SEMA ÖNER

Tarih: 17.05.2024 13:57

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 23:02] Annem: Dinlerine uymadikça yahudiler de hiristiyanlar da asla senden razi olmayacaklardir De ki: Dogru yol, ancak Allah'in yoludur Sana gelen ilimden sonra onlarin arzularina uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardimci vardir (BAKARA/120)

Ey iman edenler! Kendisinde artik alis-veris, dostluk ve kayirma bulunmayan gün (kiyamet) gelmeden önce, size verdigimiz riziktan hayir yolunda harcayin Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir (BAKARA/254)

Iste o seytan, ancak kendi dostlarini korkutur Su halde, eger iman etmis kimseler iseniz onlardan korkmayin, benden korkun (AL-İ İMRAN/175)

Içinizden, imanli hür kadinlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altinda bulunan imanli genç kizlariniz (sayilan) cariyelerinizden alsin Allah sizin imaninizi daha iyi bilmektedir Hep ayni köktensiniz (insanlik bakimindan aranizda fark yoktur) Öyle ise iffetli yasamalari, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamalari sarti ve sahiplerinin izni ile onlari (cariyeleri) nikâhlayip alin, mehirlerini de normal miktarda verin Evlendikten sonra bir fuhus yaparlarsa onlara, hür kadinlarin cezasinin yarisi (uygulanir) Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düsmekten korkanlar içindir Sabretmeniz ise sizin için daha hayirlidir Allah çok bagislayici ve esirgeyicidir (NİSA/25)

Allah düsmanlarinizi sizden daha iyi bilir Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardimci olarak da Allah kâfidir (NİSA/45)

Iman edenler Allah yolunda savasirlar, inanmayanlar ise tâgut (bâtil davalar ve seytan) yolunda savasirlar O halde seytanin dostlarina karsi savasin; süphe yok ki seytanin kurdugu düzen zayiftir (NİSA/76)

"Onlari mutlaka saptiracagim, muhakkak onlari bos kuruntulara bogacagim, kesinlikle onlara emredecegim de hayvanlarin kulaklarini yaracaklar (putlar için nisanlayacaklar), süphesiz onlara emredecegim de Allah'in yarattigini degistirecekler" (dedi) Kim Allah'i birakir da seytani dost edinirse elbette apaçik bir ziyana düsmüstür (NİSA/119)

Islerinde dogru olarak kendini Allah'a veren ve Ibrahim'in, Allah'i bir taniyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardir? Allah Ibrahim'i dost edinmistir (NİSA/125)

Müminleri birakip da kâfirleri dost edinenler, onlarin yaninda izzet (güç ve seref) mi ariyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnizca Allah'a aittir (NİSA/139)

Iman edip iyi isler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasini da ihsan edecektir Kullugundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara aci bir sekilde azap edecektir Onlar, kendileri için Allah'tan baska ne bir dost ve ne de bir yardimci bulurlar (Kendilerini Allah'in azabindan kurtaracak bir kimse bulamazlar) (NİSA/173)

Bugün size temiz ve iyi seyler helâl kilinmistir Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hiristiyan vb nin) yiyecegi size helâldir, sizin yiyeceginiz de onlara helâldir Mümin kadinlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadinlar da, mehirlerini vermeniz sartiyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir Kim (Islâmî hükümlere) inanmayi kabul etmezse onun ameli bosa gitmistir O, ahirette de ziyana ugrayanlardandir (MAİDE/5)

Ey iman edenler! Yahudileri ve hiristiyanlari dost edinmeyin Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafini tutarlar) Içinizden onlari dost tutanlar, onlardandir Süphesiz Allah, zalimler topluluguna yol göstermez (MAİDE/51)

Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tir, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'in emirlerine boyun egerek namazi kilar, zekâti verirler (MAİDE/55)

Kim Allah'i, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar süphesiz Allah'in tarafini tutanlardir (MAİDE/56)

Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin Allah'tan korkun; eger müminler iseniz (MAİDE/57)

Onlardan çogunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün Nefislerinin onlar için (ahiret hayatlari için) ön
[26.10.2023 23:02] Annem: HZ. PEYGAMBER ve DAVET MEKTUPLARI:
BİZANS İMPARATORU HERAKLEİOS’A
Gönderilen mektubun metni şöyledir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah’ın kulu ve peygamberi Muhammed’den Bizans İmparato- ru Herakleios’a.
Hidayete uyanlara selâm olsun. Seni İslam’a çağırıyorum. İslam’ı kabul et ki kurtuluşa eresin ve Allah da ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen halkın günahını sen çekersin.
‘Ey Ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan söze geli- niz: Sadece Allah’a kulluk edelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koş- mayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse, şahit olun, biz Müslümanız deyiniz.”
(Bk. Âl-i İmrân,3/64; Buhârî, “Bed’ü’l-vahy,6)

DİNÎ KAVRAMLAR
TECESSÜS
Tecessüs, başkalarının gizli taraf- larını, kötülük ve kusurlarını araş- tırmak demektir.
İnsanların dokunulmaz hak ve hür- riyetleri vardır. Bunlardan biri de gizli yönlerinin araştırılmamasıdır.
Hz. Peygamber de, başkalarının gizli yönlerinin araştırılmasını ya- saklamış, İslam kardeşliğine halel getirecek her türlü davranıştan uzak durulmasınıı istemiştir (Ebû Dâvûd, Edeb, 40; Tirmizî, Birr, 84).
“...Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın)...” (Hucurât, 49/12).

ÖZLÜ SÖZ
Kitaptan daha iyi bir arkadaş yoktur. (Katip Çelebi)
[26.10.2023 23:02] Annem: “Allah’ım! Bütün işlerimin sonucun güzel eyle, beni dünyada rezil olmaktan ve ahiret azabından koru.” (Ibn Hibbân, Ed’iye, No:949;el-Heysemî,Ed’iye,33,No:17390)
[26.10.2023 23:02] Annem: Enes(radıyallahu anh) şöyle der: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde mevcut olan şeylerden (kelime-i şehadet dışında) hiçbirini artık göremiyorum." Kendisine "namazı da mı?" diye itiraz edilince: "Namaza da ne yaptığınızı bilmiyor musunuz, (öğleyi akşama yakın kılmadınız mı)?" cevabını verir. 
Buhârî, Mevâkît 7; Tirmizî, Kıyâmet 17, (2449).
[26.10.2023 23:02] Annem: Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim. [Bakara Sûresi.160]
[26.10.2023 23:02] Annem: Aslını gizleyemez insan, giydiği kaftanlarla. / Bilmez ama kendini kandırır, söylediği yalanlarla![Mehmet Akif Ersoy]
[26.10.2023 23:02] Annem: AZRÂİL

Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleği de denir. İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsın" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü. Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; "Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet) İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî). Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî) Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının "vah vah öldü, sizler sağ olun", diye evlâdına ta'ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed Rebhâmî) Azrâil başına geldiği zaman Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş Mevlâm nasîb etsin din ile îmân Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş. Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür? (M. Sıddîk bin Saîd)
[26.10.2023 23:02] Annem: Berkant

T. Bozulmaz, sağlam yemin

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:02] Annem: Camiler ve Din Görevlileri; Hayrın Anahtarı, Şerrin Kilidi


 

 

“Beldelerin Allah’a en sevimli olan mekânları, camilerdir.” (Müslim, Mesâcid, 288)

Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescitlerini, Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte bunlar, doğru yolda olmaları umulanlardır.”[1]

Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Beldelerin Allah’a en sevimli olan mekânları, camilerdir.”[2]

Aziz Müminler!

Camiler ve mescitler, Allah’ın evleridir. İslam medeniyetinin simgesidir. Şehirlerin kalbidir. Birlik ve beraberliğimizin nişanesidir. Beş vakit kıyama durduğumuz, Rabbimizin huzurunda huzur bulduğumuz mabetlerdir. Dilimizden dökülen aminlerimize, içten içe akıttığımız göz yaşlarımıza şahit olan secdegâhlardır. 

Kıymetli Müslümanlar!

Hademe-i hayrat olarak camilerimizde görev yapan hocalarımız ise yüce dinimiz İslam’ın hakikatlerini bizlere öğreten nebiler yolunun varisleridir.  Kur’an’ın eşsiz ilkelerini ve Allah Resûlü (s.a.s)’in güzel ahlakını aktaran hatiplerimizdir. Mümin gönüllere Kur’an’ı nakşeden, خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”[3] nebevi iltifatına mazhar olan din görevlilerimizdir.

Değerli Müminler!

Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmaktadır: وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ  “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun.”[4] Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bizler, bu ayet-i kerimeyi kendimize şiar edindik. Öncelikli gayemiz, cami merkezli bir hayatla, tüm insanlığın ihyasıdır. Hocalarımız, minarelerden semalara yükselen        “حَىَّ عَلَى الصَّلاَةِ, Haydi namaza!”; “حَىَّ عَلَى الْفَلاَحِ Haydi kurtuluşa!” nidasıyla tüm insanları kurtuluşa davet etmektedir. İstiklal marşımızdaki “Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli; ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” mısraları da bu amaçla ve bu ruhla dile getirilmiştir.

Aziz Müslümanlar!

Rabbimiz el-Câmi’ ismiyle bütün mahlûkatı rahmeti ve merhametiyle nasıl kuşatıyorsa, camilerimiz de ırkı, dili, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun bütün Müslümanları bağrına basıyor. Din görevlileri olarak bizler de başta camilerimiz ve Kur’an kurslarımız olmak üzere aile ve dini rehberlik bürolarımız, gençlik merkezlerimiz gibi pek çok alanda insanımıza hizmet sunuyoruz. Hastanelerden KYK yurtlarına, engelli kardeşlerimizden bağımlılara, okullardan işyerlerine kadar pek çok yerde İslam’ın rahmet yüklü mesajlarını kardeşlerimize ulaştırmanın gayretindeyiz. Kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı herkesin okuyabileceği, dinimizi, değerlerimizi, tarihimizi ve kültürümüzü öğrenebileceği kitaplar ve dergiler yayınlamaktayız. Dijital mecralar, Diyanet TV ve Diyanet Radyolarımız aracılığıyla din-i mübin-i İslam’ı aziz milletimize ve tüm insanlığa anlatmanın çabası içindeyiz. Her yaştan ve her meslekten insanımıza yüce kitabımız Kur’an’ı öğretmeyi asli görev telakki ediyoruz. Dinimizi istismar etmeye, değerlerimizi yozlaştırmaya, aile yapımıza zarar vermeye çalışanlara karşı bilgiyle ve hikmetle mücadele etmenin gayreti içindeyiz.

Kıymetli Müminler!

Her yıl 1-7 Ekim tarihleri Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlanmaktadır. Hafta boyunca yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen etkinliklerle camilerimizin ve din görevlilerimizin medeniyetimizdeki yeri ve önemi anla
[26.10.2023 23:02] Annem: 34 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
1. Mevcut edebî şekillerden farklıdır. 
2. Lafız ve mana dengesi tamdır. Kur’an ifadelerini oluştu-
ran kelimeler öyle seçilmiştir ki, bunlar maksadı eksik ve fazla 
olmadan anlatır. 
3. Gönüllere tesir eder, okunduğunda ve dinlenildiğinde 
insanı etkisi altına alıp kendine çeken ve onu kuşatan bir özel-
liği vardır. Bazı ayetler kulaklara çarptığı anda insana sevinç ve 
haz verir, ferahlatır; bazı ayetler de korku ve dehşetle ürpertir. 
Birçok gayrimüslim Kur’an’ın bu etkisi sayesinde Müslüman 
olmuş, düşmanlıkları dostluklara, inkârları imana dönüşmüş-
tür. İslam’ın ilk yıllarında bir grubun Medine’den gelip Hz. 
Peygamber’den Kur’an’ı dinledikten sonra iman etmesi ve ar-
dından İslam’ın Medine’de yayılması, Hz. Ömer’in Tâ-hâ Sû-
resini dinleyince bundan etkilenip Müslüman olması, Cübeyr 
b. Mut’im’in Peygamberimizden Tûr Sûresini işitince hissettiği 
tesiri, “sanki kalbim çatlayacak sandım” şeklinde ifade etme-
si27 gibi olaylar bunun örneklerindendir. 
4. Ses ve terkip nizamında muhteşem bir ahenk ortaya çı-
kar. Harflerin, kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esna-
sında ortaya çıkan, kulağa hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç 
rastlanmayan bir musiki vardır. Arapça bilmeyen bir kişi bile 
onu güzel sesle okuyan birini dinlediği zaman bu farkı ve et-
kili âhengi hemen hisseder. 
5. Edebî tasvirleri açısından bakıldığında Kur’an’ın naz-
mındaki musikîye ve cümle terkiplerindeki intizam ve irtibata 
ilave olarak kendine özgü şiirsel ve insanları cezbeden, onları 
Kur’an’ın güzelliğine götüren tasvir üslûbu da onun i’caz yön-
lerinden biri olarak görülür. 
6. Edebî türlerin hepsinde mükemmeldir. 
7. Aynı anda farklı seviyelere, akla ve duyguya dengeli ola-
rak hitap eder.28
27 Müsned, IV, 83, 85
28 Daha geniş bilgi için bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, 26/ 383-397
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 34 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:02] Annem: Namazdan sonra 33’er defa tesbihat yapmanın dayanağı var mıdır?

Namazlardan sonra 33’er kere “SübhanAllah”, “Elhamdülillah”, “Allahu ekber” diyerek Allah’ı anmak, sahih hadislerle tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde; “Kim, her namazdan sonra otuz üç defa sübhanAllah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç defa da Allahü ekber der, yüze tamamlamak için de ‘la ilahe illAllahü vahdehu la şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir’ (Allah’tan başka ilah yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter) derse, günahları denizköpüğü kadar çok olsa bile affedilir” (Müslim, Mesacid 146) buyurmuştur. Bir başka hadiste de namazlardan sonra otuz üç kez bu tesbihatı yapanın derecesine kimsenin ulaşamayacağı belirtilmiştir (Ebu Davud, Vitir, 24).
[26.10.2023 23:02] Annem: SONUÇ
∙∙∙ 105 ∙∙∙
okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız rablerine da-
yanıp güvenen kimseler”3
olduklarını bize bildirmiştir.
Varlığı apaçık olan Allah Teâlâ’nın mahiyetinin bilinmesi 
ise imkânsızdır. Çünkü O, nihayetinde insan için duyular 
ile doğrudan doğruya idrak edilmesi mümkün olmayan 
yani gayb alanında kalan bir varlıktır. Bununla birlikte 
O, insanı sadece kendisine kulluk etmesi için yarattığını 
belirtmiştir. İnsanın bir yandan kulluk edeceği rabbini 
tanıması, bir yandan da bu kulluğu yerine getirirken dua 
ve niyaz ile O’na yönelmesi, O’nun bize bildirdiği isimle-
ri, yani esmâ-i hüsnâ vasıtasıyla olmaktadır. Bu isimler, 
Allah Teâlâ’nın sahip olduğu özellikleri, başka bir ifadey-
le yetkinlik sıfatlarıdır. 
Bizâtihi var olan ve bütün varlığın da kaynağı olan Allah, 
âlemi sadece yaratıp sonra kendi haline bırakmış değil-
dir. “İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır!”4
ve “O, her an kâinata tasarruf etmektedir.”5
âyetlerinin 
de bildirdiği üzere, hem fizikî âlem ve insan ile yaratma 
suretiyle her an irtibat halinde bulunan, hem de insanı 
imanla, kullukla, bu kulluk doğrultusunda ibadetler ve 
ahlâkî davranışlarla mükellef kılarak onun kendisiyle da-
ima irtibatını canlı tutan yaratıcıdır.
İşte Allah Teâlâ’nın yetkinlik sıfatlarından ilim, kudret, 
irade, işitme, görme gibi sıfatları bu irtibatın göstergesi-
dir. Ancak bir yandan âleme bu şekilde sürekli müdahil 
olan Allah, diğer yandan da insan idrakinin ulaşabileceği 
her türlü algının ötesindedir. Dolayısıyla O, kendisi dı-
şında kalan hiçbir şeye benzemeyen, eşi benzeri, şeriki, 
3 el-Enfâl 8/2.
4 el-Kıyâme 75/36.
5 er-Rahmân 55/29.
ALLAHA İMAN.indd 105 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:02] Annem: Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır. (Buhari, bunu bir babın başlığında kaydetmiştir.) 
Kaynak: Buhari, Büyu 19
Rivayet: Ukbe İbnu Amir
[26.10.2023 23:02] Annem: Ravi: İbnu Ömer (ra)
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Pahalanması için, kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah'tan yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir." Bu hadisi Ahmed İbnu Hanbel Mesned'inde (2, 33) zikretmiştir. Mecmau'z-Zevaid'de bunun ayrıca Ebü Ya'lfi el-Mevsıli'nin ve Bezzar'ın Müsned'lerinde, Taberani'nin el-Mu'cemu'l- Evsat'ında tahric edildikleri belirtilir.

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: null

Hadisin Açıklaması:
İhtikâr lügatte toplamak ve hapsetmek demektir. Şer'î bir ıstılah olarak "Erzakı pahalanıncaya kadar hapsetmektir." İhtikâr mevzuunda âlimlerin görüşleri  farklıdır. Ahmed İbnu Hanbel, ihtikârı sâdece yiyecek maddelerinde görür ve ona göre sadece Mekke, Medine gibi büyük şehirlerde söz konusudur. Hanefîler'e göre umuma zararı olan yerde, insan ve hayvan yiyeceklerinde ihtikâr mekruhtur. Umuma zararı olmayan yerde malını satmayıp pahalanmasını beklemek ihtikâr sayılmadığı gibi, tarlasından çıkan mahsulünü veya uzaktan getirdiği zahiresini satmamak da ihtikâr değildir.

