SEMA ÖNER

Tarih: 16.05.2024 11:21

GÜNÜN YAZISI

Facebook Twitter Linked-in

[23.09.2023 21:27] Annem: Bir Ayet: Ey kullarım, âyetlerimize iman edenler ve emirlerimize boyun eğenler! O gün size korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceksiniz. (Zuhruf, 43/68-69) Bir Hadis: Zulümden sakının çünkü zulüm, kıyamet günü zalimi cehenneme sevkeden zifiri karanlıklar olacaktır. (Müslim, "Birr", 56) Bir Dua: Allah'ım! Borç yükü altında kalmaktan ve insanlar tarafından ezilmekten Sana sığınırım. (Ebû Dâvud, "Vitir", 32) T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [23.09.2023 21:28] Annem: Diyanet Takvimi Ön Yüz: Dünyada Gece ve Gündüz Süresi Eşittir. Allah, hakkında hayır murat ettiği kimseyi dinde fakih (anlayışı yüksek âlim) kılar. (Tirmizî, İlim, 1)  Diyanet Takvimi Arka Yüz: EŞREFOĞLU RUMÎ “DİVÂN-I İLAHİYAT” Asıl adı Abdullah, babasının adı Ahmed Eşref’tir. Künyesi Abdullah Rûmî b. Seyyid Ahmed Eşref b. Seyyid Muhammed Süyûfî (Mısrî)’dir. Mısır’dan Suriye’nin Hama kasabasına, daha sonra Anadolu’ya göç edip önce Manisa’ya, ardından da İznik’e yerleşmiş bir aileden gelir. Eşrefoğlu’nun edebî şahsiyeti tasavvufî inançları doğrultusunda gelişip şekillenmiştir. Şiirlerinde Yûnus Emre tesiri hâkim olmakla beraber kendine has söyleyişlerin bulunduğu manzumeleri de vardır. Eşrefoğlu Rumî’nin en önemli eseri “Divanı”dır. Bu eseri Divan-ı İlahiyatlar içinde önemli bir yere sahiptir. Eşrefoğlu’nun şiirleri bugüne kadar hem Osmanlı Türkçesiyle hem de günümüz alfabesine aktarılarak birkaç kez yayınlanmıştır. Bu eser Yunus Emre ve Niyazi-i Mısrî’nin İlahiyatı’ndan sonra, gerek yazma ve gerekse matbularının çokluğundan; yapılmış olan onlarca besteli ilahisinden anlaşıldığı kadarıyla, Müslüman Türk coğrafyasında oldukça rağbet görmüştür. T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı [23.09.2023 21:29] Annem: Kendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisin geri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür. - Muhammed - 25. Ayet [23.09.2023 21:29] Annem: Her kim önemsemediğinden dolayı Cuma namazını üç defa terk ederse kalbi mühürlenir. - Ebû'l-Ca'd ed-Damrî [23.09.2023 21:29] Annem: “Rabbimiz! Hesap kurulacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla!” - İbrahim, 14/41 [23.09.2023 21:29] Annem: Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu. Babasının adı Ali Rıza, annesinin adı ise Zübeyde Hanım’dır. Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembegünü songünlerini geçirmekte olduğu İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda saat dokuzu beş geçe hayata gözlerini yumdu. Atatürk’ün cenazesi için büyük bir tören yapıldı. Cenaze namazını zamanın Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya kıldırdı. Naaşı yerli ve yabancı birçok devlet temsilcisinin de katıldığı törenle İstanbul’dan Anka ra’ya taşınarak 21 Kasım 1938’de Etnoğrafya Müzesi’ndeki geçici kabrine konuldu. 10 Kasım 1953’te ise Ankara’nın Yücetepe semtinde yaptırılan Anıtkabir’e nakledildi. Atatürk; milleti ile bütünleşen, ondan kuvvet alan, insanları etkileyen bir şahsiyetti. O, ‘Yurtta barış, dünyada barış’ sözü ile dünya insanlığının gönlünde layık olduğu yerini almıştır. Atatürk, bir konuşmasında şöyle demişti: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Bize düşen görev, bıraktığı ve ilelebet payidar kalacak Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef olarak gösterdiği uygar milletlerin düzeyine çıkarmaktır. - ATATÜRK VE 10 KASIM [23.09.2023 21:30] Annem: Haccın Vacipleri 39- Haccın vacibleri şunlardır: 1) İhrama mikat denilen yerlerden başlamak: Medine-i Münevvere tarafından hacca gidenler "Zül-Huleyfe"den, Irak, Horasan ve Maveraünnehr halkı "Zati Irak"dan, Şam, Mısır ve Mağrib halkı "Cuhfe" hizasındaki bir yerden (Rabiğ hizasından), Necidliler "Karn" dan, Yemenliler de "Yelemlem"den ihrama girerler. Yolları bu mikatlardan birine rastlamayan müslümanlar da, bunlardan birinin hizasında bulunacak bir yerden ihrama başlarlar. 2) İhramın yasaklarını terk etmek: Dikişli elbise giyilmesi, av avlanması, ihramda iken saçların kesilmesi, çirkin söz söylemesi gibi... 3) Arafat'da zevalden sonra güneş batıncaya kadar durmak. 4) Kurban Bayramının birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin doğmasından önce, bir saat bile olsa, Müzdelife'de durmak. Müzdelife, Mekke'ye dört ve Arafat'a iki saatlik mesafede bulunan bir yerin adıdır. 5) Dört şavtı farz olan Ziyaret Tavafını yediye tamamlamak. 6) Ziyaret tavafına nahir (kurban kesme) günlerinden birinde (1.2. ve 3. günlerde) yapmak [23.09.2023 21:30] Annem: hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz. Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur. Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir. Allah'ın birliğine ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır. Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür.) kelime-i tevhidine inanmaktır. Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine, ahirete inanmaktır. İkinci bir tafsîl (açıklama) ile Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, öldükten sonra dirilmeye, sevap ve cezaya inanmaktır. Üçüncü bir tafsîl de Kitap (Kur'ân) ve Sünnet ile Muhammed (s.a.v.)'in bildirdiği kesin bir şekilde sabit olan haberlerin ve hükümlerin tümüne ve her birine Allah'ın ve Allah'ın peygamberinin istediği şekilde inanmaktır ki, burada "Onlar gayba inanırlar; ve onlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana inanırlar; ve onlar ahirete kesin olarak inanırlar." ifadesi bütün bunları iki derecede açıklamıştır. Diğer açıklamalar da ilerde gelecektir. Ve bu derecelerden her biri, güç yetme derecesi ile birlikte bulunur. Bütün dini bilmek demek olan tafsîl, havass (saygın kişiler)ın özelliği olabileceğinden, halk ve çoğunluk için birinci farz, özet olarak inanmak ve en son da tafsîlin ikinci derecesine imandır. Ve işte Bakara Sûresi'nin başı bu iki değeri göstermiştir. Halbuki lügat anlamındaki imanın ilgi sahası bundan daha geniştir. O, gerçeği ve yanlışı, doğruyu ve eğriyi içine aldığı gibi, gereksiz sayılacak ayrıntıları da içine alır. Lügat bakımından iman denebilecek birçok tasdikler vardır ki, onlar din açısından tam küfürdürler. Mesela şirke inanmak; şeytanın sözüne, doğruluğuna inanmak; küfrün, zulmün hayır olduğuna inanmak; zinanın, fuhşun, hırsızlığın, haksız yere adam öldürmenin, Allah'ın kullarına saldırmanın doğruluğuna inanmak... lügat itibariyle birer iman, fakat İslâm dininde birer küfürdürler. Lügat anlamında imanın diğer bazı kısımları daha vardır ki, dinî açıdan küfür olmamakla beraber birer inanma görevi teşkil etmezler. Bir kısmı mübah, bir kısmı mendub, bir kısmı da kötülük ve günah olabilir ve bunların açıklaması fıkıh ilmine aittir. Özetle lügat anlamında imanın bir kısmı hak ve hayır, bir kısmı şer ve batıl, bir kısmı da zevk, saçma ve lüzumsuz şeyler olabilir. Hak ve hayır olanlar şer'î imanın aynı veya onun kapsamı içinde ayrıntısıdırlar. Çünkü asıl şer'î iman, şimdiki halin arkasında veya bâtın (kapalılığın)da kaybolan hak ve hayrın anahtar ve ölçüsünü veren ve bir tek yol takip eden prensiplerin tümüdür. Gerçekte bütün iş, hak ve hayırdan önce, bunların prensip ve ölçülerindedir. Ve İslâm dininin esas apaçık gerçekliği olan imânâ dair prensipleri de bu anahtarı ve ölçüyü verir. Hidayet (doğruluk)de onu takip edenleredir. Geleceğin kayıp anahtarı, şimdiki görmede; şimdiki görmenin anahtarı, onun gizli gaybı ile geçmişteki gaybında ve hepsinin anahtarı ise Allah katındadır. "Gaybın anahtarları onun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez." (En'âm, 6/59). Şu halde insan; anahtarı, doğruyu ve hayrı kendi istek ve arzusunda aramamalı, doğrudan doğruya veya bir aracı ile Allah Teâlâ'dan almalıdır. Aracıları inkâr etmemeli, fakat kulluğu ancak Allah'a yapmalıdır. Çünkü "O'nun izni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?" (Bakara, 2/255) âyeti onun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceğini bildirmektedir. İkincisi, imanın ilgi [23.09.2023 21:31] Annem: Nesâî'nin bir rivayeti şöyledir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) menfaatin, zâmin olana aid olduğuna hükmetti ve zâmin olmayan kimsenin menfaat talebini yasakladı. Tirmizî hazretleri, "Menfaat, zâmin olana aittir" sözünü şöyle açıkladı: "Burada zâmin o kimsedir ki, bir köle satın alır, bir müddet onu hizmetlenir, sonra onda bir kusur tesbit eder ve bu sebeple köleyi satıcısına iâde eder. Bu durumda, köleden hâsıl olan menfaat müşteriye aittir. Zira köle, şâyet helâk olsaydı, müşterinin malı olarak helâk olacaktı. Buna benzeyen bütün meselelerde menfaat, zâmin olana aittir." 384 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kölenin müddeti üç gündür. Şayet müşteri, bir hastalığa rastlarsa, herhangi bir delil ibraz etmeden köleyi satana geri verir. Üç günden sonra hastalığa rastlarsa, bu hastalığın, satın aldığı zamana ait olduğu hususunda delil ibraz etmesi gerekir." Ebu Dâvud, Büyü 72, 3506. 385 - Ebu Seleme İbnu Abdirrahmân İbni Avf anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh), Asım İbnu Adiy'den bir cariye almıştı. Cariyenin evli olduğunu anladı ve derhal geri verdi." Muvatta, Büyü 8 (2, 617). 386 - İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Kendisi, sekizyüz dirheme bir köle satar ve satarken "kusursuz" olduğunu söyler. Ancak, satın alan kimse bilahere: "Kölede bir hastalık var bana söylemedin" der. İhtilaf Hz. Osman (radıyallahu anh)'a götürülür. Adam: "Kölede hastalık olduğu halde, haber vermeksizin bana sattı" der. Abdullah (radıyallahu anh): "Ben onu 'kusursuz' olarak sattım" der. Hz. Osman (radıyallahu anh) sattığı zaman kölede kusur olduğunu bilmediğine dair yemin etmesine hükmetti. Abdullah yemin etmekten imtina ederek, köleyi geri aldı. Köle yanında sıhhate kavuştu. Sonra onu yeniden sattı ve bu sefer bin beş yüz dirhem aldı." Muvatta, Büyü 4, (2, 613). AĞACI VE MEYVEYİ SATMAK, SATILAN KÖLENİN MALI VE MALA GELEN MUSİBETE DAİR 387 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "Kim döllemesi yapılmış bir hurmalık satarsa (bir başka rivayette satın alırsa) bunun meyvesi satana aittir. Satın alan kendisinin olacak diye şart koşmuşsa o haric (bu durumda meyve müşterinindir). Kim de bir köle satarsa, kölenin malı satanındır, burda da satın alan "benim olacak" diye şart koşmuşsa o hariç, bu takdirde kölenin malı varsa müşterinin olur." Buhârî, Büyü 90, 92, Şürb 17, Şürüt 2; Müslim, Büyü 77, (1543); Muvatta, Büyü 9 (2, 617); Tirmizi, Büyü 25, (1244); Ebu Dâvud, İcâre 44, (3433, 4434); Nesâî, Büyü 75, (7, 296). 