SEMA ÖNER

Tarih: 17.05.2024 14:53

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[26.10.2023 23:29] Annem: KANAAT, TOK GÖZLÜLÜK VE ORTA YOLU SEÇMEK

“Yer yüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (11 Hud 6)

“Sadakalarınızı şu fakirlere verin ki, Allah yolunda savaş için bedenî ve fikrî çabalarıyla kapanıp kalmışlardır. Yer yüzünde rızık aramak için çıkıp dolaşamazlar. Onlar yüz suyu dökmediklerinden; durumlarını bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları görünce yüzlerinden tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek, ısrarla insanlardan istemezler. Onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.” (2 Bakara 273)

“Ve onlar ki, harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar.” (25 Furkan 67)

“ Ve iyi bilin ki, ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ve ben onlardan ne rızık istiyorum, ne de beni doyurmalarını.” (51 Zariyat 56-57)

522: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Gerçek zenginlik malın fazla olması değil, kalb zenginliği gönül tokluğudur.” (Buhari, Rikak 15, Müslim, Zekat 130)

523: Abdullah ibni Amr (Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Müslüman olup yetecek kadar malı da olan ve verilene kanaat etmesini bilen gerçekten kurtulmuştur.” (Müslim, Zekat 125)

524: Hakîm ibni Hizam (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’den mal istedim verdi, bir daha istedim yine verdi, tekrar istedim yine verdi ve sonra şöyle buyurdu: “Ey Hakîm şu dünya malı gerçekten çekici ve tatlıdır. Kim onu hırslanmaksızın gönül hoşluğuyla tok gözlülükle alırsa onun hesabına bereketli olur. Kim de ona göz dikerek aç gözlülükle alırsa o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi yediği halde doymayan kimse gibidir. Veren el alan elden daha üstün ve hayırlıdır.” Hakîm diyor ki: Bunun üzerine ben:

-Ya Rasulallah, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey almıyacağım, dedim. Gün geçti Ebubekir halife oldu. Hakîm’i kendisine ganimet malından hisse vermek için çağırdı. Fakat Hakîm onu almadı. Sonra Hz. Ömer halifeliği döneminde kendisine bir şeyler vermek istedi. Ondan da hiçbir şey almayınca Hz. Ömer:

-Ey müslümanlar, Hakîm hakkında şahid olunuz bu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum da o almak istemiyor, dedi.

İşte bu şekilde Hakîm Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in vefatından sonra ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi. (Buhari, Vesaya 9, Müslim, Zekat 96)

525: Ebu Bürde (Allah Ondan razı olsun)’den rivayete göre Ebu Musa el Eş’ari (Allah Ondan razı olsun) şöyle anlatıyor. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’le birlikte bir savaşa çıkmıştık. Altı kişi biz nöbetleşe bir deveye biniyorduk. Ayaklarımız aşınıp delinmişti. Benim de ayaklarım aşınıp tırnaklarım düşmüştü. Ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Bundan dolayı bu gazveye Zat-ür Rika (çaput sarılıp dolanan gazve) adı verildi.

Ebu Bürde şöyle devam etti: Ebu Musa bunları söyledi sonra da yaptığından hoşlanmadı ve bunları söylemekle hiç de iyi etmedim diye pişmanlığını dile getirdi.

Ebu Bürde Ebu Musa’nın bu tavrını “Herhalde o yaptığı yiğitliğin ve iyiliğin açıklanmış olmasını hoş görmedi” diye yorumladı. (Buhari Megazi 31 Müslim Cihad 149)

526: Amr İbni tağlib (Allah Ondan razı olsun) şöyle dedi.Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e ganimet malları veya esirler getirildi. Bunları kimine verdi kimine vermedi dağıtıp bitirdi. Mal vermediği kimselerin ileri geri söylendikleri kendisine ulaşınca Allaha hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu.

“Allah’a yemin olsun ki ben kimilerine veriyor kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler verdiklerimden daha sevgilidi
[26.10.2023 23:29] Annem: “Allah’ım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle, (ibadetlerimizi, hayır ve hasenatımızı, dualarımızı) kabul eyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azat eyle, bütün işlerimizi ıslah eyle.”

İbn Ebû Şeybe, Duâ, 135, No: 29342

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:29] Annem: Resulullah (sav): "Riba veresiyededir" buyurdu.(Diğer bir rivayette: "Peşin alış-verişlerde (cinsler farklı ise fazlalık sebebiyle) riba olmaz" buyurulmuştur.)

Buhari, Büyu 40; Müslim, Büyu 102, (1596); Nesai, Büyu 50, (7, 281)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:29] Annem: Amr İbni Ahvas el-Cüşemî radıyallahu anh, Vedâ haccı’nda Peygamber aleyhisselâm’ı dinlediğini, Allah’a hamd ü senâ edip halka öğüt verdikten sonra Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu söylemektedir:

“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir.

Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üzerinde zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde dövün. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın.

Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.

Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır.

Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır.” 

Tirmizî, Radâ` 11. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 3
[26.10.2023 23:29] Annem: TEK SORUDA DEDIKODUYU DURDUR!
Görünüşe göre dedikodu her yerde ve insanları bu kötü alışkanlıktan vazgeçiremiyoruz. Ancak psikologlar bu kötü davranışı durduracak basit soruyu açıkladılar. Ne zaman biri sizi başkaları hakkında olumsuz bir konuşmaya çekmeye çalışırsa, ona şunu sorun:Bana Bunu Neden Söylüyorsun?Çok basit bir soru değil mi? Ama oldukça etkili. İlk olarak bu soru dedikoducunun motivasyonunu düşürür.İkinci olarak ise dedikoducunun sizin bu konuşmayla ilgilenmediğinizi anlamasını sağlar.Dedikodu zararsız bir davranış değildir. Kelimelerin gücünü küçümsemeyin. Söylenti veya yalanları yaymanın yıkıcı sonuçları olabilir. Dedikodu yaptığınızda üçüncü bir kişiyi doğrudan ya da dolaylı olarak incittiğinizi unutmayın. Bu yüzden bir sonraki sefere biri sizi dedikoduya çekmeye çalışırsa ona “Bana bunu neden söylüyorsun?” sorusunu sorun.İnsanlar diğerlerinin özel bilgileri ifşa olduğunda spesifik bir heyecan hissederler.Bir başkasının başarısızlık ya da hatalarından zevk alma ve kendini o bahtsızla kıyaslayarak mutlu olma bir dedikodu çeşididir.
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:29] Annem: Kuss Bin Sâide, Efendimizin Peygamberliğini Haber Veriyor
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

 


Kâinatın Efendisine peygamberlik vazifesinin verilmesinden bir­kaç yıl ön­ceydi.

Arapların Câhiliyye devrinde iki meşhur panayırından biri olan Hicaz’daki “Sûk-i Ukâz“ renk renk yüzlerce insanla dolup taşmıştı. İçlerinde pek çok Arap beliğleri de vardı. Bu sırada, kızıl tüylü bir deve üstünde yüz yaşını aşmış bir pir-i fani peydahlandı. Gözleri çukura kaçmış, yaşlılıktan iki büklüm olmuş, fakat ruhu aydınlık bu süvari, İyad kabilesinin büyüğü Kuss b. Saide idi. Cenab-ı Hakk’ın varlık ve birliğine, haşir ve neşre inanan Kuss, Arapların şâiri, hatibi ve hakîmi idi. Fesahatiyle dillere destan olmuş bu zât, dikkat kesilmiş ve derin bir sükûta dalmış yüzlerce insana beligane şöyle hitabediyordu:

“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz! İbret alınız! Yaşayan ölür, ölen fena bulur! Olacak neyse olur. Yağmur ya­ğar, otlar biter; çocuklar doğar, an­ne­lerinin ve babalarının yerini alır. Derken, hepsi ölüp gider! Hadiselerin ardı ar­kası ke­silmez; hepsi birbirini kovalar. Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir büyük dîvan, gökyüzü yük­sek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler du­rur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar? Yoksa, orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim, yemin ederim ki Allah’ın indinde bir din vardır ki şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir! Ve Allah’ın gele­cek bir peygamberi vardır ki gelmesi pek yakındır. Gölgesi başınızın üstüne geldi! Ne mutlu o kimseye ki ona iman eder; o da kendisine hidayet eyleye! Yazıklar olsun, ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta! Yazıklar olsun, ömür­leri gafletle geçen ümmetlere!

“Ey insanlar! Hani ya babalar, dedeler, atalar? Nerede soy sop? Hani o süs­lü saraylar ve mermer binalar yükselten Âd ve Semûd kavimleri? Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ‘Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud? Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe siz­den çok daha üstün idiler. Ne oldular? Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerle­rini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın, onlar gibi gaflete düşmeyin, on­ların yolundan gitmeyin! Her şey fanidir; bâkî olan, ancak Allah’tır. Ki O, bir­dir, şeriki ve nâziri yoktur! İbâdet edilecek, ancak O’dur. Doğmamış ve do­ğur­mamıştır! Evvel gelip geçenlerde, bize ibret alacak şey çoktur! Ölüm bir ır­mak­tır. Girecek yerleri çok, ama çıkacak yeri yoktur! Büyük küçük hep göçüp gidi­yor! Giden geri gelmiyor! Kat’î bildim ki herkese olan, size ve bana da ola­cak­tır.”[1]

Gariptir ki bu muazzam hitabesini verip, Hâtemü’l-Enbiya’­nın pek yakında geleceğini haber veren Kuss b. Saide, o anda kendisini dikkatle dinleyenler ara­sında, geleceğinden söz ettiği zâtın bulunduğundan habersizdi!

Câhiliyye devrinde Cenab-ı Hakk’ın kalplerine hidayet ihsan ettiği bahti­yarlardan biri olan Kuss b. Saide’nin bu hitabesinden az zaman sonra Kâinatın Efendisine nübüvvet ve risâlet geldi.

Fakat Kuss, bu sırada hayata gözlerini yummuştu. Haliyle, pek yakında ge­leceğini müjdelediği Efendimizle görüşmek kendisine nasip olmadı.

Aradan yıllar geçti...

Benî İyad’ın muvahhid ve Hz. İsa’nın dinine mensup bulunan büyüğü Câ­rûd b. Alâ adındaki zât, kavminin ileri gelenleriyle birlikte, vasıflarını öğren­mek üzere Re­sû­lul­lah Efendimizin huzuruna vardı. Peygamber Efendi­mize ne ile gönderildiğini sorup öğrendikten sonra, “Seni hak peygamber ola­rak gön­deren Allah’a yemin ederim ki senin vasfını İncil’de buldum. Seni, Meryem’in oğlu müjdeledi. Sana devamlı selam olsun ve
[26.10.2023 23:29] Annem: [Hadis No : 3650]

Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın."

Ebu Dâvud, Tahâret 80, (203).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:29] Annem: ❝“Rabbimiz Allah’tır” diyen sonra da devamlı bu söze uygun yaşayanlara ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir.❞

| Ahkâf Suresi, 13
[26.10.2023 23:29] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Hazreti Abbas (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Kureyş'ten bir grup kendi aralarında konuşurken biz onlara rastladığımızda yanlarına varınca konuşmalarını keserlerdi. Durumu Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'a anlattık. Şöyle buyurdular: "İnsanlara ne oluyor ki, kendi aralarında konuşurlarken Ehl-i Beytimden bir adamı görünce konuşmalarını kesiyorlar. Allah'a yemin olsun! Onları Allah için ve bana  olan akrabalıkları için sevmeyenlerin kalplerine iman girmez."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (140) - Hds :(6022)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:29] Annem: Bir Ayet
Halbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.
(Beyyine, 98/5)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:29] Annem: “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptın, ahlâkımı da güzelleştir.”

(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 959)
[26.10.2023 23:29] Annem: Bir Hadis
Bir kadınla dört şeyi için evlenilir: Zenginliği, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. Sen dindar olanı seç ki elin bereket görsün.
(Buhârî, Nikah, 16; Müslim, Radâ' , 53)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:29] Annem: Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir: “...Resûlullah (sav) kendisi için hiç
intikam almamıştı. Ancak Allah’ın haramları çiğnendiği zaman bundan
dolayı Allah için intikam alırdı.”
(B3560 Buhârî, Menâkıb, 23)
[26.10.2023 23:29] Annem: Bir Dua
Allah’ım! Bilerek ve hata ile işlediğim günahlarımı bağışla. Allah’ım! Bana işlerin ve ahlâkın en iyisini nasip et. İşlerin ve ahlâkın en iyisini ancak sen nasip edersin, kötüsünden de ancak sen alıkoyarsın.
(Heysemî, Ed’ıye, 33, No:17365)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:29] Annem: 31- Namaz Îmândandır

Ve Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir…" (Bakara: 2/143) kavliyle, Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı zayi' edecek değildir, manâsını kasteder.

40- Bize Amr ibn Hâlid (229) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Zü-heyr ibn Muâviye (173) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû İshâk es-Sâbîî (127) Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye ilk geldiğinde Ensâr'dan olan dedeleri (yahut diğer lâfza göre dayıları) yurduna musâfir oldu. Ve on altı yahut on yedi ay Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Halbuki kıblesinin Beytu-l Harâm'a doğru olmasını arzu ederdi. Ka'be'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuştu. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra birlikte namaz kılanlardan biri namâzdan çıktı. Mescidin birinde bulunan bir cemâate namâzdalar iken yolu uğradı. Onlara: "Rasûlüllah ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim" deyince (namazlarını bozmadan) oldukları gibi Beyt'e döndüler.

Rasûlüllah Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sırada Yahûdîler ve Hrıstiyanlar O'ndan hoşlanırlardı. Ka'be'ye doğru yüzünü döndürünce, bu fiilini beğenmediler.

Zuheyr dedi ki: Bize Ebû İshâk, Berâ'dan tahdîs etti. Berâ ibn Âzib bu hadîsinde şöyle demiştir: Kıble tahvîl edilmeden evvel, ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiş, öldürülmüş kimseler de vardı. Bunlar hakkında nasıl bir hüküm vereceğimizi bilemedik. O zaman Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir" (Bakara: 143) âyetini indirdi.

 

 
[26.10.2023 23:29] Annem: 89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNYÂ VE'L-ÂHİRETİ

1- Erkek Mürted İle Kadın Mürteddenin Hükümleri -(Bir Mıdır Yâhud Ayrı Mıdır?) -Abdullah İbn Umer, Ez-Zuhrî, İbrâhîm En-Nahaî: Dînden Dönen Kadın Öldürülür, Demişlerdir-Ve Bunların Tevbe Etmelerini İstemek Babı

2- Farzları Kabul Etmekten Çekinenlerin Ve Dînden Dönmeğe Nisbet Edilenlerin Öldürülmeleri Babı

3- Bâb: Zımmî Olan Yahûdî Ve Hrıstiyan Yâhud Muâhid Gibi Bir Başkası Peygamber'e Sövmeyi Ta'rîz Ettiği Ve "Es-Sâmu Aleyke" Sözü Gibi Sövmeyi Açıkça Söylemediği Zaman? 

4- Bab

5- Dînden Çıkan Hâricîler'le Haktan Sapıp Bâtıla Meyleden Mülhidlerin, Da'vâlarının Çürüklüğü İçin Kendilerine Hüccet Getirilmesinden Sonra Öldürülmeleri Babı

6- Ülfet İçin Ve İnsanların Kendisinden Dağılmamaları İçin Hâricîler'le Kıtali Terkeden Kimse Babı

7- Peygamber(S)'İn: "Da'vetleri Bir Olduğu Hâlde İki Büyük Topluluk Birbirleriyle Harb Etmedikçe Kıyamet Kopmayacaktır" Kavli Babı

8- Te'vîl Ediciler Hakkında Gelen Haberler Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

89- KİTÂBU İSTİTÂBETİ'L-MÜRTEDDÎN VE'L-MUÂNİDÎN VE KITÂLİHİM VE İSMİ MEN EŞRAKE BİLLAHİ VE UKÛBETİHİ Fİ'D-DÜNYÂ VE'L-ÂHİRETİ
(Mürtedlerin ve Hakk'a Karşı İnâd Eden Kâfirlerin Tevbe Etmelerini istemek, Onlarla Kıtal Etmek, Allah 'a Ortak Koşanın Günâhı, Dünyâda ve Âhiretteki Ukubeti Kitabı) [1]

Yüce Allah şöyle buyurdu: "... Çünkü şirk, elbetfe büyük bir zulümdür {Lukmân: 13) [2];

"(And olsun ki sana da9 senden evvelkilere de (şu) vahyolunmuştur:) Eğer ortak tanırsan, celâlim hakkı için, amelin boşa gider ve muhakkak hüsrana düşenlerden olursun" (ez-zumen 65).

1-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şu "îmân eden­ler, bununla beraber îmânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar; işte (ancak) onlardır ki (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. On­lar doğru yolu bulmuş kimselerdir" (ei-Enâm: 82) âyeti indiği 2amân, bu, Peygamberin sahâbîleri üzerine ağır geldi ve:

—  Bizim hangimiz îmânına zulüm karıştırmamıştır! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (S):

—  "Bu, sizin düşündüğünüz haksızlık değildir. Lukmân Peygam-ber'in sözünü işitmiyor musunuz: Şübhesiz ki (Allah'a) şirk elbette büyük bir zulümdür" buyurdu [3].

2-....... Bize Abdurrahmân ibnu Ebî Bekre, babası Ebû Bekre(R)'den tahdîs etti ki, şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyur­du: "Büyük günâhların en büyükleri Allah'a ortak koşmak, ana-baba-ya âsî olmak ve yalan şâhidliğidir". "Yalan şâhidliği" yâhud "Ya­lan söz söyleme"yi UÇ kerre tekrar etti. Peygamber bunu durmadan tekrar ediyordu, nihayet biz:

— Keşke sükût etse! dedik [4].

3-.......Abdullah ibn Amr (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir A'râbî geldi de:

— Yâ Rasûlallah! Büyük günâhlar nedir? diye sordu. Rasûlullah:

— "Allah'a ortak kılmaktır" buyurdu. A'râbî:

—  Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah:

— "Bundan sonra anaya babaya âsî olmaktır" buyurdu. Bedevi:

— Bundan sonra nedir? dedi. Rasûlullah:

—  "el-Yemînu'l~gamûs'tur" buyurdu. Râvî dedi ki: Ben:

—  "el-Yemînu'1-gamûs" nedir? diye sordum. O da:

— Yemininde yalancı olduğu hâlde, müslümân bir kimsenin ma­lını kesip alan yemindir, dedi [5].

4-.......Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Bir adam Rasûlullah'a:

— Yâ Rasûlallah! Câhiliyet zamanında (müslümân olmadan ön­ce) işlediğimiz günâhlardan dolayı ceza görecek miyiz? diye sordu.

Rasûlullah (S) şöyle cevâb verdi:

—  "Her kim müslümânlıkta güzel hareket ederse, câhiliyet ha­yâtında işlediği günâh ile muaheze olunmaz. Fakat her kim müslü­mânlıkta (sebat etmeyip irtidâd etmek) fenalığında bulunursa (ve küfür üzere ölürse) o, hem evvelce câhiliyetteki ameliyle, hem de sonra müs-lümân
[26.10.2023 23:29] Annem: - عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ اِذَا دَخَلَ رَجَبُ قَالَ
- اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِى رَجَبَ وَ شَعْبَانَ وَ بَلِّغْنَا رَمَضَانَ

- انس بن مالك رضى الله عنه دن روايت اولندى كه، رسول الله صلى الله عليه و سلم افنديمز رجب شريف كيرديكى زمان شويله دعا ايدردى
- اللهم بزم اﻳﭽﻮن رجب شريف و شعبان شريفى مبارك قيل، بزى رمضان شريفه اولاشدير

- Enes bin Malik (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz Receb-i Şerif girdiği zaman şöyle dua ederdi
- Allah’ım bizim için Receb-i Şerif ve Şaban-ı Şerif’i mübarek kıl, bizi Ramazan-ı Şerif’e ulaştır.

- Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, h.3939
[26.10.2023 23:29] Annem: Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!
(Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 28)
[26.10.2023 23:29] Annem: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. (Âl-i İmrân, 3/190)
[26.10.2023 23:29] Annem: حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ، قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُثَنَّى، قَالَ حَدَّثَنَا ثُمَامَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ أَنَسٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ كَانَ إِذَا تَكَلَّمَ بِكَلِمَةٍ أَعَادَهَا ثَلاَثًا حَتَّى تُفْهَمَ عَنْهُ، وَإِذَا أَتَى عَلَى قَوْمٍ فَسَلَّمَ عَلَيْهِمْ سَلَّمَ عَلَيْهِمْ ثَلاَثًا‏.‏

Enes şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir söz söylediğinde, sözü anlaşılsın diye üç kere tekrar ederdi. Bir topluluğa uğrayıp da selam verdiğinde üç kere selam verirdi." Diğer tahric: Tirmizi Edeb

Grades:

Reference: Sahih Buhari 95
In-book reference: Kitap 3, Hadis 37

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro
[26.10.2023 23:29] Annem: 42/Şûrâ

36,39 - (Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükafat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.
[26.10.2023 23:29] Annem: Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
[26.10.2023 23:29] Annem: عَنْ صُهَيْبٍ  أن رَسُولَ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم  قال : كان مَلِكٌ فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ, وَكان لَهُ سَاحِرٌ فَلَمَّا كَبِرَ, قال لِلْمَلِكِ : إني قَدْ كَبِرْتُ فَابْعَثْ إِلَيَّ غُلاَمًا أُعَلِّمْهُ السِّحْرَ, فَبَعَثَ إِلَيْهِ غُلاَمًا يُعَلِّمُهُ, وَكان فِي طَرِيقِهِ إذا سَلَكَ رَاهِبٌ, فَقَعَدَ إِلَيْهِ وَسَمِعَ كَلاَمَهُ فَأَعْجَبَهُ, وَكان إذا أَتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إِلَيْهِ, فَإذا أَتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ, فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى الرَّاهِبِ فَقال : إذا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ : حَبَسَنِي أَهْلِي, وَإذا خَشِيتَ أَهْلَكَ فَقُلْ : حَبَسَنِي السَّاحِرُ . فَبَيْنَمَا هُوَ على َذَلِكَ إِذْ أَتَى عَلَى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتِ النَّاسَ فَقال : الْيَوْمَ أَعْلَمُ آلسَّاحِرُ أَفْضَلُ أَمِ الرَّاهِبُ أَفْضَلُ ؟ فَأخذ حَجَرًا فَقال : اَللَّهُمَّ إن كان أمر الرَّاهِبِ أحب إِلَيْكَ مِنْ أمر السَّاحِرِ فَاقْتُلْ هَذِهِ الدَّابَّةَ حَتَّى يَمْضِيَ النَّاسُ, فَرَمَاهَا فَقَتَلَهَا وَمَضَى النَّاسُ, فَأَتَى الرَّاهِبَ فَأَخْبَرَهُ. فَقال لَهُ الرَّاهِبُ أَيْ بُنَيَّ أنت الْيَوْمَ أَفْضَلُ مِنِّي, قَدْ بَلَغَ مِنْ أمركَ مَا أَرَى, وَإنكَ سَتُبْتَلَى, فَإن ابْتُلِيتَ فَلاَ تَدُلَّ عَلَيَّ, وَكان الْغُلاَمُ يُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ, وَيُدَاوِي النَّاسَ مِنْ سَائِرِ ألادْوَاء.ِ فَسَمِعَ جَلِيسٌ لِلْمَلِكِ كان قَدْ عَمِيَ, فَأَتَاهُ بِهَدَايَا كَثِيرَةٍ فَقال : مَا هَاهُنَا لَكَ أَجْمَعُ إن أنت شَفَيْتَنِي, فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَإن آمَنْتَ بِاللَّهِ تَعاَلَي دَعَوْتُ اللَّهَ فَشَفَاكَ, فَآمَنَ بِاللَّهِ تَعاَلَي فَشَفَاهُ اللَّهُ تَعاَلَي, فَأَتَى الْمَلِكَ فَجَلَسَ إِلَيْهِ كَمَا كان يَجْلِسُ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : مَنْ رَدَّ عَلَيْكَ بَصَرَكَ؟ قال : رَبِّي. قال : أَوَلَكَ رَبٌّ غَيْرِي؟! قال : رَبِّي وَرَبُّكَ اللَّهُ , فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الْغُلاَمِ, فَجِيءَ بِالْغُلاَمِ فَقال لَهُ الْمَلِكُ : أَيْ بُنَيَّ قَدْ بَلَغَ مِنْ سِحْرِكَ مَا تُبْرِئُ ألاكْمَهَ وَألابْرَصَ وَتَفْعَلُ وَتَفْعَلُ فَقال : إني لاَ أَشْفِي أَحَدًا, إنما يَشْفِي اللَّهُ تَعاَلَي, فَأخذهُ فَلَمْ يَزَلْ يُعَذِّبُهُ حَتَّى دَلَّ عَلَى الرَّاهِبِ, فَجِيءَ بِالرَّاهِبِ فَقِيلَ لَهُ : إِرْجِعْ عَنْ دِينِكَ, فَأَبَى, فَدَعَا بِالْمِنْشَارِ فَوَضَعَ الْمِنْشَارُ فِي مَفْرِقِ رَأْسِهِ, فَشَقَّهُ حَتَّى
[26.10.2023 23:29] Annem: ZEBÂİH (KESİMLER) BÖLÜMÜ..

