SEMA ÖNER

Tarih: 17.05.2024 14:03

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 23:14] Annem: PROF. DR. HALUK DURSUN’DAN GENÇLERE TAVSİYELER

Sevgili Gençler,
Gözümüzün Bebeği, Geleceğimiz Gençler,
Ne olur:
Birincisi: Meraklı insan olun; duyarsız, ilgisiz, heyecansız insan olmayın. Merak etmeye kendinizi alıştırın. Öğrenmenin başı merak etmektir. Başta, tabiatı merak edin. 
İkincisi: Bir merakınız olsun. Güzel sanatlarla ilgili bir merakınız olsun. Şiir yazamasanız bile ezberleyin. Koleksiyoner bir ruha sahip olun. Ayrıca gezmeye, görmeye, öğrenmeye meraklı olun.
Üç: Soru sorma alışkanlığı edinin. Doğru adama, doğru soruyu sorun! 
Dört: Öğrenmeye doymayın. İşi, konuyu sadece ehlinden dinleyin, uzman görüşüne önem verin. Kesin karar vermeden önce şüphe edin.
Beş: Takipçi olun. Konularınızı, işlerinizi takip edin; kendi haline bırakmayın. Hele, kendi işinizi başkasına hiç bırakmayın.
Altı: İşlerinizi önem sırasına göre sıralamayı bilin. 
Yedi: Danışın. Önce aklınıza; sonra gönlünüze; en sonunda da sizi hesapsız, kitapsız, menfaatsiz, gönülden seven büyüklerinize danışın. 
Sekiz: Zamanlama konusunda dikkatli olun. Planlı-programlı, zamanlı çalışmak kadar iyi zamanlama yapmak da çok önemlidir.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:14] Annem: Zebranın diğer özelliği de ayakta uyumasıdır. 
Tıpkı atlar gibi ot, yaprak ve meyvelerle 
beslenir. Afrika’nın büyük bölümü çöl 
iklimine sahiptir ve su oldukça azdır. Peki, 
zebra böyle bir ortamda nasıl temizleniyor? 
Yere yatıp oradan oraya kendini atan bir 
zebra görürseniz bilin ki toz banyosu 
yapıyordur. Böylece parazit ve bakterilerden 
temizlenir.
DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 25
Ağaçsız açık alanlarda yaşar. Tehlike 
anında hızı saatte 60 km’ye ulaşır 
ve ortamdan hızlıca uzaklaşır. 
Düşmanlarından sağa sola hareket 
ederek kaçar. En güçlü savunma 
tekniği ısırmak ve çifte atmaktır.
Zebranın gözleri, yüzünün iki 
yanında bulunur. Bu sebeple görüş 
alanı oldukça geniştir. Kulakları 
da her yöne dönme özelliğiyle 
yaratılmıştır.
[26.10.2023 23:14] Annem: nimet olduğunu ancak susuz-
luktan yanıp kavrulduğumuz-
da fark ederiz.
Sabah kahvaltısıyla başladı-
ğımız güne, öğle ve akşam 
yemekleriyle devam ederiz. 
Bu öğünler arasında da pek 
çok nimetten istifade ederiz. 
Sofralarımızda yer alan çeşit 
çeşit yiyecek ve içecek, fark-
lı farklı aşamalardan geçerek 
ulaşmıştır bizlere. En basitin-
den un, su ve tuz nimetlerinin 
birleşiminden oluşan ekmek, 
sofralarımızın vazgeçilmezidir. 
Ancak, onu sadece açlığımızı 
gideren bir araç olarak görü-
rüz çoğu zaman. Bize nasıl 
ulaştığını, yokluğunda nelerin 
olacağını düşünmeden tüketir, 
tüketemediğimizi de maalesef 
çöpe atarız.
Yeme ve içme dışında günlük 
hayatımızdaki her bir ayrıntının 
bizim için ne derece önemli bir 
nimet olduğunu fark etmeden 
yaşarız çoğu zaman. Giydiği-
miz kıyafetlerden bindiğimiz 
araçlara; bitkilerden ağaçlara; 
yazdan kışa, sıcaktan soğu-
ğa; hatta zararlı olduğunu dü-
şündüğümüz diğer canlılara 
varıncaya kadar binlerce, mil-
yonlarca nimetle iç içe yaşa-
rız hayatta. Kur’an-ı Kerim’de, 
“Allah’ın nimetini saymaya 
kalksanız başa çıkamazsınız. 
Allah gerçekten bağışlayıcıdır, 
merhametlidir.” (Nahl, 16/18.)
buyrulduğu üzere sahip olduk-
larımızı sayma imkânımız dahi 
yoktur.
Peki, bütün bu nimetler kar-
şısında bize düşen nedir? Ön-
celikle bunların asıl sahibinin, 
bütün bu nimetleri bize verenin 
Yüce Allah olduğunu bilmek, 
O’na iman etmektir. Zira gök-
lerin ve yerin yaratılmasından, 
çalışmak için gündüzün, din-
lenmek için gecenin yaratılma-
sına; gökten yağan yağmurla 
yeryüzünde bizler için yetişen 
sayısız nimetlerden (Rum, 30/22-
24.), gemilerin denizde yüzüp 
gitmesine (Şura, 42/32.), tatlı ve 
tuzlu sulardan temin ettiğimiz 
nimetlere (Fatır, 35/12.) varıncaya 
kadar bütün bunların her biri 
Yüce Allah’ın varlığına ve kud-
retine işaret eden delillerdir. 
Hele bir de dünya nimetlerin-
den kat kat üstün olan cennet 
nimetlerini düşündüğümüzde; 
“İyiler elbette nimet içinde-
dirler. Koltuklar üzerinde otu-
rup seyrederler. İlahi lütufların 
sevincini yüzlerinden okursun. 
Onlara mühürlenmiş, mührü 
de misk olan nefis bir içki su-
nulur. Yarışanlar, işte bunlar 
için yarışsınlar.” (Mutaffifin, 83/22-
26.) mealindeki ayetlerde ifade 
edildiği üzere bütün bu nimet-
lerin ne derece değerli olduğu 
ortadadır.
Sahip olduğumuz sayısız ni-
met karşısında bize düşen 
sorumluluk, bu nimetlerin ger-
çek sahibi olan Yüce Allah’a 
şükretmektir. (Nahl, 16/114.) Zira 
sahip olduğumuz bütün ni-
metler O’ndandır. (Nahl, 16/53.) 
Bu şükrü hakkıyla yerine geti-
rebilmek için sadece sözle ifa-
de etmek yeterli olmayacaktır 
elbette. Sözle şükür, şükrün ilk 
basamağıdır. Bunun yanında, 
bizleri yaratan ve bütün bu ni-
metleri bize veren Yüce Allah’a 
ibadet etmek, O’na gereğince 
kulluk edebilmek şükrümüzün 
önemli ifadelerinden olacaktır. 
Paylaşmak, muhtaçları gözet-
mek, onlara infakta bulunmak 
bize verilen nimetlerin bir ge-
reğidir. Aslında ne kadar gay-
ret etsek de Allah’ın nimetleri 
sayılamayacak kadar çok oldu-
ğu için bunların hepsinin şük-
rünü yerine getirmemiz elbet-
te mümkün değildir. Ancak, en 
azından içimizde Allah’a eksik-
siz şükretme arzusu ve niyeti-
ni taşırsak bunu fiilen gerçek-
leştiremesek bile Allah, dışa 
vurduğumuz şükrümüz gibi 
içimizde taşıdığımız bu iyi ni-
yetimizi de bilmektedir, bunun 
da ecrini ihsan edecektir. (DİB 
Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.3 
s.385.) Bütün bunların yanında; 
çalışmak, gayret etmek, meşru 
ve helal yollardan rızık aramak 
da diğer sorumluluklarımız-
dandır. Helal haram dengesini 
kaybetmeden, başkasının hak 
ve hukukuna saygısızlık etme-
den, hep “ben” demeden, im-
kân ve nimetlerin eşit ve den-
geli paylaşımına dikkat ederek 
bireysel ve kamusal hak ve 
imkânların dağıtımında adil ve 
dengeli davranmak da sahip 
olduğumuz imkânlara karşı 
sorumluluklarımız arasındadır. 
Unutmayalım ki bizlere sayı-
sız nimetler veren Rabbimize 
nankörlük etmez ve bu nimet-
lere gereğince şükredebilirsek 
O bizlere olan nimetlerini daha 
da artıracaktır. (İbrahim, 14/7.)
Sahip olduğumuz sayısız 
nimet karşısında bize düşen 
sorumluluk, bu nimetlerin 
gerçek sahibi olan 
Yüce Allah’a 
şükretmektir. 
Aylık Dergi | Eylül 2023
VAHYİN AYDINLIĞINDA
[26.10.2023 23:14] Annem: Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık. - Sâffât - 98. Ayet
[26.10.2023 23:14] Annem: İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: Utanmazsan dilediğini yap! sözüdür. - Buhârî, Eprayü’l-Enbiyâ, 54, Ebu Dâvûd, Edeb, 6
[26.10.2023 23:14] Annem: "Senin adını anarak ölür ve dirilirim (uyur ve uyanırım) Allahım!" - (Buhârî, "De'avât", 7)
[26.10.2023 23:14] Annem: Hz. Peygamber’e ilk iman eden sahabîlerden biriydi İbn Ümmü Mektûm. Doğuştan âmâ idi ya da küçük yaşta kaybetmişti gözlerini. Bir gün müşriklerin ileri gelenlerinden bazı kimselere İslam’ı anlatmakla meşgul olduğu esnada Allah Resûlü’nün yanına gitti. Onun da sorup öğrenmek istedikleri vardı. Ancak konuşmasının bölüneceğinden endişe eden Hz. Peygamber, İbn Ümmü Mektûm’la ilgilenmedi ve ondan yüz çevirdi. Bu olay üzerine İbn Ümmü Mektûm’a karşı tutumundan dolayı Allah Resûlü’nü itab eden (azarlayan) Abese sûresinin ilk on ayeti indirildi. Öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir mizaca sahip olan İbn Ümmü Mektûm, Medine’ye hicret ettikten sonra Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Müslümanlara Kur’an öğretmekle meşgul oldu. Bilâl-i Habeşî ile birlikte Resûlullah’a müezzinlik yaptı. Ayrıca Peygamberimiz çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında birkaç kez onu yerine vekil bıraktı. İbn Ümmü Mektûm hicretin 15. yılında vefat etti. - RESÛLULLAH’IN ÂMÂ MÜEZZİNİ İBN ÜMMÜ MEKTÛM
[26.10.2023 23:14] Annem: "İnfak", malın elden çıkarılması, harç ve sarfedilmesi demektir. Dinî bakımdan farz, vacip, mendub kısımları vardır. Bu "infak" karinesiyle ya "rızık" mala tahsis edilmek veya "infak" mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirmek gerekecektir. Açık olan birincisidir, fakat ikincisi de muhtemeldir. Şu halde âyetin bu kısmı, ilk bakışta zekat ve diğer sadakalar bağışlar, yardımlar ve vakıf gibi, fakirlere, diğer çeşitli hayırlara, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır ki, ilerde "Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir." (Bakara, 2/215) gibi âyetlerle açıklanacaktır. İkincisi ilim öğretme ve diğerleri gibi manevî şeyleri de içermektedir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm'ın binasından biri olan zekat vardır. Ve bunun için birçok tefsirciler burada ilk önce ve bizzat kastedilen şeyin zekat olduğunu açıklamışlardır. Fakat kurtuluşun kendisine tahsis edilmesi bakımından, namazda olduğu gibi burada da farz olan infak kastedilmek gerekirse de, infakın farz oluşu yalnız zekata tahsis edilmediğinden muhakkıkîn-i müfessirîn (araştırmacı tefsirciler) bunu genelleştirme taraflısıdırlar. Ancak bu ortamda zekatın birinci
[26.10.2023 23:14] Annem: Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur.
3) Böyle ihrama girdikten sonra, eğer zevcesi yanında ise, onunla ilişkide bulunmaz, öpmez ve okşamaz. Dikişli elbise giyinmez. Artık hoş kokulu şeyler sürünmez. Saçları kesmez ve kıllarını gidermez, tırnaklarını kesmez. Güvercin ve geyik gibi kara av hayvanlarını avlamaz. Yeşil ağaçları ve otlan kesip koparmaz. Kötü ve çirkin sözler söylemez. Arkadaşları ve başkaları ile çekişmez. Fakat yıkanabilir ve para kesesini (kemerini) beline bağlayabilir.
4) Her namaz kıldıkça ve yolcu kafilelerine her rastladıkça, yokuş çıkınca ve yokuştan inince, yüksek sesle "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur. Mekke'ye varacağı zaman yıkanır veya abdest alır, Mekke'ye girince, hemen mescid-i Haram'a koşar. Beytullah'ı görünce telbiye getirir, "Allahü Ekber" diye tekbir alır, "Lâ İlahe İllallah" diye tehlilde bulunur. Salât ve selâm okuyarak: "Allahümme zid beyteke teşrîfen ve tazimen ve tekrimen ve birren ve mehabeten = Ey Allah'ım! Beyt-i şerifine mahsus teşrifi, tazimi, teklimi, ihsan ve yüceliği artır," diye dua eder
[26.10.2023 23:14] Annem: Fârisî beyt tercemesi:

