlarken yanlış komutlar veya syntax 
yani söz dizimi hataları yapabilirsiniz. 
Hem halı dokumacılığında hem de 
kodlamada hataları tespit etmek ve 
düzeltmek için dikkatli olmanız gerekir.
;
5 Zaman ve Sabır
Hem halı dokumacılığı hem de 
kodlama, zaman ve sabır gerektiren 
süreçlerdir. Halı dokumacılığında bir 
desenin tamamlanması zaman alabilir 
ve her bir ipliğin düğümü dikkatlice 
yapılmalıdır. Kodlamada da bir 
programın geliştirilmesi zaman alabilir 
ve hata ayıklama süreci sabır gerektirir.
İşte halı dokumacılığı ile *( kodlamanın benzerlikleri;) KODLAMA VE HALI 
DOKUMACILIĞI
//
2 Detaylara Dikkat
Hem bir halıyı dokurken hem de 
bir programı kodlarken, detaylara 
dikkat etmek çok önemlidir. Halı 
dokumacılığında, her bir ipliğin ve 
düğümün doğru yerde olması desenin 
bütünlüğünü sağlar. Benzer şekilde, 
kodlamada doğru komutları kullanmak 
ve sembollerin doğru olmasını sağlamak 
gerekir.
=
6 Sonuçların Görselliği
Hem halı dokumacılığında hem de kodlamada 
ortaya çıkan sonuçlar görsel olarak etkileyicidir. 
Halı dokumacılığında, desenler ve renkler bir 
araya gelerek estetik ve göz alıcı halılar oluşturur. 
Kodlamada ise doğru kodlama ve tasarım ile 
oluşturulan web siteleri, programlar, işlevsel, 
estetik ve kullanışlı sonuçlar sağlar. Bir halıyı dokur 
gibi kodlama becerileri kullanılarak estetik ve 
etkileyici bir web sitesi oluşturulabilir. Etkileşimli 
anlatıma sahip, resimlerle dolu, çevrimiçi bir hikâye 
kitabı buna örnek olabilir. Ön yüzü illüstrasyonlarla 
ve temel web teknolojilerinin birleştirilmesi ile 
oluşturulmuş https://cocuk.diyanet.gov.tr sitesi de 
bir başka örnektir.
[26.10.2023 23:00] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak, 96/4)
Faydasız işleri terk etmesi, bir kişinin iyi Müslüman olduğunu gösterir. (Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
MÜMİN FAYDASIZ SÖZLERDEN, LÜZUMSUZ İŞLERDEN UZAK DURUR
Yüce dinimiz İslam, hayatımızın her alanında güzel ve faydalı şeylerle meşgul olmamızı emreder. Yaratılış gayemize uygun olarak imanla birlikte salih amel işlemeye teşvik eder. Dünya ve ahiret için faydalı olmayan, vakit ve emek israfına yol açan işlerden kaçınmamızı öğütler. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kurtuluşa erecek olan müminler şu vasıflarla tanıtılır: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır. (Asr, 103/1-3) Ömür sermayemizi hayrın peşinde koşarak, Rabbimizin rızasını arayarak değerlendirelim. Dünya ve ahiret için faydalı işler yapmaya gayret edelim. Özümüz ve sözümüz bir, tavır ve davranışlarımız güzel, akıbetimiz cennet olsun. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyuruyor: “Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:00] Annem: Allah, hak olarak Kitab'ı ve mizanı indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o saat (kıyamet) yakındır. - Şûrâ - 17. Ayet
[26.10.2023 23:00] Annem: Bir Ayet:
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, resule itaat edin ve yaptıklarınızı boşa çıkarmayın.
(Muhammed, 47/33)

Bir Hadis:
Ara bozuculuk yapan, yaptığı iyiliği başa kakan ve cimri olan kimse cennete giremez.
(Tirmizî, "Birr", 41)

Bir Dua:
Allah'ım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni zengin kıl, doğruya yönelt ve rızıklandır.
(Tirmizî, "Salât", 95)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:00] Annem: Ailesi ve idaresi altında bulunanların hak ve hukukunda adaletle davrananlar, Allah katında nurdan koltuklara otururlar. - Müslim, İmâre, 18
[26.10.2023 23:00] Annem: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” - Bakara, 2/155
[26.10.2023 23:00] Annem: Kıyaslama her insanı olumsuz etkiler. Aile, kardeş kıskançlığı yaşayan çocuğun, kardeşiyle kıyaslandığında olumsuz etkileneceğini düşünmeli ve kıyaslamadan kaçınmalıdır.##Misafirlerin, akrabaların, aile büyüklerinin; şaka yollu, kıskançlığı artıracak sözler söylemeleri çocuğu olumsuz etkileyebilir. Bu konuda gerekirse bireyler uyarılabilir.##Yeni doğanın, büyük çocuk tarafından nesne gibi algılanmaması, canlı bir varlık olarak kendisine yakın hissedebilmesi için “Bebek” yerine, ona ismi ile hitap edilmesi faydalı olabilir.##Okul öncesi dönemde olan bir çocuğu, kardeşinin gelmesiyle birlikte, kendi onayı alınmadan anaokuluna göndermek daha büyük sorunlara yol açabilir. Kendisinin evden uzaklaştırıldığını düşünebilir ve okula gitmek istemeyebilir. Çocuk istemedikçe anaokuluna gönderilmemelidir.##Çocuk; kardeşine zarar verici girişimlerde bulunduğunda müdahale edilmeli, kardeşine vereceği zararın sonuçları açıklanmalı, zarar vermesinin yanlış olduğu kesin bir dille söylenmelidir.##Anne babalar, kardeş kıskançlığının olabileceğini kabul etmeli, çocuğuyla sağlıklı bir iletişim kurmalıdır. Bu süreçte söylenen her söz, davranışlarla desteklenmeli ve çocuğa model olunmalıdır.  - Kardeş Kıskançlığının Temel Sebepleri
[26.10.2023 23:00] Annem: Haccın Edebleri
43- Hac yolculuğunda bulunacak kimselerin gözetecekleri bir kısım edebler vardır. Başlıcaları şunlardır:
1) Tam helâl bir mal ile hac etmelidir. Çünkü helâl olmayan bir mal ile hac yapılması haramdır.
2) Yola çıkmadan önce, kul borçları varsa ödenmelidir.
3) Günahlardan tevbe etmeli, kazaya kalmış ibadetler varsa, onları kaza etmelidir.
4) Gösterişten, öğünüp böbürlenmekten, süs ve saltanattan sakınmalı, tevazu içinde olmalıdır.
5) Hac yolculuğu üzerinde bilgi ve tecrübe sahibi kimselerle istişare yapılmalıdır.
6) Kimlerle arkadaş olacağına, hangi yoldan ve hangi vasıtalarla yolculuk yapacağına dair "İstihare" yapmalıdır (İki rekât namaz kılarak Allah'dan hayırlısını istemelidir.)
7) Gerekirse kendisine yol gösterecek, yardımda bulunacak ve sabır tavsiye edecek iyi bir arkadaş edinmelidir.
8) Yolda arkadaşları ile ve diğer yolcularla çekişip dövüşmekten sakınmalıdır.
9) Düşmanları varsa, onları bağışmalaya ve anlayışla karşılamaya çalışmalıdır.
10) Hac yolculuğuna ay başında perşembe
[26.10.2023 23:00] Annem: dünyaya ve ahirete ait, maddî ve manevi, bütün faziletlerini ve faydalarını sayacak değiliz. Çünkü o sonsuzdur, sayılması mümkün değildir. Bunun bütün toplamı din dilinde "büyük sevap" adıyle anılır. Fakat burada namazın, imandan sonra nasıl bir ahlâkî ve sosyal prensip olduğunu ve onun üzerine ne kadar büyük bir sosyal bina kurulacağını kısaca ifade etmek istedik. O büyük binanın direği işte öncelikle ferdî namazlarla hazırlanır, düzene sokulur ve cemaatle dikilir. Ondan sonra da geri kalanı yapılır. İşte "namazı ikame etme" tabiri bu mühim mânâyı çok açık bir şekilde ifade ediyor ve hidayete

aday müttakileri "namazı kılarlar" diye değil, "namazı ikame ederler" diye tarif, vasf ve medh ediyor. Bunlardan anlaşılır ki, bunun meâlinde "namaz kılarlar" tabiriyle yetinmek doğru değildir. Burada kelimesinin "elif-lâm"ı ahd içindir ki durumu ve sınırı bilinen "İslâm namazı" demektir. Ve bu durum yani namazın nasıl kılınacağı, şartları ve rükünleri (namazın içindeki farzları), sünnet ve edepleri, mekruhları ve namazı bozan şeyler ile sıfat ve durumu "Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi namaz kılınız." hadis-i şerifi gereğince, Peygamber'den görülen fiilî, sözlü ve takrîrî olarak alınan sıfat ve niteliktir ki, bu nitelik ve durum ta başlangıçtan beri müslümanlar arasında amel ile kesin bir şekilde bilinir ve din kitaplarında yazılmıştır. Ve "yüsallûne" buyurulmayıp da "ahid lâmı" ile "yükîmüne's-salâte" buyurulmasında bu mânâ da açıktır. Yani "yükîmüne's-salâte", "dosdoğru namaz kılarlar" demek değil; "namazı, dosdoğru kılarlar" demek olduğundan gaflet edilmemelidir.

"Salât" kelimesinin Arap dilinde iki kaynağı vardır. Birisi genel olarak dua mânâsıdır ki, "Peygamber'e salât ve selâm" dediğimiz zaman özellikle bunu anlarız. Diğeri (salv) maddesinden gelen "sallâ" fiilinin masdarıdır ki, iki uyluğu hareket ettirmek demektir. Araplar bu mânâca "sallâ" dedikleri zaman "iki uyluğunu hareket ettirdi" mânâsını anlarlar. Aynı şekilde "at (veya kısrak) kuyruğuyla iki uyluğunu sağa sola çarptı" denilir. Salveyn uylukların başındaki iki tümsek kemiktir. "Sallâ"nın bu hareket ettirme mânâsı tabirine benzer. Yahudiler birbirine selam ve saygı sırasında başını eğer ve kıçını oynatıp kasığına doğru bir yan bükerlermiş ve bu şekildeki selama Arapça'da "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına "tekfîr" denirmiş. Buna göre "keffera'l-yahûdiyyü", "Yahudi uyluklarını oynatıp bükerek reverans yaptı." demek olur. "Kâfire" kıçdaki kaba ve tıknaz iki etin ismidir ve "kâfire-teyn" tesniye (ikileme)dir. Bu şekilde "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına "sallâ" da rükû (namazda eğilme) ve secdelerde yapıldığı gibi, bizim "belini eğmek" dediğimiz "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına kullanılırmış. Demek ki Araplar, hem yahudilerin yaptığı reveranslı baş kıç selamlarını tanırlarmış, hem de yerlere eğilerek "kandilli temennâ" usûllerini. İşte lügat bakımından (biri kalp ve dil işi olan dua, diğeri de bir bedenî hareket işi olan belli fiil) iki anlama gelen "salat" kelimesi, dinde Peygamberimizden görülegeldiği üzere kalbe, dile ve bedene ait fiiller ve özel esaslardan oluşmuş gayet intizamlı,

kâmil (eksiksiz) bir ibadetin ismi olmuştur ki, necâset (pislikler)ten temizlenme, hades (manevi pislikler)den temmizlenme, setr-i avret (avret yerlerinin örtülmesi), vakit, niyyet, kıbleye dönmek adıyle altısı dışından başlayan şart; iftitah (başlangıç) tekbiri, kıyam (ayakta durmak), kıraet (Kur'ân okumak), rükû (eğilmek), sücûd (secdeler), teşehhüd miktarı (şehadet kelimesi getirecek kadar bir zaman) kâde-i ahîre (son oturuş) adıyle içinde yapılan altı esas olmak üzere en az on iki farzı; Fâtiha, zamm-ı sûre (Fâtiha'ya eklenen sûre), tâdil-i erkân (namazın esaslarına hakkıyle uyma
[26.10.2023 23:00] Annem: Cezbe, sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşd�
[26.10.2023 23:00] Annem: Şehidlere Ait Hükümler

Ana Sayfa
Namaz
Şehidlere Ait Hükümler
İlgili
Allah yolunda canını veren kimseye şehid denir (çoğulu şüheda). Böyle bir kişiye şehid denilmesinin ne anlama geldiği konusundaki görüşlerden bazıları şunlardır: Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü bu kişinin cennete gireceğine şahitlik edilmiştir. Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü ölümü anında birtakım rahmet melekleri hazır bulunmuştur. Böyle bir kişiye şehid denilmiştir; çünkü kendisi Cenab-ı Allah’ın manevi huzurunda hazır olarak rızıklandırılacaktır.

Şehidlik Muhammed ümmetine tahsis edilmiş üstün bir paye, büyük bir mertebedir. Kur’an’da “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridirler, fakat siz farketmiyorsunuz” (el-Bakara 2/154) ve “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın! Onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar” (Al-i İmran 3/169) buyurulmuştur. Peygamberimiz de bir hadislerinde “Şehid cennettedir” buyurmuş (Ebu Davud, “Cihad”, 25), başka bir hadiste de “Allah katında hayırlı bir mertebede iken ölmüş kullar içinde, dünya içindekilerle birlikte kendisine verilecek olsa bile, şehidden başka hiçbir kimse yeniden dünyaya gelmek istemez. Çünkü şehidler, şehidliğin ne denli üstün bir mertebe olduğunu görmüş oldukları için, dünyaya dönüp yeniden bir kere daha şehid olmak için can atarlar” (Buhari, “Cihad”, 6) diyerek, ahirette verilen üstün mertebe yanında şehadet şerbetini içmenin, şehidliği tatmanın da ayrı bir zevki bulunduğunu ifade etmiş olmaktadır. İslam dininde şehidlik yüksek bir mertebe olarak kabul edildiği ve Allah yolunda öldürülenler şehidlik payesiyle taltif edildiği için, müslümanlar açısından Allah yolunda ölmek sevimli ve gönülden istenen bir iş haline gelmiştir.

 


Birçok hadiste hangi durumda bir müslümanın şehid olacağı konusuna açıklık getirilmiştir. Bir hadiste, canı, malı ve namusu uğruna ölen kişinin şehid olacağı bildirilmiştir. Korunması dinin amaçları arasında yer alan can, mal ve namus uğruna ölmenin şehid olarak nitelendirilmesi, bu hususlara dinimizde ne kadar önem verildiğini de göstermektedir.

İslam hukukçuları ilgili hadislerden yola çıkarak dünyevi ve uhrevi hükümler bakımından şehidleri üç kısımda değerlendirmişlerdir.

1. Hem dünya hem ahiret hükümleri bakımından şehid sayılanlar: Bunlar Allah yolunda savaşırken öldürülen kişilerdir. Kamil manada şehid bunlardır ve bunlara “hükmi şehid” denilir. Bu tür şehidler yıkanmaksızın, kanlı elbiseleriyle defnedilir, elbiseleri onların kefeni yerine geçer. Üzerindeki silah ve başka ağırlıklar alındıktan sonra cenaze namazı kılınarak defnedilir. Diğer üç mezhebe göre, şehidlerin yıkanmasına gerek olmadığı gibi üzerlerine cenaze namazı kılınmasına da gerek görülmemesi, yine şehidin elde etmiş olduğu yüksek paye ile ilgilidir.

2. Sadece dünya hükümleri bakımından şehid sayılanlar: Kalbinde nifak bulunmakla yani münafık olmakla birlikte, dış görünüşü itibariyle müslüman olduğuna hükmedilen ve müslümanların saflarında bulunduğu sırada düşman tarafından öldürülen kişiler bu grupta yer alır. Bunlar dünyada yapılacak işler bakımından şehid muamelesi görürler.