BİRİNCİ FASIL

KESİM ÂDABI VE YASAKLARI

İKİNCİ FASIL

KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ

ŞER'Î KESİM:

ÜÇÜNCÜ FASIL

KESME ÂLETİ

DÖRDÜNCÜ FASIL

YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER..


ZEBÂİH (KESİMLER) BÖLÜMÜ
(Bu bölümde dört fasıl vardır)

BİRİNCİ FASIL

KESİM ÂDÂBI VE YASAKLARI

*

İKİNCİ FASIL

KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ

*

ÜÇÜNCÜ FASIL

KESME ÂLETİ

*

DÖRDÜNCÜ FASIL

YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER

Dinleri birbirinden ayıran hususlar sâdece inanç ve ibadetlerle ilgili şeyler değildir. Bugün Kültür kelimesiyle ifâde edilen medenî hayatın maddî ve mânevî bütün levâzımına giren şeylerde dinin bir sözü vardır. Her dinde olmasa bile İslâm'ın kesinlikle bir sözü vardır: Haram der, helâl der, müstehab der, mekruh der, mübah der, şüpheli der. Yâni mutlaka bir şey söyler.

Bilindiği üzere, gıda, kültürün ana unsurlarından biridir. Mü'min boğazdan geçebilen her şeyi hayvan gibi yutan insan değildir. Dikkatli bir seçime mecburdur. İslâm, önümüze binbir değil binlerce çeşit gıda ihtivâ eden bir sofra gibi açılmış bulunan yeryüzü bahçesindeki yiyeceklerden istifâde husûsunda, ciddî kaideler, esaslar getirmiştir. Bunlardan bir kısmı sağlığımızla ilgilidir, bir kısmı kazançla ilgilidir, bir kısmı, gıdanın insan tabiatına tesir edeceği düşüncesiyle ilgilidir, birkısmı âdâba, bir kısmı iktisâda vs.'ye taalluk eden nokta-i nazarlarla ilgilidir. Bu kaidelerin hepsi de kaynağını nasslardan yâni âyet ve hadislerden alır. Bazan öyle teferruata rastlanır ki sebebini açıklamak bile mümkün olmaz. Her ne olursa olsun, en ufak âdâbın bile korunması gerekmektedir. Bu, en azından kültürel birliğin âdâbda müşterekliğinin sağlanması için gerekli ve şarttır.

İşte, zebh (kesim) meselesi, gıdalarımızla ilgili mühim bahislerden biridir. İslâm dininin bu hususta ısrar ettiği prensipler vardır. Gıda ile ilgili mühim kaidelerin çoğu kesim meseleleriyle ilgilidir. Gıda maddelerinin ve husûsen hayvanî olanların beynelmilel bir buud kazandığı, kitlevî işlenmiş gıda îmâlâtının yapıldığı günümüzde mü'minler daha bir dikkatli olmaya, önüne çıkan, veya gıda satan dükkanlardan satın aldığı hazır konserve, kesilmiş vs. gıdaların aslını, mâhiyetini araştırmaya daha bir özen göstermek zorundadırlar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) haram gıdanın, yapılan ibâdetlerin kabûl edilmesine mâni olduğunu belirtiyor. Haramlık her zaman, çalınmış, gayr-ı meşru yoldan kazanılmış olmakla tahakkuk etmez. Şer'î usûle göre kesilmemiş hayvan eti de haramdır. Para vererek alsak bile domuz eti, alkollü yiyecek ve içecekler de haramdır.

Bu bahiste kesilen hayvanlarla ilgili belli başlı hadisler açıklanacaktır.[1]

BİRİNCİ FASIL
KESİM ÂDABI VE YASAKLARI
ـ1ـ عن شدَّاد بن أوس رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ #: إنَّ اللّهَ تَعالى كَتَبَ ا“حْسَانَ عَلي كُلِّ شَيْءٍ. فإذَا قَتَلْتُمْ فَأحْسِنُوا الْقِتْلَةَ! وَإذَا ذَبَحْتُمْ فأحسِنُوا الذِّبْحَةَ وَلْيُحِدَّ أحَدُكُمْ شَفْرَتَهُ وَلْيُرِحْ ذَبِيحَتَهُ[. أخرجه الخمسة إ البخارى.»الْقِتْلَةُ وَالذِّبْحَةُ« بكسر أولهما: الحالة، وبفتحها: المرة الواحدة من القتل والذبح وهو المصدر .

1. (1948)- Şeddâd İbnu Evs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Allah Teâlâ hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz zaman öldürmeyi iyi yapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin." [Müslim, Sayd 57, (1955); Tirmizî, Diyât 14, (1409); Ebû Dâvud, Edâhi 12, (2815)
[26.10.2023 23:29] Annem: Tarihte Bugün

•  Kıyafet Kanunu’nun Kabulü, 1926
•  Bosna-Hersek’te Ateşkes İlan Edildi 1995
•  Ahilik Haftası 11-17 Ekim

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:29] Annem: Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. 
(Müslim, "Zikir", 73;Ebu Davud,"Salat", 367;Nesau, "İstiaze", 2)
[26.10.2023 23:29] Annem: ÖFKE KONTROL ALTINA ALINAMAYINCA

Âile içinde iletişimin olmaması gereken zamanlar vardır. Bu zamanlarda eşlerin birbirleri ile iletişimlerini devam ettirmeye çalışması yerine, bir süreliğine iletişime ara vermeleri gerekebilir. 
Meselâ, duyguların kontrol edilemediği, öfkenin üst seviyede olduğu anlarda, eşlerden biri diğerini “incitmeden” ve öfkesini daha fazla körüklemeden iletişimi hissettirmeden en alt seviyeye indirmesi gerekir. Zira öfkeli anlarda bulunacak çözümler, çoğu defa faydalı çözümler olmayacağı için, öfkesini kontrol edebilen eş, muhâtabının öfkesinin yatışmasını beklemelidir. Bu, çok daha faydalı bir usûl olur.
Öfke anında iletişimi devam ettirmek yanlıştır. Zira, öfke ânında kurulacak duyusal/hissî iletişimde, hisler, akla hâkim olacağı için mantıklı çözümler üretilemeyebilir. Üretilecek çözümler de öfke ânının bir sonucu olan çözümler olacağı için, bulunan çözümler mâkul olsa da hayata geçirmek oldukça zor olmaktadır.

 

       

       

Kuveyt Türk Dijital Takvim

https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim
[26.10.2023 23:29] Annem: Günün Hadisi

“Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.”

Tirmizî, Büyû’, 4
[26.10.2023 23:29] Annem: Günün Ayeti

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme!”

Taha 131
[26.10.2023 23:29] Annem: Osmanlı devlet idare-
sinde kıyafet konusu-
na önem verilmiş, her 
kademedeki görevli-
ler için ayrı kıyafetler belirlen-
miştir. Ulema ve din hizmet-
lileri için belirlenmiş kıyafeti 
ifade etmek üzere kullanılan 
“ilmî kisve” de bu cümleden-
dir. Buna göre cübbe ve sarık, 
Osmanlı İslam medeniyetin-
de ilmî kisvenin alametifari-
kası, ulemanın sembolüdür. 
Devlet-i Aliyye’nin güçlü ol-
duğu dönemlerde ilmî kisveyi 
giymeye hak kazanmak ko-
lay olmamış, hak edenler de 
toplumda itibar görmüşlerdir. 
Bilindiği gibi birinci ve ikinci 
dönem Türkiye Büyük Millet 
Meclislerinde ulema sınıfına 
mensup çok sayıda mebus 
bulunuyordu ki bunlar Meclis 
çatısı altında da ilmî kisvele-
rini, yani cübbe ve sarıklarını 
taşıyabilmişlerdir.
Tarihte olduğu gibi Cumhuri-
yet’in başında ve Diyanet İş-
leri Reisliğinin ilk yıllarından 
itibaren din hizmetlilerinin 
kisvesi gündem konusu ol-
muştur. Nitekim Reisliğin 21 
Şubat 1925 tarihinde görüşü-
len 1925 yılı bütçesinin mü-
zakereleri sırasında üzerinde 
durulan konulardan biri de bu 
mesele olmuştur. Konuya iliş-
kin görüş bildiren mebuslara 
göre din hizmetinde bulunan-
ların kılık kıyafetlerine artık bir 
çekidüzen vermelidir. Mesela, 
Reisliğin “mesleklerine sahip 
çıkması” gereğinden söz eden 
Karesi (Balıkesir) Mebusu 
Vehbi Bey (Bolak) şöyle diyor-
du: “…Diyanet İşleri Riyaseti 
mesleğini temsile kudret-yâb 
olanlar kimlerdir; onları tes-
pit etmelidir ve buna bir kıya-
fet-i mahsusa vermelidir. (...) 
Başına sarık, sırtına cübbe 
giyecekler, bir şahadetname 
ve tasdikname alsınlar…” Dö-
nemin Başvekili Ali Fethi Bey 
(Okyar), birtakım yetkisiz in-
sanların “halkın efkârını tevsil” 
etmelerinin önüne geçilme-
si açısından bu teklifi önemli 
bulduğunu, dikkate alacağını 
ifade etmişti. Erzurum Mebu-
su Hoca Raif Efendi de böyle 
bir düzenleme yapılacaksa her 
bir hizmet erbabı için ayrı bir 
kisve düşünülmesi teklifinde 
bulunmuştu. Reislik adına bu 
müzakereleri takip eden ve so-
ruları cevaplandıran Müşavere 
Heyeti azasından Aksekili Ah-
med Hamdi Efendi, ilmî kisve 
konusunda dermeyan edilen 
düşünceleri şöyle değerlendi-
recektir: “…Hakikaten kıyafet 
pek arzu edilecek bir şeydir. 
Fakat derecat itibarıyla hatip, 
imam, müezzin, vaiz bunların 
hepsinin ayrı ayrı kıyafetleri 
tespit edilerek halka oldukla-
rı gibi gösterilirse elbette bu 
DİN HİZMETLİLERİNİN 
KİSVESİ
Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri
30 Aylık Dergi | Eylül 2023
[26.10.2023 23:29] Annem: Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı. - Sâffât - 132. Ayet
[26.10.2023 23:29] Annem: Peygamberlik geldikten 
sonra Resulullah 13 yıl 
Mekke’de, 10 yıl da Medine’de 
kaldı. Vahiy yani Kur’an-ı 
Kerim bu iki şehirde de 
indirildi. Her iki şehirde 
Peygamberimiz ve ashabının 
yaşadığı birçok hatıra vardır. 
Aşağıdaki sorulara bakarak 
mekânın ya da yaşanılan 
olayın bu iki şehrin hangisinde 
gerçekleştiğini bulun. 
MEKKE’DE Mİ
MEDİNE’DE Mİ?
Yazı
Tahtam 
Yazan 
Esma Güner
28 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023
3 Peygamberimizin Mescidi 
yani Mescid-i Nebevi hangi 
şehirdedir? 
A) Mekke
B) Medine
2 İlk vahyin indiği Hira 
Mağarası nerededir? 
A) Mekke
B) Medine
MEDİNE
MEKKE
1 Peygamberimiz hangi şehre 
girerken çocuklar onu 
“Talea’l-bedru” (Ay 
doğdu üzerimize) ilahisi ile 
karşılamışlardır? 
A) Mekke
B) Medine
[26.10.2023 23:29] Annem: Ey Müslüman kadınlar! Hiçbir komşu kadın, bir koyun paçası bile olsa komşusunun verdiği şeyi küçük görmesin! - Buhârî, Hibe, 1
[26.10.2023 23:29] Annem: "Ey görünen ve görünmeyeni bilen, gökleri ve yeri yaratan, her şeyin Rabbi ve sahibi olan Allah’ım! Ben tanıklık ederim ki Senden başka ilâh yoktur. Nefsimin şerrinden, şeytanın ve ortaklarının şerrinden sana sığınırım." - (İbn Hıbbân, "Ed’ıye", No: 962; İbn Ebî Şeybe, "Dua", 22, No: 29265)
[26.10.2023 23:29] Annem: Kabir ziyareti ölümü ve ahireti hatırlattığı ve dolayısıyla sorumluluk bilincini geliştirdiği için dinen meşrudur hatta tavsiye edilmiştir.##Ölülerin gömüldükleri yer anlamına gelen “makber” veya “kabristan” terimleri yerine, ziyaret edilen yer anlamına gelen “mezar (lık)” ifadesinin dilimize yerleşmiş olması, aslında bu tavsiyenin toplumumuzda ne denli özümsendiğini ifade etmektedir. Ne var ki günümüz şehir yapılanmalarında mezarlıkların, çoğunlukla meskûn mahallerin oldukça dışında tasarlanması, bu nebevî tavsiyenin yerine getirilmesini güçleştirmektedir. Bu durumun da etkisiyle kabirlerin topluca ve yılın sadece belli zamanlarında ziyaret edilmesi alışkanlık hâline gelmiştir.##Oysa Hz. Peygamberin tavsiyesinde dile getirdiği ahireti ve ölümü hatırlayıp bundan öğüt ve ibret alma maksadının hasıl olabilmesi için kabirlerin gerektiğinde fert fert ve daha sık ziyaret edilmesi gerekmektedir. Ayrıca kabirler ziyaret edilirken yokluk hissinin aşırı bir eleme dönüşmemesine dikkat edilmeli, acılar yerine iç hesaplaşmalar ve pişmanlıklar tazelenmelidir. - KABİR ZİYARETİ
[26.10.2023 23:29] Annem: ait, maddî ve manevi, bütün faziletlerini ve faydalarını sayacak değiliz. Çünkü o sonsuzdur, sayılması mümkün değildir. Bunun bütün toplamı din dilinde "büyük sevap" adıyle anılır. Fakat burada namazın, imandan sonra nasıl bir ahlâkî ve sosyal prensip olduğunu ve onun üzerine ne kadar büyük bir sosyal bina kurulacağını kısaca ifade etmek istedik. O büyük binanın direği işte öncelikle ferdî namazlarla hazırlanır, düzene sokulur ve cemaatle dikilir. Ondan sonra da geri kalanı yapılır. İşte "namazı ikame etme" tabiri bu mühim mânâyı çok açık bir şekilde ifade ediyor ve hidayete

aday müttakileri "namazı kılarlar" diye değil, "namazı ikame ederler" diye tarif, vasf ve medh ediyor. Bunlardan anlaşılır ki, bunun meâlinde "namaz kılarlar" tabiriyle yetinmek doğru değildir. Burada kelimesinin "elif-lâm"ı ahd içindir ki durumu ve sınırı bilinen "İslâm namazı" demektir. Ve bu durum yani namazın nasıl kılınacağı, şartları ve rükünleri (namazın içindeki farzları), sünnet ve edepleri, mekruhları ve namazı bozan şeyler ile sıfat ve durumu "Namaz kılarken beni gördüğünüz gibi namaz kılınız." hadis-i şerifi gereğince, Peygamber'den görülen fiilî, sözlü ve takrîrî olarak alınan sıfat ve niteliktir ki, bu nitelik ve durum ta başlangıçtan beri müslümanlar arasında amel ile kesin bir şekilde bilinir ve din kitaplarında yazılmıştır. Ve "yüsallûne" buyurulmayıp da "ahid lâmı" ile "yükîmüne's-salâte" buyurulmasında bu mânâ da açıktır. Yani "yükîmüne's-salâte", "dosdoğru namaz kılarlar" demek değil; "namazı, dosdoğru kılarlar" demek olduğundan gaflet edilmemelidir.

"Salât" kelimesinin Arap dilinde iki kaynağı vardır. Birisi genel olarak dua mânâsıdır ki, "Peygamber'e salât ve selâm" dediğimiz zaman özellikle bunu anlarız. Diğeri (salv) maddesinden gelen "sallâ" fiilinin masdarıdır ki, iki uyluğu hareket ettirmek demektir. Araplar bu mânâca "sallâ" dedikleri zaman "iki uyluğunu hareket ettirdi" mânâsını anlarlar. Aynı şekilde "at (veya kısrak) kuyruğuyla iki uyluğunu sağa sola çarptı" denilir. Salveyn uylukların başındaki iki tümsek kemiktir. "Sallâ"nın bu hareket ettirme mânâsı tabirine benzer. Yahudiler birbirine selam ve saygı sırasında başını eğer ve kıçını oynatıp kasığına doğru bir yan bükerlermiş ve bu şekildeki selama Arapça'da "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına "tekfîr" denirmiş. Buna göre "keffera'l-yahûdiyyü", "Yahudi uyluklarını oynatıp bükerek reverans yaptı." demek olur. "Kâfire" kıçdaki kaba ve tıknaz iki etin ismidir ve "kâfire-teyn" tesniye (ikileme)dir. Bu şekilde "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına "sallâ" da rükû (namazda eğilme) ve secdelerde yapıldığı gibi, bizim "belini eğmek" dediğimiz "iki uyluğu hareket ettirme" mânâsına kullanılırmış. Demek ki Araplar, hem yahudilerin yaptığı reveranslı baş kıç selamlarını tanırlarmış, hem de yerlere eğilerek "kandilli temennâ" usûllerini. İşte lügat bakımından (biri kalp ve dil işi olan dua, diğeri de bir bedenî hareket işi olan belli fiil) iki anlama gelen "salat" kelimesi, dinde Peygamberimizden görülegeldiği üzere kalbe, dile ve bedene ait fiiller ve özel esaslardan oluşmuş gayet intizamlı,

kâmil (eksiksiz) bir ibadetin ismi olmuştur ki, necâset (pislikler)ten temizlenme, hades (manevi pislikler)den temmizlenme, setr-i avret (avret yerlerinin örtülmesi), vakit, niyyet, kıbleye dönmek adıyle altısı dışından başlayan şart; iftitah (başlangıç) tekbiri, kıyam (ayakta durmak), kıraet (Kur'ân okumak), rükû (eğilmek), sücûd (secdeler), teşehhüd miktarı (şehadet kelimesi getirecek kadar bir zaman) kâde-i ahîre (son oturuş) adıyle içinde yapılan altı esas olmak üzere en az on iki farzı; Fâtiha, zamm-ı sûre (Fâtiha'ya eklenen sûre), tâdil-i erkân (namazın esaslarına hakkıyle uyma), kâde-i ûlâ (ilk oturuş) ve diğerleri gibi bir takım vacipleri;
[26.10.2023 23:29] Annem: Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra
[26.10.2023 23:29] Annem: mektûb, meyân hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Allahü teâlânın zâtını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, berâber olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, insanların seyyidi “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temizlemekdir. [(Seyr), gitmek, (Sülûk), bir yola, mesleğe girmekdir.] Böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya’nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni’metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur. [Allahü teâlânın her işinden, Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirler.] Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâb ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur. Yalancı ma’bûdlardan kurtuluş makâmı burasıdır. Kelime-i tevhîdin ma’nâsı, ancak burada hâsıl olur. İsmler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız Zât-ı ilâhîyi sevmedikçe, bu ni’metler, hiç ele geçemez. Böyle sevgi olmadıkça, tâm Fenâ nasîb olmaz. [Anası çocuğu ne kadar söğse, döğse, çocuk yine döner,anasına sarılır. İnsan da, Rabbine karşı böyle olmalıdır.] Fârisî beytler tercemesi:

Aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer,
ma’şûkdan başka herşeyi yakar, kül eder
[26.10.2023 23:29] Annem: "Sen, Rabbim Allah'dır dediği için mi bir adamı öldürmek istiyorsun? O size Rabbinizden açık hükümler getirdi!" dedi."

Buhari, Fezailu'l-Ashab 5, Menakibu'l-ensar 29, Tefsir, Mü'min 1.

4356 - Süfyan rahimehullah dedi ki: "Kim, Hz. Ali'nin imamete, Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'den daha çok hak sahibi olduğu kuruntusuna düşerse, Hz. Ebu Bekr'i, Hz. Ömer'i, Muhacirleri ve Ensarları toptan hatakârlıkla itham etmiş olur. Bu bozuk akidesiyle onun amelinin semaya yükseleceğini zannetmiyorum."

Ebu Davud, Sünnet 8, (4630).

HZ. ÖMER'İN FAZİLETİ

4357 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Ebu Bekr'e:

"(Ey Ebu Bekr!) Allah'ın Rasulü Muhammed aleyhissalatu vesselam'dan sonra insanların en hayırlısı" diye hitab etmişti. Hz. Ebu Bekr:

"Sen böyle söylersen ben (de sana) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğimi söyleyeceğim. Demişti ki: "Güneş, Ömer'den daha hayırlı bir kimse üzerine doğup batmadı."

