SEMA ÖNER

Tarih: 17.05.2024 14:01

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 23:08] Annem: 
KATL BÖLÜMÜ.. 2

KATİLDEN NEHY.. 2

KATLİN MÜBAH OLDUĞU YERLER.. 6

KENDİNİ ÖLDÜRMENİN HÜKMÜ.. 9

ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN HAYVANLAR.. 10

* KÖPEKLER.. 15

* KARINCA.. 16


KATL BÖLÜMÜ
Bu bölüm dört fasıldır)

*

BİRİNCİ FASIL

KATİLDEN NEHY

*

İKİNCİ FASIL

KATLİN MÜBAH OLDUGU YERLER

*

ÜÇÜNCÜ FASIL

KENDİNİ ÖLDÜRENİN HÜKMÜ

*

DÖRDÜNCÜ FASIL

ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN HAYVANLAR

*

KÖPEGİN ÖLDÜRÜLMESİ

*

KARINCA VS'NİN ÖLDÜRÜLMESİ

BİRİNCİ FASIL
KATİLDEN NEHY

ـ4922 ـ1ـ عن سعيد بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنْه عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: َ يزَالُ الْمُؤْمِنُ في فُسْحَةٍ مِنْ دِينِهِ مَالَمْ يُصِبْ دَماً حَرَاماً. قَالَ وَقَالَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: إنّ مِنْ وَرْطَاتِ ا‘مُورِ الّتِى َ مَخْرَجَ لِمَنْ أوْقَعَ نَفْسَهُ فيهَا سَفْكَ الدّمِ الْحَرَامِ بِغَيْرِ حِلِهِ[. أخرجه البخاري.»الوَرْطَاتُ« جمع ورطة: وهى الهك .

1. (4922)- Said İbnu'l-As (radıyallahu anh) hazretleri İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mü'min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir."

Said İbnu'l-As der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) (Resulullah' ın sözünden sonra  şunu) söylediler: "Kişi, nefsini bulaştırdığı taktirde, kurtuluşu olmayan çok ciddi amellerden biri, haksız yere haram kan dökmesidir." [Buhârî, Diyât 1.][1]

AÇIKLAMA:


1- Bu hadis,  haksız yere kan dökme cinayetinin büyüklüğünü  ihbar etmektedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), haram kan akıtmadıkça mü'minin genişliğe mazhar olduğunu belirtiyor. Bu genişlikten maksad, tevbe ettiği taktirde affedilme şansıdır. Haksız yere kan dökmeyen bir mü'min, başkaca günahlarından tevbe ettiği taktirde affedildiğini ümid edebilir. Ancak, haksız yere kan döken, cana kıyan kimse bu genişliği kaybetmektedir.

Buhârî'de bu hadisin evvelinde şöyle bir rivayet  kaydedilmiştir: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah nazarında en büyük günah hangisidir?" diyerek sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Allah seni yaratmış olduğu halde ona bir ortak koşmandır!"  buyurdular. Adam tekrar: "Sonra hangi günah gelir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Sonra beraberinde seninle yemek yemesinden korktuğun için çocuğunu öldürmendir" buyurdular. Adam tekrar: "Bundan sonra hangisi gelir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Sonra komşunun zevcesiyle zina yapman" buyurdular. Aziz ve celil olan Allah Teala Hazretleri, bu hükmü te'yiden şu ayeti inzal buyurdular:

"Onlar Allah'ın yanısıra başkalarını da ilah edinip onlara kulluk etmezler. Allah'ın haram ettiği bir cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bu günahları işlerse cezasını görür. O kimse kıyamet günü kat kat azaba uğrar. Hor ve hakir olarak o azabın içinde ebediyyen kalır" (Furkan 68-69).

2- Hadiste geçen varatat, "varta"nın cem'idir. Varta: Helak mânasına gelir. Kurtuluş imkanı olmayan şey için söylenir. Asıl itibariyle hiçbir çıkış yolu olmayan derin yer mânasına gelir. Nitekim, hadisin devamında "çıkışı olmayan" diye açıklama da getirilmiştir.

Haksız yere adam öldüren kimsenin, bu günahtan yapacağı tevbenin makbul olmayacağına dair yaygın bir kanaat mevcuttur. İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), böyle bir katile "Sen bir bardak  soğuk su iç, artık cennete gidemezsin"  demiştir.

Tirmizî, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den: "Dünyanın tamamının zeval bulması, Allah nazarında bir Müslümanın haksız yere öldürülmesinden daha  hafiftir"  hadisini kaydeder. Bu mânayı te
[26.10.2023 23:08] Annem: عَنْ أنس  قال : لَمَّا ثَقُلَ النَّبِيُّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  جَعَلَ يَتَغَشَّاهُ الْكَرْبُ فَقالتْ فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : وَا كَرْبَ أَبتاَه. ُ فَقال : لَيْسَ عَلَى أبيكِ كَرْبٌ بَعْدَ الْيَوْمِ فَلَمَّا مَاتَ قالتْ : يَا أَبَتَاهُ أَجَابَ رَبًّا دَعَاهُ يَا أَبَتَاهُ جَنَّةُ الْفِرْدَوْسِ مَأْوَاه, يَا أَبَتَاهُ إِلَى جِبْرِيلَ نَنْعَاهُ, فَلَمَّا دُفِنَ قالت فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : أَطَابَتْ أنفُسُكُمْ أن تَحْثُوا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  اَلتُّرَابَ ؟.

Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in hastalığı ağırlaşıp sıkıntılar kendisini daraltınca Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) : Vah babacığım sıkıntın ne kadar da büyük dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Bu günden sonra baban için artık sıkıntı yoktur.” buyurdu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) vefat edince Hz. Fâtıma: Vah babacığım Allah’ın çağrısına icabet etti… Gideceği yer Firdevs Cenneti olan babacığım… Vah ölüm haberini Cebrâil ile paylaşacağımız babacığım vah… Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) defnedilince Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) çevresindekilere şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?

(Buharî, Meğazî 83)
[26.10.2023 23:08] Annem: Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.
[26.10.2023 23:08] Annem: Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. 
(Müslim, "Zikir", 73;Ebu Davud,"Salat", 367;Nesau, "İstiaze", 2)
[26.10.2023 23:08] Annem: Günün Ayeti

“Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O’nundur.”

Tâhâ 6
[26.10.2023 23:08] Annem: Tarihte Bugün

•  İlk Türk otomobiline Anadol adı verildi 1966
•  ABD’nin Afganistan’a Yönelik Harekâtı Başladı 2001

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:08] Annem: Günün Hadisi

“Cenâb-ı Hakk’a en çok şükür edeniniz, insanlara en çok teşekkür edeninizdir.”

Beyhakî, Şuabu’l-İman, XI, 377/8699
[26.10.2023 23:08] Annem: EKİM AYINDA YAPILACAK İŞLER

Tarla Bitkileri: 
Şekerpancarı sökülür güzlük ekilişler başlar 
Hububat tohumluğu temizlenir ve ilaçlanır 
Her türlü güzlük ve bahar ekimleri için toprak sürümü ve hazırlığı yapılır.
Sürümle birlikte toprakta geç erime yapan gübreler ile çiftlik gübresi verilir 
Hububat ekimine başlanır.
Meyvecilik
 Hasadın tamamlandığı bahçelere çiftlik gübresi verilir. 
 Fidan çukurlarının yerleri işaretlenir ve çukurlar açılır. 
 Fidanlıklarda manas ve diğer toprakaltı zararlılarına karşı toprak ilaçlaması ve benzeri mücadele yöntemleri uygulanır. 
 Kurumuş, hastalıklı ağaç ve dallar budama yoluyla çıkarılıp, yokedilir. 
 Su kanalları ve arklar, tahliye kanalları ve benzeri sulama yapılarında gerekli temizlik ve bakım işleri yapılır.
Sebzecilik
 Bu ayın ikinci yarısından itibaren erken donlar başlayabilir. Bu nedenle, yazlık sebzelerin hasadı bitirilmelidir. Aksi halde, sebzeler don tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. 
 Kereviz, ıspanak, lahana, karnabahar, turp ve marulda bakım işlerine devam edilir. Hasada başlanır. İlkbaharda çıkacak olan fındık turpunun tohumları tarlaya ekilir. 
 Lahana kelebeği mücadelesine devam edilir. 
 Çiftlik gübresi uygulamasına ve toprak işlemesine devam edilir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:08] Annem: Doç. Dr. Bayram KÖSEOĞLU
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. 
Allah gerçekten bağışlayıcıdır, merhametlidir.”
(Nahl, 16/18.)
اللَه َ لَغُف ٌور َ ر ٖح ٌ يم
ّٰ
ِ َّن
ُ ْح ُص َوهاؕ ا
َا ت
ِ ل
الله
ّٰ
ِ ْعَمَة
دوا ن
ِ ْن َ تُعُّ
َوا
SAHİP 
OLDUKLARIMIZIN 
FARKINDA MIYIZ?
Bir günlük hayatımızı ana hat-
larıyla gözümüzde canlandı-
racak olursak genel olarak 
şunları söyleyebiliriz. Sabah 
olunca uyanırız. Abdest alır, 
sabah namazını kılarız. Güzel 
bir kahvaltı ile güne başlarız. 
Kıyafetlerimizi giydikten sonra 
işimizin başına geçeriz. Belli 
bir süre çalıştıktan sonra öğle 
yemeğini yer, vakit girince 
öğle namazını eda ederiz. Bi-
raz istirahat sonrasında tekrar 
işimize devam ederiz. İkindi 
namazını eda ederiz. İş çıkışı 
eve gideriz. Akşam yemeğin-
den sonra ailemizle biraz vakit 
geçirir, akşam ve yatsı namaz-
larını da kıldıktan sonra yeni 
bir güne uyanmak için tekrar 
uykuya dalarız. Üç aşağı beş 
yukarı bir günlük yaşantımızın 
başlıca safhaları bu şekildedir. 
Ancak bütün bunların arasında 
çoğu zaman farkında bile ol-
madığımız o kadar çok ayrıntı 
vardır ki her biri başlı başına 
ayrı bir değerdir. Mesela sa-
bah olması için güneşin doğ-
ması gerekir. Bu artık o kadar 
rutin bir şey olmuştur ki bizim 
için, çoğu zaman fark etmeyiz 
bile. Güneş, varlığı yanında ısı 
ve ışık kaynağı olması, dünya-
nın bizim için yaşanabilir bir 
yer olması açısından gerekli 
oluşu vb. özellikleriyle hayati 
bir öneme sahiptir. Uykudan 
uyanabilmemiz de büyük bir 
nimettir aslında. Aldığımız ne-
fesin değerini ise söylemeye 
bile gerek yok. Bir günde kaç 
kez nefes alıp verdiğimizi de 
düşündüğümüzde sanırım he-
sap etmeye gücümüz yetmez. 
Onun değerini, bir an nefessiz 
kalırsak bir nebze anlayabiliriz 
belki.
Uykudan uyandıktan sonra 
günlük sıradan bir şey olarak 
gördüğümüz el yüz yıkarken 
ve abdest alırken kullandığı-
mız su, o esnada çok dikkate 
değer gelmeyebilir bize. Oysa 
“İnkâr edenler, gökler ve yer 
bitişik iken onları ayırdığımızı 
ve her canlıyı sudan yarattığı-
mızı görmezler mi? Hâlâ inan-
mayacaklar mı?” (Enbiya, 21/30.)
mealindeki ayette buyrulduğu 
üzere aslında bütün canlılığın 
kaynağıdır su. Evlerimizde su-
lar kesildiğinde ya da kuraklık 
tehlikesiyle karşı karşıya kal-
dığımızda önemini anlarız su-
yun. Suyun ne kadar önemli bir 
26 Aylık Dergi | Eylül 2023
[26.10.2023 23:08] Annem: Hayvanlar
Âlemi
Yazan 
Sümeyye Aydemir
Atgiller ailesinden olan zebra siyah 
beyaz çizgileriyle dikkatimizi çeker. 
Üzerinde bulunan bu çizgiler, parmak 
izlerimiz gibi zebraların her birinde 
farklı yaratılmıştır. Gövdesi dikey 
çizgilerden oluşurken bacak kısımları 
yatay çizgilerden oluşur.
ZEBRA
Çizgilerin siyah üzerine 
beyaz mı yoksa beyaz üzerine 
siyah mı olduğu tartışılsa da 
bilim adamlarına göre siyah 
üzerine beyaz çizgileri vardır. 
Afrika kıtasında yaşayan zebra 
sürü hâlinde yaşar. Sürü hâlinde 
gezerken çizgileri sayesinde 
yırtıcıların dikkati dağılır ve 
yırtıcılar zebralar içinden avını 
seçemezler. Gece olduğunda 
sürüyü korumak için bir zebra 
nöbet tutar.
24 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
[26.10.2023 23:09] Annem: Allah'ın gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir. - İbrâhîm - 19. Ayet
[26.10.2023 23:09] Annem: (İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu. - Buhârî, Vesâyâ, 23, Tıbb, 48, Müslim, Îmân, 144
[26.10.2023 23:09] Annem: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır.” - Hucurât, 49/12
[26.10.2023 23:09] Annem: Sırdaş olmayı, dayanışmayı, fedakârlığı ve vefayı içinde barındıran dostluk, kişinin kimliğini ve duruşunu da ifşa etmektedir. Hz. Peygamber, “Ruhlar, bir araya gelmiş topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz ayrılır.” (Müslim, Birr, 159) ifadeleriyle ruhları bir topluluğa benzetmekte, birbirleriyle tanışıp uyuşanların kaynaştığına, birbirlerini tanımayanların ise birbirlerinden koptuklarına dikkatleri çekmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49) buyururken, genelde mü’minlerin, özelde ise dostların benzeşmelerine, birbirlerinde kendilerini görmelerine dikkat çekmektedir. Nitekim tecrübenin ortaya çıkardığı, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” özdeyişi de arkadaşların benzeşmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan Hz. Peygamberin, “Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizî, Zühd, 45) hadisi de dinî ve kültürel kimliğe atıfta bulunmaktadır. Mü’minlerin dostlukları Allah içindir, Allah’tan korkanlarladır. Zira “Gerçek dost, Allah’tır.” (Şûrâ, 42/9) - MÜ’MİN MÜ’MİNİN AYNASIDIR
[26.10.2023 23:09] Annem: Farz Hac Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu
[26.10.2023 23:09] Annem: Buna göre dinî ve dünyevî bilfiil faydalanılamayan mal, mülk, evlat ve aile, ilim ve bilgi rızık değildirler. Bu şekilde birşey, çeşitli faydalanma şekillerine göre farklı kimselerin rızkı olabilir. Fakat malından, gücünden, ilminden faydalanmayanlar rızıklanmış değildirler.

