SEMA ÖNER

Tarih: 17.05.2024 14:38

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 23:19] Annem: Ben de bir tuzak kurarım. - Târık - 16. Ayet
[26.10.2023 23:19] Annem: KATILIM BANKACILIĞI KÂR DAĞITIM SİSTEMİ

Katılım Bankası tasarruf sahiplerinin birikimlerini para cinsine göre TL, USD, EUR ve Altın havuzlarında toplar. İhtiyaç sahibi müşteriye talep ettiği para cinsi ve vade grubuna göre ilgili havuzdan fon kullandırılır ve bu işlemden doğan kâr ve zarar da katılma hesapları açılırken tasarruf sahipleri ile anlaşılan oranda (örneğin %80 - %20) ilgili havuza dağıtılır. Bu şekilde vadeli olarak açılan katılma hesaplarına dağıtılacak olan kâr, fon kullandırma faaliyetlerinin neticesinde oluşan kâr seviyesine bağlı olarak belirlenir. 
Kısaca; katılma hesaplarında toplanan fonlar, katılma hesapları kaynaklı kullandırılan fonlar ve bunlardan elde edilen kâr payı gelirleri ile katılma hesapları için ayrılan Kârşılıklar ve giderler dikkate alınarak her gün için yeni günlük birim değer hesaplanır. Böylece katılma hesapları genel fon havuzları para yatıranlar ile çekenlerin dahil olduğu aktif bir süreçle varlığını sürdürür.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:19] Annem: Şu sesi tanıdınız mı? Tik tak tik tak… 
Tahmin ettiğinizi duyar gibiyim. Evet, 
bildiğiniz gibi bu ses akıp giden zamanı 
gösteren bir saatin sesi. Peki, saatteki akrep 
ile yelkovanı döndüren güç nedir biliyor 
musunuz? İşte ben, tam da o gücüm. Yani 
ben bir pilim.
İşimi severek yapıyorum. Ancak her çalışan 
kişinin bir gün yorulduğu gibi biz pillerin 
de enerjisi bir gün bitiyor maalesef. Benim 
yaşadığım evde ev sahipleri her akşam 
televizyon izlerler. Arkadaşım emektar kumanda 
pili de çok çalışkandır. Ancak geçenlerde belli ki 
yorgun düştü ve gücünü yitirdi. Nereden bildin 
derseniz evin sahibi, kumanda artık kanalları 
değiştirmiyor dedi. Bunu duyunca anladım ki; 
pilin değişim zamanı geldi.
Çevremiz
Yazan 
Merve Türkay
Çizen 
Nejdet Çeliktaş
26 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
PİLLERİN
DÜNYASI
[26.10.2023 23:19] Annem: (Bir gün) Resulüllah (s.a.s.) abdest almakta olan Sa‘d (b. Ebu Vakkas)’ın 
yanına uğradı ve (abdest aldığı sırada suyu gereğinden fazla kullandığını 
görünce ona) “Bu ne israf!” dedi. Sa‘d, “Abdestte de israf olur mu?” diye 
sorunca Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Evet, akan bir nehir kenarında 
olsan bile (haddinden fazla tüketirsen abdestte de) israf olur!”
(İbn Mace, Tahâret, 48 [425].)
Dr. Ahmet OĞUZ
Suudi Arabistan Cidde Din Hizmetleri Ataşesi
MUTEDİL 
DAVRANMAK
Sözlükte, “haddi aşma, hata, 
cehalet, gaflet” gibi anlamlara 
gelen, “seref” kökünden türe-
tilmiş olan “israf”, genel olarak 
inanç, söz ve davranışta dinin, 
aklın veya örfün uygun gördü-
ğü ölçülerin dışına çıkmayı, 
özellikle mal veya imkânları 
meşru olmayan amaçlar için 
saçıp savurmayı ifade eder. (İbn 
Manzur, Lisânü’l-‘arab, “srf” md.) İsraf-
çı kişiye “müsrif” denir. İmam 
Gazali’nin ifadesine göre har-
cama yapılması gereken yerde 
harcama yapmamak “cimrilik”, 
harcama yapılmaması gereken 
yerde harcama yapmak “israf”, 
ikisinin arasında dengeli har-
camak ise “cömertlik”tir. (Gazali, 
İhya, 3/259.)
İslam dini, Müslümanın davra-
nışlarındaki aşırılıkları itidalden 
sapma olarak değerlendirmiş-
tir. Aşırı uçlardan biri “ifrat” 
diğeri de “tefrit”dir. İfrat, gere-
ğinden fazla (aşırı) olma; tefrit 
ise yetersizlik ve ihmalkârlık 
anlamına gelmektedir. İsraf 
etmek “ifrat”, cimrilik yapmak 
da “tefrit” olup ikisi de yasak-
lanmıştır. Bunların ortası ve 
yapılması istenen davranış ise 
“itidal”, yani cömert davranıp 
dosdoğru (sırat-ı müstakim) ve 
dengeli hareket etmektir. (Fur-
kan, 25/67.)
Kur’an-ı Kerim’de aşırılıktan 
kaçınmayı ve mutedil olmayı 
tavsiye eden (Hud, 11/112; Furkan, 
25/67.) Yüce Rabbimiz, Müslü-
manları “vasat bir ümmet” (Ba-
kara, 2/143.) olarak nitelemiş; Hz. 
Peygamber de (s.a.s.) bunu, 
“mutedil bir ümmet” (Tirmizi, 
Tefsîru’l-Kur’ân, 3 [2961].), yani her 
şeyin hakkını veren, aşırılıklar-
dan uzak duran, orta yolu takip 
eden mutedil ve adalet sahibi 
bir toplum olarak açıklamıştır. 
Yüce Allah cimriliği yasakla-
mış, infakta bulunmayı emret-
miş, infak ederken bile israfta 
bulunmayı ve saçıp savurmayı 
şöyle yasaklamıştır: “Ey Âde-
moğulları! Her mescid(e gi-
dişiniz)de güzel elbiselerinizi 
giyin, yiyin, için fakat israf et-
meyin. Çünkü O (Allah) israf 
edenleri sevmez.” (Araf, 7/31.); 
“Akrabaya, yoksula ve yolcuya 
hakkını ver. Gereksiz yere de 
saçıp savurma! Çünkü savur-
ganlar şeytanların dostlarıdır. 
Şeytan da Rabbine karşı çok 
nankördür.” (İsra, 17/26-27.); “Eli 
sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da 
olma; sonra kınanacak, kendi 
kendine hayıflanacak duruma 
düşersin!” (İsra, 17/29.) Bunun 
yanı sıra Rabbimiz mutedil dav-
ranan müminleri şöyle övmüş-
tür: “(Rahman’ın has kulları) 
harcama yaptıkları zaman ne 
saçıp savururlar ne de cimrilik 
ederler; harcamaları bu ikisi 
arasında makul bir dengeye 
göre olur.” (Furkan, 25/67.) Buna 
göre yeme içme, giyinme,
28 Aylık Dergi | Eylül 2023
[26.10.2023 23:19] Annem: Sözün en güzeli Allah'ın (cc) Kitabı'dır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed'in rehberliğidir. - İbn Hanbel, III, 320
[26.10.2023 23:19] Annem: “Rabbim! Bana ve anne babama lutfettiğin nimete şükretmeye, razı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı eyle, pişmanlıkla dönüp senin kapına başvurmaktayım ve ben şüphesiz sana boyun eğenlerdenim!” - Ahkâf, 46/15
[26.10.2023 23:19] Annem: Çocukluk yıllarında yaşanan travmatik olaylar, kaygıyla ilgili hassasiyetlerin artmasında büyük rol oynar. Örneğin altı aylık bir bebek için yanında çığlık atılması büyük bir travmadır. Yahut 3-4 yaşındaki bir çocuğun bir akranı tarafından saldırıya uğraması ve onun tarafından ısırılması bir travmadır. “Ruha açılan yara” anlamına gelen bu travmalar, eğer uygun şekilde tedavi edilmez veya doğru davranışlarla ruhsal dengeyi yeniden sağlayacak şekilde onarılmazsa çocuk ya da gencin hayatını aynı güçte hatta daha fazla etkilemeyi sürdürürler. Ebeveynlerin bu konuda dikkat etmeleri gereken nokta ise, belli olaylara bağlı olarak çocuklarında gözlemledikleri davranış değişikliklerini çok iyi takip etmeleridir. Özellikle okula gitmeyi istememe, akranlarıyla ilişki kurmama ve kendi içine kapanma gibi kaçınma davranışlarını sadece “canı istemiyor” basitliğinde geçiştirmemeli, bu gibi durumlarda kaygı bozukluğunun da etkin bir rol oynayabileceğini mutlaka zihinlerinin bir köşesinde taşımalıdırlar. Şayet ihtiyaç varsa bir uzman yardımı almaktan da çekinilmemelidirler. - Çocuklarda Kaygı Bozukluğu
[26.10.2023 23:19] Annem: Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur.
3) Böyle ihrama girdikten sonra, eğer zevcesi yanında ise, onunla ilişkide bulunmaz, öpmez ve okşamaz. Dikişli elbise giyinmez. Artık hoş kokulu şeyler sürünmez. Saçları kesmez ve kıllarını gidermez, tırnaklarını kesmez. Güvercin ve geyik gibi kara av hayvanlarını avlamaz. Yeşil ağaçları ve otlan kesip koparmaz. Kötü ve çirkin sözler söylemez. Arkadaşları ve başkaları ile çekişmez. Fakat yıkanabilir ve para kesesini (kemerini) beline bağlayabilir.
4) Her namaz kıldıkça ve yolcu kafilelerine her rastladıkça, yokuş çıkınca ve yokuştan inince, yüksek sesle "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur. Mekke'ye varacağı zaman yıkanır veya abdest alır, Mekke'ye girince, hemen mescid-i Haram'a koşar. Beytullah'ı görünce telbiye getirir, "Allahü Ekber" diye tekbir alır, "Lâ İlahe İllallah" diye tehlilde bulunur. Salât ve selâm okuyarak: "Allahümme zid beyteke teşrîfen ve tazimen ve tekrimen ve birren ve mehabeten = Ey Allah'ım! Beyt-i şerifine mahsus teşrifi, tazimi, teklimi, ihsan ve yüceliği artır," diye dua eder.
Sonra Hacer-i Esved tarafına yönelerek tekbir alır. Hacer-i Esvedi selâmler. Mümkünse, kimseye eziyet vermeden onu öper veya elini sürer. Sonra da Kabe'yi sola alarak Hatîm'in dışından Kudüm Tavafına başlayıp remel yapar. (adımlarını kısaltıp omuzların silkerek çalımlıca yürür.) Her dolaşmada Hacer-i Esved'in karşısına gelince onu selâmlar. Bu tavafı tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselâm'ın makamında, eğer kalabalık ise Mescidin uygun bir yerinde iki rekât namaz kılar. Sonra yine Hacer-i Esved'i selâmlar!
5) Böylece Kudüm Tavafını tamamladıktan sonra Sa'y için Safa ile Merve caddesine çıkar. Önce Kabe'yi görebilecek şekilde Safa tümseğine çıkar. Kabe'ye yönelerek tekbir ve tehlil getirir, salât ile selâmda bulunur. Sonra buradan Merve'ye doğru gider. Yolda bulunan iki yeşildirek (ışık) arasında biraz koşar. Bu şekilde dört defa Safa'dan Merve'ye karşı tekbir ve tehlil getirir, salât ve selâmda bulunur. Böyle her gidiş gelişte telbiye yapar. Koşarak Yürüdüğü zaman: "Allahümme'ğfir verham ve tecavez amma ta'lem. Feinneke entel'aliyyül'azîm = Ya Rabbi! Bağışla ve merhamet et. Bildiğin kusurlarımıza bakma. Şübhesiz ki sen, yücesin, büyüksün," diye dua
[26.10.2023 23:19] Annem: İnfak", malın elden çıkarılması, harç ve sarfedilmesi demektir. Dinî bakımdan farz, vacip, mendub kısımları vardır. Bu "infak" karinesiyle ya "rızık" mala tahsis edilmek veya "infak" mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirmek gerekecektir. Açık olan birincisidir, fakat ikincisi de muhtemeldir. Şu halde âyetin bu kısmı, ilk bakışta zekat ve diğer sadakalar bağışlar, yardımlar ve vakıf gibi, fakirlere, diğer çeşitli hayırlara, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır ki, ilerde "Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir." (Bakara, 2/215) gibi âyetlerle açıklanacaktır. İkincisi ilim öğretme ve diğerleri gibi manevî şeyleri de içermektedir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm'ın binasından biri olan zekat vardır. Ve bunun için birçok tefsirciler burada ilk önce ve bizzat kastedilen şeyin zekat olduğunu açıklamışlardır. Fakat kurtuluşun kendisine tahsis edilmesi bakımından, namazda olduğu gibi burada da farz olan infak kastedilmek gerekirse de, infakın farz oluşu yalnız zekata tahsis edilmediğinden muhakkıkîn-i müfessirîn (araştırmacı tefsirciler) bunu genelleştirme taraflısıdırlar. Ancak bu ortamda zekatın birinci mevkii işgal ettiği de unutulmamalıdır. Çünkü İslâm binasının ikincisi de zekattır. Bir hadis-i şerifte de görüldüğü üzere "Zekat İslâm'ın köprüsüdür.". İslâm'ın bir köprüsü, bir geçididir. Dinin, iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki "dâru'l-İslâm" (İslâm yurdu), ahiretteki "dâru's-selam" (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekat teşkil eder. Zira "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz." (Fâtiha, 1/5) diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah'a kulluk etmek ve kardeş topluluk ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir. Bu ise, o toplum

içinde günlük azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur. Bir aç ile bir tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla birbirine kalben perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibadet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için ilk önce zekat ve fıtır sadakaları ile, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının
[26.10.2023 23:19] Annem: "Ey Ebu Bekr! Allah sana mağfiret etsin!" buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Sonra da Ömer radıyallahu anh, davranışından pişman oldu. Ebu bekr radıyallahu anh'ın evine gitti ve:

"Ebu Bekr evde mi?" diye sordu. "Hayır!" cevabını alınca, o da doğru Aleyhissalatu vesselâm'ın yanına geldi ve selam verdi: Aleyhissalatu vesselam'ın yüzü (öfkeden) renk renk olmaya başladı. Bu hal, Hz. Ebu Bekr radıyallah'ı korkuttu. derhal diz çökerek:

"Ey Allah'ın Resûlü! Bu meselede (hata benim), ben zulmettim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (hepimize):

"Allah beni size (peygamber olarak) gönderdi. Size tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: "Sen yalancısın" dediniz. Ebu Bekr ise: "Doğru söyledin" dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı oldu. Siz arkadaşımı bana bırakırsınız değil mi?" buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü tekrar ettiler."

Ebu'd-Derda der ki: "Bundan sonra, (Resûlullah'ın hatırı için) Ebu Bekr'e hiç eziyet edilmedi."

Buhari, Fezailu'l-Ashab 5, Tefsir, A'raf 3.

4353 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığı şiddetlenince, kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu:

"Ebu Bekr'e söyleyin, halka namazı o kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha:

"Ebu bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olsa (dayanamayıp ağlar ve ağlamaktan halka kıraati duyuramaz, (namaz kıldırma işini) Ömer'e emretseniz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam yine: "Ebu Bekr'e söyleyin, namazı
[26.10.2023 23:19] Annem: Askere Gittiğini

Ana Sayfa
A
Askere Gittiğini
Rüyada Askerlik Celbinin Gelmesi
Rüyada Asker Uğurlamak
Rüyada Askerlik Çağının Geldiğini Görmek
Rüyada Askerlerin Yürüdüğünü Görmek
Rüyada Askerlerin Arasında Bulunmak
Rüyada askere gittiğini görmek, ciddi bir işe girişir ya da önem derecesi yüksek bir hadisenin içinde yer alabilir. Bu rüya kimi zaman da sorun içine girmiş olmanıza, başınıza gelmiş olacak önem derecesi yüksek bir olaya, önem derecesi yüksek şahısların olduğu bir cemaatin içinde bulunmuş olmaya, iş yaşamında yükselmiş olmaya de tabir edilir.

 


Rüyada Askerlik Celbinin Gelmesi
Rüyada kendine askerlik celbinin geldiğini görmüş olan kişi önem derecesi yüksek bir yük altına girer ya da ciddi bir için çağrılır. Bu rüya görmüş olan kimse için herhangi bir zorluğa kimi zaman da iş yaşamında yükselmiş olmaya, kendine verilecek önem derecesi yüksek bir işe de delalet eder.

Rüyada Asker Uğurlamak
Rüyada asker uğurlamak şahsın hayırlı bir iş yapmış olmasına, insanlara yardım etmesine, dertten sonra ferahlamaya, yardıma muhtaç birisine yapılacak yardıma, gönlü açık bonkör bir adama, birtakım insanlara ihsanda bulunmuş olmaya işaret eder.

Rüyada Askerlik Çağının Geldiğini Görmek
Rüyada askerlik çağının geldiğini gören şahsın omuzlarına kimi yükler yüklenir ya da bu işi ağırlığı olan sorumluluk altına girer. Bu rüya, gören şahsın kimi işler yapmış olmasına, çalışmış olma yaşamında bulunacağı teşebbüslere, ara sıra makam ve mevki maliki olmaya da delalet eder.

Rüyada Askerlerin Yürüdüğünü Görmek
Rüyada yürümüş olan askerler o ülkenin silahlı güclerine, ulusal güvenliğe, şayet askerler hasımsa o bölüme yapılacak bir askeri harekata, türlü yerlerde gündeme gelecek mücadelelere ve çabalara, bu çabalarda halkın yaşayacağı meşakkatlara delalet eder.

Rüyada Askerlerin Arasında Bulunmak
Rüyası esnasında bir ekip asker olduğunu ve onların içinde bulunduğunu görmüş olan kimse, devlet işine girer ya da işinde kendine önem derecesi yüksek bir konum verilir. Bu rüya gören şahsın kazanç sağlayacağı mertebeye, işinde yükselmiş olmasına, makam ve mevki maliki olmasına, toplum içinde takdir gören ve sevilmiş olan bir kimse olmasına, üstüne yüklenmiş olacak önem derecesi yüksek bir göreve ve bu işin altından mutlu edici bir sonucla kalkmış olup kıymet kazanmasına tabir edilir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:19] Annem: Namazların Kazası

Ana Sayfa
Namaz
Namazların Kazası
İlgili
Bir namazı vaktinde kılmaya eda, vaktinden sonra kılmaya kaza denir. Vaktinde kılınamayan namaza faite çoğulu fevait denir ki, vakti içinde yakalanamamış namaz anlamındadır. Vaktinde kılınamamış namazı ifade için “kaçmış” anlamındaki faite kelimesinin kullanılmış olması, bir müslümanın namazı kasten terketmeyeceğini, vakti içinde eda edeceğini, ancak uyuma ve unutma gibi elde olmayan nedenlerle namazın “kaçmış” olabileceğini hissettirmesi bakımından manidar bir seçimdir.