Şâfiîler bu hadisi esas alarak sadece yiyecek mallarında ihtikârın haram olduğunu kabul ederler. Yiyecek kabilinden olmayan şeylerde bil-ittifak ihtikâr yoktur.

Said İbnu Müseyyeb ve Ma'mer'in ihtikâr yapmaları meselesine gelince, bu büyüklerin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan rivayet ettiklerine muhalif amelde bulunmalarını âlimlerimiz kabul etmezler. Bunu, "Her maddenin ihtikârı bir değildir, bazı durum ve şartlarda, bazı maddelerde yapılan ihtikârın yasaklanan ihtikâr sayılmayacağı" prensibiyle izah ederler. Nitekim onların ihtikârı "zahire" gibi aslî maddede olmamış, zeytinyağı gibi tâli maddede olmuştur ve "ihtiyaç zamanında yiyecek saklama"ya hamledilmiştir. Nitekim Hanefiler ve Şafiîler bu görüştedir. İhtiyaç anında saklanan şey ihtikâr değildir.

Alimler, bekletilmesi câiz olan tâli malların da piyasada tükenmesi halinde, o günün fiyatı ile, zor kullanılarak sattırılabileceğine hükmetmişlerdir
[26.10.2023 23:03] Annem: KADINLARA HAS OLAN SARI RENGE BOYANMIŞ ELBİSEYİ ERKEĞİN GİYMESİNİN HARAM OLUŞU

1800: Enes (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) erkeğin sarı renkli koku ve boya sürünerek makyaj yapmasını yasakladı. (Buhari, Libas, 33; Müslim, Libas, 77)

1801: Abdullah ibni Amr ibni As (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve:

- Bunları giymeni annen mi emretti, buyurdu. Ben de:

- Onları çıkarayım mı? dedim.

- Bunları yak, diye emretti. (Müslim, Libas, 28)

Müslim’in başka bir rivayetinde: “Şüphesiz bunlar kafirlerin elbiselerindendir, sen onları giyme” buyurdu. (Müslim, Libas, 27)
[26.10.2023 23:03] Annem: 27- Namazda Süküneti Emir; Elle İşaretten, Selam Verirken Elleri Kaldırmaktan Nehi İle İlk Safları Tamamlamanın, Saflarda Sımsıkı Durmanın ve Toplu Bulunmanın Emrolunması Bâbı

996- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müseyyeb b. Rafi'den, o da Temim b. Tarefe'den, o da Câbir b. Semure'den naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza geldi. Ve:

«Acep neden sizleri hırçın atların kuyrukları gibi, ellerinizi kaldırmış görüyorum! Namazda sakin olun!» buyurdular. Sonra (Başka bir defa) yine yanımıza çıktı ve bizi halkalar halinde görerek:

«Acep sizi neye dağınık cemâatler halinde görüyorum i» dedi. Başka bir sefer yine yanımıza çıktı ve:

«Siz meleklerin Rableri katında saff saff durdukları gibi saf bağlayıp dursanızya!» buyurdular. Biz:

Ya Resûlallah! Melekler Rableri katında nasıl saf olurlar? dedik:

«İlk safları tamamlarlar, ve safda sıkışık dururlar.» buyurdu.

997- Bana Ebû Saîd El-Eşecc rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Veki' rivâyet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsa b. Yunus haber verdi. Her iki râvi: «Bize Â'meş bu isnatla bu hadisin mislini rivâyet etti.» demişlerdir.

Şums yahut Şumus: Yerinde duramayan ve daima kıpırdayıp kuyruklarını sallayan atlar demektir. Müfredi Şemûs ve Şâmis gelir.

Ashabı kirâm namazda selâm verirken elleriyle iki tarafa işaret e-derlerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların bu fiilini tasvip etmedi ve bu hareketlerini hırçın at kuyruklarına benzeterek kendilerini bundan menetti; namazda sakin sakin durmalarını tavsiye buyurdu.

izin: Cemaatlar manasınadır. Müfredi «ize» dir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Un ashabını ayrı ayrı cemâatler halinde görmesi kuvvetli bir ihtimâle göre namaz hâricinde olmuştur.

Onları bu halde görünce dinin emrettiği İslâm birliğinin tahakkuk edemeyeceğinden endişe duymuş ve kendilerini dağınık bulunmaktan men'etmiştir. Bazıları bunun namazda olduğuna ihtimâl vermişlerdir. Çünkü namazda dağınık bir halde bulunmak safların parçalanmasına sebep olur. Fakat bu ihtimâl zayıftır. Râvî'nin: « Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi halkalar halinde gördü» demesi, namazda olmadıklarına delildir. Zira halka yuvarlak olduğu için, halka halinde oturanların Bazıları kıbleye sırtlarını çevirmiş vaziyette otururlar.

998- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

Dedi ki: Bize Vekî' Mis'ar'dan rivâyet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti, lâfız onundur. Dedi ki: Bize İtai Ebî Zaide, Mis'ar'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Ubeydullah b. Kıptiyye; Câbir b. Semura'dan rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi:

Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kıldığımız vakit es-selâmü aleyküm ve rahmetullah, es-selâmü aleyküm ve rahmetullah derdik. Câbir eliyle iki tarafa da işaret etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Siz neden hırçın atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret ediyorsunuz? Her birinize elini uyluğunun üzerine koyması kâfidir sonra sağ ve sol tarafında bulunan kardeşlerine selâm verir» buyurdular.

999- Bize Kâsım b. Zekeriyya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Mûsa, İsrail'den, o da Furât (yani el-Kazzâz) dan, o da Ubeydullah'dan, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kıldım. Biz (kendi aramızda) namazda selâm verirken ellerimizle es-selâmü aleyküm, es-selâmü aleyküm... diyerek işaret ederdik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize bakarak:

«Size ne oluyor ki hırçın atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret ediyorsunuz. Biriniz selâm verdiği vakit yanında kine bakıversin! Eliyle işaret etmesini» buyurdular.

Bu hadîs dahi namazda selâm verirken elle i�
[26.10.2023 23:03] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Korkan kimse, geceleyin yol alır. Gece yol alan kimse de varacağı yere ulaşır. İyi biliniz ki, Allah’ın metâı çok pahalıdır. İyi biliniz ki, Allah’ın metâı cennettir.”

Tirmizî, Kıyamat 18
[26.10.2023 23:03] Annem: “Allah’ım! Lutfün, rahmetin, bereketin ve rızkından bana aç, bolca ihsan eyle.”

Hakim, Deavât, No: 1868

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:03] Annem: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Altın altınla peşin olmazsa ribadır. Buğday buğdayla peşin satılmazsa ribadır. Arpa arpayla peşin satılmazsa ribadır. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa ribadir." (Metin, Sahiheyn'in metnidir. Buhari'nin bir rivayetinde, "verik (yani basılmış dirhem) verikle, altın altınla.." şeklinde gelmiştir.)

Buhari, Büyu 54, 74, 76; Müslim, Musakat 79, (1586); Ebu Davud, Büyu 12, (3348); İbnu Mace, Ticarat 50, (2160), (2259); Muvatta, Büyu 38, (2, 636-637); Tirmizi, Büyu 24 (1243); Nesai, Büyu 41, (7, 273)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:03] Annem: SAHABENIN GAYRETI
Yüce Allah’ın son kitabı Kur’ân-ı Kerim, bütün zamanlara ve bütün coğrafyalara gelmiş bir kitaptır. O’nun son peygamberi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 23 yıllık emeğinin sonlarına doğru gerçekleştirdiği ve yüz binden fazla insan seline hitâben yaptığı Vedâ Hutbesi’ndeki şu evrensel çağrı, ashâbı Mekke ve Medine’de duramaz hale getirdi:“Ey insanlar! Size açıklayacağım gerçekleri iyi dinleyiniz! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak, muhâfaza etmiş olur.”Onlar, peygamberlerinin bu vasiyetini aldılar ve dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Yaşları farklı, seviyeleri farklı, konumları farklı olsa da Allah Rasûlü’nden aldıkları ve sıkı sıkıya bağlandıkları iki emâneti/Kitap ve Sünnet’in mesajını götürebildikleri yerlere götürdüler. Geri dönüşü olmayan tek yönlü yolculuklara çıktılar.Denizler geçtiler, kıt’alar aştılar. Ulaşabildikleri herkese ilâhî mesajı ulaştırmaya çalıştılar. Bu kutlu yolculuklar Avrupa, Asya ve Afrika’nın içlerine kadar sürdü. Kıbrıs’a kadar Hala Sultan’ı kadın başına getiren ruh da, Avrupa’nın bir ucu ta İstanbul’a doksan küsur yaşlarında Ebû Eyyüb el-Ensâri’yi getiren ruh da bu ruhtu.Bugün Anadolu’nun dört bir yanında sahâbe mezarları olduğu gibi, Çin’de ve Afrika’da da onların mezarları mevcuttur. Zira onlar dönmek için değil, ulaşabildikleri yerlerde Kur’ân ve Sünnet ruhunu oluşturmak ve yaşatmak için yollara düştüler. Sonuçta da vardıkları yerlerde toprağa düştüler.Onların bu fedakâr çıkışları sonrakiler için de örnek oldu ve hak yolda yolculuklar kesintisiz sürdü. Adı hicret oldu, cihad oldu, ibâdet oldu ve dâvet yolculukları hep sürdü. Kimi zaman dâvet elçileri ve dâvet mektuplarıyla, kimi zaman ticaret kervanlarıyla bu kutlu görev yapıldı, kimi zaman da cihad ordularıyla yerine getirildi. Dâvetçiler İslâm’ın gür sadâsını, tâcirler güzelim ahlâkını, mücâhitler onun ulu sancağını dört bir yana ulaştırdılar.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:03] Annem: Peygamberimizin hz. Hatice ile Evlenmesi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Hz. Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyor­du. Ticaret mal­la­rının başında Şam’a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu.

Dul olan Hz. Hatice o sırada, Ku­reyş kadınları arasında soy sop, şeref ve zen­ginlik bakımından en üstün mev­kiye sahip bulunuyordu. Aynı zamanda, Cenab-ı Hak, Ce­mîl ismiyle, pek az kadına nasip olacak bir güzelliği de kendi­sine ihsan etmişti.

O âna kadar, kabilesinden birçok kimse evlenmek için kapısını çalmış ise de, o bunların hiçbirini kabul etmemişti.[1]Adeta, evlen­me­yi düşünmüyor gi­biydi.

Ne var ki kader şimdi karşısına bambaşka bir şahsiyet çıkarmıştı: Ruhun­daki güzellikler yüzüne aksetmiş, gönlündeki sevgi simasında tebessüme kal­bolmuş, zihnindeki derin düşünce dışarıya ciddiyet ve samimiyet şeklinde tezahür etmiş müstesna bir insan...

Daha önce bütün Ku­reyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve adeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz. Hatice, bu eşsiz insanla daha ya­kından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti.

İlâhî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir et­mişti. Her şeye rağmen Ku­reyş’in ileri gelenleri ve zenginleri, kaderin çizmiş olduğu bu programı bozamamışlardı.
Hz. Hatice’den Gelen Teklif

Evlenme teklifi, bizzat Hz. Hatice’den geldi. İffeti ve namusunu koruması se­bebiyle Câhiliyye devrinde bile tertemiz kadın manasına gelen “Tâhire” la­ka­bıyla anılan Hz. Hatice’den...

Teklifi getiren, Hz. Hatice’nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefîse ile Pey­gam­be­ri­miz arasında şu konuşma geçti:

“Ey Muhammed! Seni hangi şey evlenmekten alıkoyuyor?”

“Elimde evlenecek kadar para yok!”

“Eğer bu temin edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe çağrılsan icabet eder misin?”

“Kimdir bu?”

“Hüveylid’in kızı Hatice...”

“Ama, bu nasıl olabilir?”

“Orasını ben bilirim!”

“O halde, dilediğini yaparım.”[2]

Nefise, sevinç içinde, Kâinatın Efendisiyle konuştuklarını, gelip Hz. Ha­tice’ye iletti.

Hz. Hatice’nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunu­yor­du. Nefise’yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Pey­gam­be­ri­mize, “Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun,[3]kavmin için­de şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bu­lunduğun için seninle ev­len­meyi arzu ediyorum” diye haber gönderdi.[4]

Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirdi.

Ebû Tâlib, teklifi tahkik etti. Hz. Hatice’nin böyle bir evliliği arzu ettiğini, biz­zat kendisinden öğrendi.
Düğün Merasimi

Düğün merasiminin tarihi, bizzat Hz. Hatice tarafından tespit edildi. Mera­sim de onun evinde yapılacaktı.

Tespit edilen tarihte, Resûl-i Ekrem Efendimiz, amcaları, hala­ları ve Hâşi­moğullarının ileri gelenlerinden bazılarıyla birlikte Hz. Hatice’nin evine geldi.

Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey, bizzat Hz. Hatice tarafın­dan temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.

Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra, iki taraf büyüklerinin ko­nuşmasına geldi. Hz. Hatice’nin babası, Ficar Harbi’nde ölmüştü. Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr b. Esed katılmıştı.

Geleneğe göre, ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:

“Allah’a hamdolsun ki bizi, İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in sulbünden, Maad’ın mâdeninden, Mudar’ın aslından vücuda getirdi. Bundan sonra, asıl maksada gelir ve derim ki:

“Kardeşimin oğlu Muhammed b. Abdullah; ki akrabanız olduğu malûmu­nuzdur. Onunla Ku­reyş’ten hiçbir genç tartı­lamaz, ölçülemez! Bu, şeref ve asâ­letçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir!

“Gerçi, malı azdır. Fakat mal dediğin nedir ki? Geçici
[26.10.2023 23:03] Annem: ❝Sol elle yemek yemek mekruhtur; fakat onu görmek haramdır. Onun için hatayı görüp ifşâ etmek değil de setretmek, gizlemek gerekir.❞

▪ Osman Hulûsi Efendi
[26.10.2023 23:03] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Ebu Leyla el-Kindî anlatıyor: "Habbab, Hazreti Ömer (Radıyallahu Anhümâ)'e uğramıştı. Hazreti Ömer:"Yaklaş. Buraya, Ammar'dan başka kimse senden daha layık değildir" dedi. Sonra, Habbab, müşriklerin yaptıkları işkencelerden sırtında kalan izleri Hazreti Ömer'e göstermeye başladı."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (153) - Hds :(6027)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:03] Annem: [Hadis No : 3645]

Büsre Bintü Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.''

Tirmizi, Tahâret 61, (82, 83, 84); Muvatta, Tahâret 58, (1; 42); Ebu Dâvud, Tahâret 70, (181); Nesâi, Taharet 118, (1, 100).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:03] Annem: “Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”

(Ebû Dâvûd, Vitir 32)
[26.10.2023 23:04] Annem: Bir Hadis
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de Cennet'e götürür. Kişi doğru söyleye söyleye sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de Cehennem'e götürür. Kişi yalan söyleye söyleye kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.
(Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr,103, 104)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:04] Annem: Bir Ayet
İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. 
(Fussilet, 41/34)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:04] Annem: Bir Dua
Allah'ım Recep ve Şaban ayını hakkımızda mübarek eyle! Bizi Ramazan ayına ulaştır!
(Taberanî, el-Mu'cemü'l-Evsât, IV, 189)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:04] Annem: Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Hiçbir peygamber yoktur ki, insanların inanmaları için
kendisine mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen ise Allah’ın vahyettiği vahiy (Kur’ân-ı Kerîm)dir. Bu sayede ben kıyamet günü ümmeti en
çok olan peygamber olacağımı ümit ediyorum.”
(B7274 Buhârî, İ’tisâm, 1; M385 Müslim, Îmân, 239)
[26.10.2023 23:04] Annem: 63- KİTABU MENAKIBİ'L-ENSAR

1- Peygamber(S)'İn: "Eğer Hicret Olmasaydı, Muhakkak Ben Ensâr'dan Olurdum" Sözü Babı

2- Peygamber(S)'İn Muhâcirlerte Ensâr Arasında Kardeşlik Kurması Babı

3- "Ensâr'ı Sevmek Îmândandır" Babı

4- Peygamber(S)'İn Ensâr'a Hitaben: "Sizler Bana İnsanların En Sevimlilerindensiniz" Sözü Babı

5- Ensâr'a Tâbi' Olanlar Babı

6- Ensâr Yurtlarının Fadlı Babı

7- Peygamberdin Ensâr'a Hitaben: "Sîzler Havuz Başında Bana Kavuşuncaya Kadar Sabrediniz" Sözü Babı

8- Peygamberdin: "Ensâr'a Ve Muhâcirler'e İyilik İhsan Eyle" Duası Bâbi

9- Bâb:

10- Peygamber(S)'İn: "Ensâr'ın İyilik Edenlerinden Kabul Edin, Kötülük Edenlerinin Kusurlarından Da Vazgeçin" Sözü Babı

11- Sa'd İbnu Muâz(R)'In Menkabeleri Babı

12- Useyd İbn Hudayr İle Abbâd İbn Bişr(R)İn Menkabeleri Babı

13- Muâz İbnu Cebel(R)'İn Menkabeleri Babı

14- Sa'd İbnu Ubâde(R)'Nin Menkabesi Babı

15- Ubeyy İbnu Ka'bir)'In Menkabeleri Babı

16- Zeyd İbn Sâbit(R)İn Menkabeleri Babı

17- Ebû Talha(R)'Nın Menkabeleri Babı

18- Abdullah İbnu Selâm(R)1n Menkabeleri Babı

19- Peygamberdin Hadîce İle Evlenmesi Ve Hadîce(R)'Nin Fazileti Babı

20- Cerîr İbnu Abdillah El-Becelî(R)'Nin Zikri Babı

21- Huzeyfe İbnu'l-Yemân El-Absî(R)'Nin Zikri Babı

22- Utbe İbnu Rabîa'nın Kızı Hind(R)'İn Zikri Babı

23- Zeyd İbnu Amr İbn Nufeylin Hadîsi Babı

24- Ka'be'nin Bina Edilmesi Babı

25- Câhiliyet Günleri Babı

26- Câhiliye Devrinde Kasâme Yemini

27- Peygamber(S)'İn Allah Tarafından Peygamber Gönderilmesi Babı

28- Peygamberdin Ve Sahâbîlerinin Mekke'de İken Müşriklerden Ma'rûz Kaldıkları Eziyetler Babı

29- Ebû Bekr Es-Sıddîk(R)'In İslâm'a Girişi Babı

30- Sa'd İbn Ebî Vakkaas

31- Cinn'in Zikri Babı

32- Ebû Zerr El-Gıfârî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Babı

33- Saîd İbnu Zeyd(R)'İn İslâm'a Girişi Babı

34- Umer İbnu'l-Hattâb(Rrin İslâm'a Girişi Babı

35- Ay'ın İkiye Bölünmesi Babı

36- Habeşistan'a Hicret Bâb1.