Tirmizi, Menakıb, (3685).

4358 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua etmişti: "Allahım, İslâm'ı şu iki şahıstan sana en sevgili olanla aziz kıl: Ebu Cehil ile veya Ömer İbnu'l-Hattab ile. Bunlardan Allah'a daha sevgili olanı Ömer'di."

Tirmizi, Menakıb, (3682)
[26.10.2023 23:29] Annem: İki Namazı Bir Vakitte Kılmak Cem Etmek

Ana Sayfa
Namaz
İki Namazı Bir Vakitte Kılmak Cem Etmek
İlgili
Cem‘ kelimesi, sözlük anlamı itibariyle “iki veya daha fazla şeyi bir araya getirmek, toplamak” anlamlarına gelir. Cem‘in fıkıhtaki terim anlamı ise, “birbirini takip eden iki namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşipeşine kılınması”dır. Eğer bu birlikte kılma birinci namazın vaktinde ise buna cem‘-i takdim, ikincisinin vaktinde ise cem‘-i te’hir denilir.

Alimler, hac zamanında Arafat’ta öğle ile ikindinin öğle namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i takdim) ve Müzdelife’de akşam ile yatsının yatsı namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i te’hir) konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu iki yer dışında iki namazı cemederek birlikte kılmanın caiz olup olmadığında ve cemetmeyi caiz kılan mazeretlerin neler olduğunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

 


Hanefi mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife’deki cem‘in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi caiz görülmez. Bununla birlikte Hanefiler’e göre yolculuk, yağmur gibi cem‘i mubah kılan mazeretlerin bulunması durumunda şöyle bir cem‘ uygulaması mümkündür: Bir namaz (öğle veya akşam), diğer namazın (ikindi veya yatsı) vaktinin girmesine yakın bir zamana kadar geciktirilip, bu namazın kılınmasından sonra diğerinin vaktinin girmesi ve bu namazın da kendi vaktinde kılınması mümkündür. Bu uygulamada, bir namaz hemen diğerinin ardından kılındığı için buna “cem‘ü’l-fiil” ve “cem‘ü’l-muvasala” denildiği gibi, bir namaz son vaktinde diğeri de ilk vaktinde olmak üzere her namaz kendi vakti içinde kılınmış olacağı için buna “manevi cem‘” ve “şekli (suri) cem‘” de denilir. Bu şekildeki cem‘, yukarıda tanımı verilen gerçek anlamda bir cem‘ değildir. Çünkü bu uygulamada vakit değil, fiil birleştirilmektedir.

Ebu Hanife, arefe günü Arafat’ta birlikte kılınan öğle ve ikindi namazının cemaatle kılınmasını şart koştuğu halde diğer mezhepler bu şartı aramazlar. Cem‘ ile namaz kılınırken bir ezan okunur, fakat iki namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. Öğle namazının farzı eda edildikten sonra sünnet kılınmaksızın ikindi namazına geçilir. İkindi namazı öğle namazına tabi olduğundan, öğle namazı herhangi bir nedenle sahih olmamışsa ikindi namazının da öğle ile birlikte iade edilmesi gerekir. Müzdelife’de ise akşam ile yatsı namazı tek ezan ve tek kamet ile kılınır. Akşamın farzı ile yatsının farzı arasında sünnet namaz kılınmaz. Arada sünnet kılınmışsa yatsı için tekrar kamet getirilir.

Diğer mezheplerde cem‘, belirli sebep ve şartlarla caiz görülmüştür. ŞiiCa‘feri mezhebinde ise, hiçbir mazerete gerek olmaksızın iki namazın bir vakitte cemedilmesi caizdir. Cem‘i kabul edenlere göre, iki namazın cemedilmesini caiz kılan sebepler, ayrıntıdaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa şunlardır: 1. Yolculuk (sefer), 2. Yağmur, çamur, kar, dolu, 3. Hastalık, 4. İhtiyaç ve meşguliyet.

1. Yolculuk. Hanefiler dışındaki çoğunluk alimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem‘ yapılmasını caiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır. Buna göre Malikiler, cem‘ yapmanın caiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şafiiler ve Hanbeliler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her halükarda cem‘ için bir mazeret olduğunu söylerler. Bu noktada Şafiiler, Malikiler’in ve Hanbeliler’in aksine, ayrı bir şart ileri sürerek, cem‘ yapmayı caiz kılan yolculuğun, herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını caiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler. Bu arada yolculuğun türüne ve amacına bağlı olarak
[26.10.2023 23:29] Annem: Askeri bando

Ana Sayfa
A
Askeri bando
Bakınız;Bando.Rüyada askeri bandonun askeri bir marş çaldığını görmek yakın zamanda bir akrabanız veya kendi oğlunuz askere gidecek şeklinde yorumlanır.Rüyada askeri bandonun ondan beklenmeyecek bir şarkı çalması beklemediğiniz uzak bir yolculuğa aniden çıkacağınıza işaret eder.Rüyada askeri bandoda çaldığınızı görmek,coşkulu bir işe girişeceksiniz ve bu iş bir ekip işi olacak demektir.

 


in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:29] Annem: AZM ETMEK

Ana Sayfa
A
AZM ETMEK
Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: İşlerinde Eshâbın ile meşveret et. Onlara danış. Bundan sonra bir işe azmettiğin zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O’na güven. (Âl-i İmrân sûresi: 159)
Tövbe; haram işledikten sonra, pişmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azm etmektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka) İnsan haram işlemeyi kalbinden geçirir, azm ederse, sonra da Allah’tan korkarak yapmazsa, günâh yazılmaz. Haram işleyince bir günah yazılır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Tövbenin kabul edilmesi için dört şart lâzımdır: 1) Günahı için istiğfârda bulunmak, 2) İşlediği günâhı terk etmek ve pişmân olmak, 3) Bu günâhı tekrar işlememeye azm etmek, 4)
Günâh işlemeye sevk eden şeylerden uzaklaşmak. (Ahmed Nâmık-ı Câmî)

İlgili
TEVBE (Tövbe)
9 Eylül 2021
Benzer yazı
GÜNÂH
9 Eylül 2021
Benzer yazı
Tevbe-i Nasûh
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:29] Annem: Mukaddeme
Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca’ etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:

Birinci Maksad
Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sâni’i ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden, Sâni’in kasd ve hikmetini izhar ve kıraat ettikleri için Sâni’in delaili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?

Elcevab: Kemal-i zuhurundan… Evet şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır. Cirm-i şems gibi.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا ❊ مِنَ اْلَمَلاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Yani: Eb’ad-ı vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatla sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan gelen selasil-i resail seni a’lâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.

İşaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ ta’til-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni’ dahi; cesed gibi istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad…

Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad marifet-i Sâni’dir…

Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören Sâni’-i Hakîm’e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümun ve ciğerşikâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad… Evet melce’ yalnız marifet-i Sâni’dir.

Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül emriyenin hâssa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni’ tecelli ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor… Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.

Tenbih: Arş-ı kemalât olan marifet-i Sâni’in mi’raclarının usûlü dörttür:

Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân ve hudûsa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bu iki asıl, filvaki’ Kur’an’dan teşa’ub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavîl-üz zeyl ve müşkilleşmiştir.

Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun değildirler…

Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur’aniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi’rac-ı Kur’anî’dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:

Birincisi: “Delil-
[26.10.2023 23:29] Annem: İhbar-ı gayb nev’inden mu’cizane hem elektriğe, hem Risale-in Nur’a işaret ettiği gibi, ikisinin zuhurlarına ve zaman-ı zuhurlarından sonraki tekemmül zamanlarına ve hilaf-ı âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor.

Meselâ, زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَ لاَ غَرْبِيَّةٍ cümlesi der: “Nasılki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur.” der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.

Hem meselâ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَ لَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ cümlesi, mana-yı remziyle diyor ki: “Onüçüncü ve ondördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır.” Yani bin ikiyüz seksen (1280) tarihine yakındır. İşte bu cümle ile nasılki elektriğin hilaf-ı âdet
[26.10.2023 23:29] Annem: aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüzbinlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tamtamına وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ ve يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِاْلاَبْصَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar.

İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden te
[26.10.2023 23:29] Annem: هِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm. Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda, İşarat-ül İ’caz’da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altun yapar. İnşâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda anbarına bir anahtar olur ve hizmette za’fa düşenlere kut ve kuvvete yol açar.

Lafzullah’ın âhir harfi seksenbeş defa o Lafza-i Celal’in evvelki harfi oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla اَللّهُ وَاحِدٌ der. هـ bir adedi, seksenbeş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız bazan bir sahife fâsıla olur. هـ iki adedi, kırkiki defa ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk eder. هـ üç adedi, yirmibeş defadır, ekseri tevafuktadır. Hecede ikinci ve Kur’an’da ve Bismillah’ta birinci harf olan ب yine seksenbeş defa bir oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ der. ب iki adedi kırküç olup, bir farkla هـ nin ikisine tevafuk eder. ب üç adedi yirmiyedi olup هـ nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ت beş adedi yirmiüç defa, هـ nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ت altı adedi onbeş defa, و ın dört adedine tevafuk eder. و altı adedi yirmialtı veya yirmiyedi defadır. و ın beş adedi yirmibeş defa olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. Elif altı adedi, sekiz defa ve Elif beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder. Elhasıl: Beş هـ ile altı هُوَ ism-i mukaddesi oldukları için kerametkârane vaziyetler gösteriyorlar.

Lafzullah’ın ortadaki harfi olan “Lâm” yetmişbeş defa evvelki harfi olan Elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafuk ile هُوَ اللّهُ adedine üç farkla tevafuk lisanıyla هُوَ اللّهُ okuyor. Lâm’ın iki adedi altmışbeş defa olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk
[26.10.2023 23:29] Annem: kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.

İKİNCİ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler.

Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir.

Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler.

Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile yüzbinler muhtelif fikirli adamlar, o zâtın nübüvvetini tasdik etmişler. Yalnız Kur’an-ı Hakîm’de kırk vech-i i’cazdan başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) bin bürhanını gösteriyor.

Hem madem nev’-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüzbinler zât, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyyet ile, nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) sabittir. Çünki İsa Aleyhisselâm ve Musa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’da daha ekmel, daha câmi’ bir surette mevcuddur. Madem hükm-ü nübüvvetin illeti ve sebebi, Zât-ı Ahmedî’de (A.S.M.) daha mükemmel mevcuddur. Elbette hükm-ü nübüvvet, umum enbiyadan daha vâzıh bir kat’iyyet ile ona sabittir.

ÜÇÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cizatı çok mütenevvidir. Risaleti umumî olduğu için, hemen ekser enva’-ı kâinattan birer mu’cizeye mazhardır. Güya nasılki bir padişah-ı zîşanın bir yaver-i ekremi mütenevvi hediyelerle muhtelif akvamın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her taife onun istikbaline bir mümessil gönderir; kendi taifesi lisanıyla ona “hoş-âmedî”
[26.10.2023 23:29] Annem: vet bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda te’lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.

Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakikî marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o sekiz manileri mağlub edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmağa başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.

Evet meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.”...

Bedîüzzaman; misal olarak, İslâmiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkâr ifadelerde bulunan “Prens Bismark” ile “Mister Karlayl”ın sözlerini naklettikten sonra diyor:

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt’alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş ve hurafattan, tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’an’a tâbi olur, ittifak ederler.

İkinci Cihet: Yani maddeten İslâmiyet’in terakkisinin kuvvetli sebebleri gösteriyor ki: İslâmiyet, maddeten dahi istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı isbat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünki Âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli, kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizac edip yerleşmiş.

Birincisi: Bütün kemalâtın üstadı ve üçyüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir
[26.10.2023 23:29] Annem: Yirmialtıncı Söz'den)
Üçüncü Mebhas'ın Sonu ve Dördüncü Mebhas
Eğer desen: “Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelana müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?”

Elcevab: Kat’â ve aslâ!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hıffet, bir rahatlık ve revh u reyhanı veren ve emn ü emanı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metalibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği manevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemal-i hürriyetiyle kemalâtında serbest cevelanına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz’î hürriyetini selbeder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşa hareketini kırar. Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garaib olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbane, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinelerini işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ızdırab çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edebsiz adam, te’dib suretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün
[26.10.2023 23:29] Annem: Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.

İkinci Mes’ele: Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa, kat’iyyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir. İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektublarımız hem makbul, hem çok ehemmiyetli, hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman -hilaf-ı âdet bir tarzda- serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman, aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmağa çalışması, hem içinde bulunan mektubu, hem bizim kuşlarımıza tevafuku; ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektublarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik, hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup, pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döğerek lisan-ı hal ile ben de o mektubla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı mes’eleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı mes’eleye bu kadar tevafukat 7(Haşiye) hem mektublardaki mücmelen bahsedilen hakikatların çok ehemmiyetli olmasından ve nev’-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve mes’eleleri birbiriyle münasebetdarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalb ve fikir böyle dese, hakkı yok mu ki: Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup, hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev’-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddî alâkadarlık gösterip, insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahribden vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur mes’elelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse, yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

Üçüncü Mes’ele: Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir.

Dördüncüsü: İki noktadır:

Birincisi: Isparta kardeşlerimiz, hususan Gül Nur kahramanı Hüsrev, benim bu kış münasebetiyle maddî hacetlerimi merak ediyorlar, yardım etmek istiyorlar. Ben de onlara teşekkürle beraber derim ki: Onların Risale-i Nur’a hizmeti, her şakirdin saadet-i ebediyesine menfaati gibi, benim de hakikî kışım suretinde olan kabrimden sonraki kışta ihtiyacatıma o derece mükemmel yardım ediyorlar ki; bu fâni, muvakkat kışın hacatına yardımdan binler derece ziyadedir. Eğer benim elimden gelse idi, bütün ruh u canımla, kemal-i iştiyak ile bütün onların hacat-ı maddiy
[26.10.2023 23:29] Annem: اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً : Kur’an-ı Kerim, bu cümle ile beyan ettiği kudret-i İlahiyenin azametiyle insanları ibadete teşvik edip heyecana getiriyor. Şöyle ki:

Ey insanlar! Arz ve semayı sizlere muti’ ve hizmetkâr yapan zât, yaptığı şu iyiliğe karşı ibadete müstehaktır; ibadetini ediniz. Ve keza insanların faziletine ve yüksek bir kıymete mâlik olduğuna ve indallah mükerrem bulunduğuna bir îmadır. Sanki beşere emrediyor: Ey beşer! Yüksek ve alçak bütün ecramı sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar i’zaz u ikramlarda bulunan Cenab-ı Hakk’a ibadet ediniz! Ve sizlere yaptığı keramete karşı liyakatınızı izhar ediniz.

Ve keza esbab ve tabiata tesirin verilmesini reddediyor. Şöyle ki:

Ey insan! Şu gördüğünüz yerler, gökler; sıfatlarıyla beraber, bir Hâlıkın halkıyla, kasdıyla, tahsisiyle ve bir nâzımın nazmıyla husule gelip bu intizamı bulmuşlardır. Kör tabiatın bu kadar büyük şeylerde yeri olmadığı gibi en küçük şeylerde de yeri
[26.10.2023 23:29] Annem: 3- Her bir zerrenin hem hâkim hem mahkûm olması lâzım gelir. Kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düşmekten kurtulan taşlar gibi.

4- Şuur, irade ve kudret gibi sıfatların her zerrede bulunması lâzım gelir. Çünki hüsn-ü san’at bu sıfatları iktiza eder. Şu hakikati izah için birkaç misal söyleyeceğiz:

Birincisi: Şems şeffafiyet sırrına binaen, şişelerin zerrelerinde, arzın denizlerinde, semanın seyyarelerinde müsavat üzerine tecelli eder.

İkincisi: Mukabele sırrına binaen, merkezdeki bir lâmbanın daireyi teşkil eden âyinelere nisbet-i in’ikası birdir.

Üçüncüsü: Nurdan veya nuranî bir şeyden tenevvür etmek ve ziya almak hususunda, bir ile bin birdir. Nuranînin iktizası öyledir.

Dördüncüsü: Müvazene sırrına binaen, hassas bir terazinin iki kefesinde iki ceviz
[26.10.2023 23:29] Annem: Dördüncü Basamak:
Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlıkı olan Zât-ı Zülcelal’in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve ünvanları ve esma-i hüsnası vardır. Meselâ: Ashab-ı Nebi safında küffara karşı muharebe etmek için melaikeleri göndermesini iktiza eden hangi isim ve ünvan ise, o isim ve ünvan iktiza eder ki, melaike ile şeyatîn ortasında muharebe bulunsun ve ahyar-ı semaviyyîn ve eşrar-ı arzîn mabeynlerinde mübareze olsun. Evet küffarın nüfus ve enfasları kabza-i kudretinde olan Kadîr-i Zülcelal, bir emir ile, bir sayha ile onları mahvetmiyor. Rububiyet-i âmme ünvanıyla, Hakîm ve Müdebbir ismiyle bir meydan-ı imtihan ve mübareze açıyor. Temsilde hata olmasın, görüyoruz ki: Nasılki bir padişahın daire-i hükûmeti itibariyle ayrı ayrı pek çok ünvanları, isimleri bulunur. Meselâ: Daire-i adliye onu “Hâkim-i Âdil” namıyla yâd eder. Daire-i askeriye onu “Kumandan-ı A’zam” namıyla bilir. Daire-i meşihat onu “Halife” ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu “Sultan” namıyla tanır. Muti’ ahali ona “Merhametkâr Padişah” derler. Âsi insanlar ona “Kahhar Hâkim” derler. Daha bunlara kıyas et. İşte bazı vakit oluyor ki, bütün ahali onun elinde olan o padişah-ı âlî; âciz, zelil bir âsiyi bir emir ile i’dam etmiyor. Belki Hâkim-i Âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sadık bir memurunu taltife liyakatını biliyor. Fakat hususî ilmiyle, hususî telefonuyla onu taltif etmiyor. Belki haşmet-i saltanat ve tedbir-i hükûmet ünvanıyla mükâfata istihkakını teşhir etmek için bir meydan-ı müsabaka açar; vezirine emreder, ahaliyi temaşaya davet eder. Bir istikbal-i siyasî yaptırır. Muhteşem bir imtihan-ı ulvî neticesinde bir mecma-ı âlîde onu taltif eder, liyakatını ilân eder. Daha başka cihetleri bunlara kıyas et.

İşte وَ لِلّهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى ezel ve ebed sultanının pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve ünvanları vardır. Nur ve zulmet, yaz ve kış, Cennet ve Cehennem’in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve şe’n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ
[26.10.2023 23:29] Annem: Sır: Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyet’i mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeğe küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e hitab ederek müteveccih olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i a’zamından meselâ semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyeti mezkûr hakikatı mu’cizane bir surette gösteriyor.

Evet hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden, en küçük sikkeye kadar enva’ı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir. Hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. Hem sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celbetmek için o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur. Evet o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celbeder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine îsal eder. Ve Zât-ı Ehadiye’yi mülahaza ettirir ve ondanاِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hakikî hitaba mazhar eder. İşte “Bismillahirrahmanirrahîm” Fatiha’nın fihristesi ve Kur’anın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı rahîmiyeti ve şefkati görür.

Beşinci Sır: Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki: اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ -ev kema kal- Bu hadîs-i şerifi, bir kısım ehl-i tarîkat, akaid-i imaniyeye münasib düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sîma-yı manevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın bir kısm-ı ekserinde sekr ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat, aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.

Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sırrıyla sureti, misli
[26.10.2023 23:30] Annem: Üstad! Bana öyle geliyor ki, manevî saadete küşade bulunan ruhum, kıymetdar risaleleri okudukça, yazdıkça gitgide bir zevk-i manevî, bir saadet-i ebedî hazırlıklarıyla coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam ettiği oluyor.

Üstadım! İşte o zaman dünya, nazarımda bir hiçten ibaret kalıyor. Ebediyete, sonsuz saadet âlemlerine atılmak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler, bu tatlı hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem. Def’olsun gençlik rü’yalarının kâbuslu fırtınaları.

Üstadım, duanıza muhtacım.

Zekâi

* * *

Faziletmeab Üstadım!

Nur sabahı olan Risale-i Nur’dan Birinci, İkinci, Üçüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek bera-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki, kısa oldukları halde mefhumları büyük. Büyük hisler ve ulvî fikir bahşediyor. O Sözler ki; herbiri ayrı ayrı mecralardan cereyan ederek büyük bir deryaya dökülen berrak ve saf ırmaklar gibi çağlıyorlar. İşte bendeniz, bu çağlayan ırmakların latif ve ulvî seslerinden hayli derece istifade ediyor ve sonlarında, beşeriyetin başta âcizlerinin ibtilâ olduğu emraza şifa verici eczalar istihsal ediyorum. Kendisini acı, yoksulluk içerisinde bunalıyor zanneden ve muhayyilesi inkişaf edememiş kimseleri ikaz etmek emelini taşıdığıma emin olunuz.

Aziz Üstadım! Anlıyorum ki, kaybolmuş ümidlerimin, hayatımın semasında sönen yıldızlarımın ufûlüne teessüf edip, bir fecr-i sabah ararken; bir nur sîma, bir nur sabah karşımda parladılar. Allah sizden razı olsun ki, kıymetli eserleriniz sayesinde hayatın kıymet ve ehemmiyetini anladım. Bu suretle kalbime bir istinadgâh-ı manevî buldum diye müstağrak-ı sürur oluyorum. Hemen Rabbim, üstadımızı iki cihanda aziz ve gayelerine vâsıl eylesin, âmîn
[26.10.2023 23:30] Annem: Birinci Mes’ele: Otuzbirinci Mektub’un Onüçüncü Lem’asında tafsilen isbat edildiği gibi, umumî mes’elelerde isbata karşı nefyin kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır. Meselâ: Ramazan-ı Şerif’in başında hilâli görmek hususunda, iki âmi şahid hilâli isbat etseler ve binlerle eşraf ve âlimler “görmedik” deyip nefyetseler, onların nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir. Çünki isbatta birbirine kuvvet verir, birbirine tesanüd ve icma’ var. Nefiyde ise bir olsa bin olsa farkları yoktur; herkes kendi başına kalır, infiradî olur. Çünki isbat eden harice bakar ve nefs-ül emre göre hükmeder. Meselâ: Misalimizde olduğu gibi, biri dese: “Gökte ay vardır.” Diğer arkadaşı parmağını oraya basar, ikisi birleşip kuvvetleşirler.