A) Sebepler

 


Namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir farz olduğu için, bir mazeret olmaksızın tembellik ve ihmal yüzünden bile bile namazı vaktinde kılmayan kimse günahkar olur. Hz. Peygamber, uyuyakalma ve unutmayı bir mazeret kabul etmiş ve bu iki sebepten biriyle bir namazın vaktinde kılınamaması durumunda, hatırlanıldığı vakit kılınmasını söylemiştir. Hz. Peygamber’in bu husustaki ifadesi şöyledir: “Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise, hatırladığı vakit o namazı kılsın; o vakit, kaçırdığı namazın vaktidir” (Buhari, “Mevakýt”, 37; Müslim, “Mesacid”, 314-316).

Hadis-i şeriflerde genel olarak namazın sadece uyku ve unutma durumunda, vaktinin haricinde kılınabileceği üzerinde durulmuştur. Bazı bilginler bu iki mazeretin sınırlayıcı olduğunu düşünerek, tembellik ve ihmal yüzünden bilerek ve farkında olarak namazın kılınmaması durumunda, bu namazı kaza etmenin gerekmediği kanaatine varmışlar ve namazı farkında olarak vaktinde kılmayanların, o namazı kaza etme haklarının olmadığını, tövbe ve istiğfar etmeleri gerektiğini öne sürmüşlerdir. Zahiriler’den İbn Hazm ve daha birkaç bilgin bu görüştedir. Bu görüş sahipleri, namazın kendi vaktinde kılınmasının önemini, bu hususa titizlik göstermek gerektiğini ve namazı ihmal ve tembellik sebebiyle bilerek vaktinde kılmamanın içten yapılacak tövbe dışında, telafi edilemez bir günah olduğunu vurgulamışlardır.

Ancak Hanefiler’in de içinde bulunduğu büyük çoğunluğu oluşturan fakihlere göre; uyku veya unutma gibi insanın iradesini elinden alan bir özür nedeniyle bir namazı kaza etmek gerekince, bilerek kılmama halinde haydi haydi kaza gerekir. Bu görüş sahipleri de, namazı kazaya bırakmanın büyük bir günah olduğunu, bundan dolayı tövbe etmek gerektiğini söylemişler, fakat namaz müslümanın Allah’a karşı olan bir borcu olduğu için, bunu gecikmeli de olsa ödemek durumunda olduğunu dikkate almışlar ve kazayı bir telafi yolu olarak görmüşlerdir. Bu durumda kişi, namazı vaktinde kılmadığı için günahkar olmuştur, fakat daha sonra kaza ettiği için, namazı terketme günahından kurtulmuş veya bu günahının affedilmesi yönünde önemli bir adım atmıştır.

Vaktinde kılınamamış olan beş vakit farz namazın kazası farz, vitir namazının kazası ise vacip olur. Sünnet namazlar, kural olarak, kaza edilmez. Bununla birlikte bazı durumlarda, başka bir namazın vakti girmediği sürece kaza edilebilir. Mesela sabah namazının farzı ile birlikte sünneti de vaktinde kılınmamışsa, o günün öğle namazı vaktinden önce farz ile birlikte kaza edilir. Yine, öğle namazının ilk sünneti cemaatle farza yetişmek için terkedilecek olsa, farzdan sonra kaza edilebilir. Kazaya kalan ilk sünnetin, farzdan hemen sonra, son sünnetten önce kaza edileceği görüşü fetvaya esas olmuştur. Bununla birlikte son sünnetten sonra kaza edilebileceği görüşü de vardır. Böylece hem bir sünnet vakti içinde iki defa geri bırakılmamış hem de son sünnetin yeri değişmemiş olur. Namazın tertibinin iki defa değişmemesi için bunu uygun görenler de vardır. Cuma namazının ilk dört rek‘at sünneti hakkında da bu öne alma veya geriye bırakma uygulaması geçerlidir. Terkedilen diğer sünnetler kaza edilmez. Başlandıktan sonra her nasılsa tamamlanma
[26.10.2023 23:19] Annem: Bu mektûb, meyân hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Allahü teâlânın zâtını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, berâber olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, insanların seyyidi “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temizlemekdir. [(Seyr), gitmek, (Sülûk), bir yola, mesleğe girmekdir.] Böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya’nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni’metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur
[26.10.2023 23:19] Annem: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şüb
[26.10.2023 23:19] Annem: AZÎM (El-Azîm)

Ana Sayfa
A
AZÎM (El-Azîm)
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büyüklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm)
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O (Allah) Aliyy’dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm’dir. (Bekara sûresi: 255)
El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

İlgili
DEYYÂN (Ed-Deyyân)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
TEKVÎN
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Huluk-ı Azîm
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
AZÎZAN
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:19] Annem: Mukaddeme
Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca’ etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:

Birinci Maksad
Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sâni’i ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden, Sâni’in kasd ve hikmetini izhar ve kıraat ettikleri için Sâni’in delaili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?

Elcevab: Kemal-i zuhurundan… Evet şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır. Cirm-i şems gibi.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا ❊ مِنَ اْلَمَلاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Yani: Eb’ad-ı vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatla sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan gelen selasil-i resail seni a’lâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.

İşaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ ta’til-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni’ dahi; cesed gibi istidadat-ı gayr-ı mahdude-i
[26.10.2023 23:19] Annem: yolcu kendi aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüzbinlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tamtamına وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ ve يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِاْلاَبْصَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler
[26.10.2023 23:19] Annem: بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm. Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda, İşarat-ül İ’caz’da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altun yapar. İnşâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda anbarına bir anahtar olur ve hizmette za’fa düşenlere kut ve kuvvete yol açar.

Lafzullah’ın âhir harfi seksenbeş defa o Lafza-i Celal’in evvelki harfi oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla اَللّهُ وَاحِدٌ der. هـ bir adedi, seksenbeş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız bazan bir sahife fâsıla olur
[26.10.2023 23:19] Annem: kısım neticeleri, Sâni’-i Zülcelal’in esmasına bakar. Meselâ: Nasılki bir usta hârika bir makineyi yapsa; onu takdir eden herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de: O makine dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir, ustasını tebriklerle alkışlar.

İkinci kısım hikmetleri ise: Zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalaagâh, birer kitab-ı marifet olur. Manalarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i hâfızalarında ve elvah-ı misaliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücudda bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terkeder, âlem-i gayba çekilir. Demek surî bir vücudu bırakır, manevî ve gaybî ve ilmî çok vücudları kazanır. Evet, madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, i’dam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kâfir münkirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der: “Kimin için Allah var, ona herşey var ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir.”

Elhasıl: Nasılki iman, ölüm vaktinde insanı i’dam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de herkesin hususî dünyasını dahi i’damdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa; hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle i’dam edip manevî cehennem zulmetlerine atar. Hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın. Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler. Bu dehşetli hasarattan kurtulsunlar!

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Duanıza çok muhtaç ve size çok müştak kardeşiniz

Said Nursî
[26.10.2023 23:19] Annem: kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî”
[26.10.2023 23:19] Annem: Hem de İslâmiyet güneşinin inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir’de fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.

Evet hakikat-ı İslâmiyet’in mazi kıt’asını tamamen istilasına sekiz dehşetli maniler mümanaat ettiler:

Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler: Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

Dördüncü, Beşinci Maniler: Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.

Altıncı, Yedinci Maniler: Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.

Sekizinci Mani: Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî manalarına muhalif ve muârız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arzda emr-i İlahî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyete muârız çıkmışlar.

Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikatı bilindikten sonra en muannid feylesof da teslim olmağa mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu’cizat-ı Kur’aniyede fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur’anın bir lem’a-i i’cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkid zannettikleri Kur’an-ı Kerim’in cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatları izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir ve baksın. Bu
[26.10.2023 23:19] Annem: kelimesinde bir icmal ve bir ibham vardır, çünki izafesiz zikredilmiştir. Onun o ibham ve icmali, نَاس kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.

هَا : اَىُّ nün muzafun ileyhine ivaz olmakla beraber, يَا edatıyla çağırılanları tenbih içindir.

نَاس aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir, vasfiyet-i asliyesi mülahazasıyla insanlara bir itaba işarettir. Yani: Ey İnsanlar! Ne için misak-ı ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insanlara bir mazeret yolunu gösteriyor. Yani: Sizin o misakı terketmeniz amden değil, belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir.

اُعْبُدُوا nidaya cevabdır. Mü’min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar nida ile çağırıldıklarından; اُعْبُدُوا emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayı ifade eder.

رَبَّكُمْ : Rab ünvanı اُعْبُدُوا ile teklif edilen ibadete bir illet ve bir sebebe işarettir. Yani: Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima ona muhtaçsınız. Ve terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı veren odur. Onun o nimetlerine şükür lâzımdır. Şükür ise ancak ibadettir.

اَلَّذِى خَلَقَكُمْ : اَلَّذِى Esma-i mübhemeden olduğu için, merci’ ve medlûlü ancak sıla denilen dâhil olduğu cümle ile malûm olur. Meselâ: اَلَّذِى جَاءَكَ denildiği zaman, gelen adamın yalnız sana gelmekle malûmiyeti var, başka cihetten malûmiyeti yoktur. Binaenaleyh burada رَبّ kelimesinin اَلَّذِى ile vasıflandırılması Cenab-ı Hakk’ın marifeti, hakikatıyla olmayıp ancak ef’al ve âsârıyla olduğuna işarettir.

İcad, inşa veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade eden “halk” tabiri, insanlardaki istidadın sedad ve istikametçe ibadete elverişli olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakk’ın kereminden olduğuna işarettir.

وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ : Merci’ ve medlûlünün adem-i malûmiyetine delalet eden اَلَّذِينَ , evvelki insanların ölüm ile mahvolup gittiklerine ve onların ahvalini bildirecek bir bilgi olmadığına ve yalnız sizin gibi bir kısım mahluklar onların yerlerine gelmekle, o mahvolan insanların tarifleri mümkün olduğuna işarettir.

لَعَلَّ : لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ kelimesi ümid ve recayı ifade ediyor. Fakat bu mana, -hakikatıyla- Cenab-ı Hak hakkında istimal edilemez. Binaenaleyh ya mecazen istimal edilecektir. Veya muhatablara veyahut sâmi’ ve müşahidlere isnad edilecektir. Mana-yı mecaziyle Cenab-ı Hak hakkında isnad edilmesi şöyle tasvir edilir: Nasılki bir insan bir iş için bir adamı techiz ettiği zaman, o işin o adamdan yapılmasını ümid eder. Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak insanlara kemal için bir istidad, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiştir. Bu itibarla Cenab-ı Hak insanlardan o işlerin yapılmasını intizar etmektedir, denilebilir. Bu teşbih ve istiarede, hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğuna ve ibadetin de neticesi takva olduğuna ve takvanın da en büyük mertebe olduğuna işaret vardır.

Reca manasının muhatablara atfedilmesi şöyle izah edilir:

Ey muhatab olan insanlar! Havf u reca ortasında bulunmakla, takvayı reca ederek
[26.10.2023 23:19] Annem: İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiya
[26.10.2023 23:19] Annem: içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca, kıymetli addedilerek efkârı celbeden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi.

Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za’fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesailini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.

Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbi’dir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzât saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzât saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki dünya âhirete vesiledir.

Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona mübtela olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler sû’-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibahe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer’iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam sû’-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde yaptığı tasarrufatta mazur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır.

Bu gibi içtihadlar ile Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduddur.

Meselâ: Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhâssa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlahiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.

Sual: Avam-ı nâs Arabîden haberdar değildir, fehmedemez?

Cevab: Avam-ı nâ
[26.10.2023 23:22] Annem: Üçüncü Basamak:
Semanın sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı ve vüs’at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi muti’dirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir. Evet zeminde ezdad içtima etmiş, eşrar ahyara karışmış, içlerinde münakaşat başlamış; o sebebden ihtilafat ve ızdırabat düşmüş ve ondan imtihanat ve müsabakat teklif edilmiş ve ondan terakkiyat ve tedenniyat çıkmış. Şu hakikatın hikmeti şudur ki:

Beşer, şecere-i hilkatin en son cüz’ü olan meyvesidir. Malûmdur ki, bir şeyin semeresi en uzak, en cem’iyetli, en nazik, en ehemmiyetli cüz’üdür. İşte bunun için semere-i âlem olan insan en câmi’, en bedî’, en âciz, en zaîf ve en latif bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşiği ve meskeni olan zemin, âsumana nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber manen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi, bütün mu’cizat-ı san’atın meşheri, sergisi ve bütün tecelliyat-ı esmasının mazharı, nokta-i mihrakıyesi ve nihayetsiz faaliyet-i Rabbaniyenin mahşeri ve ma’kesi ve hadsiz Hallakıyet-i İlahiyenin, hususan nebatat ve hayvanatın kesretli enva’-ı sagiresinde, cevvadane icadın medar ve çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin sür’atle işleyen tezgâhı ve menazır-ı sermediyenin sür’atle değişen taklidgâhı ve besatîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. İşte arzın 33(Haşiye) bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki, Kur’an-ı Hakîm, semavata nisbeten, büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semavata denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor. Mükerreren رَبُّ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ der. Hem arzın şu mezkûr hikmetlerden neş’et eden sür’atli tahavvülü ve devamlı tegayyürü iktiza eder ki; sekenesi de ona göre mazhar-ı tahavvülat olsun. Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıd konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ şeytanlara kadar uzun bir meydan-ı imtihanları peyda olmuştur. Madem öyledir, elbette firavunlaşmış şeytanlar, hadsiz şeraretiyle semaya ve ehline taş atacaklar
[26.10.2023 23:22] Annem: Dördüncü Sır: Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyet’i mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeğe küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e hitab ederek müteveccih olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i a’zamından meselâ semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ
[26.10.2023 23:26] Annem: Üçüncüsü: Herbir mes’ele büyük ve uzun bir hakikat olması sebebiyle, hakikatı parçalamamak için bazan bir sahife veya bir yaprak bir tek cümle olur. Bir tek delil hükmünde çok mukaddemat bulunur.

Dördüncüsü: Ekser mes’elelerinin her birisinin pek çok delilleri ve hüccetleri bulunduğundan; bazan on, bazan yirmi delili bir tek bürhan yapmak cihetiyle mes’ele uzunlaşır; kısa fehimler kavramaz.

Beşincisi: Ben Ramazanın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsvedde ile iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.

Medar-ı kusur ve işkal olan bu beş sebeble beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) keramat-ı gaybiyesinde bu risaleye, “Âyet-i Kübra” ve “Asâ-yı Musa” namlarını vermiş. Risale-i Nur’un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş. 4(*) “El-Âyet-ül Kübra”nın bir hakikî tefsiri olan bu Âyet-ül Kübra Risalesi, Hazret-i İmam’ın (R.A.) tabirince, “Asâ-yı Musa” namında “Yedinci Şua” kitabıdır.

Bu “Yedinci Şua” bir mukaddime ve iki makamdır. Mukaddimesi dört mes’ele-i mühimmeyi; Birinci Makamı, Âyet-i Kübra’nın tefsirinden Arabî kısmını; İkinci Makamı, onun bürhanlarını ve tercümesini ve mealini beyan ederler.

Bu gelen mukaddime lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı. Belki de bir kısım insanlar bu uzunu kısa görürler.

Said Nursî

* * *

Mukaddime
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
[26.10.2023 23:26] Annem: Sözler, yani Risale-i Ahmediye berahinini yazarken, çok defalar kalemimi elimden bırakıp, o asr-ı saadetin anlarının tahassürüyle, hicranıyla yandım. Bu hicrandan kalbim ağlamış, gönlüm coşmuş, ruhum vücudumdan ayrılarak uzaklara gitmiş, bana teselli tuhfeleri getirmiş.

Öyle ya, aziz Üstad! Asr-ı saadette değilsek, müştakıyız. Bu bize kâfi. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bize bıraktığı muazzam bir mu’cizesi bugün elimizde değil mi? O kitab bize, muhtaç ve müştak bulunduğumuz saadeti va’detmiyor mu? Ona hâlisane sarıldığımız zaman, muhtaç bulunduğumuz zevk-i manevîyi bize vermiyor mu?

Evet aziz Üstadım, bugün elimizde tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz hakikî insanlara rehber olan o muazzam kitab, o büyük mu’cize ki, ben maddiyat içinde dünya cereyanında boğulmak üzere iken, beni onun ulvî sesleri ne güzel teselli etmiş ve bana sarsılmaz bir istinadgâh olmuştur. Hakka nâmütenahî şükürler olsun.
[26.10.2023 23:26] Annem: Bir Ayet:
Gönüller ancak Allah'ı zikrederek huzura kavuşur.
(Ra'd, 13/28)

Bir Hadis:
İnsanların en hayırlısı ömrü uzun olup ameli güzel olandır.
(Tirmizî, "Zühd", 21)

Bir Dua:
Allah'ım! Yapmış olduğum ve yapacak olduğum, insanlardan gizlenerek yaptığım ve gizlenmeden alenen yaptığım bütün günahlarımı bağışla.
(Buhârî, "Deavât", 60; Tirmizî, "Deavât", 32)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:27] Annem: SAĞLIK.......   SARIMSAK İLÂÇTIR

Yüz yıllardır sarımsak alternatif tıp tedavilerinde kullanılan etkili besinlerden biridir. Sarımsak güçlü bir antioksidan olduğundan enfeksiyonlu hastalıklar için bir antibiyotiktir. Bâzı uzmanlar aşırı iltihap için günde 6 diş közlenmiş sarımsak tavsiye ediyor.

Sarımsağın, sindirim sisteminden tutunda bağışıklık sistemine kadar birçok hastalığa faydası vardır. Antibakteriyel etkiye sâhip sarımsak, son yüzyıllarda kanser için de kullanılmıştır. Sarımsak, tarihte Asya topraklarında ilk kez yetiştirildiği bilinir. Ülkemizde Kastamonu şehrinde üretimi yüksektir. İçinde yüksek miktarda A, C ve B vitamini bulunur. Grip ve nezle gibi solunum yolları hastalıklarında ilâç olarak kullanılır.

İlk 4 ve 6 saat arasında metabolizmayı düzenleyerek yağ ve zararlı toksinleri idrar ve dışkı yoluyla vücuttan atar.