"İnfak", malın elden çıkarılması, harç ve sarfedilmesi demektir. Dinî bakımdan farz, vacip, mendub kısımları vardır. Bu "infak" karinesiyle ya "rızık" mala tahsis edilmek veya "infak" mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirmek gerekecektir. Açık olan birincisidir, fakat ikincisi de muhtemeldir. Şu halde âyetin bu kısmı, ilk bakışta zekat ve diğer sadakalar bağışlar, yardımlar ve vakıf gibi, fakirlere, diğer çeşitli hayırlara, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır ki, ilerde "Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir." (Bakara, 2/215) gibi âyetlerle açıklanacaktır. İkincisi ilim öğretme ve diğerleri gibi manevî şeyleri de içermektedir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm'ın binasından biri olan zekat vardır. Ve bunun için birçok tefsirciler burada ilk önce ve
[26.10.2023 23:10] Annem: Hz. Ebu Bekr atılıp:

"Ey Allah'ın Resulü! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, ta ki ona ben de bakayım!" dedi.

Aleyhissalatu vesselam:

"Ey Ebu Bekr, ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!" karşılığında bulundular."

Ebu Davud, Sünnet 9, (4652).

4350 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Nezdimizde bir eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü, onun nezdimizde yardım varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu Bekr'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Benim müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr'i dost edinirdim. Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâla'nın dostu (halilullah'tır)."

Tirmizi, Menakıb, (3662).

4351 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) halka hitap ederek buyurdular ki:

"Allah Teâla Hazretleri bir kulunu, dünya ile nezdindekini tercihte muhayyer bıraktı. O kul, Allah'ın nezdindekini tercih etti
[26.10.2023 23:11] Annem: zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa imkân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri anlaşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İnsanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulundukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareketlerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsanlar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini değişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Meyân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmekdeyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebindeki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değildir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek hocamın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunanların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıklarını ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşılamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, işleyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulunanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazıyorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, orada bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe vermesini ve oradakilerin hâllerini bize bildirmesini uygun görür müsün? Bizim artık talebe yanına çıkacak ve onlara ders verecek ve hâllerini soracak gücümüz kalmadı) buyurmuşdu. Fakîr “rahmetullahi aleyh” bunun için bile duraklamışdım. Zarûret olduğu için, yalnız bu kadar yapması uygun görülmüşdü. Bu kadar bildirmek (Sefâret) vazîfesidir. Hele zarûret olunca, hiç bir üstünlük göstermez. Zarûret kadar izn verilir. Bu sefâret vazîfesi de, onların yaşadığı zemânda idi. Vefâtından sonra, tâliblere ders vermek ve hâllerini sormak hıyânet olur.

Süâl: Sığınağımızın, yüksek rehberimizin nisbeti değişmemişdir. Ya’nî artmamış ve azalmamış diyorsunuz.

Cevâb: Efendim! Tekmîl-i sınâ’at, telâhuk-ı efkâr iledir. Ya’nî san’atların ilerlemesi, fikrlerin, düşüncelerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Sibeveyh tarafından kurulmuş olan Nahv bilgisi, sonra gelenlerin düşünceleri ile binlerce kat çoğalmışdır. Çoğalmadan, olduğu gibi kalması, noksanlık olur. Hâce Behâeddîn-i Nakşibend hazretlerinin nisbeti, hâce Abdülhâlık hazretleri zemânında yok idi “kaddesallahü sirrehümâ”. Her zemân da böyle olmuşdur. Bundan başka, yüksek hocamız Bâkî-billah hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bu nisbeti olgunlaşdırmak istiyordu, temâm olmamı�
[26.10.2023 23:11] Annem: Asr-ı Evvel

Ana Sayfa
A
Asr-ı Evvel
İmâmeyn’e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed’e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.

İlgili
KAVL
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İşâ-i Evvel
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Fey-i Zevâl
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:11] Annem: Tilavet Secdesi

Ana Sayfa
Namaz
Tilavet Secdesi
İlgili
Tilavet secdesi, Kur’an-ı Kerim’de on dört yerde geçen secde ayetlerinden birini okumak veya işitmek durumunda yapılan secdeye denir. Peygamberimiz’in, içinde secde ayeti bulunan bir sure okuduğunda secde ettiği, sahabenin de onunla birlikte secde ettiği ve bazılarının alınlarını koyacak yer bulamadıkları rivayeti yanında bu konuya ilişkin olarak Peygamberimiz’in şöyle buyurduğu rivayet olunmaktadır:

“Ademoğlu secde ayetini okuyup secde edince, şeytan ağlar ve ‘Vay benim halime! Ademoğlu secde etmekle emrolundu ve hemen secde etti; cennet onundur. Ben ise secde etmekle emrolundum, ama secde etmekten kaçındım, bundan dolayı cehennem benimdir’ diyerek oradan kaçar” (Müslim, “İman”, 35).

 


Secde ayetlerinin bir kısmında genel olarak müşriklerin yüce yaratıcının karşısında boyun bükmekten ve secde etmekten kaçındıkları anlatılmakta, bir kısmında ise müminler/muhataplar doğrudan secde etmekle emrolunmaktadır. Secde ayetlerinin bu muhtevası göz önünde bulundurulursa, bu ayetleri okuyan veya işiten kimsenin secde yapması, hem emre itaat etmek hem de secde etmekten kaçınanlara tepki göstermek ve muhalefet etmek anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, tilavet secdesiyle yükümlü olabilmek için her şeyden önce, dinlenen ayetin secde ayeti olduğunun bilinmesi gerekir. Dinlediği ayetler arasında secde ayeti bulunduğunu bilmeyen kişinin secde etmesi gerekmez. Mesela teyp, radyo ve televizyonda okunan Kur’an’ı dinlerken secde ayeti geçse ve dinleyen kişi bunun secde ayeti olduğunu bilmiyorsa onun secde etmesini beklemek doğru olmaz. Fakat okunan Kur’an’ın meali veriliyorsa ve dinleyen kişi üsluptan veya lafızdan secde etmenin uygun olacağını çıkarıyorsa secde etmesi gerekir. Çünkü, ya bütün mahlukatın Allah’ı tesbih ve tazim ettiği, iyi kullarının Allah’a secde ettikleri anlatılıyordur, ya da müşriklerin secde etmekten kaçındıkları söz konusu edilmiştir. Her iki halde de dinleyen kişinin, içinden müminlerin secde edişini tasvip, inanmayanların itaatsizliğini ise tekzip etmesi, bu duygusunun bir gösterimi ve dışa vurumu olarak da secde etmesi gerekir. Alimlerin, secde ayetini telaffuz etmeksizin sadece gözüyle süzen kişinin secde etmesinin gerekmeyeceğini söylemeleri, gözüyle süzmenin okuma sayılıp sayılmayacağı tartışması yanında, secde ayetinin açıktan okunup ardından secde edilmesinin meydana getireceği izlenim ile de ilgilidir.

Secde ayetini okuyan veya işiten her mükellefin secde etmesi gerekir. Tilavet secdesi, ibadet içeriğinin ötesinde bir inanç anlamı ve bağlantısı içerdiği için, abdestsiz olan kişilerin, hatta hayızlı kadınların hemen secdeye kapanmalarının mümkün hatta gerekli olduğunu söyleyenler olmuşsa da, alimlerin çoğunluğu tilavet secdesi için abdest şartında ısrar etmişlerdir. Tilavet secdesi yapmak, Hanefiler’e göre vacip, diğer üç mezhebe göre ise sünnettir.

Tilavet secdesi şöyle yapılır: Başta, tilavet secdesi yapacak kişinin abdestli, üstünün başının temiz ve avret yerlerinin de örtülü olması şarttır. Tilavet secdesi yapmak niyetiyle abdestli olarak kıbleye dönülür ve eller kaldırılmaksızın “Allahüekber” diyerek secdeye varılır. Üç kere “Sübhane rabbiye’l-a‘la” denildikten sonra yine Allahüekber diyerek kalkılır. Bu secdede aslolan, yüzün yere konulması, yani secde edilmesidir. Secdeye giderken ve kalkarken “Allahüekber” ve secde esnasında “Sübhane rabbiye’l-a‘la” denilmesi sünnettir. Aynı şekilde secdenin oturduğu yerden değil de, ayaktan yere inilerek yapılması, secde yapıp oturmak yerine ayağa kalkılması ve secdeden kalkarken “gufraneke rabbena ve ileyke’l-masir” denilmesi müstehaptır.

Tilavet secdesini hemen yerine getirmek mecburiyeti olmamakla birlikte, bu secdenin anlamına ve amacına uygun olan davranış, mümkünse secdenin hemen o anda yapılmasıdı
[26.10.2023 23:11] Annem: Aşık Olduğun Kişiyi

Ana Sayfa
A
Aşık Olduğun Kişiyi
Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Başkasıyla Görmek
Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Öpmek
Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Haneli Görmek
Rüyada Âşık Olduğun Şahsa Sarılmak
Rüyada Âşık Olduğun Kişiyle Sevişmek
Rüyada âşık olduğun şahısı görmek, rüyayı gören kişinin yaşamında ortaya çıkacak yeniliklere, atacağı adımlara, alacağı radikal kararlara ve yapacağı şahsi tercihlere yorumlanır. Bilhassa de rüyayı gören kişinin sadece kendini ve kendisi yaşamını ilgilendirmiş olan mevzular üstünde yoğunlaşmış olacağına, kendini bir müddet dış dünyadan ve insanlardan soyutlayacağına ve sadece tercihleri üstünde meşgul olacağına yorumlanır.