Nefy ve inkârda ise, nefs-ül emre bakmaz ve bakamaz. Çünki “Hususî olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefy isbat edilmez.” meşhur bir düsturdur. Meselâ bir şeyi dünyada var diye ben isbat etsem, sen de “Dünyada yok.” desen; benim bir işaretimle kolayca isbat edilebilen o şeyin sen nefyini yani ademini isbat etmek için, bütün dünyayı
[26.10.2023 23:30] Annem: MENKIBE..........   İKİ KERE ŞEHİT

Resûlullah Efendimiz bir gün şehîdliğin kıymetini anlatıyordu. Nevfel adlı bir sahâbî ricâ etti:

- Yâ Resûlallah! Ben duâ edeyim, siz âmin deyin!

Efendimiz; “Peki” buyurdular.

- Yâ Rabbî! Bana şehîd olmayı nasîb eyle!

Efendimiz “Âmin” dediler. 

Nevfel duâyı almıştı. İlk cenkte şehîd oldu! Defnedildi, defin işi bitti. Resûlullah Efendimiz, parmaklarının ucuna basarak yürüyordu. Eshâb, sebebini sordular. Efendimiz buyurdular ki:

- O kadar çok melek var ki, ayağımı basacak yer bulamadım.

Medine’ye dönüşe geçildi. Harbe katılmayan Eshâb, mücâhitleri karşılamak için yollara dökülmüşlerdi. Gelenler arasında o savaşta şehîd olan hazret-i Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı. Efendimize dediler ki:

- Gazânız mübârek olsun yâ Resûlallah! Nevfel nerede?

Efendimiz cevap vermediler. Eliyle arkayı işâret ettiler. Arkada Hazret-i Alî vardı. Ona sordular:

- Yâ Alî Nevfel nerede?

O da aynı işâreti yaptı. Ve ileri yürüdü... Arkadan Hazret-i Osmân geliyordu. Ona da sordular:

- Yâ Osman! Nevfel nerede?

O da arka tarafı işâret etti. Ve yürüyüp gitti. Hazret-i Ömer'i gördüler. Ona da sordular:

- Yâ Ömer, Nevfel nerede?

O da arkayı işâret etti. İleriye yürüdü. En son Hazret-i Ebû Bekir'i gördüler. Ona da sordular:

- Yâ Ebâ Bekir! Nevfel nerede?

Hazret-i Sıddîk ne desin? Öbürleri gibi yapamazdı. Zîrâ arkadan gelen biri yoktu. Gerçeği söylese, Efendimize uymamış olurdu. Daraldı, bunaldı. Nasıl söyleyeceğini düşündü. Duâ edip olanca sesiyle nidâ etti:

- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

O an arkadan bir toz bulutu belirdi. Kendilerine doğru, bir atlının hızla geldiğini gördüler. İyice yaklaşınca, hazret-i Nevfel olduğunu gördüler. Hepsi de çok şaşırdılar! Hem de çok sevindiler. Hazret-i Nevfel iyice yaklaşınca dedi ki:

- Buyur yâ Ebâ Bekir! Beni mi emrettiniz?

Ve atından indi. Hazret-i Sıddîk'ın elini öptü. Tekrar atına bindi. Ve Resûlullaha doğru koşturdu. Yakınları sevinçten uçuyordu...

Bu hâdiseden sonra, hazret-i Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, Yemâme Cenginde tekrar şehîdlik şerbeti içti...


12.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim
[26.10.2023 23:30] Annem: Bir Ayet:
Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları kendi hallerine bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.
(Tevbe, 9/67)

Bir Hadis:
Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam bir münafık olur. Kimde bunlardan biri varsa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur. Bunlar: bir şey emanet edildiğinde ihanet etmek, konuştuğunda yalan söylemek, söz verince sözünden dönmek, düşmanlıkta haddi aşıp haksızlık yapmaktır.
(Buhârî, "Îmân", 24; Müslim, "Îmân", 106)

Bir Dua:
Allah'ım! Hakka muhalefet etmekten, münafıklıktan ve kötü ahlaktan Sana sığınırım.
(Ebû Dâvud, "Vitir", 32)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:30] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
5. Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’in Vefatı. (1971) 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Vefatı. (1987) 
İki taraf arasında bir perde ve A‘râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki bunlar henüz cennete girmedikleri hâlde (girmeyi) uman cennet ehline: “Selam size!” diye seslenirler. (A’râf, 7/46) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
ASHÂBÜ’L-A’RÂF
A’râf “sur, dağ ve tepenin en yüksek kısmı” manasına gelir. Kur’an-ı Kerim’in yedinci suresi A‘râf’tır. Kur’an’da Ashâbü’l-A’râf ile kastedilen yer ve burada bulunacak kişilerin kimler olduğuyla ilgili tefsir âlimleri değişik yorumlarda bulunmuşlardır. Tercih edilen görüşe göre A’raf cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek kısmının adıdır. Ashâbü’l-A’râf’tan şu dört gruptaki kimseler kastedilmektedir: İyi ve kötü amelleri eşit olan müminler. Bunlar başlangıçta cennete veya cehenneme konulmayıp ikisi arasında bir müddet bekleyecek sonra Allah’ın lutfuyla cennete girecek olan müminlerdir. Tefsir ve kelam âlimlerinin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir. Ahirette müminlerle kâfirleri yüzlerinden tanıyacak olan melekler. Cennet ve cehennem ehlini birbirinden ayırarak haklarında şahadette bulunacak olan peygamberler, şehitler ve âlimler gibi yüksek şahsiyetler. Cennete veya cehenneme girmeyi gerektirecek durumda olmayan belli kişiler.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:30] Annem: • Ömer Nasuhi Bilmen’in (rah.) Vefatı (1971)
'Bir kimse, kendisinde olmayan şeyle insanlara iyi görünmeye çalışırsa, Allah katında itibarı düşer.' Serî es-Sakatî [kuddise sırruhû]

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:30] Annem: Ahlâkî Gelişim ve Din İlişkisi

Ahlâk dinden ayrı düşünülemez. Buna binaen çocuk yetiştirirken, temeli zaten doğuştan var olan ve bozulmaması için terbiye ile korunması gereken en mühim gelişim alanı ahlâktır. Ahlâkî terbiye, toplumsal hayatta yahut şahsî hayatta ancak disiplin ile mümkün olur. Buradaki disiplin, cebir-zorlama ve şiddet ile karıştırılmamalıdır. İslâm ve çocuk kavramları yan yana geldiğinde zaten hiçbir zorlamadan, şiddetten söz edilemez. Disiplin ve kurallara uyma; içtenlikle benimseyerek, gönülden kabul ederek, itaat ile olur. Burada yine çocuğu yetiştiren kişinin samimiyeti ve inancı önemlidir, çünkü itaat ettirmek ancak  inandırmayı  başarınca gerçekleşir. İnsan ise bildiğinden çok inandığını karşı tarafa aktarabilir. Kişi hakikati kalben özümsemişse, O’na itaat etmiş demektir.

Bir çocuğu nâhoş bir durumdan alıkoymak istediğimizde de o şeyden neden geri durması gerektiğine inandırmamız gerekir. Aksi halde çocuk kendisinden neden böyle bir şey istendiğini kavrayamaz ve yaptığının yanlış bir şey olduğunu da düşünemez. Yapmayacaksa sizden korktuğu için yapmaz; fakat fırsatını bulduğunda tehlikenin sebeplerini anlamamış olduğu için aynı yanlışa yine düşer.

Semerkand Takvimi
[26.10.2023 23:30] Annem:  Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?
EN'ÂM Sûresi 32.Ayet
[26.10.2023 23:30] Annem: “Bedene kolay ve hafif gelen ibadeti size bildireyim mi? Susmak ve güzel ahlâk sahibi olmaktır.”
(ibn-i Ebi’d-Dünya, Kitabu’s-Samt, No: 27, 48, Beyrut, 1988)
[26.10.2023 23:30] Annem: Yemek Duâsı
Elhamdü lillâh. Elhamdü lillâh. Elhamdü lillâhille◊î
et‘amenâ ve sekânâ ve ce‘alenâ mine’l-müslimîn. Elhamdü
lillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ
seyyidinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecme‘în.
“Va‘fü ‘annâ va¯fir lenâ verhamnâ ente mevlânâ
fensurnâ ‘ale’l-kavmi’l-kâfirîn.” (3 defa)
Allâhümme salli ‘alâ seyyidinâ Muhammedin bi ‘adedi
envâ‘ı’r-rizkı ve’l-fütûhât. Yâ bâsitulle◊î yebsüturrizka
limen yeş¼ü bi ¯ayri hisâb. Übsut aleynâ rizkan vâsi‘an
min külli cihetin min ‡azâini ¯aybike bi ¯ayri minneti
ma‡lûkın bi mah˚ı fa˚lı keramike bi ¯ayri hisâb. Yâ ekrame’l-ekramîne
ve yâ erhame’r-râhımîn. İftehı’l-bâbe
yâ Allah, İftehı’l-bâbe yâ Allâh, İftehı’l-bâbe yâ Allâh, Yâ
Allâhü yâ Kâfî, yâ Fettâhu yâ Müfettih fettih bi’l-‡ayr.
Allâhümma¯fir sâhibe hâze’t-ta‘âmi ve’l-âkilîn. Allâhümmec‘al
devletehüm dâimen evlâdehüm ‘âlimen
sâlihâ ve lâ tüsellıt ‘aleyhim €âlimâ. Allâhümme zid ve
lâ tenkus ni‘meten ke¤îraten bi hurmeti’l-Fâtiha....Daha az
[26.10.2023 23:30] Annem: "Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin.  Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." [Bakara Sûresi.282]
[26.10.2023 23:30] Annem: HACCI ANLAMAK 
DİNÎ KAVRAMLAR
Hac; kişiyi günahlarından temizleyen, sabır ve irade eğitimi ile TEMETTU HACCI
davranışları disiplin altına alan, sosyal dayanışmayı güçlendi- ren bir ibadettir.
Hac ayları içinde umre
yapıp ihramdan çıktıktan Nitekim iki parçadan oluşan ihram, sonsuz kudret sahibi kar- sonra hac için yeniden ihra-
şısında, güç, makam ve mevkinin bir anlam taşımadığının; ge-
tirilen telbiye Allah’ın çağrısına boyun eğmenin; Kâ’be, nerede
olursak olalım yüzümüzü kendisine çevirdiğimizde gönlümü-
zü de Allah’a çevirmenin; tavaf, teslimiyetin; Hacer-i Esved’i
selamlama, Allah’a verilen sözün yenilenmesinin; sa’y, manen
kurtuluşu ararken bütün Müslümanlarla birlikte Allah’ın ken-
dilerine yakın olduğu idrakiyle beraberce yürüyüşün, Arafat
ise adetâ mahşeri yaşamanın; sonuçta dilleri, renkleri, ırkla-
rı, ülkeleri ve kültürleri farklı olan milyonlarca Müslümanın, söz konusu olmadığı ser- aynı inanç ve duygular içinde kardeş olduklarının ifadesidir. best bir vakit bulunduğu
ma girerek hac menâsikini eda etmek suretiyle yapılan hacca “temettu haccı” adı verilir. Temettu “yararlan- mak, istifade etmek” anla- mına gelir. İki ihram ara- sında ihram yasaklarının
için bu ad verilmiştir.

ÖZLÜ SÖZ
Sabrın sonu selamet, sabır hayra alamet. Bela sana kahretsin, sen belaya selam et. (Necip Fazıl Kıstkürek)
[26.10.2023 23:30] Annem: Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazirladik ki, onun duvarlari kendilerini çepe çevre kusatmistir (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarina, erimis maden gibi yüzleri haslayan bir su ile cevap verilir Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!  (KEHF/29)

Yine yürüdüler Nihayet bir köy halkina varip onlardan yiyecek istediler Ancak köy halki onlari misafir etmekten kaçindilar Derken orada yikilmak üzere bulunan bir duvarla karsilastilar (Hizir) hemen onu dogrulttu Musa: Dileseydin, elbet buna karsi bir ücret alirdin, dedi  (KEHF/77)

"Duvara gelince, sehirde iki yetim çocugun idi; altinda da onlara ait bir hazine vardi; babalari ise iyi bir kimse idi Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çaglarina erissinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çikarsinlar Ben bunu da kendiligimden yapmadim Iste, hakkinda sabredemedigin seylerin iç yüzü budur"  (KEHF/82)

(Ey Muhammed!), Sana davacilarin haberi ulasti mi? Mâbedin duvarina tirmanmislardi  (SAD/21)

Onlar müstahkem sehirlerde veya siperler arkasinda bulunmaksizin sizinle toplu halde savasamazlar Kendi aralarindaki savaslari ise çetindir Sen onlari derli toplu sanirsin, halbuki kalpleri darmadaginiktir Böyledir, çünkü onlar aklini kullanmayan bir topluluktur  (HAŞR/14)
[26.10.2023 23:30] Annem: Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. [Bakara Sûresi.168]
[26.10.2023 23:30] Annem: Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur." 
(Ashâb'ın büyüklerine ait son beş rivayeti Rezîn merhum tahric etmiştir).
[26.10.2023 23:30] Annem: "Ey Allah'ım! Ey Rabbimiz! bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, Ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateş azabından koru" (Buhâri, Deavât, 55)
[26.10.2023 23:30] Annem: Allah’a yakınlaşman, onun yakınlığının şuuruna varmandır.[Ataullah İskenderi]
[26.10.2023 23:30] Annem: Besim

A. Güler yüzlü

 

    Kısaltmalar:
    A. Arapça,
    F. Farsça,
    FR. Fransızca,
    IB. İbranice,
    İ. İtalyanca,
    Moğ. Moğolca,
   T. Türkçe,
    Y. Yunanca,
    E.T. Eski Türkçe
[26.10.2023 23:30] Annem: Bâb-üs-Selâm

1. Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem otuz beş yaşında iken, yağan yağmur ve seller sebebiyle Kâbe-i muazzama tahrîb olmuştu. Yeniden inşâ edilmesi sırasında Hacer-ül-Esved taşının yerine konulması husûsunda kabîleler arasında anlaşmazlık ç ıktı. Nihayet Bâb-ı Şeybe kapısı tarafından ilk gelecek kimsenin hakemliğini kabûl etmek üzere anlaştılar. O kapıdan ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. Peygamber efendimizin hükmüne râzı olup Hacer-ül-Esved'i yerine koydular. Anla şmazlığa son veren Muhammed aleyhisselâm bu kapıdan Kâbe-i muazzamanın yanına geldiği için Bâb-üs-Selâm adı verildi. (İbn-i Hişâm ve Abdülhak Dehlevî) 2. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i Nebî'nin beş kapısından en büyüğü ve en zînetlisidir (süsl üsüdür). Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefâtından önce Eshâb-ı kirâmın evlerinden mescide açılan kapıların kapatılmasını emir buyurduğunda, sâdece Ebû Bekr-i Sıddîk'in (r.anh) kapısının açık kalmasını istemişti. Bâb-üs-Sıddîk adıyla bilinen bu kapı, Bâb-üs-Selâmın sol tarafından üçüncü küçük kapıdır. (Eyyûb Sabri Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa)
[26.10.2023 23:30] Annem: İkindi namazından sonra aşır okumak bid’at midir?

Namazlardan sonra, ciddi bir mazeret bulunmadığı durumlarda, yerinden hemen ayrılmayıp bir süre daha zikir ve tesbihata devam etmek sünnettir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namazların ardından tesbihat yapılmasını teşvik etmiş, bir kişi namaz kıldığı yerden ayrılmadıkça meleklerin ona dua etmeye devam edeceğini haber vermiştir (Buhari, Salat, 87; Müslim, Mesacid, 146). Diğer taraftan Hz. Peygamber sabah namazından sonra Haşr suresinin son üç ayetinin, geceleri de Bakara suresinin son iki ayetinin okunmasını tavsiye etmiştir (Buhari, Fedailü’l-Kur’an 10; Tirmizi, Fedailü’l-Kur’an, 22).

Kur’an-ı Kerim’de, “Namazı kılıp bitirince de, ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah’ı anın.” (Nisa, 4/103) buyrulması, zikir ve tesbihatın yalnız namazla sınırlı olmadığını ifade etmektedir. Namaz dışındaki zikir ve tesbihatta asıl olan, bunları herkesin kendi başına yapmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki uygulama bu yöndedir. Ancak daha sonraları tesbihatın müezzinin işaretiyle topluca yapılması bazı ülkelerde yaygınlaşmış, günümüze kadar da uygulama bu şekilde gelmiştir.

İkindi namazından sonra aşır okunması konusunda herhangi bir rivayet bulunmamakla birlikte yukarıdaki ayet ve hadisler ışığında, din tarafından mecburi kılınmış olduğu inancına kapılmamak kaydıyla Kur’an okunmasında bir sakınca bulunmadığı söylenebilir.
[26.10.2023 23:30] Annem: 40 
Vakit İyilik Vakti
Bu Ramazan ve Her Zaman (II)
Bir önceki yazımı şu cümleyle bitirmiştim. “Zalimin 
zulmünden milletimizin şefkat ve merhametine sı-
ğınan Suriye’li kardeşlerimize zekâtımızla, fitremizle, sada-
kamızla, infakımızla, velhasıl her türden yardımlarımızla 
yemeleri, giyinmeleri, eğitimleri, barınmaları vs. konularda 
nasıl sahip çıkabiliriz, bunun derdini taşımalıyız.” Evet hiç 
kimse mecbur kalmadan, evini barkını, vatanını, toprağını 
bırakıp terk-i diyar eylemez. Sevgili Peygamberimiz, Medi-
ne’ye hicret ederken son kez Mekke’ye şöyle dönüp bir bak-
tığı ve şunları söylediği rivayet edilir: “Ey Mekke! Güzel va-
tanım! Bilesin ki seni çok seviyorum, mecbur kalmasaydım 
seni asla terk etmezdim.” Şimdi düşünelim, Suriye’li ya da 
başka yerlerden evini barkını, dost ve akrabalarını, vatanını 
terk edenler gelirlerken kaç kez dönüp baktılar ve gözyaşı 
döktüler acaba.
Evet vakit iyilik vakti, iyilikte yarışma vakti, ecdadın iyi-
lik üzerine kurduğu medeniyete sahip çıkma vakti ve her 
şeyden daha önemlisi vakit empati yapma vakti, bu Rama-
zan ve her zaman. O zaman Peygamberimizin şu muhteşem 
sözüne kulak verelim: “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. 
Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ih-
tiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da 
RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 40 27.04.2019 00:11:19
[26.10.2023 23:30] Annem: ALLAH'A İMAN
∙∙∙ 112 ∙∙∙
Kurtubî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li-ah-
kâmi’l-Kur’ân (nşr. Abdullâh b. Abdülmuhsin et-Türkî), 
Beyrut 2006.
Kuşeyrî, Ebü’l-Kāsım Zeynülislâm Abdülkerîm b. Hevâzin, 
Kuşeyrî Risâlesi: Tasavvuf İlmine Dair (haz. Süleyman Ulu-
dağ), İstanbul 1981.
Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Mahmûd, Kitâbü’t-Tev-
hîd Tercümesi (trc. Bekir Topaloğlu), Ankara 2002.
______ Te’vîlâtü Ehli’s-sünne (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), 
Beyrut 2004.
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî (yay. haz. Abdülbaki Göl-
pınarlı, çev. Veled Çelebi İzbudak), Ankara 1943.
Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürraûf, Feyzu’l-kadîr 
şerhu’l-Câmii’s-sagīr, Beyrut 1972.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Alî b. Şuayb, Sünenü’n-
Nesâî (nşr. Muhammed Nâsırüddîn el-Elbânî), Riyad. ts. 
Nesefî, Ebü’l-Muîn Meymûn b. Muhammed, Tebsıratü’l-edille 
fî usûli’d-dîn (nşr. Claude Salame), Dımaşk 1990, 1993.
Öztürk, Mustafa, “İslâm Kültüründe İsm-i A’zam Mefhumu”, 
Diyanet İlmî Dergi, 39/1 (2003), 81-94.
Pezdevî, Ebü’l-Yüsr, Sadrülislâm Muhammed b. Muhammed, 
Ehl-i Sünnet Akaidi (trc. Şerafeddin Gölcük), İstanbul 
1980.
Sâbûnî, Ebû Muhammed Nûreddîn Ahmed b. Mahmûd, el-Bi-
dâye fî usûli’d-dîn (Türkçe tercümesiyle birlikte nşr. Bekir 
Topaloğlu), Ankara 1995.
Sinanoğlu, Mustafa, “Şirk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansik-
lopedisi, XXXIX, 193-198.
Süyûtî, Celâleddîn Abdurrahman b. Ebû Bekir, ed-Dürrü’l-mu-
nazzam fi’l-ismi’l-a‘zam (el-Hâvî li’l-fetâvâ içinde, I, 394-
397), Beyrut 1982-1983.
Şa‘rânî, Ebû Abdurrahman Abdülvehhâb b. Ahmed, el-Yevâkīt 
ve’l-cevâhir fî beyâni akāidi’l-ekâbir, Kahire 1889.
ALLAHA İMAN.indd 112 12.03.2015 09:09:00
[26.10.2023 23:30] Annem: Ravi: Aişe (ra)
Bizden biri hayızlı olur, Resulullah (sav) da onunla mübaşeret etmek dilerse, ona, hayız olur olmaz izarını bağlamasını emreder, sonra mübaşeret ederdi. Sizden hanginiz, nefsine, Resulullah (sav)'ın nefsine hakim olduğu kadar hakim olur?" (Ebu Davud'un bir rivayetinde, "fevr" (evvelinde -ki "hayz olur olmaz" diye karşıladık-) yerine "fevh" denilmiştir (ki bu da "çoğunda" ve "evvelinde" ma'nasına gelir)

Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Buhari, Hayz 5, Müslim, Hayz 1, 4, (293, 295), Ebu Davud, Taharet 107, (267, 268, 273), Tirmizi, Taharet 99, (132)

Hadisin Açıklaması:
1- Hemen belirtelim ki, bu hadislerde geçen mubâşeret'ten maksat derilerin biribirine değmesidir. Beşere, deri demektir. Bâşere ise, karşılıklı olarak derileri değdirmek. Öyleyse sadedinde olduğumuz hadislerde, mübaşeretle cinsî münâsebet olmaksızın ellemek, öpmek gibi herhangi bir şekilde karıkocanın birbirlerine bedenen değmeleri kastedilmektedir.

Sadedinde olduğumuz rivayetler, hayızlı kadınla göbekle diz arası hariç başka yerleriyle mübaşeretin caiz olduğunu ifade etmektedir.

2- Hayırlı kadınla mübâşeret meselesi muhtelif rivayetlerde farklı teferruatlarla ele alınmıştır. Bu teferruâttan bir kısmını gördük, bir kısmı müteakip hadislerde gelecek. Bu meseleyi Avnu'l-Mabud şöyle özetler:

"Hayızlı kadınla mubâşeret muhtelif kısımlara ayrılır:

* Onlara ferclerinden cima suretiyle mübâşeret: Bu bi'l-icma haramdır. Bunun haram oluşu Kur'an ve sünnet'in nasslarıyla sâbittir.

* Göbekten yukarı ve dizlerden aşağıda kalan kısımlarla mübaşeret: "Bu zekerle, elle, öpmekle vs. şekillerin hepsiyle olabilir, helaldir. Ulema bunun helal olduğunda ittifak etmiştir.