388 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir din kardeşine yemiş satsan sonra da buna bir âfet gelse, ondan bir şey alman sana helâl olmaz. Kardeşinin malını hakkın olmadığı halde nasıl alırsın?" Müslim, Müsâkat 14, (1554); Ebu Dâvud, İcâre 24, (3574), 60, (3470). Bir başka rivayette: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âfetle gelen zararın hesaptan düşülmesini emretti" demiştir. (Müslim, Musâkat 17 [23.09.2023 21:34] Annem: OTUZBİRİNCİ MEKTÛB Bu mektûb, şeyh Sofîye gönderilmişdir. Tevhîd-i vücûdînin hakîkati ve Allahü teâlâya yakın olmak ve berâber olmak ne demek olduğu bildirilmekdedir: Allahü teâlâ hepimizi, Peygamberlerin seyyidinin “aleyhimüsselâm” yolundan ayırmasın! Yanınızdan gelen bir zât dedi ki, şeyh Nizâm-i Tehânîserînin talebesinden biri, sizin yanınızda, bu fakîr için vahdet-i vücûde inanmıyor demiş. Bu zât, bunu bildirdikden sonra, bu sözün doğru olup olmadığını sordu ve talebenizin okuyup aydınlanması ve kötü düşüncelere saplanmamaları için, vahdet-i vücûd üzerindeki bilgimi yazmamı istedi. Müslimâna karşı kötü zanda bulunmak, günâh olduğundan, talebenizi günâhdan korumak düşüncesi ile, birkaç kelime yazıp, başınızı ağrıtıyorum: Muhterem yavrum! Bu fakîr, çocukluğumdan beri, vahdet-i vücûde inanmakdaydım. Babam “kaddesallahü teâlâ sirreh” de, buna inandığını, her zemân bildirirdi. Mubârek kalbi, vahdet-i vücûddan ve herşeyden uzak olan, hiçbir sûretle varılmayan varlığa doğru olduğu hâlde, bu i’tikâddan hiç ayrılmamışdı. Âlimin oğlu da, yarım âlim demekdir sözü gereğince, bu fakîrin bu bilgiden büyük payı olmuşdu. Çok lezzetler almışdım. Fekat, Allahü teâlâ, sonsuz ihsânı ile, büyük rehber, hakîkatlerin, ma’rifetlerin kaynağı, islâm dîninin hâmisi, hocam, önderim, kurtuluş yoluna kavuşdurucu, Muhammed Bâkî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşdurdu. Bu fakîre tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi ta’lîm buyurdu. Hiçbirşeye yaramıyan bu miskîni, mubârek kalblerinin ışıkları altında bulundurmakla şereflendirdi. Bu üstün yolda ilerlemeğe alışdırınca, az zemânda, vahdet-i vücûd bilgileri önüme çıkdı. Bu makâmın çeşidli ilmleri, ma’rifetleri kapladı. Bu mertebenin inceliklerinden, göstermedikleri hemen birşey kalmadı. Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” bildirdiği ince bilgiler, olduğu gibi meydâna çıkdı. (Füsûs) kitâbında yazdığı ve urûcun, bu yolun sonu olduğunu sanıp, bundan ötesi ademdir, yoklukdur dediği, tecellî-i zâtî ile de, şereflendirdiler. Kendisine Evliyânın sonuncusu diyerek yalnız Evliyânın sonuncusuna mahsûs olduğunu yazdığı, bu tecellînin çeşidli bilgilerini, ma’rifetlerini uzun uzadıya, bu fakîre bildirdiler. Bu ma’rifetlere, o kadar daldım, o kadar kapıldım ki, vahdet-i vücûd hâli, herşeyi unutdurdu. Bu bilgilerin serhoşu oldum. O anlarda, hocamın yüksek huzûruna arz etdiğim mektûblarımda, bu serhoşluğumun derecesini gösteren çılgınca yazılarım vardır. [Bu yolda yazılı bir rübâ’înin tercemesini uygun görmeyip geçiyoruz.] Uzun zemân, bu hâlde kaldım. Seneler geçdi. Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [ya’nî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet, ya’nî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin (Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin) bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. H [23.09.2023 21:35] Annem: Tarihi Süreç Ana Sayfa İslam Dini Tarihi Süreç İlgili Hz. Muhammed’in yirmi üç yıllık peygamberliği döneminde tamamlanan vahiy (Kur’an) ve onun açıklaması mahiyetindeki sünnet İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak yanında hukuki, bireysel ve sosyal hayatla ilgili temel ilkelerini ve amaçlarını belirlemiş ve dinin ana çatısını kurmuştur. Bununla birlikte İslam’ın bu iki asli kaynağının, bu kaynaklarda ifade edilen ilke, hüküm ve hedeflerin, örneklendirme ve benzetmelerin anlaşılması, yorumlanması ve bunlardan ameli hayatın çeşitli yönlerine ilişkin bazı değer hükümlerinin ve uygulanabilir sonuçların çıkarılması akli muhakeme ile mümkün olmaktadır. Sınırlı sayı ve muhtevadaki nasların yani Kur’an ve Sünnet metninin, sınırsız sayıda ve çok çeşitli olaylara ışık tutabilmesi, farklı konum ve mahiyetteki insan davranışlarını yönlendirebilmesi ancak böyle bir anlama ve yorumlama faaliyetiyle mümkün olur. Anlama, yorumlama ve bakış açısı yönüyle bireyler arasında önemli farklılıkların bulunması, üstelik insanların kültür, gelenek, bilgi ve tecrübe birikimlerinin dönem ve bölgelere göre de değişmekte olması aynı Kur’an veya hadis metninden aynı dönemde veya farklı dönemlerde farklı anlam ve hükümlerin çıkarılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bu durum, İslam’da fikri tartışmanın ve ihtilafın hoşgörüyle karşılanıp tabii bir hadise olarak görülmesinin de, İslam ümmeti içindeki dinle ilgili görüş ayrılıklarının da ana sebebini teşkil etmiştir. Böyle olunca, Kur’an’ın metninden, sünnetin muhtevasından ve İslam toplumunun asırlarca devam eden geleneğinden açıkça anlaşılan ve müslümanların asgari müştereğini teşkil eden değişmez bir İslami öz ve ana unsur yanında bir de anlama, yorumlama ve bakış açısına göre değişebilen ve çeşitli toplumlara renk ve ton farkıyla değişerek yansıyan bir İslami hayattan ve gelenekten söz etmek mümkündür. Buna ilaveten, nasların insan zihninin cevabını aradığı her soruyu, ferdi ve içtimai hayatın her alanını ayrıntıyla ele almadığı, çoğu yerde bu konulardaki cevaba ve çözüme yardımcı olacak ana ilke ve hedefleri vermekle yetindiği ve geride “bilinçli boşluk” denilebilecek geniş bir alan bıraktığı da bilinmektedir. Bu alan müslüman birey ve toplumlar tarafından, dinin ilke ve hedeflerine aykırı olmaması, hatta onlarla bütünleşmesi kaydıyla serbestçe düzenlenebilecektir. Bu nisbi serbestlik de haliyle İslam dünyasında tarihi seyir içinde dönemlere ve bölgelere göre değişiklik gösteren zengin bir çeşitliliğin yaşanmasının bir diğer sebebini teşkil etmiştir. Yukarıda yapılan tasvir ışığında, İslam’ın anlaşılması, değişmezliği ve uygulamaya da yansıyan farklı tezahürleri yönüyle iç içe üç halkadan söz etmek mümkündür. Bu ayırım aynı zamanda İslam’ın doğrudan ve dolaylı olarak ilgi alanını ve kapsamını tanıtıcı da olacaktır. En içte Kur’an ve Sünnet metninden doğrudan ve açık bir şekilde anlaşılan öz, İslam’ın ana ve değişmez unsuru yer alır. İkinci halkayı nasların dolaylı şekilde ve yorumlama sonucu kapsadığı alan, nasların izdüşüm alanı teşkil eder. Bu alanda, izlenen akli istidlale, muhakemelere ve bakış açılarına göre naslara farklı yorumlar getirmek ve onlardan farklı sonuçlar çıkarmak mümkün olduğundan kısmi bir değişkenlik ve farklılık gözlenir. En dışta ise, müslüman fert ve toplumların dinin rehberliği ve yönlendirmesi sonucu belli bir kıvama gelmiş kendi öz inisiyatifleriyle, bilgi ve tecrübe birikimlerinden, kültür ve geleneklerinden kaynaklanan tercihleriyle dolduracakları fakat ilk iki alanla da çelişmemeye özen gösterecekleri üçüncü halka yer alır. İslam’ın ilgi alanını ve kapsamını değişmezlik değişkenlik, yoruma açık veya kapalı oluş, doğrudan veya dolaylı oluş itibariyle böyle bir ü� [23.09.2023 21:38] Annem: Astragan Ana Sayfa A Astragan Rüyada bir astragan manto görmek,rüya sahibinin asaletli,çaliskan bir kisi olduguna isarettir.Böyle bir mantoyu giydigini gören,her yerde itibar görür.Astragan bir kalpak giydigini gören,geziye çikar,üzerinde astragan manto olan bir kadin görmek,bekarsaniz evleneceginize,evli iseniz esinizle bir eglence yerine gidip egleneceginize delalet eder. in A Diğer Konular Azat Azat etmek Azık Azil Azmetmek Azrail [23.09.2023 21:40] Annem: AZÎM (El-Azîm) Ana Sayfa A AZÎM (El-Azîm) Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büyüklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. (Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm) Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O (Allah) Aliyy’dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm’dir. (Bekara sûresi: 255) El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî) İlgili DEYYÂN (Ed-Deyyân) 9 Eylül 2021 Benzer yazı TEKVÎN 9 Eylül 2021 Benzer yazı Huluk-ı Azîm 9 Eylül 2021 Benzer yazı in A, Â Diğer Konular Ayn Harfi Ayn-el-Yakîn AZÂB ÂZÂD Âzâd Etmek Âzâd Olmak ÂZER AZÎMET AZÎZ (El-Azîz) AZÎZAN Copyright 2021 by Maviay.co [23.09.2023 21:42] Annem: Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevî bir ihtarla: “Risale-i Nur’un makbuliyetine eski evliyalardan şahid getiriyorsun. Halbuki  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes’elede söz sahibi Kur’andır. Acaba Risale-i Nur’u Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur’andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mana-yı sarihinin teferruatı nev’indeki tabakattan mana-yı işarî tabakasından ve o mana-yı işarî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhûlüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatıma hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ve ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mana-yı sarihi budur, tâ hocalar فِيهِ نَظَرٌ desin. Hem dememişiz ki, mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: Mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir ve o mana-yı işarî de bir küllîdir. Her asırda cüz’iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’anın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işarat-ı Kur’aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihraclarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse; elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta, böyle [23.09.2023 21:44] Annem: mütedâhil manaların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi’ edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır. Dokuzuncu Mes’ele İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru’-u kesîrenin istinbatına istidad veya tazammunu iledir. Şöyle ki: Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs’at ve azamet verir. Güya birini vaz’etmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha başkasını vaz’eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine kuruyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o mecmu-u makasıdda herbir maksad, tesavir-i mütedâhileden müşterek-ün fîh bir cüzdür. Nasıl mütedâhil tasvirlerde siyah bir noktayı bir ressam koysa; o nokta birinin gözü, ötekisinin yüzünün hali, berikisinin burnunun deliği, başkasının ağzı olduğu gibi kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar vardır. İkinci Nokta: Kıyas-ı mürekkeb ve müteşaab sırrıyla metalib tenasül edip teselsül etmektir. Güya mütekellim o metalibin beka ve tenasülünün bir tarih-i tabiîsine işaret eder. Meselâ âlem güzeldir. Demek sâni’i, hakîmdir. Abes yaratmaz, israf etmez, istidadatı mühmel bırakmaz. Demek intizamı daima tekmil edecek. Ciğerşikâf ve tahammülsûz ve emel öldürücü, bütün kemalâtı zîr ü zeber eden hicran-ı ebedî olan ademi, insana musallat etmez. Demek saadet-i ebediye olacaktır. Üçüncü Makale’nin ikinci şehadetinin mukaddemesinde nübüvvet-i mutlakanın mebhasinde insanın hayvandan üçüncü cihet-i farkı, buna iyi bir misaldir. Üçüncü Nokta: Netice-i vâhideyi tenatüc eden usûl-ü müteaddideyi cem’ ve zikretmektir. Zira herbir aslın yüksek netice [23.09.2023 21:44] Annem: bâki kısmı şimdilik yazdırılmadığının sebebi, bir derece dünyaya, siyasete temasıdır. Biz de bakmaktan memnuuz. Evet اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى bu taguta bakar ve baktırır. Said Nursî * * * [Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in “Meyve’nin Onbirinci Mes’elesi” münasebetiyle yazdığı mektubun bir parçasıdır.