6 ve 7 saat içerisinde ise, kanda meydana gelen düzensiz dolaşımı dengeler, kandaki zararlı toksin oranını azaltarak, damarları temizler ve kalp rahatsızlığına yakalanmayı azaltır.

 6 ve 10 saatleri arasında da, vücudun savunmasını kıran serbest radikallerin seviyesini düşürür. Kandaki trombosit hücrelerini de dengeler, eklemlerdeki ödemleri engeller.

Sarımsak sinir sistemini güçlendirir. Zinde olmamızı sağlar, cildin daha parlak ve canlı görünmesini sağlar. Yağ birikmesini önler. Saç ve saç derisini güçlendirerek saçı çoğaltır.

Sarımsaktan en çok fayda çiğ hâlinden alınır. Lezzetli bir et ve tavuk yemeği için sarımsak, kekik ve zeytin yağıyla marine edilebilir. Sağlıklı beslenme ve kilo vermek isteyenler için yoğurt ve sarımsak karışımı tavsiye edilir. Son yıllarda meşhur olan siyah sarımsak türünün tadı oldukça acıdır. Ancak, yüksek miktarda antioksidanı vardır.

 Kastamonu -Taşköprü sarımsağı, en çok tüketilen sarımsaktır. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelere ihraç ediliyor.

FIKRA...........KINALI KUZU

Babası boş resim kağıdına bakmakta olan kızına sorar:

- Kızım ne resmi yapıyorsun?

- Çimenlikte kınalı bir kuzu.

- Çimen nerede, göremiyorum.

- Hepsini kuzu yedi baba.

- Peki, kınalı kuzu nerede?

- Yiyecek bulamayınca, o da çimenliği bırakıp gitti.


10.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:27] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Hz. Hüseyin’in (ra) Kerbela’da Şehadeti. (M. 680) Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Vefatı. (1977)
Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından bir nimet olarak sizin hizmetinize vermiştir. Bunda düşünen bir toplum için deliller vardır. (Câsiye, 45/13) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
DÜNYA EVİMİZ BİZE EMANETTİR
Rabbimiz, eşsiz gücü ve benzersiz sanatıyla kâinatta binbir çeşit canlı yaratmıştır. Bunların her biri nimettir ve her nimet emanettir. Allah, kendi zatından uzak ve bağımsız bir evren var etmemiştir. Bütün varlıklar O’nun mülküdür. Çevremize karşı olan sorumluluğumuz Rabbimizin eserine ve mülküne olan saygımızın gereğidir. Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı davranarak tabiata zarar vermek ise Cenab-ı Hakk’a karşı sorumluluğumuzu ihmal etmek demektir. Ne yazıktır ki günümüzde dünyevi hırslarının esiri olan insanoğlu, çevresiyle dostça, adil ve insaflı bir ilişki kuramadı. Bütün canlılara nefes kaynağı olan ormanları yaktı, karnımızı doyurduğumuz toprakları çölleştirdi, suya kandığımız nehirleri kirletti. Oysa çevremize sevgi ve şefkatle davrandığımız ölçüde bizler de huzur ve sağlık içinde yaşayacağız. Aksi hâlde zarar görecek olan sadece tabiat değil, bizatihi bizler olacağız. Gün gelip emanetin sahibi olan Rabbimize hesap vereceğimizi aklımızdan çıkarmayalım.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:27] Annem: Oyunlarına Ortak Olurdu

Nebî-yi Ekrem Efendimiz’in, Enes’in [radıyallahu anh] küçük kardeşine,  Ey Ebû Umeyr! Ne yaptı Nugary?  buyurarak  Nugayr  isimli minik kuşunu ona kafiyeli, latifeli bir dille sorması bizim için güzel bir örnektir (Buhârî).

Sahâbe-i kirâm efendilerimizden Muhammed b. Rebî‘ [radıyallahu anh] henüz beş yaşlarında iken, Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] ağzına su alıp ona doğru atması, yine Peygamber Efendimiz’in şakalaşmasına güzel bir örnektir (Buhârî).

Resûl-i Kibriya Efendimiz’in dilini Hz. Hasan’a doğru uzatması ve onu neşelendirmesi de başka bir örnektir (Süyûtî). Çocuklara her zaman değer veren, onlarla ilgilenen ve öğretmek istediklerini sevdirerek öğreten bir peygamberin ümmeti olarak Peygamber Efendimiz’den alacağımız pek çok örnek, ders ve ibret var.

Zamanımız varken gelin, Hz. Peygamber’in sevdiği göz aydınlığı çocuklarımızla daha yakından ilgilenelim. Onların oyunlarına katılalım, sünnete uyarak latifeler yapalım. Onların minik dünyalarına girelim. Öğretmek istediklerimizi sevdirerek, kolaylaştırarak ve eğlendirerek öğretelim. Onları en güzel şekilde, sevgili Peygamberimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] yolunda ve izinde yetiştirelim.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:27] Annem: • Hz. Hüseyin’in (r.a) Şehadeti (680)
'Biz önceleri sıkıntılarla imtihan edildik sabrettik; fakat daha sonra genişlikle imtihan edildik sabredemedik.' Abdurrahman b. Avf [radıyallahu anh]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:27] Annem: “Biz kadınlara cenazeyi takip etmek yasaklandı fakat kesin olarak da haram kılınmadı.”
(Buhari Cenaiz 29, Müslim Cenaiz 34)
[26.10.2023 23:27] Annem: Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!
et-TEVBE Sûresi 82.Ayet
[26.10.2023 23:27] Annem: DEĞERLERİN AKTARILMASINDA AİLENİN ROLÜ
İnsan neslini devam ettirmenin tek meşru yolu olan aile, top- lumumuzu ayakta tutan en büyük değerimizdir. Topluma hiz- met edecek hayırlı nesiller ancak aile ortamında yetişir.
Aile geçmişten devralınan maddî ve manevî mirasın bir son- raki nesle aktarılmasında en büyük rol sahibidir. Anne ve ba- banın sorumluluğu sadece ev halkının karnını doyurup sırtını giydirmekle bitmez. Efendimizin (s.a.s.) “Hiçbir anne baba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunma- mıştır” (Tirmizî, “Birr”, 33) hadisinde buyurduğu gibi çocukların dinî ve ahlakî bir donanıma sahip olmalarını sağlamaya çalış- mak da ebeveyne düşen bir yükümlülüktür.

DİNÎ KAVRAMLAR
MAKAM-I İBRAHİM
Hz. İbrahim (a.s.)’in Kâ’be’yi inşa ederken iskele olarak kullandığı ve insanları hacca davet ettiği sırada üzerine çıktığı taşın bulunduğu yer- dir. Bu taş bu gün Kâ’be ka- pısının karşısında on metre kadar mesafede cam fanus içinde bulunmaktadır. Taşın üzerinde Hz. İbrahim’in ayak izi vardır.
“Orada apaçık deliller var- dır, İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girer- se, güvenlik içinde olur.” (Âl-i İmran, 3/97)

ÖZLÜ SÖZ
Yeryüzünün baştan başa saltanatı, insanlar arasında bir damla kan akıtmaya değmez. (Sadi Şirazî)
[26.10.2023 23:27] Annem: Cincilik 
Cin, duyu organları ile algılanamayan ve insanlar gibi şuur ve iradeye
sahip bulunan, ilâhî emirlere uymakla yükümlü tutulan varlık türünün adıdır.
Cin kelimesinin kökünde Arapça’da, örtme, gizleme ve gölgeleme anlamı
mevcut olup duyu organlarıyla algılanamayan gizli ve ruhanî varlıklara
cin denmesi bu sebepledir.
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgilere göre, cinler de insanlar gibi Allah’a
kulluk için yaratılmıştır. Cinler insanlara göre bazı üstün güçlere sahip olsalar
da gaybı bilemezler (el-En‘âm 6/100, 116; el-Hicr 15/27; Sebe’ 34/14; ezZâriyât
51/56; er-Rahmân 55/15, 56). Hadislerde de, meselâ her insanın
yanında bir cin bulunduğu, cinlerin müminlere vesvese vermeye çalıştığı
gibi bazı açıklamalar yer alsa da, cinlerle ilgili ayrıntı verilmez. Bunun için
de cinlerin tanım ve mahiyeti öteden beri İslâm bilginlerini meşgul etmiş...Daha az
[26.10.2023 23:27] Annem: “Allah’ım! Lütfun, rahmetin ve bereketlerinden ve rızkından bana aç, bolca ihsan eyle.” (Hakim, Deavat, No:1868)
[26.10.2023 23:27] Annem: Sonra duman halinde olan göge yöneldi, ona ve yerküreye: Isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi Ikisi de "Isteyerek geldik" dediler  (FUSSİLET/11)

Simdi sen, gögün, açik bir duman çikaracagi günü gözetle  (DUHAN/10)

Duman insanlari bürüyecektir Bu, elem verici bir azaptir  (DUHAN/11)

Tozdurup savuranlara,  (ZARİYAT/1)

Üzerinize atesten alev ve duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve yardimlasamazsiniz  (RAHMAN/35)

Dagilip toz duman haline geldigi,  (VAKIA/6)

Kapkara dumandan bir gölge altindadirlar;  (VAKIA/43)

Orada tozu dumana katanlara, (ADİYAT/4)
[26.10.2023 23:27] Annem: İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! [Bakara Sûresi.165]
[26.10.2023 23:27] Annem: "Ey Rabbimiz, bize ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (Haşr 59/10)
[26.10.2023 23:27] Annem: İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalâletten çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü hesabtan korur."
[26.10.2023 23:27] Annem: Bâb-ür-Rahme

Rahmet kapısı. Medîne-i münevverede Peygamber efendimizin yaptırdığı mescidin batı duvarındaki iki kapıdan biri. Bâb-ül-Âtike ve Bâb-üs-Sûk diye de bilinir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir Cumâ günü hutbede iken batı tarafındaki kapıdan gelen bir kimse; "Yâ Resûlallah! Susuzluktan hayvanlarımız, âile ve çocuklarımız perişân oldu. Bizim için cenâb-ı Hakk'a duâ edin de yağmur ihsân buyu rsun" deyince, Peygamber efendimiz mübârek ellerini kaldırıp duâ buyurdular. Bu sırada Sel dağının üzerinde rahmet alâmetleri (bulutları) belirip yağmur yağdı. Bu sebeple bu kapıya Bâb-ür-Rahme denildi. (Ebû Abdullah Tilemsânî)
[26.10.2023 23:27] Annem: Berter

F. En yüksek

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:27] Annem: Ayakkabım yok diye üzülüyordum, yolda karşımdan gelen ayaksız bir adam gördüm.[Mevlâna]
[26.10.2023 23:27] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 110 ∙∙∙
Buhârî, Ebû Abdullâh Muhammed b. İsmâîl, el-Câmiu’s-sahîh
(nşr. Muhibbüddîn el-Hatîb – M. Fuâd Abdülbâkī), Kahi-
re 1980.
Cüveynî, İmâmü’l-Haremeyn Abdülmelik b. Abdullâh, el-İrşâd 
ilâ kavâtıi’l-edille fî usûli’l-i’tikâd (nşr. Es’ad Temîm), Beyrut 
1996.
Çelebi, İlyas, İslâm’ın İnanç Esasları, İstanbul 2009.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdurrahmân, Süne-
nü’d-Dârimî (nşr. Mustafa Dîb el-Bugā), Dımaşk 2007.
Düzgün, Şaban Ali, “Varlık”, Kelâm: El Kitabı (ed. Şaban Ali 
Düzgün) içinde, Ankara 2012, 193-218.
Ebü’l-Bekā el-Kefevî, Eyyûb b. Mûsâ el-Hüseynî, el-Külliyyât: 
Mu’cem fi’l-mustalahât ve’l-furûkı’l-luğaviyye (nşr. Adnan 
Derviş - Muhammed el-Mısrî), Beyrut 1998.
Fahreddîn er-Râzî, el-Metâlibü’l-âliye (nşr. Ahmed Hicâzî es-
Sekā), Beyrut 1987.
______ Levâmiu’l-beyyinât şerhu esmâillâhi teâlâ ve’s-sıfât (nşr. 
Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Kahire 2000.
______ Mefâtîhu’l-gayb (et-Tefsîrü’l-kebîr), Beyrut 1981.
______ Muhassalü efkâri’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn 
(Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Telhîsu’l-Muhassal’ıyla birlikte nşr. 
Tâhâ Abdürraûf Sa’d), Kahire, ts.
Gazzâlî, Ebû Hâmid, el-Maksadü’l-esnâ fî şerhi meânî esmâillâ-
hi’l-hüsnâ (nşr. Bessam Abdülvehhâb el-Câbî), Limassol 
1987.
______ el-Hikme fî mahlûkātillâh (nşr. Muhammed Reşîd Kab-
bânî), Beyrut 1978.
______ el-İktisâd fi’l-i‘tikād (nşr. İbrahim Agâh Çubukçu - Hü-
seyin Atay), Ankara 1962.
______ İhyâü ulûmi’d-dîn, Beyrut, ts.
Halîmî, Ebû Abdullâh Hüseyin b. Hasan, el-Minhâc fî şuabi’l-
îmân (nşr. Hilmi Muhammed Fûde), Beyrut 1979.
ALLAHA İMAN.indd 110 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:27] Annem: 38 
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-II
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım.
Boğamazsın ki! Hiç olmazsa yanımdan kovarım…
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. 
Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım. 
Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu,
İrticânın şu sizin lehçede manası bu mu?
İlk örneklerinden itibaren medeniyetimizin öncüleri iyi-
lik hareketlerinde bayrağı hiç yere düşürmemişler. Kurulan 
her İslam toplumu âdeta iyilikle ayakta kalmış, mazlumların, 
fakir fukaranın, garip gurabânın duaları onları diri ve canlı 
tutmuştur. Sevgili Peygamberimizin “Müstecâb olan, yani ka-
bul edilmesinde şüphe bulunmayan üç dua vardır: Yolcunun duası, 
babanın çocuğu için yaptığı dua ve mazlumun duası.”33 hadisini 
hep dikkate alarak yaşamaya çalışmışlardır. Bu ilkelere göre 
yaşayanlar hep önde olmuşlar, bu ilkelerden vazgeçenler dü-
şüşe geçmişlerdir.
Şimdi sıra bizde. Tercihimizi yapmak zorundayız. İyilik 
medeniyetini Kur’an yüce Resûlün “yıldızlar gibi” diye tanıttı-
ğı şanlı ashabı ve sonrakiler, daha sonrakiler, daha sonrakiler 
bayrağı, bize kadar ulaştırmışlar. Şimdi insanlık bizden iyilik 
medeniyetini ihya etmemizi, canlandırmamızı bekliyor. “O 
müttakîler bollukta ve darlıkta infak ederler, kızdıklarında öfke-
lerini yutarlar ve insanları affedicidirler. Allah da iyilik yapanları 
sever.”34 ayetindeki müttakîlerden olmak, en azından onların 
yolunda olmaya çalışmak ne büyük bir ayrıcalıktır. Esasında 
bunlardan olmak için fırsat önümüzde durmaktadır. İşte bu 
33 Ebu Davud, 1536
34 Âl-i İmran, 3/134
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 38 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:27] Annem: Farz namaza başlamadan önce ihlas suresini okumanın hükmü nedir?

Namazların farzlarından önce ihlas suresinin okunması ile ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in her hangi bir tavsiyesi bulunmadığı gibi, fıkıh kitaplarında da bu konu yer almamıştır. Bu uygulama, camiye geç gelen Müslümanların, cemaate yetişmelerini sağlamak için sonradan ihdas edilmiş olabileceği gibi, İhlas okumanın sevabını elde etmek için olması da muhtemeldir.

Sünnet kılanları meşgul edeceği ve dinin bir gereği gibi algılanma ihtimaline yol açacağı için okunmaması daha doğru olur.
[26.10.2023 23:27] Annem: 30- Fitneye Sebep Olmamak Şartı Île Kadınların Mescidlere Çıkmaları, Fakat Koku Sürünerek Çıkmamaları Bâbı

1016- Bana Amru'n-Nâkıd İle Züheyr b. Harb hep birden İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den naklen rivâyet etti. O da Sâlim'i, babasından naklen rivâyet ederken dinlemiş, babası da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Birinizden zevcesi mescide gitmek için izin isterse onu menetmesini» buyurmuşlar.

1017- Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihab'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Salim b. Abdillah haber verdi İd, Abdullah b. Ömer Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kadınlarınız mescidlere gitmek için sizden İzin istedikleri vakit onları mescidlerden menetmeyin.» buyururken işittim. Bunun üzerine Bilâl b. Abdillah:

«Vallahi biz onları pekâlâ menederiz.» dedi. Müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine b'yle çirkin bir sövdü ki ona böyle sövdüğünü hiç işitmemiştim. Abdullah:

«Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadis haber veriyorum, sen halâ: Vallahi biz onları menederiz diyorsun, dedi.»

1018- Bize Muhammed b. Abdillah b. Ntimeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam ile İbn İdrîs rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah'ın cariyelerini, Allah'ın mescidlerinden menetmeyin!» buyurmuşlar.

1019- Bize İbn Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hanzele rivâyet etti.

Dedi ki: Salimi şöyle derken işittim: İbn Ömer'i şunları söylerken dinledim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kadınlarınız mescidlere gitmek için sizden izin isterlerse onlara izin verini» buyururken işittim.

1020- Bize Ebû Küreyb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Mücâhid'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kadınları geceleyin mescidlere çıkmakdan menetmeyin,» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer'in bir oğlu:

— Biz onlara çıksınlar da bunu fitne ve fesada vesile ittihaz etsinler diye müsaade edemeyiz!., dedi. İbn Ömer bu sözden dolayı oğlunu azarladı. Ve:

«Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (şöyle) buyurdu, diyorum; Sen hâla biz onlara müsâade edemeyiz diyorsun!» dedi.

1021- Bize Ali b. Haşrem rivâyet etti.

(Dedi ki):Bize Îsâ b. Yûnus, A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etti.

1022- Bize Muhammed b. Hatim ile İbn Râfİ' rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Şebâbe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Verka, Amr’dan, o da Mücâhid'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti. İbn ö-mer Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kadınlara geceleyin mescidlere gitmek için İzin verin!» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah'ın Vâkid ismindeki bir oğlu:

«Öyle ise kadınlar bunu bir fitne ve fesâd vesilesi ittihâz ederler.» dedi. İbn Ömer onun göğsüne vurdu ve:

— «Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadis rivâyet ediyorum; sen hayır diyorsun!» dedi.