3. Sadece ahiret hükümleri bakımından şehid sayılanlar: Allah yolunda savaşırken aldığı bir yaradan dolayı o anda değil de, daha sonra ölen kişiler bu grupta yer alırlar.

Ayrıca hadislerde şehid oldukları bildirilmekte olan, yanlışlıkla veya haksız yere öldürülen kişi, yangında, denizde veya göçük altında can veren kişiler; veba, kolera, sıtma gibi yaygın ve önlenmesi zor hastalıklar sebebiyle ölenler, ilim tahsili yolunda, helal kazanç uğrunda, gerek kendisinin gerekse, -isterse gayri müslim olsun başkalarının can, mal ve namusları uğrunda ölenler, loğusa iken ölen ve cuma gecesinde ölen kimsel
[26.10.2023 23:00] Annem: der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanından kalktığımız zaman dedik ki: "(Rüyanın yorumu şöyle olmalıdır:) "Oradaki salih kimse Resûlullah'tır. Onların birbirlerine yamanmaları, Allah'ın, peygamberiyle gönderdiği işin (dinin) sorumluları olmalarıdır."

Ebu Davud, Sünnet 9, (4639).

4342 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ben kendimi cennete girmiş gördüm. Derken Ebu Talha'nın hanımı Rumeysa ile karşılaştım (radıyallahu anhüma). Bir de hışırtı kulağıma geldi.

"Bu kim(in hışırtısı)?" dedim.

"Bilal(in)!" dediler. Avlusunda bir cariye bulunan bir köşk gördüm.

"Bu kime ait?" dedim.

"Ömer İbnu'l-Hattab'ındır!" dediler. İçine girip bakmayı arzu ettim. Ancak senin kıskanç olduğunu hatırladım ve geri döndüm!"

Ömer, bu söz üzerine ağladı ve:

"Sana karşı da mı kıskanç olacağım ey Allah'ın Resûlü!" dedi."

Buhari, Ta'bir 31, 32, Bed'ü'l-Halk 9, Fezailu'l-Ashab 19, Nikah 107; Müslim, Fezailü's-Sahabe 21, (2395).

4343 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ey Bilal! Ne ile benden önce cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde önümde senin hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını duydum. Sonra altından şerefeleri olan murabba bir köşke geldim.

"Bu köşk kimin?" diye sordum.

"Araplardan birinin!" dediler. Ben cevaben:

"Ama ben de bir Arabım, (benim olmadığına göre) bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine:

"Kureyş'ten birinin!" dediler. Ben tekrar:

"Ben de bir Kureyşliyim, bu köşk kimin?" dedim. Bu sefer:

"Muhammed ümmetinden birinin!" dediler. Ben de:

"Muhammed benim, bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine:

"Ömer İbnu'l-Hattab'ın!" dediler, radıyallahu anh. Bunun üzerine bilal:

"Ya Resûlullah! Her ezan okuyuşumda iki rek'at namaz kıldım. Her ne zaman hades vaki oldu ise derhal abdest tazeledim ve Allah'a iki rek'at namaz kılmayı üzerimde borç gördüm" dedi. Bilal'in bu açıklaması üzerine Aleyhissalatu vesselam:

"İşte bu iki şey sebebiyle (cennete girmede benden evvel davranmış olmalısın)" buyurdular."

Tirmizi, Menâkıb, (3690).

4344 - Amr İbnu'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a sordum:

"(Ey Allah'ın Resulü!) İnsanların hangisi size daha sevgilidir?"

"Aişe!" buyurdular.

"Ya erkeklerden?" dedim.

"Babası!" buyurdular
[26.10.2023 23:00] Annem: Aşı Olmak

Ana Sayfa
A
Aşı Olmak
Rüyada Aşı Olmak
Rüyada İğne Yapıldığını Görmek
Rüyada Aşı Yapmak
Rüyada İğne Görmek
Rüyada Hemşire Görmek
Rüyada aşı olmak, yaşamın güzelleşeceği manasına çıkar. Sıkıntının, derdin ve hüzününün uzaklaşmış olması biçiminde yorumlanır. Rüyayı gören kişinin meşakkat ve sıkıntı çekmekten bükülmüş olan belinin doğrulmuş olacağına, solan yüzünün güleceğine ve elinin de bolluğa ereceğine yorumlanır. Ara sıra şifa ve sevinç olmak suretiyle değerlendirilirken kimi zaman da güvenliğin tehdit altında olacağı biçiminde tabir edilir. Bu rüya umumi manasıyla hayırlı, güzel ve iyi olana işaret eder. Kimi zaman da şifa bulmuş olmaya yorumlanır.

 


Rüyada Aşı Olmak
Rüyada aşı olduğunu görmüş olan kimse, hayırlı havadisler alabilir, güzel laflar işitir. Rüyayı gören kişinin yaşamında büyük, esaslı ve pozitif değişiklikler olacak, kısmetleri peş peşe gelmiş olacak, terslikler ve problemler da olumlu yönde neticelenecek anlamına gelir.

Rüyada İğne Yapıldığını Görmek
Rüyada iğne yapıldığını görmek, talih manasına çıkar ve rüya sahibinin hayırlı kimselerle tanışmış olacağına ve onlar yardımıyla işlerinin hallolmuş olacağına yorumlanır. Rüyayı görmüş olan kimse, bu kimseler yardımıyla rızık ve kazanç sahip olacak ve eli bolluğa kavuşacaktır.

Rüyada Aşı Yapmak
Rüyada aşı yapmış olmak, hijyenik niyetlere, güzel ve iyi hissiyatlara ve bu niyetlerle hareket etmeye yorumlanır. Rüyayı gören kişi içerisinden gelerek, içtenlikte, samimi olarak bir yardım işi yapmış olacak, hem Yaradan katında sevap kazanacak hem de manevi hissiyatları güçlenecektir diye tabir edilir.

Rüyada İğne Görmek
Rüyada iğne görmek, mesud edici havadislere ve pozitif gelişmelere işaret eder. Rüyayı gören kişinin yaşamının rayına gireceğine, programlarını ve projelerini gerçekleştirebilmesi için destekgöreceğine veya değişik fırsatlar yakalamış olacağına delalet eder.

Rüyada Hemşire Görmek
Rüyada hemşire görmek, tüm insanların dertlerini dinlemiş olan, cana yakın, elinden geldiğince etrafındakilere yararlı olmaya çalışmış olan bir şahsın varlığı üstünden yorumlanır. Rüyayı gören kişinin bu şekilde bir şahısdan öğüt dinlemiş olacağına ve kendisi rızası ile fikir danışacağına işaret eder.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:00] Annem: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüb
[26.10.2023 23:00] Annem: AZÎM (El-Azîm)

Ana Sayfa
A
AZÎM (El-Azîm)
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büyüklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm)
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O (Allah) Aliyy’dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm’dir. (Bekara sûresi: 255)
El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

İlgili
DEYYÂN (Ed-Deyyân)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
TEKVÎN
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Huluk-ı Azîm
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:00] Annem: İşte “Unsur-u Akide”yi Üçüncü Makale’de arayacağız.

İşte başlıyorum: “Nahu
[26.10.2023 23:00] Annem: Üçüncü Makale
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّهِ

Bu kelime-i âliye, üss-ül esas-ı İslâmiyet olduğu gibi kâinat üstünde temevvüc eden İslâmiyetin en nuranî ve en ulvî bayrağıdır. Evet misak-ı ezeliye ile peyman ve yeminimiz olan iman, bu menşur-u mukaddeste yazılmıştır. Evet âb-ı hayat olan İslâmiyet ise, bu kelimenin ayn-ül hayatından nebean eder. Evet ebede namzed olan nev’-i beşer içinde saadet-saray-ı ebediyeye tayin ve tebşir olunanın ellerine verilmiş bir ferman-ı ezelîdir. Evet kalb denilen avalim-i gayba karşı olan penceresinde kurulmuş olan latife-i Rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranîyle Sultan-ı Ezel’i ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beligidir. Evet vicdanın esrarengiz olan nutk-u beliganesini cem’iyet-i kâinata karşı vekaleten inşad eden hatib-i fasihi ve kâinata Hâkim-i Ezel’i ilân eden imanın mübelliğ-i beligi olan lisanın elinde bir menşur-u lâyezalîdir
[26.10.2023 23:01] Annem: Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaib olan feza gürültü ile konuşarak bağırıyor: “Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin.” der. O misafir, onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar; müdhiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki:

Zemin ile âsuman ortasında muallakta durdurulan bulut, gayet hakîmane ve rahîmane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti (yani yaşamak ateşinin şiddetini) ta’dil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi; birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra “Yağmur başına arş!” emrini aldığı anda; bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.

Sonra o yolcu, cevvdeki rüzgâra bakar görür ki: Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmane ve kerimane istihdam olunur ki
[26.10.2023 23:01] Annem: -i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî” eder, onu alk�
[26.10.2023 23:01] Annem: (Meyve Risalesi'nden)
Onuncu Mes’eleye Bir Hâtime Olarak İki Haşiyedir
Birincisi: Bundan 12 oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’ana karşı sû’-i kasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: “Kur’an tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat Risale-i Nur’un cerhedilmez hüccetleri kat’î isbat etmiş ki: Kur’anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adedden bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve cem’iyetli tabirleri yerinde, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o
[26.10.2023 23:01] Annem: Sonra Van’dan Şam’a gider. Şam ülemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmi-ül Emevî’de on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm bir cemaate karşı bir hutbe îrad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Bilâhere buradaki hutbesi, “Hutbe-i Şamiye” namıyla tab’edilmiştir.

Bu Hutbe-i Şamiye; İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî manevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeblerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halas gösteren ve bundan sonra İslâmiyet’in zemin yüzünde maddî-manevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delail-i akliye ile isbat eden, müjde veren çok kıymetdar, bütün müslümanlara, hattâ insanlığa şamil bir derstir, bir hutbedir.

Hutbe-i Şamiye’nin baş taraflarında diyor:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî
[26.10.2023 23:01] Annem: -i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَد
[26.10.2023 23:01] Annem: vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.

İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.

Sonra Kur’an-ı Kerim’de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, Arz’ın bu şekle getirilmesiyle nev’-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması, ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünki tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.

Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’a vech-i delaletlerine, وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ilh.. cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra geçen delillerin herbirisi alel’infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.

Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delaletiyle beraber, Mabudun ibadete müstehak olduğuna delalet eder. Çünki ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, Arz ve Arz’dan çıkan mevalid, yani Arz’ın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi, insanlar da onların Sâni’ine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا cümlesi ise, geçen cümlelerin herbirisiyle alâkadardır. Yani: Rabbinize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız. Zira Rabbiniz ancak Allah’tır. Sizi, nev’iniz ile beraber halkeden odur. Ve Arz’ı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur. Hülâsa, bütün nimetler onundur; öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.

Arkadaş! Bu âyetin tazammun ettiği cümlelerin keyfiyet ve nüktelerine gelelim:

Evvelâ: Kur’an-ı Kerim’de kesretle zikredilen يَا اَيُّهَا ile edilen hitab ve nida, üç vecihle ve üç edatla te’kid edilmiştir. Birisi: İkazı ifade eden ve ikaz için kullanılan يَا harfidir. İkincisi: Alâmetleri aramakla bir şeyi bulmak için kullanılan اَىُّ kelimesidir ki, Türkçede “hangi” kelimesiyle tercüme edilir. Üçüncüsü: Gafletten ayıltmak için kullanılan هَا harfidir. Bu te’kidlerden anlaşılır ki, burada
[26.10.2023 23:01] Annem: kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak
[26.10.2023 23:01] Annem: Evet mü’min olan kimse, iman ve tevhid iktizasıyla, kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi; bütün mahlukatı, bilhâssa insanları, bilhâssa İslâmları birbiriyle bağlayan ip de, ancak uhuvvettir. Çünki iman bütün mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.

Küfür ise, öyle bir bürudettir ki, kardeşleri bile kardeşlikten çıkarır. Ve bütün eşyada bir nevi’ ecnebilik tohumunu ekiyor. Ve her şeyi her şeye düşman yapıyor.

Evet hamiyet-i milliyelerinde bir uhuvvet varsa da, muvakkattır. Ve ezelî, ebedî iftirak ve firak ile muttasıl ve mahduddur. Amma kâfirlerin medeniyetinde görülen mehasin ve yüksek terakkiyat-ı sanayi, (bunlar) tamamen medeniyet-i İslâmiyeden, Kur’anın irşadatından, edyan-ı semaviyeden in’ikas ve iktibas edildiği “Lemaat” ile “Sünuhat” eserlerimde istenildiği gibi izah ve isbat edilmiştir…

رَاجِعْهُمَا تَرَى اَمْرًا عَظِيمًا غَفَلَ عَنْهُ النَّاسُ
[26.10.2023 23:02] Annem: insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneş’in cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş’i bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneş’in ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden “Bismillahirrahmanirrahîm”dir.

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan bilbedahe rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatab ve dost yapan, bilbedahe rahmettir.

Ey insan, madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ı mahbubedir. “Bismillahirrahmanirrahîm” de. O hakikata yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultan’a muhatab ve halil ve dost ol!

Evet kâinatın enva’ını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i
[26.10.2023 23:02] Annem: Birinci Basamak:
Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semavatın da kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’îde o ecnas-ı muhtelifeye, melaike ve ruhaniyat tesmiye edilir. Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira zemin küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîşuur mahluklardan doldurulması ve arasıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki: Şu muhteşem burçlar sahibi, müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi, zîşuur ve zevil-idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar. Çünki kâinatı hadd ü hesaba gelmeyen tezyinat ve mehasin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedahe mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzarını ister. Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüs’atli ubudiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike enva’ı ve ruhaniyat ecnası lâzımdır
[26.10.2023 23:02] Annem: milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan yalnız iki zâtın; yani Hasan (R.A.) ve Hüseyin’in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları, عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ  hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı a’zamını tarîk-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma’ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.

Evet Kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar gazab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi.. kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, hârika ve mu’cizane ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Bir tek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder. Fatiha’da صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّالِّينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatiha’nın âhirinde daha zahirdir.

Üçüncü Cihet: Bu kadar tekrar ile kat’î verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur: İstenilen şey meselâ Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek
[26.10.2023 23:02] Annem: TARİH.............   TÜRKLERDE HAYVAN HAKLARI

“Türkler fıtraten hayvanlara da çok merhametlidirler; meselâ birçok bölgede eşeklere haftada iki gün dinlenme izni verilmektedir. Bir çınar dalına yahut evin damına tünemiş leyleğin yuvası da mesut bir aile man-zarası arz etmektedir. Türklerle Rumların karışık olarak bulundukları köylerde bir evin hangi tarafa âit olduğunu anlamak için eve girmeye lüzum yoktur. Leyleğin damına yuva yaptığı ev Türk evidir...”

(Jean Jacques Elisee Reclus (1830-1905) , Nouvelle Geographie Universelle, “La Terre et Les Hommes,” 1884, c:9, s: 543, nakl. Eski Türkler, 4446)”

t  “Osmanlı toplumunda hayvanlara iyi davranılması konusunda her zaman hassasiyet gösterilirdi. 1587 yılında, Sultan Üçüncü Murad’a âit bir fermanda öncelikle, sâhiplerinin hayvanları iyi beslemeleri gerektiği emrediliyor. Bu hayvanlara tahammül edebilecekleri ağırlıktan fazlasının yüklenmesini yasaklıyor.