Perde ardındaki esrârı açmak, uygun değildir,
yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yokdur.

Mukaddes cevherlerin birincisi, Allahü teâlânın izâfî sıfatlarındandır. Bu sıfatlar, vücûb ile imkân arasında geçid gibidir. [(Vücûb), Allahü teâlânın ve sekiz hakîkî sıfatının mertebesidir. (İmkân) da mahlûkların mertebesidir.] İkinci cevher, hakîkî sıfatlardır. İzâfî sıfatlar, kalbe, hakîkî sıfatlar, rûha tecellî eder. Hakîkî sıfatların üstünde bulunan üç cevher, Zât-i ilâhî mertebesindedir. Bu üç mertebenin tecellîlerine, (Tecelliyât-i Zâtiyye) derler. Bundan fazla yazmak fâideli olmaz. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kalem buraya gelince ucu kırıldı.

Allahü teâlâ size ve hidâyete kavuşanlara ve Muhammed Mustafâya “aleyhisselâm” tâbi’ olanlara selâmet versin!

35
OTUZBEŞİNCİ MEKTÛB
[26.10.2023 23:14] Annem: Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı. Biz, Aleyhissalatu vesselam'ın, Allah tarafından muhayyer bırakılan bir kul hakkında verdiği haber sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer, muhayyer bırakılan o kul Aleyhissalatu vesselam'ın kendisi imiş. Meğer bunu en iyi anlayan da aramızda Ebu Bekr imiş.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sohbetiyle olsun malıyla olsun bana en ziyade ikramda bulunan Ebu Bekr'dir. Eğer, ben Rabbimden başkasını halil (dost) tutacak olsaydım, mutlaka Ebu Bekr'i halil edinirdim. (Allah arkadaşınızı kendine halil kıldı). Ancak (aramızda) İslam kardeşliği ve İslam muhabbeti var ((bu) efdaldir).

Mescide açılan (hususi) hiçbir kapı bbırakılmayıp, hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr'in kapısı açık bırakılacak."

Buhari, Fezailu'l-Ashab 3, Menakıbu'l-Ensar 45, Mesacid 80; Müslim, Fezailu's-Sahabe 2, (2382); Tirmizi, Menakıb, (3661).

4352 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında oturuyordum. Derken, Ebu Bekr radıyallahu anh elbisesinin eteğini tutarak çıkageldi. Öyle ki, dizleri açılmış durumdaydı. Aleyhissalatu vesselam (onu bu halde görür görmez):

"Arkadaşınız biriyle çekişmiş olmalı!" buyurdular. Ebu Bekr selam verdi ve:

"(Ey Allah'ın Rasûlü!) Benimle İbnu'l-Hattab arasında bir şey (tatsızlık) oldu. Üzerine yürüdüm, sonra da pişman oldum. Beni affetmesini taleb ettim, kabul etmedi. Bunun üzerine sana geldim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da
[26.10.2023 23:15] Annem: Sehiv Secdesi

Ana Sayfa
Namaz
Sehiv Secdesi
İlgili
Sehiv “yanılma, unutma ve dalgınlık” gibi anlamlara gelir. Buna göre sehiv secdesi, yanılma, unutma veya dalgınlık gibi durumlar yüzünden namazın vaciplerinden birini terk veya tehir etme durumunda, namazın sonunda yapılan secdelere denilir. Sehiv secdeleri sayesinde namazda meydana gelen kusur ıslah edilmiş, eksiklik telafi edilmiş olur. Namaz esnasında pür dikkat olmak ve titiz davranmak esas olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle insanlar namazlarında yanılabilirler. Peygamberimiz bu tür durumlarda, namaz kılan kişinin “Allah’ın huzurunda saygısızlık ettim, kusur işledim” diyerek kendini suçlamasının ve karamsarlığa düşmesinin önüne geçerek onu rahatlatmak, vesveseden kurtarmak ve her yanılmada namazı yeni baştan kılma sıkıntısının önüne geçmek maksadıyla, asli olan bir farzın terkedilmediği durumlarda bir telafi ve düzeltme mekanizması olarak sehiv secdesi uygulamasını öngörmüştür. Bununla birlikte unutmamalı ki, bir kimsenin tedavi imkanı var diye sağlığını koruma konusunda dikkatsizlik göstermesi nasıl uygunsuz bir davranış ise, telafi imkanı var diye de namazda gevşek davranmak da öyle, hatta daha da uygunsuz bir davranıştır.

Hz. Peygamber’in sehiv secdesinin anlamına ve amacına ilişkin olarak söylediği sözlerden ikisi şöyledir:

 


“”Biriniz namazında şüpheye düşerse doğrusunu araştırsın ve namazını kanaatine göre tamamlasın, sonra selam versin ve sehiv secdesi yapsın” (Buhari, “Salat”, 31).

“”Biriniz namazı dört rek‘at mı yoksa üç rek‘at mı kıldığında şüpheye düşerse, şüpheyi atsın ve yakinen bildiğine göre davranıp namazını tamamlasın. Selam vermeden önce iki secde yapsın. Eğer beş kılmış ise bu secdeler namazına şefaatçi olur, eğer namazını tam kılmış ise bu secdeler şeytanın uzaklaştırılmasına vesile olur” (Buhari, “Sehv”, 6-7).

Sehiv secdesini gerektiren bir durum bulununca bu secdenin yapılması Hanefiler’e göre vaciptir. Sehiv secdesi gerektiği halde bunu yapmayan kişi günah işlemiş olur; fakat namazı batıl olmaz. Maliki ve Şafiiler’e göre sehiv secdesi namazın sünnetlerinden bir veya birkaçının terkedilmesi durumunda yapıldığı için, sehiv secdesi yapmak sünnettir. Hanbeliler’e göre ise sehiv secdesi duruma göre bazan vacip, bazan sünnet, bazan da mubah olur. Mesela namazın bir sünnetini terketmekten dolayı sehiv secdesi yapmak mubahtır.

a) Sehiv Secdesinin Yapılış Biçimi

Son oturuşta “Tahiyyat” duası okunup iki yana selam verildikten sonra iki secde daha yapılır ve oturulur. Bu oturuşta Tahiyyat duası, “salavat (Salli ve Barik)” ve “Rabbena atina” duası okunarak, her zamanki gibi önce sağa sonra sola selam verilir. Son oturuşta, sehiv secdesi öncesinde her iki tarafa selam verileceği görüşü, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a aittir. İmam Muhammed’e göre ise, sadece sağ yanına selam verdikten sonra sehiv secdesini yapar. Sonraki Hanefi alimler, imamın sehiv secdesi için iki yanına selam vermesi durumunda cemaatten birinin namazı bozacak bir iş işlemesinin veya namaz bitti zannıyla dağılmalarının mümkün olduğu gerekçesiyle, İmam Muhammed’in görüşünün imam olan kişi için, diğer ikisinin görüşünün ise tek başına namaz kılan için münasip olduğunu belirtmişlerdir. Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre sehiv secdesi selamdan hemen önce yapılır.

Zahir rivayette Şafii ile Hanefi imamlar arasındaki görüş ayrılığının fazilet ve evleviyet bakımından olduğu söylenirken, nevadir kitaplarında bu görüş ayrılığının caizlik (cevaz) noktasında olduğu söylenmektedir. Görüş ayrılığının fazilet noktasında olması durumunda, Hanefi imamlara göre sehiv secdesini selamdan sonra Şafii’ye göre ise selamdan önce yapmak daha uygun ve faziletlidir (evla). Fakat görüş ayrılığının cevaz noktasında olması durumunda ise, Hanefi imamlara göre sehiv
[26.10.2023 23:15] Annem: Aşık Olmak

Ana Sayfa
A
Aşık Olmak
Rüyada Âşık Olduğunu Görmek
Rüyada Sevgili Görmek
Rüyada Tanımadığın Birine Âşık Olmak
Rüyada Sevgili Olmak
Rüyada Öpüşmek
Rüyada Tutkuyla Öpüşmek
Rüyada Bir Kadınla Öpüşmek
Rüyada âşık olmak güzel manalar içerir. Şahsın amaçlarına ulaşmış olmak uğruna çektiği zorluk neticesinde gayesine ulaşmış olacağına ve rüyayı gören kişinin huzura ereceğine ve huzura ereceğine işaret eder. Rüyada birine âşık olduğunu gören şahsın iyi ve güzel işler yapmış olmak istemiş olan halis niyetli, güvenilir ve yüce gönüllü birisi olduğu tabiri yapılır. Şahıs ideallerini gerçeğe dönüştürmek için dikkatli ve doğru adımlar atıyor anlamına gelir.