* Ön ve arka uzva olmamak kaydı ile göbekten aşağısı ile de mübaşeret. Bu meselede Şâfiî'ler üç görüş ileri sürmüşlerdir:

** "En meşhuruna göre haramdır. İmam Mâlik ve Ebu Hanîfe de bu görüştedir. Ulemanın ekseriyetinin görüşü budur.

** Mekruh olmakla beraber haram değildir. Nevevî der ki: "Bu, delil açısından en kavî olan görüştür, muhtar olan da budur."

** Üçüncü görüşe göre, mübâşeret eden kimse, ferce temas etmekten nefsini tutabilecek güçte ise ve -ister şehvet yönüyle zayıflığı sebebiyle, isterse verasının (dindarlığının) kuvveti sebebiyle- kendisine güveniyorsa caizdir- değilse caiz değildir. Bu cevaza kâil olanlar arasında İkrime, Mücahid, Hasan Basrî, Şa'bi, İbrahim Nehâî, Süfyan-ı Sevrî, Evzâî, Ahmed İbnu Hanbel, İmam Muhammed, Tahâvî; Mâlikîlerden Esbağ vs. var." Mübarekfurî der ki: "Bu, cemaatin kâil olduğu "Cima hariç, hayızlı kadının bütün uzuvlarıyla mübaşeret etme cevazı" sahih delillere muvafıktır."

Ancak ihtiyata muvafık olanı göbek, diz kapağı arasına mübaşeretten kaçınmaktır. Hz. Âişe validemiz, hiç kimsenin nefsini hâkim olmada Resûlullah'a yetişemeyeceğini noktaladıktan sonra Resûlullah'ın hayızlı hanımlarına izarlarını bağlatarak diz kapağı ile göbek arasını kapattırdığını bilhassa belirtir
[26.10.2023 23:30] Annem: 31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Bâbı

1029- Bize Ebû Câ'fer Muhammed b. Sabbâh ile Amru'n-Nâkıd hep birden Hüseyin'den rivâyet ettiler. İbn Sabbâh dedi ki: Bize Hüseyni rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan:

"Namazında pek bağırma! Sesini pek de alçaltma." İsra sûresi Ayet 110 Âyet-i kerîmesi hakkında şu hadîsi haber verdi.

Dedi ki: Bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de gizli bulunduğu sırada indi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına namaz kıldırırken Kur'ânı yüksek sesle okuyordu. Müşrikler bunu işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Namazını aşikar etme ki müşrikler okuduğunu duymasın! Onu ashabın işitmiyecek derecede alçak sesle de yapma! Kur'ân'ı onlara işittir! Yalnız bu derece yüksek okuma, ikisinin arasında, yani aşikâr ile gizli arası bir yol tut!., buyurdu.

1030- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den, Teâlâ Hazretlerinin:

«Namazında pek bağırma, sesini pek de gizleme.» Âyet-i kerîmesi hakkında haber verdi. Âişe: «Bu âyet dua hakkında indirildi.» demiş.

1031- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd (yani İbn Zeyd) rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme île Veki' rivâyet ettiler. H.

Dedi ki: Bize Ebû KÜreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bunların hepsi Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî, İsrâ sûresinin tefsirinde ve «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf, İslâmiyetin ilk devirlerindeki hâli beyân etmektedir.

Rivâyet itibariyle sahâbinin sözü olsa da hadîs İmâmlarınca müsned hükmündedir. Hadîsde bahsedilen âyetin sebeb-i nüzulü ihtilâflıdır.

İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'ya göre Kur'ân-ı Kerîm'in orta derecede bir sesle okunması hakkında nâzil olmuştur. Buna sebep hadîsde de zikredildiği vecihle müşriklerin küfretmeleridir. Taberi'nin Saîd b. Cübeyr'den tahrip ettiği rivâyete göre müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Sesle okuma, ki bizim İlâhlarımızı rahatsız edersin, sonra biz de senin ilâhına dil uzatırız! demişlerdir.

«Namazını aşikâr etme!» cümlesinden murâd Kur'ân'dır.

Hazret-i Âişe'ye göre bu âyet dua hakkında nâzil olmuştur. Bazıları teşehhüd hakkında, bir takımları da Ebû Bekir le Ömer (radıyallahü anhûmâ) haklarında indiğini söylerler. Hazret-i Ebû Bekir, Kur'ân'ı gizli okur ve: «Ben Rabbim Teâlâ Hazretleri ile münâcâtda bulunuyorum.» dermiş. Ömer (radıyallahü anh) ise aşikâr okur: «Ben şeytânı kovar; uyuklayanı uyandırır ve Allah'ı razı ederim.» dermiş. Bunun üzerine âyet inmiş ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'e:

«Sesini biraz yükselt» Hazret-i Ömer'e de: «Sesini biraz alçalt!» buyurarak orta sesle okumalarını tenbih etmiştir.

Âyetin namaz hakkında nâzil olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre mânâ: Namazını herkesin göreceği yerde kıldığın zaman riya için iyi; görünmiyecek yerde kılarken dahi kötü kılma! demektir. Bazılarına göre âyetin mânâsı: «Görülecek yerde namazı kılıp, görünmeyecek yerde terketme!» demektir. Bu son iki takdire göre âyetteki hitap zahiren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e olsa da hakikatte ümmetinedir.

Âyet-i kerîmenin duâ hakkında nâzil olduğu takdirine göre Bazıları onun «Babbini giılice zikret!» âyet-i kerîmesi ile neshedildiğini söylerler.

Nevevî: İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın kavlini tercih etmektedir.

 

 
[26.10.2023 23:30] Annem: Resulullah (sav) efendimiz buyurdular ki: "(Alıcı olmadığınız halde, fiyatları kızıştırmak için) müşteri ile satıcının aralarına girmeyin." 
Kaynak: Buhari, Büyu 58; Müslim, Büyu 11, (1515), Nikah 52 (1413); Ebu Davud, Büyu 46, (3438); Tirmizi, Büyu 65, (1304); Nesai, Büyu 21 (7, 1259); İbnu Mace, Ticarat 14, (2174)
Rivayet: Ebu Hüreyre
[26.10.2023 23:30] Annem: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir sahâbî:

- Yâ Resûlallah! Hangi insan daha değerlidir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mü’min” buyurdu. O sahâbî:

- Sonra kimdir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Dağ aralarına çekilip Rabbine ibadet eden kimse” buyurdu.

Bir başka rivayete göre ise:

“Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kimseye zararı dokunmayan adam” buyurdu.

Buhârî, Cihâd 2, Rikak 34; Müslim, İmâre 122, 123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13
[26.10.2023 23:30] Annem: KARGAŞALAR VE FİTNE ZAMANINDA İBADET ETMENİN ÖNEMİ

1367: Ma'kıl ibni Yesar (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Kargaşalı ve fitneli zamanlarda Allah'ın istediği gibi davranışlarda bulunmak bana hicret etmek gibidir." (Müslim, Fiten, 130)
[26.10.2023 23:30] Annem: Peygamberimiz'e Gaibden Ses Gelmeye Başlıyor
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Kâinatın Efendisi, otuz sekiz yaşına girince gaibten bazı sesler duymaya ve bazı taraflarda birtakım ışıklar görmeye başladı. Bazen de kendilerine gaibten “Yâ Muhammed!” diye nidâ ediliyordu.

Fakat Efendimiz, bu garip seslerin ve parlayıp geçen ışıkların ne demek is­tediklerine henüz o sırada tam manasıyla vâkıf değildi. Bununla beraber, bu hadiselerin manasız ve boşu boşuna cereyan etmediklerini biliyordu ve gün­le­rini onları düşünmekle geçiriyordu.

Zaman zaman da sadece muhterem zevcesi Hatice-i Küb­ra’­ya bu sırları anla­tır ve konuşurlardı. O anda yeryüzünde maddî hayatta tek teselli kaynağı Hz. Hatice validemiz de Resûl-i Ekrem Efendimizi bir siyanet meleği gibi koru­yor ve konuşmaları, sohbetleriyle onu teselliye çalışıyordu.

Kâinatın Efendisinin bu hali tam bir sene devam etti.
Sâdık Rüyalar

Kâinatın Efendisi otuz dokuz yaşında iken “sâdık rüyalar” devri başladı. Gündüzün meydana gelecek hadiseler kendilerine geceden, uyku ile uyanıklık arasında bir hal içinde gösteriliyor ve bildiriliyordu. Öyle ki geceden gördüğü rüyalar, o gecenin sabahında şafak aydınlığı gibi berrak ve apaçık ortaya çıkı­yordu.[1]

Peygamber Efendimizi, vahiy almaya bir nevi hazırlama maksadına mebni olan bu durum altı ay devam etti.
Yalnızlık Araması

Kâinatın Efendisinin mübarek ruhu, bu altı aylık devreden sonra artık ta­mamıyla yalnızlık arıyordu. Cemi­yet­ten uzak dur­mak, düşünceleriyle başbaşa kalmak, en büyük arzusuydu. Çünkü ruhu, içinde bulunduğu cemiyetin ah­lâksızlığından, zu­lüm ve zulmetinden sıkılıyordu.

Ona adeta yalnızlık sevdirilmişti. Öyle ki her şeyinden vaz­geçebelir, fakat insanlardan uzak, kâinatla ve kendi tefekkür âlemiyle başbaşa kalmaktan asla vazgeçemezdi.

Bu sebeple, onun Mekke içinde pek durmadığı ve hep insanlardan uzak ıs­sız yerleri seçtiği, buralarda hususî tefekküre daldığı görülüyordu.

Ve bu yalnızlık sırasında, adeta dağdan taştan, yerden gökten, kâinatın ni­çin yaratıldığını, insanların bu dünyaya niçin gönderildiklerini, gaye ve mak­satlarının neler olduğunu soruyordu. Ne var ki bu suallerine ne Hira’nın ka­ya­ları, ne uçsuz bucaksız çöller, ne gündüz âleminin lâmbası güneş, ne gece âle­minin kandili ay, ne pırıl pırıl parlayan yıldızlar ve ne de gelip geçen bu­lut­la­rın hiçbiri cevap veremiyordu. Ve o, bu su­allerine cevap bulamayışın hay­reti için­de gün ve gecelerini geçiriyordu.

Evet, Fahr-i Kâinat’ın mübarek ruhu, zâhiren yalnızlık isti­yor­du; hakikatte ise, kâinatın yaratıcısı Cenab-ı Hak­k’a mu­hatab olmak arzusunu ruhunun de­rinliklerinde taşı­yordu. Yalnızlık içinde sonsuz varlığa kavuşmak arzusuydu bu...

Bu hal, az veya çok, hemen hemen bütün peygamberlerin vahiy almadan az önceki hayatlarında görülmüştür. Hz. Musa, peygamberliğinden önce kırk gün kadar Tur dağında, dünyadan uzak, oruç tutmakla vakit geçirmiştir. Yine Hz. İsa, sâkin bir ormanda kırk gün kadar her şeyden uzak ibadetle meşgul olmuş­tur.[2]
KÂİNATIN EFENDİSİ, HİRA’DA

Sene Milâdî 610.

Kâinatın Efendisi kırk yaşında.

Yıllardan beri devam edip gelen bir âdetleri vardı: Her senenin Ramazan ayını Hira dağının[3]tepe­sindeki mağa­rada tefekkür, ibadet ve dua ile geçirirdi. Burası sessiz ve sâkindi. Tefekkürüyle başbaşa kalması için en müsait yerdi. Cemiyetin bozuk havasın­dan sıkılan mü­barek ruhları bu­rada adeta tenef­füs ediyor ve huzur bulu­yordu.[4]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hira mağarasında rastgele değil, ceddi Hz. İbra­him’in Hanif dini üzere ibadet ve tâatte bulunuyordu.[5]

Ömr-ü saadetlerinin bu kırkıncı senesinin Ramazan ayını da aynı şekilde Hira’da ibadet ve tâatle geçirecekti. Zevcesi Hatice-i Kübra’nın hazırladığı azı­ğıyla Hira dağına do�
[26.10.2023 23:30] Annem: “Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.”

Enfâl, 8/25

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:30] Annem: İbnu Ömer, satıcının zimmetinde bulunan bir binek devesini, Rebeze'de bulunan dört küçük deve mukabilinde satın almıştır." (Buhari, bu hadisi bab başlığında senetsiz olarak kaydetmiştir)

Buhari, Büyu 108; Muvatta, Büyu 60, (2, 652)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:30] Annem: ❝Benlik kapısını kapat, hizmet ve sohbet kapısını aç!❞

▪ Yusuf Hemedânî (ks)
[26.10.2023 23:30] Annem: CÖMERTLIK ÖRNEĞI
Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer B. Ebu Talib'in oğlu Abdullah sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü.Köle ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her hâlinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi.Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü.Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe attı. Kalkıp yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah yaklaşıp sordu:- Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?Köle sıkılarak cevap verdi:- İşte bu üç parça ekmekti efendim.- O halde neden kendine hiç ayırmadın?- Baktım ki, hayvan çok aç, onu o halde bırakmak istemedim.- Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?- Oruç tutacağım.Bunun üzerine Abdullah, köleden sahibinin evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan, hurmalığı köleyle birlikte satın aldı.Sonra köleye döndü, bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:- Seni azad ediyorum, bu hurmalığı da sana hediye ediyorum.Cömertliğiyle meşhur Abdullah kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve eski köleyi överdi. “Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş, sen ise ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin.” dediklerinde, şu karşılığı verirdi:- O elindeki her şeyi verdi, ben ise elimdekinin bir kısmını!
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:30] Annem: Hz. Peygamber (sav) müşteri kızıştırmayı yasakladı. (İmam Malik şu ilavede bulunur: "Kızıştırma (necş): Aslında alıcı olmadığın halde, (araya girerek) mala değerinden fazla fiyat vermendir. Böylece (gerçekten almak isteyen) bir başkası, seni takiben mala daha fazla fiyat vererek aldanır.") 
Kaynak: Buhari, Büyu 60; Müslim, Büyu 13, (1216); Muvatta, Büyu 97, (2, 684); İbnu Mace, Ticarat 14 (2173); Nesai, Büyu 16, 17, 21, (7, 258)
Rivayet: İbnu Ömer
[26.10.2023 23:30] Annem: 31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Bâbı

1029- Bize Ebû Câ'fer Muhammed b. Sabbâh ile Amru'n-Nâkıd hep birden Hüseyin'den rivâyet ettiler. İbn Sabbâh dedi ki: Bize Hüseyni rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan:

"Namazında pek bağırma! Sesini pek de alçaltma." İsra sûresi Ayet 110 Âyet-i kerîmesi hakkında şu hadîsi haber verdi.

Dedi ki: Bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de gizli bulunduğu sırada indi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına namaz kıldırırken Kur'ânı yüksek sesle okuyordu. Müşrikler bunu işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Namazını aşikar etme ki müşrikler okuduğunu duymasın! Onu ashabın işitmiyecek derecede alçak sesle de yapma! Kur'ân'ı onlara işittir! Yalnız bu derece yüksek okuma, ikisinin arasında, yani aşikâr ile gizli arası bir yol tut!., buyurdu.

1030- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den, Teâlâ Hazretlerinin:

«Namazında pek bağırma, sesini pek de gizleme.» Âyet-i kerîmesi hakkında haber verdi. Âişe: «Bu âyet dua hakkında indirildi.» demiş.

1031- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd (yani İbn Zeyd) rivâyet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme île Veki' rivâyet ettiler. H.

Dedi ki: Bize Ebû KÜreyb de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bunların hepsi Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî, İsrâ sûresinin tefsirinde ve «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf, İslâmiyetin ilk devirlerindeki hâli beyân etmektedir.

Rivâyet itibariyle sahâbinin sözü olsa da hadîs İmâmlarınca müsned hükmündedir. Hadîsde bahsedilen âyetin sebeb-i nüzulü ihtilâflıdır.

İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'ya göre Kur'ân-ı Kerîm'in orta derecede bir sesle okunması hakkında nâzil olmuştur. Buna sebep hadîsde de zikredildiği vecihle müşriklerin küfretmeleridir. Taberi'nin Saîd b. Cübeyr'den tahrip ettiği rivâyete göre müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Sesle okuma, ki bizim İlâhlarımızı rahatsız edersin, sonra biz de senin ilâhına dil uzatırız! demişlerdir.

«Namazını aşikâr etme!» cümlesinden murâd Kur'ân'dır.

Hazret-i Âişe'ye göre bu âyet dua hakkında nâzil olmuştur. Bazıları teşehhüd hakkında, bir takımları da Ebû Bekir le Ömer (radıyallahü anhûmâ) haklarında indiğini söylerler. Hazret-i Ebû Bekir, Kur'ân'ı gizli okur ve: «Ben Rabbim Teâlâ Hazretleri ile münâcâtda bulunuyorum.» dermiş. Ömer (radıyallahü anh) ise aşikâr okur: «Ben şeytânı kovar; uyuklayanı uyandırır ve Allah'ı razı ederim.» dermiş. Bunun üzerine âyet inmiş ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebû Bekir'e:

«Sesini biraz yükselt» Hazret-i Ömer'e de: «Sesini biraz alçalt!» buyurarak orta sesle okumalarını tenbih etmiştir.

Âyetin namaz hakkında nâzil olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre mânâ: Namazını herkesin göreceği yerde kıldığın zaman riya için iyi; görünmiyecek yerde kılarken dahi kötü kılma! demektir. Bazılarına göre âyetin mânâsı: «Görülecek yerde namazı kılıp, görünmeyecek yerde terketme!» demektir. Bu son iki takdire göre âyetteki hitap zahiren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e olsa da hakikatte ümmetinedir.

Âyet-i kerîmenin duâ hakkında nâzil olduğu takdirine göre Bazıları onun «Babbini giılice zikret!» âyet-i kerîmesi ile neshedildiğini söylerler.

Nevevî: İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın kavlini tercih etmektedir.

 

 
[26.10.2023 23:30] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Abdullah İbnu Amr anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri beni kendisine Halil ittihaz etti, tıpkı İbrahim aleyhiselam'ı Halil ittihaz ettiği gibi. Kıyamet günü, cennette benim  menzilimle Aleyhisselam'ın menzili yüz yüzedir. Abbas da  aramızda, iki halil arasında  bir mü'mindir."

Kaynak : İbnu Mace Sünen (141) - Hds :(6023)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:30] Annem: KARŞILAŞINCA TOKALAŞMAK YAPMAK

885: Ebul Hattab Katade şöyle demiştir. Ben Enes’e Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in ashabı birbiriyle el sıkışır mıydı? diye sordum. O da evet diye cevap verdi. (Buhari, İstizan 27)

886: Enes (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Yemen halkı Medine’ye gelince Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Size Yemen halkı geldi, el sıkışmayı ilk başlatan onlardır.” (Ebu Davud, Edeb 143)

887: Bera (Allah Ondan razı olsun)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “İki müslüman birbiriyle karşılaşırlar da el sıkışırlarsa ikisi birbirinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.” (Ebu Davud, Edeb 143)

888: Enes (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Bir adam: - Ey Allah’ın Rasulü bizden bir kimse kardeşi veya arkadaşıyla karşılaştığında onun için eğilebilir mi? diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):

- Hayır eğilemez, buyurdu. Adam:

- Ona sarılıp öpebilir mi? diye sordu. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):

- Hayır, buyurdular. Bu defa adam:

- Elini tutup musafaha edebilir mi? dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem):

- Evet, buyurdu. (Tirmizi, İstizan 31)

889: Saffan ibni Assal (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Bir yahudi kendisi gibi yahudi olan arkadaşına: - Gel şu peygambere gidelim, dedi. ikisi birden Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e geldiler ve onu imtihan etmek için dokuz kesin ayetin ne olduğunu sordular. (Uzunca bir hadisin bu bölümü ilgilendiren bölümü dolayısıyla buraya alınmıştır.) Peygamberimiz cevaplandırdıktan sonra, onlar onun elini ve ayağını öperek: Şehadet ederiz ki sen gerçekten bir peygambersin, dediler. (Tirmizi, İstizan 33)

890: İbni Ömer (Allah Onlardan razı olsun)’ın naklettiği uzunca bir hadisin bir bölümünde şöyle dedi: “Peygambere yaklaştık ve elini öptük.” (Ebu Davud, Cihad 96)

891: Aişe (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bizim evimizde iken Zeyd ibni Harise Medine’ye gelmişti. Sonra Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e gelip kapıyı çaldı. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’de elbisesini sürüyerek ayağa kalktı, onu kucakladı ve öptü. (Tirmizi, İstizan 32)

892: Ebu Zer (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bana: “Kardeşini güler yüzle karşılamak bile olsa iyilikten hiçbir şeyi küçük görme”, buyurdu.

893: Ebu Hüreyre (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Ali’nin oğlu Hasan (Allah Ondan razı olsun)’ı öpmüştü. Bunun üzerine Akra ibni Habis: “Benim on tane çocuğum var, fakat bunlardan hiç birini öpmedim, dedi. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu. (Buhari, Edeb 18, Müslim, Fezail 65)
[26.10.2023 23:30] Annem: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir sahâbî:

- Yâ Resûlallah! Hangi insan daha değerlidir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mü’min” buyurdu. O sahâbî:

- Sonra kimdir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Dağ aralarına çekilip Rabbine ibadet eden kimse” buyurdu.

Bir başka rivayete göre ise:

“Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kimseye zararı dokunmayan adam” buyurdu.

Buhârî, Cihâd 2, Rikak 34; Müslim, İmâre 122, 123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13
[26.10.2023 23:30] Annem: “Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.”

Enfâl, 8/25

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:30] Annem: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça (akdi bozmakta) muhayyerdirler. Veya alış-veriş yapanlardan biri diğerine "muhayyersin" demişse yine muhayyerdir." Ravi, Resulullah (sav)'ın belki de "Alış-veriş yapanlardan biri "muhayyerlik şartı üzere olsun demişse" şeklinde buyurmuş olacağından şüphe etmektedir.

Buhari, Büyu, 42, 43, 44, 46; Müslim, Büyu 45, 47, (1531); Tirmizi, Büyu 26, (1246); Ebu Davud, Büyu 53, (3454); Nesai, Büyu 9, (7, 248); Muvatta, Büyu 79, (2, 671); İbnu Mace, Ticarat 17, (2181)

Müslümanca | İslam Ansiklopedisi
[26.10.2023 23:30] Annem: İlk Vahiy Tebliğ Ediliyor
2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı

Ramazan ayının 16 gecesi geride kalmıştı.

Ve Ramazan’ın 17’si, Pazartesi gecesi idi.

Nur dağı, derin ve manalı bir sessizliğe bürünmüştü. O civarda her şey de onunla birlikte sessiz ve sâkindi. Kim bilir, konuşulacakları dinlemek, söyle­nenleri adeta duyabilmek eşsiz mazhariyetine ermek için... Konuşacak olan ile dinleyene belki de hürmet için!