37- Habeş Hükümdarı Necâşî'nin Ölümü Babı

38- Kureyş Müşriklerinin Peygamber (S) Aleyhine Ahidleşmeleri Babı

39- Ebû Tâlib Kıssası Babı

40- El-İsrâ Hadîsi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:

41- Mi'râc (Kıssası) Babı

42- Enşâr'ın Mekke'de Peygamber(S)'İn Huzuruna Elçilikle Gelmeleri -Ve Akabe Bey'atı Babı

43- Peygamberdin Âişe İle Evlenmesi, "Âişe'nin (Hicret'ten Sonra) Medine'ye Gelmesi Ve Peygamberin Âişe İle Güvey Odasına Girmesi Babı

44- Peygamber (S) İle  Sahâbîlerinin Medine'ye Hicret Etmeleri Babı

45- Peygamber(S)İn Ve Sahâbîlerinin Medine'ye Gelişleri Babı

46- Muhacirin Hacc Ye Umre İbâdetini Bitirdikten Sonra Mekke'de İkaameti(Nin Hükmü) Babı

47- Târîh Ve Sahâbîler İslâm Târihinin Başlangıcını Hangi Vak'adan Ta'yîn Ve İ'tibâr Ettiler? Babı

48- Peygamber(S)'İn: "Yâ Allah! Sahâbîlerim İçin Hicretlerini Tamamla" Sözü Ve Mekke'de Ölenler İçin Mersiyesi (Yânî Onlara Acıyıp Yanması) Babı

49- Bâb: Peygamber (S) Sahâbîleri Arasındaki Kardeşliği Nasıl Kurdu?

50- Bâb

51- Peygamber (S) Medine'ye Geldiği Zaman Yahudilerin (Kendisiyle Siyâsî Münâsebet Kurmak İçin) Peygamber'e Gelmeleri Babı

52- Selmân El-Fârisî(R)'Nin İslâm'a Girmesi Bâb1


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

63- KİTABU MENAKIBİ'L-ENSAR
(Ensâr 'in Menkabeleri Kitabı) [1]

(Ve Yüce Allah'ın şu kavli:)

"Onlardan evvel (Medine'yi) yurt ve imân (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.

Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyâç (meyli) bulmazlar. Kendilerinde fakirlik ve ihtiyâç olsa

bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar..."

(el-Haşr: 9) [2]

1-.......Gaylân ibn Cerîr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Enes'e:

— Re'yirı nedir: Siz Medîneliler, Kur'ân'da gelmezden önce En­sâr adiyle anılır mıydınız, yoksa Ensâr adım size Allah mı vermiştir? diye sordum.

Enes:

—  Eve
[26.10.2023 23:04] Annem: 27- Bab: Cihâd Îmândandır

36 Bize Ebû Zur'a ibnu Amr ibn Cerîr tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittim; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah kendi yolunda cihâda çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran şey yalnız bana îmân ve elçilerimi tasdik ise, nail olduğu ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yâhut cennete girdireyim" diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkat verecek olmasaydım, hiçbir cihâd müfrezesinin arkasından geri kalmazdım. Yemîn olsun ki Allah yolunda öldürülüp diriltilmemi, ondan sonra öldürülüp diriltilmemi, ondan sonra öldürülmemi ne kadar isterdim!
[26.10.2023 23:04] Annem: - عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ
- خَصْلَتَانِ لَا تَجْتَمِعَانِ فِى مُؤْمِنٍ الْبُخْلُ وسُوءُ الْخُلُقِ

- ابو سعيد الخدرى رضى الله عنه دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- ايكى خصلت واردر كه بونلرك بر مؤمنده بولونماسى اويغون اولماز. بونلر جيمريلك و كوتو اخلاقدر

- Ebu Sa’îd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- İki haslet vardır ki; bunların bir müminde bulunması uygun olmaz. Bunlar; cimrilik ve kötü ahlaktır.

- Sünen-i Tirmizi, Kitâbü’l-Birri ve’s-Sıle, h.2089
[26.10.2023 23:04] Annem: Şüphesiz, şartların yerine getirilmeye en lâyık olanı, kadınları kendinize helâl kıldığınız (mehir) şartıdır.
(Müslim, Nikâh, 63)
[26.10.2023 23:04] Annem: Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.(Âl-i İmrân, 3/130)
[26.10.2023 23:04] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ، قَالَ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ، عَنِ ابْنِ أَبِي خَالِدٍ، عَنْ قَيْسِ بْنِ أَبِي حَازِمٍ، عَنْ أَبِي مَسْعُودٍ الأَنْصَارِيِّ، قَالَ قَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ، لاَ أَكَادُ أُدْرِكُ الصَّلاَةَ مِمَّا يُطَوِّلُ بِنَا فُلاَنٌ، فَمَا رَأَيْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم فِي مَوْعِظَةٍ أَشَدَّ غَضَبًا مِنْ يَوْمِئِذٍ فَقَالَ ‏ "‏ أَيُّهَا النَّاسُ، إِنَّكُمْ مُنَفِّرُونَ، فَمَنْ صَلَّى بِالنَّاسِ فَلْيُخَفِّفْ، فَإِنَّ فِيهِمُ الْمَرِيضَ وَالضَّعِيفَ وَذَا الْحَاجَةِ ‏"‏‏.‏

Ebu Mes'ud el-Ensarî şöyle demiştir: Bir adam Nebimize: Ey Allah'ın Resulü! Falanca bize namaz kıldırırken namazı uzattığından neredeyse cemaatle namaza yaklaşmıyorum (arasıra terk ediyorum)"demişti. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün verdiği vaaz sırasındaki öfkeli halinden daha öfkeli olarak görmedim. şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Sizler nefret ettiriyorsunuz, insanlara namaz kıldıran kişi (namazı) hafif tutsun. Çünkü namaz kılanların (cemaatin) içinde hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 90
In-book reference: Kitap 3, Hadis 32

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:04] Annem: 2/Bakara
84 - Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.
[26.10.2023 23:04] Annem: 
KASÂME BÖLÜMÜ.. 2

UMUMİ AÇIKLAMA.. 2


KASÂME BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA

Kasâme kelimesi yemin manasına gelir.  Dilimizdeki kasem kelimesi de aynı manada olmak üzere bu kötken gelir. Fıkıh ıstılahı olarak, daha hususi bir yeminin adıdır.

Istılahat-ı Fıkhiye'deki tarifi şöyledir: "Kâtili meçhul olan ve üzerinde katil eseri bulunan bir ölünün bulunduğu mahal ahalisinden elli kimsenin veçh-i mahsus üzere yemin  etmelerine kasâme denir.

Bir mahallede veya bir karyede (köyde) veya bir şahsın mülkünde veya meskeninde yahud bir karye veya beldeye ses işitilecek derece yakın olup, kimsenin  mülkünde bulunmayan hâli bir yerde bir  katil (ölü) bulunduğu  ve kendisinde -dövülme gibi, gözlerinden kan fışkırması gibi- katledildiğine delalet eden bir eser görüldüğü halde, kâtili bilinmese; katilin velileri ise o mahal sahibinin veya ahalisinin inkarlarına rağmen onların katletmiş olduklarını bila  beyyine (delil olmaksızın) dava ve yemin etmelerini talep eylese, bunlardan evliya-i katilin (ölenin velilerinin) intihab edecekleri elli erkeğe hakim tarafından yemin tevcih edilir. Onlardan her biri de "billahi onu ben öldürmedim ve öldüreni de bilmiyorum" diye nam-ı akdes-i İlahiye kasem eder.

Şayet kendisine böyle yemin tevcih edilenlerden biri, kâtilin kim olduğunu biliyorsa, o halde "billahi onu ben öldürmedim ve filandan başka öldüreni de bilmiyorum" diye yemin eder.

Kasâme suretiyle yemin edeceklerin  adedi elliye baliğ olmadığı takdirde, kendilerine elliye kadar yemin tekrar tevcih edilir."

Yine Istılahat-ı Fıkhiye'de açıklandığı üzere, kasâme müessesesi, maktul tarafın mağduriyetini azaltıp yarasını sardığı gibi, ferdleri ve cemiyetleri, kendi mülkleri dahilinde cereyan eden faili meçhul cinayetlerden sorumlu tutarak teyakkuza ve tedbire sevketmektedir. Ammeye, devlete ait bir arazide  cereyan eden böylesi bir cinayetin fidyesini devlet ödemekle, devlet ve amme sorumluları teyakkuza zorlanmış olmaktadır. Böylece hiçbir kimsenin kanı, faili meçhul diye heder olmamakta, mağdurları fidyesiz kalmamaktadır. Diğer taraftan cinayetin işlendiği arazi sahipleri yemin suretiyle kısastan  kurtulmakta, ceza hafiflemektedir.

Müteakiben görüleceği üzere, kasâme cahiliye devrinde mevcuttur. İslam bunu ibka etmiştir.[1]

ـ4985 ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]إنَّ أوَّلَ قَسَاَمَةٍ كَانَتْ في الْجَاهِلِيّةِ لِفِينَا بَنِى هَاشِمٍ كَانَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ اسْتَأجَرَهُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ مِنْ فَخِذٍ أُخْرَى، فَانْطَلَقَ مَعَهُ في إبلِهِ. فَمَرَّ بهِ رَجُلٌ مِنْ بَنِى هَاشِمٍ، وَقَدِ انْقَطَعَتْ عُرْوَةُ جَوَالِقِهِ. فقَالَ: أغِثْنِى بِعِقَالٍ أشَدُّ بِهِ عُرْوَةَ جَوَالِقِي،  تَنْفُرُ ا“بِلُ. فَأعْطَاهُ عِقَاً فَشَدَّ بِهِ. فَلمَّا نَزَلُوا عُقِلَتْ ا“بِلُ إَّ بَعِيراً وَاحِداً فقَالَ الّذِى اسْتَأجَرَهُ: مَا بَالُ هذَا الْبَعِيرِ لَمْ يُعْقَلْ. فقَالَ: لَيْسَ لَهُ عِقَالٌ. فقَالَ: أيْنَ عَقَالُهُ؟ وَحَذَفَهُ بِعَصَا كَانَ فيهَا أجَلُهُ فَمَرّ بِهِ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ. فقَالَ: أتَشْهَدُ الْمَوْسِمَ؟ فقَالَ: مَا أشْهَدُ، وَرُبَّمَا شَهِدْتُهُ. قَالَ: فَهَلْ أنْتَ مُبَلِّغٌ عَنِّي رِسالةً مَرَّةً مِنَ الدَّهْرِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: إذَا شَهِدْتَ الْمَوْسِمَ فَنَادِ: يَا لَقُرَيْشٍ؟ فإذَا أجَابُوكَ؛ فَ
[26.10.2023 23:04] Annem: عَنْ أبي يَحْيَي صُهَيْبِ بْنِ سِنان  قال : قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : عَجَبًا لأمر الْمُؤْمِنِ إن أمرهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ, وَلَيْسَ ذَلكَ لأَحَدٍ إلا لِلْمُؤْمِنِ :إن أصابتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ, وَإن أصابتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكان خَيْرًا لَهُ .

Ebû Yahyâ Suheyb ibn Sinân (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumuna gerçekten hayret edilir. Zira her durumu onun için hayır sebebidir, bu özellik sadece mü’minlerde bulunur. Çünkü sevinecek olsa şükreder bu onun için hayırdır, başına bir bela gelse sabreder bu da onun için bir hayırdır.”

(Müslim, Zühd 64)
[26.10.2023 23:04] Annem: Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü'min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
[26.10.2023 23:04] Annem: Allah'ım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle, (ibadetlerimizi, hayır ve hasenatımızı, dualarımızı) kabuleyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azat eyle, bütün işlerimizi ıslah eyle. 
(İbn Ebi Şeybe, "Dua", 135, No: 29342)
[26.10.2023 23:04] Annem: Tarihte Bugün

•  Kâtip Çelebi’nin Vefatı 1657
•  İstanbul’un Kurtuluşu 1923

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:04] Annem: MÜMİN CAMİYE VEFALIDIR

Bereket ve hidâyet kaynağı olan ilk mabet, Mekke-i Mükerreme’deki Kâbe’dir. Yeryüzündeki her mescit ve cami ise Kâbe’nin birer şubesidir. 
Cami ve mescitlerimiz, Beytullah’tır yani Allah’ın evidir. İslam’ın nişanesi, tevhidin merkezi, vahdetin gür sadasıdır. Şehirlerimizin kalbi, hayatımızın merkezidir. İlim, irfan ve hikmet menbaıdır. Resul-i Ekrem (s.a.s)’in ifadesiyle cami ve mescitler, Allah katında beldelerin en sevimli olan mekânlarıdır.
Cami ve mescitlerimiz, Kâbe’ye, Mescid-i Nebevî’ye ve Mescid-i Aksâ’ya duyduğumuz vefanın göstergesidir. Bizler Allah kelamıyla burada tanıştık. Peygamber varisleriyle burada buluştuk. Rahmanî ve nebevî terbiyeyi burada aldık. Adap ve erkânı burada öğrendik. Birlik ve beraberliği, kardeşlik ve vefayı burada kuşandık. 
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Allah’ın mescitlerini, camilerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkan kimseler imar ederler...’’ Tevbe, 9/18 Evet, cami inşa etmek önemlidir. Ancak asıl önemli olan, camilerimizi varlığımızla imar etmektir. Zihinlerimizi ve gönüllerimizi caminin huzur iklimi ile buluşturmaktır. Kadını, erkeği, çocuğu, genci ve yaşlısıyla camilerimizi şenlendirmektir. Rabbimize ve birbirimize vefayı irfan mektebi camilerimizde pekiştirmektir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:04] Annem: Günün Ayeti

“İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”

Meryem  96
[26.10.2023 23:04] Annem: Günün Hadisi

“Güçsüz birine yardım etmen sadakadır.”