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Çok mübarek, çok kıymetdar, çok sevgili üstadımız efendimiz! Millet ve memleket için çok büyük güzellikleri ihtiva eden “Meyve” “Dokuz Mes’ele”si ile, dehşetli bir zamanda, müdhiş âsiler içinde en büyük düşmanlar arasında hayretfeza bir surette şakirdlerine necat vermeye vesile olmakla kalmamış, Onuncu ve Onbirinci Mes’eleleri ile hususuyla Nur’un şakirdlerini hakikat yollarında alkışlamış ve gidecekleri hakikî mekânları olan kabirdeki ahvallerinden ve herkesi titreten ve bilhâssa ehl-i gaflet için çok korkunç, çok elemli, çok acıklı bir menzil olan toprak altında, göreceği ve konuşacağı melaikelerle konuşmayı ve refakatı sevdirerek bu mekâna daha çok ünsiyet izhar etmekle bu korkulu ilk menzil hakkındaki fevkalhad korkularımızı ta’dil etmiş, nefes aldırmış. Hususuyla o âlemin nurani hayatını benim gibi göremeyenlerin ellerinde şuaatı yüzbinlerle senelik mesafelere uzanan bir elektrik lâmbası hükmüne geçmiş. Hem de daima koklanılacak nümunelik bir çiçek bahçesi olmuştur. Evet, biz sevgili üstadımıza arzediyoruz ki; her gün dersini hocasına okuyan bir talebe gibi Nur’dan aldığımız feyizlerimizi, her vakit için sevgili üstadımıza arzedelim. Fakat sevgili üstadımız şimdilik konuşmalarını ta’til buyurdular. Ey aziz üstadım! Risale-i Nur’un hakikatı ve Meyve’nin güzelliği ve çiçeğinin feyzi, beni minnetdarane bir parça memleketim namına konuşturmuş ve benim gibi konuşan çok kalblere hayat vermiş. Şimdi muhitimizde Risale-i Nur’a karşı atılan adımlar ve uzatılan eller, Meyve’nin Onbirinci çiçeği ile daha çok metanet kesbetmiş, inkişaf etmiş, faaliyete başlamıştır. Çok hakir talebeniz Hüsrev * * * [Isparta’daki umum Risale-i Nur talebeleri namına ramazan tebriki münasebetiyle yazılmış ve onüç fıkra ile ta’dil edilmiş bir mektubdur.] بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Ey âlem-i İslâmın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’anın feyziyle ve Risale-i Nur’un hakikatıyla ve sadık şakirdlerin himmetiyle mübarek gözlerinden yaş yerine kan akıtan ve ey fitne-i âhirzamanın şu dağdağalı ve fırtınalı zamanında Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’dan ziyade hastalıklara, dertlere giriftar olan ve Kur’anın nuruyla ve Risale-i Nur’un bürhanlarıyla ve şakirdlerin gayretiyle [23.09.2023 21:44] Annem: KİNCİ NÜKTELİ İŞARET: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm iddia-yı nübüvvet etmiş; Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir fermanı göstermiş ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat-ı bahireyi göstermiştir. O mu’cizat, heyet-i mecmuasıyla, dava-yı nübüvvetin vukuu kadar vücudları kat’îdir. Kur’an-ı Hakîm’in çok yerlerinde en muannid kâfirlerden naklettiği sihir isnad etmeleri gösteriyor ki; o muannid kâfirler dahi mu’cizatın vücudlarını ve vukularını inkâr edemiyorlar. Yalnız, kendilerini aldatmak veya etba’larını kandırmak için, -hâşâ- sihir demişler. Evet mu’cizat-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) yüz tevatür kuvvetinde bir kat’iyyeti vardır. Mu’cize ise; Hâlık-ı Kâinat tarafından onun davasına bir tasdiktir, “Sadakte” hükmüne geçer. Nasılki sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki: “Padişah beni filan işe memur etmiş.” Senden o davaya bir delil istenilse; padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse; “Evet” sözünden daha kat’î daha sağlam, senin davanı tasdik eder. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dava etmiş ki: “Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamer’e bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız; beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız; iki-üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte ikiyüz-üçyüz adamı tok ediyor.” Ve hâkeza.. yüzer mu’cizatı böyle göstermiştir. Şimdi, şu zâtın delail-i sıdkı ve berahin-i nübüvveti yalnız mu’cizatına münhasır değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’ali, ahval ve akvali, ahlâk ve etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini isbat eder. Hattâ meşhur ülema-i Benî-İsrailiyeden Abdullah İbn-i Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmasını görmekle, “Şu sîmada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!” diyerek imana gelmişler. Çendan muhakkikîn-i ülema, delail-i nübüvveti ve mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüzbinler delail-i nübüvvet vardır. Ve yüzbinler yol ile [23.09.2023 21:44] Annem: Hücumat-ı Sitte saklandığı muayyen yerinde fevkalâde bir surette kaybolması, ehemmiyetli bir hâdisenin önünü aldı. Üstada ârız olan bu hilaf-ı âdet halet ve o risalenin muayyen yerinde bulunmaması, kat’iyyen tesadüfe hamledilmez. Bir hafta sonra o risaleyi hilaf-ı me’mul bir yerde bulduk. Üstadımın emriyle Emin kardeşime ehemmiyetli bir surette okudum. Üstad bize izahat veriyordu. O vakte kadar böyle mühim ve tesirli ders almamıştık. Demek bu iki mühim sırra binaen risale kendini göstermedi. İşte bu hâdise Risale-i Nur’un ihlaslı ve sadık şakirdleri her vakit bir hıfz u inayet altında ve daima himayet altında olduklarına şübhe bırakmıyor. Üçüncüsü: Üstadımızın bir okka (yani kilo) peyniri vardı. Ekser günlerde o peynirden hoşuna gittiği için, bir-iki defa yiyordu. Hem bize de yediriyordu. Hem yemeksiz olduğu ekser vakitlerde ondan yediği halde, altı ay kadar devam ettiğini ve halen de, yüz dirhem kadar o peynirden bulunduğunu, ben -yani daimî hizmetçisi Emin- ve ben -yani talebesi ve hizmetçisi Küçük Hüsrev- yakînen görüp tasdik ediyoruz. Fakat bu hâdise-i bereketin ifşasından sonra, evvelce görünmeyen dibi görünmeye başladı, noksaniyetini gösterdi. Evet, bereket hususunda şâyan-ı hayret bir hâdisedir. Hem yarım kilo bir tereyağı, ekser günlerde fazlaca sarfolduğu halde, elli güne yakın devamı, şübhesiz bir bereket içine girmiş. Yine aynen Ramazan Bayramında, Üstadın rızası olmadığı halde, Tahsin ve ben -yani Emin- bir kilo ince şeker getirmiştik. Ekserî yoğurt ve süt ve tatlı kabağa ve sair şeylere, bazan yirmi-otuz dirhem kadar kattıkları halde -iki aydan fazladır- o şekerden yüz dirhemden fazla kalması, elbette bereket sebebiyledir. Hem bu havalideki şakirdler, herkes cüz’î-küllî hissetmiş ve itiraf ediyorlar ki: Risale-i Nur’a çalıştığımız zaman, hem rızkımızda bereket ve sühulet, hem kalbimizde bir inşirah ve ferah zahiren hissediyoruz. Ezcümle ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki: Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes’ud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şübhe yok. 8(Haşiye) Hem ezcümle, Üstadımız diyor ki: “Benim de kanaat-ı kat’iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risale-i Nur’un tashihatıyla meşgul olduğum zaman, pek zahir tarzda, hem rızkımda bereket, hem kolaylık görüyorum. Her ne vakit çalışmazsam o hali görmüyorum.” Hem Üstadımız diyor ve biz de tasdik ediyoruz: Ben son zamanda anladım ki; şimdiye kadar hem ben, hem dostlarım bu hakikatın suretini başka şekilde görmüşüz. Şöyle ki: Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazan on gün bana kâfi geldiği halde, burada aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki çok emarelerle kat’iyyen anladık ki, o acib hal bereket neticesi imiş. Birkaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği aynı iştiha ile -çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman- iki günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek bu onaltı-onyedi seneden beri benim mükemmel tayinatım, Risale-i [23.09.2023 21:44] Annem: (Yirmibeşinci Söz'den) İKİNCİ CİLVE Kur’anın şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur’an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidadça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur’anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları Kur’anın يَا اَهْلَ الْكِتَابِ يَا اَهْلَ الْكِتَابِ hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve يَا اَهْلَ الْكِتَابِ lafzı يَا [23.09.2023 21:45] Annem: Otuz Bir Mart Hâdisesi Hakkında Bir Cevabı Ben 31 Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zira İslâmiyet’in meşrutiyetperver ve hamiyetli fedaileri, cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik edip, ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve nam-ı mukaddes şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i’lâ; ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sâbıkayı, muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan farketmeyenler, hâşâ şeriatı istibdada müsaid zannederek, tuti kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz!” demekle, hakikî maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret bir nokta-i siyah! 