Gecenin yarısı geçmiş idi ve zaman seher vaktine ayak basmıştı. Bülbüllerin ötmeye başladığı, güllerin bütün güzellikleriyle etrafa koku tebessümleri da­ğıttıkları ve Allah’ı zikredenlerin coşup sonsuz hazza eriştikleri müstesna va­kit!

Vahiy meleği Cebrail (a.s.), en güzel bir insan suretine bürünmüştü. Mis gibi kokularla çevre, buram buram kokmakta idi. Havf ve recâ, heyecan ve sü­kûnet tecellileri iç içe idi.

Cebrail (a.s.), son derece sevinçlidir. Çünkü son resûlle, Pey­gamberler Pey­gamberiyle muhatab olacak, “Ha­bi­bul­lah” unvanını imanı, ibadeti, tefekkürü ve mücâdesi ile hakedecek olan Sultan-ı Levlak’la konuşacak, onunla yüz yüze gelecekti.

Beklenen an gelmişti.

Vahiy meleği Cebrail (a.s.), bu ıssız ve karanlık gecede, güzel bir insan su­retinde, etrafa ışıl ışıl nurlar saçarak göz ka­maştırcı bir aydınlıkla Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı, fa­kat gür bir sedâ ile hitap etti:

Kâinatın Efendisini, hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu!

ما[Ben okuma bilmem] diye cevap verdi.

Hz. Cebrail, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar, “Oku!” diye seslendi.

Fahr-i Kâinat, aynı cevabı verdi: “Ben okuma bilmem!”

Hz. Cebrail, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi: “Oku!”

Bu sefer Fahr-i Kâinat, “Ben okuma bilmem” dedi. “Söy­le, ne oku­yayım?”

Bunun üzerine melek, Allah’tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alak Suresi’nin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:
“Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! Ki O, insanı, pıhtılaşmış bir kan­dan yarattı. Oku ki senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilme­diğini tâlim eden, bol kerem ve ihsan sahibidir.”[1]


Heyecan ve haşyetin son haddinde, Kâinatın Efendisi, bizzat konuştuğu li­sanla nâzil olan ayetleri kelimesi kelime­sine tekrar etti. Artık inen ayetler Allah Resûlünün hem diline, hem kalbine yerleşmişti.

O andaki vazifesi sona eren Hz. Cebrail de birdenbire kayboluverdi.
“Beni Örtünüz!”

İlâhî vahye muhatab olmanın verdiği heyecan ve haşyetle titreyen Allah Resûlü, mağaradan çıktı ve Mekke’ye doğru hareket etti.

Yolda birçok gariplikle karşılaştı. Dağ, taş ve ağaçlar, “Esselamü Aleyke Yâ Re­sû­lal­lah!” diyerek onu selamlıyor ve yüksek vazifesinden dolayı tebrik edi­yorlardı.

Evine varan Peygamber Efendimiz, karşılaştığı hadisenin azameti ve haş­yeti karşısında adeta konuşamaz hale gelmişti.

Kendisini merak içinde karşılayan vefakâr zevcesi Hatice-i Kübra’ya sadece, “Beni örtünüz, beni örtünüz!” diyebildi.[2]

Sâdık zevce, bu emri alınca, yüzündeki başkalığı sezmesine rağ­men, hiçbir şey sorma cesaretini gösteremeden Kâinatın Efendi­sini şefkat ve hürmetle ya­tağına yatırdı ve üstüne örtüler örttü.

Hira’da yalnızlık arayan Fahr-i Âlem, şimdi de evinde ruh ve dü­şün­cele­riy­le başbaşa idi.

Bir müddet sonra uyandılar. Bir nebze olsun rahata ve sükûnete kavuştuk­ları belli idi. Hatice-i Kübra’ya başından geçenleri olduğu gibi anlattı ve ekledi: “Korkuyorum ey Hatice! Bana bir zararın gel­me­sinden korkuyorum!”

Resûl-i Zîşan Efendimizin bu sözleri, kesin olarak ebedî devlet ve şerefli memuriyete nâiliyet hususundaki itminan bulma arzusun­dan geliyordu.

Ancak bir peygambere, hem de en şerefli peygambere ilk zevce olacak ka­dar yüksek bir kabiliyet, anlayış ve basîrete sahip Hz. Hatice, 
[26.10.2023 23:30] Annem: CÖMERTLIK ÖRNEĞI
Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer B. Ebu Talib'in oğlu Abdullah sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü.Köle ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her hâlinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi.Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü.Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe attı. Kalkıp yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah yaklaşıp sordu:- Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?Köle sıkılarak cevap verdi:- İşte bu üç parça ekmekti efendim.- O halde neden kendine hiç ayırmadın?- Baktım ki, hayvan çok aç, onu o halde bırakmak istemedim.- Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?- Oruç tutacağım.Bunun üzerine Abdullah, köleden sahibinin evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan, hurmalığı köleyle birlikte satın aldı.Sonra köleye döndü, bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:- Seni azad ediyorum, bu hurmalığı da sana hediye ediyorum.Cömertliğiyle meşhur Abdullah kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve eski köleyi överdi. “Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş, sen ise ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin.” dediklerinde, şu karşılığı verirdi:- O elindeki her şeyi verdi, ben ise elimdekinin bir kısmını!
Nasihat Takvimi
https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim
[26.10.2023 23:30] Annem: ❝Benlik kapısını kapat, hizmet ve sohbet kapısını aç!❞

▪ Yusuf Hemedânî (ks)
[26.10.2023 23:30] Annem: [Hadis No : 3651]

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır.  

İbnu Abbas der ki:  

"Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahâvet basar.''

Tirmizi, Taharet 57, (77); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (202); Nesâi, Ezân 41, (2, 30).

 

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:30] Annem: “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptın, ahlâkımı da güzelleştir.”

(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 959)
[26.10.2023 23:30] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:

Bera İbnu Âzib (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm)'ın yaptığı hacda biz de beraberdikBir ara) yolda bir yerde konakladı ve cemaatle namaz kılma emrini verdi. Bu sırada, Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)'nin elinden tutarak (yanındaki ashabına): "Ben mü'minlere nefislerinden evla değil miyim?"  diye  sordu. Hep bir ağızdan: "Elbette evlasın!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm tekrar:"Ben her mü'mine, kendi nefsinden evla değil miyim?" buyurdular. Ashab yine hep bir ağızdan: "Evet evlasınız!" dediler. Bunun üzerine (Ali'yi göstererek):"İşte bu, ben kimin dostu isem, onun dostudur! Allahım,  sen buna dost olana dot, düşman olana düşman ol!" buyurdular.

Kaynak : İbnu Mace Sünen (116) - Hds :(6018)

( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif )
[26.10.2023 23:30] Annem: Bir Hadis
Hz Peygamber (s.a.s)'e hangi amelin daha faziletli olduğu soruldu: ‘Allah ve Rasûlüne imandır' buyurdu. Sonra hangisi diye sorulunca, ‘Allah yolunda cihaddır' dedi. Bundan sonra nedir? denilince, ‘Makbul bir hacdır' karşılığını verdi.
(Buhârî, Hac,4,)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:30] Annem: Bir Ayet
Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder...
(Nûr, 24/21)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:30] Annem: Bir Dua
Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlamlaştır. inkârcı toplumlara karşı bize yardım et!
(Âl-i İmrân, 3/147)

İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com
[26.10.2023 23:30] Annem: 33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR

1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı)

2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı

3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez

4- İ'tikâf Eden Kişinin Yıkanması Babı

5- Geceleyin İ'tikâf Babı

6- Kadınların İ'tikâf Etmeleri Babı

7- Mescidin İçine Çadırlar Kurulduğu Babı

8- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse İhtiyâçlarından Dolayı Mescidin Kapısına Kadar Çıkar Mı?

9- Peygamberin Ftikâfı Ve Peygamber (S) Ayın Yirminci Sabahında Dışarı Çıktı Babı

10- İstihâzalı Kadının İtikâfı Babı

11- Kocası İtikâfta İken Kadının Kocasını Ziyaret Ftmfsi Rârî

12- Bâb: İ'tikâf Etmekte Olan Kimse Kendini (Söz Ve Fiille) Müdâfaa Eder Mi?

13- Sabah Vaktinde İ'tikâf Yerinden Çıkan Kimse Babı

14- Şevval Ayında İ'tikâfın Beyânı Babı

15- Ptikâfa Girdiği Zaman Kendisine Oruç Tutmayı Şart Görmeyen Kimse Babı

16- Bâb: Câhiliyet'te İ'tikâf Etmeyi Adayıp, Sonra İslâm'a Girdiği Zaman (Adağını Yerine Getirmesi Gerekir Mi Yoksa Gerekmez Mi)?

17- Ramazândan Ortadaki On Günde İ'tikâf Babı

18- İ'tîkâf Etmeyi İrâde Eden, Sonra Da Kendisine (Yapmak İstediği İ'tîkâfı Terkedip) İ'tikâftan Çıkma Fikri Zahir Olan Kimsenin Durumunu Beyân Babı

19- İtikâftaki İnsanın Yıkatmak İçin Başını (İ'tikâf Yerinin Dışında Bulunan) Odaya Sokması Babı


Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

33-EBVÂBU'L-İTİKÂF FÎ AŞRİ'L-EVÂHİR
(Ramazânın Son On Gününde İ'tikâf Bâbları) [1]

1- Yüce Allah'ın Şu Kavlinden Dolayı İ'tikâf Mescîdlerin Hepsinde Yapılabilir (Babı) [2]
... Mescidlerde i'tikâf ta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın. Bu hükümler Allah 'in sınırlarıdır. Sakın o sınırlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar, tâ ki korunsunlar" (el-Bakara: 187) [3].

1-.......Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S) ramazândan son on gün içinde i'tikâf ederdi, demiştir [4].

2-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) ramazândan son on günde i'tikâf ederdi. O'nun bu âdeti tâ Yüce Al­lah O'nu vefat ettirinceye kadar devam etmiştir. Sonra O'nun ardın­dan zevceleri i'tikâf etmişlerdir [5].

3-.......Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den (o, şöyle demiştir): Rasûiullah (S) ramazândan ortadaki on günde i'tikâf ederdi. Yine bir sene tâ ramazânın yirmibirinci gecesi oluncaya kadar i'tikâf etti. Bu gece O'nun, sabahında i'tikâf yerinden çıkacağı gecedir. O sabah Rasûlullah (S) bir konuşma yaptı da şöyle buyurdu: "Kim benimle i'tikâf etmiş ise, son on günde de i'tikâf etsin. Çünkü bu Kadir gecesi bana gösterilmişti. Sonra o gece bana unutturuldu. Hâlbuki ben ru'yâda kendimi o gecenin sabahında bir su ve çamur içine secde ediyor gör-müşümdür. Siz o geceyi her tek sayılı gece içinde arayın!"

O konuşmanın yapıldığı gecede gök boşandı. Mescid o zaman arış üzere (yânî çardak biçiminde olup tavansız, gölgelik hâlinde) yapılmış idi. Bu sebeble mescid aktı. İşte yirmibirinci gecenin saba­hından çıkarken benim iki gözüm Rasûlullah'ı, alnı üzerinde su ve .çamur izi olduğu hâlde görmüştür [6].

2- Hayızlı Kadın İ'tikâftaki Erkeğinin Saçlarını  Tarayabilir Babı
4-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) mescidde i'tikâf ederken başını bana doğru eğip uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum hâl­de O'nun başının saçlarını tarayıp ayırırdım [7].

3- Bâb: İ'tikâf Eden Kişi Zarurî Bir İhtiyâç İçin Olmak Müstesna, Kendi Evine Girmez
5-.......Peygamber'in eşi Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) mescidde i'tikâftaiken muhakkak başım benim hücreme sokardı da, ben de başının saçlarım (yıkayıp) tarar idim. Yine Rasûlullah i'tikâf-. ta bulunduğu zaman bir ihtiyâç için olmak müstesna, evine girmezdi
[26.10.2023 23:30] Annem: Abdullah b. Kâ’b’ın naklettiğine göre, (babası) Kâb b. Mâlik
Tebük Seferi’ne katılmayıp geride kalışını anlatırken şöyle demişti: “...
Resûlullah (sav) sevindiği zaman, yüzü parlar, sanki bir ay parçası gibi
olurdu. Biz, onun sevincini yüzünden anlardık.”
(B3556 Buhârî, Menâkıb, 23
[26.10.2023 23:30] Annem: Hiç kimsenin izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması helâl değildir. Eğer bakarsa (eve) girmiş demektir...
(Tirmizî, Salât, 148; İbn Hanbel, V, 280)
[26.10.2023 23:30] Annem: Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri, "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz?" - Fussilet - 21. Ayet
[26.10.2023 23:30] Annem: 31- Namaz Îmândandır

Ve Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir…" (Bakara: 2/143) kavliyle, Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız namazlarınızı zayi' edecek değildir, manâsını kasteder.

40- Bize Amr ibn Hâlid (229) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Zü-heyr ibn Muâviye (173) tahdîs edip şöyle dedi: Bize Ebû İshâk es-Sâbîî (127) Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye ilk geldiğinde Ensâr'dan olan dedeleri (yahut diğer lâfza göre dayıları) yurduna musâfir oldu. Ve on altı yahut on yedi ay Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Halbuki kıblesinin Beytu-l Harâm'a doğru olmasını arzu ederdi. Ka'be'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuştu. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra birlikte namaz kılanlardan biri namâzdan çıktı. Mescidin birinde bulunan bir cemâate namâzdalar iken yolu uğradı. Onlara: "Rasûlüllah ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim" deyince (namazlarını bozmadan) oldukları gibi Beyt'e döndüler.

Rasûlüllah Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldığı sırada Yahûdîler ve Hrıstiyanlar O'ndan hoşlanırlardı. Ka'be'ye doğru yüzünü döndürünce, bu fiilini beğenmediler.

Zuheyr dedi ki: Bize Ebû İshâk, Berâ'dan tahdîs etti. Berâ ibn Âzib bu hadîsinde şöyle demiştir: Kıble tahvîl edilmeden evvel, ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiş, öldürülmüş kimseler de vardı. Bunlar hakkında nasıl bir hüküm vereceğimizi bilemedik. O zaman Yüce Allah: "Allah îmânınızı zayi' edecek değildir" (Bakara: 143) âyetini indirdi.

 

 
[26.10.2023 23:30] Annem: Allah’ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalandır, bana fayda verecek ilmi bana öğret ve benim ilmimi arttır. Her hâl üzere Allah’a hamdolsun. Cehennem ehlinin hâlinden Allah’a sığınırım.” - Tirmizî, Deavât,130
[26.10.2023 23:30] Annem: Amellerin Allah'a en sevimli olanı, vaktinde kılınan namazdır. Sonra anaya ve babaya iyilik, sonra da Allah yolunda cihattır. - Ramuzel Ehadis
[26.10.2023 23:30] Annem: Hac Üzerinde Uygulama
44- Hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edebleri ile yapacak olan kimse, şu şekilde hareket eder:
1) Helâl ve temiz bir mal elde eder. Ödenmesi gerekli borçları varsa, onları öder. Kazaya kalmış ibadetleri varsa, mümkün olduğu kadar onları kaza eder. Günahlarından tevbe eder ve Allah'dan mağfiret diler. Kendisini kötü söz ve hareketlerden korur. Güzel ahlâklı olmaya çalışır. Tevazu hali içinde bulunur. Yola çıkacağı zaman evinde iki rekât namaz kılar. "Bismillahi tevekkeltü alellahi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh" diyerek Allah'a sığınır. Ailesi, komşusu ve dostları ile vedalaşarak yola çıkar.
2) Mikat denilen yerlerden birine varınca yıkanır veya abdest alır. Giderilmesi gereken fazla kılları yok eder, tırnakları keser. Elbiselerini çıkarır. Beyaz ve temiz olan iki parçadan ibaret dikişsiz havlulara bürünür. Hoş kokulu şeylerden sürünür. Başını açık ve ayaklarını çıplak bulundurur. Üstleri açık ve topukları kısa olan ayakkabı giyer. İhram için iki rekât namaz kılar. İhrama niyet edip: "Allahümme innî ürîdü'l-hacce, feyessirhu lî ve tebabbelhü minnî = Ya Rabbi! Ben hac etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur.
3) Böyle ihrama girdikten sonra, eğer zevcesi yanında ise, onunla ilişkide bulunmaz, öpmez ve okşamaz. Dikişli elbise giyinmez. Artık hoş kokulu şeyler sürünmez. Saçları kesmez ve kıllarını gidermez, tırnaklarını kesmez. Güvercin ve geyik gibi kara av hayvanlarını avlamaz. Yeşil ağaçları ve otlan kesip koparmaz. Kötü ve çirkin sözler söylemez. Arkadaşları ve başkaları ile çekişmez. Fakat yıkanabilir ve para kesesini (kemerini) beline bağlayabilir.
4) Her namaz kıldıkça ve yolcu kafilelerine her rastladıkça, yokuş çıkınca ve yokuştan inince, yüksek sesle "Lebbeykallahümme Lebbeyk..." diye telbiyede bulunur. Mekke'ye varacağı zaman yıkanır veya abdest alır, Mekke'ye girince, hemen mescid-i Haram'a koşar. Beytullah'ı görünce telbiye getirir, "Allahü Ekber" diye tekbir alır, "Lâ İlahe İllallah" diye tehlilde bulunur. Salât ve selâm okuyarak: "Allahümme zid beyteke teşrîfen ve tazimen ve tekrimen ve birren ve mehabeten = Ey Allah'ım! Beyt-i şerifine mahsus teşrifi, tazimi, teklimi, ihsan ve yüceliği artır," diye dua eder.
Sonra Hacer-i Esved tarafına yönelerek tekbir alır. Hacer-i Esvedi selâmler. Mümkünse, kimseye eziyet vermeden onu öper veya elini sürer. Sonra da Kabe'yi sola alarak Hatîm'in dışından Kudüm Tavafına başlayıp remel yapar. (adımlarını kısaltıp omuzların silkerek çalımlıca yürür.) Her dolaşmada Hacer-i Esved'in karşısına gelince onu selâmlar. Bu tavafı tamamladıktan sonra İbrahim aleyhisselâm'ın makamında, eğer kalabalık ise Mescidin uygun bir yerinde iki rekât namaz kılar. Sonra yine Hacer-i Esved'i selâmlar!
5) Böylece Kudüm Tavafını tamamladıktan sonra Sa'y için Safa ile Merve caddesine çıkar. Önce Kabe'yi görebilecek şekilde Safa tümseğine çıkar. Kabe'ye yönelerek tekbir ve tehlil getirir, salât ile selâmda bulunur. Sonra buradan Merve'ye doğru gider. Yolda bulunan iki yeşildirek (ışık) arasında biraz koşar. Bu şekilde dört defa Safa'dan Merve'ye karşı tekbir ve tehlil getirir, salât ve selâmda bulunur. Böyle her gidiş gelişte telbiye yapar. Koşarak Yürüdüğü zaman: "Allahümme'ğfir verham ve tecavez amma ta'lem. Feinneke entel'aliyyül'azîm = Ya Rabbi! Bağışla ve merhamet et. Bildiğin kusurlarımıza bakma. Şübhesiz ki sen, yücesin, büyüksün," diye dua eder.
Bu gidiş ve gelişin (Şavtların) arka arkaya yapılması daha faziletlidir. Ara vererek yapılması da caizdir.
6) Yalnız hacca (İfrad hacca) niyet etmiş olan kimse, böyle sa'y ettikten sonra da Mekke'de yine ihramlı olarak kalır. Kıran hacca niyet eden de böyledir. Dilediği zaman Kabe'yi tavaf eder. Zilhicce'nin sekizinci (terviye) gününde
[26.10.2023 23:30] Annem: Ailedeki herhangi birine uygulanan şiddete şahit olduğunda çocuk en az kendisine uygulanmış kadar zarar görür. Çocuğu güvenli bir aile ortamında tutması gereken anne-babanın kavgaları ya da birinin diğerine şiddet uygulaması çocuğu endişelendirir. Anne-babasının ayrılacağından, onlardan birini kaybedeceğinden korkar veya farklı korkular geliştirir. Şiddete tanık olarak büyüyen çocuk şiddeti öğrenir. Bazen de şiddet uygulamayı doğal karşılamaya başlar. Yani şahit olduğu şiddet onu çekingen, içine kapanık yapabildiği gibi saldırgan ve kavgacı da yapabilir. Evde anne-babadan birinin diğerini sürekli olarak aşağılaması, azarlaması, gururunu rencide etmesi, sürekli eleştirmesi, küçük düşürücü sözler söylemesi, o evde yaşayan çocuk ve gençler için ne büyük talihsizliktir. Bu ailelerde çocuklar sürekli bir gerginlik içindedirler. Her an; “Babam şimdi neye kusur bulacak?”, “Annem babamın hangi yaptığını beğenmeyecek ve bağırıp çağırmaya başlayacak?” gibi bir sıkıntı içerisinde olabilirler. Böyle sürekli bir gerginlik ve stres altında bırakılmak da elbette bir şiddet türüdür. - ÇOCUK VE AİLEDE ŞİDDET
[26.10.2023 23:30] Annem: Biri bedene ait ibadetler, diğeri de mala ait ibadetlerdir. Hac gibi hem bedenî ve hem de malî olan üçüncü bir kısım dahi bu iki değerin birleşmesidir. Şu halde namaz, bütün bedenî ibadetlerin asıl temsilcisi; zekat da bütün malî ibadetlerin asıl temsilcisidir. Ve bunlar imanın ilk müeyyidesi (yaptırımı) ve amel ile ilk gelişmesidirler. Buna göre bu âyet-i kerimede bütün iman prensipleri gaybde; bütün amellerin esasları da namaz ve infak (Allah yolunda harcama)da özetlenerek, İslam dininin ilmî, amelî, esasları ve dalları kısaca anlatılmıştır ki, bunlar Fâtiha sûresinde "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz." (Fâtiha, 1/5) antlaşmasıyla doğru yol ve en son "hamd" başlığında toplanmış idi.