Osmanlı arşivlerinde 2 Ekim 1856 tarihlerindeki bir belgede, yük taşıyan hayvanlara iyi davranılması için öteden beri uygulanmakta olan kurallar hayvan sâhiplerine yeniden hatırlatılıyor. Çok eskiden beri âdet olduğu üzere beygir hamallarının Cuma günleri tatil yaptıkları hatırlatılıyor. Osmanlıda eşekler için çıkarılan kanunnamede, her eşeğin haftada 2 gün tatili vardır. 

t “Türkler, bizim askerlerimize göre üç sebepten dolayı üstündürler. Komutanlarına derhal itaat ederler. Savaşırken hayatlarını hiçe sayarlar; uzun müddet arpa ve su ile iktifâ ederek ekmek, su istemezler ve şarap içmekten nefret ederler...''

(Lord Byron, La Crise de O’rient’de, Paris 1907, nakl: Eski Türkler, 76)

t Sokakta bir kadına rastlayan erkek, bakmak yasak edilmiş gibi başını çevirir. Bir Türk için hiddetlenip kadına el kaldırmak kadar ayıp bir şey yoktur...” 

(Eski Türkler, 81)

t “Türkler oyun oynamayı çok istihkâr ederler. Para kazanmak için oynayan bir adam, yani kumarbaz onların nazarında hırsızdan da âdi bir mahlûktur. Türkler (bizdeki) dansı, kendileri için insanlık şeref ve haysiyetlerini lekeleyen, insanın en bayağı ve iptidâî taraflarına hitap eden basit bir maharet telâkki ederler...” 

(Eski Türkler, 144)


05.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:02] Annem: Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek, üstadıma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.

İşte bu defa Külliyat-ı Nur’dan mebhus-u anha risale, bu abd-i âcize hitaben, “senin kalbindeki hafî bir arzu ve hissin, bizim levha-i manevîmizde gayet büyük harflerle yazılıdır ki, işte is’af edildi” tarzında bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacını temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur’an-ı Azîmüşşan’ı inzal edene secdeler ve Nurlar dellâl-ı âlîşanına hadsiz teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-yı fâzılanelerine müdavim bulunduğumu arzeylerim Efendim Hazretleri.

Sabri

* * *

Ey Üstad!
[26.10.2023 23:02] Annem: 'İslâm dininin devam ve bekası Allah Teâlâ’nın buyurduğu iyiliği emir ve kötülüğü menetmenin devamına bağlıdır.' Ali Haydar Efendi [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:02] Annem: “İki serinlik vaktinde kılınan namazlardan sabah ve ikindiyi kılan kimse cennete girer.”
(Buhari, Mevakit 26, Müslim, Mesacid 215)
[26.10.2023 23:02] Annem: Dört Dirhem, Dört Dua

Mansûr b. Ammâr hazretleri [kuddise sırruhû], mana yolunun öncüsü, takva altının sarrafı, hidayet mührünün kaşı, esrar hazinesinin sahibi idi. Derece itibariyle muazzam şeyhlerden, mertebe bakımından onların büyüklerindendi. Vaaz konusunda söylenen sözlerin en güzeli onun sözleri, en hoş izah biçimi onun izahıydı. Tövbesinin sebebi şu idi:

Üzerinde besmele yazısı bulunan bir kâğıt bulmuş ve kaldırmıştı, fakat koyacak bir yer bulamayınca ağzına atıp yutmuştu. Rüyasında bir sesin kendisine,

- O kâğıda göstermiş olduğun hürmetten dolayı, sana hikmetin kapısını açmış bulunuyoruz, dendiğini görmüştü. Bu rüyadan sonra nefis terbiyesi ile meşgul oldu, gereken riyâzetleri yaptı ve kâmil bir veli oldu. Sonra vaaz meclisini kurdu, insanlara hakkı anlattı, birçok insanın hidayetine vesile oldu.

Ne Zamana Kadar?

Büyük mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel [rahmetullahi aleyh], aksakallı biri olduğunda bile elinden kalemini ve mürekkebini hiç bırakmamış. Yaşlılığında onun bu halini gören biri,

Ey Ebû Abdullah! İlim açısından oldukça bilgilisin. Hal böyle olmakla beraber elinden hâlâ kalemini ve mürekkep şişesini düşürmüyorsun. Bu, ne zamana kadar böyle devam edecek?  diye sormuş.

Ahmed b. Hanbel şöyle cevaplandırmış bu soruyu:

Mezara kadar!

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:02] Annem: İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.
MUHAMMED Sûresi 32.Ayet
[26.10.2023 23:02] Annem: CAMİLER
Camiler; dinî ve sosyal hayatın vazgeçilmez mekânlarıdır. İslam’ın cemaat ve cemiyetini, kültür ve medeniyetini oluştu- ran merkez camilerdir.
Bu kutsal mekânlarda; gayeler, duygular ve düşünceler birle- şir. Dualar âminlere karışır, eller semaya, gönüller Rahman’a açılır. Kullar secdede iken, ruhlar ulvîleşir. Camiler, cemaatle- riyle mamur olurlar.
Allah Teâlâ, Kur’an’da; “Mescitler Allah’a (ibadet etmeye) mah- sustur. O halde (oralarda) Allah’a ibadetin yanı sıra başka kim- seye ibadet etmeyin.” (Cin, 72/18) buyurmaktadır.
Hz. Peygamber Efendimiz de; “Mescitler, Allah’a en sevimli mekânlardır.” (Müslim, “Mesacid”, 288) buyurmuştur.

DİNÎ KAVRAMLAR
MESCİD-İ CİN
Hz. Muhammed (s.a.s.), hem bü- tün insanların hem de cinlerin peygamberidir.
M. 619 yılında İslam’ı tebliğ için gittiği Taif şehrinden dönüşünde, Mekke’de Batn-ı Nahle denilen yerde namaz kılmıştı. Bir grup cin burada Peygamberimizin okudu- ğu Kur’an’ı dinlemiş ve Müslü- man olmuştu. Cinlerin Kur’an’ı dinleyip Müslüman oldukları, Cin sûresinin 1-16. ayetlerinde bildi- rilmiştir. Peygamberimizin namaz kılıp Kur’an okuduğu, cinlerin Kur’an’ı dinleyip Müslüman oldu- ğu yerde bir mescid yapılmış ve bu mescide Cin Mescidi denilmiştir.

ÖZLÜ SÖZ
Kötülüğü kötülükle cezalandırmak kolay, mertsen kötülük yapana iyilik et. (Sadi Şirazî)
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ım! Beni dinimde sabit kıl, mizanda sevaplarımın ağır gelmesini nasip eyle, imanımı gerçek eyle, derecelerimi yükselt, namazımı kabul eyle, günahımı bağışla” (Hakim, Deavat, No:1911)
[26.10.2023 23:02] Annem: İsraf
İsraf malı boş yere harcamaktır. Kur’an’da, “Yiyiniz, içiniz, fakat
israf etmeyiniz” (el-A‘râf 7/31) buyurulmuş, Resûl-i Ekrem de daima
mutedil, ölçülü davranmayı emretmiş, malın boşa harcanmasını yasaklamıştır.
Sigara için yapılan harcamanın, sigara bağımlısı şahsın bu bağımlılığı
göz önünde bulundurulursa israf olmayacağı, hatta önemli bir bünyesel
ihtiyacının karşılanması sayılabileceği görüşü -harcama boşa olmanın ötesinde
zararlı da olduğu için- tutarlı değildir. Harcama yapan kişinin zengin
olması da bu harcamanın israf olmasını önlemez. ...Daha az
[26.10.2023 23:02] Annem: Allah size ancak ölüyü (lesi), kani, domuz etini ve Allah'tan baskasi adina kesileni haram kildi Her kim bunlardan yemeye mecbur kalirsa, baskasinin hakkina saldirmadan ve haddi asmadan bir miktar yemesinde günah yoktur Süphe yok ki Allah çokça bagislayan çokça esirgeyendir (BAKARA/173)

Les, kan, domuz eti, Allah'tan baskasi adina bogazlanan, bogulmus, (tas, agaç vb ile) vurulup öldürülmüs, yukaridan yuvarlanip ölmüs, boynuzlanip ölmüs (hayvanlar ile) canavarlarin yedigi hayvanlar -ölmeden yetisip kestikleriniz müstesna- dikili taslar (putlar) üzerine bogazlanmis hayvanlar ve fal oklariyle kismet aramaniz size haram kilindi Bunlar yoldan çikmaktir Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmislerdir Artik onlardan korkmayin, benden korkun Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladim ve sizin için din olarak Islâm'i begendim Kim, gönülden günaha yönelmis olmamak üzere açlik halinde dara düserse (haram etlerden yiyebilir) Çünkü Allah çok bagislayici ve esirgeyicidir (MAİDE/3)

De ki: Allah katinda yeri bundan daha kötü olani size haber vereyim mi? Allah'in lânetledigi ve gazap ettigi, aralarindan maymunlar, domuzlar ve tâguta tapanlar çikardigi kimseler Iste bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve dogru yoldan daha ziyade sapmis bulunanlardir (MAİDE/60)

De ki: Bana vahyolunanda, les veya akitilmis kan yahut domuz eti -ki pisligin kendisidir- ya da günah islenerek Allah'tan baskasi adina kesilmis bir hayvandan baska, yiyecek kimseye haram kilinmis birsey bulamiyorum Baskasina zarar vermemek ve siniri asmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalirsa bilsin ki Rabbin bagislayan ve esirgeyendir  (EN'AM/145)

(Allah) size, sadece ölü hayvani kani, domuz etini ve Allah'tan baskasi adina kesilen hayvani haram kildi Ancak kim mecbur kalirsa (baskalarinin haklarina) saldirmaksizin, siniri da asmadan (bunlardan yiyebilir) Çünkü Allah çok bagislayan, pek esirgeyendir  (NAHL/115)
[26.10.2023 23:02] Annem: Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim cemaat'(imiz)den bir karış uzaklaşırsa (kendini dine bağlayan) İslâm bağını boynundan çıkarıp atmış olur" 
Ebu Dâvud, Sünne 30, (4758); Tirmizî, Emsâl 3, (2867).
[26.10.2023 23:02] Annem: Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.  Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir. [Bakara Sûresi.158]
[26.10.2023 23:02] Annem: AZÎZ (El-Azîz)

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki  Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir) . (Bekara sûresi  209) Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz. (Yûsuf Nebhânî) 2- Kıymetli, şerefli, üstün. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki  Ey Muhammed! De ki  Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi  26) Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet'ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır). (Hazret-i Ömer) Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ) Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm Arvâsî) Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder  1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdık) Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdık)
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ım! Kötü ahlaktan, nefsânî arzulardan, kötü işlerden ve ayıp şeylerden beni uzaklaştır.” (Ibn Hibbân, Ed’iye, No:960)
[26.10.2023 23:02] Annem: Anne-baban yaşlanınca elinden geldiği kadar onlara yardım et. Çünkü ebeveynin, sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Devamlı onların hayır duasını al. Beddua ederlerse dünyan da, ahiretin de yıkılır. Anne-babanın rızası Allah'ın rızasıdır. Onların öfkelenmesi Allah'ın gazabıdır.[İmam Gazali]
[26.10.2023 23:02] Annem: Berk

E.T. Sağlam, kuvvetli

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:02] Annem: Ezan ve kameti oluşturan cümleler ikişer kere mi, birer kere mi okunmalıdır?

Kamet cümlelerinin kaçar sefer okunacağı konusundaki uygulama farkları bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)’den farklı rivayetlerin gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed başta olmak üzere talebeleri, Kufeli alimler ve Süfyan-ı Sevri ve İbnu’l-Mübarek gibi diğer bazı alimler dört sefer okunan baştaki tekbir cümleleri dışındaki ezan ve kamet cümlelerinin ikişer sefer okunacağını söylemişlerdir. Delil olarak ise sahabilerden Abdullah b. Zeyd’in ezan ve kamete dair gördüğü rüyada öğrendiği ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in de tastik ettiği sözlerle ilgili rivayeti gösterirler. Bu rüya ile ilgili rivayetlerde kamet ve ezanın başındaki tekbir dört defa, diğer cümleler ise çift olarak zikredilmiştir. (Ebu Davud, Salat, 499; Müslim, Salat, 1, 377). Yine şu rivayeti de delil olarak zikrederler: “Rasulüllah (s.a.s.)’in ezanında ve kametinde cümleler çift çift idi” (Tirmizi, Salat: 142, (194); Şeybani, Kitabu’l-Asar, II, 83; Serahsi, el-Mebsut, I, 128; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, II, 55).

Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre ezan okunurken, yukarıdaki görüşte olduğu gibi ilk tekbirler dört, diğer cümleler ikişer kere söylenir Kamete gelince; Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre baştaki tekbir ile “kad kameti’s-salah” cümlesi ikişer sefer, diğer cümleler birer sefer söylenir. Maliki mezhebine göre ise, kamette tekbirler ikişer sefer, diğer cümleler birer sefer söylenir (Nevevi, el-Mecmu’, III, 90, 94-97). Bu konuda şu rivayeti delil almışlardır: “Rasulüllah (s.a.s.), Bilal’e cümleleri ikişer kere söyleyerek ezan, birer kere söyleyerek de kamet okumasını emretti.” (Buhari, Ezan, 359).
[26.10.2023 23:02] Annem: 33 
Ramazan ve Kur’an
Ramazan ve Kur’an, birbirine ne kadar da yakışan iki 
kelime. İkisi arasında birbirinden ayrılmaz bir iliş-
ki var. Zira Kur’an Ramazan’da indi, Ramazan ise Kur’an’da 
ismi geçen yegâne aydır ve faziletini Kur’an’da geçişinden 
ve oruç ayı oluşundan almaktadır. Bu sebeple Ramazan ayı 
Kur’an ayı diye anılmakta ve bu ayda Kur’an’la olan birlikte-
liğimiz daha da önem taşımaktadır.
Bu vesileyle Kur’an’ı daha iyi tanımamız için bazı yönle-
rini hatırlamaya çalışalım. Kur’an, Allah tarafından Cebrâil 
vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son Peygamber 
Hz. Muhammed’e indirilen, mushaflarda yazılan, tevâtürle 
nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha suresiyle baş-
layıp Nâs suresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten 
âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelamdır. Bu kelamın Kur’an 
dışında bazı isimleri daha vardır, bunlardan en meşhurları 
Tenzîl, Kitâb, Furkan, Zikir, Vahiy ve Kelamullah’tır. Kur’an, 
Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cüm-
lelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arap-
ça’daki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has 
eşsiz bir anlatım tarzına sahiptir. 
Kaynaklarda Kur’an’ın dili ve üslûbu hakkında belirtilen 
özelliklerden belli başlıları şunlardır: 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 33 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:02] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 104 ∙∙∙
aklî melekeleri yerinde her insan için ulaşılması son de-
rece kolay, hatta bir anlamda inkârı mümkün olmaya-
cak derecede açık bir hakikat olduğunu belirtir. İnsanın 
kendi varlığı da dahil olmak üzere, en küçüğünden en 
büyüğüne kadar kâinattaki her bir varlık ve gerçekleşen 
her hadise, Allah’ın varlığının bir delilidir. Dolayısıyla 
akıl sağlığı yerinde ve bunu doğru biçimde kullanabilen 
hiçbir insanın Allah’a iman etmemesi mümkün değildir. 
Kur’an’ın ilk muhatapları olan müşriklere “Sizi kim ya-
rattı?” diye sorulduğunda “Şüphesiz, Allah!”1
demeleri 
bunun göstergesidir. 
Öte yandan iman sadece akılla bir hakikate ulaşmak 
ve bunun bilgisine sahip olmaktan ibaret değildir. Aklı 
olan, aklını kullanarak imana ulaşmasına vesile olacak 
bilgileri kendisine sağlayan duyu organları da sağlam 
biçimde çalışan nice insan vardır ki imana ermemiştir. 
Allah Teâlâ bunlar hakkında, “Onların kalpleri (şuur ve 
idrakleri) vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, on-
larla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte 
onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte 
asıl gafiller onlardır.”2
buyurur. Bu gibi insanlar hakika-
tin bilgisine ulaşmakla birlikte, duyguları harekete geç-
mediği, bu bilgi gönüllerine nüfuz etmediği için imana 
varamamışlardır. 
O halde, Allah’ın varlığını gönülden tasdik etmek, tam 
bir teslimiyetle benimsemek ve bu idraki bütün benli-
ğimize hâkim kılmak gerekir. Nitekim Allah, kendisine 
gerçek anlamda iman eden müminlerin, “Allah anıldığı 
zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri 
1 ez-Zuhruf 43/87.
2 el-A’râf 7/179.
ALLAHA İMAN.indd 104 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:02] Annem: Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayetlerinde şu ziyade mevcuttur: "Resulullah (sav)'a "elini yığına daldır" diye vahyedildi, o da elini daldırdı. Yığın ıslaktı. "Aldatan bizden değildir" buyurdu." 
Kaynak: Ebu Davud, Büyu, 52, (3452); Tirmizi, Büyu 74, (1315)
Rivayet: Ebu Hüreyre
[26.10.2023 23:02] Annem: Ravi: İbnu Abbas (ra)
Allah'ı zikretmek elbet en büyüktür (Ankebut, 45) mealindeki ayet hakkında şunu söyledi: "Kulun Allahu Teala'yı diliyle zikretmesi büyük (bir ibadet)tir. Onuzikretmesi, herhangi bir günaha yaklaşınca O'ndan korkarak terketmesi, günah işler olduğu halde diliyle zikretmesinden, daha büyüktür.