 


Rüyada Âşık Olduğunu Görmek
Bir erkeğin rüyası esnasında bir bayana, bir bayanın da rüyası esnasında bir erkeğe âşık olduğunu görmüş olması, önem derecesi düşük ve kısa sürmüş olacak bir meselen ortaya çıkacağına fakat rüyayı gören kişiyi derinden etkilemiş olacak bir olay olmayacağına işaret eder. Şayet rüyayı gören kişi rüyada platonik olmak suretiyle birine âşık olduğunu görecek olursa onu üzmüş olacak bir bilgi alacak veya bir olay yaşayacaktır.

Rüyada Sevgili Görmek
Rüyada sevgili görmüş olan kimse kendine faydası dokunacağı ve hayırlı olacağı bir işe girmiş olacak biçiminde yorumlanır.

Rüyada Tanımadığın Birine Âşık Olmak
Rüyası esnasında tanımadığı birine âşık olan şahıs, birine maddi veya manevi olmak suretiyle dayanak olacak ve kuvvet vermiş olacak anlamına gelir.

Rüyada Sevgili Olmak
Rüyada bir kişiyle sevgili olduğunu görmüş olan kimse birisinden fayda görecek veya bir işten çıkar sağlayacaktır.

Rüyada Öpüşmek
Rüyada öpüşmüş olmak şahsın etrafında, yakınları, dostları ve yakınları arasında çok sevilmiş olan birisi olduğu manasına çıkar. Bu şahıs anne ve babası olan kişinin iyi dileklerini alan şahısdır, zira yaptığı güzel ve iyi işler yardımıyla tüm insanların kalbında yer edinmiştir.

Rüyada Tutkuyla Öpüşmek
Bir şahıs rüyası esnasında birini hararetli bir biçimde ve büyük bir tutkuyla öptüğünü görecek olursa bahse konu olan insandan dayanak görecek anlamına gelir.

Rüyada Bir Kadınla Öpüşmek
Rüyası esnasında bir kadınla öpüştüğünü görmüş olan kimse sevgilisiyle yakınlaşacak ve arasındaki bağlantı çok daha kuvvet kazanacak anlamına gelir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:15] Annem: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüb
[26.10.2023 23:15] Annem: Asr-ı Sânî

Ana Sayfa
A
Asr-ı Sânî
İmâm-ı a’zam’a göre ikindi namazının başlama zamânı. İslâm memleketlerinde ikindi ezânları, asr-ı evvele göre okunmaktadır. İkindi namazı, asr-ı sânîde yâni bu ezândan kışın 36, yazın ise 72 dakîka sonra kılınırsa, İmâm-ı a’zâm’a uyulmuş olur. (İbn-i Nüceym)

İlgili
Asr-ı Evvel
9 Eylül 2021
Benzer yazı
İKİNDİ NAMAZI
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Asr-ı Seâdet
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
AZAMET
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
ÂYET
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:15] Annem: meraklı yolcu kendi aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi
[26.10.2023 23:15] Annem: Mukaddeme
Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca’ etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:

Birinci Maksad
Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sâni’i ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden, Sâni’in kasd ve hikmetini
[26.10.2023 23:15] Annem: بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi
[26.10.2023 23:15] Annem: kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî”
[26.10.2023 23:15] Annem: Hem de İslâmiyet güneşinin inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir’de fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.

Evet hakikat-ı İslâmiyet’in mazi kıt’asını tamamen istilasına sekiz dehşetli maniler mümanaat ettiler:

Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler: Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Dördüncü, Beşinci Maniler: Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.

Altıncı, Yedinci Maniler: Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi
[26.10.2023 23:15] Annem: Birinci kısım neticeleri, Sâni’-i Zülcelal’in esmasına bakar. Meselâ: Nasılki bir usta hârika bir makineyi yapsa; onu takdir eden herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de: O makine dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir, ustasını tebriklerle alkışlar.

İkinci kısım hikmetleri ise: Zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalaagâh, birer kitab-ı marifet olur. Manalarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i hâfızalarında ve elvah-ı misaliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücudda bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terkeder, âlem-i gayba çekilir. Demek surî bir vücudu bırakır, manevî ve gaybî ve ilmî çok vücudları kazanır. Evet, madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, i’dam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kâfir münkirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der: “Kimin
[26.10.2023 23:15] Annem: kelimesinde bir icmal ve bir ibham vardır, çünki izafesiz zikredilmiştir. Onun o ibham ve icmali, نَاس kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.

هَا : اَىُّ nün muzafun ileyhine ivaz olmakla beraber, يَا edatıyla çağırılanları tenbih içindir.

نَاس aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir, vasfiyet-i asliyesi mülahazasıyla insanlara bir itaba işarettir. Yani: Ey İnsanlar! Ne için misak-ı ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insanlara bir mazeret yolunu gösteriyor. Yani: Sizin o misakı terketmeniz amden değil, belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir.

اُعْبُدُوا nidaya cevabdır. Mü’min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar nida ile çağırıldıklarından; اُعْبُدُوا emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayı ifade eder.

رَبَّكُمْ : Rab ünvanı اُعْبُدُوا ile teklif edilen ibadete bir illet ve bir sebebe işarettir. Yani: Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima ona muhtaçsınız. Ve terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı veren odur. Onun o nimetlerine şükür lâzımdır. Şükür ise ancak ibadettir.

اَلَّذِى خَلَقَكُمْ : اَلَّذِى Esma-i mübhemeden olduğu için, merci’ ve medlûlü ancak sıla denilen dâhil olduğu cümle ile malûm olur. Meselâ: اَلَّذِى جَاءَكَ denildiği zaman, gelen adamın yalnız sana gelmekle malûmiyeti var, başka cihetten malûmiyeti yoktur. Binaenaleyh burada رَبّ kelimesinin اَلَّذِى ile vasıflandırılması Cenab-ı Hakk’ın marifeti, hakikatıyla olmayıp ancak ef’al ve âsârıyla olduğuna işarettir.

İcad, inşa veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade eden “halk” tabiri, insanlardaki istidadın sedad ve istikametçe ibadete elverişli olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakk’ın kereminden olduğuna işarettir.

وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ : Merci’ ve medlûlünün adem-i malûmiyetine delalet eden اَلَّذِينَ , evvelki insanların ölüm ile mahvolup gittiklerine ve onların ahvalini bildirecek bir bilgi olmadığına ve yalnız sizin gibi bir kısım
[26.10.2023 23:15] Annem: Üçüncü Basamak:
Semanın sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı ve vüs’at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi muti’dirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir. Evet zeminde ezdad içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış, içlerinde münakaşat başlamış; o sebebden ihtilafat ve ızdırabat düşmüş ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiş ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çıkmış. Şu hakikatın hikmeti şudur ki:

Beşer, şecere-i hilkatin en son cüz’ü olan meyvesidir. Malûmdur ki, bir şeyin semeresi en uzak, en cem’iyetli, en nazik, en ehemmiyetli cüz’üdür. İşte bunun için semere-i âlem olan insan en câmi’, en bedî’, en âciz, en zaîf ve en latif bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşiği ve meskeni olan zemin, âsumana nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber manen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizat-ı san’atın meşheri, sergisi ve bütün tecelliyat-ı esmasının mazharı, nokta-i mihrakıyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbaniyenin mahşeri ve ma’kesi ve hadsiz Hallakıyet-i İlahiyenin, hususan nebatat ve hayvanatın kesretli enva’-ı sagiresinde, cevvadane icadın medar ve çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin sür’atle işleyen tezgâhı ve menazır-ı sermediyenin sür’atle değişen taklidgâhı ve besatîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. İşte arzın 33(Haşiye) bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki, Kur’an-ı Hakîm, semavata nisbeten, büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semavata denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor. Mükerreren رَبُّ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ der. Hem arzın şu mezkûr hikmetlerden neş’et eden sür’atli tahavvülü ve devamlı tegayyürü iktiza eder ki; sekenesi de ona göre mazhar-ı tahavvülat olsun. Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıd
[26.10.2023 23:15] Annem: İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiya
[26.10.2023 23:15] Annem: olan içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca, kıymetli addedilerek efkârı celbeden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi.

Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za’fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesailini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.

Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbi’dir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzât saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzât saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki dünya âhirete vesiledir.

Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona mübtela olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler sû’-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibahe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer’iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam sû’-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde yaptığı tasarrufatta mazur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır.

Bu gibi içtihadlar ile Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduddur.

Meselâ: Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhâssa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlahiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.

Sual: Avam-ı nâs Arabîden haberdar değildir, fehmedemez?

Cevab: Avam-ı
[26.10.2023 23:15] Annem: Üçüncüsü: Herbir mes’ele büyük ve uzun bir hakikat olması sebebiyle, hakikatı parçalamamak için bazan bir sahife veya bir yaprak bir tek cümle olur. Bir tek delil hükmünde çok mukaddemat bulunur.

Dördüncüsü: Ekser mes’elelerinin her birisinin pek çok delilleri ve hüccetleri bulunduğundan; bazan on, bazan yirmi delili bir tek bürhan yapmak cihetiyle mes’ele uzunlaşır; kısa fehimler kavramaz.

Beşincisi: Ben Ramazanın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsvedde ile iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.

Medar-ı kusur ve işkal olan bu beş sebeble beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) keramat-ı
[26.10.2023 23:15] Annem: Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu sîmayı veren ve o sîmada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’eden zât seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiçbir cihetle şübhe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zahir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ!..

Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi’rac var. O mi’rac ise “Bismillahirrahmanirrahîm”dir. Ve bu mi’rac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın yüzondört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitabların ibtidalarına ve umum mübarek işlerin mebde’lerine bak. Ve Besmelenin azamet-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki: İmam-ı Şafiî (R.A.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: “Besmele tek bir âyet olduğu halde Kur’anda yüzondört defa nâzil olmuştur
[26.10.2023 23:15] Annem: mübareklerinizi bûs edip, her ân u zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan enva’-ı iltifatı şamil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe-l Üstad-ül Muhterem” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bil’umum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-ı müstemialarını mest ü hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznüma kerametlerini, ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (A.S.M.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatın diğer bir marifeti olan:

Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim

Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim. 12(Haşiye)

Şu iki mısra’-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arzedeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünki enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den) daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardeşlikte takib ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh.. muhtelif beldelerden seçilip, her sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.

Sabri

* * *

(Sabri’nin fıkrasıdır)
Lütufkâr ve inayetkâr Üstadım Efendim Hazretleri!

Ramazan-ı Şerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenahî hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeşşir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulunduğu ve nazirsiz eser-i pür-nuru, o gece kemal-i fahr u sürurla yazdım. Ve aslını yine Nis’li Hâfız Mahmud Efendi’ye teslim ettim, Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiğim risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattımın tevafukunu tashih ve Ali Efendi’ye ait bir mektub yazdım. Tam imza edeceğim esnada, İslâmköyü’nden bu vazifeye manen memur bir adam geldi, Ali Efendi’ye gönderdim. Ve şu ümidin fevkinde âni olarak gelen vasıta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduğuna şübhe kalmadı.