1023- Bize Harun b. Abdillah rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezîd el-Mukri' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Saîd (yani İbn Ebî Eyyûp) rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ka'b b. Alkame, Bilâl b. Abdillah b. Ömer'den, o da babasından naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kadınlar sizden izin istedikleri vakit onları mescidlerdeki nasiplerinden menetmeyin.» buyurdular. Bunun üzerine Bilâl:

«Vallahi onları mutlaka menederiz.» dedi. Abdullah ona:

«Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu, diyorum. Sen hâlâ onları mutlaka menederim diyorsun.» dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü
[26.10.2023 23:27] Annem: Ravi: Ebu Hüreyre (ra)
Resulullah (sav) buyurdular ki: 1. "Mal sadaka ile eksilmez." 2. "Allah affı sebebiyle kulun izzetini artırır," 3. "Allah için mütevazi olan bir kimseyi Allah yüceltir."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Müslim, Birr, 69, (2588), Tirmizi, Birr 82, (2030), Muvatta, Sadaka 12, (2,1000)

Hadisin Açıklaması:
null
[26.10.2023 23:27] Annem: Nesai'nin bir rivayetinde: "Kim sütü bekletilmiş bir deve veya davar satın alırsa.." denir. 
Kaynak: 
Rivayet:
[26.10.2023 23:27] Annem: Talha İbni Ubeydullah radıyallahu anh şöyle dedi:

Uzaktan sesini duyup ne dediğini anlayamadığımız saçı başı dağınık Necidli bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzuruna geldi.  Resulullah'a yaklaştı. Bir de baktık ki, İslâm'ın ne olduğunu soruyor. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

- "Bir gün bir gecede beş vakit namaz kılmaktır" buyurdu. Adam:

- Kılmam gereken başka namaz var mı? dedi.

- "Hayır yok! Nâfile olarak kılarsan o başka" buyurdu. Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem sözüne devam ederek:

- "Bir de ramazan ayı orucunu tutmaktır" buyurdu. Adam yine:

- Tutmam gereken başka oruç var mı? dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

- "Hayır yok. Nâfile olarak tutarsan o başka!" buyurdu.

Râvî Talha radıyallahu anh diyor ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adama zekât vermeyi söyledi. Adam:

- Vermem gereken başka sadaka var mı? dedi.

- "Hayır yok. Nâfile olarak verirsen o başka" buyurdu.

Bu defa Adam:

- Bu söylediklerinden ne fazla ne eksik yaparım" diyerek Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- "Eğer sözüne sahip çıkarsa, kurtuldu gitti" buyurdu.

Buhârî, Îmân 34, Savm 1, Şehâdât 26, Hiyel 3; Müslim, Îmân 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 1; Tirmizî, Mevâkît 4; Sıyâm 1; Nesâî, Sıyâm 1, Îmân 23
[26.10.2023 23:27] Annem: KALABALIKTA YEMEK YEMEK

755: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “İki kişilik yemek üç kişiye, üç kişilik yemek de dört kişiye yeter.” (Buhari, Et’ıme 11, Müslim, Eşribe 179)

756: Cabir ibni Abdullah (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i “Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği de sekiz kişiye yeter”, buyururken işittim.
[26.10.2023 23:27] Annem: Allah’ım! Rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sürekliliğini, her türlü günahtan uzak ve salim olmayı, her türlü iyilik ve nimetleri, cennete girerek felaha ermeyi, yardımınla cehennem ateşinden kurtulmayı istiyorum.”

Hakim, Deavât, No: 1925

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:28] Annem: Resulullah (sav), gümüşün gümüşe başa baş olmayan satışını yasakladı. Bize altın mukabilinde dilediğimiz şekilde gümüş ve gümüş mukabilinde dilediğimiz şekilde altın satın almayı emretti." Müslim'in ziyadesinde "..Bir adam "peşin mi?" diye sordu. Ebu Bekre: "Ben böyle işittim" cevabını verdi. Sahiheyn ve Nesai rivayet etmiştir.

Buhari, Büyu 81, 77; Müslim, Müsakat, 88, (1590); Nesai, Büyu, 50 (7, 280-281)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:28] Annem: Arabistan'ın Durumu
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Dünya haritası üzerinde siyasî, coğrafî ve ticarî açıdan mühim bir yer işgal eden Arabistan’ın da, diğer dünya ülkelerinden farklı bir tarafı kalmamıştı. Orada da —lisan ve edebiyat istisna edilirse— her şey çağırından çıkmış, bü­tün müesseseler bozulmuştu.

Kısaca göz atalım:
Dinî Durum

İnanç yönünden Arabistan, kelimenin tam manasıyla anarşi içinde kıvranı­yordu. Garip itikadlar burada da kol geziyordu.

Bir kısmı tamamen inkârcı idiler. Dünya hayatından başka hiçbir şeyi kabul etmiyorlar,“Bi­zim için dünya hayatından başka bir hayat yoktur; yaşarız ve ölürüz. Bizi öldüren, zamandan başka bir şey değildir”[1]diyerek, güya keyiflerince hayat sü­rüyorlardı!

Resûl-i Ekrem Efendimize vahiy gelmeye başlayınca, Kur’an-ı Kerim’inde Cenab-ı Hak, bu inancı taşıyanlara şöyle hitap edecektir:

“Ey Resûlüm! Onlara de ki:

“‘Sizi Allah diriltiyor, sonra sizi O öldürecek. Sonra da sizi, vukuunda şüp­he olmayan kıyamet günü (diriltip bir araya) toplayacak yine O’dur. Fakat in­sanların çoğu bu gerçeği bilmez.’”[2]

Yine o zaman Arapların bir kısmı Allah’a ve ahiret gününe inanıyor, ancak insandan bir peygamberin olacağını kabul et­mi­yor­lar­dı.

Kur’an, şu ayetiyle, bu inanç sahiplerinin hallerini anlatıyor:

“Mekkelilere doğru yolu gösteren Peygamber, onlara Kur’an’la geldiği za­man, insanların iman etmelerine, ancak şöyle demeleri mani oldu:

“‘Allah, bir insanı mı peygamber gönderdi?’”[3]

Peygamberin insan nev’inden gelmiş olmasını akıllarına sığdıramayıp, bir meleğin bu vazifeyle gönderilmesini arzu eden bu gürûha yine Kur’an, şu ayetiyle cevap vererek, isteklerinin ne kadar mantıksız olduğunu ilan edi­yordu:

“(Ey Resûlüm! Mekkelilere) Şöyle de:

“‘Eğer insanlar gibi yeryüzünde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber gönderirdik.’”[4]

Diğer bir kısmı ise, Allah’ın varlığını kabul edip inanıyor, ancak ahiret ha­yatını, öldükten sonra dirilme gerçeğini, oradaki ceza ve mükâfatı kabul etmi­yordu.

Kur’an-ı Kerim, bu gruba da şu ayetiyle işaret eder:

“(Nutfeden) yaratılışını unutarak, bize bir de misâl getirdi: ‘Bu kemikleri kim diriltir, onlar çürüyüp dağılmışken?’ dedi.”[5]

Bu haddini bilmezlere de şu şekilde cevap veriliyordu:

“(Ey Resûlüm!) De ki:

“‘Onları ilk defa yaratan, diriltir ve O, her yaratılanı tamamıyla bilir.’”[6]

Bir kısmı ise, puta tapıyorlardı ve bunlar, çoğunluğu teşkil ediyordu. Hem taştan, tahtadan, hatta zaman zaman helvadan yaptıkları putlara tapıyor, hem de şöyle diyor­lardı:

“Biz, putlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz!”[7]

Evet, Arapların ekserisi taştan, tahtadan, zaman zaman sefere çıkarken de helvadan yaptıkları putlara tapıyor, onlardan medet ve yardım umacak kadar zavallı bir vaziyete düşmüş bulunuyorlardı. Yeryüzünün ilk tevhid evi Beytullah’ı, bu inançlarının eseri olarak 360 adet putla doldurmuşlardı.

Bütün bunlar yanında, Arabistan’da Hz. İbrahim’in tevhid dininin izlerine de rastlanıyordu. Gaflete ve aradan uzun zaman geçmesine rağmen silinmeyen bu dinî izlerle amel edenlere, Hz. İbrahim’e nisbetle “Hanifler” denilirdi. Zira, Kur’an-ı Kerim’de “Hanif” tâbiri Hz. İbrahim için kullanılır: “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan... O, Hanif Müslüman idi.”[8]

Hanifler diye anılan bu insanlar, putlara nefret beslerler, Allah’ın varlık ve birliğine inanırlardı. Nitekim putlardan birinin şerefine kurulan bir panayırda Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Hüveyris, Zeyd b. Amr adındaki şahıslar, haddizâtında cansız, dilsiz, sağır, zarar veya menfaat vermekten mahrum birtakım putlara secde edip hürmet göstermeyi zillet saymışlar ve bunu açıkça ilan etmişlerdi.[9]
[26.10.2023 23:28] Annem: YÂRDIR SANA SEVDIĞIN
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri, Dîvânında şöyle buyurur:“İsteyen seni O’dur sen anı istemesenDileyen senden ön O sen anı dilemesenBildiren sana O’dur sen anı bilemesenSen yâr olmasan dahi yârdır sana sevdiğin”Allah’ın istemesi ve yüce sevgisi ile sen onu istememiş olsan bile, O senden önce seni sevmiş, sevdirmiştir. Senin O’nu dilemenle sen O’na ulaşamazsın. Âl-i İmran Suresi’nde; “(Rasûl’üm!) De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” ayetinde geçtiği gibi her şey onun dilemesiyle olur. İlmin gerçek sahibi Allahu Teâlâ bildirmezse kimse bilemez. O’nun bildirmediğini kimse bilemez. Ancak O dilediğine dilediği şeyi bildirir. Onun için Allah isteyip sevdikten sonra sen sevsen de sevmesen de O’nun sevgisi kâfidir.Hz Dâvud (a.s.) dualarında Allah’tan kendisini sevmesini isterdi. Ebu’d-Derda (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Dâvud (a.s.)’ın dualarından biri şöyle idi: ‘Allah’ım Senden, Senin sevgini ve Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. İlâhî, Senin sevgini nefsimden ehl ü ıyalimden ve serin sudan daha sevgili kıl.”
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:28] Annem: ❝Yine dil başladı zâra o aşk-ı Lâ-yezâlîden
Yine bu derdine ister devâyı Zü’l-Celâlîden❞

▪ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî

Nesre Çevirisi: ▪ 
Gönül yine ebedî olan Allah’ın aşkından ağlayıp inlemeye başladı. Yine derdine celal sahibi olan Allah’tan deva ister.
[26.10.2023 23:28] Annem: [Hadis No : 3649]

İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar, abdest almadan namaz kılardı."

Muvatta

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:28] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

İbnu Ömer (Radıyallahu Anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki:"İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an-ı okuyacaklar, ancak okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek. Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır."İbnu Ömer der ki: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ın: "Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır" ibaresini yirmi kereden fazla işittim.(İbnu Ömer, Resulullah'tan işittiği sözleri şöyle tamamladı): "Nihayet bu cemaatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında Deccal çıkacaktır."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (174) - Hds :(6034)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:28] Annem: “Allahım! Senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan uzak durmayı, bütün iyilikleri işlemeyi, cennete kavuşup cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyâz ediyorum.”

(Hâkim, el–Müstedrek, I, 525. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitir 17)
[26.10.2023 23:28] Annem: Bir Hadis
Birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte mü'minlerin durumu, insan bedenine benzer. 
(Buharî, Edeb, 27)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:28] Annem: Bir Ayet
Allah'tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
(Nisâ, 4/106)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:28] Annem: Bir Dua
Nazargahın olan kalplerimizin, kendi yaktığımız ateşlerde  kararmış birer taş parçası haline gelmesine izin verme Allah’ım!


İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:29] Annem: Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (sav), örtüsüne bürünmüş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey
gördüğü zaman bunu yüzünden anlardık.”
(B6102 Buhârî, Edeb, 72)
[26.10.2023 23:29] Annem: 77- KİTÂBU'L-LİBÂS.

1- (Bâb:) Ve Yüce Allah'ın Şu Kavli :

2- İzârını Kibirlenmeksizin Yerde Sürüyen Kimse Babı

3- Elbiselerde Alt Tarafı Yukarı Kaldırıp Cemreme Yapmak Babı

4- Bâb:

5- Elbisesini Kibirlenmekten Dolayı Uzatıp Yerde Sürükleyen Kimse Babı

6- Saçaklı Elbise Gîyme(Nin Hükmü) Babı

7- Ridâ Denilen Elbiseler Babı

8- Gömlek Giyilmesi Babı

9- Gömleğin Ve Başkasının (Başın Çıkması İçin) Göğsünün Yanından Oyulan Yakası Babı

10- Seferde (İhtiyaçtan Dolayı) Yenleri Dar Bir Cübbe Giyen Kimse Babı

11- Gazvede Yün Cübbe Giyilmesi Babı

12- Kaftan Ve İpek Ferrûce Babı

13- Bornuslar Babı

14- Serâvîl Babı

15- Sarıklar Babı

16- Başı Ve Yüzün Çoğunu Örtmek Babı

18- Bürde Çeşitleri. Hıbere Ve Semle Denilen Giyecekler Babı

19- Kısa Ve Hamîsa Denilen Örtüler Babı

20- İştimâlıts-Sammâ Giyinişi Babı

21- Bir Tek Kumaş İçinde Sarınıp Bürünmek Babı

22- Damgalı Siyah Yün Kumaş Babı

23- Yeşil Elbiseler Babı

24- Beyaz Elbiseler Babı

25- Erkeklerin İpek Elbise Giymesi Ve İpek Yaygı Edinmelerinin Hükmü); Erkekler İçin Kullanılması Caiz Olacak İpek Mikdârı(Nı Beyân) Bâb1

26- İpek Kumaşı Giymeksîzin Eliyle Dokunan Kimse Bâbî

27- İpek Yaygı Edinme(Nin Hükmü) Babı

28- Kassî (Denilen İpek Kumaş) Giymek Babı

29- Kaşıntılı Hastalık Sebebiyle Erkeklere İpekli Kumaştan Kullanmalarına Ruhsat Verilmesi Babı

30- Kadınlar İçin İpek Elbise (Kullanmanın Cevazı) Babı

31- Peygamberdin Elbiselerden Ve Yaygılardan (Herhangibir Sınıf Üzerine Kısaltma Ve Darlık Yapmayıp) Dâima Genişlik Gösterir Olduğu Babı

32- Yeni Bir Elbise Giyen Kimseye Yapılacak Duâ Babı

33- Erkekler İçin Zağferân Sürünme(Nîn Nehyi) Babı

34- Zağferân Bitkisiyle Boyanmış Elbise(Nin Hükmü) Babı

35- Kırmızı Elbise Babı

36- Kırmızı İpek Altlık Bâbır

37-Tabaklanmış Ve Tabaklanmamış Derilerden Yapılan Ayakkabılar (Giyilmesi) Babı

38- Bâb: (Kadın, Erkek) Giymeye Sağ  İf Ayakkabı İle Başlar

39- Bâb: İnsan Evvelâ Sol Ayakkabıyı Çıkarır

40- Bâb: İnsan Bir Tek Ayakkabı İle Yürümez

41- Bir Ayakkabında İki Tasma Olur Ve Geniş Bir Tasmayı Da Câîz Gören Kimse Babı

42- (Tabaklanıp Boyanmış) Deriden Kırmızı Çâtmr Bâbi

43- Hasır Ve Benzeri Yaygılar Üzerine Oturmak Babı

44- (Yakaları Ve Yenleri) Alttn Düğmelerle Bağlanmış  Elbise Babı

45- Altın Yüzükler (Takmanın Hükmüm   Beyân) Babı

46- Gümüş Yüzük Takma(Nın Cevazı) Babı

47-Bâb:

48- Mühür Yüzüğün Kaşı Babı

49- Demir Yüzük Babı

50- Mühür Yüzüğün Nakşı (Ve Keyfiyeti) Babı

51- Mühür Yuzugun Küçük Parmakta Takılması Babı

52- Kendisiyle Birşeyler Mühürlenmesi Yâhud Kitâb Ehline Ve Başkalarına Mektûb Yazılıp Gönderilmesi İçin Mühür Yüzük Edinmek Babı

53- Mühür Yüzüğü Taktığı Zaman Onun Kaşını ,Elinin İç Tarafına Getiren Kimse;                                Babı

54- Peygamber(S)'İn: 'Hiç Kimse Kendi Yüzüğünün Kaşı Üzerine (Bu Yazıyı) Nakşetmez" Sözü Babı

55- Bâb: Mühür Yüzüğün Nakşı Üç Satır Hâlife  Yazılabilir Mi?

56- Kadınlar İçin Yüzük (Takmanın Hükmü) Babı

57- Kadınlar İçin Gerdanlıklar Ve Sihâblar Yânı Tîb Ve Sükk Denilen Güzel Kokulu Boncuklardan Yapılmış Gerdanlıklar (Giymenin Hükmü) Babı

58- Gerdanlıkların Ariyet Alınması Babı

59- Kadınların Kulaklarına Altın, Gümüş, Boncuk Nevinden Küpeler Takmalarımın Hükmü) Babı

60- Çocuklar İçin Olan Kokulu Boncuk Gerdanlık Babı

61- Bâb: Kadınlara Benzemeğe Çalışan Erkekler Ve Erkeklere Benzemeğe Çalışan Kadınlar

62- Kadınlara Benzemeğe Çalışan Erkeklerin Evlerdi Dışarı Çıkarılmaları Babı

63- Bıyığı Kesip Kırkma(Nın Müstehâblığı) Babı

64- Tırnakları Kesme(Nin Sünnetliği) Babı

65- Sakalları Bol Bırakmak Babı

66- Saç Ağarması Hakkında Zikrolunan Şeyler Babı

67- Baş
[26.10.2023 23:29] Annem: 30- "İslâm Dîni kolaylıktır"

Ve Peygamber (s)'in: "Allah'a en sevgili olan din müsâadekârlık (semahat) ve kolaylık üzerine kurulmuş olan, hanîf İslâm Dîni'dir" sözü.

39-....Bize Omer ibn Aliyy (190), Ma'n ibn Muhammed el-Gıfârî'den; o da Saîd ibni Ebî Saîd el-Makburî (100)'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Şübhesiz ki bu din kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendini zorlasın da dîn ona galebe etmesin (ve erinip büsbütün amelden kesilmesin). Öyle olunca ortalama gidin. (Eğer en kâmili yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da devamlı amel ve ibâdetten dolayı) sevinin; sabah, akşam ve gecenin bir cüz'ünde (ibâdete tevfîk vermesi için Allah'tan) yardım isteyin".