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Rezin

Hadisin Açıklaması:
null
[26.10.2023 23:02] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dayanılamayacak dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve düşmanı sevindirecek felâketten Allah’a sığınınız.”  

Buhârî, Daavât 28, Kader 13; Müslim, Zikir 53.
[26.10.2023 23:02] Annem: KADININ TEK BAŞINA YOLCULUK YAPMAMASI

989: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kadının yanında kendisiyle evlenmesi haram olan bir yakını olmadan bir gün ve bir gecelik yolculuğa çıkması helal değildir.” (Buhari, Taksir 4, Müslim, Hac 423)

990: İbni Abbas (Allah Onlardan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) : “Bir erkek yanında mahremi (ana, baba, kardeş, akraba) olmayan bir kadınla yalnız başına kalmasın. Hiçbir kadın da yanında kendisiyle evlenmesi haram olan bir yakını olmaksızın tek başına yolculuğa çıkmasın” buyurdu. Bunun üzerine bir sahabi:

-Ey Allah’ın Rasulü karım hac yapmak için yola çıkmaya hazırlandı. Ben de falan savaşa katılmak için yazıldım, dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Git hanımla birlikte hac yap” buyurdu. (Buhari, Nikah 111, Müslim, Hac 424)
[26.10.2023 23:02] Annem: 26- Namazda Gözleri Semaya Dikmekden Nehiy Bâbı

994- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müseyyeb’den, o da Temim b. Tarefe'den, o da Câbir b. Senınra'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Namazda gözlerini semâya diken bir takım kimseler yâ bundan vaz geçerler yahut gözleri kendilerine dönmez.» buyurdular.

995- Bana Ebû't-Tâhir ve Amr b. Sevvad rivâyet etüler. De-düer ki: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Leys b. Sa'd, Cafer b. Ramâ'dan, o da Abdurrahman el-Arac'dan, o da Ebû Hureyre'den naklen rivâyet etti, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): .

«Bir takım insanlar yâ namazda duâ ederken gözlerim semaya dikmekden vaz geçerler, yahut gözleri kör olur!» buyurmuşlar.

Bu rivâyetlerin birinde mutlak surette namaz esnasında semâya bak-makdan, diğerinde ise namazda duâ ederken semâya bakmakdan nehy buyurulmuştur. Hüküm ve hâdise her iki rivâyette bir olduğu için mutlak olan birinci rivâyet mukayyed bulunan ikinci rivâyete hamledil-miştir. Maamâfih buna hacet de yoktur. Çünkü mânâ yine aynıdır. Duanın kıblesi semâ olduğu halde dua esnasında semâya bakmak memnu olunca namaz esnasında bakmak evleviyetle memnu olur. Bu rivâyetlerden ne murâd edildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre vaîd yani tehdîd kasdedilmiştir. Bu lakdirde gözleri semâya dikmek haramdır. Zahirîlerden İbn Hazm daha ileri giderek namazın bozulacağını söylemiştir. Diğer bazıları: «Hadîsin mânâsı: Namaz kılanların üzerine inen meleklerin indirdikleri nurdan gözleri kör olacağından korkulur demektir.» mütâleasında bulunmuşlardır, İbn Ebû Şeybe'nin Hişam'dan tahrîc ettiği bir hadîse göre, ashab-ı kirâm vaktiyle namazda bakmışlarmış;

"Namazlarında huşu' sahibi olan mü'minler muhakkak felaha erdi." Sure-i Mu'minûn âyet: 1 âyet-i Kerîmesi inince artık önlerine bakmağa başlamışlar, gözleri secde yerinden öteye geçmez olmuş.

Bâzılarına göre ibret için gözleri semâya kaldırmakta beis yoktur. Fakat İbn Battal namazda semâya bakmanın mekruh olduğuna ulemânın ittifak ettiklerini söylemiştir. Namaz haricindeki dualarda ise ekseri ulemâya göre semâya bakmak caizdir. Çünkü duanın kıblesi semâ olduğunu bildiren hadîsler vardır. Taberî semâya bakmayı kerih görmüştür. Kâdî Şüreyh duâ ederken gözlerini semâya diken bir zâta:

«Ellerini yum! Gözlerini de indir! Çünkü sen ona eremez ve onu göremezsin!» demiştir.

 

 
[26.10.2023 23:02] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dayanılamayacak dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve düşmanı sevindirecek felâketten Allah’a sığınınız.”  

Buhârî, Daavât 28, Kader 13; Müslim, Zikir 53.
[26.10.2023 23:02] Annem: Resulullah (sav) şehirlinin köylü adına alış-veriş yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat vererek fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alış-veriş muamelesi kesinlik kazanıp tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alış-verişe girişmesini, bir kız istetilmiş iken ona talib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak için- kocasına onu boşamasını taleb etmesini yasakladı."

Buhari, Büyu 58, 70, 71, Şurut 8, 11; Müslim, Nikah 38, 39, 51, 52, (1408-1413), Büyu 12, (1515); Tirmizi, Talak 14, (1190); Nesai, Nikah 20, (6,71), Büyu 19, 21, (7, 258-269); Ebu Davud, Nikah 2, (2176), 18, (2080); Muvatta, Büyu 45, (2, 683)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ın gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (onların) bana uğramalarından, Allah’ın tam kelimelerine sığınırım.”

Ebû Dâvûd, Tıb, 19

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:02] Annem: Peygamberimizin Şam'a İkinci Gidişi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Mekke halkının meşguliyetleri başında ticaret geliyordu. Ebû Tâlib de bir müddet ticaretle uğraştı. Ancak kıtlık kuraklık yıllarının başgöstermesi, kabile savaşlarının birbirini takip et­mesi ve aile efradının fazla oluşu gibi sebepler yüzünden ticaret yapabilecek malî kuvveti pek kalmamıştı. Bu yüzden, Efen­di­mizi de yanına alarak yaptığı Suriye seyahatinden sonra bir daha ticaret ker­vanlarına katılma imkânını elde edemedi. Mekke’nin içinde bazı işler yap­mak­la geçinip gidiyordu.

Mekke’de Nebiyy-i Ekrem Efendimizin akrabalarından zen­gin bir dul kadın vardı: Hatice binti Hüveylid... O, servetiyle ticaret kervanlarına ortak olu­yordu.

Peygamber Efendimiz, yirmi beş yaşında bulunduğu sırada, Ku­reyş yine Şam’a göndermek üzere bir ticaret kervanının hazırlığı içindeydi. Bu kervana Hz. Hatice de, mallarıyla iştirak edecekti. Her seferinde olduğu gibi bu defa da mallarının başında gön­derecek emin ve sağlam adamlar arıyordu.

Geçim sıkıntısı içinde kıvranıp duran Ebû Tâlib, bunu duydu. Himâyesinde bulunan yeğeni Nebiyy-i Muhterem Efendimizi yanına çağırarak, kendisine açılmak zorunda kaldı ve şöyle konuştu:

“Ey kardeşim oğlu! Mal ve mülk sahibi olmadığımı biliyorsun. Şiddetli kıt­lık ve kuraklık, elimizi avucumuzu kuruttu; bizde ne ticaret bıraktı, ne de kal­kacak, kımıldana­cak güç ve derman... Bak, kavminin ticaret kervanı Şam’a git­meye hazırlanıyor. Hüveylid’in kızı Hatice de, bu ker­vana yükleyeceği mallar­la katılacak ve mallarıyla birlikte de kavminden bazı kimseler göndere­cektir. Hatice, ticaretle uğraşan, serveti bol ve başkasının da bu servetten isti­fade et­mesini isteyen bir kadındır. Senin gibi emniyet edilen temiz, vefalı bir insana, onun bu konuda ihtiyacı vardır. Gidip bu hususu kendisine anlatsan, herhalde dürüstlüğün ve üstün meziyetlerinden dolayı seni başkaları­na tercih edecek­tir!”

Bu konuşmasının ardından endişesini de üzüntü içinde belirtti: “Gerçi, seni Şam’a göndermekten çekiniyorum; Yahudilerin sana bir zarar vermesinden de korkuyorum! Ama ne yapayım ki geçimimizi temin konusunda, bundan başka hatırıma gelen bir fikrim de yok.”[1]

Amcasına, “Amcacığım, sen nasıl istiyorsan öyle yap” cevabında bulundu.

Ebû Tâlib’le Resûl-i Ekrem Efendimiz arasında geçen konuş­ma, Hz. Ha­ti­ce’ye ulaştı. Nebiyy-i Mükerrem’in doğru söz­lü, güvenilir, emniyetli, üstün ah­lâklı olduğunu bilen Hz. Hatice, hemen haber göndererek çağırttı, kendisine şöyle dedi:

“Ben, seni Şam’a gidecek ticaret mallarımın başında gön­der­mek istiyorum. Senin doğru sözlü, son derece güvenilir ve güzel ahlâklı olduğunu biliyorum. Sana, kavmim­den hiçbir kimse­ye vermediğim yüksek bir ücret vereceğim!”

Peygamber Efendimiz, teklifi amcası Ebû Tâlib’e haber verdi. Bu­na son de­rece sevinen amcası, “Bu, Allah’ın sana ihsan ettiği bir rızıktır!” diye konuştu.

Ebû Tâlib, ücreti tayin etmeden yola çıkılmasını münasip görmediğinden, Efendimize, gidip bizzat Hz. Hatice’yle bu hu­susu konuşmasını söyledi. Ancak Peygamber Efendimiz, bunu istemediğini belli etti. Bunun üzerine Ebû Tâlib kendisi bizzat giderek, “Ey Hatice!” dedi. “Biz işittik ki sen filanı iki erkek de­ve vermek üzere tutmuşsun. Biz, Muhammed için dört erkek deveden aşağısına râ­zı olmayız!”

Efendimiz gibi son derece itimat edilir birini bulan Hz. Hatice sevinç içinde, “Ey Ebû Tâlib!” dedi. “Sen çok kolay ve hoşa gidecek bir ücret dilemiş bulunu­yorsun! Bundan daha fazlasını isteseydin bile ben yine kabul ederdim!”[2]

Haliyle Ebû Tâlib, bu sözlerden fazlasıyla memnun oldu.

Hz. Hatice, kölesi Meysere’yi de Re­sû­lul­lah Efendimizin emrine verdi ve ona şu tembihte bulundu:

“Sana ne emrederse derhal itaat edeceksin, hiçbi
[26.10.2023 23:02] Annem: ❝Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana salât-u selâm okuyun. Zira kim bana salât-u selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder.❞

| Hz. Muhammed (sav) - Müslim, Salât, 11
[26.10.2023 23:02] Annem: 3 KIŞININ DUÂSI
Zulme mâruz kalmış, gönlü incinmiş her kulun duâsı, imân veya küfür ehli olduğuna bakılmaksızın, Cenâb-ı Hakk’a arzolunur ve en kısa zamanda kabul olunur. Zîrâ mazlûmun duâsı ile Cenâb-ı Hak arasında perde yoktur. Peygamber Efendimiz, ashâb-ı kirâma böyle makbul olan mazlûmların duâsından sakınmalarını şöyle öğütlemişlerdir:“Mazlûmun duâsından sakınınız. Zîrâ onun duasıyla Allâh Teâla arasında perde yoktur.” (Müslim, Îmân, 29)“Üç kişi vardır ki, Allâh onların duâlarını reddetmez:1-İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı,2-Mazlûmun duâsı,3-Adâletli devlet reîsinin duâsı.” (Tirmîzî, Deavât, 48; İbn Mâce, Duâ, 2)Cenâb-ı Hakk’ın, kullarının istihkar edilmesine râzı olmadığını, şu hadîs-i şerîf ne güzel ifade eder:Rasulullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:“–Bir adam: «Vallâhi, Allâh falancayı mağfiret etmeyecek!» diye kesip attı.Allâh Teâlâ Hazretleri de:«Falancayı mağfiret etmeyeceğim husûsunda, yemin eden de kim? Ben ona mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!..» buyurdu.” (Müslim, Birr, 137)
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:02] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Amr İbnu Avf (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm): "Allah, Ensar'ı, Ensar'ın oğullarını, Ensar'ın oğullarının oğullarını rahmetine bandırsın" buyurdular."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (165) - Hds :(6030)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allahım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım.”

(Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74)
[26.10.2023 23:02] Annem: [Hadis No : 3644]

Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.  

"Ey Allah'ın Resulü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?) '' Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:  

"O, kendisinden bir parça değil midir?"

Ebu Dâvud, Tahâret 71, (182, 183); Tirmizi, Tahâret 62, (85); Nesâi, Tahâret 120, (1,101). Bu metin Tirmizi'nindir.

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:02] Annem: Bir Ayet
Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükafat vardır. 
(Tegâbûn, 64/15)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:02] Annem: Hz. Peygamber’in eşi Ümmü Seleme’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben ancak bir insanım. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Belki biriniz delilini diğerinden daha
güzel ifade eder ve ben de ondan duyduğuma göre onun lehine hüküm
vermiş olabilirim. Bu şekilde kime (yanlışlıkla) kardeşinin hakkından
bir şey vermişsem asla onu almasın. Zira bu takdirde ona ancak bir ateş
parçası vermişimdir.”
(MU1402 Muvatta’, Akdiye, 1; B7169 Buhârî, Ahkâm, 20)
[26.10.2023 23:02] Annem: Bir Dua
Kur’an’ı; kalplerimizin gıdası, ruhlarımızın şifası, kabirlerimizin ziyası, maddî ve manevî dertlerimizin devası eyle Allah’ım.


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:02] Annem: Bir Hadis
Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir, ona hainlik yapmaz, ona yalan söylemez, onu yüzüstü bırakmaz….
(Tirmizî, Birr, 18)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:02] Annem: 26- Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır

35 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim îmânından dolayı ve ecrini yalnız Allah'tan umarak Kadr gecesini tâatle geçirirse, onun lehine geçmiş günâhları mağfiret olunur" buyurdu.