Üstad-ı Azizim! Bazan Nurları düşünüp, hakikaten pek çok hakaik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyordum. Yalnız şu şehr-i rahmet ve mağfiretin ibadatından olan sıyama ait bir mevzu açılmadı�
[26.10.2023 23:15] Annem: Bir Ayet:
Ey iman edenler! Allah ve resulünün önüne geçmeyin, Allah'a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.
(Hucurât, 49/1)

Bir Hadis:
Allah'a sığınan kimseyi koruyup himaye ediniz. Allah için isteyene veriniz. Sizi davet edenin davetine icabet ediniz.
(Ebû Dâvud, "Zekât", 37)

Bir Dua:
Ey Allah'ım! Güzellikleri Senden başkası veremez. Kötülükleri de Senden başkası önleyemez. Binaenaleyh (kötülüğü önlemek için gerekli olan) güç de (güzelliği elde etmek için gerekli olan) kuvvet de ancak Senindir.
(Ebû Dâvud, "Tıb", 24)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:15] Annem: • Hadis Âlimi Tirmizî’nin (rah.) Vefatı (892)
'Haram sebeplerle elde edilen her şey de haramdır.' İmâm-ı Rabbânî [kuddise sırruhû

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:15] Annem: MAKALE..........   FAHRETTİN PAŞA

I. Dünya Harbi’nin sonuna doğru, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandı. Dünya yüzünden Türklüğü silmeye niyetli bâzı Batı devletleri el ele verip; güzel vatanımıza saldırdılar. Devletteki idare zaaflarına, yokluklar da eklenince, yenilgi kaçınılmaz oldu. Türk ordusu Galiçya’dan, Aden’e kadar 7 cephede savaşıyordu.

Bu cephelerden üçündeki komutanlar; “Biz böyle bir mütarekeyi duymadık. Emir de almadık ve tanımıyoruz.” diye, savaşmaya devam ettiler. Bunlar Güney Yemen-Lahiç bölgesi Komutanı Ali Sâit Paşa, Asir bölgesi Komutanı ve Medine-i Münevvere’deki Hicaz Bölgesi Kuvve-i Seferiye Komutanı Fahrettin Türkkan Paşa.

Mondros Mütarekesini bu komutanlara İttihatçılar, İngiliz gemileri telsizleri ile tebliğ etmeye çalıştı. Fakat onlar ağız birliği etmişçesine; “Bize Mektebi Harbiye’de harp etme sanatı öğretildi. Vatan nasıl teslim edilir, satılır öğretilmedi.” diyerek 23 Ocak 1919’a kadar; yani mütarekeden sonra 85 gün daha savaşa devam ettiler. İşte bu 85 gün bilhassa, Medine-i Münevvere’deki Fahrettin Paşanın adı, Hindistan’dan ta Fas’ın Okyanus sâhillerine, bütün Balkanlara, Orta Asya’ya kadar bütün İslâm âleminde dilden dile dolaşmaya başladı. Paşamız bir rüyâ kahramanı idi. Ve işte o zamanlarda doğan çocuklarına binlerce insan, Fahrettin adını koydu... 

Fahrettin Paşa İngiliz esaretinde, bir müddet Mısır’da tutuldu. Yanına iki tane İngiliz yüzbaşısı güya yaver olarak verildi. Paşa tutulduğu kışladan zaman zaman şehre çıkabilirdi. Yani kontrollü serbest. Paşa şehre çıktığında, Kahire trafiği onu görmek isteyenlerden, alt-üst oluyordu. Yüzbinler alkış tutuyordu. İngilizler üniforma ile çıkmamasını rica ettiler. Paşa da; “Harbiyeden mezun olduktan sonra 40 sene sırtıma sivil elbise giymedim. Nasıl giyilir bilmem.” dedi. İngilizleri esarette de protesto ederek, bir daha sokağa çıkmadı... 

 İsmail Yağcı

 


09.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:15] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız. (Nisâ, 4/31)
Kulum bir kötülük işlemeyi aklından geçirdiğinde kaydını tutmayın. Kötülüğü işlerse bir günah yazın. Ancak bir iyilik geçiverirse gönlün- den, derhâl bir sevap olarak kaydedin… (Müslim, Îmân, 203) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
HAFAZA VE KİRAMEN KÂTİBİN MELEKLERİ
“Değerli yazıcılar” anlamına gelen Kiramen Kâtibin, insanların söz ve davranışlarını kayıt altına almakla görevli meleklerdir. Bu melekler için, insanların davranışlarını gözetleyip kaydedenler anlamında hafaza melekleri de denilmiştir. Melekler tarafından yazılanlar, kıyamet günü amel defterleri olarak karşımıza çıkar. Bunlar, insanın işlediği küçük büyük her şeyi barındırmaktadır. İnsanın sağında bulunan melek, kişinin iyilik ve güzelliklerini kaydederken, sol tarafında bulunan melek ise kişinin kötülük ve günahlarını yazar. Eğer bir kimsenin iyilik ve güzellikleri ağır basarsa amel defteri sağından verilir ve cennete gider. Yüce Allah insanın davranışlarını kayıt altına almak için kiramen katibin meleklerini görevlendirmiş olsa da bu durum O’nun olanlardan haberdar olmaması anlamına gelmez. Allah insanın sadece işlediği değil; aynı zamanda içinden geçen ve ona vesvese veren şeyleri de bilir. Başıboş yaratılmayan insan, her an Allah’ın gözetimi altındadır.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:15] Annem: Nasıl Ulaştın?

Salihlerden biri anlatıyor:

Bir defasında tavaf esnasında salihlerden Semnûn Mecnun’u [rahmetullahi aleyh] gördüm. Sallanarak yürüyordu. Elinden tuttum ve kendisine,

– Yâ şeyh! Allah katındaki bu dereceye ulaşmayı nasıl başardın, seni o mertebeye ne ulaştırdı? Bana söyler misin, diye sordum.

Semûn bu sözlerimi duyunca bir an kendinden geçti. Kendine gelince bana şöyle dedi:

– Ey kardeş, şu dört özelliği kendime şiar edindim, bunları özenle yerine getirdim:

İçimde diri olan şeyi öldürdüm. O şey nefsin isteğidir. Ölü olan şeyi de canlandırdım. O ölü olan da kalptir.

Bana gaip olan, göremediğim şey için hazırlık yaptım. O ahiretteki kısmetimdir. Yanımda hazır olan şeyleri de yok ettim, Allah yolunda harcadım. O da dünyadaki nasibimdir.

Yanımda fâni olanı bâki, kalıcı kıldım. O, takvadır. Yanımda kalıcı olanı ise fânileştirdim, yok ettim. O da nefsin istek ve arzularıdır.

İnsanların uzak durduğu Mevlâ’nın emirlerine yakın durdum, onları yapmaya gayret ettim. İnsanların yakın durup beğendikleri şeyleri de terkettim.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:15] Annem: “Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer, Allah’a ortak koşarak ölen de cehennemi boylar”
(Müslim, İman 151)
[26.10.2023 23:15] Annem: AHİLİK ve AHİ EVRAN
XIII. yüzyılda Anadolu’da görülmeye başlayan ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynayan sosyal ve dinî bir teşkilâttır. İslamî-tasavvufî düşünceye dayanan ve fütüvve- ti (gençlik, kahramanlık, cömertlik) ilke edinen Ahilik, tekke ve zaviyelerde şeyh-mürid, iş yerlerinde usta, kalfa ve çırak ilişkilerini ve dolayısıyla iktisadî hayatı düzenleyen bir kurum olmuştur.
Orta Asya’dan Anadolu'ya gelen mutasavvıflardan ve asıl adı Şeyh Nasîrüddin Mahmûd olan Ahî Evran (öl.1262) bu teşkila- tın Anadolu'daki kurucularındandır. Ahi Evran, Anadolu’da debbâğ (dericilik) esnafının pîri olarak kabul edilmektedir. O, Ahilikte “reis” olmayı ifade eden “Ahi Baba” unvanını almıştır.

DİNÎ KAVRAMLAR
EŞHURU’L-HURUM
Haram ayları manasına gelen bu terkip, kamerî ay- lardan Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce, Muharrem ve Recep ayla- rını ifade etmek için kulla- nılmaktadır. Cahiliye döne- minde de hürmet edilen bu aylar, muhterem kabul edil- miş ve bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır. (Bkz. Tevbe, 9/36). Ancak, düşman tara- fından taarruz edilmesi ha- linde, müdafaa mahiyetinde savaşa müsaade edilmiştir.

ÖZLÜ SÖZ
Ey yolcu, aklını başına al.
Vakit geçti, ömür güneşi batmaya yaklaştı. (Mevlâna)
[26.10.2023 23:15] Annem:  (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem ki siz onlardan ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın."
el-KEHF Sûresi 16.Ayet
[26.10.2023 23:15] Annem: Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler. [Enam Sûresi.38]
[26.10.2023 23:15] Annem: Secde
Secde sözlükte "itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak,
yüzü yere sürmek" anlamına gelir. Namazın her rek‘atında belirli
uzuvları yere veya yere bitişik bir mahalle koyarak iki defa yere kapanmak
namazın rükünlerindendir. Hz. Peygamber'in uygulamasına en uygun secde
yüz, eller, dizler ve ayak parmaklarının üzerine olmak üzere yedi uzuv üzerinde
yapılanıdır. Bununla birlikte bunlardan bir kısmı ile yetinildiğinde secdenin
geçerli olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında farklılıklar
vardır. Hanefî mezhebinde farz olan, alnın ve ayakların hiç değilse bir ayağın
yere dayanmasıdır. Burnun konması vâcip, ellerin ve dizlerin konması
ise sünnettir. Tercih edilen görüşe göre, bir ayağın sadece bir parmağını
veya sadece üstünü yere koymak yeterli değildir. Yine bir mazeret (özür)
yokken alnı yere değdirmeden sadece burun üzerine secde yeterli olmaz.
Hanefîler'den Züfer ile Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yedi uzvun (eller,
ayaklar, dizler ve yüz) her birinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır.
Şâfiîler'e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi
gerekir. Mâlikî mezhebinde farz olan, secdenin alnın bir kısmı üzerinde
yapılmasıdır. Özür sebebiyle bunu yapamayan ima ile secde eder. Sadece
burnun üzerine secde edilmesi yeterli değildir.
Secdede ve iki secde arasında bir miktar beklemek (tume'nîne), rükûdaki
tume'nînenin hükmüyle aynıdır. ...Daha az
[26.10.2023 23:15] Annem: Bir dil ve iki dudak ,  (BELED/9)
[26.10.2023 23:15] Annem: İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalâletten çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü hesabtan korur."
[26.10.2023 23:15] Annem: İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! [Bakara Sûresi.165]
[26.10.2023 23:16] Annem: "Ey Rabbimiz, bize ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (Haşr 59/10)
[26.10.2023 23:16] Annem: Ayakkabım yok diye üzülüyordum, yolda karşımdan gelen ayaksız bir adam gördüm.[Mevlâna]
[26.10.2023 23:16] Annem: Bâb-ı Cibrîl

Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip çıkmayı âdet edindikleri için Bâb-ün-Nebî de denilmiştir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Kureyzâ yahûdîleri üzerine sefer düzenlendiği zaman, Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize yardım için geldiğinde Bâb-ı Cibrîl önünde beklemişti. (Eyyûb Sabri Paşa)
[26.10.2023 23:16] Annem: Berksu

T. Kaynağı kurumayan soğuk su.

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:16] Annem: Namazların sonunda tesbihat nasıl yapılır? Cemaat halinde tesbihat yapmanın hükmü nedir? Tesbihat yapmadan camiden çıkmak caiz midir?