 


Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Başkasıyla Görmek
Rüya sahibinin karşısına kendini saf, hijyenik ve sahici duygularla sevmiş olacak, ona hep güvenilir davranmış olacak, onu sevgisi ile yüceltecek, kıymetli, önem derecesi yüksek ve benzersiz olduğunu hissettirmiş olacak bir şahsın çıkmış olacağına ve bu insanın rüyayı gören kişiyi her daim bu biçimde sevmiş olacağına delalet eder. Öyleki rüyanın manası, görülenin tam tersini gösterir.

Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Öpmek
Rüyayı gören kişinin evliyse benzerinden, henüz evlenmemişse sevgilisinden şayet sevgilisi yoksa öyleki yalnızsa öyleyse karşı tipten olup da kendini gizli ve bedelsiz duygularla sevmiş olan bir kimseden göreceği hayra tabir edilir. Rüyayı gören insanın en zor anında yanında yaşam dostı veya yaşam dostı olacak şahsın bulunacağı manasına çıkar.

Rüyada Âşık Olduğun Şahısı Haneli Görmek
Rüyası esnasında âşık olduğu şahısı haneli gören insanın rüyası onun kafasında kişisel yaşantısıyla alakalı kimi sual işaretleri ve kuşkular olduğuna işaret eder. Rüyayı gören kişinin güvenmiş ol sıkıntısı yaşıyor olabileceği ihtimaline yorumlanır.

Rüyada Âşık Olduğun Şahsa Sarılmak
Bir şahıs rüyası esnasında âşık olduğu şahsa sarılırsa bahse konu olan insan ile çok daha yakınlaşacak, daha dayanıklı ve daha kuvvetli bir bağ kurmuş olacak, onunla hiç ayrılmış olmayacak ve beraberliğini memnun sonla noktalamış olacak anlamına gelir.

Rüyada Âşık Olduğun Kişiyle Sevişmek
Rüya sahibinin o kimse yardımıyla yaşamının ve işlerinin rahatlayacağına gene o insanın desteği ile muvaffakiyetinin ve mutluluğunun artacağı ile değerlendirmeye tabi tutulur.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:11] Annem: Tenbih: Bervech-i âti kelâmdan maksad: Muhakeme ve müvazenenin tarîkını göstermektir. Tâ ki, mecmuunda hakikat tecelli etsin. Yoksa zihnin cüz’iyeti sebebiyle, o mecmuun herbir cüz’ünde neticenin tamamını taharri etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle hakikatı evham içinde setretmektir
[26.10.2023 23:11] Annem: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüb
[26.10.2023 23:11] Annem: Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî
[26.10.2023 23:11] Annem: NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Allâm-ül Guyub’un talimiyle haber verdiği umûr-u gaybiye, hadd ü hesaba gelmez. İ’caz-ı Kur’ana dair olan Yirmibeşinci Söz’de enva’ına işaret ve bir derece izah ve isbat ettiğimizden, geçmiş zamana dair ve enbiya-yı sâbıkaya dair ve hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve hakaik-i uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyelerini Yirmibeşinci Söz’e havale edip, şimdilik bahsetmeyeceğiz. Yalnız, kendinden sonra Sahabe ve Âl-i Beyt’in başına gelen ve ümmetin ileride mazhar olacağı hâdisata dair pek çok ihbarat-ı sadıka-i gaybiyesi kısmından cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz. Ve şu hakikat tamamıyla anlaşılmak için, altı esas mukaddime olarak beyan edeceğiz:

Birinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahid olabilir; fakat her hali, her tavrı hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünki Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mal ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizat-ı kudret-i İlahiye olan âdiyat içindeki hârikulâde olan san’at-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlahiyeyi göstersin. Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı, bizzât imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı isbat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve indelhace arasıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. Çünki sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.

Cây-ı hayrettir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübalağasız binler vecihte binler çeşit insan, herbiri bir tek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile veya bir kelâmı ile veya yüzünü görmesiyle ve hâkeza birer alâmetiyle iman getirdikleri halde, bütün bu binler ayrı ayrı insanları ve müdakkik mütefekkirleri imana getiren bütün o binler delail-i nübüvveti, nakl-i sahih ile ve âsâr-ı kat’iyye ile şimdiki bedbaht bir kısım insanlara kâfi gelmiyor gibi, dalalete sapıyorlar.

İkinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, risalet itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risaleti, vahye istinad eder. Vahiy iki kısımdır:

Biri: “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi…

İkinci Kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.

İşte her hadîste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir
[26.10.2023 23:11] Annem: Van’dan Şam’a gider. Şam ülemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmi-ül Emevî’de on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm bir cemaate karşı bir hutbe îrad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur. Bilâhere buradaki hutbesi, “Hutbe-i Şamiye” namıyla tab’edilmiştir.

Bu Hutbe-i Şamiye; İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî manevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeblerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halas gösteren ve bundan sonra İslâmiyet’in zemin yüzünde maddî-manevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delail-i akliye ile isbat eden, müjde veren çok kıymetdar, bütün müslümanlara, hattâ insanlığa şamil bir derstir, bir hutbedir.

Hutbe-i Şamiye’nin baş taraflarında diyor:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

1– Ye’sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

2– Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

3– Adavete muhabbet.

4– Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

5– Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

6– Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.

Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur’aniye’den ders aldığım “altı kelime” ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.

BİRİNCİ KELİME: “El-emel”. Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım derse binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm’ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhâssa İslâm’ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab’ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin rağmına olarak ben dünyaya işittirecek 27(Haşiye) derecede kanaat-ı kat’iyyemle derim:

İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:

İslâmiyet hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus’u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-ı İslâmiyenin kuvveti nisbetinde ve Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm’ın hakikat-ı İslâmiye’de za’fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir....

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.…

Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm’ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!

Hasıl-ı kelâm: Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakai
[26.10.2023 23:11] Annem: بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi
[26.10.2023 23:11] Annem: (Meyve Risalesi'nden)
Onuncu Mes’eleye Bir Hâtime Olarak İki Haşiyedir
Birincisi: Bundan 12 oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’ana karşı sû’-i kasdını tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: “Kur’an tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat Risale-i Nur’un cerhedilmez hüccetleri kat’î isbat etmiş ki: Kur’anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adedden bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur’aniyenin mu’cizane ve cem’iyetli tabirleri yerinde, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde câmilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe, aptal çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları hikmetiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir halette bu Onuncu Mes’ele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilemiyorum.

İkinci Haşiye: Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Oteli’nin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet latif tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbekârane ve cazibedarane hareketle raksları, kardeşlerimin müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben, o kemal-i neş’e ile cilvelenen o nazenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasıyla kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı. Birden hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) getirdiği nur, imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdad ve tesellisi için Zât-ı Muhammediyeye (A.S.M.) karşı ebediyen minnetdar oldum. Şöyle ki:

Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nazeninleri; vazifesiz, neticesiz, bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’eden değil belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı beka ve hubb-u mehasin ve muhabbet-i vücud ve şefkat-i cinsiye ve alâka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle dünyayı bir manevî cehenneme ve aklı bir tazib âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı; i’dam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak, fânilik yerinde o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri, manaları ve Risale-i Nur’da isbat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi
[26.10.2023 23:11] Annem: -i diniyeden olan içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca, kıymetli addedilerek efkârı celbeden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi.

Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za’fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesailini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.

Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbi’dir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzât saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzât saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki dünya âhirete vesiledir.

Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona mübtela olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler sû’-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibahe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve
[26.10.2023 23:11] Annem: -i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyak ile bütün onların hac
[26.10.2023 23:11] Annem: Sonra اَىُّ kelimesinde bir icmal ve bir ibham vardır, çünki izafesiz zikredilmiştir. Onun o ibham ve icmali, نَاس kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.

هَا : اَىُّ nün muzafun ileyhine ivaz olmakla beraber, يَا edatıyla çağırılanları tenbih içindir.

نَاس aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir, vasfiyet-i asliyesi mülahazasıyla insanlara bir itaba işarettir. Yani: Ey İnsanlar! Ne için misak-ı ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insanlara bir mazeret yolunu gösteriyor. Yani: Sizin o misakı terketmeniz amden değil, belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir.

اُعْبُدُوا nidaya cevabdır. Mü’min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar nida ile çağırıldıklarından; اُعْبُدُوا emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayı ifade eder.

رَبَّكُمْ : Rab ünvanı اُعْبُدُوا ile teklif edilen ibadete bir illet ve bir sebebe işarettir. Yani: Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima ona muhtaçsınız. Ve
[26.10.2023 23:11] Annem: Üçüncü Basamak:
Semanın sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı ve vüs’at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi muti’dirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir. Evet zeminde ezdad içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış, içlerinde münakaşat başlamış; o sebebden ihtilafat ve ızdırabat düşmüş ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiş ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çıkmış. Şu hakikatın hikmeti şudur ki:

Beşer, şecere-i hilkatin en son cüz’ü olan meyvesidir. Malûmdur ki, bir şeyin semeresi en uzak, en cem’iyetli, en nazik, en ehemmiyetli cüz’üdür. İşte bunun için semere-i âlem olan insan en câmi’, en bedî’, en âciz, en zaîf ve en latif bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşiği ve meskeni olan zemin, âsumana nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber manen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizat-ı san’atın meşheri, sergisi ve
[26.10.2023 23:11] Annem: câmiasının sîmasındaki letaif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahîm” deki “Errahîm” ona bakıyor.

Demek “Bismillahirrahmanirrahîm” sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani “Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arş’a bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.

İkinci Sır: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ nasılki Güneş, ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor. Mecmu-u ziyasındaki Güneş’in zâtını mülahaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan; Güneş’in zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde Güneş’in zâtını aksi vasıtasıyla gösteriyor ve her parlak şey, kendi kabiliyetince Güneş’in cilve-i zâtîsiyle beraber ziyası, harareti gibi hâssalarını gösteriyor ve her parlak şey Güneş’i bütün sıfâtıyla kabiliyetine göre gösterdiği gibi; Güneş’in ziya ve hararet ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi keyfiyatlarının her birisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor. Öyle de: وَلِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى -temsilde hata olmasın- ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi.. vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar herbir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor. İşte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irae eden “Bismillahirrahmanirrahîm”dir.

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan bilbedahe rahmettir. Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatab ve dost yapan, bilbedahe rahmettir.

Ey insan, madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve mededkâr bir hakikat-ı mahbubedir. “Bismillahirrahmanirrahîm” de. O hakikata yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyacatın elemlerinden kurtul ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatıyla ve şuaatıyla o Sultan’a muhatab ve halil ve dost ol!

Evet kâinatın enva’ını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hacatına kemal-i intizam ve inayet ile koşturmak, bilbedahe iki haletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın enva’ı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva’-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine “Lebbeyk!” dedirten Zât-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de
[26.10.2023 23:11] Annem: Yedinci Şua
(Âyet-ül Kübra)

Mühim bir ihtar ve bir ifade-i meram

Bu ehemmiyetli risalenin, herkes herbir mes’elesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği mikdar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var.

Bu risalenin fehmini işkal eden beş sebeb var:

Birincisi: Ben kendi müşahedatımı kendi fehmime göre ve kendim için yazdım. Sair kitablar gibi başkalarının fehmine ve telakkisine göre yazmadım.

İkincisi: İsm-i A’zam cilvesiyle tevhid-i hakikî a’zamî bir surette yazıldığından, mes’eleleri hem gayet geniş, hem gayet derin ve bazan çok uzun olduğundan, herkes birden ihata edemez.