20(Haşiye) Hakikaten bence, müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyet’ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyet’ten vazgeçemez. En ebleh ve en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyet’e bütün mevcudiyetiyle tarafdardır [23.09.2023 21:45] Annem: sahifelerinde “delil-ül inaye” ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur’an-ı Azîmüşşan’ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar. Delil-i İhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni’in vücud u vahdetine işaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret ettiği “delil-i ihtiraî”dir. Delil-i ihtiraînin hülâsası şöyle izah edilebilir: Cenab-ı Hak hususî eserlerine menşe’ ve kendisine lâyık kemalâtına me’haz olmak üzere, her ferde ve her nev’e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudûsu, yani yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez. Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, enva’ın sayısı ikiyüz binden ziyadedir. Bu nev’ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzımdır. Bu evvel-babaların ve âdemlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünki bu nev’lerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev’lerin başka nev’lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünki iki nev’den doğan nev’, alel’ekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenasül ile bir silsilenin başı olamaz. Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. Evet şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. S– Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücub-u vücuduna kat’î şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir? C– Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ: Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm.” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır.” diye hükmeder. İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, baz [23.09.2023 21:46] Annem: Kezalik nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, tesir-i hakikîyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır. Ey arkadaş! Cenab-ı Hakk’ın pek ince âsâr-ı san’atından ve pek yüksek acaib-i kudretinden sarf-ı nazar ederek, yalnız tabiat denilen şu âsâr ve esbabdan, en zahir olan in’ikas ve irtisam keyfiyetine bak. Meselâ: Bir âyineyi semaya karşı tuttuğun zaman semayı irtifaıyla, nakışlarıyla, yıldızlarıyla celbedip âyinede in’ikas ve irtisam ettiren illet-i müessirenin, âyinenin yüzündeki hâsiyet olduğuna kanaat hasıl edebilir misin? Hâşâ! Veyahut hakikatta bir emr-i vehmîden ibaret olan cazibe-i umumiyenin, Arz ile yıldızları şu boşlukta muntazam tahrik ve tedbirine illet-i müessire olarak telakki ve kabul edebilir misin? Hâşâ! Bunlar ancak şart ve sebeb olabilirler, illet-i müessire olamazlar. Hülâsa: İnsan sathî ve gayr-ı kasdî bir nazarla bâtıl ve muhal bir şeye baktığı zaman, hakikî illetini bulamadığı takdirde, çar-nâçar sıhhatına veya inkârına kail [23.09.2023 21:46] Annem: Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun, en eski şakirdlerden olan Kâtib Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misal oluyorlar [23.09.2023 21:47] Annem: ! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünki İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümidleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez. Yalnız tereddüdleri vardır. Tereddüd ise, her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur. Remz Arkadaş! Nefis, tenbellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani, onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir Hâlıkın, bir Mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet, ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Halbuki, kazandığı o hürriyetler, adem-i mes’uliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. Remz Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Meselâ: Büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünki nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda yani sivrisineğin Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin “Fâlik-ul Habbi Ve-n Neva” tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikatı tenvir eden bir hakikattır. Remz Arkadaş! “Katre” namındaki eserimde Kur’an’dan ilhamen takib ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takib ettikleri yol arasındaki fark şudur: Kur’andan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, manevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünki müessir ancak eserde görünebilir. Manevî asansör hükmünde olan murakabeler ile mâ-i hayatı bulmak pek müşkildir. Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlub olup caddeden çıkmamak için, pekçok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar. Kur’an ise, bize asâ-yı Musa gibi bir hakikat vermiştir ki; nerede olsam, hattâ taş üzerinde de bulunsam, asâyı vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor. Âlemin haricine giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve parçalanmaması için muhafazaya muhtaç olmuyorum. Evet وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ beytiyle, bu hakikat hakikatıyla tebarüz eder. 4(*) Remz Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça hakikat güneşinin görünmesine mani’ bir hicab olur. Evet müşahedemle sabittir ki; kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kal’ada, küçük bir taşta bir za’fiyet görünürse, o kör olası nefis o kal’ayı tamamen inkâr eder. Altını üstüne çevirir. İşte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır. Remz Ey insan! Senin vücudunun sahasında yapılan fiiller ve işlerden senin yed-i ihtiyarında bulunan, ancak binde bir nisbetindedir. Bâki kalan Mâlik-ül Mülk’e aittir. Binaenaleyh kendi kuvvetine göre yük al. Yoksa altında ezilirsin. Kıl kadar bir şuur ile, büyük taşları kaldırmak teşebbüsünde bulunma. Mâlikinin izni olmaksızın, O’nun mülküne el uzatma. Binaenaleyh gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın zaman, haddini tecavüz etme. Eğer Mâlikin hesabına olursa istediğin şeyi al ve yap. [23.09.2023 21:47] Annem: Yine manevî canibden elcevab: Bu mes’ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi: وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً Yani: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı. Madem mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor. Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir? Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünki o masumların fâni [23.09.2023 21:48] Annem: Ondördüncü Lem’a İki Makamdır. Birinci Makamı iki sualin cevabıdır. بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz sıddık kardeşim Re’fet Bey! Sevr ve Hut’a dair sorduğun sualin bazı risalelerde cevabı vardır. O nevi suallere göre cevab Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalı’nda Oniki Asıl namıyla oniki kaide-i mühimme beyan edilmiştir. O kaideler ehadîs-i Nebeviyeye dair muhtelif tevilata dair birer mehenktirler ve ehadîse gelen evhamı def’edecek mühim esaslardır. Maatteessüf şimdilik sünuhattan başka ilmî mesail ile iştigalime mani bazı haller var. Onun için sualinize göre cevab veremiyorum. Eğer sünuhat-ı kalbiye olsa, bilmecburiye meşgul oluyorum. Bazan suallere, sünuhat tevafuk ettiği için cevab verilir, gücenmeyiniz. Onun için herbir sualinize lâyıkınca cevab veremiyorum. Haydi bu defaki sualinize kısa bir cevab vereyim. Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: “Hocalar diyorlar: Arz, öküz ve balık üstünde duruyor. Halbuki Arz, muallakta bir yıldız gibi gezdiğini Coğrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balık?” Elcevab: İbn-i Abbas (R.A.) gibi zâtlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Bir rivayette bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevari hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler. Hususan Benî-İsrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada “Sevr ve Hut” hakkında gördükleri hikâyeleri, hadîse tatbik edip, hadîsin manasını acib bir tarza çevirmişler. Şimdilik bu sualinize dair gayet mücmel üç esas ve üç vecih söylenecek [23.09.2023 21:49] Annem: نَ اِخْوَانِىَ الْمَخْلُوقَاتِ وَ اِعْلاَنِى وَ اِظْهَارِى لِنَظَرِ شُهُودِ خَالِقِ الْكَائِنَاتِ بِتَزَيُّنِى بِجَلَوَاتِ اَسْمَاءِ خَالِقِىَ الَّذِى زَيَّنَنِى بِمُرَصَّعَاتِ حُلَّةِ وُجُودِى وَ خِلْعَةِ فِطْرَتِى وَ قِلاَدَةِ حَيَاتِىَ الْمُنْتَظَمَةِ فِيهَا مُزَيَّنَاتُ هَدَايَا رَحْمَتِهِ . وَ كَذَا مِنْ حُقُوقِ حَيَاتِى فَهْمِى لِتَحِيَّاتِ ذَوِى الْحَيَاةِ لِوَاهِبِ الْحَيَاةِ وَ شُهُودِى لَهَا وَ شَهَادَاتِى عَلَيْهَا . وَ كَذَا حَسْبِى مِنْ حُقُوقِ حَيَاتِى  تَبَرُّجِى وَ تَزَيُّنِى بِمُرَصَّعَاتِ جَوَاهِرِ اِحْسَانِهِ بِشُعُورٍ اِيمَانِىٍّ لِلْعَرْضِ لِنَظَرِ شُهُودِ سُلْطَانِىَ اْلاَزَلِىِّ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ لَذَّاتِهَا عِلْمِى وَ اِذْعَانِى وَ شُعُورِى وَ اِيمَانِى بِاَنِّى عَبْدُهُ وَ مَصْنُوعُهُ وَ مَخْلُوقُهُ وَ فَقِيرُهُ وَ مُحْتَاجٌ اِلَيْهِ وَ هُوَ خَالِقِى رَحِيمٌ بِى كَرِيمٌ لَطِيفٌ مُنْعِمٌ عَلَىَّ يُرَبِّينِى كَمَا يَلِيقُ بِحِكْمَتِهِ وَ رَحْمَتِهِ . وَ كَذَا حَسْبِى مِنَ الْحَيَاةِ وَ قِيْمَتِهَا مِقْيَاسِيَّتِى بِاَمْثَالِ عَجْزِىَ الْمُطْلَقِ وَ فَقْرِىَ الْمُطْلَقِ وَ ضَعْفِىَ الْمُطْلَقِ لِمَرَاتِبِ قُدْرَةِ الْقَدِيرِ الْمُطْلَقِ وَ دَرَجَاتِ رَحْمَةِ الرَّحِيمِ الْمُطْلَقِ وَ طَبَقَاتِ قُوَّةِ الْقَوِىِّ الْمُطْلَقِ . وَ كَذَا بِمَعْكَسِيَّتِى بِجُزْئِيَّاتِ صِفَاتِى مِنَ الْعِلْمِ وَ اْلاِرَادَةِ وَ الْقُدْرَةِ الْجُزْئِيَّةِ لِفَهْمِ الصِّفَاتِ الْمُحِيطَةِ لِخَالِقِى فَاَفْهَمُ عِلْمَهُ الْمُحِيطَ بِمِيزَانِ عِلْمِىَ الْجُزْئِىِّ. وَ هكَذَا حَسْبِى مِنَ الْكَمَالِ عِلْمِى بِاَنَّ اِلهِى هُوَ الْكَامِلُ الْمُطْلَقُ فَكُلُّ مَا فِى الْكَوْنِ مِنَ الْكَمَالِ مِنْ آيَاتِ كَمَالِهِ وَ اِشَارَاتٌ اِلَى [23.09.2023 21:49] Annem: Süleyman * * * (Şu fıkra aklen Hulusi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Re’fet Bey’in mektubudur) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmibeşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şâheserdir. İhtiva ettiği hayretbahş hakaik itibariyle âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymetdar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle  وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli [23.09.2023 21:51] Annem: YURDUMUZ............ TÜRK HAVA YOLLARI

20.05.1933'te Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı “Devlet Hava Yolları İşletmesi” olarak kuruldu. Kuruluşta; personel 7 pilot, 8 makinist, 8 memur ve 1 telsizci olmak üzere toplam 24 kişi idi. Filoda 2 adet 5 koltuklu King Bird, 2 adet 4 koltuklu Junkers F-13 ve 1 adet 10 koltuklu ATH-9, Toplam 5 uçak 19 koltuk vardı.