 

 
[26.10.2023 23:02] Annem: 33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR

1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı)

2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı

3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez

4- İ'tikâf Eden Kişinin Yıkanması Babı

5- Geceleyin İ'tikâf Babı

6- Kadınların İ'tikâf Etmeleri Babı

7- Mescidin İçine Çadırlar Kurulduğu Babı

8- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse İhtiyâçlarından Dolayı Mescidin Kapısına Kadar Çıkar Mı?

9- Peygamberin Ftikâfı Ve Peygamber (S) Ayın Yirminci Sabahında Dışarı Çıktı Babı

10- İstihâzalı Kadının İtikâfı Babı

11- Kocası İtikâfta İken Kadının Kocasını Ziyaret Ftmfsi Rârî

12- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse Kendini (Söz Ve Fiille) Müdâfaa Eder Mi?

13- Sabah Vaktinde İ'tikâf Yerinden Çıkan Kimse Babı

14- Şevval Ayında İ'tikâfın Beyânı Babı

15- Ptikâfa Girdiği Zaman Kendisine Oruç Tutmayı Şart Görmeyen Kimse Babı

16- Bâb: Câhiliyet'te İ'tikâf Etmeyi Adayıp, Sonra İslâm'a Girdiği Zaman (Adağını Yerine Getirmesi Gerekir Mi Yoksa Gerekmez Mi)?

17- Ramazândan Ortadaki On Günde İ'tikâf Babı

18- İ'tîkâf Etmeyi İrâde Eden, Sonra Da Kendisine (Yapmak İstediği İ'tîkâfı Terkedip) İ'tikâftan Çıkma Fikri Zahir Olan Kimsenin Durumunu Beyân Babı

19- İtikâftaki İnsanın Yıkatmak İçin Başını (İ'tikâf Yerinin Dışında Bulunan) Odaya Sokması Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR
(Ramazânın Son On Gününde İ'tikâf Bâbları) [1]

1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı) [2]
... Mescidlerde i'tikâf ta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın. Bu hükümler Allah 'in sınırlarıdır. Sakın o sınırlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar, tâ ki korunsunlar" (el-Bakara: 187) [3].

1-.......Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S) ramazândan son on gün içinde i'tikâf ederdi, demiştir [4].

2-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ramazândan son on günde i'tikâf ederdi. O'nun bu âdeti tâ Yüce Al­lah O'nu vefat ettirinceye kadar devam etmiştir. Sonra O'nun ardın­dan zevceleri i'tikâf etmişlerdir [5].

3-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasûiullah (S) ramazândan ortadaki on günde i'tikâf ederdi. Yine bir sene tâ ramazânın yirmibirinci gecesi oluncaya kadar i'tikâf etti. Bu gece O'nun, sabahında i'tikâf yerinden çıkacağı gecedir. O sabah Rasûlullah (S) bir konuşma yaptı da şöyle buyurdu: "Kim benimle i'tikâf etmiş ise, son on günde de i'tikâf etsin. Çünkü bu Kadir gecesi bana gösterilmişti. Sonra o gece bana unutturuldu. Hâlbuki ben ru'yâda kendimi o gecenin sabahında bir su ve çamur içine secde ediyor gör-müşümdür. Siz o geceyi her tek sayılı gece içinde arayın!"

O konuşmanın yapıldığı gecede gök boşandı. Mescid o zaman arış üzere (yânî çardak biçiminde olup tavansız, gölgelik hâlinde) yapılmış idi. Bu sebeble mescid aktı. İşte yirmibirinci gecenin saba­hından çıkarken benim iki gözüm Rasûlullah'ı, alnı üzerinde su ve .çamur izi olduğu hâlde görmüştür [6].

2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı
4-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) mescidde i'tikâf ederken başını bana doğru eğip uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum hâl­de O'nun başının saçlarını tarayıp ayırırdım [7].

3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez
5-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i'tikâftaiken muhakkak başım benim hücreme sokardı da, ben de başının saçlarım (yıkayıp) tarar idim. Yine Rasûlullah i'tikâf-. ta bulunduğu zaman bir ihtiyâç için olmak müstesna, evine girmezdi
[26.10.2023 23:02] Annem: Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla, kendisinden izin alınmadıkça da bakire kız ile nikâh yapılmaz.
(Buhârî, Nikâh, 42)
[26.10.2023 23:02] Annem: - عَنْ عَائِشَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهَا قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ
- فَضْلُ الصَّلاَةِ بِالسِّوَاكِ عَلَى الصَّلاَةِ بِغَيْرِ سِوَاكٍ سَبْعِينَ ضِعْفًا

- عائشه رضى الله عنها والده مزدن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- مسواك قوللانارق قيلينان نماز، مسواكسز قيلينان نمازدن يتمش قات داها فضيلتليدر

- Aişe (r. anha)’valide mizden rivayet olundu ki, Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 kat daha faziletlidir.

- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, h. 26383
[26.10.2023 23:02] Annem: 2/Bakara
83 - Hani, biz İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
[26.10.2023 23:02] Annem: Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz...(Âl-i İmrân, 3/110)
[26.10.2023 23:02] Annem: عَنْ أبي يَحْيَي صُهَيْبِ بْنِ سِنان  قال : قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : عَجَبًا لأمر الْمُؤْمِنِ إن أمرهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ, وَلَيْسَ ذَلكَ لأَحَدٍ إلا لِلْمُؤْمِنِ :إن أصابتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ, وَإن أصابتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ .

Ebû Yahyâ Suheyb ibn Sinân (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumuna gerçekten hayret edilir. Zira her durumu onun için hayır sebebidir, bu özellik sadece mü’minlerde bulunur. Çünkü sevinecek olsa şükreder bu onun için hayırdır, başına bir bela gelse sabreder bu da onun için bir hayırdır.”

(Müslim, Zühd 64)
[26.10.2023 23:02] Annem: 
KAPLARLA İLGİLİ BÖLÜM...

İPEĞİN YASAKLANMA SEBEBİ:


KAPLARLA İLGİLİ BÖLÜM
ـ1ـ عن حذيفة رَضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]سَمِعْتُ رَسُولُ اللّهِ # يَقُول: َتَلْبَسُوا الحَرِيرَ وََ الدِّيبَاجَ، وَ َتَشْرَبُوا في آنيةِ الذَّهَبِ وََ الْفَضِّةِ، وََ تَأكُلُوا فِي صِحَافِهمَا، فإنّها لهم في الدنيا ولكم في اŒخرةِ[. أخرجه الخمسة .

1. (143)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle dediğini işittim: "İpek ve İbrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), âhirette de sizin içindir."[1]

AÇIKLAMA:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sâhib-i sırrı olarak meşhur olan Huzeyfe (radıyallahu anh) Medâin şehrinde bulunduğu sırada bir mecliste otururken su istiyor. Bir mecûsî suyu gümüş tas içerisinde getirince, yüce sahâbî Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh), bunu fırlatıp attıktan sonra: "Seni gümüş kapla getirmekten kaç sefer menettim, sen hâlâ bu kapla getiriyorsun" diyerek sertçe çıkışıyor ve arkadan yukarıdan kaydedilen yasağı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın buyrduğunu rivayet ediyor.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu ve emsâli pek çok rivayetlerinde ipek ve ipekliden mamul kumaş ve eşyalar ile, altın ve gümüşten mâmul eşyaların kullanılması hakkında bazı hükümler beyan ediyor. Bunları şöyle hülasa edebiliriz.

1- İpekten mamul elbiseler erkekler için haramdır. Hadiste harir ve dîbâc kelimeleriyle ifade edilmiştir. Harir, argaç ve direzisi (erîşi) ipek olan kumaştır. Dîbâc da yine ipekten mâmul kalınca kumaştır.

Bu konu üzerine gelen rivayetlerde ihtilaflı durumlar vardır. Bazı rivayetler sahâbeden 20 kadının ipekli elbise giydiğini, hattâ bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ipekli kumaşı bazılarına giydirdiğini ifade eder. Bu sebeple ipekli giyme hususunda mezheplerin görüşleri az çok farklılık arzeder. Selâmet Yolları'nda şöyle hülâsa edilir:

a) Hanefîler'e göre: Erkeklere ipek elbise giymek haramdır. Yalnız dört parmak genişliğinde ipekle, erişi (direzisi) ipek, arkacı başka ipekten dokumaları giyebilirler. Harplerde ise İmameyn'e göre halis ipek giymek câizdir. İpekli döşek, yaygı ve saire üzerine oturmak ve dayanmak; ipekten perde yapmak câizdir.

b) Şâfiîler'e göre: Erkeklere ipek elbise giymek haram olduğu gibi, ipek üzerinde oturmak ve dayanmak da haramdır. Ancak, ipeğin üzerine pamuk vesaireden yapılan bir perde konulursa, oturmak ve dayanmak câiz olabilir. Hatta giyim eşyasında ipeğin üzerine başka bir şeyden yapılma astar dikilmezse giymek caiz değildir. Bu babda hâlis ipekle ekserisi ipek olan kumaş arasında bir fark yoktur. Yalnız zarurette ipek giymek câiz olur.

c) Hanbelîler'den rivayet edilen meşhur kavle göre: İpek üzerinde uyumak, oturmak ve ipeğe dayanmak, ondan perde vesâire yapmak haramdır. Yalnız Kâbe'yi ipekle kaplamak helâldir.

d) Mâlikîler'e göre: Bir eziyetten veya hastalıktan dolayı bile olsa ipekli giymek, üzerine oturmak, dayanmak, hatta üzerine başka bir şey yaymak suretiyle de olsa câiz değildir. Yalnız bazılarına göre üzerine oturmak ve dayanmak mübahtır. Pencere perdesi yapmak bilittifak câizdir. Kadınlara ise giymesi helal olunca, üzerinde oturmak vesâire, evleviyetle ve her mezhebe göre helâldir."[2]

İPEĞİN YASAKLANMA SEBEBİ:

İpeğin kadınlara serbest olduğu halde erkeklere yasak edilmesinin sebebi mevzubahs olunca umumiyetle iki hususa dikkat çekilir:

1- İpekli, büyüklenmeye, böbürlenmeye sebep olur. İslâm bunu hoş görmediği için ipekliyi yasaklamıştır.

2- Zinet ve süs vâsıtasıdır. Erkeğe süs yaraşmaz, ona merdlik ve cesâret yaraşır.

Dinimizin, kıyafete giren bu yasağında başka hikme
[26.10.2023 23:02] Annem: حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ، أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، ح قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ وَقَالَ ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنَا يُونُسُ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي ثَوْرٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ، عَنْ عُمَرَ، قَالَ كُنْتُ أَنَا وَجَارٌ، لِي مِنَ الأَنْصَارِ فِي بَنِي أُمَيَّةَ بْنِ زَيْدٍ، وَهْىَ مِنْ عَوَالِي الْمَدِينَةِ، وَكُنَّا نَتَنَاوَبُ النُّزُولَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْزِلُ يَوْمًا وَأَنْزِلُ يَوْمًا، فَإِذَا نَزَلْتُ جِئْتُهُ بِخَبَرِ ذَلِكَ الْيَوْمِ مِنَ الْوَحْىِ وَغَيْرِهِ، وَإِذَا نَزَلَ فَعَلَ مِثْلَ ذَلِكَ، فَنَزَلَ صَاحِبِي الأَنْصَارِيُّ يَوْمَ نَوْبَتِهِ، فَضَرَبَ بَابِي ضَرْبًا شَدِيدًا‏.‏ فَقَالَ أَثَمَّ هُوَ فَفَزِعْتُ فَخَرَجْتُ إِلَيْهِ فَقَالَ قَدْ حَدَثَ أَمْرٌ عَظِيمٌ‏.‏ قَالَ فَدَخَلْتُ عَلَى حَفْصَةَ فَإِذَا هِيَ تَبْكِي فَقُلْتُ طَلَّقَكُنَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ لاَ أَدْرِي‏.‏ ثُمَّ دَخَلْتُ عَلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ وَأَنَا قَائِمٌ أَطَلَّقْتَ نِسَاءَكَ قَالَ ‏ "‏ لاَ ‏"‏‏.‏ فَقُلْتُ اللَّهُ أَكْبَرُ‏.‏

Abdullah İbn Abbas, Hz. Ömer'den şunu rivayet etmiştir: Ben ve Ensar'dan bir komşum Beni Ümeyye İbn Zeyd yurdunda oturuyor­duk. Bu yurt, Medine'nin "avalî" denilen bölgesinde idi. Nebi s.a.v.'in yanına nöbetleşe giderdik, bir gün o gider, bir gün de ben giderdim. Ben Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittiğimde o gün içinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelen vahiy vb. haberleri getirirdim, o gittiğinde de aynı şekilde yapardı. Gitme sırasının arkadaşımda olduğu bir gün arkadaşım Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gitti. Onun yanından gelince şiddetli bir şekilde kapımı çaldı ve "Ömer orada mı?" diye sordu. Ben ürktüm ve hemen onun yanına çıktım. O "Büyük bir şey oldu. Ömer dedi ki: Hafsa'nın yanına girdim, ağlıyordu. Ben "Allah Resulü sizi boşadı mı?" diye sordum. O "Bilmiyorum" dedi. Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim, ayakta durarak ona "Eşlerini boşadın mı?" diye sordum. O "Hayır" diye cevap verdi. Ben "Allahu ekber" dedim

Grades:

Reference: Sahih Buhari 89
In-book reference: Kitap 3, Hadis 31

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:02] Annem: Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü'min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
[26.10.2023 23:02] Annem: Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. 
(Müslim, "Zikir", 73;Ebu Davud,"Salat", 367;Nesau, "İstiaze", 2)
[26.10.2023 23:02] Annem: Günün Ayeti

“Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir.”