 

 
[26.10.2023 23:29] Annem: Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: 'Kişinin eşiyle birlikte olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesi, kıyamet gününde Allah katında (sorumluluğu) en büyük olan emanetlerdendir.'
(Müslim, Nikâh, 124; Ebû Dâvûd, Edeb, 32)
[26.10.2023 23:29] Annem: - عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو بْنِ الْعَاصِ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
- إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ الْخَلْقَ فِى ظُلْمَةٍ ثُمَّ رَشَّ عَلَيْهِمْ مِنْ نُورِهِ فَمَنْ أَصَابَهُ مِنْ ذَلِكَ النُّورِ اهْتَدَى وَمَنْ أَخْطَأَهُ ضَلَّ

- عبد الله بن عمرو بن عاص (رضى الله عنهما) دن روايت اولوندى كه، رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر
- محقق كه حضرت الله مخلوقاتى بر ظلمت ايجه ريسنده خلق ايتدى و مخلوقاتك اوزرينه كندى نورندن سربيشتيردى. كنديسينه او نوردن اصابت ايدن هدايته ايردى. اصابت ايتمه ين ده ضلالتده قالدى

- Abdullah bin Amr bin Âs (r. anhüma)’dan rivayet olundu ki, Rasûlullah efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır
- Muhakkak ki Hazret-i Allah mahlukatı bir zulmet içerisinde halk etti ve mahlukatın üzerine kendi nurundan serpiştirdi. Kendisine o nurdan isabet eden hidayete erdi. İsabet etmeyen de dalâlette kaldı.

- Ebu Abdillah Muhammed Hâkim et-Tirmizi, Nevadir’ul-Usul,  287. Asıl
[26.10.2023 23:29] Annem: Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir. (Âl-i İmrân, 3/19)
[26.10.2023 23:29] Annem: 7/A'râf

199 - Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.
[26.10.2023 23:29] Annem: 
KESB (KAZANÇ) BÖLÜMÜ..

UMUMİ AÇIKLAMA

MESLEK ÖGRETİMİ

KUR'AN'DA MESLEKÎ İHZARİYELER:

MESLEK MEVZUUNDA YÜKSEK İDEAL:

EN HAYIRLI MESLEK:

HELAL KAZANCA TEŞVİK, HARAMDAN SAKINDIRMA..

MÜBAH OLAN KAZANÇLAR VE TAAMLAR..

* KUR'AN'I YAZMA VE ÖGRETMENİN ÜCRETİ

* MEMURLARIN RIZIKLARI

* İKTA'

* HACCAM'IN KESBİ

MEKRUH KAZANÇLAR

ÇOCUKLARIN ÇALIŞTIRILMA VE İSTİHDAMLARI MESELESİ

ÇOCUGUN İSTİHDAMI

BİR PADİŞAH FERMANI

* KÖPEGİN SEMENİ

* KEDİ

* HACAMAT YAPANIN KESBİNDEKİ KERAHET..

* DAMIZLIK HAYVANIN SUYU..

* KUSÂME

* MADEN

* SULTANIN İHSANI

* İKİ YARIŞÇI

MEKS (USULSÜZ VERGİ)


KESB (KAZANÇ) BÖLÜMÜ
(Bu bölümde üç fasıl vardır.)

BİRİNCİ FASIL

HELAL KAZANCA TEŞVİK HARAMDAN SAKINDIRMA

*

İKİNCİ FASIL

MÜBAH KAZANÇ VE MÜBAH YİYECEKLER

*

KUR'AN'I YAZMA VE ÖGRETMENİN ÜCRETİ

*

İŞÇİLERİN RIZIKLARI

*

İKTA

*

HACAMAT YAPANIN ÜCRETİ

*

ÜÇÜNCÜ FASIL

MEKRUH KAZANÇLAR

*

KÖPEGİN FİATI

*

KEDİNİN FİATI

*

HACAMAT YAPANIN KAZANCININ MEKRUHLUGU

*

DAMIZLIK ERKEK HAYVANIN ÜCRETİ

*

KASÂME

*

MADEN

*

SULTANIN İHSANI

*

MÜTEBARİLER

*

MEKS

UMUMİ AÇIKLAMA

Kesb, kazanmak manasına mastardır. Kelime, mal gibi maddî kazançlar için kullanıldığı gibi, ilim gibi, hayır veya şer gibi mânevî kazançlar için de kullanılır. Kisb şeklinde de isti'mâl edilen kelime asıl itibariyle cem'etmek manasına gelir.

Sadedinde olduğumuz bölümde daha ziyade maddî kesb, maişetimiz için dünyevî kazanç kastedilmektedir. Dinimiz, ahirete öncelik verilmesini esas almış ise de (Duha 4), müntesiblerinden dünyayı ihmal etmemelerini de talep eder. Dünyanın ihmal edilmemesi, maddî kesbe yer verilmesi demektir. Dilimizde "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalış" şeklinde şöhret yapan bir hadis, farklı şekillerde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan rivayet edilmiştir. Suyûtî'nin Câmiu's-Sağîr'de kaydettiği bir veçhi şöyle  "Hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğinden korkan kimse gibi de (dünyaya bağlanmaktan) kaçın." Bu hadisten, "dünyaya karşı ulemânın verdiği cevaplardan biri şöyle: "Eğer insan ebedî yaşayacağını bilirse dünyaya hırsı azalır ve bilir ki, arzu ettiği dünyalık, onu talepteki hırs ve koşuşturmayı bir kenara bıraksa bile elinden kaçıcı değildir. Şöyle der: "Dünyalığımı bugün kaçırsam bile yarın elde ederim, nasıl olsa ben ebedî yaşayacağım." Bu sebeple Resûlullah: "Dünyalık hususunda ebedî yaşayacağını zanneden kimsenin ameliyle amel et, dünya işleri için hırslı olma" buyurulmuştur." Bu te'vile göre, hadis hoş bir metod ve tatlı bir lafızla dünyalık talebinde teenni ve hafifliğe teşvik etmiş olmaktadır. Hadis, diğer taraftan âhiret ameliyle ilgili olarak da, -hadisin zahirinde görüldüğü üzere- "yarın öleceğini zanneden kimsenin gayretiyle gayret göster" irşadında bulunmuş olmaktadır.

Ancak şunu da bilmemizde gerek var: Kur'ân-ı Kerîm, "Ailene namazı emret!" (Tâha 132) açıklığında bir emirle dünya işlerine teşvîke yer vermez. "Namaz kıl!", "Oruç tut!", "Zekat ver!", "Ahiret dünyadan daha hayırlıdır" gibi pek çok irşatlarla ibadet hayatımızla ilgili açık emirlerde bulunduğu halde, insanları iş hayatına ve dünyevî kazanca teşvîk edici sarîh emirlerde bulunmaz. Fakat bu, Kur'ân'da o meselenin yer almadığı manasına da gelmez. Biz bu meselenin zihinlerde yanlış yer etmemesi için, kazançla ilgili olan bu bölüme girerken, çocuk terbiyesinde meslekî formasyon işinin Kur'ân'da nasıl ele alındığını aydınlatan bir tahlilimizi kaydediyoruz. Mevzu geldikçe ifade ettiğimiz üzere, bir kere daha ifade edelim: İslâm'a göre, bugünkü temel eğitim dediğimiz farz-ı ayn ilimler meyanında bir meslek öğretimi de yer alır. Aşağıdaki tahlilimiz, Kur'ân-ı Kerîm'in bu meseleye dolaylı bir üslubla yer verdiğini göstermekle kalmayacak, bunu d
[26.10.2023 23:29] Annem: حَدَّثَنَا عَبْدَةُ، قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ، قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُثَنَّى، قَالَ حَدَّثَنَا ثُمَامَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ أَنَسٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ كَانَ إِذَا سَلَّمَ سَلَّمَ ثَلاَثًا، وَإِذَا تَكَلَّمَ بِكَلِمَةٍ أَعَادَهَا ثَلاَثًا‏.‏

Enes r.a. şöyle demiştir: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verdiğinde üç kere verirdi. Bir söz söylediğinde bunu üç kere tekrarlardı. Tekrar:

Grades:

Reference: Sahih Buhari 94
In-book reference: Kitap 3, Hadis 36

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:29] Annem: Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
[26.10.2023 23:29] Annem: عَنْ صُهَيْبٍ  أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : كان مَلِكٌ فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ, وَكان لَهُ سَاحِرٌ فَلَمَّا كَبِرَ, قال لِلْمَلِكِ : إني قَدْ كَبِرْتُ فَابْعَثْ إِلَيَّ غُلاَمًا أُعَلِّمْهُ السِّحْرَ, فَبَعَثَ إِلَيْهِ غُلاَمًا يُعَلِّمُهُ, وَكان فِي طَرِيقِهِ إذا سَلَكَ رَاهِبٌ, فَقَعَدَ إِلَيْهِ وَسَمِعَ كَلاَمَهُ فَأَعْجَبَهُ, وَكان إذا أَتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إِلَيْهِ, فَإذا أَتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ, فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى الرَّاهِبِ فَقال : إذا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ : حَبَسَنِي أَهْلِي, وَإذا خَشِيتَ أَهْلَكَ فَقُلْ : حَبَسَنِي السَّاحِرُ . فَبَيْنَمَا هُوَ على َذَلِكَ إِذْ أَتَى عَلَى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ فَقال : الْيَوْمَ أَعْلَمُ آلسَّاحِرُ أَفْضَلُ أَمِ الرَّاهِبُ أَفْضَلُ ؟ فَأخذ حَجَرًا فَقال : اَللَّهُمَّ إن كان أمر الرَّاهِبِ أحب إِلَيْكَ مِنْ أمر السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هَذِهِ الدَّابَّةَ حَتَّى يَمْضِيَ النَّاسُ, فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا وَمَضَى النَّاسُ, فَأَتَى الرَّاهِبَ فَأَخْبَرَهُ. فَقال لَهُ الرَّاهِبُ أَيْ بُنَيَّ أنت الْيَوْمَ أَفْضَلُ مِنِّي, قَدْ بَلَغَ مِنْ أمركَ مَا أَرَى, وَإنكَ سَتُبْتَلَى, فَإن ابْتُلِيتَ فَلاَ تَدُلَّ عَلَيَّ, وَكان الْغُلاَمُ يُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ, وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ألادْوَاء.ِ فَسَمِعَ جَلِيسٌ لِلْمَلِكِ كان قَدْ عَمِيَ, فَأَتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ فَقال : مَا هَاهُنَا لَكَ أَجْمَعُ إن أنت شَفَيْتَنِي, فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَإن آمَنْتَ بِاللَّهِ تَعاَلَي دَعَوْتُ اللَّهَ فَشَفَاكَ, فَآمَنَ بِاللَّهِ تَعاَلَي فَشَفَاهُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَأَتَى الْمَلِكَ فَجَلَسَ إِلَيْهِ كَمَا كان يَجْلِسُ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : مَنْ رَدَّ عَلَيْكَ بَصَرَكَ؟ قال : رَبِّي. قال : أَوَلَكَ رَبٌّ غَيْرِي؟! قال : رَبِّي وَرَبُّكَ اللَّهُ , فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الْغُلاَمِ, فَجِيءَ بِالْغُلاَمِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : أَيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا تُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا, إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الرَّاهِبِ, فَجِيءَ بِالرَّاهِبِ فَقِيلَ لَهُ : إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَ الْمِنْشَارُ فِي مَفْرِقِ رَأْسِهِ, فَشَقَّهُ حَتَّى
[26.10.2023 23:29] Annem: Tarihte Bugün

•  Peygamberimiz ’in Torunu Hz. Hüseyin Şehit Edildi 680
•  Oruç Reis’in Şehadeti 1523

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:29] Annem: Günün Ayeti

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”

Taha 124
[26.10.2023 23:29] Annem: Allah'ım! Hatalarımı kar ve soğuk su ile temizle. Beyaz elbiseyi kirden temizlediğin gibi kalbimi de hatalardan arındır. 
(Nesaî, "Taharet", 49; Ayrıca bk. Buhârî, "De’avât", 38, 43-45;Müslim, "Zikir", 49)
[26.10.2023 23:29] Annem: Günün Hadisi

“Bir kul dünyada bir başkasının ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter.”

Müslim, Birr 72
[26.10.2023 23:29] Annem: NAKÎBÜ’L-EŞRÂFLIK NEDİR?

Nakîbü’l-eşrâflar, eyalet, sancak ve diğer yerleşim birimlerindeki vekilleri vasıtasıyla bütün seyyid ve şeriflerin soy, isim ve şecerelerini kapsayan defterleri tutarlardı. Şecere-i Tayyibe adı verilen bu defterler Hz. Peygamberin soyundan geldikleri belgelenen kişilerin soy kütükleri yansıra evladı, ahvali, ahlakı, ikametgahı, görev ve durumları gibi bilgileri içerirdi.
Seyid ve Şerifler kanuna aykırı bir tutum ve davranışları görüldüğünde veya herhangi biri suç işlediklerinde Merkeze Nakîbü’l-eşrâf taşrada ise vekilleri olan nakîbü’l-eşrâf kaymakamları tarafından yargılanır, gerekli cezaya çarptırılırlardı. Yöneticiler ve kadılar bu işe karışamazlardı.
Seyyid ve Şeriflerin haklarının korunması, muaf tutuldukları bazı kamu yükümlülüklerinin veya vergilerin tahsil edilmemesi, askerlik muafiyetlerinin uygulanması yahut Seyyitlik veya Şeriflik iddiasıyla ortaya çıkanların durumlarının tespiti Nakîbü’l-eşrâf’ın takibinda olan işlerdi.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:29] Annem: DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 27
Ev sahibi kumandaya yeni bir pil taktı. O, 
kumanda ile kanalları değiştirirken televizyonda 
pil arkadaşlarımı gördüm. Bizim piller filmde mi 
oynamış, diye düşünürken konuşmalardan 
bir film değil bir belgesel olduğunu 
anladım. Pürdikkat dinlemeye başladım.
Neler duyduğumu sizinle de 
paylaşmak istiyorum. Öncelikle 
pillerin hayatımızda ne kadar 
çok yer edindiğinden 
bahsetti.
Ancak ömürleri bittiğinde kaldırılıp 
çöpe atılan piller aslında doğaya çok 
büyük zararlar veriyormuş. İçeriklerinde 
bulunan kimyasallardan dolayı suyu, 
toprağı ve havayı zehirliyormuş. 
Ancak bir çaresi varmış. Eğer bilinçli 
olunur ve piller çöpe değil pil atık 
kutularına atılırsa bazılarımız yeniden 
dönüştürülüp pil olabiliyormuşuz. 
Böylece hiçbir çevre kirliliği sorununa 
neden olmuyoruz. Tam da size bunları 
söylerken aklıma bir anda emektar 
kumanda pili geldi. Umarım ev sahibi de 
eski pilleri atık kutusuna atar.
[26.10.2023 23:29] Annem: İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar. (151-152) - Sâffât - 152. Ayet
[26.10.2023 23:29] Annem: İslam’a göre boş 
vakit yoktur, 
boşa harcanan 
vakit vardır. Eğer 
zamanı iyi tanzim 
edip hedeflerimiz 
yönünde 
kullanamıyorsak 
zaman bizi 
kullanıyor ve her 
gün, ömrümüzden 
yiyip bitiriyor 
demektir. 
çalışma, harcama ve tasarruf 
gibi hayatın her alanında mute-
dil ve dengeli olmalıyız.
İsraf ettiğimiz şeylerin başın-
da zaman gelmektedir. Günü-
müzde zamanın en çok heba 
ve israf edildiği alan ise sosyal 
medya ve internet ortamıdır. 
Dolayısıyla bu konuda olabildi-
ğince dikkatli olunmalıdır. Yüce 
Allah, asra yani zamana yemin 
ederek şöyle buyurmaktadır: 
“Asra (zamana) yemin ederim 
ki insan gerçekten ziyan içinde-
dir. Bundan ancak iman edip iyi 
ameller işleyenler, birbirlerine 
hakkı tavsiye edenler ve sabrı 
tavsiye edenler müstesnadır.” 
(Asr, 103/1-3.) Asr suresinin içer-
diği mananın önemine binaen 
olacak ki Hz. Peygamber’in 
(s.a.s.) ashabından iki kişi bir-
biriyle karşılaştıklarında biri di-
ğerine Asr suresini okumadan, 
sonra da biri diğerine selam 
vermeden ayrılmazlardı. (Tabe-
rani, el-Mu‘cemü’l-evsat, 5/215 [5124].)
Sağlık ve zaman nimetinin öne-
mi hakkında Sevgili Peygam-
berimiz şöyle buyurmaktadır: 
“İki nimet vardır ki insanların 
çoğu (onları değerlendirme 
hususunda) aldanmıştır: Sağ-
lık ve boş zaman.” (Buhari, Rikak, 
1 [6412].) Aslında İslam’a göre 
boş vakit yoktur, boşa harcanan 
vakit vardır. Eğer zamanı iyi tan-
zim edip hedeflerimiz yönünde 
kullanamıyorsak zaman bizi 
kullanıyor ve her gün, ömrü-
müzden yiyip bitiriyor demektir. 
Zira zaman nimeti âdeta keskin 
bir kılıç gibidir; onu kullanan 
kazanır, kullanamayan ise kay-
beder. Bu bağlamda İmam Şafi 
şöyle demiştir: “… Zaman kılıç 
gibidir, sen onu kesmezsen o 
seni keser. Sen kendini hak ile 
meşgul etmezsen batıl seni iş-
gal eder.” (İbn Kayyım, Medâricü’s-sâ-
likîn, 3/124-125.) Müslümana dü-
şen “İbnü’l-vakt” yani “vaktin 
çocuğu” olarak içinde bulun-
duğu zamanını şuurlu, verimli 
ve hakkını vererek geçirmektir. 
Aksi hâlde akıp giden zaman, 
boşa harcanmış ve heba edil-
miş servet olmaktadır. İbadet 
yaparken bile aşırılığa kaçmak 
hoş karşılanmamıştır. Nitekim 
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) 
Sa‘d b. Ebu Vakkas’ın (r.a.) ab-
dest aldığı sırada suyu gereğin-
den fazla kullandığını görünce 
ona, “Bu ne israf!” demiş, Sa‘d 
ise “Abdestte de israf olur mu?” 
diye sormuştu. Bunun üzeri-
ne Allah Resulü (s.a.s.), “Evet, 
akan bir nehir kenarında olsan 
bile (haddinden fazla tüketir-
sen abdestte de israf olur)!” (İbn 
Mace, Taharet, 48 [425].) buyurarak 
bu konudaki hassasiyetini orta-
ya koymuştur. 
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; 
sevdirin, nefret ettirmeyin!” 
(Buhari, İlim, 11 [69]; [Müslim, Cihad ve 
siyer, 8 [1734].) şeklinde ümmetini 
irşad eden Sevgili Peygambe-
rimiz, buna aykırı davrananları 
uyarmıştır. Örneğin, imamlık 
yaptığında namazı çok uzatan 
Muaz b. Cebel (r.a.) kendisine 
şikâyet edilince ona çok kızmış 
ve “Ey insanlar! İçinizde (cema-
atle namazdan) nefret ettiren 
kimseler vardır. Sizden kim in-
sanlara namaz kıldırırsa nama-
zı (bıktırmayacak şekilde) hafif 
kıldırsın. Çünkü cemaat arasın-
da ihtiyar, zayıf ve ihtiyaç sahibi 
kimseler vardır.” (Buhari, Ahkâm, 
13 [7159]; İlim, 28 [90]; Müslim, Salât, 
182 [466].) buyurarak imamlıkta 
mutedil davranmayan kimsele-
ri uyarmıştır. Kendisi de nama-
zını ve hutbesini orta uzunlukta 
tutarak ashabına örnek olmuş-
tur. (Müslim, Cuma, 41 [866].) Ayrıca 
namazları fazla uzatmayı hoş 
görmediği gibi alelacele baş-
tan savma bir şekilde kılınan 
namazın kabul olmayacağını 
belirtmiş ve namazların tadil-i 
erkâna riayet edilerek kılınma-
sını emretmiştir. (Buhari, Ezan, 122 
[793]; Müslim, Salât, 45 [397].)
Kısacası; bize emanet olarak 
verilen yer altı ve yer üstü zen-
ginlikleri, maddi manevi nimet-
leri ve imkânları israf etmeden 
yerli yerince kullanmalı; zaman, 
emek, ekmek, yiyecek, içecek, 
giyecek, su ve enerji kullanı-
mında israftan kaçınıp mutedil 
olmalı, sahip olduğumuz ihti-
yaç fazlası malları ise muhtaç 
insanlara ulaştırmalı, böylece 
onların da mutlu olmalarını 
sağlayıp Rabbimizin rızasını 
kazanmaya gayret etmeliyiz. 
Yüce Allah cümlemizi cimrilik 
ve israftan kaçınıp mutedil ha-
reket eden kâmil müminlerden 
eylesin…
Aylık Dergi | Eylül 2023 29
HADİSLERİN IŞIĞINDA
[26.10.2023 23:29] Annem: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” - Tevbe, 9/119
[26.10.2023 23:29] Annem: İslâm beş (temel) üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.s)'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekat vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak. - Buharî, İman, 2, Müslim,İman, 21
[26.10.2023 23:29] Annem: Allah Resûlü’nün ibadet hayatında, hem pek çok ibadetin vazgeçilmez bir parçası hem de bizzat bir ibadet olan Kur’an okumak büyük bir öneme sahipti. Bu kutlu kitap ona indirilmişti ve o da bütün hayatını Kur’an’ı okuyup ona uygun bir yaşam sürmeye adamıştı. Kur’an, Allah Resûlü’nün en büyük mucizesiydi. Allah Resûlü, her gün düzenli olarak Kur’an’dan bir bölüm (hizb) okur, mümkün olduğunca bunu bırakmazdı. Okumak için uygun bir zaman ve mekân beklemez, her vesileyle Kur’an okurdu. Kur’an okuma konusunda, cünüplük hâli dışında hiçbir şey ona engel olamazdı. Kur’an okurken uzun okunması gereken harfleri güzelce uzatır, her bir ayetin sonunda ara verir, tane tane ve açık bir şekilde okurdu. Onu Kur’an okurken dinleyenler, sesine ve okuyuşuna hayran olurlardı (Buhârî, Tevhîd, 52). Allah Resûlü, Kur’an’ı başkalarından dinlemeyi de çok sever, bazen dinlediği ayetlerin etkisiyle gözyaşlarını tutamazdı (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’an, 33). - RESÛLULLAH’IN KUR’AN OKUMAYA VERDİĞİ ÖNEM
[26.10.2023 23:29] Annem: elden çıkarılması, harç ve sarfedilmesi demektir. Dinî bakımdan farz, vacip, mendub kısımları vardır. Bu "infak" karinesiyle ya "rızık" mala tahsis edilmek veya "infak" mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirmek gerekecektir. Açık olan birincisidir, fakat ikincisi de muhtemeldir. Şu halde âyetin bu kısmı, ilk bakışta zekat ve diğer sadakalar bağışlar, yardımlar ve vakıf gibi, fakirlere, diğer çeşitli hayırlara, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır ki, ilerde "Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir." (Bakara, 2/215) gibi âyetlerle açıklanacaktır. İkincisi ilim öğretme ve diğerleri gibi manevî şeyleri de içermektedir. Bununla beraber bunların hepsinin başında, İslâm'ın binasından biri olan zekat vardır. Ve bunun için birçok tefsirciler burada ilk önce ve bizzat kastedilen şeyin zekat olduğunu açıklamışlardır. Fakat kurtuluşun kendisine tahsis edilmesi bakımından, namazda olduğu gibi burada da farz olan infak kastedilmek gerekirse de, infakın farz oluşu yalnız zekata tahsis edilmediğinden muhakkıkîn-i müfessirîn (araştırmacı tefsirciler) bunu genelleştirme taraflısıdırlar. Ancak bu ortamda zekatın birinci mevkii işgal ettiği de unutulmamalıdır. Çünkü İslâm binasının ikincisi de zekattır. Bir hadis-i şerifte de görüldüğü üzere "Zekat İslâm'ın köprüsüdür.". İslâm'ın bir köprüsü, bir geçididir. Dinin, iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki "dâru'l-İslâm" (İslâm yurdu), ahiretteki "dâru's-selam" (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekat teşkil eder. Zira "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz." (Fâtiha, 1/5) diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah'a kulluk etmek ve kardeş topluluk ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir. Bu ise, o toplum