İbn Hanbel, V, 152
[26.10.2023 23:04] Annem: Zekeriya, "Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?" dedi. Allah, "Öyledir, ama Allah dilediğini yapar" dedi. - Âl-i imrân - 40. Ayet
[26.10.2023 23:04] Annem: da dipdiri olmak zorundadır. 
Ayrıca kişi sevdiğinin yaptıkla-
rını uygulamaya çalıştığı ölçüde 
sevgisinde samimidir. Bugün 
kendimize sormamız gereken 
sorulardan biri de budur. Acaba 
Hz. Peygamber’e olan sevgim 
ne kadar samimi? Neyi yapar-
ken veya neyi yapmazken onu 
kendime rehber ediniyorum? 
Yoksa sadece sözlü bir ifade 
olarak mı kalıyor sevgim?
Onun dünyaya gelişi aslın-
da bir toplumun, aynı zaman-
da insanlığın doğumudur. Bu-
günün modern insanı yaşadığı 
her zorlukta onun yeniden do-
ğumuna/anlaşılmasına muh-
taçtır. 
Hz. Peygamber’in zamanlar 
üstü rehberliğini ve örnekliğini, 
insanlığın ihtiyaç duyduğu de-
ğerlerle yoğrulmuş insan ye-
tiştirme gayretini de unutma-
mamız gerekiyor. Çocuk ile 
çocuk, yaşlı ile yaşlı olmayı ba-
şarmış, kalplere dokunmuş 
bir Peygamber’in ümmeti ola-
rak yapmamız gerekenler or-
tadadır. Merhametli olmak Al-
lah Resulü’nün bize en büyük 
mirasıdır. Hz. Peygamber’e itti-
ba ettiğimizi söylerken aynı za-
manda bu iddiamızı da zımnen 
ifade etmiş oluruz.
Bu vesile ile Mevlid Kandili, onu 
anlayıp manevi varlığının bilin-
cinde olma hâli olarak değer-
lendirilmelidir. Böylesi günleri 
bu çerçevede görerek Hz. Pey-
gamber’i anlamak ve örnek al-
mak için farkındalık oluştur-
mak gerekir. Onun yolunda bir 
ömür geçirmek ve onun dün-
yayı şereflendirmesini bu göz-
le görmeyi nasip duası ile…
çocuğun, fakirin ümidi idi. Arif 
Nihat Asya o günün toplumu-
nun hissiyatını ne güzel anlatır 
dizelerinde:
“Günler, ne günlerdi, yâ 
Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı…
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resulüydün”
O karanlık çağın içinde insanlık, 
aydınlık geleceğin muştuları-
nı veren bir elçi ile tanışacaktır. 
O, Allah’ın yeryüzünde insan-
lık için seçtiği bir rehber ve ör-
nek idi. Yüce kitabımız Kur’an-ı 
Kerim, “İçinizden Allah’ın lütfu-
na ve ahiret gününe umut bağ-
layanlar, Allah’ı çokça ananlar 
için hiç şüphe yok ki Allah Re-
sulü’nde güzel bir örneklik var-
dır.” (Ahzab, 33/21.) buyurmuştur. 
O, kendisine inananlar için gü-
zel ahlakın bir temsilcisidir. Al-
lah’a ve ahiret gününe inanmış 
kimseler için dünya hayatın-
da ondan daha güzel bir örnek 
olamaz. Hem bireysel yaşantı 
hem de aile ve toplum için bu-
gün en fazla rehberliğine ihti-
yaç duyduğumuz kişi Allah’ın 
elçisi Hz. Muhammed’dir. Onun 
rehberliği bugünün Müslümanı 
için aynı önemi haizdir. 
Hz. Peygamber’in çağlar üstü 
rehberliğine bugün dünden 
daha muhtacız. İlahi vahyin en 
mükemmel uygulayıcısı olan 
Sevgili Peygamberimiz yaptık-
ları, söyledikleri ile bugünün 
problemlerine de ışık tutmak-
tadır. Ona inanan müminler 
için ondan daha güzel bir dost 
olamaz. Peygamber sevgisi her 
Müslüman için vazgeçilmez-
dir. Efendimizin yanında bu-
lunmuş, onun sohbetine nail 
olmuş güzide ashabın “Anam 
babam sana feda olsun” söz-
leri Efendimizin onlar nezdin-
deki önemini ortaya koyar. Bu-
günün Müslümanı için de Yüce 
Allah’ın Elçisi’nin sevgisi aynı 
derecede olması aynı zaman-
da imanın da bir göstergesidir. 
Peygamber sevgisini sadece 
sözle değil eylemle de orta-
ya koymak her Müslüman için 
dinî bir vazifedir aynı zaman-
da. Yüce kitabımız Kur’an-ı Ke-
rim’de, “Ey iman edenler! Al-
lah’a itaat edin, Peygamber’e 
itaat edin…” (Nisa, 4/59.) emriyle 
peygamberin Allah’tan aldığı 
emirleri insanlara ulaştırması 
vazifesine vurgu yapılır ve bu-
nun aynı zamanda Allah’ın bir 
hükmü olduğu belirtilir.
Kur’an-ı Kerim’in işaret etti-
ği rol model olan Peygamber 
beşer yönü ile bizden biri, va-
hiy alması sebebi ile Allah ta-
rafından görevlendirilmiş bir 
elçidir. Onun söyledikleri bir 
mümin için anlamlı ve uygu-
lanması gereken ilkelerdir. 
Hz. Peygamber’in doğumunu 
kutlamak en temel anlamı ile 
bu olmalıdır. Aksi bir düşün-
ce, Peygamber sevgisini sa-
dece bir güne hasretmek ola-
cak, bu da onun hayatımızdaki 
yerini ihmal etmemiz anlamı-
na gelecektir. “Kişi sevdiği ile 
beraberdir.” buyruğundaki gibi 
onun manevi varlığı hayatımız-
Aylık Dergi | Eylül 2023 25
DİN DÜŞÜNCE YORUM
[26.10.2023 23:04] Annem: Okulların açılmasına çok az kaldı. Aklıma 
geldikçe heyecanlanıyorum. Bazı günler 
uykularım kaçıyor. Arkadaşlarımı, 
öğretmenlerimi çok özledim. Acaba yeni 
sınıfımız hangi katta olacak? Dersler 
hemen başlamasa keşke, diyorum anneme. 
Gülümsüyor annem. Olur mu hiç öyle şey, tabii 
hemen başlayacak, diyor. 
Okul çantamı günler öncesinden temizleyip 
düzenledim. İçinden arkadaşlarımın yazdığı 
birkaç not çıktı. Öyle sevimli göründüler ki. 
Tarihî eser gibi kıymetlendi gözümde. Tekrar 
tekrar okudum. Defterlerimin birinin arasında 
Kerem’in yazdığı notu yeni görüyorum. “Tatilde 
her cumartesi Oğuzlar Parkı’nda buluşalım.” 
yazmış. Aaa! Çok şaşırdım. İyi de ben neden 
şimdi görüyorum bu notu? Sahiden her 
cumartesi parka geldi mi acaba Kerem? Beni 
bekledi mi acaba? Üzüldüm şimdi. Telefonu da 
yok ki arayıp sorayım. Okullar açılınca mutlaka 
gönlünü alayım da bu vicdan azabından 
kurtulayım. 
Kerem’e bir sürpriz yapsam mesela... Bir hediye 
mi alsam? Sevdiği bir şey olsa... Ne olsa ki? 
Ablama sorarsam fikir verir belki. Parlak fikirleri 
olur ablamın. Evin içinde ablamı aradım ama 
bulamadım. Çıkmış herhâlde. Onu beklerken 
belki ben de fikir bulabilirim. Böyle giderse 
gün boyu Kerem’e nasıl bir sürpriz yapsam, 
diye dolaşacağım. 
Kalemliğime baktım. Yıkanınca yepyeni 
göründü gözüme. Bu sene de kullanabilirim. 
Kalemliik... Bir kalemlik alsam Kerem’e. Sevinir 
bence. Evet, evet. Kalemlik güzel fikir. Hoşuna 
gidecek bir model bakarım. Her zaman 
kullanabilir hem. İçine de güzel bir not yazarım. 
Ablam gelene kadar evin içinde heyecanla 
dolaştım. Ablam bir gelseydi. Anlatacaktım 
hepsini. Masanın üstünde, Kerem’in notunda 
gözüm. Günlerden cumartesi. Parka geldi mi 
acaba? Bekler mi beni? Görmezse üzülmez mi? 
Annemden izin alıp gidip baksam rahat 
edeceğim. Notunu yeni gördüm, diyerek özür 
dileyeceğim. Onu çok sevdiğimi, çok özlediğimi 
söyleyeceğim. Eğer bulamazsam okulların 
açıldığı ilk gün ona güzel bir kalemlik hediye 
edeceğim. Kullandıkça onu çok sevdiğimi 
hatırlayacak. 
DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 23
[26.10.2023 23:04] Annem: Hz. Peygamber (s.a.s) engellileri topluma kazandırmaya ve üretken olmalarını sağlamaya çalışmıştır. Hz. Peygamber, görme engelli olan ve hicretten önce Medine’de Kur’an öğreticisi olarak görev yapan Abdullah b. Ümmü Mektûm’u, Mescid-i Nebevî’de müezzin olarak görevlendirdiği gibi, Veda Haccı’na ve Uhud Savaşı’na gidişi de dahil, çeşitli zamanlarda Medine dışına çıktığında 13 defa Medine’de kendi yerine vekil bırakmış, namazları o kıldırmıştır. Hz. Peygamber, önde gelen sahâbîlerden Muaz b. Cebel’i ortopedik özrü olmasına rağmen Yemen’e vali olarak göndermiştir. Engellilerin gerek bu vazifelerde görevlendirilmelerinde, gerek savaşlara katılmalarına izin verilmesinde ve Hz. Peygamber’in görme engelli sahâbîlerin cemaate devam etmelerini ısrarla istemesinde, onların toplumdan tecrit edilmemeleri anlayışı vardır. Biz de engelli kardeşlerimizin toplumsal hayata katılmaları için hayatı onlara kolaylaştıralım. Özellikle cadde, sokak ve devlet dairelerine, camilere rahat girip çıkmalarını sağlayalım. Ulaşım vasıtalarını kullanmada kolaylaştırıcı düzenlemeler yapalım. - HZ. PEYGAMBER VE ENGELLİLER
[26.10.2023 23:04] Annem: Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu. (1-3) - Me'âric - 2. Ayet
[26.10.2023 23:04] Annem: Ana babasının veya onlardan birinin ihtiyarlık zamanlarına yetişip te gerekli hizmette bulunmama sebebiyle cennete giremiyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün... - Müslim, Birr,9
[26.10.2023 23:04] Annem: “Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz?” - Âl-i İmrân, 3/144
[26.10.2023 23:04] Annem: İmanın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü 'Lâ ilâhe illâllâh' (Allah'tan başka ilâh yoktur.) sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir. - Müslim, Îmân, 58
[26.10.2023 23:04] Annem: Üç şey kimde bulunursa, Allah onu himayesine alır ve Cennetine koyar. Bunlar: Zayıflara yumuşak davranmak, ana-babaya şefkatli olmak ve emri altında çalışanlara iyilik etmektir. - Tirmizî, Kıyame, 48
[26.10.2023 23:04] Annem: Allah rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Halbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir. - Ra'd - 26. Ayet
[26.10.2023 23:04] Annem: “Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin.” - Mâide, 5/1
[26.10.2023 23:04] Annem: İhlas suresi Kur’an-ı Kerim’in 112. suresidir. Allah’ın birliğini öz olarak ifade etmesi nedeniyle bu adı almıştır. Mekke’de nazil olmuştur, dört ayettir. İhlas suresi, Allah’ın bir tek (ahad) olduğunu, Samed olduğunu, doğmadığını ve doğurmadığını, hiçbir şeyin O’na denk ve benzer olmadığını beyan etmektedir. Bu sure, “hangi dinî inanıştan gelirse gelsin, hangi fikir ve felsefi düşünceden kaynaklanmış olursa olsun Allah hakkındaki bütün yanlış inanç ve telakkileri ortadan kaldırmak, Allah’ı doğru sıfatlarıyla ve layık olduğu özellikleriyle tanıtmak için inmiştir.” (DİA, XXI/537) Surede geçen “ahad” sıfatı Allah’ın birliğini, tekliğini ve eşsizliğini; “samed” kelimesi de O’nun, var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlığının kendisine borçlu oluşunu ifade etmektedir. Allah’ın doğmamış ve doğurmamış olması da samed kelimesinin izahı konumundadır. Surenin son ayetini oluşturan “O’nun bir dengi yoktur” ifadesi bu surenin bir özetidir. Peygamberimiz, müşriklerin ve Hıristiyanların Allah hakkındaki sorularına İhlas suresini okuyarak cevap vermiş ve bu surenin Kur’an’ın üçte birine denk geldiğini ifade etmişlerdir (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13). - TEVHİDİN ÖZ İFADESİ: İHLAS SURESİ
[26.10.2023 23:04] Annem: 4346 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında insanları derecelendirir ve şöyle sıralardık: (Ümmet-i Muhammed'in, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan sonra en efdali) Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu sıralamayı işitir) bize itiraz etmezdi (Radıyallahu anhüm ecmain)."

Buhari, Fezailu'l-Ashab 4, 7; Ebu Davud, Sünnet 8, (4627, 4628); Tirmizi, Menakıb, (3707).

4347 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Üseyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr radıyallahu anhüma karanlık bir gecede Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idiler. (Sohbet bitince) yanından ayrıldılar. Derken önlerinde iki nur peydah oldu. Yolları ayrıldığı zaman her birinin bir nûru vardı."

Buhari, Mesâ'ıd 78, Menakıb 28, Menakıbu'l-Ensar 13.

EBU BEKR SIDDİK Radıyallahu Anh

4348 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ebu Bekr Radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girmişti. Aleyhissalatu vesselam:

"Müjde. (Ey Ebu Bekr!) Sen Allah'ın ateşten azad ettiği kimsesin!"

buyurdular. İşte o günden itibaren Hz. Ebu Bekr, Atik (azadlı) diye isimlendirildi."

Tirmizi, Menakıb, (3679).

4349 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Cebrail aleyhisselâm yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet kapısını gösterdi
[26.10.2023 23:04] Annem: 43- Hac yolculuğunda bulunacak kimselerin gözetecekleri bir kısım edebler vardır. Başlıcaları şunlardır:
1) Tam helâl bir mal ile hac etmelidir. Çünkü helâl olmayan bir mal ile hac yapılması haramdır.
2) Yola çıkmadan önce, kul borçları varsa ödenmelidir.
3) Günahlardan tevbe etmeli, kazaya kalmış ibadetler varsa, onları kaza etmelidir.
4) Gösterişten, öğünüp böbürlenmekten, süs ve saltanattan sakınmalı, tevazu içinde olmalıdır.
5) Hac yolculuğu üzerinde bilgi ve tecrübe sahibi kimselerle istişare yapılmalıdır.
6) Kimlerle arkadaş olacağına, hangi yoldan ve hangi vasıtalarla yolculuk yapacağına dair "İstihare" yapmalıdır (İki rekât namaz kılarak Allah'dan hayırlısını istemelidir.)
7) Gerekirse kendisine yol gösterecek, yardımda bulunacak ve sabır tavsiye edecek iyi bir arkadaş edinmelidir.
8) Yolda arkadaşları ile ve diğer yolcularla çekişip dövüşmekten sakınmalıdır.
9) Düşmanları varsa, onları bağışmalaya ve anlayışla karşılamaya çalışmalıdır.
10) Hac yolculuğuna ay başında perşembe günü veya pazartesi günü sabahleyin çıkmalıdır.
11) Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşmalı ve onların dualarını dilemeli. Bunun için onlan ziyarete gitmelidir. Onlar da kendisini hac dönüşünde karşılanmalıdır ki, bu da bir sünnettir.
12) Hacca giderken ve hacdan dönünce evinde iki rekât namaz kılmalı ve dua etmeli
[26.10.2023 23:04] Annem: " ölçüsünde olarak lügatta kaldırıp dikmek veya düzeltip doğrultmak veya kıymetlendirmek ve devam ettirmek veya dikkat ederek yapma anlamlarına geldiğinden, namazla ilgisinde bu mânâların birinden veya ortak noktalarından belîğ bir istiare yapılmış ve bunun için bir kelimelik "namaz kılarlar" yerine, iki kelimelik "namazı ikame ederler" seçilmiştir. İlk önce "dikmek" veya "doğrultmak" mânâlarını düşünelim: Bu bize "Namaz dinin direğidir." hadis-i şerifini hatırlatır. Bu hadiste din, yüksek bir binaya benzetiliyor ve namaz aynı o binanın direği gösteriliyor ki, iman da o binanın temelidir. Buna "istiare-i mekniye" ve "istiare bi'l-kinaye" (kinaye ile istiare) denilir. Bu âyette de namaz cemaat ile kaldırılabilecek büyük bir direğe benzetiliyor ve onun güzelce dikilmesi veya doğrultulması suretiyle o yüksek binayı dinin inşa, koruma ve devam ettirilmesinin

gereği anlatılıyor. Bir de bu binanın ilerde açıklanacak esasları, diğer kısımları, süsleme ve güzelliklerinin bulunduğuna işaret buyruluyor. Bundan dolayı "namaz kılarlar" demekle, "namazı ikame ederler" demek arasında ne büyük fark vardır. Hakikatte din gayet büyük ve kudsi bir binadır. Ve bu binanın kerestesi, malzemeleri, şekli ve planı (yani şeriat) bizzat Allah'ın yaptığı ve koyduğu bütündür. Ona uygun olarak inşası, kurulup meydana gelmesi ve içinde saadetle yaşanması da insanlara aittir. Temsilen (benzetme yoluyla) diyebiliriz ki, bu binanın mimarı Allah, baş kalfası Peygamber, amelesi ümmettir. Bu binanın temeli kalplerin derinliklerinde atılacak ve ağızlardan taşacak, direği tek başına namazlarla hazırlanacak, düzlenecek ve cemaat ile görünme meydanına dikilecek, sonra üzerine diğer kısımları inşa edilecektir. Fakat şurası unu tulmayacaktır ki, bu bina cansız değil canlıdır. Bu, geçmişler tarafından bir kerre yapılmış olmakla sonradan gelenler, yalnız bunun içinde oturup kalacak değillerdir. O, bir canlı bünye gibi her gün yapılıp işletilecek, her gün büyüme ve inkişafına hizmet edilecektir. Bu bina ve direk benzetmesi bize İslâm'ın sosyal durumunu ve bu konumda namazın kıymet ve yerinin önemini anlatıyor. Hakikaten cemaatle namaz İslâm toplumunun direğidir ve bütün İslâmî teşkilatın binasıdır. Ve cemaatle namaz kılmak ve kıldırmak, o direği dikmektir. Tek başına kılınan namazlar da bu direğin hazırlanması ve düzlenmesidir. Dosdoğru, içi-dışı temiz ve muntazam olarak namaz kılmak, imanın büyüyerek bütün vücuttan fışkırması ve hayatın gidişatına muntazam ve doğru bir akış vermesidir. Bununla iç ve dış, mümkün olduğu kadar, temizlenir; kalp ve beden mümarese (alışma) ile kuvvetlendirilir. Herhangi bir kimsenin namazsız bulunduğu haliyle namazına devam ettiği halini karşılaştırırsanız, namazlı bulunduğu zamandaki ahlâkını, herhalde yükselmiş bulursunuz. "Muhakkak ki namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir." (Ankebût, 29/45) âyeti, bu gerçeği anlatır. Bu karşılaştırmadaki yanlışlıklar, ayrı ayrı şahısları mukayese etmekten doğar. Bazı hususta ahlâklı farz edilen namazsız, namazına devam ettiği zaman hiç şüphesiz ahlâk ve maneviyatça daha yükselir. Namazını kılan kimsenin hayatta en az dört kazancı vardır: Birincisi temizlik; ikincisi kalp kuvveti; üçüncüsü vakitlerin intizamı; dördüncüsü toplumsal düzelme. Bu faydalar, devam şartıyla, en resmî bir namazda bile vardır. Namazın büyük faydalarını hesap etmek mümkün değildir. Fakat en ufak ahlâkî faydası bilfiil büyüklenmeyi kırmak, kardeşliğe hazırlanmak, Allah rızası için iş yapmaya alışmaktır. Bunun için namazda giyinebileceği en güzel ve en temiz elbisesini giymek ve kendine gurur vermesi düşünülen bu hal içinde örtülecek nice

ayıpların bulunduğunu düşünüp, yüzünü yani alnını ve burnunu yerlere koyarak, kalbinde iman ettiği Allah huzurunda o kibir ve gururu kırarak defalarca secdeye
[26.10.2023 23:04] Annem: 