Namazlardan sonra yapılan tesbihat ve dualar, namaza dahil olmasa da makbul ibadetler arasında yer aldığından müstehaptır. Zira namazlardan sonra dua ve tesbihat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) tarafından tavsiye edilmiş ve bizzat yapılmıştır. Nitekim Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse her namazın sonunda Allah’a otuz üç defa sübhanAllah der, otuz üç defa elhamdülillah der, otuz üç defa da ‘Allah’u ekber’ derse bunların toplamı doksan dokuz eder. Yüze tamamlarken de, ‘Allah’dan başka hiç bir ilah yoktur. Yalnız o vardır. Şeriki de yoktur. Mülk onundur; Hamd da ona mahsustur; O her şey’e kadirdir” derse, günahları denizin köpüğü kadar bile olsa affolunur” (Müslim, Mesacid, 27, H. No: 1380).

Tesbihat konusunda Müslümanlara özel tavsiyelerde bulunan Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bizzat kendisi de, namazlardan sonra üç kere Allah’a istiğfar eder ve şöyle dua ederdi; اللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلاَمُ وَمِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ ذَا الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ / “Allah’ım, selam sensin; selamet de ancak sendendir. Mübareksin. Ey Celal ve İkram sahibi! “

Velid, Evzai’ye bu istiğfar nasıl olacak, diye sorduğunda; ‘Estağfirullah, estağfirullah’ cevabını almıştır (Müslim, Mesacid, 27, H. No: 1362).

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabı farz namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih ve tahmid gibi zikirleri yüksek sesle okumuşlardır. Nitekim İbn Abbas (r.a.); insanların Peygamber (s.a.s.)’in zamanında farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber vermiş, “Ben bu sesi işitir işitmez, insanların namazı bitirdiklerini anlardım” demiştir. İbn Abbas bir başka rivayette de “Ben Peygamber (s.a.s.)’in namazı bitirdiğini tekbir getirilmesinden anlardım” demiştir (Buhari, Ezan, 155).

Sonuç olarak namazdan sonra tesbihat yapılması müstehaptır. Bu tesbihat, münferit olarak yapılabileceği gibi, cemaat halinde de yapılabilir. Ancak tesbihatın cemaatle yapılması, öteden beri yaygınlık kazanmıştır. Ancak namaz kılındıktan sonra tesbihat yapmadan camiden çıkmanın caiz olmadığı söylenemez.
[26.10.2023 23:17] Annem: ∙∙∙ 109 ∙∙∙
BİBLİYOGRAFYA
Aclûnî, Ebü’l-Fidâ İsmâîl b. Muhammed, Keşfü’l-hafâ ve müzî-
lü’l-ilbâs amme’ştehere mine’l-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs, Ka-
hire 1351.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut, ts.
Aydın, Mehmet S., Din Felsefesi, İzmir 1999.
Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdülkāhir b. Tâhir, el-Fark beyne’l-fı-
rak (nşr. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), Beyrut 
1995.
______ Usûlü’d-dîn, Beyrut 1981.
Bâkıllânî, Ebû Bekir Muhammed b. Tayyib, Kitâbü Temhîdi’l-
evâil (nşr. İmâdüddîn Ahmed Haydar), Beyrut 1993.
Beyâzîzâde Ahmed Efendi, el-Usûlü’l-münîfe li’l-İmâm Ebî 
Hanîfe (Türkçe tercümesiyle birlikte nşr. İlyas Çelebi), 
İstanbul 1996.
Beyhakī, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, el-Esmâ’ ve’s-sıfât (nşr. 
Abdullâh b. Muhammed el-Hâşidî), Cidde, ts.
ALLAHA İMAN.indd 109 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:17] Annem: 37 
Vakit İyilik VaktiBu Ramazan ve Her Zaman (I) 
sonra bu iyilik medeniyetinin ilkeleriyle nurlanarak Medine-i 
Münevvere olan bu şehirde iyilik ve yardımlaşma adına des-
tanlar yazılıyor, Mekke’den gelenler muhacir ismiyle, gelenleri 
Medine’de karşılayanlar ise ensar ismiyle ölümsüzleşiyorlar.
Medine’de tarih artık baştan yazılıyor. Tarihe altın harflerle 
yazılası “ensar” isminin sahipleri muhacir kardeşlerine evlerini 
açıyorlar, ekmeklerini ikiye bölüp kardeşlerine ikram ediyor-
lar, tarlalarının yarısını ekmesi için onlara veriyorlar vs. vs., 
iyilik adına ne varsa hepsinin en zirve örneklerini gösteriyor-
lar. Hani Rabbimizin “ve’s-sâbikûne’s-sâbikûn, ülâike’l-mukar-
rabûn (O hayırda önde olanlar ecirde de öndedirler ve onlar en 
çok yaklaştırılmış olanlardır.”32 sözüyle işaret ettiği kimseler var 
ya, işte taşıdıkları ensar ünvanı onların bu şekilde anılmalarını 
sağlıyor.
Sonra iyilik hareketi Medine’yle sınırlı kalmıyor, nerede bir 
mazlum var, çaresiz var, Müslümanlar oraya koştular. Uzak 
demediler, çöl sıcağı-soğuğu demediler koştular. Rengine, ır-
kına, diline ve hatta dinlerine bile bakmadan koştular. Öyle ki 
zulüm altında olan bazı gayrimüslim toplulukları zulümden 
kurtarmak için koştular. Gayrimüslim dahi olsa vatanından 
sürülenlere kucak açtılar. 1492 yılında Endülüs’ün Haçlılar 
tarafından işgalinden sonra orada yaşayan yahudiler ancak 
kaçarak canlarını kurtarabilmiş ve Osmanlı Devleti’ne sığın-
mışlardı. Osmanlı Devleti onlara sahip çıktı ve o tarihten iti-
baren aramızda huzurlu bir hayat sürdürmektedirler. Geçen 
500 yılın hatırasına İstanbul’da yaşayan Musevilerin 1992’de 
kurdukları 500. Yıl Vakfı bu gerçeği ortaya koymaktadır. 
Ecdadımız, zalimlerin karşısında hep dik durdular. İslam 
şairi Mehmet Akif Ersoy iyilik medeniyetinin mensuplarının 
bu ruhunu şöyle mısralara döküyor: 
32 Vakıa, 56/10, 11
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 37 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:17] Annem: Müslim'in bir rivayetinde "Müşteri satın aldığı, sütü bekletilmiş sağmal hayvan hakkında üç gün muhayyerdir. İade edecek olursa beraberinde bir sa' miktarında yiyecek verir, buğday değil" denmektedir. (Müslim'in bir başka rivayetinde: "...bir sa' kuru hurma verir, buğday değil" denir. Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde: "Deve ve koyunun sütü (satış sırasında) memede bekletilmez" buyurular.) 
Kaynak: Müslim, Büyu, 25
Rivayet:
[26.10.2023 23:17] Annem: Ravi: Esma Bintu Yezid (ra)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır: Bu üç yere gelince: 1) Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı, 2) Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir. 3) İki Müslümanın arasında sulhu sağlamak kasdiyla söylenen yalan."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Birr 26, (1940)

Hadisin Açıklaması:
Yalan dinimizde her çeşit kötülük ve şerrin başı ve kaynağı kabul edilerek şiddetle reddedilmiş olmasına rağmen bazı hallerde meşru kabul edilmiştir. Bizzat Resulullah bu halleri  tâdad eder. Muhtelif tariklerden gelen rivayetler bu hususlarıbelirtir. Nevevî, Müslim Şerhi'nde  şu nakilleri kaydeder: "Bu üç halde yalanın cevazında ihtilaf yoktur. Ancak buralardaki mübah olan yalandan murad nedir? Bunda ihtilaf edilmiştir. Bir kısım ulema: "Bu hadisin ıtlakı üzeredir" diyerek, bu üç durumda, maslahat için olmayacak şeyin söylenmesini caiz görür ve "Mazmum olan yalan, zarar getiren yalandır" derler. Bu görüşlerine Hz. İbrahim aleyhisselam'ın ayette gelen şu sözleriyle delil getirirler: "Bunu yapsa yapsa şu büyükleri yapmıştır..." (Enbiya 63),  "Ben hastayım (dedi)" (Saffat 89)[2]"

Yine Hz. İbrahim'in Mısır'a vardığı zaman, zevcesi Hz. Sare için "O, kızkardeşimdir" demesi de başka bir örnektir. Bu meyanda zikredilen bir başka Kur'anî örnek, Yusuf aleyhisselam'ın münadisinin sözüdür: "Ey kervan sahipleri sizler hırsızsınız!" (Yusuf 70). Bu misalleri veren alimler derler ki: "Şurası muhakkak ki bir zalim, bir adamı öldürmek istese, o da bir şahsın yanında saklanmış olsa, mezkur şahsa, onun nerede olduğunu bilmediği  hususunda yemin etmek vacib olur."

Diğer bir grup alim -ki Taberî de bunlar arasında yer alır- de şöyle der: "Hayır, hiçbir şeyde yalan caiz olmaz. Bu sadedde mübaha delalet zımnında gelen örneklerde asıl murad olan, tevriye ve meariz'in (kapalı, birkaç manaya gelen kelimelerin) kullanılmasıdır, sarih yalan  değildir. Mesela erkeğin hanımına ihsanda bulunacağını, falan kumaştan alacağını vaadetmesi ve bu sırada "Allah takdir ederse" diye niyetlenmesi gibi. Hasılı bu ruhsat, kişinin birkaç manaya muhtemel bir kelam söyleyerek, muhatabın kendi hoşuna giden manada anlamasına imkan tanımayadır. Arayı düzeltmeye çalışıyorsa, birinden diğerine güzel sözler nakleder ve tevriyede bulunur. Savaştaki yalan da  böyle. Sözgelimi, düşmanına "imamınız öldü" der, ama bunu derken, geçmişte ölmüş bulunan imamlarını kasteder veya: "Yarın bize imdad, yiyecek.. vs. gelecek" der. Bütün bunlar, mübah olan meariza örnektir ve herbiri de caizdir. Bunlar Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf'un kıssalarını ve bu sadedde gelenleri meariza te'vil ettiler.

Kocanın kadına, kadının kocaya yalanı  bir sevgi izharıyla, mutlaka olması gerekmeyen bir hususta vaadde bulunmakla  ilgilidir. Yoksa kadın veya erkek üzerindeki bir hakkı ortadan kaldıracak ve berikinin veya ötekinin olmayan bir hakkı gasbettirecek bir aldatma, bütün Müslümanların icmaı ile haramdır."
[26.10.2023 23:17] Annem: 29- Erkeklerin Arkasında Namaz Kılan Kadınlara Erkeklerden Önce Başlarını Secdeden Kaldırmamalarını Emir Bâbı

1015- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Veki’, Süfyan'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivâyet etti. Sehl Şöyle dedi:

«Vallahi ben bazı kimseleri elbiselerinin darlığından dolayı çocuklar gibi boyunlarına asınış oldukları halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in arkasında (Namaz kılarken) gördüm. Bir sözcü (kadınlara hitaben):

Ey kadınlar cemâati! Erkeklerden önce başlarınızı (secdeden kaldırmayın) dedi.»