1936'da uçak sayısı 8'e, koltuk sayısı 64'e ulaştı.
1938'de Devlet Hava Yolları Umum Müdürlüğü adını aldı. Uçak sayısı 52'ye, koltuk sayısı ise 845'e ulaştı.
1945'te uçulan şehir sayısını 3'ten 19'a çıktı.
1947 İlk yurt dışı seferi Atina’ya yapıldı.
1953'te bugünkü Türk Hava Yolları ismini aldı.
1961'de Atlantik Okyanusu'nu aşan ilk uçuşu oldu.
1983'te 3 kıtaya 30 uçak, 4.037 koltuk, 2,5 milyon yolcu oldu.
1985'te 4 adet Airbus A310  filoya katıldı.
1994'te Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'na bağlandı.
2000'de 1.000’den fazla noktaya uçuş başlattı.
2001'de Sabiha Gökçen Havaalanı hizmete girdi.
2006'da 100'üncü uçağını filosuna kattı.
2012'de 200'üncü uçak filoya katıldı.
Conde Nast Traveler dergisinin okurları arasında “dünyanın en iyi 3 hava yolundan biri” seçildi.
Dünyanın en çok bilinen ve en çok tercih edilen hava yolu kategorilerinde 2. sırada yer aldı.
2021’de dünyanın en güçlü 2. havayolu markası seçildi.
2022’de 128 ülkeye ve 336 havalimanına ulaştı. Dünyanın en fazla ülkesine uçan THY’ında çalışan sayısı 27.000 ana markada olmak üzere 60.000’e ulaştı. Şimdi 372 uçaklı filosu var. 79 adet yeni nesil, yüksek teknolojiye sâhip, çevreye duyarlı ve yakıt verimliliği yüksek uçak mevcut. Bu senenin ilk 4 ayında taşınan 1 milyondan fazla yolcu oldu ve 161 milyon dolar net kâr etti. 

ZEKÂ BULMACASI........KOVA

Tamamen su dolu bir kova, tartılınca 10 kg geliyor. Şimdi kovanın içine, ipin ucuna bağlanmış demir bir top daldırılıyor. Top dibe değmiyor; tabii kovadan bir miktar su taşıyor. Kovanın ağırlığı artar mı, azalır mı, aynı mı kalır?    (Cevabı yarın)

23.09.2023 - Türkiye Takvimi - https://play.google.com/store/apps/details?id=turkiyetakvimi.takvim [23.09.2023 21:51] Annem: • Seyyid Ahmed er-Rifâî Hazretlerinin Vefatı (1182) • Gün Dönümü- Sonbaharın Başlangıcı Semerkand Takvimi [23.09.2023 21:51] Annem: Dünya Hayatı Esasen dünyanın ve dünya hayatının mahiyeti, ahiret nimetlerinin değeri pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifte de net olarak anlatılır. Bu âyet ve hadisler de müslümanlar tarafından dünyaya boş vermek şeklinde anlaşılmamış, tarih boyunca uygulama bu yönde olmamıştır. Tam aksine müslümanlar dünyanın imarına büyük önem vermiş, fakat kalbin daima Cenâb-ı Hakk’a bağlı kalması gerektiği şuuru içinde olmuşlardır. Dünya hayatı ile ilgili bir âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuyor: Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir  (Hadîd 57/20). Semerkand Takvimi [23.09.2023 21:53] Annem: “Kim sıkıntıya düşer de halini insanlara açarsa sıkıntıdan kurtulamaz. Fakat her kim düştüğü sıkıntıdan dolayı ihtiyacını Allah’a arzedip havale ederse Allah’ın er veya geç bir rızık vereceği umulur.” (Ebu Davud, Zekat 28) [23.09.2023 21:53] Annem: O, sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mü'mindir. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir. Tegâbün Sûresi 2.Ayet [23.09.2023 21:53] Annem: SECDE Namazın rükünlerinden beşincisi secdedir. Secde, rükû’dan doğrulduktan sonra alnını, burnunu, iki ayağının parmak uçlarını, iki eli ile iki dizini yani yedi âzâsını yere koymaktır. Secdede gözler burnun iki yanına bakar, eller yüzün hemen iki yanında, parmaklar kapalı ve kıbleye doğru tutulur....Daha az [23.09.2023 21:53] Annem: “Allah’ım! Bütün işlerimdeki ölçüsüzlüğümü, cahilliğimi ve hatamı bağışla. Sen bunları benden daha iyi biliyorsun.” (Buhari, Deavat, 60; Müslim, Dua, 70) [23.09.2023 21:54] Annem: (Tarihten Sayfalar) YILDIRIM BAYEZİD NİĞBOLU’DA Macar Kralı’nın yardım çağrısı üzerine Avrupa ülkelerinin askerleri Macaristan’da toplandılar. Büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu; amaç, Türkleri Avrupa’dan söküp atmaktı. Bu ni- yetle harekete geçip Niğbolu Kalesi’ni kuşattılar. Durumu öğ- renen Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid, ordusunun başında hemen harekete geçti. Niğbolu Kalesi’nde az sayıdaki Türk askerinin başında bulunan büyük kumandan Doğan Bey, oya- lama taktiğiyle kaleyi Haçlılara teslim etmedi. Osmanlı ordusu kısa sürede Niğbolu önlerine geldi. Burada, 23 Eylül 1396’da tarihin en çetin meydan savaşlarından biri gerçekleşti. 60-70 bin kişilik Osmanlı ordusu, 100-120 bin kişilik Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. DİNÎ KAVRAMLAR İSTİŞARE Herhangi bir konuda doğruya ulaşmak için, çeşitli görüşle- re başvurmaya istişare denir. Kur’an-ı Kerîm’de istişarenin önemi şu şekilde ortaya kon- muştur: “İş hususunda on- larla müşavere et.” (Âl-i İmrân, 3/159) Hz. Peygamber (s.a.s.), istişa- reyi teşvik etmiş; kendisi de Bedir’de Ensar’la müşâvere etmiş; ayrıca Uhud ve Hendek gazvelerinde, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, İfk hadisesinde ve ezan konusunda olduğu gibi birçok mevzuda ashabıyla isti- şare etmiştir (Tirmizî, “Cihad”, 35). ÖZLÜ SÖZ Her ne olursa olsun barış her zaman savaştan iyidir. Sulh hayırdır. (Sadi Şirazî) [23.09.2023 21:54] Annem: a) İslâm Düşüncesinde Siyasetin Önemi İslâm dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem âhiret dini oluşudur. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Medine'ye hicret eder etmez, yalnız dar anlamda bir din önderi değil, aynı zamanda siyasî bir lider olarak davranmış; din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasî işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış; Medine'deki müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasî yapı oluşturmaya başlamıştır. Siyaset mesleğinin zaman zaman bazı toplumlarda ahlâk ilkelerinin dışına saptırılarak değer aşınmasına uğratılmasını ârızî bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber ve ashabının önde gelenleri olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin de birer siyasî lider oldukları göz önüne alındığında İslâm'da siyasetin ne kadar yüce bir meslek ve uğraşı olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu durumu dikkate alan İslâm bilgin ve düşünürleri, genellikle siyasete hem toplumsal faaliyet hem de bir bilim dalı olarak büyük bir önem vermişler ve onu mesleklerin en şereflisi saymışlardır. İslâmî ilimlerden fıkhın önemli bir kısmını siyaset konuları oluşturur. Genel fıkıh kitaplarından ayrı olarak İslâm hukuk literatürü içinde "el-Ahkâmü's-sultâniyye" ve benzeri eser türlerinin yer alması, fıkıh bilginlerinin siyaset konusunu kendi ilgi alanları içinde görmüş olmalarının önemli bir delilidir. Özellikle Şîa mezhebinin devlet başkanının tayinini (nasb) itikadî bir konu olarak ele alması dolayısıyla, kelâm ilminde de siyasetle ilgili bazı konulara yer verilmiştir. Ayrıca İslâm düşünürleri, özellikle Fârâbî'den itibaren İslâm kültür tarihi bakımından büyük değer taşıyan, oldukça orijinal bir siyaset felsefesi geliştirmişlerdir. Bütün İslâm bilginleri siyaseti, insanın toplumsal bir varlık olmasının sonucu sayarlar. Bunlardan Gazzâlî, siyaseti özellikle iki açıdan gerekli görmüştür: 1. Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. Şöyle ki: İnsanlar, yalnız başlarına altından kalkamayacakları çoklukta ihtiyaçlarla yüklüdürler. Bu durum, insanların birlikte yaşamalarını zorunlu kılar; ancak bu birliktelik sürtüşme ve çekişmelere de yol açar. İşte ihtiyaçların çekişmelere yol açmayacak şekilde barış, güvenlik ve adalet içinde karşılanması ancak siyaset denilen yapılanmayla mümkün olur. Böylece Gazzâlî siyasetin ahlâkî boyutuna da işaret etmiş olur. 2. Siyaset, dinî hayatın sağlıklı yürütülmesi için de gereklidir. Çünkü dünya işlerinin düzgün ve sağlıklı işlemediği yerde dinî ödevler de aksar. Bu suretle toplumda huzur ve güvenliği sağlayan siyaset, bireylerin dinî yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için rahat bir ortam hazırlamış olur. Siyasetin din ve dünya hayatına bu hizmeti dolayısıyla İslâm bilginleri, adaletle yürütülen siyaseti üstün bir ibadet saymışlardır (Gazzâlî, İhyâ, I, 12; III, 195-196). Başta Fârâbî olmak üzere bütün İslâm bilginleri siyaseti, yalnız dar anlamda hakları paylaştıran, sosyal birliği koruyan, sorumlulukları düzenleyen cismanî bir yönetim saymakla yetinmemiş, bunun yanında ve daha da önemlisi, İslâm'ın itikadî ve ahlâkî boyutuna uygun olarak, toplumdaki herkesin mânevî gelişmesini ve en yüksek mutluluktan pay almasını sağlayıcı bütün imkânları araştıran bir disiplin olarak görmüşlerdir. Bu, siyasetin bir peygamber mesleği olmasının gereğidir. b) Yöneticinin Bazı Nitelikleri ve Görevleri 1. Ehliyet ve Liyakat Hz. Peygamber, "İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle" (Buhârî, "İlim", 13; "İmâre", 170) buyurmuştur. Bu hadiste "iş" anlamına gelen emr kelimesi, öncelikle devlet işi yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür [23.09.2023 21:54] Annem: Bir zamanlar Rabbi Ibrahim'i bir takim kelimelerle sinamis, onlari tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacagim, demisti "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu (BAKARA/124) Siz Allah'in izni ile düsmanlarinizi öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmistir Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladiginizi (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düstünüz; (Peygamberin verdigi) emir konusunda tartismaya kalkistiniz ve âsi oldunuz Dünyayi isteyeniniz de vardi, ahireti isteyeniniz de vardi Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onlari maglup etmekten) alikoydu Ve andolsun sizi bagisladi Zaten Allah, müminlere karsi çok lütufkârdir (AL-İ İMRAN/152) Sonra o kederin arkasindan Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtigi) uyuklama hali bir kisminizi kapliyordu Kendi canlarinin kaygisina düsmüs bir gurup da, Allah'a karsi haksiz yere cahiliye devrindekine benzer düsüncelere kapiliyorlar, "Bu isten bize ne!" diyorlardi De ki: Is (zafer, yardim, herseyin karar ve buyrugu) tamamen Allah'a aittir Onlar, sana açiklayamadiklarini içlerinde gizliyorlar "Bu isten bize bir sey olsaydi, burada öldürülmezdik" diyorlar Söyle de: Evlerinizde kalmis olsaydiniz bile, öldürülmesi takdir edilmis olanlar, öldürülüp düsecekleri yerlere kendiliklerinden çikip giderlerdi Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yapti) Allah içinizde ne varsa hepsini bilir (AL-İ İMRAN/154) Evlilik çagina gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eger onlarda akilca bir olgunlasma görürseniz hemen mallarini kendilerine verin Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o mallari israf ile ve tez elden yemeyin Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalissin, yoksul olan da (ihtiyaç ve emegine) uygun olarak yesin Mallarini kendilerine verdiginiz zaman yanlarinda sahit bulundurun Hesap sorucu olarak da Allah yeter (NİSA/6) Sana da, daha önceki kitabi dogrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'i (Kur'an'i) gönderdik Artik aralarinda Allah'in indirdigi ile hükmet; sana gelen gerçegi birakip da onlarin arzularina uyma (Ey ümmetler!) Her birinize bir serîat ve bir yol verdik Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardi; fakat size verdiginde (yol ve serîatlerde) sizi denemek için (böyle yapti) Öyleyse iyi islerde birbirinizle yarisin Hepinizin dönüsü Allah'adir Artik size, üzerinde ayriliga düstügünüz seyleri(n gerçek tarafini) O haber verecektir (MAİDE/48) Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mizraklarinizin erisecegi bir avlanma ile (onu yasak ederek) dener ki gizlide (kimsenin görmedigi yerde, gerçekten) kendisinden kimin korktugu ortaya çiksin Kim bundan sonra siniri asarsa onun için aci bir azap vardir (MAİDE/94) "Aramizdan Allah'in kendilerine lütuf ve ihsanda bulundugu kimseler de bunlar mi!" demeleri için onlarin bir kismini digerleri ile iste böyle imtihan ettik Allah sükredenleri daha iyi bilmez mi?  (EN'AM/53) Sizi yeryüzünün halifeleri kilan, size verdigi (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kilan O'dur Süphesiz Rabbin, cezasi çabuk olandir ve gerçekten O, bagislayan merhamet edendir  (EN'AM/165) Musa tayin ettigimiz vakitte kavminden yetmis adam seçti Onlari o müthis deprem yakalayinca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onlari da beni de daha önce helâk ederdin Içimizden birtakim beyinsizlerin isledigi (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu is, senin imtihanindan baska bir sey degildir Onunla diledigini saptirirsin, diledigini de dogru yola iletirsin Sen bizim sahibimizsin, bizi bagisla ve bize aci! Sen bagislayanlarin en iyisisin! (Hz Musa'nin, kavmini temsilen seçip Al lah'in huzuruna getirdigi kimseler, Allah ile kendi arasindaki konusmayi isitince, onunla yetinmediler ve: ""Ey Musa, Allah'i açikca görmedikçe sana asla inanmayacagiz"" dediler Bunun üzerine orada siddetli bir deprem oldu ve bayilip düstüler Hz Musa, Allah'a yalvardi da b [23.09.2023 21:55] Annem: Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Daha önce hükmettiğiniz şekilde hükmedin. Zira ben (kargaşaya, nizâya götürecek) muhalefeti sevmem, tâ ki halk tek bir cemaat teşkil etsinler veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de öleyim." İbnu Sîrîn merhum, Hz. Ali (radıyallahu anh)'den yapılan rivayetlerin çoğunun uydurma ve yalan olduğu görüşünde idi. Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 9. [23.09.2023 21:55] Annem: İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder. [Bakara Sûresi.159] [23.09.2023 21:55] Annem: “Allah’ım! Nefsine takvasını ver ve nefsimi (her türlü kötü şeylerden) temizle, temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen nefsimin dostu ve mevlasısın.” (Müslim, Duâ, 73) [23.09.2023 21:55] Annem: Asla kimsenin umudunu kırma. Belki de sahip oldukları tek şey odur.[Mevlâna] [23.09.2023 21:56] Annem: AVRET 1. İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri. Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki  Ey Resûlüm (sallallahü aleyhi ve sellem) ! Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar. Îmânı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar. (Nûr sûresi  30) Avret yerinizi açmayınız (yâni yalnız iken de açmayınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler (melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz. (Hadîs-i şerîf Eşi'at-ül-Lemeât) Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri göbek altından diz altına kadardır. Diz avrettir. Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı avrettir. Ancak, kadınların elleri örtecek kadar uzun kollu na mazlık veya geniş baş örtüsü ile elleri örtülü olarak kılmaları daha iyi olur. (İbn-i Âbidîn) Konuşmaya başlamamış olan küçük çocukların avret yerleri yalnız sev'eteyn'i yâni önü ile arkasıdır. Erkek çocukların on yaşına kadar, kızların ise gösterişli oluncaya kadar galîz (kaba) avretlerine (göğüs, koltuk, böğür, uyluk, diz ve sırtlarına), bu ndan sonra bütün avretlerine bakmak câiz değildir, günâhtır. (İbn-i Hümâm) Hamamda çok oturma. Hamamda göbeğin ile dizlerinin arasını açma. Erkeklerin ve kadınların, hamamda da avret yerlerini açmaları haramdır, günâhtır. Açan da, bakan da mel'ûndur. (Süleymân bin Cezâ) 2. Kadın, hanım. Bir erkek, avretini döğerse, ben onun dâvâcısı olurum. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) [23.09.2023 21:57] Annem: Baybora T. Büyük fırtına     Kısaltmalar:     A. Arapça,     F. Farsça,     FR. Fransızca,     IB. İbranice,     İ. İtalyanca,     Moğ. Moğolca,    T. Türkçe,     Y. Yunanca,     E.T. Eski Türkçe [23.09.2023 21:58] Annem: Minare dinen gerekli midir? Bir cami için birden çok minare caiz midir? Ezan, Hz. Bilal tarafından Medine’nin en yüksek evlerinden birinin damında okunarak uygulamaya konulmuştur. Onun için ezanı yüksek bir yerde okumak sünnettir. Tarihi süreç içinde ezan ile namaz vaktinin girdiğini duyurmak ve daha uzak yerlere ulaşmasını sağlamak için Ashab-ı kiram zamanından itibaren minareler yapılmaya başlanmıştır (İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 259; Mehmet Zihni Efendi, Ni’met-i İslam, 174). Minarelerin yüksek veya birden fazla olup olmaması cami mimarisi ile ilgili bir husustur. Minarelerin şekli ve sayısı ile ilgili olarak dini bir düzenleme söz konusu değildir. Örf, gelenek minarelerin şekil ve sayılarının belirlenmesinde etkin ise de halktan toplanan paraların gereksiz yere israf edilmemesine de özen gösterilmelidir. [23.09.2023 21:58] Annem: 21 Arınma ve Korunma Ayı Ramazan sapanları yeniden sırat-ı müstakim çizgisine çekmek için yeni peygamberler gönderilmiş, bu süreç içerisinde Hz. Muham- med (s.a.s.)’e kadar binlerce peygamber bu zincirin halkaları içerisinde yer almıştır. Sonuçta Hz. Muhammed (s.a.s.), Ha- temü’l-Enbiya sıfatıyla peygamberlerin mührü ya da Peygam- berlik kapısının kapayıcısı olmuştur. Artık kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar onun getirdiği Kur’an’ın nuru ile aydınlanacaklardır. Bütün peygamberler getirmiş oldukları mesajlarda toplum- larının manevi dünyalarını diri tutmak, onları kötülüklerden uzaklaştırmak, yaratılışlarındaki güzelliği muhafaza etmek, imtihan dünyasında olduklarını hatırlatmak ve benzeri amaç- larla gece gündüz çalışmışlardır. İnsanların bu ve benzeri nok- talara ulaşabilmeleri için bazı vesilelere yani kendisini ayakta tutacak payandalara, destek kuvvetlere ihtiyacı bulunmakta- dır. Vesiletü’n-necat gerekmektedir. Yani kurtuluş vesilelerine sarılmak, insanoğlunu ayakta tutacak, sırat-ı müstakim çizgi- sinde sabit kadem kılacaktır. İşte İslamî literatürde bu kurtuluş vesilelerinin genel adına “ibadet” denmektedir. Bunlar bütün inançlarda şu veya bu şe- kilde vardır. Toplumların kutsal zaman ve kutsal mekân anla- yışları bu bağlamda değerlendirilmektedir. Yüce İslam Dini’n- de de kutsal zaman ve mekân anlayışı son derece önemlidir ve Ramazan ayı da kutsal zaman deyince ilk akla gelenlerden birisidir. Bu ayın tamamının oruç tutularak geçirilmesi ve bu- nun insanın ömründe bir kere değil, yaşadığı müddetçe her Ramazan ayında tekrarlanması, yukarıda bahsetmiş olduğu- muz periyodik ruhî yenilenmeyi, her türlü kötülükten uzak kalabilmek için nefsî arzulara ket vurup ahsen-i takvim mer- tebesinde insanı muhafaza etmenin en güzel yollarından birisi olduğunu