içinde günlük azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur. Bir aç ile bir tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla birbirine kalben perçinlenmesi kabil değildir. Şu halde cemaatin hakiki bir ibadet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için ilk önce zekat ve fıtır sadakaları ile, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin mevlası (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren bir duygu ve iman ile kurulması büyük bir görevdir. Bu görevin, bu niyetle yapılmasında müslüman artık yalnızlığında beşerî bayağılıktan silkinecek, Allah Teâlâ'nın bir halifesi (yani bir vekili) olmak rütbesini kazanacak ve elindeki malın Allah'ın malı olduğunu ve kendisinin onu, muhtaç olan Allah'ın kullarına ulaştırmaya görevli bulunduğunu anlayarak: "Al kardeşim, bu benim değil, senin hakkındır, bende bir emanettir, ben sana Allah Teâlâ'nın gönderdiği şu çıkını, postalanmış koliyi teslim etmeye görevlendirilmiş bir dağıtıcıyım." diyerek, aynı şekilde alçak gönüllülüğü ile fakirin, sabırlı fakirin hakkını vererek kalbini okşayacak ve bununla o topluluğun mümkün olduğu kadar açıklarını kapatacaktır. İşte Kitap ve Sünnet'in araştırılmasına göre fıkıh usûlü ve fıkha ait kitaplarımızın zekat görüşü özet olarak budur. Bu şekilde zekat, müslümanı, beşerî düşüklüklerden ilahî vekilliğe geçiren bir köprüdür. Namaz, h
[26.10.2023 23:29] Annem: Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur.
3) Böyle ihrama girdikten sonra, eğer zevcesi yanında ise, onunla ilişkide bulunmaz, öpmez ve okşamaz. Dikişli elbise giyinmez. Artık hoş kokulu şeyler sürünmez. Saçları kesmez ve kıllarını gidermez, tırnaklarını kesmez. Güvercin ve geyik gibi kara av hayvanlarını avlamaz. Yeşil ağaçları ve otlan kesip koparmaz. Kötü ve çirkin sözler söylemez. Arkadaşları ve başkaları ile çekişmez. Fakat yıkanabilir ve para kesesini (kemerini) beline bağlayabilir.
4) Her namaz kıldıkça ve yolcu kafilelerine her rastladıkça, yokuş çıkınca ve yokuştan inince, yüksek sesle "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur. Mekke'ye varacağı zaman yıkanır veya abdest alır, Mekke'ye girince, hemen mescid-i Haram'a koşar. Beytullah'ı görünce telbiye getirir, "Allahü Ekber" diye tekbir alır, "Lâ İlahe İllallah" diye tehlilde bulunur. Salât ve selâm okuyarak: "Allahümme zid beyteke teşrîfen ve tazimen ve tekrimen ve birren ve mehabeten = Ey Allah'ım! Beyt-i şerifine mahsus teşrifi, tazimi, teklimi, ihsan ve yüceliği artır," diye dua eder.
Sonra Hacer-i Esved tarafına yönelerek tekbir alır. Hacer-i Esvedi selâmler. Mümkünse, kimseye eziyet vermeden onu öper veya elini sürer. Sonra da Kabe'yi sola alarak Hatîm'in dışından Kudüm Tavafına başlayıp remel yapar. (adımlarını kısaltıp omuzların silkerek çalımlıca yürür.) Her dolaşmada Hacer-i Esved'in karşısına gelince onu selâmlar. Bu tavafı tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselâm'ın makamında, eğer kalabalık ise Mescidin uygun bir yerinde iki rekât namaz kılar. Sonra yine Hacer-i Esved'i selâmlar!
5) Böylece Kudüm Tavafını tamamladıktan sonra Sa'y için Safa ile Merve caddesine çıkar. Önce Kabe'yi görebilecek şekilde Safa tümseğine çıkar. Kabe'ye yönelerek tekbir ve tehlil getirir, salât ile selâmda bulunur. Sonra buradan Merve'ye doğru gider. Yolda bulunan iki yeşildirek (ışık) arasında biraz koşar. Bu şekilde dört defa Safa'dan Merve'ye karşı tekbir ve tehlil getirir, salât ve selâmda bulunur. Böyle her gidiş gelişte telbiye yapar. Koşarak Yürüdüğü zaman: "Allahümme'ğfir verham ve tecavez amma ta'lem. Feinneke entel'aliyyül'azîm = Ya Rabbi! Bağışla ve merhamet et. Bildiğin kusurlarımıza bakma. Şübhesiz ki sen, yücesin, büyüksün," diye dua eder.
Bu gidiş ve gelişin (Şavtların) arka arkaya yapılması daha faziletlidir. Ara vererek yapılması da caizdir.
6) Yalnız hacca (İfrad hacca) niyet etmiş olan kimse, böyle sa'y ettikten sonra da Mekke'de yine ihramlı olarak kalır. Kıran hacca niyet eden de böyledir. Dilediği zaman Kabe'yi tavaf eder. Zilhicce'nin sekizinci (terviye) gününde sabah
[26.10.2023 23:29] Annem: ! Allah sana mağfiret etsin!" buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Sonra da Ömer radıyallahu anh, davranışından pişman oldu. Ebu bekr radıyallahu anh'ın evine gitti ve:

"Ebu Bekr evde mi?" diye sordu. "Hayır!" cevabını alınca, o da doğru Aleyhissalatu vesselâm'ın yanına geldi ve selam verdi: Aleyhissalatu vesselam'ın yüzü (öfkeden) renk renk olmaya başladı. Bu hal, Hz. Ebu Bekr radıyallah'ı korkuttu. derhal diz çökerek:

"Ey Allah'ın Resûlü! Bu meselede (hata benim), ben zulmettim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (hepimize):

"Allah beni size (peygamber olarak) gönderdi. Size tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: "Sen yalancısın" dediniz. Ebu Bekr ise: "Doğru söyledin" dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı oldu. Siz arkadaşımı bana bırakırsınız değil mi?" buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü tekrar ettiler."

Ebu'd-Derda der ki: "Bundan sonra, (Resûlullah'ın hatırı için) Ebu Bekr'e hiç eziyet edilmedi."

Buhari, Fezailu'l-Ashab 5, Tefsir, A'raf 3.

4353 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hastalığı şiddetlenince, kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu:

"Ebu Bekr'e söyleyin, halka namazı o kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha:

"Ebu bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olsa (dayanamayıp ağlar ve ağlamaktan halka kıraati duyuramaz, (namaz kıldırma işini) Ömer'e emretseniz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam yine: "Ebu Bekr'e söyleyin, namazı kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe önceki sözünü tekrar etti. Aleyhissalatu vesselam: "Ona (Ebu Bekr'e) emredin, namazı kıldırsın!" dedi ve:

"Siz (kadınlar) kendi kafanıza göre düzende Hz. Yusuf'un kadın arkadaşları gibisiniz!" diye söylendi."

Buhari, Ezan 46.

4354 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı vefata götüren hastalığı şiddetlendiği zaman, halka namazı Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırıyordu. Pazartesi günü, cemaat saf olmuş halde namaza durduğu sırada Aleyhissalatu vesselam hücresinin perdesini açtı, ayakta olduğu halde bize bakıyordu. Yüzü sanki bir mushaf yaprağı gibi (uçuk) idi. Sonra tebessüm ederek güldü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı (böyle) görmenin sevinciyle namazı bozayazdık. Hz. Ebu Bekr derhal safta namaz kılmak üzere geri çekildi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm7ın namaza geldiğini zannetmişti. Ancak Aleyhissalatu vesselam, bize işaret ederek namazı tamamlamamızı söyledi ve perdeyi indirdi. O gün vefat etti."

Buhari, Ezan 46, 94, Amel fi's-Salat 6, Meğazi 83; Müslim, Salat 98; Nesai, Cenaiz 7, (7, 4).

4355 - Urve rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer'e müşriklerin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a yaptıkları kötülüklerin en fenası hangisi idi?" diye sordum. Şunu anlattı:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz kılarken Ukbe İbnu Ebi Mu'ayt'ın kendisine gelerek ridasını boynuna geçirip şiddetli şekilde boğduğunu gördüm. O sırada Ebu Bekr radıyallahu anh gelerek onu itti
[26.10.2023 23:29] Annem: Allahü teâlâ, insanların seyyidi “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temizlemekdir. [(Seyr), gitmek, (Sülûk), bir yola, mesleğe girmekdir.] Böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya’nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni’metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur. [Allahü teâlânın her işinden, Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirler.] Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine
[26.10.2023 23:29] Annem: Askere Gittiğini

Ana Sayfa
A
Askere Gittiğini
Rüyada Askerlik Celbinin Gelmesi
Rüyada Asker Uğurlamak
Rüyada Askerlik Çağının Geldiğini Görmek
Rüyada Askerlerin Yürüdüğünü Görmek
Rüyada Askerlerin Arasında Bulunmak
Rüyada askere gittiğini görmek, ciddi bir işe girişir ya da önem derecesi yüksek bir hadisenin içinde yer alabilir. Bu rüya kimi zaman da sorun içine girmiş olmanıza, başınıza gelmiş olacak önem derecesi yüksek bir olaya, önem derecesi yüksek şahısların olduğu bir cemaatin içinde bulunmuş olmaya, iş yaşamında yükselmiş olmaya de tabir edilir.

 


Rüyada Askerlik Celbinin Gelmesi
Rüyada kendine askerlik celbinin geldiğini görmüş olan kişi önem derecesi yüksek bir yük altına girer ya da ciddi bir için çağrılır. Bu rüya görmüş olan kimse için herhangi bir zorluğa kimi zaman da iş yaşamında yükselmiş olmaya, kendine verilecek önem derecesi yüksek bir işe de delalet eder.

Rüyada Asker Uğurlamak
Rüyada asker uğurlamak şahsın hayırlı bir iş yapmış olmasına, insanlara yardım etmesine, dertten sonra ferahlamaya, yardıma muhtaç birisine yapılacak yardıma, gönlü açık bonkör bir adama, birtakım insanlara ihsanda bulunmuş olmaya işaret eder.

Rüyada Askerlik Çağının Geldiğini Görmek
Rüyada askerlik çağının geldiğini gören şahsın omuzlarına kimi yükler yüklenir ya da bu işi ağırlığı olan sorumluluk altına girer. Bu rüya, gören şahsın kimi işler yapmış olmasına, çalışmış olma yaşamında bulunacağı teşebbüslere, ara sıra makam ve mevki maliki olmaya da delalet eder.

Rüyada Askerlerin Yürüdüğünü Görmek
Rüyada yürümüş olan askerler o ülkenin silahlı güclerine, ulusal güvenliğe, şayet askerler hasımsa o bölüme yapılacak bir askeri harekata, türlü yerlerde gündeme gelecek mücadelelere ve çabalara, bu çabalarda halkın yaşayacağı meşakkatlara delalet eder.

Rüyada Askerlerin Arasında Bulunmak
Rüyası esnasında bir ekip asker olduğunu ve onların içinde bulunduğunu görmüş olan kimse, devlet işine girer ya da işinde kendine önem derecesi yüksek bir konum verilir. Bu rüya gören şahsın kazanç sağlayacağı mertebeye, işinde yükselmiş olmasına, makam ve mevki maliki olmasına, toplum içinde takdir gören ve sevilmiş olan bir kimse olmasına, üstüne yüklenmiş olacak önem derecesi yüksek bir göreve ve bu işin altından mutlu edici bir sonucla kalkmış olup kıymet kazanmasına tabir edilir.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:29] Annem: Korku Namazı

Ana Sayfa
Namaz
Korku Namazı
İlgili
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in cephede namazı nasıl kıldıracağına ilişkin ayrıntılı açıklama getiren bir ayet ve bu konuda Hz. Peygamber’in uygulamasının bulunması sebebiyle fıkıh kitaplarında ve buna bağlı olarak ilmihal kitaplarında “korku namazı” adıyla bir bahis açılmıştır. Namazların kısaltılması hükmünü getiren ayetin (en-Nisa 4/101) hemen devamındaki bu ayette yüce Allah Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurmaktadır:

“Sen aralarında olup onlara namaz kıldıracağın vakit, onların bir kısmı seninle namaza dursun ve silahlarını da alsınlar. Secdeyi tamamladıkları zaman bunlar arkaya geçsinler; namaz kılmamış olan öteki grup gelsin ve seninle namaz kılsınlar; bunlar da silahlarını alsınlar, tedbiri elden bırakmasınlar. Kafirler sizi gafil avlamak için fırsat kolluyorlar .” (en-Nisa 4/102).