Üçüncüsü: Herbir mes’ele büyük ve uzun bir hakikat olması sebebiyle, hakikatı
[26.10.2023 23:11] Annem: Bir Ayet:
İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız…
(Nisâ, 4/122)

Bir Hadis:
İnsanların Allah'tan en uzak olanı, katı kalpli kimselerdir.
(Tirmizî, "Zühd", 61)

Bir Dua:
Allah'ım! Bize dünyada da ahirette de nimet ver. Bizi cehennem azabından koru.
(Buhârî, "Deavât", 55; Müslim, "Zikir", 27)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:11] Annem: Bilhâssa dest ü damen-i mübareklerinizi bûs edip, her ân u zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan enva’-ı iltifatı şamil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bil’umum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-ı müstemialarını mest ü hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznüma kerametlerini, ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (A.S.M.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatın diğer bir marifeti olan:

Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim

Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim. 12(Haşiye)

Şu iki mısra’-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünki enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den) daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte takib ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh.. muhtelif beldelerden seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.

Sabri

* * *

(Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama
[26.10.2023 23:11] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Balkan Harbi Başladı. (1912)
Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de im- tihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz. (Enbiyâ, 21/35) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
ÖLÜM HABERİ DUYUNCA
Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar açık bir hakikattir. Her canlı bir gün gelecek ölümü tadacaktır. Böylece misafir olarak geldiğimiz bu dünyadan, gerçek yuvamıza dönmüş olacağız. Sokrates’e: “Otuz zalim seni ölüme mahkûm ettiler.” dedikleri zaman: “Tabiat da onları.” demiştir. Ölümsüz ve ebedî olan ancak Allah’tır. Hayat ve ölüm, biz insanlar için tabi bir hâldir. İnsan bu hakikat karşısında Yüce Yaratıcı’ya sığınabilmeli ve serinkanlı olabilmelidir. Bir mümin ölümün Allah’tan geldiğini, inanan ve kötülüklerden sakınan kimseler için ölmenin Allah’a kavuşmak olduğunu bilir. Kişinin çok sevdiği yakını, tanıdığı veya dostu ruhunu teslim ettiği anda bu teslimiyeti koruması önemlidir. Bu gibi durumlarda şöyle denilmesi uygundur: “ Biz Allah’a aidiz ve tekrar O’na döneceğiz. Allah’ım! Onu salihlere ilhak et ve neslinin yerine ona yardımcı ol, onu ve bizi din gününde bağışla! Allah’ım! Onun ecrinden bizi mahrum etme, onun arkasından bizi fitneye düçar etme!”

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:11] Annem: ŞİİR........   GÜZEL AHLÂK

Dinimiz İslâmiyet, güzel ahlâk dinidir,

Bütün iyi huyları, toplayan hak dinidir.

Güzel huylu olanı, sever Cenâb–ı Allah,

(İyi huylu ol!) diye, buyurdu Resûlullah.

Her iyi olan huyun, bir de kötüsü vardır,

Bu huyların içinde bâzıları şunlardır:

(İlim, ihlâs, ibâdet, tevekkül, cihad, îmân,

Ehl-i sünnet olmak ve Müslümana hüsn-i zan.

Sâlih olmak, nasihat, duâ, hilm ve adâlet,

Şecaat, zühd, kanaat, hikmet ile firâset.

Sükunet, hubb-i fillah, buğd-ı fillah ve is’ar,

İhsân, edeb ve hayâ, affetmek ve merhamet.

Tefekkür etmek ve sıdk, cömertlik, havf ve recâ,

Gıbta, iffet ve nâmus, şükretmektir ayrıca.)

Kim bunları öğrenir, tatbik ederse eğer,

Hem dünya, hem âhıret, saadetine erer.

Cevdet Söztutan

GÜNÜN TARİHİ..........  BALKAN SAVAŞI

Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ devletlerine karşı yaptığımız savaştır. Bu dört müttefik, Rusya’nın yardımıyla, Türkiye’nin Avrupa’daki topraklarını paylaşmaya karar verip, 8 Ekim 1912’de Türkiye’ye saldırdılar. Makedonya ve Trakya’daki birçok topraklarımız elden çıktı. Bulgar ordusu İstanbul’un yakınındaki Çatalca’da durdurulabildi. 1913’te Bulgaristan ve Yunanistan arasında çıkan II. Balkan Savaşı sonunda Türkiye, Edirne’yi geri aldı.

DÜNKÜ CEVAP: Arkadaşı, geri geri gitmiş oluyor.


08.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:11] Annem: • Yaprak Dökümü Fırtınası
'Tövbe ettikten sonra tövbenizi bozmayın. İyilerle beraber olun.'  Gavs-ı Sânî [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:11] Annem: Gerçek Hazine

İbrahim b. Edhem [kuddise sırruhû] bir gün bir su kuyusunun yanına geldi. Namaz vakti girdiğinde su çıkarmak için kovayı kuyuya sarkıttı. Yukarı çektiğinde tamamen altınla

doluydu. Kovanın içindekilerini kuyuya boşalttı, tekrar sarkıttı. Bu sefer de kova çeşitli mücevherlerle doluydu. Yine geri döktü ve şöyle niyaz etti:

- Ey Allahım, bana hazinenden sunarsın. Fakat bana abdest için su lazım. Yeniden kovayı sarkıttı, bu defa kova suyla dolu çıktı. Abdest alıp, namazını kıldı.

Allah Rızasına Giden Yol

Bir gün Bâyezid-i Bistâmî hazretlerine [kuddise sırruhû],

- Allah Teâlâ’ya ulaşmanın yolu nedir, diye soruldu.

Hazret şöyle cevap verdi:

- Allah Teâlâ’ya ulaşmak, O’nun emirlerine gerçek manada sarılmak ve bütün hallerde ihlâslı olmakla beraber doğruluktan ayrılmamakla mümkündür.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:11] Annem: “Allah’ım dirilerimizi ve ölülerimizi, küçüklerimizi ve büyüklerimizi, erkeklerimizi ve kadınlarımızı, burada bulunanlarımızı ve bulunmayanlarımızı bağışla. Allah’ım bizden hayatta bırakacaklarını İslam üzere yaşat, öldüreceklerini iman üzere öldür. Bizi bu cenazede bulunmanın sevabından mahrum etme ve ondan sonra da bizi fitneye düşürme.”
(Tirmizi Cenaiz 38)
[26.10.2023 23:11] Annem: Aşûre 
Aşûre (âşûrâ), kamerî takvime göre muharrem ayının onuncu günüdür.
Bu günde tutulması tavsiye edilen oruca “âşûrâ orucu” denir.
Tüm Sâmî dinlerde özel bir yere sahip görünen aşûre günü, Câhiliye
Arapları’nca da önemli sayılmıştır. Hatta Resûl-i Ekrem’in de peygamberlik
öncesi ve sonrası dönemde bir süre bu günde oruç tuttuğuna dair rivayetlere
de rastlanır. Medine döneminde bu orucu müslümanlara tavsiye ettiği bilinen
bir husustur (Buhârî, “Savm”, 69; Müslim, “Sıyâm”, 134; Tirmizî,
“Savm”, 50; Müsned, VI, 29-30).
Sağlam belgelere dayanmamakla birlikte bugünde gerçekleştiğine inanılan
birtakım olaylar bulunmaktadır. Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Firavun’un
zulmünden kurtulmaları, Hz. Nûh’un gemisinin Cudi dağına oturması,
Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, Hz. Yûnus’un balığın karnından
çıkarılması, Hz. Mûsâ’nın ve Hz. Îsâ’nın doğumları, inanışa göre aşûre
gününde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber, “Biz Mûsâ’ya sizden daha lâyıkız”
(Müslim, “Sıyâm”, 202; İbn Mâce, “Sıyâm”, 31) diyerek yahudilerin aşûre günü
tuttukları orucu, bir gün öncesi veya sonrasıyla tutmayı tavsiye etmiştir.
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesi de muharremin onuncu günü
gerçekleştiği için, aşûre günü aynı zamanda, İslâm tarihinde son derece acı,
acıklı ve üzücü bir olayı hatırlatma özelliği de taşımaktadır. Bu sebeple
Şiîler, aşûre gününü Hz. Hüseyin’in intikamını alma sözünü tazeledikleri bir
matem günü kabul ederler; hatta dövünerek ve kendilerine işkence yaparak
bu oruca başlarlar. Gerek bu uygulama gerekse bu uygulamaya karşılık
Emevîler’in bu günün bir bayram sevinci ile kutlanmasını sağlama yönündeki
gayretleri temelde siyasal bakış ve görüş farklılığı ile ilgilidir.
Müslüman Türkler’deki muharrem ayında ve özellikle bu ayın onuncu
gününden itibaren “aşûre” adı verilen bir tatlı pişirilerek dağıtılması geleneği,
hayır işlemek ve gönül almak için güzel bir vesile olagelmiştir. Bu tür
uygulamalarda, -dinde bir dayanağı bulunmadığı sürece- bir matem veya
kutlama niyeti ve şeklinin bulunmamasına dikkat edilmeli; İslâmiyet’in
daima teşvik edegeldiği hayır ve hasenat işlemek için, dinde oruç tutulması
tavsiye edilen böyle bir günü iyi vesile sayma niyetinin dışına çıkılmamalıdır.
...Daha az
[26.10.2023 23:11] Annem: Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
ÂL-İ İMRÂN Sûresi 129 .Ayet
[26.10.2023 23:11] Annem: HABBAB b. ERET (r.a.)
Habbâb b. Eret, Cahiliye devrinde esir edilmiş, Mekke’de Ümmü Enmar adında bir kadına satılmış, bir demirci idi. İslam’ı genç yaşta kabul etmiş ilk Müslümanlardandır.
Müslümanlık, Mekke’de suç kabul ediliyor, Müslüman’ın canı, malı ve değeri hiçe sayılıyordu. Peygamberimiz, Habbab'ı çok seviyor bazen yanına çağırıyordu. Durum Ümmü Enmar’a haber verilince, bu kadın, kızgın demirle onu dağlıyordu. Habbâb, durumu Peygamberimize bildirdi. Peygamberimizin duasıyla kadın, baş ağrısına yakalandı.
Habbab, boynuna kızgın demirler takılmış, sırtına kızgın taş- lar konulmuş, yokluklar içinde Allah rızası ve peygamberin sünneti üzere yaşamış; işkencelere sabretmiş bir sahabedir. Altmış üç yaşında Kûfe’de vefat etmiştir.

DİNÎ KAVRAMLAR
FİTNE
Fitne; ateşe atma, azap, musi- bet, sıkıntı, imtihan, kargaşa, zulüm, baskı ve şiddet anlam- larına gelir.
İmtihan maksadıyla Allah’tan gelen musibet ve azap gibi nef- se hoş görünmeyen şeylerle, kullardan kaynaklanan zulüm ve kargaşa fitne olarak adlan- dırılmıştır.
İnsanın gerek nimetlerle, ge- rekse hayır ve şer karşısında- ki imtihanı, Kur'an’da “fitne” kavramıyla ifade edilmiştir (Enfal, 8/28; Enbiya, 25/35).