Aşık Olduğu Kişiyi

Ana Sayfa

A

Aşık Olduğu Kişiyi

Rüyada Aşık Olduğu Şahıs İle İzdivaç ettiğini Görmek

Rüyada Aşık Olmak

Rüyada Aşık Olduğu Şahısı Görmenin Psikolojik Tabiri

Rüyada aşık olduğu şahısı görmek, değişik biçimlerde tabir edilmektedir. Şayet aşık olduğunuz şahıs rüyanızda size teveccüh ediyor ya da sevginize bedel veriyorsa bu rüya yakında muradınıza ereceğinizi, sevmiş olduğunuz şahsa kavuşacağınızı belki de evleneceğinizi göstermiş olmaktadır. Rüyası esnasında aşık olduğu şahsın kendine yüz vermiş olmadığını görmüş olan kişi, umduğuna nail olamaz. Bu rüya kalbinizin kırılmış olacağına ve gönül problemlerinde sizi beklemede olan hüzüne işaret eder. Rüyası esnasında aşık olduğu şahıs ile konuşmuş olan, esas yaşamda da ona olan hislerini açıklar. Şayet o kimsenin yüzü gülüyorsa müspet bir yanıt alacağınıza şayet gülmüyorsa olumsuz bir cevap gelmiş olacağına delalet etmektedir.

 

Rüyada Aşık Olduğu Şahıs İle İzdivaç ettiğini Görmek

Rüyada bir kimse esas yaşamda sevdiği ve aşık olduğu şahıs ile evlenmiş olsa, bu rüyası yakında sevdiği şahıs ile ya da ondan daha hayırlı bir kimse ile izdivaç edeceğine ya da nişanlanmış olacağına delalet etmektedir. Rüyası esnasında tanımadığı birisine aşık olan ve onunla evlenmiş olan, günlük yaşamda bir kısmete kavuşur ve o kimse ile memnun, huzur dolu bir yuva kurar. Rüyada sevmediği biri ile evlenmiş olan ise hayırsız bir kişiyle karşılaşır ya da bu rüya size elverişli olmayan bir bayan ya da erkekle aşk bağlantısı yaşayacağınıza tabir edilmektedir.

Rüyada Aşık Olmak

Rüyada aşık olmak hastalıktır. Bu rüya sahibi bedenen veya ruhen bir rahatsızlığa tutulur. Rüyada aşık olmak esas yaşamda da kalbınızı birisine kaptırmış olup aşk acısı çekeceğinizin işaretçisidir. Rüyası esnasında kendine elverişli olmayan bir kişiye aşık olan dünyevi bir rahatsızlığa tutulur. Bu rüya melankolik ruh haline ve karamsar hissiyatlara da delalet etmektedir.

Rüyada Aşık Olduğu Şahısı Görmenin Psikolojik Tabiri

Rüyada aşık olduğunu görmüş olan kimse, iç aleminde bu istekle yaşamaktadır. Bu rüya içinizde yaşadığınız yalnızlığı, sizi korumuş olup kollamış olacak ya da hissiyatlarınızı paylaşmış olacağınız bir sevgiliye duymuş olduğunuz özlemi dilemiş ol getirir.

in A

Diğer Konular

Azat

Azat etmek

Azık

Azil

Azmetmek

Azrail
[26.10.2023 23:04] Annem: Şükür Secdesi

Ana Sayfa
Namaz
Şükür Secdesi
İlgili
Şükür secdesi bir nimetin kazanılmasından veya bir felaket ve musibetin atlatılmasından dolayı kıbleye dönerek tekbir alıp secdeye varmak, secdede iken Allah’a hamd ve şükür ettikten sonra yine tekbir alarak ayağa kalkmaktır.

Hz. Peygamber’in ve ashabın ileri gelenlerinden birçoğunun çeşitli sebeplerle şükür secdesi yaptıklarına dair rivayetler bulunduğu için şükür secdesi bu gibi durumlarda müstehap kabul edilmiştir. Bu bakımdan bir kimse kendisi için önemli olan bir sonuca ulaştığı ve yine kendisi için tehlikeli olan sonuçtan beri olduğu her durumda şükür secdesine kapanabilir.

 


İlgili
Sehiv Secdesi
3 Eylül 2021
Benzer yazı
Namazın Vacipleri
3 Eylül 2021
Benzer yazı
Tilavet Secdesi
3 Eylül 2021
Benzer yazı
in Namaz Tags: şükür secdesi
Diğer Konular
Şehidlere Ait Hükümler
Cenaze Namazı
Tilavet Secdesi
Sehiv Secdesi
Namazların Kazası
Korku Namazı
[26.10.2023 23:04] Annem: zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olmamı�
[26.10.2023 23:04] Annem: Mukaddeme
Ehl-i dikkatin malûmudur ki: Makasıd-ı Kur’aniyenin fezlekesi dörttür: Sâni’-i Vâhid’in isbatı ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adldir.

Birinci Maksad: Delail-i Sâni’ beyanındadır. Bir bürhanı da Muhammed’dir (Aleyhisselâm). Sâni’in vücud ve vahdeti, isbata ihtiyaçtan müstağnidir. Lâsiyyema Müslümanlara karşı çok derece eclâ ve azhardır. Binaenaleyh hitabımı ecanibe, bahusus Japonya’ya tevcih eyledim. Zira onlar eskide bazı sualler etmiştiler, ben de cevab vermiştim. Şimdi ihtisar ile yalnız bir-iki suallerine müteallik o cevabın bir parçasını söyleyeceğim. Onlardan bir sual:

مَا الدَّلِيلُ الْوَاضِحُ عَلَى وُجُودِ اْلاِلهِ الَّذِى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ وَالْخَلْقُ مِنْ اَىِّ شَيْءٍ اَمِنَ الْعَدَمِ اَوِ الْمَادَّةِ اَوْ ذَاتِهِ اِلَى آخِرِ سُؤَالاَتِهِمُ الْمُرَدَّدَةِ

Yani: Vücud-u Sâni’e delil-i vâzıh nedir?

İşaret: Gayr-ı mütenahî olan marifetullah, böyle mahdud olan kelâma sığışmaz. Binaenaleyh kelâmımdaki iğlakın mazur tutulması mercûdur
[26.10.2023 23:04] Annem: 

AZZE VECELLE

Ana Sayfa

A

AZZE VECELLE

Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca “O, Azîz ve Celîldir (yücedir)” mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.
Allahü teâlânın ism-i şerîfini söyleyince, işitince, yazınca (Sübhânellah), (Tebârekallah),
(Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta’zîm (hürmet ve saygı) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzım, tekrârında ise müstehabdır, iyidir. (Allah buyurdu ki…) veya (Allah teâlâ buyurdu ki…) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki…) demelidir. Bunun gibi, yalnız (Kur’ân) dememeli, dâimâ (Kur’ân-ı kerîm) demelidir.
(Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
B

 

İlgili

KUDRET9 Eylül 2021Benzer yazı
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM9 Eylül 2021Benzer yazı
MEKR9 Eylül 2021Benzer yazı

in A, Â

Diğer Konular

Ayn Harfi

Ayn-el-Yakîn

AZÂB

ÂZÂD

Âzâd Etmek

Âzâd Olmak

ÂZER

AZÎM (El-Azîm)

AZÎMET

AZÎZ (El-Azîz)

Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:04] Annem: İkinci cümlesi: اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ dur. Yirmisekizinci Lem’ada tafsilen beyan edildiği gibi, İmam-ı Ali (R.A.) Kaside-i Celcelutiye’sinde sarahat derecesinde Risale-in Nur’a bakarak ve ona işaret ederek demiş: اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا Ben tahmin ediyorum ki, İmam-ı Ali’nin (R.A.) bu işareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beşyüz kırkaltı (546) edip, Risale-i Nur’un adedi olan beşyüz kırksekize (548) gayet cüz’î ve sırlı iki fark ile tevafuk noktasından işaret ettiği gibi, remzî bir manasıyla tam bakıyor.

Üçüncü Cümlesi: مِنْ شَجَرَةٍ dir. Eğer مِنْ شَجَرَةٍ deki ة vakıflarda gibi هـ sayılsa beşyüz doksan sekiz (598) ederek tam tamına Resail-in Nur ve Risale-in Nur adedi olan beşyüz doksansekize tevafukla beraber مِنْ فُرْقَانٍ حَكِيمٍ in adedine yine sırlı bir tek farkla tevafuk-u remzî ile, hem Resail-in Nur’u efradına dâhil eder, hem yine Risale-in Nur’un şecere-i mübareki Furkan-ı Hakîm olduğunu gösterir. Eğer مِنْ شَجَرَةٍ deki ة , ت kalsa, o vakit makam-ı cifrîsi dokuzyüz doksanüç (993) eder. Tevafuka zarar vermeyen cüz’î ve sırlı beş farkla Risalet-ün Nur adedi olan dokuzyüz doksansekize (998) tevafukla manasının dahi muvafakatine binaen ona işaret eder
[26.10.2023 23:04] Annem: ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona
[26.10.2023 23:04] Annem: Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki: “Atılmış pamuk gibi bu camid, şuursuz bulut elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez; belki gayet kadîr ve rahîm bir kumandanın emriyle hareket eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana çıkar, iş başına geçer ve gayet faal ve müteâl ve gayet cilveli ve haşmetli bir sultanın fermanıyla ve kuvvetiyle vakit be-vakit cevv âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle yazar ve paydosla bozar tahtasına ve mahv ve isbat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çevirir ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr ve rububiyetperver bir hâkim-i müdebbirin tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp ağlayarak göz yaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin şiddet-i ateşini serinlendirir ve sünger gibi bahçelerine su serper ve zemin yüzünü yıkar, temizler
[26.10.2023 23:04] Annem: âyetlerin Risale-i Nur’a işaretlerini istihrac etmeğe muvaffak olan Ahmed Nazif ve oğlu Salahaddin, Risale-i Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden olduğundan, Salahaddin’in şu fıkrası, Yirmiyedinci Mektub’un fıkraları içine girmeğe lâyıktır.)

1358 senesi Danzig’den çıkan bir kıvılcım Avrupa içerisine sür’atle yayılarak büyük bir yangın halini aldığından, bütün milletler seferî vaziyetinde bulunduğundan Türkiye de kısmî seferberlik yaptı. 1359’da 27, 28, 29 doğumluları silâh altına aldı. Bu meyanda, Risale-i Nur talebelerinden Mehmed Feyzi ve ben gibi küçük talebeler de, bir hikmete binaen askere alınmıştı. 10 (Haşiye-1) Üstadımız, yalnız altı-yedi ay kadar, Risale-i Nur’un intişarı hususunda başka muhitte bulunmamız îcab ettiğinden, kalb, fikir ve avucunu Cenab-ı Hakk’ın rahmetine açtığı manen anlaşıldığından, bu duasının kabulü Risale-i Nur’un mühim bir kerameti neticesi olarak başka muhite askerlik vazifesi içinde, Risale-i Nur’a hizmet için gönderildik. Altı-yedi ay sonra, Feyzi ve Salahaddin vazife-i neşri yaptıktan sonra, mezkûr kur’aların en tehlikeli bir zamanda Alman orduları Romanya’yı işgal, Bulgaristan’ı tazyik, İtalya da Yunanistan’la harbettiği bir sırada terhisleriyle o keramet anlaşılmıştır. 11 (Haşiye-2)

Hem Salahaddin emsalinden bir ay sonra ordudan sevk edilmesi İnebolu’da emsalleriyle beraber bulunmadığı memleket halkından bazı kimselerin gözüne batarak, müteaddid ihbaratta bulunmaları üzerine, askerlik şubesi tarafından reis, polis vasıtasıyla babasını şubeye celb ile oğlunun nerede olduğu sorulduğunda, oğlundan bir gün evvel gelen telgrafı göstererek, İzmit Deniz Alayı’na müretteb olduğunu ve oğlunun kasden gitmediği, bir ay ticarete gittiği anlaşılmasıyla, babası Ahmed Nazif serbest bırakılmasıdır. Hem maden direğine yazılıp askerlikleri te’hir edilenler içinde, her gün benimle görüşen kâtib bir arkadaşım, beni unutup kaydetmediği, sonra da o tecil edilenler hem askere alındığı, hem de fena nazarıyla bakıldığı ve Salahaddin o nazardan kurtulmasıdır. Hem Salahaddin’in müretteb olduğu alaya, onbeş gün geç iltihak etmesinden dolayı bir ceza verilmeden ve hiçbir tavsiyeye muhtaç kalmadan alay yazıcısı olarak alınması, hem Salahaddin’in terhislerinde bakaya erlerin üç gün dahi olsa, mahkemeye verildiği halde, kendisinin bir ay bakaya kaldığı halde bir ceza gelmeden terhis ve alay kumandanı ve yaverinin teessüründen gözleri yaşararak ayrılışı, Risale-i Nur’a ait bir keramet olduğu bizce kat’î kanaat gelmiştir.

Hem bir vakit Tosya’dan Kastamonu’ya gelirken, beraberimde Risale-i Nur’un Lem’a ve Şualar’ı vardı. Haşre ait bir mebhas okuyordum. Kamyon yokuşları tırmanıyordu. Havanın ve makinenin harareti bana ağırlık ve fikrime de “Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Başka sahada mu’cize gösterebilir mi? Halbuki mu’cize, Enbiya Aleyhimüsselâm’a mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra mu’cize gösterilmeyecektir.” mülahazası esnasında kamyon müdhiş sadmelerle üç takla, yirmibeş-otuz metreden aşağıya yuvarlandık. Şehadet getiriyordum. Yaralı mıyım diye kendimi yokladım. Yüzbin şükür hiçbir yaram yok. Korkarak doğruldum, şoförün kafası gözü parçalanmış, “ah, of” çekiyor. Etrafımı tedkik ettim; şoför tarafındaki kapı ve camlar hurdahaş olmuş. Benim tarafımdaki ince cam bile kırılmamış. O anda bunun büyük bir keramet olduğunu, mu’cize olmadığını ve bir daha böyle maceralı şeyleri tefekkür etmemek için kerametkârane gaybî bir tokat olduğunu anladım.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Salahaddin Çelebi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُه
[26.10.2023 23:05] Annem: (Meyve Risalesi'nden)
Onuncu Mes’eleye Bir Hâtime Olarak İki Haşiyedir
Birincisi: Bundan 12 oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’ana karşı sû’-i kasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: “Kur’an tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat Risale-i Nur’un cerhedilmez hüccetleri kat’î isbat etmiş ki: Kur’anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adedden bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve cem’iyetli tabirleri yerinde, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe, aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları hikmetiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir halette bu Onuncu Mes’ele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilemiyorum.

İkinci Haşiye: Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Oteli’nin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet latif tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbekârane ve cazibedarane hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neş’e ile cilvelenen o nazenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasıyla kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı
[26.10.2023 23:05] Annem: Van’dan Şam’a gider. Şam ülemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmi-ül Emevî’de on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm bir cemaate karşı bir hutbe îrad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Bilâhere buradaki hutbesi, “Hutbe-i Şamiye” namıyla tab’edilmiştir.

Bu Hutbe-i Şamiye; İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî manevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeblerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halas gösteren ve bundan sonra İslâmiyet’in zemin yüzünde maddî-manevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delail-i akliye ile isbat eden, müjde veren çok kıymetdar, bütün müslümanlara, hattâ insanlığa şamil bir derstir, bir hutbedir.

Hutbe-i Şamiye’nin baş taraflarında diyor:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

1– Ye’sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

2– Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

3– Adavete muhabbet.

4– Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

5– Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

6– Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.

Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur’aniye’den ders aldığım “altı kelime” ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.

BİRİNCİ KELİME: “El-emel”. Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım derse binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm’ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhâssa İslâm’ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab’ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin rağmına olarak ben dünyaya işittirecek 27(Haşiye) derecede kanaat-ı kat’iyyemle derim:

İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:

İslâmiyet hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus’u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-ı İslâmiyenin kuvveti nisbetinde ve Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün
[26.10.2023 23:05] Annem: ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyak ile bütün onların
[26.10.2023 23:05] Annem: vücuduna üç türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.