Erkeklerin elbiselerini çocuklar gibi boyunlarına asınaları hadîste de beyân olunduğu vecihle elbiselerin darlığındandır. Bu hâl islâmiyetin ilk devirlerinde müsl umanların pek ziyâde sıkıntı ve zaruret içinde bulundukları zamanlar vâki olmuştur. Ashabı kirâmın bu şekil hareketleri, elbiseleri açılarak avret mahalleri görülmesin, diyedir. Kadınlara da erkeklerden evvel başlarını secdeden kaldırmamaları bundan dolayı emredilmiştir.

Hadîsi şerîfde zikri geçen sözcüden murâd: Hafız İbn Hacer Askalânî'nin tahminine göre Hazret-i Bilâl Habeşî'dir,

 

 
[26.10.2023 23:17] Annem: KADİR GECESİNİ DEĞERLENDİRMEK

"Şüphesiz biz o Kur'an'ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh Rabbinin emriyle herbir iş için veya herbir kişi için inerler de inerler. O gece tan yeri ağarıncaya kadar selam(rahmet iner) ve esenliktir." (97 Kadir, 1-5)

"Biz o Kur'an'ı mübarek bir gecede indirdik, zaten biz insanlığı her zaman uyarmaktayız." (44 Duhan, 3)

1190: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Kim inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendirirse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhari, İman, 24; Müslim, Müsafirin, 173)

1191: Abdullah ibn Ömer (Allah Onlardan razı olsun)'den nakledildiğine göre sahabilerden bir kısmı Kadir gecesinin Ramazanın son yedi gecesinde olduğunu rüyalarında görmüşler ve bu durumu Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)'a aktardıklarında Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: "Rüyalarınızın Ramazanın son yedi gecesinde birleştiğini görüyorum. O halde o geceyi arayanlar Ramazanın son yedi gecesinde arasınlar." (Buhari, Leyletu'l-Kadr, 2; Müslim, Sıyam, 205)

1192: Aişe (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ramazanın son on gününde camiye kapanır(itikaf), kendisini ibadete verir ve şöyle buyururdu: "Kadir gecesini Ramazanın son on günü içinde arayınız." (Buhari, Leyletü'l-Kadr, 3; Müslim, Sıyam, 219)

1193: Yine Aişe (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Kadir gecesini Ramazanın son on günündeki tek gecelerde(yani ramazanın 21,23,25,27,29 gecelerinde) arayınız." (Buhari, Leyletu'l-Kadr, 3)

1194: Yine Aişe (Allah Ondan razı olsun)'den nakledildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ramazanın son on günü girince bütün geceleri ibadetle geçirir, ev halkını da uyandırır, ciddiyetle ibadete dalar ve hanımlarıyla ilişkiyi keser, onlara yaklaşmazdı.

1195: Yine Aişe (Allah Ondan razı olsun)'den nakledildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ramazanda diğer aylardan daha fazla kulluk yapmaya çalışırdı. Ramazanın son on gününde de Ramazanın diğer günlerindeki ibadetten fazla ibadet ederdi. (Müslim, İtikaf, 8)

1196: Yine Aişe (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir:

"Ey Allah'ın Rasulü, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam o gece ne diyeyim?" diye sordum.

"Allahım sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet" diye dua et buyurdular. (Tirmizi, Deavat, 84)
[26.10.2023 23:17] Annem: Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Biz hanımlar cenazeye iştirak etmekten men edildik. Fakat cenâze teşyii bize kesin olarak haram kılınmadı.

Buhârî, Cenâiz 29, İ’tisam 27; Müslim, Cenâiz 34-35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 40; İbni Mâce, Cenâiz 50
[26.10.2023 23:17] Annem: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nail olasınız.”

A’râf, 7/ 204

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:17] Annem: Zeyd İbnu Erkam ve el-Berd İbnu Azib (ra)'e sarftan (yani altınla gümüşü cinsi cinsine satmaktan) sordum, ikisi de şu cevabı verdi: "Resulullah (sav) altının gümüş mukabilinde veresiye satılmasını yasakladı."

Buhari, Büyu 80, 8, Şirket 10, Menakıbu'l-Ensar 50; Müslim, Müsakat 87, (1589); Nesai, Büyu 49, (7, 280)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:17] Annem: Dünyanın ve İnsanlığın Durumu
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Kâinatın Efendisine risâlet vazifesi verilmeden önce, insanlığın ve dünyanın mânevî çehresini tanımak ve bilmekte fayda vardır. Ancak o zaman Re­sû­lul­lah’ın insanlığı nasıl dinî, ruhî, fikrî, içtimaî ve siyasî bir karanlık ve sapıklık içinden kısa zamanda çekip çıkardığını anlayabiliriz!

Milâdî altıncı asır sonları...

Bu zaman, insanlık âleminin üzerine küfür, dalâlet ve ahlâksızlık kâbusu­nun olanca kesafetiyle çöktüğü ve onu boğmaya var gücüyle çalıştığı bir asır­dır. O gün için dünya üzerinde göze çarpan mühim devletler şunlardır:

Bizans, İran, Mısır, Hindistan, İskenderiye, Mezopotamya, Çin v.s…

Bütün bu devletlerde;
Doğru Bir İnanç Sistemi Mevcut Değildi

İnançsızlığın veya yanlış inancın ruh ve vicdan ızdırabı içinde kıvranan zamanın insanları, adeta çılgına dönmüşler, ne yaptıklarını bilmeyen azgınlar durumuna gelmişlerdi.

Kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah’a iman ve ibadet yerine, kâinatta cereyan eden hadiselere ve Yüce Kudret’in eseri olan eş­yaya tapılmakta idi. Yıldızlara, ateşe, kupkuru ve ruhsuz taş ve tahtalara zavallı insanlık “İlâh!” diye secde ediyordu.

Ruh ve vicdanlar, tek Allah’a imandan mahrum karanlıklara gömülü bu­lunduklarından “Her şey, İlâhî Kudret’in eseridir” denilmiyor ve dolayısıyla dev­rin insanları tarafından kâinat manasız, abes ve gayesiz mütalâa edili­yor­du! İman, irfan ve basîretten mahrum bu zavallılar, bir harfin, bir kelime­nin, bir kitabın müellifsiz vücud bulmayacağını biliyorlardı da, içinde bin bir türlü esrar ve hikmeti muhafaza eden Kâinat Kitabını sahipsiz ve manasız ka­bul edecek kadar düşünceden mahrum bir perişanlık içinde kıvranıp duru­yorlardı.

Bu içler acısı vaziyetiyle bütün dünyanın, tevhid inancını, Allah’ın varlık ve birliğine inanmayı insanlığa takdim edecek, gönülleri şirk, küfür ve dalâlet ki­rinden temizleyecek bir peygambere ihtiyacı vardı ve onu bekliyordu!
İnsanlar, Sınıflara Ayrılmışlardı

İlâhî ölçüden mahrum insanlık, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf, avam-havas, efendi-köle diye birçok sınıfa ayrılmış durumda bulunuyordu. Zengin ile fakir, halk ile devlet ricâli arasında korkunç bir kopukluk ve uçurum vardı!

Sınıflar arası hava oldukça gergindi. Üst tabakadakilerin zulüm ve tahak­kü­mü sebebiyle alt sınıflar her an patlamaya hazır bir barut fıçısını andırı­yordu. Misâl olsun diye o günkü İran’ın durumuna beraberce bir göz atalım: “Birçok ibtidaî kavimde olduğu gibi, İranlılar da birbirinden tamamen ayrılmış ve ilk üçü en aşağı tabakada olan, dördüncüsünden bütünüyle kopmuş dört sınıfa [kasta] ayrılmıştı. En yüksek olan üç sınıf, münhasıran Magi kabi­lesinden alı­nan ve bu itibarla Magiped veya Möbed denilen rahipler ve hâkim­ler, cengâ­verler ve resmî memurlardı. Rençber ve san’at sahiplerinden mürek­kep kısım da dördüncü sınıfı teşkil ediyordu. Sözde halk denilen zümre ise, hür şehirler­den ve toprağa bağlı esir ve kölelerden [serf­lerden] mürekkepti ve bu sonuncu­ların vazifeleri, hiçbir mükâfat ve ücret karşılığı olmaksızın tarla­larda veya or­duda çalışmaktı. Bunlar tamamıyla kendi hallerine terk edilmiş, aşılmaz mani­alarla ayrılmış oldukları —mal ve mülkünden serbetçe faydala­nan— dehkan­lı­ğa, yani şehirliliğe bile yükselmeyi ümit edemezlerdi.”[1]