Meryem  93
[26.10.2023 23:02] Annem: Tarihte Bugün

•  Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ne Üye Seçildi 1953
•  Fethi Gemuhluoğlu’nun Vefatı 1977
•  Dünya Öğretmenler Günü

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:02] Annem: ÇEVRE VE AHİLİK

Güzel ahlak timsali olan Ahiler, “Siz de evlerinizin avlularını ve bulunduğunuz sahayı temiz tutunuz. Evlerinizin iç avlularında çöpler biriktiren Yahudilere benzemeyin” hadis-i şerifinde olduğu gibi çevrelerini temiz tutmaya önem vermiş, bu işe önce kendi dükkânlarının önünü temizleyerek kendi ev ve işyerlerini temiz tutarak başlamışlardır. 
Çevreye zarar vermek Ahilerin asla istemeyeceği bir hadiseydi. Bunun en güzel örneklerinden birini mahkeme sicil defterine düşülen şu not ile görmekteyiz: 
“Çankırı Demirciler Çarşısı’nda dükkânların kapanma zamanı geldiğinde her gün sırayla nöbet tutan bir dükkân ustasının uyarısıyla çarşıda bulunan bütün ustaların aynı anda işlerini bırakmaları ve ateşin söndürülmesi gerekirdi. Ve bu çarşıda 467 yıl boyunca hiç yangın çıkmamıştır.”
Bu örnek, Ahilerin çevreye olan bilinçli yaklaşımını gözler önüne sermektedir. Ahilik bir esnaf teşkilatı olmakla birlikte eğitim kurumu işlevini de üstlenmiştir.
Hayvanlara merhametli davranmış, kestikleri her ağacın yerine bir yenisini dikerek tabiatın dengesini korumada kendilerini sorumlu hissetmişlerdir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:02] Annem: Efendimizle ilgili bu hüsnü şa
-
hadette bulunanlar ona ina
-
nanlar değildi sadece. Arala
-
rında özellikle yaşamı boyunca 
Hz. Peygamber’e düşmanlık 
yapmış, kimi zaman onun geç
-
tiği yollar üzerine diken saça
-
cak kadar inkârı ve isyanı ayyu
-
ka çıkmış olanlar da vardır. Bu 
durum tam da Allah’ın elçisini 
inkâr sebeplerinin şahsi men
-
faat ve zulüm düzeninin deva
-
mını istemek gibi bir kötü niye
-
tin de tezahürüdür aslında.
Bu noktada “Sevgili Peygam
-
berimiz henüz insanlık âlemini 
şereflendirmeden önce yaşa
-
nılan ortam nasıl idi?” soru
-
sunu sormamız, onu daha iyi 
anlama noktasında bizim için 
faydalı olacaktır şüphesiz. İs
-
lam tarihi kaynakları o dönemi 
karanlık bir çağ olarak tanım
-
lar. Diğer bir tanım ise cahi
-
liyedir. Cahiliye o dönem in
-
sanlarının bildiğimiz anlamda 
okumuşluğu ile ilgili değildir. 
Bilakis şiir ve edebiyatta ileri 
bir toplum bile oldukları söy
-
lenebilir. O dönem için yapı
-
lan bu tanımlar üzerine durul
-
ması, düşünülmesi elzem bir 
husustur. Zira en temel insan
-
lık değerleri yerle yeksan edil
-
miş âdeta tarihin utanç sahne
-
leri ortaya konmuştur. İnsanın 
doğuştan sahip olduğu şeref 
yerle bir edilmiş, Yüce Allah’ın 
insana verdiği kıymet yok sa
-
yılmıştır. Evladını diri diri göm
-
mek bir âdet olarak normal
-
leşmiş ve olağan durumlar 
arasına girmiştir. Güçlünün ha
-
yatta kaldığı, zayıfın insan bile 
sayılmadığı bu çağda insanlık 
âdeta suya aç çöl toprağı gibi 
bir rehbere ihtiyaç duyuyor
-
du. Bu beklenen elçi kadının, 
karşımıza çıkar. Kureyş kabile
-
sini İslam dinine davet etmek 
için Safa Tepesi’ne çıktığında 
şu diyalog geçer aralarında.
Allah Resulü şöyle seslendi: 
“Ey Kureyş cemaati! Ben size, 
şu dağın eteğinde veya şu va
-
dide düşman atlıları var; he
-
men size saldıracak, malları
-
nızı gasbedecek desem, bana 
inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden şöy
-
le dediler: “Evet inanırız! Çünkü 
şimdiye kadar seni hep doğru 
olarak bulduk. Senin yalan söy
-
lediğini hiç işitmedik!”
Oraya gelmiş bulunan herkes
-
ten bilaistisna bu tasdiki alan 
Allah Resulü (s.a.s.), onlara şu 
ilahi hakikati bildirdi: “O hâl
-
de ben şimdi size, önünüzde 
şiddetli bir azap günü bulun
-
duğunu, Allah’a inanmayanla
-
rın o çetin azaba uğrayacak
-
larını haber veriyorum. Ben 
sizi o çetin azaptan sakındır
-
mak için gönderildim. Ey Ku
-
reyşliler! Size karşı benim hâ
-
lim, düşmanı gören ve ailesine 
zarar vereceğinden korkarak 
hemen haber vermeye koşan 
bir adamın hâli gibidir. Ey Ku
-
reyş cemaati! Siz uykuya dalar 
gibi öleceksiniz. Uykudan uya
-
nır gibi de dirileceksiniz. Ka
-
birden kalkıp Allah’ın huzuru
-
na varmanız, dünyadaki her 
hareketinizin hesabını verme
-
niz muhakkaktır. Neticede ha
-
yır ve ibadetlerinizin mükâfa
-
tını, kötü işlerinizin de ceza ve 
şiddetli azabını göreceksiniz! 
Mükâfat ebedî bir cennet; mü
-
cazat da daimî bir cehennem
-
dir.” (Buhari, Tefsir, 26; Müslim, İman, 
348-355)
Allah Resulü, 
kendisine 
inananlar 
için güzel 
ahlakın bir 
temsilcisidir. 
Allah’a ve 
ahiret gününe 
inanmış 
kimseler 
için dünya 
hayatında 
ondan daha 
güzel bir örnek 
olamaz. 
24 Aylık Dergi | Eylül 2023
[26.10.2023 23:02] Annem: Günün Hadisi

“İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı,  öteki çok yaşama arzusu.”

Buhârî, Rikak 5
[26.10.2023 23:02] Annem: O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay haline! (10-11) - Mutaffifîn - 10. Ayet
[26.10.2023 23:02] Annem: Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. - Buharî, İlim, 11, Müslim, Cihad, 6
[26.10.2023 23:02] Annem: Okul çantamı sırtıma takıp aynanın 
karşısına geçtim. Hayaller âlemine doğru 
yola çıkıyorum sanki. İçinde pek bir şey 
olmadığından çok hafif. Hele bir yeni 
kitaplar, defterler gelsin. Dağ gibi ağırlaşır 
bu çanta. Şimdi kuş gibi. Sırtımda yok gibi. 
Ablam beni böyle görünce: 
-Hayırdır Zahid, okul çantanla nereye 
gidiyorsun, diye sordu. 
-Hiiç... Öyle bakıyorum abla. Bir yere gittiğim 
yok, dedim gülümseyerek. 
-İyi, peki o zaman. Alıştırma yapıyorsun 
herhâlde. 
-Bilmem ki... 
Çantamı çıkarıp karıştırmaya başladım. Sanki 
aradığım bir şeyler var. Beni mutlu edecek, 
özlemimi dindirecek bir şeyler. Bir heyecanla 
karıştırıyorum. Bir şeyler bulacağım sanki. 
22 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
Zahid’in 
Mutluluk 
Defteri
Yazan 
Zekiye Çoban
Çizen 
Ayten Ceren
KEREM’IN NOTU
[26.10.2023 23:02] Annem: T
اَّم
arih
قَّ
ِر َّواَّ
:
ِخ
0
هْل
6.10
ْ
م ا
ِ
و
.2023
لَّيْ
ْ
ّٰللِ َّوا
ِا ه
اَّم َّن ب
ه
﷽ْن 
ِ َّم
ِج َّد ا ّٰلل ه
ر َّم َّسا
َّما يَّ ْع ُم ُ
اِٰنَّ
ِئ َّك اَّ ْن 
هٰٓ
و۬ل
ُ
َّ َّف َّع هسٰٓى ا
ا ّٰلل ه
ْٰلَّ
ْم يَّ ْخ َّش اِ
تَّى ال ٰزَّ هكوَّة َّولَّ
ه
وَّة َّوا
ال ٰصَّ له
يَّ ُمْهَّت ۪دي َّن ُك 
ْ
وا ِم َّن ال .
ونُ
اَّل َّو 
ُل ِ َّ
ُسو
ق َّر
ه
ا ّٰلل 
َّٰ

ُ
َّصلي
ه
ا ّٰلل ْيِه 
َّعل َّم َّ
َّو َّسل : َّٰ
لَّى 
ِ
ِد إ
ِبالَّ
ْ
ُ ال
َّح ٰب
َّ
أ ِ 
د َّها ه
ِج ا ّٰلل ُ
َّم َّسا .
CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ: HAYRIN 
ANAHTARI, ŞERRİN KİLİDİ
Muhterem Müslümanlar!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz 
şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescitlerini, Allah’a ve 
ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, 
zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan 
kimseler imar ederler. İşte bunlar, doğru yolda 
olmaları umulanlardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili 
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Beldelerin 
Allah’a en sevimli olan mekânları, camilerdir.”2
Aziz Müminler!
Camiler ve mescitler, Allah’ın evleridir. İslam 
medeniyetinin simgesidir. Şehirlerin kalbidir. Birlik 
ve beraberliğimizin nişanesidir. Beş vakit kıyama 
durduğumuz, Rabbimizin huzurunda huzur 
bulduğumuz mabetlerdir. Dilimizden dökülen 
aminlerimize, içten içe akıttığımız göz yaşlarımıza 
şahit olan secdegâhlardır. 
Kıymetli Müslümanlar!
Hademe-i hayrat olarak camilerimizde görev 
yapan hocalarımız ise yüce dinimiz İslam’ın 
hakikatlerini bizlere öğreten nebiler yolunun 
varisleridir. Kur’an’ın eşsiz ilkelerini ve Allah 
Resûlü (s.a.s)’in güzel ahlakını aktaran 
hatiplerimizdir. Mümin gönüllere Kur’an’ı nakşeden,
َّم ُه 
ْ ُقْرآ َّن َّوَّعلَّٰ
َّم ال
ı’an’Kur ,hayırlınız en Sizin “َّخْيُرُكْم َّم ْن تَّ َّعلَّٰ
öğrenen ve öğretenlerinizdir.”3 nebevi iltifatına 
mazhar olan din görevlilerimizdir. 
Değerli Müminler!
Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmaktadır:

ِِۜ
ُمْن َّكر
ْ
ِن ال
َّم ْع ُروِف َّويَّْنَّهْوَّن َّع
ْ
ِال
ُمُروَّن ب
ْ
َّويَّأ
ِ
َّخْير
ْ
ٰمَّ ٌة يَّ ْد ُعوَّن اِلَّى ال
َّت ُك ْن ِمْن ُك ْم اُ
ْ
َّول
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip 
kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun.”4
Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bizler, bu ayet-i 
kerimeyi kendimize şiar edindik. Öncelikli gayemiz,
cami merkezli bir hayatla, tüm insanlığın ihyasıdır. 
Hocalarımız, minarelerden semalara yükselen 
َّٰ َّعلَّى ال ٰصَّ َّالِة ”
حىَّ , Haydi namaza!”; “ 
ِ
َّفالَّح
ْ
َّٰ َّعلَّى ال
Haydi َّحى
kurtuluşa!” nidasıyla tüm insanları kurtuluşa davet 
etmektedir. İstiklal marşımızdaki “Bu ezanlar ki 
şehâdetleri dinin temeli; ebedî yurdumun üstünde 
benim inlemeli” mısraları da bu amaçla ve bu ruhla 
dile getirilmiştir. 
Aziz Müslümanlar!
Rabbimiz el-Câmi’ ismiyle bütün mahlûkatı 
rahmeti ve merhametiyle nasıl kuşatıyorsa, 
camilerimiz de ırkı, dili, rengi ve cinsiyeti ne olursa 
olsun bütün Müslümanları bağrına basıyor. Din 
görevlileri olarak bizler de başta camilerimiz ve 
Kur’an kurslarımız olmak üzere aile ve dini rehberlik 
bürolarımız, gençlik merkezlerimiz gibi pek çok 
alanda insanımıza hizmet sunuyoruz. Hastanelerden 
KYK yurtlarına, engelli kardeşlerimizden 
bağımlılara, okullardan işyerlerine kadar pek çok 
yerde İslam’ın rahmet yüklü mesajlarını 
kardeşlerimize ulaştırmanın gayretindeyiz. Kadın, 
erkek, çocuk, genç ve yaşlı herkesin okuyabileceği, 
dinimizi, değerlerimizi, tarihimizi ve kültürümüzü 
öğrenebileceği kitaplar ve dergiler yayınlamaktayız. 
Dijital mecralar, Diyanet TV ve Diyanet 
Radyolarımız aracılığıyla din-i mübin-i İslam’ı aziz 
milletimize ve tüm insanlığa anlatmanın çabası 
içindeyiz. Her yaştan ve her meslekten insanımıza 
yüce kitabımız Kur’an’ı öğretmeyi asli görev telakki 
ediyoruz. Dinimizi istismar etmeye, değerlerimizi 
yozlaştırmaya, aile yapımıza zarar vermeye 
çalışanlara karşı bilgiyle ve hikmetle mücadele 
etmenin gayreti içindeyiz. 
Kıymetli Müminler!
Her yıl 1-7 Ekim tarihleri Camiler ve Din 
Görevlileri Haftası olarak kutlanmaktadır. Hafta 
boyunca yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen 
etkinliklerle camilerimizin ve din görevlilerimizin 
medeniyetimizdeki yeri ve önemi anlatılmaktadır. 
İdrak ettiğimiz haftanın hayırlara vesile olmasını 
Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Geçmişten 
günümüze insanlığın manevi imarını gerçekleştiren, 
iyilik yolunda örnek ve önder olan din 
görevlilerimizden, camilerimizin inşa ve imarını 
gerçekleştiren hayır sahiplerinden ve bütün 
cemaatimizden ahirete irtihal edenlere rahmet, 
hayatta olanlara sağlık, huzur ve afiyet diliyorum.
Muhterem Müslümanlar!
Hutbeme son verirken bir hususu sizlere 
hatırlatmak istiyorum. 2024 yılı Hac ön kayıtları 11 
Ekim tarihinde sona erecektir. İlk defa başvuru 
yapacak olan kardeşlerimiz e-devlet üzerinden 
işlemlerini gerçekleştirebilirler. Konuyla ilgili detaylı 
bilgiyi il ve ilçe müftülüklerimizden alabilirsiniz.

1 Tevbe, 9/18.
2 Müslim, Mesâcid, 288.
3 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15.
4 Âl-i İmrân, 3/104.
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
[26.10.2023 23:02] Annem: Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. - Buharî, İlim, 11, Müslim, Cihad, 6
[26.10.2023 23:02] Annem: Arapça bir kelime olarak “yazı, çizgi, yol” anlamlarına gelen hat, belirli estetik kurallara dikkat edilerek yapılan güzel yazı yazma sanatının adıdır. Hat sanatıyla uğraşan kişiye hattat denir.##Tamamen İslam medeniyeti ile doğmuş ve gelişmiş bir İslam tezyin sanatıdır. Bugünün diliyle font dediğimiz o dönemin temel yazı türleri “aklam-ı sitte / altı kalem” diye adlandırılan sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevki’, rika’ dan oluşur. Hattat kamış kalemi ve is mürekkebiyle kâğıt üzerine öyle bir dokunur ki harfler sanata dönüşür. Harflere verilen ölçülü bir intizam, estetik dokunuş hayranlık uyandırır. Mushaflar, el yazması eserler, mezar taşları, kitabeler, hilyeler, ferman ve tuğralar, camiler hüsn-ü hat ile süslenmiştir.##İslam’ın hüküm sürdüğü yerlerde daima ilgi görmüştür. II. Bayezıd, Kanuni, II. Abdülhamit gibi Osmanlı padişahlarının çoğu bu sanatla uğraşmışlardır. İçlerinde eserleri günümüze kadar gelenler vardır.##İstanbul’un hat sanatında ayrı bir yeri olup, “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü bunu destekler.  - Hat
[26.10.2023 23:02] Annem: Haccın Edebleri
43- Hac yolculuğunda bulunacak kimselerin gözetecekleri bir kısım edebler vardır. Başlıcaları şunlardır:
1) Tam helâl bir mal ile hac etmelidir. Çünkü helâl olmayan bir mal ile hac yapılması haramdır.
2) Yola çıkmadan önce, kul borçları varsa ödenmelidir.
3) Günahlardan tevbe etmeli, kazaya kalmış ibadetler varsa, onları kaza etmelidir.
4) Gösterişten, öğünüp böbürlenmekten, süs ve saltanattan sakınmalı, tevazu içinde olmalıdır.
5) Hac yolculuğu üzerinde bilgi ve tecrübe sahibi kimselerle istişare yapılmalıdır.
6) Kimlerle arkadaş olacağına, hangi yoldan ve hangi vasıtalarla yolculuk yapacağına dair "İstihare" yapmalıdır (İki rekât namaz kılarak Allah'dan hayırlısını istemelidir.)
7) Gerekirse kendisine yol gösterecek, yardımda bulunacak ve sabır tavsiye edecek iyi bir arkadaş edinmelidir.
8) Yolda arkadaşları ile ve diğer yolcularla çekişip dövüşmekten sakınmalıdır.
9) Düşmanları varsa, onları bağışmalaya ve anlayışla karşılamaya çalışmalıdır.
10) Hac yolculuğuna ay başında perşembe günü veya pazartesi günü sabahleyin
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ım! Sana teslim olan bir kalp, doğru sözlü bir dil ve dosdoğru bir ahlak istiyorum.”  - Hâkim, Deavât, No:1872; bk. İbn Hibbân, Ed’ıye, No: 935
[26.10.2023 23:02] Annem: kıvam"dan "if'âl" ölçüsünde olarak lügatta kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmak veya kıymetlendirmek ve devam ettirmek veya dikkat ederek yapma anlamlarına geldiğinden, namazla ilgisinde bu mânâların birinden veya ortak noktalarından belîğ bir istiare yapılmış ve bunun için bir kelimelik "namaz kılarlar" yerine, iki kelimelik "namazı ikame ederler" seçilmiştir. İlk önce "dikmek" veya "doğrultmak" mânâlarını düşünelim: Bu bize "Namaz dinin direğidir." hadis-i şerifini hatırlatır. Bu hadiste din, yüksek bir binaya benzetiliyor ve namaz aynı o binanın direği gösteriliyor ki, iman da o binanın temelidir. Buna "istiare-i mekniye" ve "istiare bi'l-kinaye" (kinaye ile istiare) denilir. Bu âyette de namaz cemaat ile kaldırılabilecek büyük bir direğe benzetiliyor ve onun güzelce dikilmesi veya doğrultulması suretiyle o yüksek binayı dinin inşa, koruma ve devam ettirilmesinin