Evvelâ, en zahir ve en yakın olan nefsî delile الَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.

İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidadlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani istidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.

Sonra Kur’an-ı Kerim’de Mabudun vücuduna ait âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, Arz’ın bu şekle getirilmesiyle nev’-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması, ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünki tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.

Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’a vech-i delaletlerine, وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ilh.. cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra geçen delillerin herbirisi alel’infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delalet ettiği gibi, heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.

Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delaletiyle beraber, Mabudun ibadete müstehak olduğuna delalet eder. Çünki ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, Arz ve Arz’dan çıkan mevalid, yani Arz’ın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi, insanlar da onların Sâni’ine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا cümlesi ise, geçen cümlelerin herbirisiyle alâkadardır. Yani: Rabbinize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız. Zira Rabbiniz ancak Allah’tır. Sizi, nev’iniz ile beraber halkeden odur. Ve Arz’ı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur. Hülâsa, bütün nimetler onundur; öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.

Arkadaş! Bu âyetin tazammun ettiği cümlelerin keyfiyet ve nüktelerine gelelim:

Evvelâ: Kur’an-ı Kerim’de kesretle zikredilen يَا اَيُّهَا ile edilen hitab ve nida, üç vecihle ve üç edatla te’kid edilmiştir. Birisi: İkazı ifade eden ve ikaz için kullanılan يَا harfidir. İkincisi: Alâmetleri aramakla bir şeyi bulmak için kullanılan اَىُّ kelimesidir ki, Türkçede “hangi” kelimesiyle tercüme edilir. Üçüncüsü: Gafletten ayıltmak için kullanılan هَا harfidir. Bu te’kidlerden anlaşılır ki, burada şu tarz ile yapılan nida ve hitab, çok faidelere ve nüktelere işarettir.

Ezcümle, birincisi: İnsanlara ibadetlerin teklifinden hasıl olan meşakkatin, hitab-ı İlahîye mazhariyetten neş’et eden zevk ve lezzetle tahfif edilmesidir. İkincisi: İnsanın gaibane olan aşağı mertebesinden, huzurun yüksek makamına çıkması ancak ibadet vasıtasıyla olduğuna işarettir. Üçüncüsü: Muhatabın üç cihetten ibadete mükellef olduğuna işarettir. Kalbiyle te
[26.10.2023 23:05] Annem: Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneş’in cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş’i bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneş’in ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden “Bismillahirrahmanirrahîm”dir.

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan bilbedahe rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatab ve dost yapan, bilbedahe rahmettir.

Ey insan, madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ı mahbubedir. “Bismillahirrahmanirrahîm” de. O hakikata yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultan’a muhatab ve halil ve dost ol!

Evet kâinatın enva’ını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın enva’ı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva’-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk!” dedirten Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildi
[26.10.2023 23:05] Annem: İ’lem! Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca, kıymetli addedilerek efkârı celbeden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi.

Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za’fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir
[26.10.2023 23:05] Annem: İkinci Basamak:
Zemin ile gökler, bir hükûmetin iki memleketi gibi birbirine alâkadardırlar. Ortalarında ehemmiyetli irtibat ve mühim muameleler vardır. Zemine lâzım olan ziya, hararet ve bereket ve rahmet gibi şeyler semadan geliyor, yani gönderiliyor. Vahye istinad eden bütün edyan-ı semaviyenin icmaı ile ve şuhuda istinad eden bütün ehl-i keşfin tevatürüyle, melaike ve ervah semadan zemine geliyorlar. Bundan, hisse karib bir hads-i kat’î ile bilinir ki: Sekene-i arz için, semaya çıkmak için bir yol vardır. Evet nasıl herkesin akıl ve hayal ve nazarı her vakit semaya gider. Öyle de: Ağırlıklarını bırakan ervah-ı enbiya ve evliya veya cesedlerini çıkaran ervah-ı emvat, izn-i İlahî ile oraya giderler. Madem hıffet ve letafet bulanlar oraya giderler. Elbette cesed-i misalî giyen ve ervah gibi hafif ve latif bir kısım sekene-i arz ve hava, semaya gidebilirler
[26.10.2023 23:05] Annem: bûs edip, her ân u zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan enva’-ı iltifatı şamil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bil’umum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-ı müstemialarını mest ü hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznüma kerametlerini, ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (A.S.M.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatın diğer bir marifeti olan:

Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim

Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim. 12(Haşiye)

Şu iki mısra’-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünki enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den) daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte takib ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh.. muhtelif beldelerden seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.

Sabri

* * *

(Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadığını görerek,
[26.10.2023 23:05] Annem: Yedinci Şua
(Âyet-ül Kübra)

Mühim bir ihtar ve bir ifade-i meram

Bu ehemmiyetli risalenin, herkes herbir mes’elesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği mikdar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var.

Bu risalenin fehmini işkal eden beş sebeb var:

Birincisi: Ben kendi müşahedatımı kendi fehmime göre ve kendim için yazdım. Sair kitablar gibi başkalarının fehmine ve telakkisine göre yazmadım.

İkincisi: İsm-i A’zam cilvesiyle tevhid-i hakikî a’zamî bir surette yazıldığından, mes’eleleri hem gayet geniş, hem gayet derin ve bazan çok uzun olduğundan, herkes birden ihata edemez
[26.10.2023 23:06] Annem: TARİH.............   EN MEDENÎ MİLLET

Ecdâdımız Osmanlılar her sahada olduğu gibi, ahlâken de bütün milletlerden medenî idiler. Bu, Avrupalı yazarlar tarafından da kabul edilmektedir. Meselâ Batılı yazar A. L. Castella’nın Osmanlı ahlâkı hususunda enteresan tespitleri vardır:

Arkadaşlarımdan biri, içinde bin kuruş bulunan bir torba ile İstanbul yakasından Beyoğlu’na doğru Tophane İskelesine çıkarken torbanın ağzı çözülüp paralar rıhtıma dağılır. Bazıları da denize yuvarlanır. 

Çevreden bunu görenler, adamın yardımına koşarlar. Herkes bulabildiği kadarını toplar ve adamın torbasına koyar. Paranın sâhibi şaşkınlık içindedir. Hatta endişelidir. Paralarının bir kısmının çalınabileceğinden korkmaktadır. Fakat, denize düşen paraların bile çıkartılıp kendisine teslim edilmekte olduğunu görünce, içi ferahlar. Nihayet bütün paralar toplandığında adam der ki:

“Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum! Bu soğukta denize dalıp paralarımı çıkardınız. Bir sürü zahmete katlandınız. Bu iyilikleriniz karşılıksız kalmamalı. Size borcumu ödemem lâzım.”diyerek elindeki torbasını onlara verir. 

Ancak orada bulunanlar, buna itiraz etderler. İçlerinden onun dilini bilen biri der ki:

- Bize hiçbir borcun yoktur. Biz sadece vazîfemizi yaptık. 

- Ama nasıl olur? Bunca iyilik karşılıksız yapılır mı?

- Neden olmasın? İnsanlık yardımlaşmayı gerektirir. 

Adam defalarca teşekkür ederek oradan ayrılır ve evine döner. İçinde hâlâ bir şüphe vardır. Aceleyle torbasını bo-şaltır. İçindeki paraları teker teker sayar. Hepsi tamamdır... 

Bu asil davranış için şunları yazmaktan kendini alamaz: 

“Acaba halkın en fakir tabakasında bile incelik ve zarâfetin bu derecesi yalnız Türklere mi mahsus? Hakikaten bütün bu ulvî karakterler onlara ancak şeref verir. Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyâsetiyle medenî hayatı, bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir...”

ZEKÂ BULMACASI.......SABAH YÜRÜYÜŞÜ

Erol yürüyüşe çıkar. Dönüp arkasına bakınca, 200 metre uzaklıkta arkadaşının kendisine doğru geldiğini görür. Birbirlerinin yüzüne dönük olarak 100 metre yürüdükleri hâlde, aralarındaki mesafe yine 200 metredir. Bu nasıl olur?     (Cevabı yarın)

 


07.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:06] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez. (En’âm, 6/160)
Cennete girecek olan topluluklardan öyleleri vardır ki kalpleri kuş kalbi gibidir. (Müslim, Cennet, 27; Ahmed b. Hanbel, II, 331) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
SALÂNIN ANLAMI VE DİNDEKİ YERİ
Bazı özel günlerde ezandan önce veya kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde; “es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya resûlallah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya habîballah, es-salâtu ve’s-selâmu aleyke ya seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn, ve selâmun ale’l-murselîn, ve’l-hamdu lillahi Rabbi’l-âlemîn” şeklinde okunan salâ (salavat) şu anlama gelmektedir: “Salât ve selam (Allah’ın rahmet ve esenliği) sana olsun ey Allah’ın elçisi, sevgili kulu, geçmiş gelecek bütün insanların hayırlısı! Salât ve selam bütün peygamberlere olsun. Hamd (övgü ve şükür) de âlemlerin rabbi Allah’adır.” Salâ, Hz. Peygamber’e (sas) selam ve övgüdür. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Hz. Peygamber’e (sas) çeşitli durumlarda salât-ü selam getirilmesi tavsiye edilmiş (Ahzâb, 33/56; Tirmizî, Deavât, 66; Ebû Dâvûd, Vitr, 23) ise de Asr-ı Saadet’te ne de ilk dönemlerde camilerde salâ okunmuştur. Bununla birlikte Kitap ve sünnette Hz. Peygamber ve diğer peygamberlere salât getirilmesi örneklerine binaen örfümüzde değişik kalıplarda pek çok salâ metni var olagelmiştir.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:06] Annem: Bir Ayet:
Göklerin ve yerin askerleri yalnızca Allah'a aittir; O sonsuz güç ve hikmet sahibidir.
(Fetih, 48/7)

Bir Hadis:
Cennete girmek ve cehennemden kurtulmak, nimetin tamamlanmasındandır.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 36, 347)

Bir Dua:
Allah'ım! Senden, nimetlerinin tastamam olmasını diliyorum.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 36, 347)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:06] Annem: Kim bir iyi amel yaparsa, bu onun kendi faydasınadır. Kim de bir kötü amel yaparsa, bunun zararı kendi nefsinedir. Sizler sonuçta Rabb’inize döndürülürsünüz (O size hak ettiğinizi verir).' (Câsiye 45/15)

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:06] Annem: Allah Resûlü [sallallahu aleyhi vesellem] Çocuklarla Nasıl Şakalaşırdı?

Resûl-i Ekrem Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] güler yüzü ve tatlı diliyle ashâb-ı kirâmla ve çocuklarla şakalaşır, onların gönül dünyalarına girerdi. Torunlarıyla şakalaştığı gibi küçük yaşta olan sahâbe-i kirâm efendilerimizi de bu neşeye ortak ederdi. Allah Resûlü’nün her latifesinde bir mana, fayda ve hakikat vardı. Sevgili Peygamberimiz’in on yıl hizmetini gören Enes b. Mâlik’in [radıyallahu anh] ifadesiyle,  Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], çocuklarla şakalaşma hususunda insanların en ileride olanıydı  (Taberânî).

Hz. Peygamber biz ümmetine çocuklarla çocuklaşmayı tavsiye etmiştir. Çünkü çocuklar fıtratları itibariyle şakalaşmayı, eğlenmeyi ve oyunu severler. Hayatı oyunla öğrenirler. Resûlullah Efendimiz de yeri geldiğinde bizzat çocuklara latifeler yapmış ve onların oyunlarına ortak olmuştur. Hem kendisi onlarla neşelenmiş hem de onları neşelendirerek sevindirmiştir.

Fahr-i Kâinat Efendimiz’in çocuklarla şakalaşmasının en güzel örneklerden biri bazan Hz. Enes’e  iki kulaklı  (zü’l-üzüneyn) buyurarak hitap etmesidir (Ebû Davud). Her insan iki kulaklıdır. Lâkin buradaki incelik Hz. Peygamber’in Hz. Enes’e olan yakınlığını göstermesidir; ona karşı olan neşesi ve sevgisidir.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:06] Annem: “Kim bizim dinimizde olmayan bir şeyi ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez, reddedilir.”
(Buhari, Sulh 5, Müslim, Akdiye 17)
[26.10.2023 23:06] Annem: SALEVÂT-I ŞERÎFELER
Her gün Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) çokça salavât
okumalıdır. Bilhâssa salât-ı münciye, salât-ı nâriye ve
salât-ı fethiyye’ye devam edilmelidir. Herhangi bir sıkıntı
anında bunların hatmi yapılarak duâ edilirse, Cenâb-ı Hak
dilekleri kabul eder. Salât-ı Münciye’nin hatmi 1.000,
Salât-ı Nâriye’nin hatmi ise 4.444 defa okumaktır.
Salât-ı Münciye
Allâhümme salli ‘alâ seyyidinâ Muhammedin ve ‘alâ
âli seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min
cemî‘ıl-ehvâli ve’l-âfât. Ve tak¸î lenâ bihâ cemî‘al-hâcât.
Ve tütahhirunâ bihâ min cemî‘ıs-seyyi’ât. Ve terfe‘unâ
bihâ ‘ındeke a‘le’d-deracât. Ve tübelli¯unâ bihâ
aksa’l-¯âyât. Min cemî‘ıl-‡ayrâti fi’l-hayâti ve ba‘de’lmemât.
İnneke alâ külli şey’in kadîr.50
Salât-ı Fethiyye
Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ
Muhammedini’l-fâtihı limâ u¯lika ve’l-‡âtimi limâ sebeka
nâsıri’l-hakkı bi’l-hakkı ve’l-hâdî ilâ sırâtıke’l-mükîm.
Ve ‘alâ âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi’l-‘a€îm.51
Salât-ı Nâriye
Allâhümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen
tâmmen ‘alâ seyyidinâ Muhammedini’l-le◊î tenhallü
bihi’l-‘ukadü ve tenfericü bihi’l-kürabü ve tuk¸â
bihi’l-havâicü ve tünâlü bihi’r-ra¯âibü ve husnü’l-‡avâtimi
ve husnü’l-‡avâtimi ve yüsteska’l-¯amâmü
bi vechihi’l-kerîmi ve ‘alâ âlihî ve sahbihî fî külli
lemhatin ve nefesin bi ‘adedi külli ma‘lûmin lek.52...Daha az
[26.10.2023 23:06] Annem: NAMAZ MÜMİNİN MİRACIDIR
Namaz, İslam dininin beş esasından biri, “dinin direği” ve “mü- minin miracı”dır. Namaz, “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı sürekli hatırda tutmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut, 29/45) ayet-i kerimesi gibi birçok ayette yer almıştır.
NamazınkılınışşekliveadabıPeygamberimiz(s.a.s.)’insünneti ile sabittir.
Namaz, kulun Allah’a yöneliş ve sadece O’ndan yardım isteyi- şin en uygun halini içinde gizler.
Namaz, dosdoğru ve bilinçli şekilde kılındığında manevi yük- selişi ve arınmamızı sağlar ve böylece bizi kötülüklerden alı- koyar.

DİNÎ KAVRAMLAR
SAHİB-İ TERTÎB
Üzerinde kazaya kalmış namaz borcu bulunmadığından veya kazaya kalan namazlarının toplam sayısı beş vakti geçme- diğinden, namazda sıra gözet- mesi gereken kimse demektir. Tertîb sahibi olan kimsenin günlük namazlarını kılarken veya kaza ederken namazın tertîbini bozmaması, vakitleri sırasına göre kılması gerekir. Ayrıca sahib-i tertîb olan kim- se, bir farz namazı vaktinde kılamadığı zaman, önce bu na- mazını kaza eder, sonra vaktin namazını kılar.