4-Bundan sonra gaybda özetlenen imana ait esaslar vahiy ve nübüvvet (peygamberlik) meselesi olması bakımından bir derece daha açıklanarak buyuruluyor ki; ve o muttakîler ki, hem sana vahiy ve inzal edilen ve edilmekte olan Kitap ve şeriata, hem de senden önce vahiy ve inzal edilmiş bulunan (yani Tevrat, İncil, Zebur, Suhuf gibi) kitaplara iman ederler ki, bu iman da Muhammed (s.a.v.)'nin peygamberliğine ve bütün geçmiş peygamberlerin peygamberliklerine iman ile mümkündür. Çünkü habere iman, haber verene
[26.10.2023 23:30] Annem: Lâhorîye yazılmışdır. Allahü teâlânın zâtını sevmek ve bu sevgide üzmenin ve sevindirmenin, berâber olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, insanların seyyidi “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” hurmetine, hepimizi yanılmakdan, şaşırmakdan korusun! Seyr ve sülûkdan maksad, nefs-i emmâreyi tezkiye etmek, ya’nî temizlemekdir. [(Seyr), gitmek, (Sülûk), bir yola, mesleğe girmekdir.] Böylece nefs, aşağı, çirkin isteklerinin sebeb olduğu, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınmakdan kurtulur. Ondan başka, bir ma’bûdu, maksadı kalmaz. Dünyâdan birşey istemediği gibi, âhıretden de, birşey istemez. Evet, âhıreti istemek iyidir, sevâbdır. Fekat, ebrâr için [ya’nî nefslerinin sevgisinden kurtulmamış olup, nefslerini azâbdan korumak ve ni’metlere kavuşdurmak için, ibâdet edene] sevâbdır. Mukarrebler âhıreti istemeği de günâh bilir. Zât-ı ilâhîden başka bir şey istemez. Mukarrebler derecesine yükselmek için, (Fenâ) hâsıl olmak lâzımdır ve Zât-ı ilâhînin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden, sıkıntılardan da lezzet alır. Ni’metler ve musîbetler, müsâvî olur. Azâblar da, ni’metler gibi tatlı olur. [Allahü teâlânın her işinden, Onun işi olduğu için râzıdırlar. Fekat, günâhlardan, kulun kesbi olmak bakımından râzı değildirler.] Cenneti, Allahü teâlânın râzı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab etdiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefslerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azâb ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünki, bu büyükler, sevgilinin yapdığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlûbu, maksadı bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte, tâm ihlâs budur. Yalancı ma’bûdlardan kurtuluş makâmı burasıdır. Kelime-i tevhîdin ma’nâsı, ancak burada hâsıl olur. İsmler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnız Zât-ı ilâhîyi sevmedikçe, bu ni’metler, hiç ele geçemez. Böyle sevgi olmadıkça, tâm Fenâ nasîb olmaz. [Anası çocuğu ne kadar söğse, döğse, çocuk yine döner,anasına sarılır. İnsan da, Rabbine karşı böyle olmalıdır.] Fârisî beytler tercemesi:

Aşk öyle bir ateşdir ki, yanarsa eğer,
ma’şûkdan başka herşeyi yakar, kül eder.

Hakdan gayrıyı katl için,(LÂ)kılıncı çek,
(LÂ)dedikden sonra, birşey kaldı mı bir bak!

(İLLALLAH)dan başka ne varsa, hepsi gitdi,
Sevin ey aşk! Hakka ortak kalmadı bitdi.

36
OTUZALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Ahkâm-ı islâmiyye, dünyâ ve âhıretin bütün se’âdetlerini taşımakdadır. Ahkâm-ı islâmiyye dışında ele geçen hiçbir se’âdet yokdur. Tarîkat ve hakîkat, ahkâm-ı islâmiyyenin yardımcıları olduğunu bildirmekdedir:

Allahü teâlâ, hepimize, Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin dîninin hakîkatini bildirsin ve bu hakîkata kavuşdursun! Âmîn.

İslâmiyyet üç kısmdır: İlm ve amel ve ihlâs [ya’nî islâmiyyetin emr ve yasak etdiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve herşeyi yalnız, Allahü teâlâ için yapmakdır]. Bu üçüne kavuşmıyan kimse, islâmiyyete kavuşmuş olmaz. Bir kimse, islâmiyyete kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de
[26.10.2023 23:30] Annem: 4359 - Yine İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah Teâla Hazretleri, hakkı, Hz. Ömer'in diline ve kalbine koydu." İbnu Ömer der ki: "Halkın başına ne zaman bir iş gelmiş, (o hususta) Ömer bir şey demiş, halk da başka bir şey demiş ise mutlaka Ömer radıyallahu anh'ın dediği üzere Kur'ân'dan bir vahiy gelmiştir."

Tirmizi, Menakıb, (3683); Ebu Davud, Harac 18, (2962).

4360 - Salim, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Dedi ki: "Ben Ömer radıyallahu anh'ın bir şey için: "Zannederim ki bu şöyledir" deyip de dediği gibi olmadığını hiç görmedim. (Nitekim bir gün), Ömer otururken güzel bir adam yanından geçti. Ömer: "Zannımda yanıldım." Veya:

"Bu adam cahiliye devrindeki dini üzere devam etmektedir." Veya:

"Bu, cahiliyede kavminin kâhiniydi!" dedi ve: "Şu adamı bana çağırın!" buyurdu. Adam çağrıldı. Ömer:

"Zannımda yanıldım veya sen cahiliye devrindeki dinin üzeresin! veya cahiliyede sen onların kâhini idin!" diyerek hakkındaki tereddütlerini dile getirdi. Adam:

"Bugünkü gibi bir gün görmedim (yani bugün gördüğüm şeyi hiç görmedim). Bugün müslüman bir kimse (olmayacak şekilde) karşılandı" dedi. Hz. Ömer: "Sana yemin veriyorum, benim istediklerimi doğru olarak söyleyeceksin!" buyurdu. Adam:

"Cahiliye devrinde ben onların kâhinleri idim!" dedi. Ömer ona
[26.10.2023 23:30] Annem: Askeriye

Ana Sayfa
A
Askeriye
Rüyada Askeriyeye Girmiş olmak
Rüyada Askeriye Kapısı Görmek
Rüyada Askeriye Otomobili Görmek
 Rüyada Askeriyede Olmak
Rüyada askeriye görmek, iş yaşamında ve aile yaşamında çok sevindirici dönemler yaşayan rüyayı gören kişinin, kimi vakitler gün içinde asla ummadığı sorunlar ile karşı karşıya kalmış olacağına, bu şekilde bir vaziyet ile karşılaştığı vakit sinirlenmiş olmaması, derin bir nefes alarak sakinleşmiş olması ve bu vaziyet ile alakalı olmak suretiyle yapılması en doğru şeyi yapmış olması gerektiğine işaret eder.

 


Rüyada Askeriyeye Girmiş olmak
Rüya malikinin, iş yaşamında ve aile yaşamında çok zor dönemler geçirmiş olduktan sonra son derece büyük bir basamak kaydedeceğine, çok sevindirici işlerde çalışmış olacağına, son derece büyük girişimler yapmış olacağına, yaptığı tüm işlerle daha çok tanınmış olacağına ve çok daha güzel bir mevzuma gelmiş olacağına ayrıca kendisi işinin başına geçeceğine delalet eder.

Rüyada Askeriye Kapısı Görmek
Rüyayı gören şahsın, yaşamış olduğu sorunlu bir vaziyetden ötürü bu günlerde bıçak altına yatacağına, şöylece rahatsızlığından kurtuluşa ereceğine, yaşamış olduğu son derece büyük ve üzücü olayların bu günlerde sona ereceğine ve çok iyi ve eskisinden değişik çalışmalar gerçeğe dönüştürüleceğine işaret eder.

Rüyada Askeriye Otomobili Görmek
İş yaşamında ve aile yaşamında çok sevindirici işlere girileceğine, son derece büyük bir güvenmiş ol ve rahat içinde gündeme geleceğine, çok çok miktarda kazanç elde edileceğine, yapılacak çalışmalar ile hem madden hem de manen yardıma muhtaç insanlara yardımcı olunacağına ve son derece büyük hayır duaları alınacağına yorumlanır.

 Rüyada Askeriyede Olmak
Uzun bir müddetden buyana harika giden iş yaşamında ortaya konmuş olan onca projeye ve yapılan onca çalışmış olmaya rağmen son derece büyük bir sorun iş ile karşılaşılacağına, son derece sıkıntılı vaziyetlere düşüleceğine, atılmış olan her aşamada daha kötü bir durumla yüzleşileceğine, kurulan bir ortaklık içinde yaşanan sıkıntılardan dolayı büyük bir atışmanın veya tartışmış olmanın gündeme geleceğine ve çok uzun senelerden buyana yapılan işte iflasın eşiğine gelineceğine işaret eder.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:30] Annem: Askerler

Ana Sayfa
A
Askerler
Rüyada Askerler Kısımından Vurulmak
Rüyada Askerler Kısımından Yakalanmak
Rüyada Askerler Kısımından Tutuklanmak
Rüyada Askerler Kısımından Kovalanmak
Rüyada askerler görmek, rüyada görmüş olunan askerlerin vaziyetine bağlı olmak suretiyle iki değişik biçimde tabir edilir. Şayet rüya sahibi rütbeli bir asker görmüş olursa, iş yaşamında gerçeğe dönüştüreceği çalışmalar ve meydana koyacağı planların son derece büyük ses getirmiş olacağına bu vesileyle rüyayı gören kişinin çok ünlü biri olacağına ve herkes kısımından tanınmış olacağına işaret eder. Şayet rütbesiz bir asker görülmüş olmuşsa, rüya sahibinin evinin dışarıdan gelmiş olacak hırsızlık gibi vaziyetlere karşı çok itimatlı olduğuna ve hanede kalınarak can güvenliğinin sağlanabileceğine işaret eder.

 


Rüyada Askerler Kısımından Vurulmak
Rüyayı gören şahsın, iş yaşamında veya aile yaşamında açığa çıkacak sıkıntılardan dolayı son derece büyük zorluk çekeceğine, gireceği bir işten dolayı son derece büyük bir üzücü olayların gündeme geleceğine ve aklına gelmiş olmayacak kadar büyük ölçüde ziyan edeceğine ve bu sebeple eskisinden farklı bir işe girmiş olmakta tereddüt edeceğine, böyle bir halde da yapmayı murad ettiği işlerden ziyan edeceğine ve bu günlerde iflasın eşiğine gelmiş olacağına yorumlanır.

Rüyada Askerler Kısımından Yakalanmak
İş yaşamında yaşanan sorunların gün geçtikçe büyüyeceğine, içerisinden çıkılmaz bir hale dönüşeceğine, öbür kısımdan yapılan kimi işlerde kazanç edileceği için pekçok defa borç alınacağına, bu borçlardan dolayı büyük problem gündeme geleceğine ve bu günlerde aile içinde tartışmaların ortaya çıkacağına delalet eder.

Rüyada Askerler Kısımından Tutuklanmak
Bu günlerde çok iyi işler başarmış olan rüyayı gören kişinin, işlerinde yaşanan bir sıkıntıdan veya işlerini bozmuş olmaya çalışmış olan birisinden dolayı son derece büyük problemler yaşayacağına, işlerinde aksama olacağına ve çevresindeki insanlara dikkat etmesi gerektiğine işaret eder.

Rüyada Askerler Kısımından Kovalanmak
İş yaşamında son derece büyük muvaffakiyetler kazanan rüyayı gören kişinin, daha evvel yaşamış olduğu bir sorununun tekrar açığa çıkacağına ve eskisinden daha fazla problem meydana getireceğine işaret eder.

in A
Diğer Konular
Azat
Azat etmek
Azık
Azil
Azmetmek
Azrail
[26.10.2023 23:30] Annem: Hasta Namazı

Ana Sayfa
Namaz
Hasta Namazı
İlgili
Hastalık ve yolculukta genel olarak meşakkat ve sıkıntı bulunduğu için bu durumlar, bedeni ibadetlerden özellikle namaz ve oruçta bir hafifletme, kolaylaştırma sebebi sayılmıştır.

Taat, takata göre olduğundan, yani buyruğun yerine getirilmesi kişinin gücü ölçüsünde olduğundan hastanın namazı kendi gücüne göre belirlenmiş, hastalığın artması ve şiddetlenmesi nisbetinde namazın eda biçiminde eksiklik ve kolaylığa izin verilmiştir. Bu itibarla mesela kıyam, namazın önemli bir rüknü olduğu halde ayakta duramayan veya zorlukla duran kimseler nasıl mümkün ve kolay ise o şekilde oturarak kılabilirler. Oturarak dahi kılamayan, yani bu durumda rüku ve secde etmekten aciz olan kimse, imkanına göre durarak veya oturarak veya yatarak ima (başıyla, hatta bazı müctehidlere göre gözüyle işaret) eder. Tabiatiyla aslolan şekillerin korunması değil, özün yani Allah’la kurulan ilahi bağlantının sürdürülmesi olduğundan, olağan dışı durumlarda kişi, her zaman olması gerektiği gibi, namazı kurtulunmak istenen bir yük, üzerinden atılması gereken bir borç haline getirmeden, kendi durumuna uygun bir şekilde yerine getirmeye çalışmalıdır.

 


Hasta bir şekilde farz namazı kılmaya güç yetirememişse, aklı başında olduğu sürece geçirdiği namazları beşten çok değilse, sağlığına kavuştuğu zaman kaza eder. Sağlığına kavuşamaz ise bu durumda kimi alimlere göre ıskat etmeleri için varislerine vasiyet eder. Aklı başında değilse yahut kaçırdığı namazları beşten fazla ise sıhhatine kavuştuğu zaman onları kaza etmesi gerekmez (Iskat-ı salat ve devir konusu için bk. Cenaze bölümü).

in Namaz Tags: hasta namazı, namaz
Diğer Konular
Şehidlere Ait Hükümler
Cenaze Namazı
Şükür Secdesi
Tilavet Secdesi
Sehiv Secdesi
Namazların Kazası
[26.10.2023 23:30] Annem: Birinci Şua
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

[İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevabdır.]

Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.

İkinci Sual: Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (R.A.) gibi zâtların kasidelerinden şahidler gösteriyorsun. Halbuki, asıl söz sahibi Kur’andır. Risale-i Nur, Kur’anın hakikî bir tefsiri ve hakikatının bir tercümanı ve mes’elelerinin bürhanıdır. Kur’an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?”

Elcevab: Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zarfında birden Kur’anın âyât-ı meşhuresinden “Sözler” adedince otuzüç âyetin hem manasıyla, hem cifr ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuzüç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü.

İhtar: En evvel yirmidördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi.

İkinci bir ihtar: Tevafukla işaretler eğer münasebet-i maneviyeye istinad etmezse, ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakatı bulunsa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususî bir surette dâhil olduğuna ya remz, ya işaret, ya delalet hükmünde onu gösterir. İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikata işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden
[26.10.2023 23:30] Annem: AZZE VECELLE

Ana Sayfa
A
AZZE VECELLE
Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca “O, Azîz ve Celîldir (yücedir)” mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.
Allahü teâlânın ism-i şerîfini söyleyince, işitince, yazınca (Sübhânellah), (Tebârekallah),
(Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta’zîm (hürmet ve saygı) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzım, tekrârında ise müstehabdır, iyidir. (Allah buyurdu ki…) veya (Allah teâlâ buyurdu ki…) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki…) demelidir. Bunun gibi, yalnız (Kur’ân) dememeli, dâimâ (Kur’ân-ı kerîm) demelidir.
(Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

B

 


İlgili
KUDRET
9 Eylül 2021
Benzer yazı
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM
9 Eylül 2021
Benzer yazı
MEKR
9 Eylül 2021
Benzer yazı
in A, Â
Diğer Konular
Ayn Harfi
Ayn-el-Yakîn
AZÂB
ÂZÂD
Âzâd Etmek
Âzâd Olmak
ÂZER
AZÎM (El-Azîm)
AZÎMET
AZÎZ (El-Azîz)
Copyright 2021 by Maviay.co
[26.10.2023 23:30] Annem: Mukaddeme
Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca’ etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:

Birinci Maksad
Cemi’ zerrat-ı kâinat, birer birer zât ve sıfât ve sair vücuh ile gayr-ı mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddid iken, bir ciheti takib, hayretbahşa mesalihi intac etmekle Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. Evet herbir zerre kendi başıyla Sâni’i ilân ettiği gibi, tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kâinatın herbir makam ve herbir nisbetinde herbir zerre müvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbette ayrı ayrı mesalihi intac ettiklerinden, Sâni’in kasd ve hikmetini izhar ve kıraat ettikleri için Sâni’in delaili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eğer desen: Neden herkes aklıyla görmüyor?

Elcevab: Kemal-i zuhurundan… Evet şiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardır. Cirm-i şems gibi.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا ❊ مِنَ اْلَمَلاِ اْلاَعْلَى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

Yani: Eb’ad-ı vasia-i âlemin sahifesinde Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatla sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan gelen selasil-i resail seni a’lâ-yı illiyyîn-i yakîne çıkarsın.

İşaret: Kalbinde nokta-i istimdad, nokta-i istinad ile vicdan-ı beşer Sâni’i unutmamaktadır. Eğer çendan dimağ ta’til-i eşgal etse de, vicdan edemez. İki vazife-i mühimme ile meşguldür. Şöyle ki: Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarına neşr-i hayat ettiği gibi.. kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan marifet-i Sâni’ dahi; cesed gibi istidadat-ı gayr-ı mahdude-i insaniye ile mütenasib olan âmâl ve müyul-ü müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdad…

Hem de bununla beraber kavga ve müzahametin meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne nokta-i istinad marifet-i Sâni’dir…

Evet herşeyi hikmet ve intizamla gören Sâni’-i Hakîm’e itikad etmezse ve alel-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini düşünse; tevahhuş ve dehşet ve telaş ve havftan mürekkeb bir halet-i cehennem-nümun ve ciğerşikâfta kaldığından, eşref ve ahsen-i mahluk olan insan, herşeyden daha perişan olduğundan nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatına muhalif oluyor. İşte nokta-i istinad… Evet melce’ yalnız marifet-i Sâni’dir.

Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hükümfermalık, hakikat-ı nefs-ül emriyenin hâssa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan vücud-u Sâni’ tecelli ediyor. Akıl görmezse de fıtrat görüyor… Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.

Tenbih: Arş-ı kemalât olan marifet-i Sâni’in mi’raclarının usûlü dörttür:

Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân ve hudûsa mebni olan mütekellimînin tarîkidir. Bu iki asıl, filvaki’ Kur’an’dan teşa’ub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavîl-üz zeyl ve müşkilleşmiştir.

Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir. Üçü de taarruz-u evhamdan masun değildirler…

Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur’aniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi’rac-ı Kur’anî’dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:

Birincisi: “Delil-
[26.10.2023 23:30] Annem: alkışlamış ve hoş-âmedî demiş.

Şimdi o mu’cizatın umumunu bahsetmek için, cildlerle yazı yazmak lâzım gelir. Muhakkikîn-i asfiya, delail-i nübüvvetin tafsilâtına dair çok cildler yazmışlar. Biz yalnız icmalî işaretler nev’inden, o mu’cizatın kat’î ve manevî mütevatir olan küllî enva’ına işaret ederiz.

İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (A.S.M.) delaili, evvelâ iki kısımdır:

Birisi: “İrhasat” denilen nübüvvetten evvel ve veladeti vaktinde zuhur eden hârikulâde hallerdir.

İkinci kısım: Sair delail-i nübüvvettir. İkinci kısım da iki kısımdır: Biri: Nübüvvetinden sonra, fakat nübüvvetini tasdikan zuhura gelen hârikalardır. İkincisi: Asr-ı Saadetinde mazhar olduğu hârikalardır. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Zâtında, sîretinde, suretinde, ahlâkında, kemalinde zahir olan delail-i nübüvvettir. İkincisi: Âfâkî, haricî şeylerde mazhar olduğu mu’cizattır. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Manevî ve Kur’anîdir. Diğeri: Maddî ve ekvanîdir. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır: Biri: Dava-yı nübüvvet vaktinde, ehl-i küfrün inadını kırmak veyahut ehl-i imanın kuvvet-i imanını ziyadeleştirmek için zuhura gelen hârikulâde mu’cizattır. Şakk-ı Kamer ve parmağından suyun akması ve az taamla çokları doyurması ve hayvan ve ağaç ve taşın konuşması gibi yirmi nev’ ve herbir nev’i manevî tevatür derecesinde ve herbir nev’in de çok mükerrer efradı vardır. İkinci kısım: İstikbalde ihbar ettiği hâdiselerdir ki; Cenab-ı Hakk’ın talimiyle o da haber vermiş, haber verdiği gibi doğru çıkmıştır. İşte biz de şu âhirki kısımdan başlayıp icmalî bir fihriste göstereceğiz. 5(Haşiye)

DÖRDÜNCÜ NÜKTELİ İŞARET:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Allâm-ül Guyub’un talimiyle haber verdiği umûr-u gaybiye, hadd ü hesaba gelmez. İ’caz-ı Kur’ana dair olan Yirmibeşinci Söz’de enva’ına işaret ve bir derece izah ve isbat ettiğimizden, geçmiş zamana dair ve enbiya-yı sâbıkaya dair ve hakaik-i İlahiyeye ve hakaik-i kevniyeye ve hakaik-i uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyelerini Yirmibeşinci Söz’e havale edip, şimdilik bahsetmeyeceğiz. Yalnız, kendinden sonra Sahabe ve Âl-i Beyt’in başına gelen ve ümmetin ileride mazhar olacağı hâdisata dair pek çok ihbarat-ı sadıka-i gaybiyesi kısmından cüz’î birkaç misaline işaret edeceğiz. Ve şu hakikat tamamıyla anlaşılmak için, altı esas mukaddime olarak beyan edeceğiz:

Birinci Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahid olabilir; fakat her hali, her tavrı hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünki Cenab-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mal ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizat-ı kudret-i İlahiye olan âdiyat içindeki hârikulâde olan san’at-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlahiyeyi göstersin. Eğer ef’alinde beşeriyetten çıkıp hârikulâde olsaydı, bizzât imam olamazdı; ef’aliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi. Fakat yalnız nübüvvetini muannidlere karşı isbat etmek için hârikulâde işlere mazhar olur ve indelhace arasıra mu’cizatı gösterirdi. Fakat sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedahet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mu’cize olmazdı. Çünki sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz. Ebu Cehil de, Ebu Bekir gibi tasdik eder. İmtihan ve teklifin faidesi kalmaz. Kömür ile elmas bir seviyede kalırdı.

Cây-ı hayrettir ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübalağasız binler vecihte binler çeşit insan, herbiri bir tek mu’cizesiyle veya bir delil-i nübüvvet ile vey
[26.10.2023 23:30] Annem: yolcu kendi aklına der: Bu camid, hayatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtınalı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve zahirî suretiyle vücuda gelen yüzbinler hakîmane ve rahîmane ve san’atkârane işler ve ihsanlar ve imdadlar bilbedahe isbat eder ki: Bu çalışkan rüzgârın ve bu cevval hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok, belki gayet Kadîr ve Alîm ve gayet Hakîm ve Kerim bir âmirin emriyle hareket eder. Güya herbir zerresi, herbir işi bilir ve o âmirin herbir emrini anlar ve dinler bir nefer gibi, hava içinde cereyan eden herbir emr-i Rabbanîyi dinler, itaat eder ki; bütün hayvanatın teneffüsüne ve yaşamasına ve nebatatın telkîhine ve büyümesine ve hayatına lüzumlu maddelerin yetiştirilmesine ve bulutların sevk ü idaresine ve ateşsiz sefinelerin seyr ü seyahatına ve bilhâssa seslerin ve bilhâssa telsiz telefon ve telgraf ve radyo ile konuşmaların îsaline ve bu hizmetler gibi umumî ve küllî hizmetlerden başka, azot ve müvellidülhumuza (oksijen) gibi iki basit maddeden ibaret olan havanın zerreleri birbirinin misli iken, zemin yüzünde yüzbinler tarzda bulunan Rabbanî san’atlarda kemal-i intizam ile bir dest-i hikmet tarafından çalıştırılıyor görüyorum.