ÖZLÜ SÖZ
Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu. (Mehmet Akif Ersoy)
[26.10.2023 23:11] Annem: O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. [Enam Sûresi.60]
[26.10.2023 23:11] Annem: İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur. "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler." 
İbnu Abdilberr, Câmi'ul-Beyâni'l-İlm ve Fadlihi'de kaydetmiştir 2,9.
[26.10.2023 23:11] Annem: Bir zamanlar Ibrahim, Ismail ile beraber Beytullah'in temellerini yükseltiyor (söyle diyorlardi:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; süphesiz sen isitensin, bilensin (BAKARA/127)

Kullarim sana, beni sordugunda (söyle onlara): Ben çok yakinim Bana dua ettigi vakit dua edenin dilegine karsilik veririm O halde (kullarim da) benim davetime uysunlar ve bana inansinlar ki dogru yolu bulalar (BAKARA/186)

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafindan hayirli bir nesil bagisla Süphesiz sen duayi hakkiyla isitensin, dedi (AL-İ İMRAN/38)

Rablerinin rizasini isteyerek sabah aksam O'na yalvaranlari kovma! Onlarin hesabindan sana bir sorumluluk; senin hesabindan da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onlari kovup ta zalimlerden olasin!  (EN'AM/52)

De ki: Karanin ve denizin karanliklarindan (tehlikelerinden) sizi kim kurtarir ki? (O zaman) O'na gizli gizli yalvararak "Eger bizi bundan kurtarirsan andolsun sükredenlerden olacagiz" diye dua edersiniz  (EN'AM/63)

De ki: Rabbim adaleti emretti Her secde ettiginizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalniz Allah'a has kilarak O'na yalvarin Ilkin sizi yarattigi gibi (yine O'na) döneceksiniz  (A'RAF/29)

Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin Bilesiniz ki O, haddi asanlari sevmez  (A'RAF/55)

Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayin Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'in rahmeti çok yakindir  (A'RAF/56)

Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! sana verdigi söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eger bizden azabi kaldirirsan, mutlaka sana inanacagiz ve muhakkak Israilogullarini seninle gönderecegiz" dediler  (A'RAF/134)

En güzel isimler (el-esmâü'l-hüsnâ) Allah'indir O halde O'na o güzel isimlerle dua edin Onun isimleri hakkinda egri yola gidenleri birakin Onlar yapmakta olduklarinin cezasina çarptirilacaklardir  (A'RAF/180)

Sizi bir tek candan (Âdem'den) yaratan, ondan da yaninda huzur bulsun diye esini (Havva'yi) yaratan O'dur Esi ile (birlesince) esi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldi) Onu bir müddet tasidi Hamileligi agirlasinca, Rableri Allah'a: Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak sükredenlerden olacagiz, diye dua ettiler  (A'RAF/189)

Onlarin Beytullah yanindaki dualari da islik çalmak ve el çirpmaktan baska bir sey degildir (Ey kâfirler!) Inkâr etmekte oldugunuz seylerden ötürü simdi azabi tadin!  (ENFAL/35)

Bedevîlerden öylesi de vardir ki, Allah'a ve ahiret gününe inanir, (hayir için) harcayacagini Allah katinda yakinliga ve Peygamber'in dualarini almaya vesile edinir Bilesiniz ki o (harcadiklari mal, Allah katinda) onlar için bir yakinliktir Allah onlari rahmetine (cennetine) koyacaktir Süphesiz Allah bagislayan, esirgeyendir  (TEVBE/99)

Onlarin mallarindan sadaka al; bununla onlari (günahlardan) temizlersin, onlari aritip yüceltirsin Ve onlar için dua et Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onlari yatistirir) Allah isitendir, bilendir  (TEVBE/103)

Onlarin oradaki duasi: "Allah'im! Seni noksan sifatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir) Orada birbirleriyle karsilastikça söyledikleri ise "selâm" dir Onlarin dualarinin sonu da sudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur  (YUNUS/10)

Insana bir zarar geldigi zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararin giderilmesi için) bize dua eder; fakat biz ondan sikintisini kaldirinca, sanki kendisine dokunan bir sikintidan ötürü bize dua etmemis gibi geçip gider Iste böylece haddi asanlara yapmakta olduklari seyler güzel gösterildi  (YUNUS/12)

Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur Hatta siz gemilerde bulundugunuz, o gemiler de içindekileri tatli bir rüzgârla alip götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neselendikleri zaman, o gemiye siddetli bir firtina gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kusatildiklarini anlarlar da dini yalniz Allah'a halis kilarak: "Andolsun eger bizi bundan kurtarirsan mutlaka sükredenlerden olacagiz" diye Allah'a yalvarirlar  (YUNUS/22)

(Allah): Ikinizin de duasi kabul olunmustur O
[26.10.2023 23:11] Annem: Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.[Bâki]
[26.10.2023 23:11] Annem: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır. [Bakara Sûresi.164]
[26.10.2023 23:11] Annem: “Allah’ım! Seni zikretmek, nimetlerine şükretmek ve sana en güzel biçimde ibadet etmek konusunda bana yardım eyle.” (Ibn Huzeyme, Duâ, No:751;Ibn Ebû Şeybe,Duâ,42,No:29391)
[26.10.2023 23:11] Annem: BÂB

1. Kapı. Mescîd-i Nebî'nin şimdi beş bâbı vardır. İkisi batı duvarında olup, kıbleye yakın olana Bâb-üs-selâm, kuzey köşesine yakın olana Bâb-ür-rahme adı verilir. 2. Bir kitâbın bölümlerinden her biri. Riyâd-un-nâsihîn kitâbı ikinci kısım ikinci bâbı birinci faslında diyor ki  Tövbe kalb ile, dil ile ve günâh işliyen âzâ ile olmalıdır. Kalb pişmân olmalı, dil duâ etmeli ve yalvarmalı, âzâ da günâhtan çekilmelidir. 3. Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad. (Bkz. Bâbîlik) El-Bâb Ali Muhammed kendisinin beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyledi, daha sonra da peygamberlik iddiâsında bulundu. El-Bâb Ali Muhammed'in kendisine bâb demesi sebebiyle kurduğu bozuk yola Bâbîlik adı verildi. (Muhammed Ebû Zühre)
[26.10.2023 23:11] Annem: Berke

T. Kama, hançer

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:11] Annem: SONUÇ
∙∙∙ 107 ∙∙∙
ne gönülden boyun eğen11 ve asıl hedefleri Allah’ın rıza-
sı olan,12 Allah’a güvenip dayanan,13 her şeyin ve yardı-
mın Allah’tan olduğunu bilen,14 daima Allah’ı anan15 ve 
O’nun dinini tebliğ edenlerdir.16
11 Âl-i İmrân 3/199; en-Nisâ 4/125.
12 el-Bakara 2/207, 265; et-Tevbe 9/109.
13 Et-Tevbe 9/129; en-Neml 27/79; el-Ankebût 29/59.
14 Âl-i İmrân 3/173; et-Tevbe 9/51; Yûnus 10/49; et-Tegābün 
64/11.
15 Âl-i İmrân 3/191; er-Ra’d 13/28; en-Nûr 24/37.
16 el-Ahzâb 33/39.
ALLAHA İMAN.indd 107 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:11] Annem: 36 
Vakit İyilik Vakti
Bu Ramazan ve Her Zaman (I)
İ
slam medeniyetinin temel dinamiklerini teşkil eden en 
önemli unsurlardan birisidir iyilik. Esasında bu açıdan 
bakıldığında, bu medeniyetin bir iyilik hareketi olduğunu 
da söyleyebiliriz. İnsanların pazarlarda köle olarak satıldı-
ğı, kabile, ırk, renk, zenginlik-fakirlik vb. farklılıkların üs-
tünlük kabul edilerek insanların birbirini yediği, pazarlarda 
köle olarak satıldığı karanlık bir dünyayı aydınlığa çıkarmak 
için gönderilen sevgili Peygamberimiz, en büyük mucizesi 
Kur’an’la bir iyilik medeniyetinin temellerini attı. “İyilikte 
ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaş-
mayın.”31 ayetini sevgili Peygamberimiz kendi yaşantısıyla 
gösterdi. İyilik medeniyetinin öncüleri Mekke’de hemen 
fakir fukaranın, garip gurabânın, mazlumların yanında yer 
aldılar. Mazlumlar, ezilmişler gördüklerine, yaşadıklarına 
inanamıyorlardı; kabilesine, rengine, fakirliğine hatta köle 
olmasına bakmadan kendisine sahip çıkan, bağrına basan, 
hakkını arayan, köle pazarından satın alıp azad eden birileri 
vardı artık. Zaman ilerledikçe bu iyilik medeniyetinin temel-
leri daha da kuvvetleniyor; büyük bir sömürü aracı olan fai-
zin, tefeciliğin, karaborsacılığın, kumarın, sarhoş edici mad-
delerin yasak olduğu ilan ediliyor; kötülük adına ne varsa 
ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Hele Yesrib’e hicret ettikten 
31 Maide, 5/2
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 36 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:11] Annem: Namazların sonunda tesbihat nasıl yapılır? Cemaat halinde tesbihat yapmanın hükmü nedir? Tesbihat yapmadan camiden çıkmak caiz midir?

Namazlardan sonra yapılan tesbihat ve dualar, namaza dahil olmasa da makbul ibadetler arasında yer aldığından müstehaptır. Zira namazlardan sonra dua ve tesbihat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) tarafından tavsiye edilmiş ve bizzat yapılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse her namazın sonunda Allah’a otuz üç defa sübhanAllah der, otuz üç defa elhamdülillah der, otuz üç defa da ‘Allah’u ekber’ derse bunların toplamı doksan dokuz eder. Yüze tamamlarken de, ‘Allah’dan başka hiç bir ilah yoktur. Yalnız o vardır. Şeriki de yoktur. Mülk onundur; Hamd da ona mahsustur; O her şey’e kadirdir” derse, günahları denizin köpüğü kadar bile olsa affolunur” (Müslim, Mesacid, 27, H. No: 1380).

Tesbihat konusunda Müslümanlara özel tavsiyelerde bulunan Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bizzat kendisi de, namazlardan sonra üç kere Allah’a istiğfar eder ve şöyle dua ederdi; اللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلاَمُ وَمِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ ذَا الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ / “Allah’ım, selam sensin; selamet de ancak sendendir. Mübareksin. Ey Celal ve İkram sahibi! “

Velid, Evzai’ye bu istiğfar nasıl olacak, diye sorduğunda; ‘Estağfirullah, estağfirullah’ cevabını almıştır (Müslim, Mesacid, 27, H. No: 1362).

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabı farz namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih ve tahmid gibi zikirleri yüksek sesle okumuşlardır. Nitekim İbn Abbas (r.a.); insanların Peygamber (s.a.s.)’in zamanında farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber vermiş, “Ben bu sesi işitir işitmez, insanların namazı bitirdiklerini anlardım” demiştir. İbn Abbas bir başka rivayette de “Ben Peygamber (s.a.s.)’in namazı bitirdiğini tekbir getirilmesinden anlardım” demiştir (Buhari, Ezan, 155).

Sonuç olarak namazdan sonra tesbihat yapılması müstehaptır. Bu tesbihat, münferit olarak yapılabileceği gibi, cemaat halinde de yapılabilir. Ancak tesbihatın cemaatle yapılması, öteden beri yaygınlık kazanmıştır. Ancak namaz kılındıktan sonra tesbihat yapmadan camiden çıkmanın caiz olmadığı söylenemez.
[26.10.2023 23:11] Annem: Buhari'nin bir başka rivayetinde "...Memnun kalırsa hayvanı tutar, memnun kalmazsa iade eder. İade ettiği takdirde sağdığı süt için bir sa' kuru hurma verir" denmektedir. 
Kaynak: Buhari, Büyu 69
Rivayet:
[26.10.2023 23:11] Annem: Ravi: Enes (ra)
Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te'hir eder, ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı birleştirirdi."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Taksiru's-Salat 16,15, Müslim, Müsafirin 46, (704), Ebu Davud, Salat 274, (1218, 1219), Nesai, Mevakit 42, (1, 284-285)

Hadisin Açıklaması:
1- Hz. Enes (radıyallâhu anh)'ten iki farklı şekilde gelen bu rivâyete göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yolculuk sırasında öğle  ile ikindiyi, "ikindi vaktinde" kılması mevzubahistir. Yani öğle vaktini te'hir ederek ikindi ile birlikte kılması...

Sadedinde olduğumuz iki rivâyetten birincisine göre, "öğle vakti tam girmeden yola çıkma" halinde öğle namazı te'hir edilmektedir, ikincisinde ise bu, "acele yürümek gerektiği" durumunda mevzubahistir.

Öğle namazının bu şekilde te'hir edilerek ikindi ile veya akşamın te'hir edilip yatsı ile birleştirilerek kılınmasına cem-i te'hîr denir. İmam Şâfiî yolculukta bunu esas almıştır. Ebû Hanîfe bunu: "Akşamı son vaktinde, yatsıyı da ilk vaktinde kılmak olarak" îzah ederek, iki ayrı namazın bir vakitte kılınmasını reddetmiştir.