ÖZLÜ SÖZ
Geceleri ibadetle vakit geçirenler, Hak korkusunu düşünenler, ölüm zamanı gelince, korkusuz, rahatça ölürler. (Mevlâna)
[26.10.2023 23:06] Annem: Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. [Fatır Sûresi.38]
[26.10.2023 23:06] Annem:  İşte Rabbiniz Allah bu! O'ndan başka ilâh yoktur; O, her şeyin yaratanıdır. O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.
EN'ÂM Sûresi 102.Ayet
[26.10.2023 23:06] Annem: Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivâyet edildiğine göre bir gün kendisi çarşıya uğrar ve: "Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum (Bu ne biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey göremeyince: "Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O cevabı yapıştırır. "İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?" 
Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid'de, Taberânî'nin el-Mu'ce'mu'l-Evsat'ından nakleder (1, 123, 124).
[26.10.2023 23:06] Annem: Rahimlerde sizi diledigi gibi sekillendiren O'dur O'ndan baska ilâh yoktur O mutlak güç ve hikmet sahibidir (AL-İ İMRAN/6)

Her disinin neye gebe kalacagini, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edecegini Allah bilir Onun katinda her sey ölçü iledir  (RA'D/8)
[26.10.2023 23:06] Annem: Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. [Bakara Sûresi.163]
[26.10.2023 23:06] Annem: “Allah’ım! Senden hayırlı olan işleri yapmayı, aklın ve dinin çirkin gördüğü şeyleri terk etmeyi ve fakirlerin sevgisini istiyorum.” (Mâlik, Duâ, No:508)
[26.10.2023 23:06] Annem: Berkant

T. Bozulmaz, sağlam yemin

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:06] Annem: Avam (cahil halk) yalanla avutanı hakikat ile korkutana tercih eder.[Cenap Şahabettin]
[26.10.2023 23:06] Annem: AZZE VECELLE

Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi. Allahü teâlânın ism-i şerîfini söyleyince, işitince, yazınca (Sübhânellah), (Tebârekallah), (Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta'zîm (hürmet ve saygı) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzım, t ekrârında ise müstehabdır, iyidir. (Allah buyurdu ki...) veya (Allah teâlâ buyurdu ki...) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki...) demelidir. Bunun gibi, yalnız (Kur'ân) dememeli, dâimâ (Kur'ân-ı kerîm) demelidir. (Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
[26.10.2023 23:06] Annem: 35 
Ramazan ve Kur’an
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bazı özellikleriyle en büyük 
mucize olarak önümüzde duran yüce Kur’an’dan yeterince is-
tifade edebiliyor muyuz? İşte fırsat, Kur’an ayında bu mucize 
kitabı okumasını bilmeyenler öğrenmeli, öğrenenler anlamaya 
çalışmalı, sonra hayatını ona göre tanzim etmeli. Bu çabaların 
hepsi daha iyi bir Müslüman olmak ve Kur’an’dan daha fazla 
istifade etmek içindir. Tıpkı Allah Resûlü (s.a.s.) gibi, tıpkı 
ashab-ı kiram gibi. Hz. Aişe validemize, “Peygamberimizi bize 
anlatır mısın?” dediklerinde “siz hiç Kur’an okumaz mısınız?” 
diye cevap veriyor. Yani Peygamberimizin hayatının Kur’an’ın 
uygulaması olduğuna işaret ediyor. Bizim için ne büyük bir 
ders.
Kur’an’ı anlamak için okumak lazım. Her okuduğumuzda 
sanki yeni inmişcesine hem lafzı ve hem de manası tazeliğini 
korumaktadır. Ancak manasına daha iyi nüfuz edebilmek için 
farklı eserler okuyarak altyapıyı iyi oluşturmak gerekir. Her 
kitap Allah’ın Kitabı’nı daha iyi anlamak için okunur. Örne-
ğin, astronomi konusunda bir şeyler okuyan bir kişi okuma-
yana göre mesela Yasin Sûresindeki “Güneş, kendisi için belirle-
nen yerde akar; işte bu azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için 
de birtakım menziller (yörüngeler) takdir ettik…”29 diye devam 
eden ayetleri daha iyi anlar. Eğer o kişi astronomi konusunda 
okuduklarını Kur’an’ı daha iyi anlamak için okursa, o takdirde 
ibadet de yapmış olur. 
Öyleyse bizi okumaya ve Kur’an’ı anlayıp yaşamaya teşvik 
etmesi niyetiyle şu ayeti dilimize zikir yapalım: “Andolsun, Biz 
Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık; fakat düşünen mi var!”30
Vakit geçmeden, fırsatlar kaçmadan öğrenelim, okuyalım, an-
layalım ve yaşayalım; kolaylık Allah’tandır.
29 Yasin, 36/38-40
30 Kamer, 54/17
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 35 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:06] Annem: Namazdan sonra topluca tesbihat yapmak dinen bidat midir?

Namazlardan sonra bilinen şekliyle tesbihat ve zikirleri çekmek, sahih hadislerle tavsiye edilmiştir. Namazların sonunda tesbihat yapılması müstehaptır (Buhari, Ezan, 155, Müslim, Mesacid, 142-146). Tesbihat münferit olarak yapılabileceği gibi, topluca camide veya cami dışında her hangi bir yerde de yapılabilir. Bu itibarla, cemaatle kılınan namazlardan sonra topluca tesbihat yapılması bidat sayılmaz. Ayrıca camide tesbihat yapılmadan çıkılması halinde, bunun terk edilmesi de kuvvetle muhtemeldir. Onun için günümüzde camilerimizdeki uygulama yerindedir.
[26.10.2023 23:06] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 106 ∙∙∙
dengi olmayan varlıktır. Sıfatların diğer bir kısmı da Al-
lah Teâlâ’yı diğer varlıklardan ayıran, sadece O’nun yüce 
zatına mahsus nitelikleri gösterir ve Allah hakkında in-
sanoğlunun zihninde doğabilecek her türlü eksiklik veya 
olumsuzluk algısını reddeder.
İnsanın genel olarak varlığa ve hayata, özelde de kendi 
varlığı ve hayatına ilişkin sorularına eksiksiz bir cevabı 
ancak din ve sahih bir Allah inancı sağlayabilir. Zira din 
yani İslâm ilâhî dinler insanın “Nereden geldim? Varlı-
ğımın kaynağı nedir? Nereye gideceğim?” gibi sorulara 
sağlıklı ve tatminkâr cevaplar vermektedir. İslâm’a göre 
bütün varlığı O yaratmıştır. İnsana en güzel kıvamı ve-
ren de O’dur. O, bu dünyayı imtihan sahnesi kılmış, akıl 
nimetini verdiği insandan kendine inanmasını ve içten-
likle ibadette bulunmasını istemiştir. Yine İslâm, hayatın 
bu dünyada yaşanandan ibaret olmadığını vurgulayıp, 
ölümden sonra ebedî bir hayatın, hesap, mükâfat ve ce-
zanın geleceğini haber vererek geleceğe dair istifhamları 
ortadan kaldırmıştır.
Bu hakikate gözünü, kulağını ve kalbini kapatan insanlar 
inkâra veya Allah’a karşı kendilerini nihaî olarak inkâra 
götürebilecek hatalı bir duruş ve davranış biçimine, yan-
lış inanışlara yönelebilirler. Buna karşılık Kur’an’ın kur-
tuluşa ereceğini müjdelediği gerçek müminler, Allah’tan 
başka ilâh aramayan,6
Allah’ı her şeyin üzerinde tutan,7
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan,8
yalnızca Allah’a ibadet 
edip,9
sadece O’ndan korkup sakınan,10 Allah’ın âyetleri-
6 el-En’âm 6/19.
7 el-Bakara 2/165; Âl-i İmrân 3/173; en-Nûr 24/37.
8 el-Kehf 18/110; en-Nûr 24/55.
9 el-Ankebût 29/56; ez-Zümer 39/2-3.
10 el-Enfâl 8/2; Yâsîn 36/11.
ALLAHA İMAN.indd 106 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:07] Annem: Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "Deve ve koyunun memelerinde süt bekletmeyin. Kim böyle sütü bekletilmiş bir sağmal hayvan satın almışsa sağdıktan sonra muhayyerdir, dilerse kabul eder, dilerse bir sa' miktarında kuru hurma da vererek iade eder." 
Kaynak: Buhari, Büyu 64; Müslim, Büyu 11, (1524); Ebu Davud, Büyu 48, (3443), (3444), (3446); Nesai, Büyu 14, (7, 253-254); Muvatta, Büyu 6, (2, 683); Tirmizi, 29, (1251-1252)
Rivayet: Ebu Hüreyre
[26.10.2023 23:07] Annem: 28- Safların Düz ve Doğru Tutulması, İlk Saffın ve Ondan Sonra Sıra Île Öteki Safların Fazileti, İlk Saffa Sıkışma ve Ona Girmek İçin Yarışma, Fazilet Sahiplerini Ön Saffa Geçirme ve İmâma Yaklaştırma Bâbı

1000- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs ile Ebû Muâviye ve Vekî', A'meş'den, o da Umaretü'bnü Umeyr et-Teymî'den, , o da Ebû Ma'mer'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti. Ebû Mes'ûd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda bizim omuzlarımıza dokunur ve:

«Doğrulun karışık durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın. Benim arkama aklı başında olanlarınız, daha sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler onların arkasına daha sonra gelenler dursun!» buyurdular.

Ebû Mes'ûd: «Bugün en ziyâde karışıklığı siz yapıyorsunuz.» demiş.

1001- Bize bu hadîsi İshak da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr haber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbn Haşrem de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsi (yani İbn Yûnus) haber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbnİ Ebî Ömer de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Uyeyne bu isnatla bu hadîsin mislini rivâyet etti.

1002- Bize Yahya b. Habîb el-Hârisî ile Salih b. Hatim b. Ver-dan rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Yezîd b. Zürey' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Hâlid el-Hazzâ', Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Benim arkama yaşlı başlılar dursun; sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler dursunlar.» buyurdu. Bunu Uç defa tekrarladı ve:

«Pazar yerlerindeki keşmekeş (e benzemek)’den sakının» buyurdular.

Ülü'l-Ahlâm: Akıl sahipleri demektir. Ntthâ: Akıllar mânâsına gelir. Müfredi Nühyedir. Bu takdirde Ülül-Ahlâm ve Nühâ tâbirleri ayni mânâyı ifâde ederler. Lâfızları muhtelif olduğu için atıf harflerinden (vav) la birbirleri üzerine atfedilmişlerdir. Fakat bâzılarına göre Ülü’l-Ahlâm’dan murâd; bulûğa erenlerdir. Şu halde yanyana kullanılan bu iki kelimeden murâd, âkil ve baliğ olmuş kimseler demek olur.

Râvî; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Namazda bizim omuzlarımıza dokunurdu, demekle namaza başlanacağı zamanı kasdetmiştir. Yoksa namaz içinde konuşmak, cemâatin omuzlarına dokunarak safları düzeltmek gibi fiiller caiz değildir. Hadîsi şerif cemâatin en faziletli ve aklı başında olanlarının derece derece İmâma yalan durmaları îcâb ettiğini göstermektedir. Zîra cemâatin içersinde en faziletli olanlar en ziyade ikrama lâyıktılar. Bir de bazen İmâm namazda iken burnu kanamak gibi bir özür sebebi ile namazdan çıkmak ve cemâatdan birini mihraba geçirmek mecburiyetinde kalır. Bazan da âyeti hatırlamıyarak tıkanabilir. Bu gibi hallerde fazilet sahiplerinin İmâma yakın bulunmaları ve mihraba geçmek, İmâm tıkandığı vakit âyeti kendisine hatırlatmak hususlarında İmâma yardımcı olmaları gerekir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) ön saflarda bir çocuk görürse saftan çıkarırmış. Bunu Zırr b. Hubeyş ile Ebû Vâil (radıyallahü anhûma) da yaparlarmış. İlim ve fazilet sahiplerinin Ön saffa geçirilmesi yalnız namaza mahsûs değildir.

Onları ilim, müşavere, hüküm, fetva ve saire meclislerinde de ön safta bulundurmak, bu gibi yerlerde de cemâatin ilim, din, akıl, şeref ve yaşlarına göre yer almaları sünnettir.

Hadîsin ikinci rivâyetinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in üç defa tekrarladığı bildirilen cümle;

«Sonra derece itibariyle onlara yakın olanlar dursun» cümlesidir. Fahri Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, mezkûr cümleyi tekrarlamakla namaz ahvâlini en iyi bilen ilim ve fazilet sahiplerinin İmâmın arkasına ona yakın durmalarını, İmâmdan uzaklaştıkça dahi ilim ve fazilet derecesinin göz önünde bulundurulmasını, en son saflara namaz ahvâlini en az bilenler
[26.10.2023 23:07] Annem: Ravi: İbnu Abbas (ra)
(Cahiliye devrinde) kadın, Kabe-i Muazzama'yı çıplak olarak tavaf eder ve şöyle derdi: "Bana kim ödünç bir tavaf elbisesi verecek?" Elbiseyi fercinin üzerine kor: "Bugün bir kısmı veya tamamı görülür ama, ondan açılanı helal etmem" derdi. Bu tatbikatla ilgili olarak şu ayet indi: "Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin, yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez" (A'raf, 31).

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Müslim, Tefsir 25, (3028), Nesai, Hacc 131, (5,233, 234)

Hadisin Açıklaması:
İbnu Abbâs'ın açıkladığı üzere câhiliye Arapları Kâbe'yi çıplak olarak tavaf ederlermiş, erkekler gündüz, kadınlar da geceleyin. Mina mescidine ulaşınca, elbiselerini orada atarlar, çıplak olarak Ka'be'ye gelirlermiş ve: "Biz içinde günah işlediğimiz elbiselerle tavaf yapamayız" derlermiş. Bazıları da: "Bunu hayır umarak yapıyoruz, elbiseden soyunduğumuz gibi, günahlardan da soyunmayı umarız" derlermiş.

İslâm gelince bu çirkin câhiliye geleneğini yasaklamıştır. Yukarıda kaydettiğimiz âyet, her mescide girildiğinde "zinet"i yani elbiseyi almayı emrettiği gibi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Beytullah çıplak olarak tavaf edilemez" buyurmuştur.

Şunu da kaydedelim ki, çıplak olarak tavaf âdeti, hâriçten gelenlerin uyduğu bir âdetti. Kureyşlilerin böyle bir âdeti yoktu. Çıplak tavafta bulunan kadınların yine de, hums dedikleri Kureyşlilere karşı örtünmek maksadıyla bazı şeyler kullandıkları belirtilir.

Bunlar çıplaklığa ilâveten, kuvvetli gıdalar, yağlılar da yemezlerdi. Hatta Müslümanlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracat ederek "Bunu yapmaya biz daha ziyade hak sahibiyiz" derler. İşte bu taleb üzerine rivayette metni kaydedilen âyet nazil olur
[26.10.2023 23:07] Annem: KADINLARA İYİ DAVRANMAK

“... ve hanımlarınızla güzel bir şekilde geçinin...” (4 Nisa 19)

“Ne kadar isteseniz de eşlerinize adaletle davranmaya güç yetiremezsiniz. Dolayısıyle diğerlerini dışlayarak ve onları kocası hem var hem de yokmuş gibi bir durumda bırakarak içlerinde sadece birine yönelmeyin. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız(yolunuzu da Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışırsanız) bilin ki Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır.” (4 Nisa 129)

275: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)’den bildirildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Kadınlar hakkında birbirinize iyilik tavsiye ediniz. Çünkü kadın cinsi kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan kırarsın, kendi haline bırakırsan da eğri kalır, öyleyse kadınlar hakkında birbirinize iyilikler tavsiye ediniz.” (Buhari, Nikah 80, Müslim, Rada 60)

*Buhari ve Müslim’in değişik bir rivayetinde ise şöyle buyurulmuştur:

“Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, eğer ondan faydalanmak istersen bu eğri haliyle faydalanabilirsin.” (Buhari, Nikah 79, Müslim, Rada 65)

*Müslim’in başka bir rivayetinde ise şöyle buyrulur:

“Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Her zaman seni memnun edecek tarzda davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu eğri haliyle faydalanabilirsin. Şayet arzunuza göre doğrultmak isterseniz onu kırarsınız, onun kırılması da boşanmasıdır.” (Müslim, Rada 59)

276: Abdullah ibni Zema (Allah Ondan razı olsun)den rivayet edildiğine göre peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i bir gün hutbe okurken dinledi. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Salih peygamberin dişi devesinden ve onu öldüren kişiden bahsederek “Onların en azgını ileri atıldı” ayetini okudu ve Semud toplumunda gücü ve kuvvetiyle tanınan ve son derece fena olan bir adam deveyi öldürmek için ileri fırladı diye açıkladı. Sonra da kadınlardan bahsederek onlar hakkında öğütlerde bulunarak şöyle dedi:

“Sizden biriniz hanımını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla bir yatakta yatacaktır.”

Sonra yellenmeden dolayı gülmemelerini tavsiye ederek şöyle buyurdu: “İnsan bizzat kendisinin de yaptığı şeye niçin güler!” (Buhari, tefsiru Sure-i Şems 1, Müslim, Cennet 49)

277: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Hiçbir müslüman hanımına karşı kin besleyip buğz etmesin. Onda hoşlanmayacağı huylar varsa da memnun olacağı huyları da vardır.” (Müslim, Rada 61)

278: Amr ibni Ahvas el-Cüşemi (Allah Ondan razı olsun) Veda haccında peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i dinlediğini, Allah’a hamdü sena edip halka öğüt ve nasihat verdikten sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Ashabım, kadınlara hayırla muamele edip iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira onlar sizin idarenize ve himayenize verilmiş emanetlerdir. Kesin bir kötülük işlemeleri müstesna onlar üzerinde zorbalık yapmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlak dışı bir hareket yaparlarsa onları yataklarında ayrı bırakın, yaralayıp berelemeden onları dövün, şayet size itaat ederlerse onların aleyhine bir yol aramayınız.

Şunu iyi biliniz ki kadınlarınızın sizin üzerinizde hakları olduğu gibi sizin de onlar üzerinde hakları vardır.

Sizin onlar üzerindeki haklarınız yatağını yabancılardan korumaları ve istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır.

Onların sizin üzerinizdeki hakları ise giyim kuşam, yeme, içme konularında gücünüz nispetinde onlara iyi bakmanızdır.” (Tirmizi , Rada 11)

279: Muaviye ibni Hayde (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Ya Rasulallah kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir ? di
[26.10.2023 23:07] Annem: İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e zemzem verdim. Onu ayakta içti.

Buhârî, Hac 76, Eşribe 76; Müslim, Eşribe 117-119. Ayrıca bk. Nesâî, Menâsik 166; İbni Mâce, Eşribe 21
[26.10.2023 23:07] Annem: “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için bir sınama konusu yapma. Bizi bağışla ey Rabbimiz! Çünkü kudret ve hikmet sahibi olan sensin.”