 


Bu ayetin hükmünün devam edip etmediği konusunda alimler farklı görüşlere sahiptirler. Fakihlerin çoğunluğu bu ayetin hükmünün devam ettiğini, dolayısıyla böyle bir savaş durumunda aynı hükmün uygulanabileceğini ve ayetin önerdiği kılınış usulünün, aynı zamanda cemaatle namaz kılmanın önemini vurgulamayı amaçladığını ileri sürerler. Ebu Yusuf’un da içlerinde bulunduğu bazı alimler, bu hükmün Hz. Peygamber’e has olduğunu ve günümüze hitap etmediğini söylemişlerdir. Ayetin üslubu yanında, Hz. Peygamber’le birlikte, onun cemaati olarak namaz kılma şeref ve fazileti ve sahabenin bu konudaki iştiyakı da dikkate alınacak olursa, korku namazı denilen bu özel namaz kılma biçiminin sadece o döneme ait olduğu şeklindeki görüşün daha tutarlı olduğu söylenebilir.

Fakihlerin çoğunluğuna göre korku namazı, düşman saldırısı gibi ciddi bir tehlike anında cemaatin iki gruba ayrılarak, imamın arkasında farz bir namazı nöbetleşe kılmalarıdır. İki rek‘atlı bir namazın ilk rek‘atını, dört rek‘atlı bir namazın ilk iki rek‘atını imamla birlikte kılan birinci grup, ikinci secdeden veya ilk oturuştan sonra cemaatten ayrılıp görev başına gider, ikinci grup gelerek imamla birlikte kalan rek‘atları tamamlar ve göreve döner. İmam kendi başına selam verir. Daha sonra da birinci grup kıraatsiz, ikinci grup kıraatli olarak nöbetleşe namazlarını tamamlar, böylece hem cemaatle namaz ifa edilmiş, hem de görev aksatılmamış olur.

İlgili
Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı
7 Eylül 2021
Benzer yazı
Namazın Mahiyeti ve Önemi
2 Eylül 2021
Benzer yazı
Yolcu Seferi Namazı
3 Eylül 2021
Benzer yazı
in Namaz Tags: korku, korku namazı, namaz
Diğer Konular
Şehidlere Ait Hükümler
Cenaze Namazı
Şükür Secdesi
Tilavet Secdesi
Sehiv Secdesi
Namazların Kazası
[26.10.2023 23:29] Annem: AZÎZAN

Ana Sayfa
A
AZÎZAN
Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça’da ikilik, Farsça’da çokluk ifâde eder.
1. “İki azîz (velî)” mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı.
Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; “Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır.” buyurdu. Talebe de; “Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum.” dedi. Ali Râmitenî hazretleri; “Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın.” buyurdu.
Genç ise; “Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir.” dedi. Bunun üzerine Ali
Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât etti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî)
2. Büyükler, evliyâ.
Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa
Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa
Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma)
Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.

İlgili
Halâl Lokma
9 Eylül 2021
Benzer yazı
SİLSİLE-İ ALİYYE
9 Eylül 2021
Benzer yazı
NAZARGÂH-İ İLÂHÎ
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:29] Annem: Mukaddeme
Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca’ etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:

Birinci Maksad
Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sâni’i ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden, Sâni’in kasd ve hikmetini izhar ve kıraat ettikleri için Sâni’in delaili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?

Elcevab: Kemal-i zuhurundan… Evet şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır. Cirm-i şems gibi.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا ❊ مِنَ اْلَمَلاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Yani: Eb’ad-ı vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatla sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan gelen selasil-i resail seni a’lâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.

İşaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ ta’til-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni’ dahi; cesed gibi istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad…

Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad marifet-i Sâni’dir…

Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören Sâni’-i Hakîm’e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümun ve ciğerşikâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad… Evet melce’ yalnız marifet-i Sâni’dir.

Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül emriyenin hâssa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni’ tecelli ediyor. Akıl
[26.10.2023 23:29] Annem: Bu âyetin münasebet-i maneviyesinin letafetlerinden bir letafeti şudur ki:

İhbar-ı gayb nev’inden mu’cizane hem elektriğe, hem Risale-in Nur’a işaret ettiği gibi, ikisinin zuhurlarına ve zaman-ı zuhurlarından sonraki tekemmül zamanlarına ve hilaf-ı âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor.

Meselâ, زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍ cümlesi der: “Nasılki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur.” der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.

Hem meselâ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَ لَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ cümlesi, mana-yı remziyle diyor ki: “Onüçüncü ve ondördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan
[26.10.2023 23:29] Annem: aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüzbinlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tamtamına وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ ve يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِاْلاَبْصَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar.

İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden te
[26.10.2023 23:29] Annem: davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî” eder, onu alkışlar. Öyle de: Sultan-ı Ezel ve Ebed’in en büyük yaveri olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âleme teşrif edip ve küre-i arzın ahalisi olan nev’-i beşere meb’us olarak geldiği ve umum kâinatın Hâlıkı tarafından umum kâinatın hakaikına karşı alâkadar olan envâr-ı hakikat ve hedaya-yı maneviyeyi getirdiği zaman; taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan, insandan tut tâ Ay’dan, Güneş’ten, yıldızlara kadar her taife, kendi lisan-ı mahsusuyla ve ellerinde birer mu’cizesini taşımasıyla, onun nübüvvetini alkışlamış ve hoş-âmedî demiş.

Şimdi o mu’cizatın umumunu bahsetmek için, cildlerle yazı yazmak lâzım gelir. Muhakkikîn-i asfiya, delail-i nübüvvetin tafsilâtına dair çok cildler yazmışlar. Biz yalnız icmalî işaretler nev’inden, o mu’cizatın kat’î ve manevî mütevatir olan küllî enva’ına işaret ederiz.

İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) delaili, evvelâ iki kısımdır:

Birisi: “İrhasat” denilen nübüvvetten evvel ve veladeti vaktinde zuhu
[26.10.2023 23:29] Annem: بِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm. Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda, İşarat-ül İ’caz’da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altun yapar. İnşâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda anbarına bir anahtar olur ve hizmette za’fa düşenlere kut ve kuvvete yol açar.

Lafzullah’ın âhir harfi seksenbeş defa o Lafza-i Celal’in evvelki harfi oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla اَللّهُ وَاحِدٌ der. هـ bir adedi, seksenbeş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız bazan bir sahife fâsıla olur. هـ iki adedi, kırkiki defa ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk eder. هـ üç adedi, yirmibeş defadır, ekseri tevafuktadır. Hecede ikinci ve Kur’an’da ve Bismillah’ta birinci harf olan ب yine seksenbeş defa bir oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ der. ب iki adedi kırküç olup, bir farkla هـ nin ikisine tevafuk eder. ب üç adedi yirmiyedi olup هـ nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ت beş adedi yirmiüç defa, هـ nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ت altı adedi onbeş defa, و ın dört adedine tevafuk eder. و altı adedi yirmialtı veya yirmiyedi defadır. و ın beş adedi yirmibeş defa olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. Elif altı adedi, sekiz defa ve Elif beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder. Elhasıl: Beş هـ ile altı هُوَ ism-i mukaddesi oldukları için kerametkârane vaziyetler gösteriyorlar.

Lafzullah’ın ortadaki harfi olan “Lâm” yetmişbeş defa evvelki harfi olan Elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafuk ile هُوَ اللّهُ adedine üç farkla tevafuk lisanıyla هُوَ اللّهُ okuyor. Lâm’ın iki adedi altmışbeş defa olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksız veya iki farkla اَللّهُ adedine tevafuk lisanıyla اَللّهُ der, zikreder
[26.10.2023 23:29] Annem: Evet bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda te’lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.

Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakikî marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o sekiz manileri mağlub edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmağa başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.

Evet meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.”...

Bedîüzzaman; misal olarak, İslâmiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkâr ifadelerde bulunan “Prens Bismark” ile “Mister Karlayl”ın sözlerini naklettikten sonra diyor:

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün
[26.10.2023 23:29] Annem: (Yirmialtıncı Söz'den)
Üçüncü Mebhas'ın Sonu ve Dördüncü Mebhas
Eğer desen: “Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelana müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?”

Elcevab: Kat’â ve aslâ!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hıffet, bir rahatlık ve revh u reyhanı veren ve emn ü emanı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metalibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği manevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar
[26.10.2023 23:29] Annem: icmal ve bir ibham vardır, çünki izafesiz zikredilmiştir. Onun o ibham ve icmali, نَاس kelimesiyle izale ve tafsil edildiğinden, aralarında bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiştir.

هَا : اَىُّ nün muzafun ileyhine ivaz olmakla beraber, يَا edatıyla çağırılanları tenbih içindir.

نَاس aslında nisyandan alınmış bir ism-i fâildir, vasfiyet-i asliyesi mülahazasıyla insanlara bir itaba işarettir. Yani: Ey İnsanlar! Ne için misak-ı ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insanlara bir mazeret yolunu gösteriyor. Yani: Sizin o misakı terketmeniz amden değil, belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiştir.

اُعْبُدُوا nidaya cevabdır. Mü’min, kâfir, münafık olan geçen tabakalar nida ile çağırıldıklarından; اُعْبُدُوا emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayı ifade eder.

رَبَّكُمْ : Rab ünvanı اُعْبُدُوا ile teklif edilen ibadete bir illet ve bir sebebe işarettir. Yani: Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima ona muhtaçsınız. Ve terbiyenize lâzım olan bütün levazımatı veren odur. Onun o nimetlerine şükür lâzımdır. Şükür ise ancak ibadettir.

اَلَّذِى خَلَقَكُمْ : اَلَّذِى Esma-i mübhemeden olduğu için, merci’ ve medlûlü ancak sıla denilen dâhil olduğu cümle ile malûm olur. Meselâ: اَلَّذِى جَاءَكَ denildiği zaman, gelen adamın yalnız sana gelmekle malûmiyeti var, başka cihetten malûmiyeti yoktur. Binaenaleyh burada رَبّ kelimesinin اَلَّذِى ile vasıflandırılması Cenab-ı Hakk’ın marifeti, hakikatıyla olmayıp ancak ef’al ve âsârıyla olduğuna işarettir.

İcad, inşa veya başka bir kelimeye tercihan yaratılışın güzel şeklini ifade eden “halk” tabiri, insanlardaki istidadın sedad ve istikametçe ibadete elverişli olduğuna işarettir. Ve keza ibadet, yaratılışın ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayıp, ancak Cenab-ı Hakk’ın kereminden olduğuna işarettir.

وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ : Merci’ ve medlûlünün adem-i malûmiyetine delalet eden اَلَّذِينَ , evvelki insanların ölüm ile mahvolup gittiklerine ve onların ahvalini bildirecek bir bilgi olmadığına ve yalnız sizin gibi bir kısım mahluklar onların yerlerine gelmekle, o mahvolan insanların tarifleri mümkün olduğuna işarettir.

لَعَلَّ : لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ kelimesi ümid ve recayı ifade ediyor. Fakat bu mana, -hakikatıyla- Cenab-ı Hak hakkında istimal edilemez. Binaenaleyh ya mecazen istimal edilecektir. Veya muhatablara veyahut sâmi’ ve müşahidlere isnad edilecektir. Mana-yı mecaziyle Cenab-ı Hak hakkında isnad edilmesi şöyle tasvir edilir: Nasılki bir insan bir iş için bir adamı techiz ettiği zaman, o işin o adamdan yapılmasını ümid eder. Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak insanlara kemal için bir istidad, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiştir. Bu itibarla Cenab-ı Hak insanlardan o işlerin yapılmasını intizar etmektedir, denilebilir. Bu teşbih ve istiarede, hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğuna ve ibadetin de neticesi takva olduğuna ve takvanın da en büyük mertebe olduğuna işaret vardır.

Reca manasının muhatablara atfedilmesi şöyle izah edilir:

Ey muhatab olan insanlar! Havf u reca ortasında bulunmakla, takvayı reca ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır.

Reca manası, sâmi’ ve müşahidlere göre olursa şöyle tevil edilecektir:

Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de insanları ibadet techizatıyla mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir.

تَتَّقُونَ : Takva, tabakat-ı mezkûrenin ibadetlerine teret
[26.10.2023 23:29] Annem: ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyak ile bütün onların
[26.10.2023 23:29] Annem: İ’lem! Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır…

Birincisi: Nasılki kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad nâmıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp duvarlarında muharriblerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak, İslâmiyete cinayettir…

İkincisi: Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler; şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü: Her zamanın insanlarınca, kıymetli addedilerek efkârı celbeden cazibedar bir meta mergubdur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda gelirdi.

Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za’fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.

Dördüncüsü: İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesailini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.

Beşincisi: Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbi’dir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzât saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzât saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki dünya âhirete vesiledir.

Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona mübtela olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler sû’-i ihtiyar ile gayr-ı meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibahe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer’iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam sû’-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hal-i sekirde yaptığı tasarrufatta mazur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır.

Bu gibi içtihadlar ile Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduddur.

Meselâ: Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhâssa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlahiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.

Sual: Avam-ı nâs Arabîden haberdar değildir
[26.10.2023 23:29] Annem: Dördüncü Basamak:
Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlıkı olan Zât-ı Zülcelal’in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve ünvanları ve esma-i hüsnası vardır. Meselâ: Ashab-ı Nebi safında küffara karşı muharebe etmek için melaikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktiza eder ki, melaike ile şeyatîn ortasında muharebe bulunsun ve ahyar-ı semaviyyîn ve eşrar-ı arzîn mabeynlerinde mübareze olsun. Evet küffarın nüfus ve enfasları kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelal, bir emir ile, bir sayha ile onları mahvetmiyor. Rububiyet-i âmme ünvanıyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydan-ı imtihan ve mübareze açıyor. Temsilde hata olmasın, görüyoruz ki: Nasılki bir padişahın daire-i hükûmeti itibariyle ayrı ayrı pek çok ünvanları, isimleri bulunur. Meselâ: Daire-i adliye onu “Hâkim-i Âdil” namıyla yâd eder. Daire-i askeriye onu “Kumandan-ı A’zam” namıyla bilir. Daire-i meşihat onu “Halife” ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu “Sultan” namıyla tanır. Muti’ ahali ona “Merhametkâr Padişah” derler. Âsi insanlar ona “Kahhar Hâkim” derler. Daha bunlara kıyas et. İşte bazı vakit oluyor ki
[26.10.2023 23:29] Annem: içinde vâhidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyet’i mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeğe küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e hitab ederek müteveccih olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i a’zamından meselâ semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyeti mezkûr hakikatı mu’cizane bir surette gösteriyor.

Evet hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden, en küçük sikkeye kadar enva’ı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir. Hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. Hem sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celbetmek için o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur. Evet o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celbeder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine îsal eder. Ve Zât-ı Ehadiye’yi mülahaza ettirir ve ondanاِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hakikî hitaba mazhar eder. İşte “Bismillahirrahmanirrahîm” Fatiha’nın fihristesi ve Kur’anın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu
[26.10.2023 23:29] Annem: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

Bu âyet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billahtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.

Evet fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üss-ül esası ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar, o insana nisbeten aşağıdır. Belki, çoğunun kıymetleri yoktur.

Risale-i Nur’da bu hakikat kuvvetli bürhanlarla isbat edildiğinden, bu hakikatı Risale-i Nur’a havale ederek, yalnız o yakîn-i imanîyi bu asırda sarsan ve tereddüd veren iki vartayı dört mes’ele içinde beyan ederiz.

Birinci vartadan çare-i necat: İki
[26.10.2023 23:29] Annem: Bir Ayet:
Eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -Allah'ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. Allah hakkı yerine getirenleri sever.
(Hucurât, 49/9)

Bir Hadis:
Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her üzüntüden bir kurtuluş, her darlıktan bir çıkış yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.
(Ebû Dâvud, "Vitir", 26; İbn Mâce, "Edeb", 57)

Bir Dua:
Zorda kalanın duasına icabet eden Allah'ım! Dünya ile ahiretin Rahmân'ı ve Rahîm'i olan Allah'ım! Bana merhamet edecek olan Sensin. Senden başkasının merhametine muhtaç bırakmayacak şekilde bana rahmetinle muamele eyle.
(Hâkim, Müstedrek, 1, 696)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:29] Annem: Muhterem Üstad! Bana öyle geliyor ki, manevî saadete küşade bulunan ruhum, kıymetdar risaleleri okudukça, yazdıkça gitgide bir zevk-i manevî, bir saadet-i ebedî hazırlıklarıyla coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam ettiği oluyor.

Üstadım! İşte o zaman dünya, nazarımda bir hiçten ibaret kalıyor. Ebediyete, sonsuz saadet âlemlerine atılmak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler, bu tatlı hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem. Def’olsun gençlik rü’yalarının kâbuslu fırtınaları.

Üstadım, duanıza muhtacım.

Zekâi

* * *

Faziletmeab Üstadım!

Nur sabahı olan Risale-i Nur’dan Birinci, İkinci, Üçüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek bera-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki, kısa oldukları halde mefhumları büyük. Büyük hisler ve ulvî
[26.10.2023 23:29] Annem: MENKIBE..............   EKMEK KIRINTILARIR

Resûllullahın katiplerinden Kadı Muhammed bin Selâme el-Kudâ’i hazretleri şöyle anlatıyor:

“Mısır sultânı beni Rum kralı Elyon’a elçi olarak göndermişti. Kral benim için mükellef bir sofra hazırlattı. Sofradan kalkarken dökülen ekmek kırıntılarını yemem Kralın dikkatini çekti ve hemen bir sofra daha kurulması için emir verdi. Ben; “Hayır aç değilim .” diye mukabele ettim. Kral mânâsız gözlerle bana bakınca ben açıklama yapmak ihtiyacı hissettim:

- Peygamber efendimiz; sallallahü aleyhi ve sellem; “Sofradan düşen kırıntıları toplayıp yiyen kimse, ahmaklıktan ve fakirlikten kurtulur.” buyurduğu için böyle yapıyorum.

Kral, hemen hazine memuruna, bana verilmek üzere, 1000 altın hazırlamasını emretti. Ben de şöyle dedim:

- Muhakkak Resûlullah doğru söyledi. İşte ben zenginleştim ve ahmaklıktan da uzağım.”   İslâm Âlimleri Ansiklopedisi

YEMEK.............YUMURTALI ÇİĞKÖFTE

MALZEME: 500 gr ince bulgur, 4 yumurta, 2 kaşık sade yağ, 2 kaşık zeytinyağı, 1 demet maydanoz, yarım demet yeşil soğan, yarım demet yeşil nane, 2 kuru soğan, 2’şer kaşık domates ve biber salçası, 2 adet limon, tuz, acı pul biber, göbekli marul, turp, ayran.