Doğu Roma İmparatorluğu’nun hali daha da acıklı ve ibretli idi: “Halk, ken­diliğinden birçok tâlî sınıfa ayrılmıştı. Bunlar: 1) Ne orduya alınan ve ne de herhangi bir çeşit ticarete girişebilen toprak sahiplerinden mürekkep Curule [Kürül] denilen sınıf, 2) İran’daki benzerleri gibi, toprak sahibi olmayan, nüfus vergisi veren, babadan oğula intikal eden muhtelif loncalara bağlı Haraçgüza
[26.10.2023 23:17] Annem: VITAMIN EKSIKLIĞININ 10 İŞARETI
Beden ve ruh sağlığının korunması için vitaminlerin doğru şekilde ve uygun dozlarda alınması önem taşıyor. Vücuttaki tüm organ ve sistemleri etkileyen vitaminlerin yetersiz alımı farklı belirtilerle kendini gösterebiliyor.  Genellikle doğal yollarla alınabilen vitaminlerin takviyesi için ise mutlaka konu ile ilgili bir uzman doktora başvurulması gerekiyor.1- Görme problemleri: Görme problemlerinin yaşanması vücudunuzda A vitamini eksikliğini işaret edebilir. A vitamini normal ve gece görmede destek sağlayan bir vitamin türüdür. A vitamini eksikliğinde gözde kseroftalmi yani göz akı ve korneanın parlaklığını kaybederek kuruması ve gece körlüğü gibi problemler ortaya çıkabilir.2- Uzun süreli yorgunluk: Vücutta uzun süreli yorgunluk, zihin bulanıklığı ve fiziksel koordinasyon bozukluğu hissedilmesi, B1 vitamini eksikliğini ifade edebilir. B1 vitamini özellikle beynin enerji üretimi için gerekli bir vitamindir.3- Dil ve deride çatlaklar: Bazı deri hastalıkları ve sinir sistemi bozuklukları B6 vitamini eksikliğinden kaynaklanabilir. Özellikle dudak ve dil çatlaması ya da egzama gibi belirtiler, vücutta B6 vitamini eksikliğini işaret edebilir. Eksikliğinde hücre yenilenmesi yavaşlar ve egzama, iltihaplanma gibi deri problemleri görülebilir.4- Kansızlık: Kansızlık kimi zaman vitamin eksikliğinin bir işareti olabilir. Folik asit B vitamini ailesinin bir üyesidir. Folat ya da B9 vitamini olarak bilinir. B9 vitamini eksikliği, vücutta kansızlık oluşmasına yol açan bir sebeptir. DNA sentezi ve hücre bölünmesi süreçlerinde önemli bir yere sahip vitamin türüdür.5- Zihinsel yorgunluk: Uzun süreli olarak yaşanan zihinsel yorgunluk, B12 vitamini eksikliğine işaret edebilmektedir. B12 vitamini eksikliği zihinsel performansı etkileyen bir durumdur. Zihinsel yorgunluk zamanla entelektüel becerilerin de yavaşlamasına yol açar. Eğer kişinin uzun süreli olarak unutkanlık, hafıza kaybı, konsantre olamama gibi problemleri varsa mutlaka B12 vitamini açısından incelenmesi gerekir.6- Ciltte kolayca oluşan çürük ve morarmalar: Vücutta kolayca morlukların oluşması ya da ciltte kırmızı-mavi renkte morarmalar ve noktaların görülmesi C vitamini eksikliğini ifade edebilir. Çünkü C vitamini eksikliği ile vücut kolajen yapamaz hale gelmektedir. Kolajen üretilememesi de vücutta çeşitli dokuların yıkılmaya başlamasına ve doku tamirinin sekteye uğramasına neden olabilir.7- Kemik ağrıları: Vücutta D vitamini eksikliği kendini kemik ağrısı, kemik erimesi olarak gösterebilmektedir. Eksiklik sonucu oluşan kemik ağrıları, tüm vücut genelinde hissedilebilmektedir. Bu ağrılara zamanla halsizlik de eşlik edebilir.8- Kas kaybı: Kaslarda oluşan zayıflık ve güçsüzlük E vitamini eksikliğinden kaynaklanabilmektedir. E vitamini eksikliği kaslarda zamanla zayıflamaya yol açabilmektedir. Kas kütlesi kaybı, kas güçsüzlüğü ve buna bağlı denge problemleri ile karşı karşıya kalınabilmektedir.9- Aşırı kanamalar: Vücutta meydana gelen aşırı kanamalar K vitamini eksikliğinden kaynaklanabilmektedir. Regl kanamalarının uzun sürmesi, sebepsiz yere diş eti ve burun kanamalarının oluşması, idrarda ya da dışkıda kan görülmesi, K vitamini eksikliğini de işaret edebilmektedir.10- Cansız tırnak ve saçlar: Saç ve tırnak bölgelerinde yaşanan problemler, H vitamini diğer adıyla biotin ya da B7 vitamini eksikliğini işaret edebilir. Saçlarda kepeklenme, dökülme, cansızlık, kırılmalar; tırnaklarda çabuk kırılma, yumuşama, beyaz lekeler ve yavaş uzama gibi belirtilere dikkat etmek gerekir.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:17] Annem: [Hadis No : 3648]

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı:  

(Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye:  

"Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu:  

"Vallahi evet!" diye te'yid etti."

Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (200); Tirmizi, Tahâret 58, (78).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:17] Annem: ❝Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semada bulunanlar da size rahmet etsinler.❞

| Hz. Muhammed (sav) - Tirmizî, Birr, 16
[26.10.2023 23:17] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

İbnu Ebi Evfa anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Haricîler cehennemin köpekleridir."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (173) - Hds :(6033)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:17] Annem: “Allahım! Açlıktan sana sığınırım; o insanı avucunun içine alan ne fena bir haldir. Emanete ihânetten de sana sığınırım; o ne kötü bir huy ve tabiattır. ”

(Ebû Dâvûd, Vitir 32)
[26.10.2023 23:17] Annem: Bir Ayet
Elif Lâm Râ. (Bu Kur'an), Rab'lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve çokça övülen Allah'ın doğru yoluna götürmen için sana indirdiğimiz bir Kitap'tır. 
(İbrahim, 14/1)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:17] Annem: Bir Dua
Allah'ım! İbadetlerimizi hakkıyla yapabilmeyi nasip ve müyesser eyle.


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:17] Annem: Bir Hadis
Kim ‘Allah'tan başka ilâh yoktur' der ve Allah'tan başka ibadet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı haram olur. Gizli hallerinin hesabı ise Allah'a âittir.
(Müslim, Îmân, 37)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:17] Annem: 93- KITABU'L-FITEN..

1- Yüce Allah'ın "Ve öyle bir fitneden sakının ki, hiç de içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz ve bilin ki Allah'ın azabı şiddetlidir" (el-Enfâl: 25) Kavlinin Beyânı İle Peygamber(S)'İn Fitnelerden Sakındırmasının Beyânı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

2- Peygamber(S)İn: "Sizler benden sonra hoşlanmayacağınız birtakım çirkin işler göreceksiniz" Kavli Babı

3- Peygamber(S)'İn: 'Ümmetimin helaki beyinsiz birtakım gençlerin elleriyledir" Kavli Babı

4- Peygamber(S)'İn: "Vukû'u yaklaşan bir şenden dolayı vay Arab'ın hâline!" Kavli Babı

5- Fitnelerin Meydana Gelmeleri Babı

6- Bâb:

7- Peygamber(S)'İn: 'Kim bize silâh çekerse, o bizden değildir" Kavli Babı

8- Peygamber(S)'İn: "Benden sonra birbirinizin boyunlarını vuracak kâfirlere dönmeyiniz" Kavli Bâbî

9- Bâb:

10- Bâb:

11- Bâb: Bir Devlet Başkanı Üzerinde Toplanmış Bir Cemaat Bulunmadığı Zaman (Bu Fitne, Dağınıklık Ve İhtilâf Hâlinde) Müslümânın İşi Nasıl Olacaktır?

12- Fitneler Ve Zulümler Ehlinin Ferdlerini Çoğaltan Kimseler Babı

13- Bâb: Müslüman, Değersiz Ve Hayırsız İnsanlar İçinde Kaldığı Zaman (Ne Yapacaktır)?

14- Fitne Sırasında (Fesad Yeri Olan Şehirlerden Kaçarak) Çöl Arabları'yla Oturmak Babı

15- Fitnelerden Allah'a Sığınmak Babı

16- Peygamber(S)'İn: "Fitne doğu cihetindedir Kavli Babı

17- Denizin Dalgalanması Gibi Dalgalanacak Olan Fitne Babı

18- Bâb

19- Bâb

20- Bâb:

21- Peygamber(S)'İn Alî'nin Oğlu Hasen İçin: "Benim bu oğlum elbette bir seyyiddir. Umarım kit Allah bu oğlum sebebiyle müslümânlardan iki büyük fırkanın arasını ıslâh eder" Kavli Babı

22- Bâb: Bir İnsan Bir Kavmin Yanında Birşey Söyler De Sonra Onların Yanından Çıkar Ve Söylediğinin Zıddını Söylerse?

23- Bâb:

24- Zamanın (İlk Hâlinden) Değiştirilmesi, Nihayet Putlara İbâdet Etmeleri Babı

25- (Hicaz Arazîsinde) Ateş Çıkması Babı

26- Bâb

27- Deccâlin Zikri Babı

28- Bâb: Medine'ye Deccâl Giremez.

29- Ye'cûc Ve Me'cûc Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

93- KITABU'L-FITEN
(Fitneler Kitabı)

1- Yüce Allah'ın "Ve öyle bir fitneden sakının ki, hiç de içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz ve bilin ki Allah'ın azabı şiddetlidir" (el-Enfâl: 25) Kavlinin Beyânı İle Peygamber(S)'İn Fitnelerden Sakındırmasının Beyânı Hakkında Gelen Hadîsler Babı [1]
1-.......Abdullah ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Esma bintu Ebî Bekr (R) söyledi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Ben (kv-yâmet gününde) havzımın başında benim yanıma gelecek olanları bek­lerim. Derken benim yakınımda birtakım insanlar yakalanırlar. Ben:

—  Onlar benim ümmetimdir; derim. Allah:

— Sen onların senden sonra dînlerinden arkalarına dönüp git­tiklerini bilmezsin! buyurur".

Abdullah ibn Ebî Muleyke:

— Allah'ım, bizler topuklarımız üzerinde arkamıza dönmekten yâhud (dînimizde) fitnelere uğratılmaktan Sana sığınırız! demiştir.

2-.......Abdullah ibn Mes'üd (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben sizin havuz başına ilk varan öncünüzüm. Yemîn ol­sun orada sizden bir takım adamlar bana kaldırılıp gösterilecek, hat­tâ ben onlara vermek üzere elimi uzatırım ki, bu sırada onlar çekilip benden uzaklaştırılırlar. Ben:

— Ey Rabb'im! Onlar benim sahâbîlerimdirler! derim. Yüce Allah:

— Sen onların senden sonra dînde neler îcâd ettiklerini bilmez­sin! buyurur" [2]

3-.......Ebû Hazım şöyle demiştir: Ben Sehl ibn Sa'd(R)'dan işit­tim, o şöyle diyordu: Ben Peygamber (S)'den işittim, o şöyle buyuru-yordu: "Ben sizin havuz başında öncünüzüm. Ona gelen içer, ondan içen ebediyyen bir daha susamaz. Ve muhakkak benim yanıma bir-takım kavimler gelecekler ki, ben onları tanırım, onlar da beni tanır­lar. Sonra benimle onlar arasına bir perde konulur".

Ebû Hazım dedi ki: Ben bu hadîsi kendilerine tahdîs ederken Nu'-mân ibn Ebî Ayyaş da işitti ve:


[26.10.2023 23:17] Annem: . Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav), “Bu akşam bir oğlum dünyaya geldi, ona atam İbrâhim’in ismini koydum.”
buyurdu... Enes diyor ki, “Resûlullah’ın (sav) önünde oğlu İbrâhim’i
can çekişirken gördüm. Resûlullah’ın gözleri yaşardı ve ‘Göz yaş döker,
kalp üzülür fakat biz ancak Rabbimizin razı olacağını söyleriz. Vallahi
ey İbrâhim, biz senin için üzülüyoruz.’ buyurdu.”
(M6025 Müslim, Fedâil, 62)
[26.10.2023 23:17] Annem: 29- Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak Îmândandır

38 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Her kim ramazân orucunu, îmânı sebebiyle ve mükâfatını yalnız Allah'tan umarak tutarsa, kendi lehine, geçmiş günâhları mağfiret olunur".

 

 
[26.10.2023 23:17] Annem: Esiri özgürlüğüne kavuşturun, davet edene icabet edin, hastayı ziyaret edin.
(Buhârî, Nikâh, 72)
[26.10.2023 23:17] Annem: Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O ne kötü varılacak yerdir!(Âl-i İmrân, 3/162)
[26.10.2023 23:17] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- لاَ تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ مَقَابِرَ وَإِنَّ الْبَيْتَ الَّذِى تُقْرَأُ فِيهِ الْبَقَرَةُ لاَ يَدْخُلُهُ الشَّيْطَانُ

- ابو هريره (رضى الله عنه) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- اولريكزى قبرلره جويرمه ييكزـ كنديسنده بقره (قرآن) سوره سى اقونان اوه شيطان كيره مه ز

- Ebû Hureyre (r. anh)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Kendisinde Bakara (Kur’an) suresi okunan eve şeytan giremez.

