Yaz Mevsiminin Kısır Döngüsü: İki Kişilik Oda ve Seyirciyi Unutan Eğlence
Yaz mevsimi geldiğinde televizyon kanalları arasında gezinirken elim yine aynı tuşa gitti: “İki Kişilik Oda”. İzlememek istiyorum, çünkü artık sahneler kendini tekrar ediyor, diyaloglar klişeleşti, karakterlerin ruhu yok. Ama ne yazık ki yaz dizisi demek, çoğu zaman “yoklukta izlenebilir” olanı kabullenmek anlamına geliyor.
Dizinin erkek başrol oyuncusu daha karakterin ne yaşayacağını bile öğrenmeden röportajlarda “Çok eğlenceli bir adamı oynuyorum, bakalım başına neler gelecek” diyor. Yani karakterin gelişimini değil, kendi set keyfini izlememizi bekliyorlar adeta. Oysa biz seyirciler, sahici hikâyeler ve inandırıcı oyunculuklar görmek istiyoruz. Karakterin başına neler geleceğinden çok, neden geleceğini bilmek istiyoruz.
Setlerdeki neşeli ortamı, kahkahaları ve “biz çok eğleniyoruz” cümlelerini ekran karşısında biz duymuyoruz, çünkü bu eğlencenin bize yansıyan hali çoğu zaman yapay, yüzeysel ve ciddiyetten uzak. Seyirciler artık bu “biz çok mutluyuz” mesajlarından sıkıldı. Çünkü o mutluluk onlara geçmiyor. Geçmediği gibi, inandırıcılığını da kaybediyor.
Bir dizi, seyircisini eğlendirmeye değil, seyircisini anlamaya ve ona saygı duymaya çalışmalı. Kendi eğlencelerini göstermek yerine, samimi ve içi dolu hikâyelerle ekran başındaki insanı yakalamalılar. Aksi hâlde “İki Kişilik Oda” gibi diziler, yaz mevsimiyle özdeşleşmiş içi boş bir eğlenceye dönüşür; bol kahkaha var, ama izleyici gülmüyor. Sadece dişini sıkıyor.