Demek وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَاْلاَرْضِ âyetinin tasrihiyle, rüzgârın tasrifiyle hadsiz Rabbanî hizmetlerde istimal ve bulutların teshiriyle hadsiz Rahmanî işlerde istihdam ve havayı o surette icad eden, ancak Vâcib-ül Vücud ve Kādir-i Külli Şey ve Âlim-i Külli Şey, bir Rabb-i Zülcelali Ve-l İkram’dır der, hükmeder.

Sonra yağmura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayısınca menfaatler ve katreleri adedince rahmanî cilveler ve reşhaları mikdarınca hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar muntazam ve güzel halkediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o kadar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalarla çalkanan ve büyük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgârlar, onların müvazene ve intizamlarını bozmuyor; katreleri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve bunlar gibi çok hakîmane işlerde ve bilhâssa zîhayatta çalıştırılan basit ve camid ve şuursuz müvellidülma’ ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi iki basit maddeden terekküb eden bu su, yüzbinlerle hikmetli ve şuurlu ve muhtelif hizmetlerde ve san’atlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm etmiş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahîm’in hazine-i gaybiye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle وَهُوَ الَّذِى يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ âyetini maddeten tefsir ediyor.

Sonra ra’dı dinler ve berke (şimşeğe) bakar, görür ki: Bu iki hâdise-i acibe-i cevviye tamtamına وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ ve يَكَادُ سَنَا بَرْقِهِ يَذْهَبُ بِاْلاَبْصَارِ âyetlerini maddeten tefsir etmekle beraber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.

Evet hiçten, birden hârika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalâde bir nur ve nar ile zulmetli cevvi ışıkla doldurmak ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar.

İşte bu meraklı yolcu, bu cevvde bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi
[26.10.2023 23:30] Annem: حَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ تَوَافُقَاتِ الْكَلِمَاتِ وَحُرُوفَاتِهَا فىِ كِتَابِ الْكَائِنَاتِ

Aziz, sıddık, âlîcenab kardeşlerim!

Nur ve Gül Fabrikaların vaziyetlerinden, bu acib zamanda ne tarzda olduğunu haber vermiyorsunuz. Halbuki bu dünyada en ziyade alâkadar olduğum onlardır. Her ne ise... Bu defa hakikatların yemişleri nev’inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi’nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. 12 (Haşiye) Şöyle ki:

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ’caz’ın ت tevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah’ın başı olan elif, Risale-i Nur’un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ’caz’da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah’ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ’caz’ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm. Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda, İşarat-ül İ’caz’da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altun yapar. İnşâallah o hüsn-ü niyetle, bu tefekkühat dahi hakikî bir gıda anbarına bir anahtar olur ve hizmette za’fa düşenlere kut ve kuvvete yol açar.

Lafzullah’ın âhir harfi seksenbeş defa o Lafza-i Celal’in evvelki harfi oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ adedine manidar bir tek farkla tevafuk lisanıyla اَللّهُ وَاحِدٌ der. هـ bir adedi, seksenbeş defa hemen hemen umumiyetle tevafuk eder. Yalnız bazan bir sahife fâsıla olur. هـ iki adedi, kırkiki defa ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk eder. هـ üç adedi, yirmibeş defadır, ekseri tevafuktadır. Hecede ikinci ve Kur’an’da ve Bismillah’ta birinci harf olan ب yine seksenbeş defa bir oluyor. اَللّهُ وَاحِدٌ der. ب iki adedi kırküç olup, bir farkla هـ nin ikisine tevafuk eder. ب üç adedi yirmiyedi olup هـ nin üçüne iki farkla tevafuk eder. ت beş adedi yirmiüç defa, هـ nin üç adedine iki farkla tevafuk eder. ت altı adedi onbeş defa, و ın dört adedine tevafuk eder. و altı adedi yirmialtı veya yirmiyedi defadır. و ın beş adedi yirmibeş defa olup, altı adedine bir veya iki farkla tevafuk eder. Elif altı adedi, sekiz defa ve Elif beş adedi sekiz defa birbiriyle tam tevafuk eder. Elhasıl: Beş هـ ile altı هُوَ ism-i mukaddesi oldukları için kerametkârane vaziyetler gösteriyorlar.

Lafzullah’ın ortadaki harfi olan “Lâm” yetmişbeş defa evvelki harfi olan Elif oluyor. Hemen hemen umumiyetle tevafuk ile هُوَ اللّهُ adedine üç farkla tevafuk lisanıyla هُوَ اللّهُ okuyor. Lâm’ın iki adedi altmışbeş defa olup, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ederek, farksız veya iki farkla اَللّهُ adedine tevafuk lisanıyla اَللّهُ der, zikreder
[26.10.2023 23:30] Annem: Yirmialtıncı Söz'den)
Üçüncü Mebhas'ın Sonu ve Dördüncü Mebhas
Eğer desen: “Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelana müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?”

Elcevab: Kat’â ve aslâ!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hıffet, bir rahatlık ve revh u reyhanı veren ve emn ü emanı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metalibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği manevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemal-i hürriyetiyle kemalâtında serbest cevelanına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz’î hürriyetini selbeder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşa hareketini kırar. Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garaib olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbane, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinelerini işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ızdırab çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edebsiz adam, te’dib suretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir proğramla, kemal-i sühuletle işlediğini itikad eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemal-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir.

İşte مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sırrını anla.

DÖRDÜNCÜ MEBHAS: Eğer desen: “Birinci Mebhas’ta isbat ettin ki: Kaderin herşeyi güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır, çirkinlik de güzeldir. Halbuki şu dâr-ı dünyadaki musibetler, beliyyeler, o hükmü cerhediyor.”

Elcevab: Ey şiddet-i şefkatten şedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud, hayr-ı mahz; adem, şerr-i mahz olduğuna; bütün mehasin ve kemalâtın vücuda rücuu ve bütün maasi ve mesaib ve nekaisin esası adem olduğu, delildir. Madem adem şerr-i mahzdır. Ademe müncer olan veya ademi işmam eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat, ahval-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet
[26.10.2023 23:30] Annem: Tılsım-ı kâinatı keşfeden, Kur’an-ı Hakîm’in mühim bir tılsımını halleden Otuzuncu Söz'den
Birinci Maksad
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا اْلاِنْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً

Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, ene’dir. Evet ene, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i tûbâ ile, müdhiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir. Şu azîm hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehmini teshil edecek bir mukaddime beyan ederiz. Şöyle ki
[26.10.2023 23:30] Annem: bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda te’lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına dair emareler görünüyor.

Evet şimdi olmasa da otuz-kırk sene sonra fen ve hakikî marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o sekiz manileri mağlub edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmağa başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.

Evet meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.”...

Bedîüzzaman; misal olarak, İslâmiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkâr ifadelerde bulunan “Prens Bismark” ile “Mister Karlayl”ın sözlerini naklettikten sonra diyor:

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasılki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt’alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî-uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş ve hurafattan, tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’an’a tâbi olur, ittifak ederler.

İkinci Cihet: Yani maddeten İslâmiyet’in terakkisinin kuvvetli sebebleri gösteriyor ki: İslâmiyet, maddeten dahi istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı isbat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünki Âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli, kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizac edip yerleşmiş.

Birincisi: Bütün kemalâtın üstadı ve üçyüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müsbet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-ı İslâmiyettir.

İkinci Kuvvet: Medeniyetin ve san’atın hakikî üstadı ve vesilelerin ve mebadilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedid bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz.

Üçüncü Kuvvet: Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksadları ders veren, o yolda çalıştıran ve istibdadatı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıbta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelanıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer’iyedir. Yani insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyl ve arzu ile cihazlanmış olmak.

Dördüncü Kuvvet: Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer’iyenin esasları olan; müstebidlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.

Beşinci Kuvvet: İzzet-i İslâmiyedir ki, i’lâ-yı
[26.10.2023 23:30] Annem: وَالسَّمَاءَ بِنَاءً : Kur’an-ı Kerim, bu cümle ile beyan ettiği kudret-i İlahiyenin azametiyle insanları ibadete teşvik edip heyecana getiriyor. Şöyle ki:

Ey insanlar! Arz ve semayı sizlere muti’ ve hizmetkâr yapan zât, yaptığı şu iyiliğe karşı ibadete müstehaktır; ibadetini ediniz. Ve keza insanların faziletine ve yüksek bir kıymete mâlik olduğuna ve indallah mükerrem bulunduğuna bir îmadır. Sanki beşere emrediyor: Ey beşer! Yüksek ve alçak bütün ecramı sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar i’zaz u ikramlarda bulunan Cenab-ı Hakk’a ibadet ediniz! Ve sizlere yaptığı keramete karşı liyakatınızı izhar ediniz.

Ve keza esbab ve tabiata tesirin verilmesini reddediyor. Şöyle ki:

Ey insan! Şu gördüğünüz yerler, gökler; sıfatlarıyla beraber, bir Hâlıkın halkıyla, kasdıyla, tahsisiyle ve bir nâzımın nazmıyla husule gelip bu intizamı bulmuşlardır. Kör tabiatın bu kadar büyük şeylerde yeri olmadığı gibi en küçük şeylerde de yeri yoktur. Ve keza sıfatlar da mümkinattan oldukları cihetle, Sâni’a delalet ettiklerine işarettir. Zira cisimleri teşkil eden zerreler, büyüklük-küçüklük, çirkinlik-güzellik gibi gayr-ı mütenahî ahval ve keyfiyetleri kabul etmekte müsavidirler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabiliyeti vardır; ve bir halet, binlerce zerrelere hal olabilir. Binaenaleyh güzellik gibi bir sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet altında, bir zâtın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf kılınmıştır.

لَكُمْ : Bu “lâm” ihtisas için değildir, ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani Arz’ın tefrişine sebeb yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla kalana abes denilemez.

فِرَاشًا : Bu tabir, garib bir nükte-i belâgata işarettir. Çünki Arz’ın sıkletinden dolayı suya batıp kaybolması tabiatının îcabatından olduğu halde, Cenab-ı Hak merhametiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir mesken ve nimetlerine bir maide, yani bir
[26.10.2023 23:30] Annem: Beşincisi: Büyük bir sefine ile gayet küçük bir sefineyi sevk ve tahrik hususunda fark yoktur. -Kaptan; ister bir çocuk olsun, ister büyük olsun- çünki intizam vardır.

Altıncısı: Hayvan-ı nâtık gibi bir mahiyet-i mücerredenin küçük ve büyük efradına nisbeti, birdir.

Hülâsa: Kalil ile kesîr, küçük ile büyük arasında bir şey-i vâhide isnadlarında tefavüt olmadığı, imkân dairesinde olduğu şu misaller ile tavazzuh etti. Binaenaleyh eşyada bulunan intizam, müvazene, evamir-i tekviniyeye karşı imtisal, itaat, kudret-i ezeliyenin nuraniyeti, eşyanın içyüzünün şeffafiyeti gibi sırlardan dolayı; bir sinekle arzın ihyası, bir ağaç ile semavatın icadı, bir zerre ile güneşin yaratılışı Vâcib-ül Vücud’a nisbetle mütesavidir. Evet müsavat ve adem-i tefavütü göz ile görünür. Bak! Mahiyeti meçhul, mu’cizatıyla malûm olan kudret-i ezeliyenin, bilhâssa semerat ve sebzelerdeki nakışları, san’atları, esbaba havale edilirse, esbab altında ezilecektir
[26.10.2023 23:30] Annem: * * *

Kardeşlerim!

Bu defa Meyve Risalesi’nin tam kıymetini bilen ve kendine Meyveci namını veren Risale-i Nur santralcısının yazdığı mektub, beni çok memnun eyledi. Çünki Hulusi, Hakkı gibi yirmi seneye yakın bir zamandan beri mabeynlerinde olan samimane dostluk ve kardeşlik tam devam ve sebat ettiği gibi; onların Risale-i Nur’a karşı alâka ve irtibat ve sadakatları, aynen mabeynlerindeki hâlisane münasebetleri gibi hem devam ediyor, hem metanet kesbediyor, ârızalarla sarsılmıyor. Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum ki; böyle hâlis, muhlis ve başkalara hüsn-ü misal olan sadık şakirdleri Risale-i Nur’a vermiş ki, daimî hakta hulûs ile ve Nur hizmetinde sabır içinde şükrediyorlar. O meyvecinin civarında ismini söylemediğim malûm ve çok alâkadar olduğum kardeşlerim, hususan Barla sıddıkları, beni çok defa hayalen eski zamana ve o memlekete celbediyorlar. Barla ve dağlarında gezdiriyorlar. Ben onlarla ve o yerleriyle çok alâkadarım, unutmuyorum. Onlara binler selâm ediyorum
[26.10.2023 23:30] Annem: Sır: Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellisi, hitab-ı اِيَّاكَ نَعْبُدُ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyet’i mülahaza edip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demeğe küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e hitab ederek müteveccih olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i a’zamından meselâ semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyeti mezkûr hakikatı mu’cizane bir surette gösteriyor.

Evet hadsiz mahlukatta ve nihayetsiz bir kesrette vahdet sikkeleri, mütedâhil daireler gibi en büyüğünden, en küçük sikkeye kadar enva’ı ve mertebeleri vardır. Fakat o vahdet ne kadar olsa yine kesret içinde bir vahdettir. Hakikî hitabı tam temin edemiyor. Onun için, vahdet arkasında ehadiyet sikkesi bulunmak lâzımdır. Tâ ki, kesreti hatıra getirmesin. Doğrudan doğruya Zât-ı Akdes’e karşı kalbe yol açsın. Hem sikke-i ehadiyete nazarları çevirmek ve kalbleri celbetmek için o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibedar bir nakış ve gayet parlak bir nur ve gayet şirin bir halâvet ve gayet sevimli bir cemal ve gayet kuvvetli bir hakikat olan rahmet sikkesini ve rahîmiyet hâtemini koymuştur. Evet o rahmetin kuvvetidir ki, zîşuurun nazarlarını celbeder, kendine çeker ve ehadiyet sikkesine îsal eder. Ve Zât-ı Ehadiye’yi mülahaza ettirir ve ondanاِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hakikî hitaba mazhar eder. İşte “Bismillahirrahmanirrahîm” Fatiha’nın fihristesi ve Kur’anın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı rahîmiyeti ve şefkati görür.

Beşinci Sır: Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki: اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ -ev kema kal- Bu hadîs-i şerifi, bir kısım ehl-i tarîkat, akaid-i imaniyeye münasib düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sîma-yı manevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın bir kısm-ı ekserinde sekr ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikata muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat, aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.

Evet bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi, لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat, وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى فِى ال�
[26.10.2023 23:30] Annem: Beşinci Basamak:
Madem arzdan semaya gidip gelmek var. Semadan arza inip çıkmak oluyor. Ehemmiyetli levazımat-ı arziye, oradan gönderiliyor. Ve madem ervah-ı tayyibeler semaya gidiyorlar. Elbette ervah-ı habise dahi, ahyarı takliden semavat memleketine gitmeğe teşebbüs edecekler. Çünki vücudça letafet ve hıffetleri var. Hem şübhesiz tard ve reddedilecekler. Çünki mahiyetçe şeraret ve nühusetleri vardır. Hem bilâ-şek velâ-şübhe, şu muamele-i mühimmenin ve şu mübareze-i maneviyenin âlem-i şehadette bir alâmeti, bir işareti bulunacaktır. Çünki saltanat-ı rububiyetin hikmeti iktiza eder ki: Zîşuur için, bahusus en mühim vazifesi müşahede ve şehadet ve dellâllık ve nezaret olan insan için tasarrufat-ı gaybiyenin mühimlerine bir işaret koysun, birer alâmet bıraksın. Nasılki nihayetsiz bahar mu’cizatına yağmuru işaret koymuş ve havarik-ı san’atına esbab-ı zahiriyeyi alâmet etmiş. Tâ, âlem-i şehadet ehlini işhad etsin. Belki o acib temaşaya, umum ehl-i semavat ve sekene-i arzın enzar-ı dikkatlerini celbetsin. Yani o koca semavatı, etrafında nöbettarlar dizilmiş, burçları tezyin edilmiş bir kal’a hükmünde
[26.10.2023 23:30] Annem: Birinci Mes’ele: Otuzbirinci Mektub’un Onüçüncü Lem’asında tafsilen isbat edildiği gibi, umumî mes’elelerde isbata karşı nefyin kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır. Meselâ: Ramazan-ı Şerif’in başında hilâli görmek hususunda, iki âmi şahid hilâli isbat etseler ve binlerle eşraf ve âlimler “görmedik” deyip nefyetseler, onların nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir. Çünki isbatta birbirine kuvvet verir, birbirine tesanüd ve icma’ var. Nefiyde ise bir olsa bin olsa farkları yoktur; herkes kendi başına kalır, infiradî olur. Çünki isbat eden harice bakar ve nefs-ül emre göre hükmeder. Meselâ: Misalimizde olduğu gibi, biri dese: “Gökte ay vardır.” Diğer arkadaşı parmağını oraya basar, ikisi birleşip kuvvetleşirler.

Nefy ve inkârda ise, nefs-ül emre bakmaz ve bakamaz. Çünki “Hususî olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefy isbat edilmez.” meşhur bir düsturdur. Meselâ bir şeyi dünyada var diye ben isbat etsem, sen de “Dünyada yok.” desen; benim bir işaretimle kolayca isbat edilebilen o şeyin sen nefyini yani ademini isbat etmek için, bütün dünyayı aramak ve taramak ve göstermek, belki geçmiş zamanların her tarafını dahi görmek lâzım geliyor. Sonra “Yoktur, vuku bulmamıştır.” diyebilirsin.

Madem nefy ve inkâr edenler nefs-ül emre bakmazlar; belki kendi nefislerine ve akıllarına ve gözlerine bakıp hükmediyorlar. Elbette birbirine kuvvet veremezler ve zahîr olmazlar. Çünki görmeye ve bilmeye mani olan perdeler, sebebler ayrı ayrıdırlar. Herkes “Ben görmüyorum, benim yanımda ve itikadımda yoktur.” diyebilir. Yoksa “Vaki’de yoktur.” diyemez. Eğer dese, hususan umum kâinata bakan iman mes’elelerinde dünya kadar büyük bir yalan olur ki, doğru diyemez ve doğrultulmaz.

Elhasıl: İsbatta netice birdir, vâhiddir, tesanüd olur. Nefiyde ise, bir değildir, müteaddiddir. Ya “yanımda ve nazarımda” veya “itikadımda” gibi kayıdların herkese göre taaddüdü ile neticeler dahi taaddüd eder, daha tesanüd olmaz.

İşte bu hakikat noktasında imana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zahiren çokluğunun kıymeti yoktur. Ve mü’minin yakînine ve imanına hiç tereddüd vermemek lâzım iken; bu asırda Avrupa feylesoflarının nefy ve inkârları, bir kısım
[26.10.2023 23:30] Annem: Ey aziz Üstad!

Vakıa, emr-i âlîleri Sözler’in yazılması hususunda acele edilmemesi idi; fakat hiç mümkün mü ki, karşımda billurî sular akıtan ulu pınarın suyundan kana kana içmek için acele etmeyeyim. Malûm-u âlîleri, bendeniz bu hususta vazifelerde çok geç kaldım. Bu cihetleri vuzuh ile görüp idrak ederken, mümkün mü ki, o ulu pınarın billurî sularıyla elimi yüzümü yıkamayayım, kalbimi parlatmak için isti’cal göstermeyeyim. Cenab-ı Hakk’ın azîm bir lütfu ki, temin-i maişetim için çalıştığım zamanlar arasında kıymetdar risaleleri yazmak için vakit bulabiliyorum. Bu fırsatları kaçırmak istemediğim içindir ki, acele ediyorum. İsti’calimin en büyük sebebi; muhtaç bulunduğum tesellikâr nurları, o risalelerde buluyorum. Nasılki içerisinde tevakkuf imkânı olmayan tünellerden, harîs kumpanyalar fazla seyr ü sefer etmekle iftihar ederler. Talebeniz de keza, o cihankıymet risaleleri ne kadar fazla okur yazarsam, o kadar istifadebahş ve müftehir olacağım.

Onaltıncı Mektub’u serâpâ okudum. Her türlü mezahim ve meşakkate karşı
[26.10.2023 23:30] Annem: Bir Ayet:
Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O'na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır…
(Hucurât, 49/13)

Bir Hadis:
Kıyamet gününde hiç kimse; ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle neler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından hesaba çekilmedikçe bulunduğu yerden kıpırdayamaz.
(Tirmizî, "Kıyâmet", 1)

Bir Dua:
Ey rabbim! Kullarını dirilteceğin gün, beni azabından koru.
(İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6, 39)

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:30] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz:
Ortagüz Başlangıcı. Bugün Greenwich saati ile 17.55’te içtima olacaktır.
Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)… (Furkân, 25/63) 


Diyanet Takvimi Arka Yüz:
GAZZÂLÎ’NİN İSLAM AHLAK DÜŞÜNCESİNDEKİ YERİ
Gazzâlî İslam düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir. Gazzâlî’nin ahlak hakkındaki en önemli eseri İhyâü ulûmi’d-dîn’dir. Ancak adından da anlaşılacağı üzere eser sadece ahlak kitabı olmayıp ahlakın yanında tasavvuf, kelam ve fıkıh konularını da ihtiva etmektedir. Gazzâlî’nin İhya’sında ve diğer eserlerinde sergilediği ahlak anlayışı tasavvufi özellik taşır. Bu tasavvufi ahlak telakkisi İslam ahlakından ve Hz. Peygamber’in yaşadığı Kur’an ahlakından farklı bir şey değildir. Gazzâlî’ye göre ahlak, insanı yaratılış gayesine uygun hâle getirir. Din ve ahlak aynı gayeye yönelirler. Bu sebepten dini ahlaktan, ahlakı dinden ayrı düşünmek mümkün değildir. İslam dini, insan hayatının her sahnesine nüfuz eder. Allah düşüncesinden kaynaklanan her fiil, gerçekleştiği an ahlaki bir davranış olur. Bu nedenledir ki İhya kitabında inanç ve ibadet bütünlüğünü vurgular. Gazzâlî’nin ahlak telakkisi Kur’an’la aydınlanmış, akılla yönlendirilmiş, felsefi temelli bir ahlak anlayışıdır.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı
[26.10.2023 23:30] Annem: Günün İsmi ve Yemeği
İsim:

13.10.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N