- Sünen-i Tirmizi, Fezâili’l-Kur’an, h.3118
[26.10.2023 23:17] Annem: 5/Mâide
13 - İşte, verdikleri sözlerini bozmaları sebebiyledir ki onları lanetledik, kalplerini de kaskatı kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar. Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. (Ey Muhammed!) İçlerinden pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.
[26.10.2023 23:17] Annem: حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ، قَالَ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، قَالَ أَخْبَرَنِي أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم خَرَجَ، فَقَامَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ حُذَافَةَ فَقَالَ مَنْ أَبِي فَقَالَ ‏"‏ أَبُوكَ حُذَافَةُ ‏"‏‏.‏ ثُمَّ أَكْثَرَ أَنْ يَقُولَ ‏"‏ سَلُونِي ‏"‏‏.‏ فَبَرَكَ عُمَرُ عَلَى رُكْبَتَيْهِ فَقَالَ رَضِينَا بِاللَّهِ رَبًّا، وَبِالإِسْلاَمِ دِينًا، وَبِمُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم نَبِيًّا، فَسَكَتَ‏.‏

Zührî şöyle demiştir: Enes İbn Mâlik bana şunu haber verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minbere çıktı. Abdullah İbn Huzâfe ayağa kalkarak "Benim babam kimdir?" diye sordu. Resûlullah Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Bana sorunuz" sözünü çokça tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Ömer dizleri üzerine oturarak şöyle dedi; "Biz Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan ve peygamber olarak da Muhammed'den razıyız. Tekrar: 54

Grades:

Reference: Sahih Buhari 93
In-book reference: Kitap 3, Hadis 35

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:17] Annem: 
KEBAİR BÖLÜMÜ.. 2

UMUMİ AÇIKLAMA: 2


KEBAİR BÖLÜMÜ
UMUMİ AÇIKLAMA:

Kebair, lügat olarak kebirenin cem'idir. Kebire büyük manasına gelir. Dinî bir ıstılah olarak, büyük günahları ifade eder. Allah'ın emirlerine isyanın her çeşidi günah ise de, değer olarak hepsi bir değildir. Bir kısmına sağire (cem'i seğâir), bir kısmına da kebire denmiştir. Sağire küçük günah demektir. Büyük ve küçük günahlar arasında  çok kesin bir sınır çizmek zordur. Zira küçük günahlarda ısrar etmek de kebire sayılmıştır.

Günahların büyük ve küçük diye taksimi ayet ve hadiste  rastlanan bir keyfiyettir. Mesela bir ayette (mealen): "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız sizin öbür kabahatlarınızı örter ve sizi şerefli bir mevkie sokarız" (Nisa 31) buyrulmuştur. Diğer bir ayette güzel davrananlar, "Küçük günahlar hariç olmak üzere, günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlar" (Necm 32) olarak tarif edilirler. Görüleceği üzere hadislerde de büyük günahlar  birçok  kereler ele alınmıştır.

Büyük günahların sayısı hususunda Ashab ihtilaf etmiştir. İbnu Mes'ud dört, İbnu Ömer yedi, Abdullah İbnu Amr dokuz olduğunu söylemiştir (radıyallahu anhüm ecmain). İbnu Abbas, İbnu Ömer'in:  "Büyük günahlar yedidir" dediğini işitince itiraz eder ve: "Yediden daha fazladır, yetmişe yakındır" der.

Bazı alimler cehennemle korkutulan her günahın büyük günah olduğunu söylemiştir. Bazıları: "Dünyada had cezasını gerektiren günahlar büyük günahtır" demiştir. Bazıları "Kadir gecesi  Ramazan geceleri içinde gizlendiği gibi, büyük günah da günahlar arasında gizlenmiştir"  demiştir. Ebu Talib el-Mekkî'nin tahkikine göre Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın  hadislerinde zikredilenlerin sayısı 17'dir.

Gazâlî'nin verdiği bilgiye göre, selef ulemasının açıklamalarından, Ebu Talib el-Mekkî şöyle bir tabloya ulaşır:

* Büyük günahların dördü kalptedir. Bunlar şirk, günahta ısrar, Allah'ın rahmetinden ümid kesmek ve azabından emin olmaktır.

* Dördü dildedir: Yalan şahidliği, namuslu kadına iftira, hakkı iptal eden yere yemin ve sihirdir.

* Üçü midededir: Sarhoş edici içkiler almak, yetim malı ve faiz yemektir.

* İkisi eldedir: Hırsızlık ve adam öldürmek.

* İkisi edeb yerindedir: Zina ve livatadır.

* Biri ayaklardadır: Savaş sırasında kaçmak.

* Biri de bütün vücuda  dağılmıştır: Anne ve babaya isyan.

Gazâlî bu taksimi ve sayıyı  yetersiz bulur. Mesela insanların gözünü çıkarmayı, el kesmeyi, dayak atıp işkence yapmayı da büyük günah sayar ve zikredilmediğine dikkat çeker. Hadiste gelen "bir sövmeye iki sövme ile  mukabelenin, Müslüman kardeşinin ırz  ve şerefine dil uzatmanın da büyük günah" olduğunu belirten hadisi kaydeder.

Sözü fazla uzatmadan Şemseddin ez-Zehebî'nin bu mevzuda kaleme aldığı Kitabu'l-Kebair'de tam yetmiş günahı bu sınıftan zikrettiğini belirtmek isteriz. Zehebî, bunları delillere dayandırarak kaydetmektedir. Onun kitabında yeralan son beş kebireyi kaydediyoruz:

* Cum'ayı ve cemaati özürsüz olarak terketmede ısrar.

* Vasiyette (birini kayırarak diğer varise) zarar vermek.

* Hile ve aldatmada bulunmak.

* Müslümanlar aleyhine casusluk yapmak, gizli olan hallerini ifşa etmek.

* Ashab radıyallahu anhüm'den herhangi birine sebbetmek (dil uzatmak).[1]

ـ5229 ـ1ـ عن أبي بكر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أَ أُنَبِّئُكُمْ بِأكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟ ثَثاً. قُلْنَا: بَلى. قَالَ: ا“شْرَاكُ باللّهِ، وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ، وَقَتْلُ النَّفْسِ، وَكَانَ مُتَّكِئاً فَجَلَسَ فقَالَ: أَ وَقَوْلُ الزُّورِ، وَشَهَادَةُ الزُّورِ. فَمَا زَالَ يُكَرِّرُهَا حَت�
[26.10.2023 23:18] Annem: İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.
İbn Mâce, Ruhûn, 4.
[26.10.2023 23:18] Annem: عَنْ أبي زَيْدٍ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ بْنِ حاَرِثَةَ مَوْلَي رَسوُلِ اللهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  وَحِبِّهِ وَابْنِ حِبِّهِ, رضي الله عنهما قال : أَرْسَلَتْ بِنْتُ النَّبِيِّ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم أن ابْنِي قَدْ احْتُضِرَ فَاَشْهَدْناَ, فَأَرْسَلَ يُقْرِئُ السَّلاَمَ وَيَقُولُ :إن لِلَّهِ مَا أخذ, وَلَهُ مَا أَعْطَى, وَكُلٌّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِأَجَلٍ مُسَمًّى, فَلْتَصْبِرْ وَلْتَحْتَسِبْ. فَأَرْسَلَتْ إِلَيْهِ تُقْسِمُ عَلَيْهِ لَيَأْتِيَنَّهَا. فَقَامَ وَمَعَهُ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ, وَمَعَاذُ بْنُ جَبَلٍ, وَأبي بْنُ كَعْبٍ, وَزَيْدُ بْنُ ثَابِتٍ, وَرِجَالٌ  فَرُفِعَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  اَلصَّبِيُّ, فَأَقْعَدَهُ فِي حِجْرِهِ وَنَفْسُهُ تَقَعْقَعُ, فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ, فَقال سَعْدٌ : يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا هَذَا ؟ فَقال : هَذِهِ رَحْمَةٌ جَعَلَهَا اللَّهُ تَعاَلَي فِي قُلُوبِ عِبَادِهِ . وَفِىرِوَايَةٍ : فِىقُلوُبِ مَنْ شاَءَ مِنْ عِباَدِهِ وَإنما يَرْحَمُ اللَّهُ مِنْ عِبَادِهِ الرُّحَمَاءَ.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in azatlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme ibn Zeyd ibn Hârise (Allah Onlardan razı olsun)’den nakledildiğine göre şöyle söyledi: Kızı Zeynep Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e: Oğlum ölmek üzeredir bize kadar lütfen geliniz diye haber gönderdi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’de selam gönderdi ve: “Veren de alan da Allah’tır, O’nun katında herşeyin belli bir vakti vardır, sabretsin ecrini Allah’tan beklesin.” buyurdular. Bunun üzerine kızı Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’e and veriyorum mutlaka gelsin diye tekrar haber gönderdi. Bu sefer Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yanında Sa’d ibn Ubâde, Muâz ibn Cebel, Übeyy ibn Ka’b, Zeyd ibn Sâbit ve başka bazı sahabilerle beraber kalkıp kızına gitti. Çocuğu Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e verdiler. Onu kucağına aldı canı çıkmak üzere çırpınıp duruyordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d ibn Ubâde bu ne haldir ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de: “Bu Allah’ın kullarının kalbine koyduğu acıma duygusudur” buyurdu.Diğer bir rivayette: “Bu Allah’ın öyle bir rahmetidir ki; onu kullarından dilediğinin kalbine yerleştirir. Zaten Allah kullarından merhametli olanlara rahmet eder.” buyurdular.

(Buhârî, Ce nâiz 33; Müslim, Cenâiz 9).
[26.10.2023 23:18] Annem: Allah’ım! Ayakta iken beni İslâm ile koru, otururken beni İslâm ile koru, uyurken beni İslâm ile koru, hakkımda hiçbir düşman ve hasetçinin isteğini yerine getirme. Perçeminden tuttuğun şeylerin şerrinden Sana sığınırım. Her türlü hayrı Senden isterim ki bütün hayırlar Senin elindedir. 
(İbn Hıbban, "Ed’ıye", No: 934)
[26.10.2023 23:18] Annem: Tarihte Bugün

•  Yanya Kalesi’nin Fethi 1341
•  Dünya Gıda Günü
•  Beslenme ve Gıda İsrafını Önleme Haftası 9-16 Ekim
•  Dünya Posta Günü

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:19] Annem: Günün Ayeti

“O günde Sûr’a üflenir ve biz o zaman günahkârları, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız.”

Taha 102)
[26.10.2023 23:19] Annem: Günün Hadisi

“Kişinin ailesi için yaptığı harcama da sadakadır.”

Buhârî, Meğâzî, 12


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N