Mümtehine, 60/5

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:07] Annem: KUTADGU BILIG'TE İNSAN
Bazı eserler vardır ki asırlar da geçse üzerinden, değerinden bir şey yitirmez. Yûsuf Has Hâcib’in neredeyse bin yıl önce kaleme aldığı Kutadgu Bilig de böyle ölümsüz eserlerden biridir. Kutadgu Bilig’den seçilmiş "insan" ile alakalı, doğruluğu bugün için de geçerli olan değerli, kulaklara küpe olabilecek sözlerden bazıları:Saâdette yükselmek için, insana doğruluk lâzımdır; insanlık doğruluğun adıdır, inan! ‎İnsan nâdir değil, insanlık nâdirdir. İnsan az değil, doğruluk azdır.‎Gözü tok insan, fakir olsa dahi, zengin sayılır; insan sebat ederse her işte muvaffak olur. ‎‎Hastalık ve rahatsızlık insana boğazdan gelir; tedavi ve ilaç da boğazdan olur.‎İnsan emeğini takdir etmeyen kimseye insan dememelidir; o hayvana benzer. ‎Büyüklük ile fazla sevinme ve gururlanma; insan büyüdükçe zahmeti de artar.‎İnsanların seçkini faydalı olan insandır; halk nazarında muteber kimse, merhametli olan ‎insandır.‎İnsanların sana her vakit yakınlık göstermesini istersen, onlardan hiçbir istekte bulunma ‎ve onların ‎‎suyuna git.‎İki yüzlü adama sır verme; sözün yayılır sırrın ortaya çıkar.‎Dedikodu yapanları evine yaklaştırma, görüp öğrendiklerini bütün halka yayarlar.‎
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:07] Annem: Resulullah (sav) zamanında bize bayağı hurma veriliyordu. Bu muhtelif cins kuru hurmanın bir karışımı idi. Bu bayağı hurmanın iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma mukabilinde satıyorduk. Bu tarz Hz. Peygamber (sav)'in kulağına ulaşınca şöyle buyurdu: "İki ölçek hurmaya bir ölçek hurma, iki ölçek buğdaya bir ölçek buğday iki dirheme bir dirhem olmaz."

Buhari, Büyu 21; Müslim, Müsakat 98, (1594, 1595, 1596); Tirmizi, Büyu 23, (1241); Nesai, Büyu 41, 50, (17, 271-272-273); Muvatta, 32, (2,632)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:07] Annem: ❝Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.❞

| Şuarâ Suresi, 83
[26.10.2023 23:07] Annem: Peygamber Efendimizin Zeyd Bin Hârise'yi Âzad Etmesi
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Zeyd b. Hârise, Kelb kabilesine mensuptu. Henüz sekiz yaşlarında küçük bir çocuk iken, annesiyle beraber gittiği akrabalarının yanında, bir başka kabi­lenin baskını sırasında esir alın­mıştı. Esirler pazarından da, Hz. Hatice’nin ye­ğeni Hâkim b. Hi­zan tarafından dört yüz dirheme satın alınıp Mekke’ye geti­rilmişti.[1]Hz. Hatice, Zeyd’i yeğeninden almış ve evinde barındırıyordu.

Bu sırada Efendimiz, Hz. Hatice’yle evli bulunuyordu.

Resûl-i Ekrem, bu küçük çocuğu sevmişti. Bu sebeple, Hz. Hatice’den onu kendisine bağışlamasını istedi. Muhterem zevceleri, Pey­gam­be­ri­mizin bu arzu­sunu yerine getirdi.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, onu alır almaz azat etti.[2]

Her zaman hürriyeti benimseyen ve seven bir büyük insandı o... Her ya­şında insanlara, onların vazgeçilmez hak ve hürriyetlerine son derece hürmet­kâr ve riayetkârdı. Fani hayatının son ânına kadar bu eşsiz ulvî duygusu ve hasleti her zaman ke­mâl derecesinde tecelli edecektir!

Zeyd, belirttiğimiz gibi, henüz küçük bir çocuktu.

Ebeveyni, onun nereye götürüldüğünü, kime satıldığını bil­mi­yor­du. Harise ailesi, çocukları için her gün gözyaşı döküyordu.

Babası Harise, evde duramaz olmuştu. Diyar diyar dolaşıyor, sormadık ka­bi­le ve uğramadık yurt bırakmıyordu. Biricik oğlu Zeyd için şiirler söylene söy­lene geziyordu.

Küçük Zeyd ise, sanki anne babasını unutuvermişti. Mesut ailenin saadeti onun da yüksek ruhunu olanca gücüyle sarmış ve adeta onun ayrılmaz bir par­çası haline gelmişti. Rahatı yerindeydi, Kâinatın Efendisiyle kaynaşmıştı. Onun şefkatli kanatları arasında mesuttu, sevinçli ve huzurlu idi.
Zeyd’in Yeri Tespit Edildi!

Günün birinde Kelb kabilesinden birkaç kişi, Kâbe’yi ziyarete geldi. Bu ara­da, Zeyd’i gördüler ve kendisiyle sohbet edince de tanıdılar.

Babasının, annesinin durmadan kendisi için gözyaşı döktüklerini, hasretiyle yanıp tutuştuklarını Zeyd’e anlattılar.

Fakat Zeyd, gayet sâkin ve rahat idi. Anne şefkati ve baba sevgisinden daha ulvî ve kutsî şeylere mazhar olmanın gönül rahatlığı içinde, onlara cevabı şu oldu:

“Annemin babamın benim için gözyaşı döktüklerini biliyorum. Sadece siz­den, şu söyleyeceklerimin onlara ulaştırılmasını istiyorum:

“‘Ben, her ne kadar uzaklarda bulunuyor isem de, kavmimle haber gönder­dim ki hac merasimi yapılan belli yerler yanındaki Beytullah’ta oturuyor, hiz­met ediyorum. Artık aradığınızı elde etmek için son gücünüzü harcamaktan, uzun uzun yollar katet­mek­ten, develeri yeryüzünde koşturup durmaktan vaz­geçin! Allah’a hamdederim ki ben şimdi, öyle hayırlı, öyle şerefli bir aile içinde bu­lu­nu­yo­rum ki Maad’ın sulbünden —uludan uluya geçerek gelmiş olan— en şerefliler, bu ailedendir!’”[3]

Bu haberi alan Harise, kardeşi Kâ’b’la birlikte yanına fazla miktarda akçe de alarak Zeyd’i kurtarmak için derhal Mekke’ye geldi. Sorup soruşturup Resûl-i Ekrem Efendimizi buldu ve “Ey Ku­reyş Kavminin Efendisi, efendisinin oğlu! Siz, Harem halkı ve Harem-i Şerif’in komşususunuz! Beytullah’ın yanında esir­lerin esaret bağlarını çözer ve karınlarını doyurursunuz!” diye konuştuktan sonra, asıl maksadını şöyle arz etti:

“Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Sen bizi memnun ve râzı ede­cek bir fidye-i necat [kurtuluş akçesi] iste; biz sana onu verelim, oğlumuzu ser­best bırak!”

Nebiyy-i Ekrem, “Oğlunuz kimdir?” diye sordu.

“Zeyd b. Hârise...” dediler.

Pey­gam­be­ri­miz, “Bundan başka bir istediğiniz var mı?” dedi.

Onlar, “Hayır, başka isteğimiz yok” cevabını verdiler.

Bunun üzerine, Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Zeyd’i çağırın! Dilediğini yap­makta serbest bırakın! Eğer, sizi tercih ederse fidye-i necat almaksızın o sizin­dir, alın g�
[26.10.2023 23:07] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

İbnu Abbas (Radıyallahu Anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki:"Ümmetimden bir grup insan Kur'an'ı mutlak surette okuyacak. Ancak bunlar, okun avı süratle delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (171) - Hds :(6031)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:08] Annem: “Allahım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru!” 

(Tirmizî, Daavât 111)
[26.10.2023 23:08] Annem: [Hadis No : 3646]

Mus'ab İbnu Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor:  

"Ben, Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh)'a Kur'an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa'd:  

"Her halde zekerine değdin?'' dedi. Ben "evet!" deyince:  

"Kalk, abdest al!'' emretti. Ben de gidip abdest alıp geri döndüm."

Muvatta, Tahâret 59, (1,42).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:08] Annem: Bir Ayet
Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
(Tevbe, 9/18)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:08] Annem: Bir Hadis
Rahim (akrabalık), Allah'ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı koparmazsa, Allah ona merhamet eder. Kim onu koparırsa, Allah'da ondan ihsan ve rahmetini keser.
(Buhârî, Edeb,13)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:08] Annem: Bir Dua
Yavrularımıza, hayırlı kısmetler, başarı, huzur, bereket ve sağlık içinde bir ömür lütfeyle! Onları her türlü kötülüklerden ve zararlı alışkanlıklardan muhafaza eyle Allah'ım.


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:08] Annem: Hz. Ömer anlatıyor: “Peygamberiniz (sav) (Kur’an hakkında)
şöyle buyurmuştur: ‘Şüphesiz Allah, bu Kitap sayesinde bazı toplulukları yüceltir, diğerlerini de alçaltır.’”
(M1897 Müslim, Müsâfirîn, 269)
[26.10.2023 23:08] Annem: 28- Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır

37 Bana Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân (95)'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur".

 

 
[26.10.2023 23:08] Annem: 85- KİTABU'L-FERÂİZ.

1- Ferîzalar İlminin Öğretilmesi Babı

2- Peygamberdin: "Biz (peygamberler) mirasçı olunmayız- Biz ne bırakmışsak sadakadır" Kavli Babı

3- Peygamber(S)'İn: "Her kim bir mal bırakırsa, o kendi ailesine âiddir" Kavli Babı

4- Erkek Ve Kız Çocuğunun Babası Ve Anasından Alacağı Mîrâs Payları Babı

5- Kız Çocuklarının Mîrâsı Babı

6- Ölünün Oğlu Hayâtta Olmadığı Zaman, Oğlunun Oğluna Âid Mîrâsı Beyân Babı

7- Ölünün Bir Kızının Beraberinde Oğulun Bir Kızının Mîrâsı Babı

8- Babanın Ve Erkek Kardeşlerin Beraberinde Dedenin Mîrâsı Babı

9- Oğul Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevcin Mirası Babı

10- Çocuk Ve Diğer Mirasçıların Beraberinde Zevce Kadının Ve Kocanın Mirasları Babı

11- Kızların Beraberinde Kızkardeşlerin Mîrâsı Babı -Ki Onlar Asabedirler-

12- Erkek Ve Kızkardeşlerin Mîrâst Babı

13- Bâb:

14- İki Amcaoğlu Babı; İkisinden Biri Ana-Bir Kardeş, Diğeri Kocadır

15- Zevu'l-Erhâm(In Hükmü) Babı

16- Aralarında La'netleşme Olanların Mîrâsı Babı

17- Kadın Hürre Olsun Yâhud Câriye Olsun, Ondan Doğan Çocuk, Döşeğinde Doğduğu Kimseye Âiddir Babı

18- Bâb: Velâ (Yânî Velîlik Hakkı) Hürriyete Kavuşturan Kimseye Âiddir Ve Bulunmuş Çocuğun Mîrâsı?.

19- Şaibenin Mîrâsı Babı

20- Efendilerine Âid Olmadığını İddia Eden Kimsenin Günâhı Babı

21- Bâb: Bir Adam Diğer Bir Adamın Elleriyle İslâm'a Girerse

22- Kadınların Velâdan Mîrâs Almaları Babı

23- Bir Ailenin Azâdlı Kölesi, O Ailedendir Ve Kızkardeş Oğlu Da Onlardandır Babı

24- Esirin Mîrâsı Babı

25- Bâb: Müslüman Kâfire, Kâfir De Müslümâna Mîrâsçı Olmaz

26- Hrıstiyan Kölenin; Kendisine Hürriyetini Satın Alma Yazışması Yapılmış Hrıstiyanın Mîrâsı Ve Çocuğunu İnkâr Edip Uzaklaşan Kimsenin Günâhı Babı

27- Bir Erkek Kardeş Yâhud Erkek Kardeş Oğlu İddia Eden Kimse Babı

28- Kendi Babasından Başka Bir Kişiye Menşûbluk İddia Eden Kimse(Nin Günâhını Beyân) Babı

29- Bâb: Bir Kadın Bir Oğul Îddiâ Ettiği Zaman?

30- Kaaif (Yânî İz Tâ'kîbcisînin Hükmü) Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

85- KİTABU'L-FERÂİZ
(Ferîzalar, yânı Mîrâs Payları Kitabı) [1]

Ve Yüce Allah'ın şu kavli:

"Allah size mîrâs taksimim şöyle tavsiye eder:

Çocuklarınız hakkında erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Eğer çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi evlâd bir tek ise, o zaman terikenin yarısı onundur. (Ana babaya gelince:) Ölenin çocuğu varsa, ana-babadan herbirine terikenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mirasçı olduysa, üçte biri anasınındır. (Erkek, dişi) kardeşleri varsa, o vakit altıda biri anasınındır.

(Fakat bütün bu hükümler) ölenin edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fâide yönünden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz.

Bunlar Allah'tan birer ferîzadır. Şübhesiz ki Allah hakkıyle bilicidir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa, terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa size terikesinden dörtte bir vardır. (Fakat bu da) onların edecekleri vasiyet ve borçtan sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörtte bîri onlarındır (yânı zevcelerinizindir).

Şayet çocuğunuz varsa, terikenizden sekizde biri edeceğiniz vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra- yine onlarındır. Eğer mirası aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kızkardeşi bulunursa, bunlardan herbirinin hakkı altıda birdir. Eğer onlar da bu mikdârdan çok iseler, o hâlde onlar Ölünün edeceği vasiyet ve borçtan sonra üçte birde ortaktırlar. (Gerek vasiyette, gerek borç ikrarında  mirasçılara asla) zarar verici olmamalıdır. (Bu emirler ve hükümler) Allah'tan
[26.10.2023 23:08] Annem: 4/Nisâ
36 - Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.
[26.10.2023 23:08] Annem: İslâm'da şiğâr (nikâhı) yoktur.
(Müslim, Nikâh, 60)
[26.10.2023 23:08] Annem: Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.(Âl-i İmrân, 3/134)
[26.10.2023 23:08] Annem: - عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ
- نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا شَيْئًا فَبَلَّغَهُ كَمَا سَمِعَ فَرُبَّ مُبَلَّغٍ أَوْعَى مِنْ سَامِعٍ

- عبد الله ابن مسعود رضى الله عنەدن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- بزدن بر شى  ايشيدوب،  اونى عينا ايشيتديكى كبى باشقەسنه اولاشديران كيمسەنك الله تعالى يوزينى آغارتسين .كنديسنه بِلكى اولاشديريلان نيجه كيمسەلر واردركه، ايشيدن كيمسەدن داها ايى آكلار و قورور

- Abdullah ibn-i Mes’ûd (r.a.)’den, rivayet olundu ki, Rasülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır
- Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkasına ulaştıran kimsenin Allahü Teala yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice kimseler vardır ki, işiten kimseden daha iyi anlar.

- Sünen-i Tirmizi, Kitâbü’l-İlim, 2657
[26.10.2023 23:08] Annem: حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو عَامِرٍ، قَالَ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلاَلٍ الْمَدِينِيُّ، عَنْ رَبِيعَةَ بْنِ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ يَزِيدَ، مَوْلَى الْمُنْبَعِثِ عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ الْجُهَنِيِّ، أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم سَأَلَهُ رَجُلٌ عَنِ اللُّقَطَةِ فَقَالَ ‏"‏ اعْرِفْ وِكَاءَهَا ـ أَوْ قَالَ وِعَاءَهَا ـ وَعِفَاصَهَا، ثُمَّ عَرِّفْهَا سَنَةً، ثُمَّ اسْتَمْتِعْ بِهَا، فَإِنْ جَاءَ رَبُّهَا فَأَدِّهَا إِلَيْهِ ‏"‏‏.‏ قَالَ فَضَالَّةُ الإِبِلِ فَغَضِبَ حَتَّى احْمَرَّتْ وَجْنَتَاهُ ـ أَوْ قَالَ احْمَرَّ وَجْهُهُ ـ فَقَالَ ‏"‏ وَمَا لَكَ وَلَهَا مَعَهَا سِقَاؤُهَا وَحِذَاؤُهَا، تَرِدُ الْمَاءَ، وَتَرْعَى الشَّجَرَ، فَذَرْهَا حَتَّى يَلْقَاهَا رَبُّهَا ‏"‏‏.‏ قَالَ فَضَالَّةُ الْغَنَمِ قَالَ ‏"‏ لَكَ أَوْ لأَخِيكَ أَوْ لِلذِّئْبِ ‏"‏‏.‏

Zeyd ibn Hâlid el-Cühenî'den rivayet edilmiştir. Bir adam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e buluntu mal hakkında soru sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bağını (veya kabını), kılıfını iyice belle, sonra bir yıl boyunca mal bulduğunu etrafa duyur. Sonra onu kullan. Sahibi gelirse malı ona ver". Adam: "Yitik deve de böyle midir?" diye sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanakları (yahut yüzü) kızaracak derecede öfkelendi ve şöyle buyurdu: "Deveden sana ne? Onun su tulumu da (suluğu da), tabanı da vardır. Suya gider, ağaç (yapraklarından) yer. Sahibi buluncaya kadar onu kendi haline bırak". Adam: "Ya yitik davar?" diye sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Ya senin, ya kardeşinin, ya da kurdundur" buyurdu. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 91
In-book reference: Kitap 3, Hadis 33

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N