2- Bu hadislere göre, iki namazı birleştirme işi ikinci vakitte mümkündür, önceki vakitte değil. Ulemâdan bir kısmı bunu esas  alarak, iki namazı, cem-i takdîm denen evvelki namazın vaktinde birleştirmeye karşı çıkmıştır. Ancak İbnu Râhûye'nin tahric ettiği bir rivâyette: "...Güneş batıya kaydığı zaman yola çıkacak olursa öğle ve ikindiyi (öğle vaktinde) beraberce kılar, ondan sonra yola çıkardı" buyrulmuştur. Cem-i takdîm mevzuunu  tahkîk eden İbnu Hacer, Tirmizî, Ebû Dâvud, Ahmed İbnu Hanbel ve İbnu Hibbân da Muaz İbnu Cebel'den kaydedilen rivâyetlerle, yine Ahmed İbnu Hanbel ve Ebû Dâvud'da (tâlik olarak) İbnu Abbâs'tan kaydedilen rivâyetleri zikreder ve bunların, zayıflıkları sebebiyle, büyük muhaddislerce itibar görmediklerini belirtir.

Seferde namazların cemedilmesi meselesine temas eden rivâyetlerin çokluğu, farklılığı ve değişik yorumlara kâbil oluşları gibi durumlar, ulemanın bu mevzuda değişik sonuçlara varmasına sebep olmuştur. Şöyle ki:

1) Bir kısım imamlar, yolculuk sırasında öğle ile ikindiyi, akşamla da yatsıyı, ikisinden birinin vaktinde kılmayı caiz görürler. Ashabtan birçoğundan bunun tatbikatıyla ilgili rivâyet gelmiştir: Hz. Ali, Sa'd İbnu Ebî Vakkâs, Muaz İbnu Cebel, Ebû Musa el-Eş'arî vs; Tâbiîn ve Etbaut tâbiînden Atâ, Tâvus, Mücâhid, Sevrî vs. İmam Şâfiî ile Ahmed İbnu Hanbel ve İshak'ın görüşleri de budur. Ancak İbnu Hacer, Şâfiî hazretlerinin "Cem'i terketmek daha iyidir" dediğini, İmam Mâlik'in -bir rivâyette-  daha da ileri giderek "cem"i mekruh addettiğini kaydeder.

2) İki namazın cem'i özür sahipleri için caizdir. Evzâî böyle söylemiştir.

3) İki ayrı vaktin namazını bir vakitte birleştirmek, sadece acelesi olan yolculuklarda caizdir. İmam Mâlik bu görüştedir. Ashabtan Abdullah İbnu Ömer, Üsâme, İbnu Zeyd (radıyallâhu anhüm) de bu görüşte idiler.

4) İki namazın cem'i, yol almak istendiğinde câizdir. Mâlikîlerden İbnu Habîb bu görüştedir.

5) İki namazın cem'i mekruhtur, bu görüş İmam Mâlik'ten rivâyet edilmiştir.

6) Cem-i te'hîr caizdir fakat cem-i takdîm caiz değildir. İbn Hazm bu görüştedir. Bu kavl İmâm-ı Ahmed ve Mâlik'ten de mervîdir.

7) Seferde cem etmek caiz değildir. Cem sadece Hacc sırasında Arafat'ta ve Müzdelife'de yapılır. Arafat'ta cem-i takdîm yapılarak öğle ile ikindi birleştirilir, Müzdelife'de ise akşam tehir edilerek yatsı ile birleştirilir. Hanefî ülemâsı bu görüştedir. Ashab'tan Abdullah İbnu Mes'ud, Sa'd İbnu Ebî Vakkâs ve Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anh) gibi bazılarından da bu görüş rivâyet edilmiştir. Hasan Basrî, İbnu Sîrîn, İbrahim Nehâî, Esved gibi b
[26.10.2023 23:11] Annem: 28- Safların Düz ve Doğru Tutulması, İlk Saffın ve Ondan Sonra Sıra Île Öteki Safların Fazileti, İlk Saffa Sıkışma ve Ona Girmek İçin Yarışma, Fazilet Sahiplerini Ön Saffa Geçirme ve İmâma Yaklaştırma Bâbı

1000- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs ile Ebû Muâviye ve Vekî', A'meş'den, o da Umaretü'bnü Umeyr et-Teymî'den, , o da Ebû Ma'mer'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti. Ebû Mes'ûd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda bizim omuzlarımıza dokunur ve:

«Doğrulun karışık durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın. Benim arkama aklı başında olanlarınız, daha sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler onların arkasına daha sonra gelenler dursun!» buyurdular.

Ebû Mes'ûd: «Bugün en ziyâde karışıklığı siz yapıyorsunuz.» demiş.

1001- Bize bu hadîsi İshak da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr haber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbn Haşrem de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsi (yani İbn Yûnus) haber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbnİ Ebî Ömer de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Uyeyne bu isnatla bu hadîsin mislini rivâyet etti.

1002- Bize Yahya b. Habîb el-Hârisî ile Salih b. Hatim b. Ver-dan rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Yezîd b. Zürey' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Hâlid el-Hazzâ', Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Benim arkama yaşlı başlılar dursun; sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler dursunlar.» buyurdu. Bunu Uç defa tekrarladı ve:

«Pazar yerlerindeki keşmekeş (e benzemek)’den sakının» buyurdular.

Ülü'l-Ahlâm: Akıl sahipleri demektir. Ntthâ: Akıllar mânâsına gelir. Müfredi Nühyedir. Bu takdirde Ülül-Ahlâm ve Nühâ tâbirleri ayni mânâyı ifâde ederler. Lâfızları muhtelif olduğu için atıf harflerinden (vav) la birbirleri üzerine atfedilmişlerdir. Fakat bâzılarına göre Ülü’l-Ahlâm’dan murâd; bulûğa erenlerdir. Şu halde yanyana kullanılan bu iki kelimeden murâd, âkil ve baliğ olmuş kimseler demek olur.

Râvî; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Namazda bizim omuzlarımıza dokunurdu, demekle namaza başlanacağı zamanı kasdetmiştir. Yoksa namaz içinde konuşmak, cemâatin omuzlarına dokunarak safları düzeltmek gibi fiiller caiz değildir. Hadîsi şerif cemâatin en faziletli ve aklı başında olanlarının derece derece İmâma yalan durmaları îcâb ettiğini göstermektedir. Zîra cemâatin içersinde en faziletli olanlar en ziyade ikrama lâyıktılar. Bir de bazen İmâm namazda iken burnu kanamak gibi bir özür sebebi ile namazdan çıkmak ve cemâatdan birini mihraba geçirmek mecburiyetinde kalır. Bazan da âyeti hatırlamıyarak tıkanabilir. Bu gibi hallerde fazilet sahiplerinin İmâma yakın bulunmaları ve mihraba geçmek, İmâm tıkandığı vakit âyeti kendisine hatırlatmak hususlarında İmâma yardımcı olmaları gerekir. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) ön saflarda bir çocuk görürse saftan çıkarırmış. Bunu Zırr b. Hubeyş ile Ebû Vâil (radıyallahü anhûma) da yaparlarmış. İlim ve fazilet sahiplerinin Ön saffa geçirilmesi yalnız namaza mahsûs değildir.

Onları ilim, müşavere, hüküm, fetva ve saire meclislerinde de ön safta bulundurmak, bu gibi yerlerde de cemâatin ilim, din, akıl, şeref ve yaşlarına göre yer almaları sünnettir.

Hadîsin ikinci rivâyetinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in üç defa tekrarladığı bildirilen cümle;

«Sonra derece itibariyle onlara yakın olanlar dursun» cümlesidir. Fahri Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, mezkûr cümleyi tekrarlamakla namaz ahvâlini en iyi bilen ilim ve fazilet sahiplerinin İmâmın arkasına ona yakın durmalarını, İmâmdan uzaklaştıkça dahi ilim ve fazilet derecesinin göz önünde bulundurulmasını, en son saflara namaz ahvâlini en az bilenler
[26.10.2023 23:12] Annem: KADINLARIN ERKEKLERE, ERKEKLERİN KADINLARA BENZEME YASAĞI

1633: İbni Abbas (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), söz hal ve hareketle kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lanet etmiş Allah'ın rahmetinden uzak olmaları için beddua etmiştir. (Buhari, Libas 62)

Buhari’nin başka bir rivayetinde de “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye özenen kadınlara lanet etti” denilmektedir. (Buhari, Libas 62)

1634: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Kadın gibi giyinen erkeklere ve erkek kıyafetine giren kadınlara lanet etti.” (Ebu Davut, Libas 28)

1635: Yine Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Cehennemlik olan iki grup insan vardır ki bunları henüz dünyada görmedim. Bir grup sığır kuyrukları gibi kırbaç (cop)larla yani değişik işkence vasıtalarıyla insanları döverler. Diğeri ise giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve diğer kadınları da kendileri gibi olmaya teşvik ederler. Bunların başları içerisine doldurdukları yabancı saç ve kabartma malzemeleriyle deve hörgücü gibidir. Bunlar ne cennete girerler ne de uzak mesafeden kokusunu duyabilirler.” (Müslim, Cennet 52)
[26.10.2023 23:12] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem su tulumu yahut kırbanın ağzından su içmeyi yasakladı.

Buhârî, Eşribe 24; Müslim, Müsâkât 136 (Buhârî’deki rivayetin benzeri). Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Eşribe 14; Nesâî, Dahâyâ 44; İbni Mâce, Eşribe 20

765 numaralı hadisle birlikte açıklanacaktır.
[26.10.2023 23:12] Annem: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Rabbimiz, duamı kabul et!”

İbrâhim, 14/40

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:12] Annem: Bir rivayette de şöyle gelmiştir: Hz. Bilal (ra), Resulullah (sav)'a, (iyi cins bir hurma olan) berni hurması getirmişti. "Bu nereden?" diye sordu. Bilal (ra): "Bizde adi hurma vardı. Resulullah (sav)'ın yemesi için ondan iki ölçek vererek bundan bir ölçek satın aldık" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Eyvah! Bu ribanın ta kendisi, eyvah bu ribanın ta kendisi, sakın öyle yapma. Şayet iyi hurma satın almak istersen elindekini ayrıca sat. Sonra onun parasıyla iyi hurmayı satın al" dedi.

Buhari, Vekalet 11; Müslim, Müsakat 96, (1594); Nesai, Büyu 41, (7, 271-272)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:12] Annem: Kâbe'nin Yeniden İmârı ve Peygamberimizin Hakemliği
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

 


Kâinatın Efendisi 35 yaşında idi.

Bu sırada Ku­reyş kabilesi, Kâbe duvarlarını yıkıp, yeniden tamir kararını verdi. Zira, yıllardan beri yağan yağmur ve neticede meydana gelen seller, ya­pı itibarıyla pek sağlam olmayan bu mâbedi oldukça yıpratmıştı. Çatısız bu­lunması sebebiyle de, yağan yağmurlar temeline kadar tesir etmiş ve binayı adeta harab bir hale getirmişti.

Son olarak gelen büyük bir sel, Kâbe’yi bütün bütün sarsmış ve duvarlarını çatlatmıştı. Bu durum Mekkelilerde bir korku ve telâş uyandırmıştı.

Bu arada, bir hadise daha oldu: Kadının biri Harem’de ateş yaktı. Ateşin ko­rundan sıçrayan kıvılcımlar, Kâbe’nin örtüsünü tutuşturdu ve yanmasına se­bep oldu.

Bütün bunların üzerine bir de Kâbe’nin içinde bulunan bir definenin çalın­ması eklenince, Mekkeliler, artık verdikleri ka­rarı bir an evvel gerçekleştirme gayretine girdiler.[1]
İnşaat Malzemesi Yüklü Gemi

Ku­reyşliler, Kâbe’yi nasıl ve neyle tamir edeceklerini düşünüp, iştişâre edi­yorlardı.

Bu sırada, Cidde’ye gitmek üzere Mısır’dan yola çıkmış bulunan bir Bizans gemisi, Cidde yakınlarında karaya oturdu.

Bunu haber alan Ku­reyş, olay yerine bir heyet gönderdi. Ge­minin yükü, yumuşak aktaş, tahta, direk ve demir idi. Bunlar, Ku­reyş’in arayıp da bulama­dıkları şeylerdi!