gereği anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır. Namazın büyük faydalarını hesap etmek mümkün değildir. Fakat en ufak ahlâkî faydası bilfiil büyüklenmeyi kırmak, kardeşliğe hazırlanmak, Allah rızası için iş yapmaya alışmaktır. Bunun için namazda giyinebileceği en güzel ve en temiz elbisesini giymek ve kendine gurur vermesi düşünülen bu hal içinde örtülecek nice

ayıpların bulunduğunu düşünüp, yüzünü yani alnını ve burnunu yerlere koyarak, kalbinde iman ettiği Allah huzurunda o kibir ve gururu kırarak
[26.10.2023 23:02] Annem: Cezbe, sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşd�
[26.10.2023 23:02] Annem: "Sonra kim?" dedim.

"Ömer!" buyurdular ve başka bazı erkekler saydılar."

Buhari, Meğazi 63; Müslim, Fezailu's-Sahabe 8, (2384); Tirmizi, Menakıb, (3879).

4345 - Usame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında oturuyordum. Ali ve Abbas radıyallahu anhümâ gelip (huzuruna girmek için) izin istediler. Aleyhissalatu vesselâm:

"Ne getirdiler biliyor musun?" buyurdular.

"Hayır, bilmiyorum!" dedim.

"Ama ben biliyorum, onlara izin ver!" buyurdular. (İçeri aldım), onlar da girdiler.

"Ey Allah'ın Resûlü! Ehlinden hangisi sana daha sevgili? Sormaya geldik!" dediler. Aleyhissalatu vesselam:

"Fatıma Bintu Muhammed" buyurdular.

"(Kan bağı) olan ailenden kimi sevdiğinizi sormuyoruz. (Yakınlarından kimi sevdiğini) soruyoruz" dediler.

"Ehlimin bana en sevgili olanı, kendisine (hidayet ederek) Allah'ın nimetlendirdiği, (azad edip evlat edinmemle de) kendimin ikram etmiş olduğu kimsedir!" buyurdu ve Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anhümâ'yı zikretti.

"Pekalâ sonra kim?" dediler.

"Sonra Ali İbnu Ebi Talib!" buyurdular. Bunun üzerine amcası Abbas radıyallahu anh:

"Ey Allah'ın Resûlü! Amcanı en sona bıraktın!" dedi.

"Ali hicrette senden önce davrandı!" cevabını verdiler."

Tirmizi, Menakıb, (3821)
[26.10.2023 23:02] Annem: Cenaze Namazı

Ana Sayfa
Namaz
Cenaze Namazı
İlgili
Baki olan Allah’tır ve her canlı ölümü tadacaktır. Doğum gibi ölüm de Allah’ın değişmez sünneti içerisinde doğal bir olaydır. Fakat İslam inancı bakımından ölüm bir son değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Dolayısıyla bu alem için ölüm denilen olay, başka bir alem için mahiyeti farklı yeni bir doğum olarak gerçekleşir. Mutlaka yaşanacak olan bu yeni hayat için insanın bu dünyada iken hazırlık yapması gerekir. Esasen Allah’ın emirleri ve Peygamberimiz’in tavsiyeleri dikkate alınıp onlara uygun davranışlar sergilenmesi dışında özel bir hazırlık yapmaya gerek yoktur. Bu emir ve tavsiyeler, bu geçici dünyanın en güzel şekilde yaşanmasını sağlamaya yeteceği gibi, müstakbel hayat için de bir hazırlık teşkil edecek özelliktedir.

İnsanın ölüsü de saygıya layıktır. Bu saygı bir yönüyle, ölünün yakınlarına bir teselli mahiyeti taşıdığı gibi ölümün hiçlik olmadığını anlatmak amacına da yöneliktir. O ölmüştür, fakat yine insandır; bu dünya açısından ölmüştür, fakat başka bir alem için yeniden doğmuştur. Ölünün adeta yeni doğmuş bir çocuk gibi yıkanması, bir yönüyle bu yeniden doğuş olayını sembolize etmekte, bir yönüyle bu fani yolculuğun yani dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir, toz ve bulaşıkları gidermeyi temsil etmektedir. Bu yıkamanın ardından, yeni doğan çocuğa giydirilen zıbın misali kefene sarılır ve büyük bir ihtimamla beşiğine indirilir. Ötesini Allah biliyor, gidenler biliyor. Biz de bildirildiği kadarını biliyoruz.

 


Cenaze, ölü anlamına geldiği gibi, tabut veya teneşir anlamına da gelir. Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişiye muhtazar, ölen kişiye meyyit (çoğulu mevta), ölü için genel olarak yapılması gereken hazırlıklara teçhiz, ölünün yıkanmasına gasil, kefenlenmesine tekfin, tabuta konulup musallaya yani namazın kılınacağı yere ve namazdan sonra kabristana taşınmasına teşyi ve kabre konulmasına defin denir. Telkin, muhtazarın yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet okumaya denildiği gibi definden sonra, sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına da denilir. Ölünün yakınlarına başsağlığı dileğinde bulunmaya taziye denir ki teselli etmek anlamındadır.

Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek müslümanlar için farz-ı kifayedir.

Peygamberimiz “Ölülerinizin güzel işlerini yadedin, kötü taraflarını dile getirmeyin” (Tirmizi, “Cenaiz”, 34) diyerek, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi taraflarını ön plana çıkarmamızı tavsiye etmiştir. Ölenin olumsuz yönleri konusunda suskun kalma hususu, ölen kişinin ölmeden önceki davranışlarıyla ilgili olduğu kadar, ölüm anındaki durumu, gasil işini yapanların gördükleri hoş olmayan şeylerle de ilgilidir. Fakat ölen kişi haramı açıkça işleyen bid‘at ve sapıklıkla tanınmış ve bu hal üzere ölmüş biriyse, başkalarını sakındırmak maksadıyla onun bu durumu gerektiğinde söylenebilir.

Ölmek üzere olan kişiyi, eğer bir güçlük yoksa kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır. Sırtına, ensesine yastık gibi şeyler konup başı yükseltilerek yüzü kıbleye gelecek şekilde ve ayakları kıbleye uzanık duruma getirilmesi aynıdır.

Bir hadiste “Kimin son sözü ‘La ilahe illallah’ olursa, o kişi cennete girer” buyurulmuştur (Ebu Davud, “Cenaiz”, 16). Ölümü yaklaşmış kişiye kelime-i tevhid telkin edilmesi sünnettir (Müslim, “Cenaiz”, 1). Ona “sen de söyle” dememeli, sadece yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet okumalıdır. Bu telkinin amacı, hastanın son nefeste bu sözleri söylemesi ve son sözünün bu kelimeler olmasıdır. Bu bakımdan bu telkini hastanın sevdiği kimseler yapmalıdır. Bu telkin tövbeyi de içine alacak şekilde şöy
[26.10.2023 23:02] Annem: Aşık

Ana Sayfa
A
Aşık
Rüyada Aşık Olmak
Rüyada Aşık Biriyle Tanışmak
Rüyada Aşık Görmenin Psikolojik Yorumu
Rüyada aşık görmek, şahsın romantik ve duygu yüklü yapısı sebebi ile her güzelliğe alaka duyduğunu, bu halin hususi yaşamında ara sıra sorunlara ve kıskançlıklara sebep olduğunu delalet eder. Aşık görmek, yaşamın gerçeklerine yüz çevrilip daha fazla düşünce dünyasında yaşanıldığı için, arzulanılan mutlu edici bir sonuca ulaşılamadığına, şahsın daha mantıklı yaklaşımlarda bulunmuş olarak, akli delilleri ön planda tutan çözümler geliştirmiş olması gerektiğine de ikazda bulunur. Haneli kimseler için şahsın benzerine duyduğu alakanın azaldığına, hanen içinde soğuk rüzgarlar estiğine de işaret eder.

 


Rüyada Aşık Olmak
Epeycedir hayali kurulan bir mutluluğa erişmiş olmak ve gönül dünyasını zenginleştirecek, akli melekeleri yüksek, dürüst, cici sohbet bir insanla görüşmüş olmak manasına çıkar. İkili bağlantılarda ancak şahıslar için güzel bir aşkın da kapıda olduğuna ve bekarlar için de evlenmiş olabilecekleri bir kısmetle karşılaşacakları biçiminde yorumlanır. Aşık olduğunu görmüş olan kimse çok heyecan duyacağı bir işin içine girer ve yeni dost etrafı edinir. Maceralarla dolu geçecek bir hayata de dikkat çeken rüya, şahsın her güzel şeye alaka duymuş olması sebebi ile konsantrasyonunu yitirip sorunlu vaziyetler yaşayacağı manasına da gelir.

Rüyada Aşık Biriyle Tanışmak
Rüyası esnasında esas yaşamda tanıdığı birine aşık olduğunu ve onunla tanıştığını görmüş olan kimse esas yaşamında da o kimse ile buluşup hayati önem arz eden bir konuda görüşür. Henüz evlenmemiş şahıslar için karşılarına çıkmış olacak birçok kısmete ve herkes kısımından beğenilmiş olmalarına işarettir. Duygu yüklü kararlar alım yapmaya ve hadiselere gerçekçi yanlarından bakılamadığına da tabir edilir.

Rüyada Aşık Görmenin Psikolojik Yorumu
Aşkın heyecanlı ve coşkulu bir ruh hali içinde olunduğuna, şahsın karşı tipe karşı duyduğu hisleri açamayıp, fikirlerini sadece kendisi içinde yaşadığına, ancak bir yaşama malik olunduğuna delalet etmektedir. Psikolojik olmak suretiyle duygu yüklü yanını esas yaşamında ortaya çıkaramayan ve insanlara soğuk davranmış olan bir kimse olmak suretiyle görüldüğüne de yorumlanır.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:02] Annem: Aşı olmak (iğne)

Ana Sayfa
A
Aşı olmak (iğne)
Çocuğuna ya da kendine aşı yapıldığını gören kendisi yahut ailesi için bir yerden yardım görür.Rüyasında aşı olduğunu gören kimseye beklemediği bir yerden yardım gelir.Başkalarına aşı yaptığını gören kimse de isteyerek,dileyerek bir hayır işler.Rüyada asi oldugunu gören kimse,genellikle iyi ve müjdeli bir haber alir.Asi bir bakima tehlike habercisidir.Böyle bir rüyayi gören dikkat etmeli ve kendisini sakinmalidir.Kendinizi aşı olurken görmek,sağlığınıza dikkat etmeniz gerektiğine işarettir.Rüyada korkarak aşı olmak,anne babanızla aranızın bozulacağına,otoriteye veya birine isyan edeceğinize delildir.

 


in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:02] Annem: İşaret: Bu kelime-i şehadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sadıktır ve birbirini tezkiye eder. Evet uluhiyet nübüvvete bürhan-ı limmîdir. Muhammed Aleyhisselâm, Sâni’-i Zülcelal’e zâtıyla ve lisanıyla bürhan-ı innîdir…

Tenbih: Hakaik-i akaid-i İslâmiye, bütün teferruatıyla kütüb-ü İslâmiyede mufassalan müberhene ve musarrahadır, görünebilir. Ve görülen şeyi göstermek, zahirin hafasına veya muhatabın gabavetine işaret ve techil olduğundan, akidenin yalnız üç-dört unsurunu beyan edeceğim. Diğer hakaikini fuhûl-ü ülemanın kitablarına havale ederim. Zira bana hacet bırakmamışlar
[26.10.2023 23:02] Annem: AZRÂİL

Ana Sayfa
A
AZRÂİL
Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek’ül-mevt, ölüm meleği de denir. İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil’e (aleyhisselâm); “Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim” deyince, melek; “Dayanamazsın” dedi. Olsun istiyorum, dedi.
Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü.
Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; “Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter” dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet) İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).
Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma’sûm
Fârûkî)
Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının “vah vah öldü, sizler sağ olun”, diye evlâdına ta’ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed
Rebhâmî)
Azrâil başına geldiği zaman
Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş
Mevlâm nasîb etsin din ile îmân
Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş.
Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur
Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir
Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince
Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
(M. Sıddîk bin Saîd)

İlgili
Melek-ül-Mevt
9 Eylül 2021
Benzer yazı
ALEYHİSSELÂM
9 Eylül 2021
Benzer yazı
KELİME-İ ŞEHÂDET
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:02] Annem: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüb
[26.10.2023 23:02] Annem:  

Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّهِ ilâ âhir…

(Risalet-i Ahmediye’ye (A.S.M.) dair Ondokuzuncu Söz’le Otuzbirinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) delail-i kat’iyye ile isbat ettiklerinden, isbat cihetini onlara havale edip, yalnız onlara bir tetimme olarak ondokuz nükteli işaretlerle, o büyük hakikatın bazı lem’alarını göstereceğiz:)

BİRİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey’i bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en cem’iyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. Madem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev’-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev’-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı Arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üçyüz sene ışıklanmış

 

ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına mü
[26.10.2023 23:02] Annem: gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acaib olan feza gürültü ile konuşarak bağırıyor: “Bana bak! Merakla aradığını ve seni buraya göndereni benimle bilebilir ve bulabilirsin.” der. O misafir, onun ekşi fakat merhametli yüzüne bakar; müdhiş fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki:

Zemin ile âsuman ortasında muallakta durdurulan bulut, gayet hakîmane ve rahîmane bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti (yani yaşamak ateşinin şiddetini) ta’dil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi; birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahata çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra “Yağmur başına arş!” emrini aldığı anda; bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur.

Sonra o yolcu, cevvdeki rüzgâra bakar görür ki: Hava o kadar çok vazifelerle gayet hakîmane ve kerimane istihdam olunur ki, güya o camid havanın şuursuz zerrelerinden herbir zerresi; bu kâinat sultanından gelen emirleri dinler, bilir ve hiçbirini geri bırakmayarak, o kumandanın kuvvetiyle yapar ve intizamla yerine getirir bir vaziyetle; zeminin bütün nüfuslarına nefes vermek ve zîhayata lüzumu bulunan hararet ve ziya ve elektrik gibi maddeleri ve sesleri nakletmek ve nebatatın telkîhine vasıta olmak gibi çok küllî vazifelerde ve hizmetlerde, bir dest-i gaybî tarafından gayet şuurkârane ve alîmane ve hayatperverane istihdam olunuyor.

Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O latif ve berrak ve tatlı ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar rahmanî hediyeler ve vazifeler var ki; güya rahmet tecessüm ederek katreler suretinde hazine-i Rabbaniyeden akıyor manasında olduğundan, yağmura “rahmet” namı verilmiştir.

Sonra şimşeğe bakar ve ra’dı (gök gürültüsü) dinler, görür ki; pek acib ve garib hizmetlerde çalıştırılıyorlar
[26.10.2023 23:02] Annem: (Meyve Risalesi'nden)
Onuncu Mes’eleye Bir Hâtime Olarak İki Haşiyedir
Birincisi: Bundan 12 oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’ana karşı sû’-i kasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: “Kur’an tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat Risale-i Nur’un cerhedilmez hüccetleri kat’î isbat etmiş ki: Kur’anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adedden bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve cem’iyetli tabirleri yerinde, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe, aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları hikmetiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir halette bu Onuncu Mes’ele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilemiyorum.

İkinci Haşiye: Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Oteli’nin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet latif tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbekârane ve cazibedarane hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neş’e ile cilvelenen o nazenin
[26.10.2023 23:02] Annem: Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِع�
[26.10.2023 23:02] Annem: vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.

İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.

Sonra Kur’an-ı Kerim’de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, Arz’ın bu şekle getirilmesiyle nev’-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması, ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünki tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.

Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’a vech-i delaletlerine, وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ilh.. cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra geçen delillerin herbirisi alel’infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.

Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delaletiyle beraber, Mabudun ibadete müstehak olduğuna delalet eder. Çünki ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, Arz ve Arz’dan çıkan mevalid, yani Arz’ın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi, insanlar da onların Sâni’ine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا cümlesi ise, geçen cümlelerin herbirisiyle alâkadardır. Yani: Rabbinize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız. Zira Rabbiniz ancak Allah’tır. Sizi, nev’iniz ile beraber halkeden odur. Ve Arz’ı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur. Hülâsa, bütün nimetler onundur; öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.

Arkadaş! Bu âyetin tazammun ettiği cümlelerin keyfiyet ve nüktelerine gelelim:

Evvelâ: Kur’an-ı Kerim’de kesretle zikredilen يَا اَيُّهَا ile edilen hitab ve nida, üç vecihle ve üç edatla te’kid edilmiştir. Birisi: İkazı ifade eden ve ikaz için kullanılan يَا harfidir. İkincisi: Alâmetleri aramakla bir şeyi bulmak için kullanılan اَىُّ kelimesidir ki, Türkçede “hangi” kelimesiyle tercüme edilir. Üçüncüsü: Gafletten ayıltmak için kullanılan هَا harfidir. Bu te’kidlerden anlaşılır ki, burada şu tarz ile yapılan nida ve hitab, çok faidelere ve nüktelere işarettir.

Ezcümle, birincisi: İnsanlara ibadetlerin teklifinden hasıl olan meşakkatin, hitab-ı İlahîye mazhariyetten neş’et eden zevk ve lezzetle tahfif edilmesidir. İkincisi: İnsanın gaibane olan aşağı mertebesinden, huzurun yüksek makamına çıkması ancak ibadet vasıtasıyla olduğuna işarettir. Üçüncüsü: Muhatabın üç cihetten ibadete mükellef olduğuna işarettir. Kalbiyle t
[26.10.2023 23:02] Annem: Sonra Van’dan Şam’a gider. Şam ülemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmi-ül Emevî’de on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm bir cemaate karşı bir hutbe îrad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Bilâhere buradaki hutbesi, “Hutbe-i Şamiye” namıyla tab’edilmiştir.

Bu Hutbe-i Şamiye; İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî manevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeblerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halas gösteren ve bundan sonra İslâmiyet’in zemin yüzünde maddî-manevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delail-i akliye ile isbat eden, müjde veren çok kıymetdar, bütün müslümanlara, hattâ insanlığa şamil bir derstir, bir hutbedir.

Hutbe-i Şamiye’nin baş taraflarında diyor:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

1– Ye’sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

2– Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

3– Adavete muhabbet.

4– Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

5– Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

6– Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.

Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur’aniye’den ders aldığım “altı kelime” ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.

BİRİNCİ KELİME: “El-emel”. Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım derse binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki
[26.10.2023 23:02] Annem: Bazı rivayatın işaratıyla ve intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki: Bir kısım ecsam-ı seyyare, seyyarattan tut tâ katarata kadar, bir kısım melaikenin merakibidirler. Onlar bunlara izn-i İlahî ile binerler, âlem-i şehadeti seyredip gezerler. Hem denilebilir ki, bir kısım ecsam-ı hayvaniye, hadîste “Tuyurun Hudrun” tesmiye edilen cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar bir cins ervahın tayyareleridirler. Onlar, bunların içine emr-i Hak ile girerler, âlem-i cismaniyatı seyran edip o cesedlerdeki hâsselerin pencereleriyle, cismanî mu’cizat-ı fıtratı temaşa ederler. Elbette kesafetli topraktan ve küduretli sudan mütemadiyen letafetli hayatı ve nuraniyetli zevil-idraki halkeden Hâlık’ın, elbette ruha ve hayata münasib şu nur denizinden ve hattâ zulmet bahrinden bir kısım zîşuur mahlukları vardır. Hem çok kesretli olarak vardır. Melaike ve ruhaniyatın vücudlarına dair “Nokta” namında bir risalemde ve Yirmidokuzuncu Söz’de iki kerre iki dört eder derecesinde bir kat’iyyetle isbat edilmiştir. Eğer istersen ona müracaat et
[26.10.2023 23:02] Annem: İ’lem! Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp
[26.10.2023 23:02] Annem: hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyak ile bütün onların hacat
[26.10.2023 23:02] Annem: câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneş’in cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş’i bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneş’in ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden “Bismillahirrahmanirrahîm”dir.

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan bilbedahe rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatab ve dost yapan, bilbedahe rahmettir.

Ey insan, madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ı mahbubedir. “Bismillahirrahmanirrahîm” de. O hakikata yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultan’a muhatab ve halil ve dost ol!

Evet kâinatın enva’ını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın enva’ı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva’-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk!” dedirten Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de
[26.10.2023 23:02] Annem: milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan yalnız iki zâtın; yani Hasan (R.A.) ve Hüseyin’in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları, عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ  hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı a’zamını tarîk-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma’ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.

Evet Kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar gazab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi.. kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, hârika ve mu’cizane ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Bir tek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder. Fatiha’da صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّالِّينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatiha’nın âhirinde daha zahirdir.

Üçüncü Cihet: Bu kadar tekrar ile kat’î verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur: İstenilen şey meselâ Makam-ı Mahmud bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatları ihtiva eden bir hakikat-ı a’zamın bir dalıdır. Ve hilkat-i kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi dua ile istemek ise; dolayısıyla o hakikat-ı umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücud bulmasını ve o şecere-i hilkatin en büyük dalı olan âlem-i bâkinin gelmesini ve tahakkukunu ve kâinatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dâr-ı saadetin açılmasını istemektir. Ve o istemekle, dâr-ı saadetin ve Cennet’in en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavat-ı insaniyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir maksad için, bu hadsiz dualar dahi azdır. Hem Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. Onun için hadsiz salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
[26.10.2023 23:02] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
İstanbul, İtilaf Devletleri İşgalinden Kurtuldu. (1923) İlk Yerli Uçak Fabrikası Kayseri’de Kuruldu. (1926) Kâtip Çelebi’nin Vefatı (1609-1657)
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 3/31) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
HEM SEVEN HEM SEVİLEN: VEDÛD
O’nun rahmeti, affı, cömertliği vs. sadece zatından kullarına yönelik tarif edilirken Vedûd ismi iki yönlü olarak “hem seven hem sevilen” diye tanımlanmış ve Kur’an’da da açıkça O’nu her şeyden çok sevmemiz istenmiştir. Yücelerin yücesi, varlığının devamı kendiliğinden olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah Teâlâ’nın biz kullarından böylesine yüksek bir sevgi talebi O’nun sevgisinin kalbimizde en üst noktada olmasına bizim ihtiyacımızdan dolayıdır. Gazzâlî’ye göre bu ismin tecellisine mazhar olan insanlar kendileri için arzu ettikleri her şeyi Allah’ın bütün mahlukatı için de arzu ederler. Bu sevgi doruk noktasına ulaştığında ise kalpte sevgiye engel olacak öfke, kin vb. duygulara yer kalmaz. Böyle biri insanları sevmek için onlar tarafından sevilmeyi beklemez. Sevmek için bahaneler bulur; kızmak için değil. Sevmek için kendini zorlaması gerekmez. İnsanın bu dünyada görebileceği en saf ve pür sevgi olan Allah için sevmek de Allah’ı sevmenin doğal sonucudur.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:02] Annem: Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek, üstadıma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ı Şerife ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen şu arzumdan feragat ettim.

İşte bu defa Külliyat-ı Nur’dan mebhus-u anha risale, bu abd-i âcize hitaben, “senin kalbindeki hafî bir arzu ve hissin, bizim levha-i manevîmizde gayet büyük harflerle yazılıdır ki, işte is’af edildi” tarzında bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacını temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur’an-ı Azîmüşşan’ı inzal edene secdeler ve Nurlar dellâl-ı âlîşanına hadsiz teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-yı fâzılanelerine müdavim bulunduğumu arzeylerim Efendim Hazretleri.

Sabri

* * *

Ey Üstad
[26.10.2023 23:02] Annem: Bir Ayet:
Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Siz iman eder ve Allah'a itaatsizlikten sakınırsanız O da hak ettiğiniz karşılığı verecek, sizden servetinizi de istemeyecektir.
(Muhammed, 47/36)

Bir Hadis:
Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah da onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı, halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur.
(Buhârî, "Rikâk", 36; Müslim, "Zühd", 48)

Bir Dua:
Allah, seni dünya ve ahirette mutlu eylesin.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 9, 440)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:02] Annem: SOHBET...........   KURÂN-I KERİMDEKİ SÛRELER

(*) İşaretliler Medîne’de, diğerleri ise, Mekke’de inmiştir.

 


06.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:02] Annem: Erkek ve Kadın Arasındaki Farklılığın Hikmeti

Kadınla erkek arasındaki farklı yapı, farklı görevler içindir. Biri annelik, diğeri babalık görevini üstlenecektir. Erkek, annelik görevini yapamaz; anne de babaya ait işlerin hakkını veremez. Çocuk bakımında annedeki sabır, şefkat, merhamet, incelik, his, heyecan aynı derecede erkekte yoktur. Bu konuda annenin özellikleri öndedir.

Ailenin kazanç, geçim, bakım, koruma, savunma ve dış işlerinde erkek görevli olduğu için, ona bu konularda da özel kabiliyetler verilmiştir.

Kadın ve erkekteki bu farklılık yüce Allah’ın bir rahmetidir. İki cinsi birbirine muhtaç yapmak ve birini diğeriyle tamamlamak için yüce Rabbimiz böyle takdir etmiştir. Bu aynı zamanda iki cins arasındaki muhabbetin temini ve birbirine güveni için de lazımdır. Bunun için bütün insanlar bir yönüyle noksan yaratılıp diğer insanlara ve varlıklara muhtaç yapılmıştır. Kâinatın düzeni zıtlık, farklılık ve birbirine muhtaç olma esasına göre kurulmuştur. Bunda bilemediğimiz nice sır ve faydalar vardır.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:02] Annem: • Kâtib Çelebi’nin Vefatı (1657)
'Helâlinden kazanıp, ondan fakirlere cömertçe veriniz.' Hacı Bayam-ı Velî [rahmetullahi aleyh]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:02] Annem: HARAM
Teklifî hükümlerden biri olan haram; sözlükte "yasak, memnu" demek
olup helâlin zıddıdır. Dinî terim olarak ise, “şâriin yapılmasını kesin ve bağlayıcı
bir ifade ve üslûpla yasakladığı fiil”dir. Yasaklama işine tahrîm veya
hazr, yasaklanan şeye harâm, muharrem veya mahzûr, bu yöndeki hüküm
ve vasfa da hurmet denilir.
Haram ve mekruh, şâriin yasakladığı, yapılmasını istemediği fiillerin iki
nevidir. Yasaklama açık ve kesin bir üslûpla ve delille olmuşsa haramdan,
daha esnek ve yumuşak bir üslûpla veya daha zayıf bir delille olmuşsa
mekruhtan söz edilir.
Çoğunluğunu Hanefîler'in teşkil ettiği bir grup İslâm hukukçusu ve usulcüsü,
bir fiilin haram hükmünü alabilmesi için hem Kur'an âyetleri,
mütevâtir ve meşhur sünnet gibi sübûtu kesin (veya kesine yakın) bir delilin,
hem de bu delilin açık ifadesinin bulunmasını şart koşarlar. Bu sebeple de,
âhâd hadislerle sabit olan veya dolaylı bir şekilde ifade edilen yasaklara
"tahrîmen mekruh" adını verirler. Çoğunluk ise, itikadî yönden olmasa bile
amelî bakımdan zannî delilleri yeterli gördüğünden, âhâd hadislerle sabit
yasakları da haram olarak adlandırırlar. ...Daha az
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ım!  Senden bütün hayırlı işlerde sebat etmeyi ve doğruda kararlı olmayı istiyorum. Senden nimetlerine şükretmeyi ve sana en güzel biçimde ibadet etmeyi istiyorum.” (Hakim, Deavat, No:1872)
[26.10.2023 23:02] Annem: “İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği dört kişiye yeter.”
(Buhari, Et’ıme 11, Müslim, Eşribe 178)
[26.10.2023 23:02] Annem: Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için (onları diriltecektir.) Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görendir.
İBRÂHİM Sûresi 51.Ayet
[26.10.2023 23:02] Annem: HZ. PEYGAMBER ve DAVET MEKTUPLARI:
BİZANS İMPARATORU HERAKLEİOS’A
Gönderilen mektubun metni şöyledir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah’ın kulu ve peygamberi Muhammed’den Bizans İmparato- ru Herakleios’a.
Hidayete uyanlara selâm olsun. Seni İslam’a çağırıyorum. İslam’ı kabul et ki kurtuluşa eresin ve Allah da ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen halkın günahını sen çekersin.
‘Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan söze geli- niz: Sadece Allah’a kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koş- mayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olun, biz Müslümanız deyiniz.”
(Bk. Âl-i İmrân,3/64; Buhârî, “Bed’ü’l-vahy,6)

DİNÎ KAVRAMLAR
TECESSÜS
Tecessüs, başkalarının gizli taraf- larını, kötülük ve kusurlarını araş- tırmak demektir.
İnsanların dokunulmaz hak ve hür- riyetleri vardır. Bunlardan biri de gizli yönlerinin araştırılmamasıdır.
Hz. Peygamber de, başkalarının gizli yönlerinin araştırılmasını ya- saklamış, İslam kardeşliğine halel getirecek her türlü davranıştan uzak durulmasınıı istemiştir (Ebû Dâvûd, Edeb, 40; Tirmizî, Birr, 84).
“...Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın)...” (Hucurât, 49/12).

ÖZLÜ SÖZ
Kitaptan daha iyi bir arkadaş yoktur. (Katip Çelebi)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N