YAPILIŞI: Maydanoz, yeşil soğan, nane yıkanıp temizlendikten sonra, ince ince kıyılır. Bir tepsiye, temizlenip konan bulgur dökülür. Kuru soğanlar da küçük parçalar hâlinde kıyılıp, zeytinyağında hafif pembeleşinceye kadar kızartılıp içine salçalar ve pul biber ilâve edilir. Bir dakika kadar daha kızartılır. Tepsideki bulgurun üzerine dökülür. Hepsi iki el ile, az az ılık su ilâve edilerek 10 dakika kadar ovulur. Sonra ince kıyılmış yeşil sebzeler ilâve edilip 2 dakika kadar daha ovulur.

Yumurtalar bir tencerede çırpılıp tuz atılarak, kızarmış sade yağ içinde katılaşıncaya kadar pişirilir. Tepsiye dökülüp hepsi bir defa daha ovulup karıştırılır. Çiğ köfte, avuç içinde birer tutam parçalara ayrılıp tabaklara dizilir. Marul yaprağı, dilimlenmiş limon, doğranmış turp ve bir bardak ayran ile servis yapılır. Yufka varsa onunla da yenebilir.

 

 


11.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:29] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kâf, 50/16)
Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bu- lunmamıştır. (Tirmizî, Birr, 33) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
DİJİTAL ÇAĞDA ANNE BABA OLMAK
İnternet ve sosyal medya, bir yandan çok önemli fırsatlar sunarken diğer yandan birçok riski ve problemi beraberinde getirmektedir. En büyük risk grubunu çocuklar ve gençler oluşturmaktadır. Anne babaların sorumluluğu, dijital dünyanın bağımlılıklarına karşı tedbir almak, dijital dünyadan uzak kalarak değil, kontrollü şekilde çocuklarının bunlardan doğru bir şekilde yararlanmasını sağlamaktır. Bu iş, özel bir çaba ve emek ister. Zira dijital dünyada anne baba olmak çok kolay değildir. Daha minicik çocuklar telefon, tablet, bilgisayar dünyasını keşfederken anne babalar onların bu hızına yetişememektedir. Çocuklarımız, elbette dijital dünya ile tanışacak ve bu dünyanın içerisinde olacaklar. Televizyon, tablet, telefon ve bilgisayarı hayatları boyunca kullanacaklar. Bu durumda anne babalara düşen görev, çocuklarına iyi birer rehber ve güzel birer örnek olmaktır. Dijital dünyanın onlara sunduğu iyi ve kötü örnekleri eleyerek kullanmaları gerektiğini öğretmektir.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:29] Annem: 'Allah için yapılan iyilikler insanı kötü durumlara düşmekten kurtarır. Gizli olarak verilen sadaka, yüce Allah’ın gazabını söndürür. Akraba hukukunu korumak ve onlarla ilgilenmek insanın ömrünü bereketlendirir.' (Hadis-i Şerif)

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:29] Annem:  Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
el-AHKAF Sûresi 5.Ayet
[26.10.2023 23:29] Annem: "Allâhu Teâlâ güzeldir ve güzelliği sever. Kibir; hakkı inkâr etmek ve insanları küçük görmektir."

(Müslim, iman, 147, I, 93)
[26.10.2023 23:29] Annem: Fıtratı Okumak

İnsan, Allah’ın [celle celâluhû] sunduğu imkânlar dâhilinde içinde bulunduğu yaşama hem fizikiî hem zihnî gelişimiyle uyum gösterecek şekilde tasarlanmıştır. İlk ilâhî nefesle dünyaya gelen her insan, son nefesine kadarki süreçte yine ilâhî kuvvetin himayesindedir. Ve bu kuvvete binaen kusursuz planlanmış sistemler, bütünüyle her canlı için gelip geçici işlevini sürdürür gider. Ancak hayatta insanın iradesi dışında gelişen durumlar meydana gelebilir. Başımıza gelen ne varsa yaşamın bir parçasıdır ve ilâhî kuvvete tâbidir. Burada mühim olan insanın kendini ya da çocuklarının fıtratını, yaratılış kodlarını okuyup doğru yönlendirmede bulunabilmesidir.

İnsanlık tarihi boyunca insanı bilmeye yönelik pek çok ifade vardır.  Kim nefsini bilirse Rabb’ini bilir  hadis-i şerifi bu alanda rehber edinmemiz gereken cümledir. Bu hadis-i şerifteki nefisten maksat yalnızca insanın ruhuna düşman nefis değildir. İnsanın özüne, doğasına, yaratılış amacına, beynine, kalbine, diline, tek tek kirpik ucuna, her biri farklı olan parmak izlerine, kusursuz hizmet veren saray gibi korumalı bedenine de atıfta bulunulur.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:29] Annem: NAMAZIN ÂDÂBI

1- Müezzin kâmet getirirken: “Hayye ale’l-felâh” dediğinde
beklemeden ayağa kalkmak.
2- İftitâh tekbîrinde baş parmaklarını kulak yumuşağına
değdirmek,
3- Kıyâmda secde yerine bakmak,
4- Rükû’da ayağının uçlarına bakmak,
5- Rükû ve secde tesbihlerini beş veya yedi defa
okumak,
6- Alnından evvel burnunu yere koymak,
7- Secdede burnunun iki tarafına bakmak,
8- Selâmda omuzlarına bakmak,
9- Esneme geldiği zaman ağzını tutamazsa, sağ elin
içi veya dışı yahut sol elin dışı ile kapamak,
10- İmkân nisbetinde iyi ve temiz elbise ile namaz
kılmak,
11- Sağına selâm verirken, sağındaki cemâat ve
meleklere selâm vermeye niyet etmek,
12- Soluna selâm verirken solundaki cemâat ve
meleklere selâm vermeye niyet etmek,
13- Yalnız ise selâmda kirâmen kâtibîn ve hafaza
meleklerine selâm vermeye niyet etmek,
14- Mümkün olduğu kadar öksürmemeye çalışmak....Daha az
[26.10.2023 23:29] Annem: Kendi nefislerine faydası olmayanın, sana da faydası yoktur.[İmam-ı Şafii]
[26.10.2023 23:29] Annem: Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur; "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.) 
Bunun benzeri merfu olarak Ahmed İbnu Hanbel (Müsned 4, 126) ve İbnu Mace (Sünen, Mukaddime 6, (43) ) rivayet etmişlerdir.
[26.10.2023 23:29] Annem: AİLE HUZURU
Tatlı bir söz, gülen bir yüz, sevgi ve huzur dolu bir yuva herke- sin özlemidir. Bunun gerçekleşebileceği en uygun yer, Allah’ın rahmet ve bereketiyle desteklediği, çocuklar ve temiz rızık bahşederek güzelleştirdiği aile ortamıdır. Ailenin temel taşları olan karı-kocanın karşılıklı emniyet, güven, samimi hürmet ve sevgi beslemeleri huzurun kaynağıdır. Bunun yanında sevgiyi besleyen davranışların olması da önemlidir. Peygamber Efen- dimiz; “En hayırlınız ailesi için hayırlı bir eş olan kişidir. Ben ailesine karşı en iyi şekilde davranan biriyim.” (İbn Mâce, Nikah 50) buyurarak hayırlı olmanın, hayır kazanmanın eşlerin karşı- lıklı güzel davranışlarında saklı olduğuna işaret etmiştir.

DİNÎ KAVRAMLAR
İFRAD HACCI
Hac aylarında sadece hac yapmak üzere ihrama giri- lip umresiz olarak yapılan hacdır. Bir hac mevsiminde sadece hac yapıldığı için “tek yapma” anlamında if- rad denilmiştir.

ÖZLÜ SÖZ
Dostuna sana düşmanlık edebilecek kadar kuvvet verme. (Sadi Şirazî)
[26.10.2023 23:29] Annem: Sonra duman halinde olan göge yöneldi, ona ve yerküreye: Isteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi Ikisi de "Isteyerek geldik" dediler  (FUSSİLET/11)

Simdi sen, gögün, açik bir duman çikaracagi günü gözetle  (DUHAN/10)

Duman insanlari bürüyecektir Bu, elem verici bir azaptir  (DUHAN/11)

Tozdurup savuranlara,  (ZARİYAT/1)

Üzerinize atesten alev ve duman gönderilir de birbirinizi kurtaramaz ve yardimlasamazsiniz  (RAHMAN/35)

Dagilip toz duman haline geldigi,  (VAKIA/6)

Kapkara dumandan bir gölge altindadirlar;  (VAKIA/43)

Orada tozu dumana katanlara, (ADİYAT/4)
[26.10.2023 23:29] Annem: "Rabbim! Beni, annemi babamı, inanmış olarak evime girenleri, mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla, zalimleri ise daima helak et." (Nûh, 71/28)
[26.10.2023 23:29] Annem: Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. [Bakara Sûresi.166]
[26.10.2023 23:29] Annem: Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol / Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol[Mehmet Akif Ersoy]
[26.10.2023 23:29] Annem: Berter

F. En yüksek

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:29] Annem: AZÎZAN

Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder. 1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab. Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum." dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât e tti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. (Molla Câmi, Muhammed Hânî) 2. Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma) Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.
[26.10.2023 23:29] Annem: 39 
Vakit İyilik VaktiBu Ramazan ve Her Zaman (I) 
Ramazan içinde iyilik adına yapılan kanpanyalar, vakıflar, sivil 
toplum kuruluşlarının çabaları. Dünyada her üç buçuk sani-
yede bir insan açlıktan ölüyor, “acaba bunların kaç tanesini 
kurtarabilirim” duygusu her birimizde hep canlı olmalı. Za-
limin zulmünden milletimizin şefkat ve merhametine sığınan 
Suriye’li kardeşlerimize zekâtımızla, fitremizle, sadakamızla, 
infakımızla, velhasıl her türden yardımlarımızla nasıl sahip çı-
kabiliriz, bunun derdini taşımalıyız. 
İyilik konusunu bir yazıda anlatmak gerçekten zor, gelecek 
yazılarımızda devam edelim inşallah.
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 39 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:29] Annem: Farz namaza başlamadan önce ihlas suresini okumanın hükmü nedir?

Namazların farzlarından önce ihlas suresinin okunması ile ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in her hangi bir tavsiyesi bulunmadığı gibi, fıkıh kitaplarında da bu konu yer almamıştır. Bu uygulama, camiye geç gelen Müslümanların, cemaate yetişmelerini sağlamak için sonradan ihdas edilmiş olabileceği gibi, İhlas okumanın sevabını elde etmek için olması da muhtemeldir.

Sünnet kılanları meşgul edeceği ve dinin bir gereği gibi algılanma ihtimaline yol açacağı için okunmaması daha doğru olur.
[26.10.2023 23:29] Annem: BİBLİYOGRAFYA
∙∙∙ 111 ∙∙∙
İbn Abdülber, Ebû Ömer Cemâleddîn İbn Abdülber, et-Temhîd 
li-mâ fi’l-Muvatta’ mine’l-meânî ve’l-esânîd (nşr. Saîd Ah-
med A’râb - Muhammed el-Felah), Titvân 1992.
İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-bârî bi-şerhi Sahîhi’l-Buhârî (nşr. 
M. Fuâd Abdülbâkī - Muhibbüddîn el-Hatîb), Beyrut, ts.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn (nşr. Rıdvân Câmi‘ 
Rıdvân), Kahire 2001.
İbn Mâce, Ebû Abdullâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, es-
Sünen (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Kahire 1953.
İbn Rüşd, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed, el-Keşf an menâ-
hici’l-edille (nşr. Muhammed Âbid el-Câbirî), Beyrut 2001.
İbn Teymiyye, Takıyyüddîn, Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye
(nşr. Muhammed Reşâd Sâlim), Riyad 1986.
______ Tevhid Risâlesi (er-Risâletü’t-Tedmüriyye) (trc. Ulvi Mu-
rat Kılavuz), İstanbul 2005.
İbnü’l-Arabî, Ebû Bekir Muhammed b. Abdullâh b. Muham-
med, el-Emedü’l-aksâ fî şerhi esmâillâhi’l-hüsnâ (Ebû Bekir 
İbnü’l-Arabî ve el-Emedü’l-aksâ Adlı Eseri (doktora tezi için-
de nşr. Ramazan Biçer), İstanbul Marmara Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999.
Kastallânî, Ebü’l-Abbâs Şehâbeddîn Ahmed b. Muhammed, 
İrşâdü’s-sârî li-şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Bulak 1323.
Kelâbâzî, Ebû Bekir Muhammed b. İbrâhim el-Buhârî, et-Ta-
arruf li-mezhebi ehli’t-tasavvuf (nşr. Ahmed Şemseddîn), 
Beyrut 1993.
Keskin, Halife, İslâm Düşüncesinde Allah-Âlem İlişkisi, İstanbul 
1996.
______ İslâm Düşüncesinde Bilgi Teorisi, İstanbul 1997.
Kılavuz, Ahmet Saim, Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Gi-
riş, İstanbul 2009.
Kılavuz, Ulvi Murat, Kelâmda Kozmolojik Delil, İstanbul 2009.
Kureşî, Ebû Muhammed Muhyiddîn İbn Ebü’l-Vefâ, el-Cevâhi-
rü’l-mudıyye fî tabakāti’l-Hanefiyye (nşr. Abdülfettâh Mu-
hammed el-Hulv), Cîze 1993.
ALLAHA İMAN.indd 111 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:29] Annem: Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Kim sütü memesinde bekletilmiş bir deve satın alırsa o üç gün muhayyerdir. Şayed iade edecek olursa, hayvanla birlikte, sütü mislince veya sütunun iki mislince buğday da verir." 
Kaynak: Ebu Davud, 48, (3446); İbnu Mace, 42, (2240)
Rivayet: İbnu Ömer
[26.10.2023 23:29] Annem: Ravi: İbnu Ömer (ra)
Resulullah (sa) buyurdular ki: "Hakkında vasiyet edebileceği bir malı bulunan Müslüman kimsenin, vasiyeti yanında yazılı olmaksızın iki gece geçirmeye hakkı yoktur."

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Vesaya 1, Müslim, Vasiyyet 4, (1627), Muvatta, Vasiyyet 1, (2, 761), Ebu Davud, Vesaya 1, (2863), Tirmizi, Cenaiz 5, (974), Nesai, Vesaya 1, (6, 238, 239)

Hadisin Açıklaması:
Hadis, vasiyete  değen -az veya çok- bir malı olan herkesin beraberinde yazılı bir vasiyetname taşımasını tavsiye etmektedir. Hadisin üslubu vücub hükmüne uygun ise de, cumhur bunu vücub manasında anlamamış, buna uyulmasını tahsin etmek maksadıyla böyle bir üsluba yer verilmiş olduğunu söylemiştir. Zahirîler, buna dayanarak vacib demiştir. Cumhur "kişinin üzerinde emanet veya borç varsa" kaydını koyarak, borçluların bunu belirten bir vasiyetinin olması gereğine dikkat çekmiştir. Bu vasiyetin yazılı olması, durumunda değişiklik hasıl oldukça vasiyet metninin yazılı olarak değiştirilmesi ve bunun şahidlendirilmesi gereğine dikkat çekilmiştir
[26.10.2023 23:29] Annem: 31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Bâbı

1029- Bize Ebû Câ'fer Muhammed b. Sabbâh ile Amru'n-Nâkıd hep birden Hüseyin'den rivâyet ettiler. İbn Sabbâh dedi ki: Bize Hüseyni rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan:

"Namazında pek bağırma! Sesini pek de alçaltma." İsra sûresi Ayet 110 Âyet-i kerîmesi hakkında şu hadîsi haber verdi.

Dedi ki: Bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de gizli bulunduğu sırada indi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına namaz kıldırırken Kur'ânı yüksek sesle okuyordu. Müşrikler bunu işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Namazını aşikar etme ki müşrikler okuduğunu duymasın! Onu ashabın işitmiyecek derecede alçak sesle de yapma! Kur'ân'ı onlara işittir! Yalnız bu derece yüksek okuma, ikisinin arasında, yani aşikâr ile gizli arası bir yol tut!., buyurdu.

1030- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den, Teâlâ Hazretlerinin:

«Namazında pek bağırma, sesini pek de gizleme.» Âyet-i kerîmesi hakkında haber verdi. Âişe: «Bu âyet dua hakkında indirildi.» demiş.

1031- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd (yani İbn Zeyd) rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme île Veki' rivâyet ettiler. H.

Dedi ki: Bize Ebû KÜreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bunların hepsi Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî, İsrâ sûresinin tefsirinde ve «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf, İslâmiyetin ilk devirlerindeki hâli beyân etmektedir.

Rivâyet itibariyle sahâbinin sözü olsa da hadîs İmâmlarınca müsned hükmündedir. Hadîsde bahsedilen âyetin sebeb-i nüzulü ihtilâflıdır.

İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'ya göre Kur'ân-ı Kerîm'in orta derecede bir sesle okunması hakkında nâzil olmuştur. Buna sebep hadîsde de zikredildiği vecihle müşriklerin küfretmeleridir. Taberi'nin Saîd b. Cübeyr'den tahrip ettiği rivâyete göre müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Sesle okuma, ki bizim İlâhlarımızı rahatsız edersin, sonra biz de senin ilâhına dil uzatırız! demişlerdir.

«Namazını aşikâr etme!» cümlesinden murâd Kur'ân'dır.

Hazret-i Âişe'ye göre bu âyet dua hakkında nâzil olmuştur. Bazıları teşehhüd hakkında, bir takımları da Ebû Bekir le Ömer (radıyallahü anhûmâ) haklarında indiğini söylerler. Hazret-i Ebû Bekir, Kur'ân'ı gizli okur ve: «Ben Rabbim Teâlâ Hazretleri ile münâcâtda bulunuyorum.» dermiş. Ömer (radıyallahü anh) ise aşikâr okur: «Ben şeytânı kovar; uyuklayanı uyandırır ve Allah'ı razı ederim.» dermiş. Bunun üzerine âyet inmiş ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'e:

«Sesini biraz yükselt» Hazret-i Ömer'e de: «Sesini biraz alçalt!» buyurarak orta sesle okumalarını tenbih etmiştir.

Âyetin namaz hakkında nâzil olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre mânâ: Namazını herkesin göreceği yerde kıldığın zaman riya için iyi; görünmiyecek yerde kılarken dahi kötü kılma! demektir. Bazılarına göre âyetin mânâsı: «Görülecek yerde namazı kılıp, görünmeyecek yerde terketme!» demektir. Bu son iki takdire göre âyetteki hitap zahiren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e olsa da hakikatte ümmetinedir.

Âyet-i kerîmenin duâ hakkında nâzil olduğu takdirine göre Bazıları onun «Babbini giılice zikret!» âyet-i kerîmesi ile neshedildiğini söylerler.

Nevevî: İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın kavlini tercih etmektedir.

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N