Heyet, gemide bulunanlarla anlaşarak keresteyi satın aldı. Bunun yanında, gemideki tüccara, Mekke’ye serbestçe girebilme ve mallarını gümrüksüz sata­bilme garantisi de verdiler. Hâlbuki, daha evvel Mekkeliler, şehirde ticaret eş­yası satanlardan öşür alırlardı.

Gemide ayrıca Bâkûm adında Bizanslı bir mimar da bulunuyordu. Kâbe yapımında kendisinden istifade etmek üzere bu mimarla da anlaştılar.

Buna göre, duvarlarını yeniden tamire karar verdikleri Kâbe’nin mimarlığı­nı Bizanslı Bâkûm, marangozluğunu ise Mekke’de oturan Kıbtî bir usta yapa­caktı.[2]
Duvarların Taksimi

Kâbe duvarlarının taşlarla örülmesi işi, kur’ayla kabileler arasında dörde taksim edildi. Buna göre, Abdi Menaf ile Zühreoğullarına Kâbe’nin Şam cephe­si (Hatiym, Hıcır tarafı); Şehm, Cehm (Cü­mah) ve Amiroğulları payına Kâ­be’nin Yemen köşesi ile Ha­ce­rü’l-Esved köşesi arası; Mah­zum ve Teymoğulla­rı­na ise, Safâ ile Ecyad’a bitişik olan Ye­men cephesi düştü.[3]
Mekke’nin Sarsılması

Her kabile, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hz. İbrahim’in attığı temele ka­dar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı!

Niyetleri, daha da aşağı inmekti. Ne var ki buna muvaffak olamadılar. İçle­rinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke’nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifa etti­ler.[4]
Kabileler Arasında Anlaşmazlık Çıkması

Herkes kendisine düşen taraf için taş taşıyor ve duvarlar örülüyordu. Bina, Hacerü’l-Esved’in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, kendisini diğer kabilelerden bu hususta daha lâyık görüyordu. Kabile taassubunun bü­tün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir zamanda, hangi kabile bu şerefi başkasına kaptırmak isterdi? İş kızıştı, tartışma ve münakaşa son derece sertleşti. Öyle ki birbirleriyle vuruşacaklarına dair yemin bile ettiler.[5]

Ortalığı bir kargaşalık kaplamıştı. Her an çarpışma bekleniyordu. Çarpışma vuku bulursa, çok kişi hayatını kaybedebilir, çok mal telef olabilirdi!

Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu!

Dört beş gün, Kâbe’nin duvarlarına tek taş koymadan, Ku­reyş kabileleri bekleyip durdular! Sonra tek
[26.10.2023 23:12] Annem: ❝Allah için mütevâzı ol! Zira kim Allah için dünyada mütevâzı olursa Cenâb-ı Hak kıyâmet gününde onun kadrini yüceltir.❞

▪ Selmân-ı Fârisî (ra)
[26.10.2023 23:12] Annem: GÖNÜL DERDI
Allah’ın sevgili kulları hep dert sahibi olmuştur. İyilik için dertlenmek, ideal olana kavuşmak için dert çekmek vuslatın vesilesi kabul edilmiştir.Derdi olan dermânın peşindedir, ama bulsa mı bulmasa mı? Bunda da kararsızdır. Hele gönül derdi pek yamandır.  Yâre derdini arz etmek âşıklık hâlidir.  Sevgilinin derdinin dermânı yine sevgilidir. Dermânı lütfedecek yine yârdir. Aşk ehlinden olup Hakk’ın sevdiği insan olmayı isteyenler dert ile olgunlaşır. Gönül derdinin dermânı tabîb-i hâzık olan mürşid-i kâmildir. Osman Hulûsi Efendi şu şekilde buyurur:Tabîb-i hâzıkı bul yâreni arz eyle teslîm olAnı tîmâr eder ne vech ile dermâna lâyıksa(Sen işinin ehli tabibi bul, yâranı göster, sonra teslim ol. Tabip o yarayı dermâna lâyıksa her ne şekilde olursa olsun tedavi eder.)Mürşitlerin dünya derdi olmadığı gibi dünyevî beklentiler içinde olanlarla da işleri olmaz. Onlar âhiret derdine düşenlerin elinden tutarlar ve onları Hakk’a ulaştırmak için yol gösterirler.Hz. Mevlânâ dert hakkında şöyle der: “Her işte insana rehber olan derttir. Bir kimsede bir işin derdi ve o işin heves ve aşkı, içinde belirmedikçe, o işe kasdetmez ve o iş dertsiz ona müyesser olmaz. Dünya olsun, âhiret olsun; marangozluk olsun, padişahlık olsun, ilim olsun, amel olsun...”Allah sevgisiyle yanan gönüller hakîkatin ve mâneviyâtın güzellikleriyle donanır. İlâhî kaynaklı bir dert taşımıyorsa bir gönül, mânâ âleminden hâl ve hakîkatlere dair perdeler açılmaz, derdin dermân içinde gizli olduğunu o kişi anlayamaz. Niyazi Mısrî Hazretleri diyor ya:Dermân arardım derdimeDerdim bana dermân imişBurhan sorardım aslımaAslım bana burhan imiş
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:12] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Hazreti Cabir İbnu Abdillah (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) Ciirrane'de, işlenmemiş  altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal Hazreti Bilal'in eteğinde idi. Bir adam:"Ey Muhammed adil ol! Çünkü adalet  etmiyorsun!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Yazık sana! Eğer ben de adil olmazsam, benden sonra kim daha adil olur?" diye mukabele etti. Hazreti Ömer, (Resulullah'ın üzüldüğünü farkederek):"Ey Allah'ın Resulü! Bana müsaade buyurun şu münafığın kellesini uçurayım!" talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm:"İşte bu adamın mutlaka arkadaşları -veya arkadaşçıkları- var. Bunlar Kur'an'ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp giderler!" buyurdular."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (172) - Hds :(6032)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:12] Annem: “Allahım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru!” 

(Tirmizî, Daavât 111)
[26.10.2023 23:12] Annem: Bir Ayet
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.
(Câsiye, 45/27)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:12] Annem: [Hadis No : 3647]

Nafi rahimehullah anlatıyor: "Ben, bir sefer sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine: "Bu, şimdiye kadar kıldığınızı hiç görmediğim bir namaz!'' dedim. Şu açıklamayı yaptı:  

"Sabah namaz kılmak üzere abdest aldım sonra fercime dokundum. Sonra da abdest almayı unuttum (ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden abdest alıp namazımı iade ettim.''

Muvatta, Tahâret 60, (1, 42, 43).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:12] Annem: Bir Dua
Allah’ım! Cehennem azabından Sana sığınırım. Kabir azabından Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım. Mesih Deccal’in şerrinden Sana sığınırım.
(İbn Hıbbân, İstiaze, No: 999; Buhârî, De’avât, 37; Nesâî, İstiâze, 27, 47)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:12] Annem: Sa’d b. Hişâm anlatıyor: “(Hz. Âişe’ye) ‘Ey müminlerin annesi, bana Resûlullah’ın (sav) ahlâkını anlat.’ dedim. O da şöyle dedi: ‘Sen
Kur’an okumuyor musun? Resûlullah’ın (sav) ahlâkı Kur’an idi...’”
(D1342 Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26)
[26.10.2023 23:12] Annem: Bir Hadis
Bir mü'min erkek, bir mü'min kadına buğz etmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir.
(Müslim, Radâ, 61)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:12] Annem: 28- Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır

37 Bana Mâlik, İbn Şihâb'dan; o da Humeyd ibn Abdirrahmân (95)'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Her kim ramazânda îmânı sebebiyle ve ecrini yalnız Allah'tan umarak nafile ibâdetlerle uğraşırsa, kendisi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur".

 

 
[26.10.2023 23:12] Annem: 26- EBVÂBU SADAKATİ'L-FITR..

1- Fıtr Sadakasının Farzlığı Babı

2- Fıtr Sadakası Müslğmanlardan Köle ve Diğerleri Üzerine Vacibdir Babı

3- "Fıtr Sadakası Arpadan Bir Sa'dır" Babı

4- "Fıtr Sadakası Taamdan (Yani Buğdaydan veya Herhangibir Yiyecek Maddesinden) Bir Sa' idi" Babı

5- Fıtr Sadakası Hurmadan Bir Sa' idi Babı

6- (Fıtr Sadakası) Kuru Üzümden Bir Sa'dır Babı

7- Fıtr Sadakası Bayram Namazından Önce (Verilmelidir Babı

8- Fıtr Sadakasının Hürr Kimse Üzerine de, Köle Üzerine de Vucübu Babı

9- Fıtr Sadakası Küçük Çocuk Üzerine de, Büyük Kimse Üzerine de Vacibdir Babı


Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

26- EBVÂBU SADAKATİ'L-FITR
(Fıtr Sadakası Bâbları) [1]

1- Fıtr Sadakasının Farzlığı Babı [2]
Ve Ebu'l-Âliye RafîVbnu Mihrân er-Rıyâhî, Muhammed ibn Şîrîn, Atâ ibn Ebî Rebâh fıtr sadakasını farz görmüşlerdir [3].

1-.......İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) fıtr zekâtını müslümânlardan köle, hürr, erkek, kadın, küçük, büyük üzerine hur­madan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ' olarak farz kıldı. Ve bu zekâtın insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini emreyledi [4].

2- Fıtr Sadakası Müslğmanlardan Köle ve Diğerleri Üzerine Vacibdir Babı
2-.......Bize Mâlik, Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den tahdîs etti (ki, o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) fıtr zekâtını, müslümânlardan erkek yâhud her bir dişi hürr yâhud köle üzerine, hurmadan bir sâ' yâhud arpadan bir sâ' olarak farz kıldı [5].

3- "Fıtr Sadakası Arpadan Bir Sa'dır" Babı 
3-.......Bize Sufyân es-Sevrî, Zeyd ibn Eslem'den; o da Iyâd ib-

nu Abdillah'tan; o da Ebû Saîd Hudrî(R)'den tahdîs etti (ki o): Biz sadakayı (yânî fıtr sadakasını) arpadan bir sâ' olarak yedirir idik (de­miştir) [6].

4- "Fıtr Sadakası Taamdan (Yani Buğdaydan veya Herhangibir Yiyecek Maddesinden) Bir Sa' idi" Babı [7]
4-.......Buradaki râvî, Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle derken işitmiştir: Biz fıtr zekâtını taamdan (yânî buğdaydan veya her nevi' yiyecek maddesinden) bir sâ' olarak çıkarır idik. Yâhud arpadan bir sâ' olarak, yâhud hurmadan bir sâ' olarak, yâhud ekit denilen yoğurt kurusundan bir sâ' olarak, yâhud kuru üzümden bir sâ' olarak (çıkarır idik) [8],

5- Fıtr Sadakası Hurmadan Bir Sa' idi Babı
5-.......Abdullah (ibnu Umer) şöyle'demiştir: Peygamber (S) fıtr zekâtının hurmadan bir sâ' olarak, yâhud arpadan bir sâ' olarak ve-' rilmesini emir buyurdu. Abdullah ibn Umer (R): Müteakiben insanlar buğdaydan iki müdd'ü (yânî yarım sâ'ı) bunun dengi yaptılar, de­miştir [9]

6- (Fıtr Sadakası) Kuru Üzümden Bir Sa'dır Babı
6-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) şöyle demiştir: Biz Peygamber (S) zamanında -fıtr sadakasını- taamdan (yânî buğdaydan veya her nevi' yiyecek maddesinden) bir sâ'veriridik. Hurmadan bir sâ', yâhud arpadan bir sâ', yâhud kuru üzümden bir sâ' verirdik. Muâviye (devlet başkanlığına) geldiği ve Şam'dan buğday bolgelinceMuâviye: Buğ­daydan bir müdd, (diğer hububattan) iki müdde denk olur zannedi­yorum, dedi [10]

yorum, dedi 10.

7- Fıtr Sadakası Bayram Namazından Önce (Verilmelidir Babı
7-.......Bize Musa ibnu Ukbe, Nâfi'den; o da İbnu Umer(R)'den; tahdîs etti ki, Peygamber (S) fitr zekâtının, insanlar bayram namazı­na çıkmalarından önce verilmesini emreylemiştir [11].                       '

8-.......Ebû Sâid el-Hudrî (R): Biz Rasûlullah zamanında (fıtr sadakasını) bayram gününde her nevi' taamdan (yânî her nevi' yiye­cek maddesinden veya buğdaydan) bir sâ' olarak çıkarır idik, demiş­tir. Ve yine Ebû Saîd: Arpa, kuru üzüm, yoğurt kurusu ve hurma ise bizim (âdet edindiğimiz) yemeğimiz idi, demiştir [12].

8- Fıtr Sadakasının Hürr Kimse Üzerine de, Köle Üzerine de Vucübu Babı [13]
Ve İbn Şihâb ez-Zuhrî: Ticâret* için hazırlanmış olan kölelerden, yılın sonunda, hem ticâret kıymetlerindeki ze
[26.10.2023 23:13] Annem: Ey insanlar, kadınlarla mut'a nikâhı yapmanız konusunda size izin vermiştim. Ama Allah bunu kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Kimin yanında mut'a ile nikâhlanan kadınlardan biri varsa ona izin versin. Ve onlara verdiğiniz hiçbir şeyi de geri almayın.
(Müslim, Nikâh, 21)
[26.10.2023 23:13] Annem: - عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاص رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- خَيْرُ الَأَصْحَابِ عِنْدَ اللَّهِ خَيْرُهُمْ لِصَاحِبِهِ وَخَيْرُ الْجِيرَانِ عِنْدَ اللَّهِ خَيْرُهُمْ لِجَارِهِ

- عبد الله بن عمرو بن العاص (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- الله عندنده آرقاداشلرك اك خيرليسى آرقاداشينه اك خيرلى اولاندرـ الله عندنده قومشولرك اك خيرليسى قومشوسينه اك خيرلى اولاندر

- Abdullah bin Amr bin Âs (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Hz. Allah indinde arkadaşların en hayırlısı arkadaşına en hayırlı olandır. Hz. Allah indinde komşuların en hayırlısı komşusuna en hayırlı olandır.

- Sünen-i Dârimî, Kitabü’s-Siyer, h. 2437
[26.10.2023 23:13] Annem: 4/Nisâ
36 - Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.
[26.10.2023 23:13] Annem: Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.(Âl-i İmrân, 3/134)
[26.10.2023 23:13] Annem: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ، قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ، عَنْ بُرَيْدٍ، عَنْ أَبِي بُرْدَةَ، عَنْ أَبِي مُوسَى، قَالَ سُئِلَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ أَشْيَاءَ كَرِهَهَا، فَلَمَّا أُكْثِرَ عَلَيْهِ غَضِبَ، ثُمَّ قَالَ لِلنَّاسِ ‏"‏ سَلُونِي عَمَّا شِئْتُمْ ‏"‏‏.‏ قَالَ رَجُلٌ مَنْ أَبِي قَالَ ‏"‏ أَبُوكَ حُذَافَةُ ‏"‏‏.‏ فَقَامَ آخَرُ فَقَالَ مَنْ أَبِي يَا رَسُولَ اللَّهِ فَقَالَ ‏"‏ أَبُوكَ سَالِمٌ مَوْلَى شَيْبَةَ ‏"‏‏.‏ فَلَمَّا رَأَى عُمَرُ مَا فِي وَجْهِهِ قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّا نَتُوبُ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ‏.‏

Ebû Musa şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e hoşuna gitmeyecek şeyler soruldu. Ona sorulan sorular çoğaldıkça öfkesi arttı ve "Bana istediğinizi sorun" buyurdu. Bunun üzerine bir adam: "Benim babam kimdir?" diye sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Baban Huzafe'dir" dedi. Başka bir adam kalkarak "Benim babam kimdir ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Senin baban Şeybe'nin azatlısı Sâlim'dir" buyurdu. Hz. Ömer, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüzünde kızgınlığın belirtisini görünce şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü biz Allah'a (c.c.) tevbe ediyoruz. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 92
In-book reference: Kitap 3, Hadis 34

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:13] Annem: 
KAZA (DAVA) VE HÜKÜM BÖLÜMÜ.. 2

UMUMÎ AÇIKLAMA.. 3

KAZANIN KERAHETİ 3

ÂDİL VE ZÂLİM HÂKİM... 5

MÜÇTEHİDİN SEVABI 6

RÜŞVET HAKKINDA.. 8

KADILIK ÂDÂBI 9

HÜKMÜN KEYFİYETİ 11

DÂVÂLAR VE BEYYİNELER.. 14

* YEMİNİN ŞEKLİ: 17

ADALET VE ŞEHADET.. 17

* EHL-İ KİTABIN ŞEHADETİ: 20

HAPİS VE TAKİP.. 22

RESÛLULLAH'IN HÜKME BAĞLADIĞI DÂVÂLAR.. 22


KAZA (DAVA) VE HÜKÜM BÖLÜMÜ
(Bu bölümde on fasıl vardır)

BİRİNCİ FASIL

KAZANIN KERAHETİ

*

İKİNCİ FASIL

ADİL VE ZALİM HAKİM

*

ÜÇÜNCÜ FASIL

MÜÇTEHİDİN SEVABI

*

DÖRDÜNCÜ FASIL

RÜŞVET HAKKINDA

*

BEŞİNCİ FASIL

KAZANIN ÂDABI

*

ALTINCI FASIL

HÜKMÜN KEYFİYETİ

*

YEDİNCİ FASIL

İDDİALAR VE BEYYİNELER YEMİNİN ŞEKLİ

*

SEKİZİNCİ FASIL

ADALET VE ŞEHADET

*

EHL-İ KİTAB'IN ŞEHADETİ

*

DOKUZUNCU FASIL

HAPİS VE MÜLAZEMET

*

ONUNCU FASIL

RESULULLAH'IN HÜKMETTİGİ KAZALAR

UMUMÎ AÇIKLAMA

Kazâ (veya kadâ), dilimize girmiş bir kelimedir. Aynı kökten kazıyye, kadı, kudât gibi başka kelimeler de dilimize girmiş durumdadır. Asıl itibariyle bir şeyi muhkem ve sağlam yapmak ve bitirmek mânasına gelir ise de; hüküm, icra, ilzam... mânalarına da gelir. Kur'ân'da geçen "Yedi göğün yaratılmasını iki günde tamamladı" (Fussilet 12); "İsrailoğullarına Tevrat'ta şöyle hükmettik" (İsra 4) "Rabbin şunu da hükmetti: Ondan başkasına ibadet etmeyin..." (İsra 23) gibi ayetler, kazâ kelimesinin farklı mânalarına örnektir. Hukukî bir tabir olarak hükmü tenfiz mânasına da kullanılmıştır. Hâkim'e, hükmü delillere dayanarak muhkem şekilde verdiği ve sonra da icra ettiği için kâdı denmiştir. Kazâ, şer'î bir ıstılah olarak iki ve daha çok sayıdaki hasım arasındaki husumeti Allah Teâla'nın hükmüyle fasletmek (çözmek) mânasına gelir.

Bu bahis, bugünkü tabiriyle muhakeme ve bununla ilgili meselelere yer verir. Dinî kitaplar bu meselelere kitâbu'lkazâ, kitâbu'l-akdiye, kitâbu'l-ahkâm gibi farklı başlıklar altında yer verirler. Hepsi aynı mânaya gelir. Bu sahanın günümüzde usûl-i muhakemât birkısım meseleleri edebu'lkâdı adını taşıyan bazı kitaplarda müstakillen ele alınmıştır. [1]

BİRİNCİ FASIL
KAZANIN KERAHETİ

ـ4881 ـ1ـ عن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ: مَنْ جُعِلَ قَاضِياً بَيْنَ النَّاسِ فقَدْ ذُبِحَ بِغَيْرِ سِكينٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي.ومعناه: مَنْ طَلَبَ الْقضاءَ وَحرص عليه فقد تعرض للذبائح فليحذره.وقوله: »بغيرِ سكينٍ« كناية عما يخاف عليه من هك دينه دون بدنه، والمراد به أن ما ذبح بغير سكين يكون ذبحه تعذيباً، فضرب به المثل ليكون أبلغ في التحذير من الوقوع فيه، وأشد في التوقي منه .

1. (4881)- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim insanlar arasında kâdı tayin edilmiş ise, bıçaksız boğazlanmış demektir." [Ebu Dâvud, Akdiye 1, (3571, 3572); Tirmizî, Ahkâm 1, (1325).][2]


AÇIKLAMA:

İbnu Salâh'ın açıklamasıyla, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste, kadılık mesleğinin zorluğuna ve mesûliyetinin ağırlığına işaret buyurmaktadır. Kesilmekten murad, mânevîdir. Çünkü kadı, dürüst olursa dünya azabına, dürüst olmazsa ahiret azabına maruzdur ve iki sıkıntı arasındadır." Hattâbî'nin yorumu biraz daha farklı: "Burada bıçakla kesilme mevzubahis edilmemiştir; tâ ki, korkulan şeyden muradın dinî helak olduğu, bedenî helak olmadığı bilinmiş olsun. Bu, hadisin bir veçhidir. Diğer veçhi ise şudur: Bıçakla kesmede kesilen şeye bir rahatlık vardır. Ama boğma, yakma vs. suretlerle öldürme işinde eziyet çok fazladır. Böylece, çok daha müessir bir metodla kadılıktan tahzir
[26.10.2023 23:13] Annem: عَنْ أنس  قال : لَمَّا ثَقُلَ النَّبِيُّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  جَعَلَ يَتَغَشَّاهُ الْكَرْبُ فَقالتْ فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : وَا كَرْبَ أَبتاَه. ُ فَقال : لَيْسَ عَلَى أبيكِ كَرْبٌ بَعْدَ الْيَوْمِ فَلَمَّا مَاتَ قالتْ : يَا أَبَتَاهُ أَجَابَ رَبًّا دَعَاهُ يَا أَبَتَاهُ جَنَّةُ الْفِرْدَوْسِ مَأْوَاه, يَا أَبَتَاهُ إِلَى جِبْرِيلَ نَنْعَاهُ, فَلَمَّا دُفِنَ قالت فَاطِمَةُ رضي اللهُ عَنْهَا : أَطَابَتْ أنفُسُكُمْ أن تَحْثُوا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  اَلتُّرَابَ ؟.

Enes ibn Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in hastalığı ağırlaşıp sıkıntılar kendisini daraltınca Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) : Vah babacığım sıkıntın ne kadar da büyük dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Bu günden sonra baban için artık sıkıntı yoktur.” buyurdu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) vefat edince Hz. Fâtıma: Vah babacığım Allah’ın çağrısına icabet etti… Gideceği yer Firdevs Cenneti olan babacığım… Vah ölüm haberini Cebrâil ile paylaşacağımız babacığım vah… Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) defnedilince Fâtıma (Allah Ondan razı olsun) çevresindekilere şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?

(Buharî, Meğazî 83)
[26.10.2023 23:13] Annem: İslâm, güzel ahlâktır.
Kenzü'l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.
[26.10.2023 23:13] Annem: Tarihte Bugün

•  İlk Sendika ve Grev Yasağı Getirildi 1908
•  I. Balkan Harbi Başladı 1912
•  Aile Haftası 8-14 Ekim

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:13] Annem: Allah'ım! Günahlarımızı, yaptığımız haksızlıkları, saçmalıklarımızı, bilerek ve ciddi olarak yaptıklarımızıbağışla, bunların hepsi bizde mevcuttur. 
Hakim, "De'avat",No:1916)
[26.10.2023 23:13] Annem: Günün Ayeti

“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helal olanlarından yiyin. Bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazabım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş (helak olmuş)tur.”

Taha 81
[26.10.2023 23:14] Annem: Günün Hadisi

“Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olandır. İçinizde ailesine karşı  en hayırlı olan da benim.”

Tirmizî, Menâkıb, 63


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N