vurgulamamız gerekir. RAMAZAN GUNLÜKLER -II.indd 21 27.04.2019 00:11:19 [23.09.2023 22:00] Annem: ALLAH’IN SIFATLARI ∙∙∙ 9 1 ∙∙∙ sıfatı ve ilim sıfatı açısından da mesele değerlendirilince insan, kendisini her yönüyle bilen Cenâb-ı Hakk’ın ken- disine en yakın yüce varlık olduğunu bilir: “Andolsun ki insanı biz yarattık, onun iç dünyasındaki fısıldayışlarını bilen de biziz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”86 Gönlü ilâhî gerçeklere açık olan insan, nefsinin veya şey- tanın dürtülerine mâruz kalınca mevlâsının, kendi söz- lerini işitip davranışlarını gördüğünü hatırlar ve adı ge- çen iki saptırıcıdan hemen uzaklaşır, böylece mânevî bir zafer elde eder. Konuyla ilgili olarak Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, biz bunların hep- sini işitmekte ve yanlarında bulunan elçi meleklerimiz de her yaptıklarını yazmaktadır.”;87 “Ey resulüm! Bilmez misin ki göklerde ve yerde olan her şeyi Allah bilir? Üç ki- şinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya daha çok olsun ve nerede bulunur- larsa bulunsunlar mutlaka O, kendileriyle beraberdir.”88 Cenâb-ı Hakk’ın bir şeyi duyması o anda ikinci bir şeyi işitmesine engel teşkil etmez, varlıkların seslerini birbi- rine karıştırmaz, talep edenlerin çokluğu onu yanıltmaz. Allah’ın işitmesinde olduğu gibi O’nun görme sıfatını da insanların ve diğer yaratılmış varlıkların görmesine benzetmemek gerekir.89 O, karanlıklar içinde renkleri birbirine karışan iki suyun her birini görür. Ne karışmış- lık, ne karanlık, ne aşırı aydınlık ve ne de madde engeli 86 Kāf 50/16. 87 ez-Zuhruf 43/80. 88 el-Mücâdile 58/7. 89 Teftâzânî, Şerhu’l-Akāid, 85. ALLAHA İMAN.indd 91 12.03.2015 09:08:59 [23.09.2023 22:00] Annem: Ravi: Abdullah el'Müzeni (ra) Resulullah (sav) buyurdular ki: "Biriniz et satın alınca suyunu biraz fazla kılsın. (Yemek sırasında) yiyenlerin çokluğu sebebiyle ete rastlamayıp suya rastlasa (bu ona yeterlidir), zira su da, iki etten biri olmuştur. Bu hadisin yer aldığı kitaplar: Tirmizi, Et'ime 30, (1833,1834) Hadisin Açıklaması: 1- Resulullah burada, et suyunun da etin kendisi kadar besleyici ve yemeğe tad verici olduğuna dikkat çekiyor. Bu sebeple et pişerken suyunun fazla konmasını tavsiye ediyor. Bilhassa kalabalık  ailelerde, pişen etten herkesin  kaşığına rastlamayabilir. Şu halde suyun fazla kılınması herkese oldukça eşit bir nasib sağlayabilecektir. Çünkü etteki bir kısım faydalı ve besleyici hasseler suyuna geçecektir. Hadisin Müslim'de Ebû Zerr (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilen bir benzeri şöyledir: "Bir et satın aldın veya pişirdin mi, suyunu artır ve ondan komşuna da bir miktar ver." 2- Resulullah bu hadisle etin suda pişirilerek yenmesini, bu tarzın kızartılarak yenmesinden daha iyi olduğunu irşad etmiş olmaktadır. Hem herkese isabet edecek bir bereket kazanmakta ve hem de -bazı şarihlerin dikkat çektiği üzere- kızartmadan hasıl olacak bir kısım tıbbî zararlar bertaraf edilmiş olmaktadır. 3- Hadisin kaydettiğimiz Ebû Zerr vechi de nazar-ı dikkate alınınca, Aleyhissalâtu vesselâm'ın aynı sofraya oturanlar olsun, diğer komşular olsun, kardeşler arasında bir dayanışma, bir yardımlaşma, bir diğergamlık hislerinin teşkilini, te'sisini de gaye edindiği anlaşılmaktadır. Komşuların birbirlerine bu çeşit ikramları, aralarındaki muhabbeti artırır, dargınlıkları izale eder, dargınlığa götürecek zemin bertaraf  edilmiş olur. 4- Bu hadisin bir diğer yönü, insandaki cimrilik damarının kırılmasına, bencilliğin  izalesine, fakirlik korkusunun dağıtılmasına bakar, şeytanın bu paraleldeki iğvalarını  bertaraf eder. Rehber-i ekmel olan Efendimizin her tavsiyesi, anlamak ve keşfetmekten aciz kaldığımız nice maslahatlar, menfaatler ve dünyevî faideler taşır [23.09.2023 22:02] Annem: Babam, Resulullah (sav)'dan izin isteyerek kendisi ile kamisi arasına girdi. Resulullah (sav)'ı öpüyor ve kucaklıyordu. Sonra: "Ey Allah'ın Rasülü yasaklanması yasak olan şey nedir? bana söyle" dedi. Resulullah (sav): "Tuz!" dedi. Babam tekrar sordu: "Başka ne var?" Resulullah (sav): "Ateş!" dedi. Sonra tekrar sordu: "Ey Allah'ın Resulü yasaklanması, helal olmayan şey nedir?" Resulullah (sav): "Hayır yapman kendine hayırdır" cevabını verdi. Kaynak: Ebu Davud, Büyu 62, (3476) Rivayet: Büheysetu'l-Fezariyye [23.09.2023 22:02] Annem: 17- Teşehhüdden Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Salavat Getirme Bâbı 934- Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivâyet etti. Dedi ki: Mâlik'e Nuaym b. Abdillâh el-Mücmir'den dinlediğim, ona da Muhammed b. Abdillâh b. Zeyd el-Ensârî'ninki bu Abdullah b. Zeyd namaz için Ezanı rü'yasında gören zâttır- Ebû Mes'ûd-ı Ensârî'den naklen haber vermiş olduğu şu hadîsi okudum: Ebû Mes'ûd Şöyle dedi: — Biz Sa'd b. Ubâde'nin meclisinde iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza geldi. Beşir b. Sa'd kendisine: Allahü teâlâ sana salavât getirmemizi bize emretti. Ya Resûlallah! Acaba sana nasıl salâvât getireceğiz? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sükût etti, O derece ki biz keşke Beşir sormamış olsaydı diye temenni ettik; Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «Allah'ım! Muhammed'e ve âlî Muhammed'e, alî İbrahim'e satöt buyurduğun gibi salât eyle! Ve Muhammed ile âl-i Muhammed'e, âl-i İbrahim'e âlemler içinde ihsan buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyiel Zîra sen Hamid ve Mecîdsin; deyin. Selâmda bildiğiniz gibidir» buyurdular. 935- Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız İbn'l Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem’den rivâyet etti. Dedi ki: İbn Ebî Leylâ'dan dinledim. Dedi ki: Bana Kâ'b b. Ucrâ tesadüf etti de şunları söyledi: Sana bir bediyye takdim edeyim mi? Bir defa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıktı da biz (kendisine Yâ Resûlallah!) Sana nasıl selâm okuyacağımızı öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız? dedik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah'ım! Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Al-i ibrahim'e Salât buyurduğun gibi salât eyle. Şüphesiz ki sen Hamîd ve Mecîdsin. Yâ Rab Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Âl-i İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle. Çünkü sen Hamîd ve Mecîd'sin; deyin» buyurdular. 936- Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Şu'be ile Mis'ar'dan, onlar da Hakem'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet ettiler. Yalnız Mis'ar'ın hadîsinde (Sana bir hediyye takdim edeyim mi?) ibaresi yoktur. 937- Bize Muhammed b. Bekkâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Zekeriyyâ A'meş ile Mis'ar'dan ve Mâlik b. Miğvel'den bunların hepsi de Hakem'den naklen İm isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet ettiler. Yalnız Hakem: -Allah'ım- demeyip (sâdece) «Muhammed'e bereket ihsan eyle» demiş. Bu hadîsi Buhârî Kitâbu Ehâdîsi'l-Enbiyâ», «Kİtâbü't-Tefsîr-ve «KitâbüM-Daavât» da, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesai ve İbn Mâce de «Kitabü's-Salat»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Buhârî’nin bir rivâyetinde hadîsin metni şöyledir: «Allah'ım! Muhammed'e ve Ali Muhammed'e, İbrahimle Ali hîm'e eylediğin salât gibi salât eyle! Şüphesiz ki Sen Hanûd'sin, Meâd'un Yâ Rab! Muhammed'e ve Âli Muhammed'e, İbrahim'le Ali İbrâhîm'e ihsan ettiğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen Hamîdsin, Mecîdsin.» Hanefîlerin namazlarda ihtiyar ettikleri salavât budur. Âl'in mânâsı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ondan murâd bütün ümmettir. Bir takımları «Âl-i Resul, Benî Hâşim ile Benî Muttalıp'tir» demir. Bazıları da, bundan muradın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zürriyeti ve Ehl-i Beyt'i olduğunu söylemişlerdir. Nevevî (601 - 676) birinci kavlin muhtar olduğunu bildiriyor. Bereketten murâd: Hayır ve kerametin ziyâdesidir. Bazıları, hayır ve kerâmetde sebat ve devam demek olduğunu, bir takımları da her türlü kusurlardan temizlemek ma'nâsına geldiğini söylemişlerdir. Şu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e salavât getirmekten maksad: «Yâ Rabbi, Onun nâmı, sânını dünya ve âhiretde yüce kıl, da'vetini meydana çıkar; şeriatını devam ettir; âhiretde ümmeti için ona şe [23.09.2023 22:03] Annem: İTİKAF 1269: İbni Ömer (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ramazanın son on gününde itikafa çekilirdi.” (Buhari, İtikaf, 1; Müslim, İtikaf, 1) 1270: Aişe (Allah Ondan razı olsun)’dan bize bildirildiğine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) vefat edinceye kadar Ramazanın son on gününde itikafa girmiştir. Vefatından sonra da hanımlar itikafa devam ettiler. (Buhari, İtikaf, 1; Müslim, İtikaf, 5) 1271: Ebu Hureyre (Allah Ondan razı olsun) demiştir ki, “Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) her Ramazanda on gün itikafa girerdi. Vefat ettiği senenin Ramazan ayında ise yirmi gün itikafa girdi.” (Buhari, İtikaf, 17) [23.09.2023 22:03] Annem: Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İmamlar sizin için namaz kılarlar; eğer eksiksiz kıldırırlarsa hem size hem de onlara sevabı vardır; şayet hata ederlerse, size sevap, onlara da ceza vardır.” Buhârî, Ezân 55. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 355, 537 [23.09.2023 22:04] Annem: “…Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı da gelmişti…” Fâtır, 35/45 Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [23.09.2023 22:04] Annem: Resulullah (sav) efendimiz buyurdular ki: "(Alıcı olmadığınız halde, fiyatları kızıştırmak için) müşteri ile satıcının aralarına girmeyin." Buhari, Büyu 58; Müslim, Büyu 11, (1515), Nikah 52 (1413); Ebu Davud, Büyu 46, (3438); Tirmizi, Büyu 65, (1304); Nesai, Büyu 21 (7, 1259); İbnu Mace, Ticarat 14, (2174) Müslümanca | İslam Ansiklopedisi [23.09.2023 22:04] Annem: Abdülmuttalib'in Rüyâsı 2018-05-25 Tarihinde Yayınlandı Aradan yıllar geçti. Alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur, onu Ku­reyş’in reisliği maka­mına getirip oturttu. Sıcak bir yaz günü idi. Kâbe’nin yanındaki Hicr mevkiinde serin bir gölgede uyuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında bir zât, kendisine şöyle seslendi: “Kalk, Tayyibe’yi kaz!” Sordu: “Tayyibe nedir?” Fakat o zât, sorusuna hiçbir cevap vermeden uzaklaşıp gitti: Uyanan Ab­dül­mut­ta­lib, heyecanlı idi. “Tayyibe” ne demekti? Tayyibe’yi kazmak nasıl olurdu? Rüyaya bir mana veremeden merak içinde o gün ve ge­ceyi geçirdi. Ertesi gün, aynı yerde yine uykuya dalmıştı. Aynı adam tekrar göründü ve seslendi: “Kalk, Berre’yi kaz!” Rüyasında şaşkına dönen Ab­dül­mut­ta­lib, yine sordu: “Ber­re nedir?” Adam yine hiçbir cevap vermeden oradan uzaklaşıp gitti. Ab­dül­mut­ta­lib, derin uykudan daha büyük bir merak ve heyecan içinde uyandı. Ne var ki gördüklerine bir türlü mana veremiyordu. O gün ve geceyi yine gördüğü rüyanın tesirinde geçirdi. Ertesi gün idi. Yine aynı yerde yatıyordu. Aynı adam gelerek kendisine, “Kalk” dedi. “Mednune’yi kaz!” Derin uykuda Ab­dül­mut­ta­lib, adama, “Mednûne nedir?” diye sor­du, ama adam yine cevap vermeden uzaklaşıp gitti. Ab­dül­mut­ta­lib’in merak ve heyecanı son haddine ulaşmıştı. Üç gün üst üste gördüğü rüyanın boş olmadığını elbette biliyordu; ama manasını anlayacak en ufak bir ipucuna da sahip değildi. Dördüncü gün yine aynı yerde uykuya yatan Ab­dül­mut­ta­lib, aynı adamın geldiğini gördü. Adam bu sefer şöyle seslendi: “Zemzemi kaz!” Ab­dül­mut­ta­lib, “Zemzem nedir, nerededir?” diye sorunca da adamın ce­vabı şu oldu: “Zemzem bir sudur ki hiç kesilmez, dibine erilmez. Hacıların su ihtiyacını onunla karşılarsın. O, Kâbe’de kesilen kurbanların kanlarının döküldüğü yer ile terslerinin gömüldüğü yer ara­sın­da­dır. Alaca kanatlı bir karga gelip orayı gagalar. Orada karınca yuvası da var­dır!”[1] Uyanan Ab­dül­mut­ta­lib’in heyecanına bu sefer sevinç de katılmıştı. Çünkü rüyayı manalandırmak için ipucunu elde etmişti. Zem­zem kuyusundan defa­larca bahsedildiğini duymuştu. Fakat onun yerini kimse bilmiyordu. Çünkü Cürhümlüler, Mekke’den düşman istilâsı önünden kaçarken Kâbe’nin bütün kıymetli mallarını zemzem kuyusuna atmış, kuyunun üstünü de toprakla bir edip belirsiz bir hale getirmişlerdi. O zamandan beri zemzemin ismi var, ken­disi yoktu.[2] Ab­dül­mut­ta­lib, artık zemzemin yerini bulup kazmakla vazifelendirildiğini anlamıştı. Derhal araştırmaya koyuldu. Rüyasında kendisine öğretilen yere git­ti. Bu sırada alaca kanatlı bir karganın süzüldüğünü ve yere konarak gaga­sıyla bir yeri karıştırdıktan sonra havalanarak göğe doğru yükseldiğini gördü. Ab­dül­mut­ta­lib’in sevincine diyecek yoktu. Senelerden beri gizli kalmış, ha­yat bahşeden bir kuyuyu bulma ve ortaya çıkarma şerefine erecekti. Zemze­min yerini tespit etmişti ve sıra, kazmaya gelmişti. Bu şerefi başkasına kaptır­mak ve bu sırrı başkalarına açmak istemiyordu. Bunun için ertesi gün yanına bir tek oğlu olan Hâris’i alarak tespit edilen yere gitti ve kazmaya başladılar. Bir müd­det devam eden kazı sonucu zemzem kuyusunun örülmüş duvar taş­larıyla bir daire şeklindeki ağzı meydana çıktı. Ab­dül­mut­ta­lib sevinçliydi, he­yecanlıydı. Adeta gözlerine ina­namıyordu. Ama gözlerine inansa da inanma­sa da görü­nen, bir kuyu ağzı idi. Tekbir getirmeye başladı: “Allahü Ekber! Al­lahü Ekber!” Ab­dül­mut­ta­lib ve Ku­reyş İleri Gelenleri Ab­dül­mut­ta­lib’in bu faaliyetini başından beri gözleyen Ku­reyş­li­ler, işin ar­tık ortaya çıkmak üzere olduğunu fark edince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra K [23.09.2023 22:05] Annem: ÖĞÜTLER Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nden Öğütler:- Ahmağa cevap vermemek, en güzel cevaptır.- Babasına ve annesine itaatli olan, evladını kendisine saygılı bulur.- Başkası için kuyu kazan, içine kendisi düşer.- Cimri ve korkakla meşveret etmeyin.- Çok selâm ve tatlı dil, sevgiye sebeptir.- Cömertlik, insanın süsüdür- Dil, insanın terazisidir; âlim ve cahili birbirinden ayırır- Dili tatlı olanın, dostu çok olur.- En faydalı hazine, gönüllerdeki sevgidir.- Gıybet ve koğuculuktan sakının ki, bunlar insanı halktan ve Hak’tan uzak eder.- Halka iyilik eden, Hak’tan iyilik bulur.- İstişare, rahmettir.- Konuşursan doğru konuş. Yalan aşağılıktır. Kurtuluş doğruluktadır.- Malınla cömert, sırrınla cimri ol ki, mal veren aziz, sır veren zelildir.- Ülfetin sebebi, vefadır. Ayrılığın sebebi, ihtilaftır. Fakirliğin sebebi, israftır. Nasihat Takvimi https://play.google.com/store/apps/details?id=com.nasihattakvim [23.09.2023 22:05] Annem: ❝Öldür beni sen çek tîğ-i cevri Yüz dönmek olmaz yârım kapından Âşıka yârın bir lutf u kahrı Yüz dönmek olmaz yârım kapından❞ ▪ Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî Nesre Çevirisi: ▪ (Ey sevdiğim!) Senin kapından yüz çevirmek olmaz, istersen eziyet kılıcını çek, beni öldür. (Zira) sevdiğinin kahrı âşığa lutuftur. [23.09.2023 22:08] Annem: Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Aldığı şeyi sahibine ödemek "el'e vecibedir" Katade der ki: "Hasan (bunu rivayet ettiğini) unuttu ve dedi ki: "O, [yani ariyet] emanetindir, (Zayi olması halinde) sana tazmin gerekmez." Kaynak : Ebu Davud, Büyu 90, (3561), Tirmizi, Büyu 39, (1266) ( Sen de oku : bit.ly/Hadisiserif ) [23.09.2023 22:08] Annem: [Hadis No : 3632] Muhammed İbnu Hanefiye anlatıyor: "Hz Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda -kızı hanımım olması sebebiyle- Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a soramamıştım. Mikdâd İbnu'l-Esved radıyallahu anh'a söyledim, o sordu. Şu cevabı almıştık:   "(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve abdest alır." İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [23.09.2023 22:08] Annem: “Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66) [23.09.2023 22:08] Annem: Bir Ayet Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir. (Mü'min, 40/19) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [23.09.2023 22:09] Annem: Bir Hadis Tokalaşın ki içinizdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki birbirinize sevginiz artsın ve aranızdaki düşmanlık yok olup gitsin. (Muvatta, Hüsnü'l-Huluk, 4) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [23.09.2023 22:09] Annem: Bir Dua Ey Rabbimiz! Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun... (Mü'min, 40/9) İslami Uygulamalar  islamiuyg@gmail.com [23.09.2023 22:10] Annem: Avn b. Ebû Cuhayfe, babasından şunları naklediyor: “Peygamber’e (sav) gittim. Deriden yapılmış kızıl bir çadırın içindeydi. Bilâl’i, Peygamber’in (sav) abdest suyunu taşırken gördüm. İnsanlar bu abdest suyunu alabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Suya dokunabilen onunla yüzünü sıvazlıyordu. Sudan alamayanlar ise arkadaşının elindeki ıslaklıktan faydalanmaya çalışıyordu.” (B5859 Buhârî, Libâs, 42) [23.09.2023 22:12] Annem: 1- KİTÂBU'L-ÎMÂN. (Îmân Kitabı) 1- Îmân Babı Ve Peygamberin: İslâm Beş Şey Üzerine Bina Edilmiştir... Kavli 2- Îmâna Âid İşler Ve Yüce Allah'in Şu Kavli Bâbı: "Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz hâlis iyilik değildir. Fakat hâlis iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitâb 'a ve peygamberlere îmân eden, malı sevgisine rağmen akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna, dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahidleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler, sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabr ve metanet gösterenlerin bu hayırlı işleridir. İşte böyleleri, sâdık olanlardır ve onlar takvâya erenlerin tâ kendileridir" (el-Bakara: 2/177) ; "Mü'minler muhakkak felah bulmuştur ki, onlar namazlarında huşû 'u gözetenlerdir, onlar boş ve fâidesiz şeylerden yüz çeviricidirler, onlar zekâtlarını verenlerdir, onlar ırzlarını koruyanlardır, şu var ki, zevcelerine yâhud sağ ellerinin mâlik olduklarına karşı müstesnadır, çünkü onlar kınanmış değildirler. O hâlde kim bunların ötesini isterse şübhe yok ki, onlar haddi aşanlardır. Ve öyle mü'minler ki, onlar emânetlerine ve ahidlerine riayetkardırlar, onlar namazlarına devam ederler" (el-Mu'minûn: 23/1-9). 3- Müslümân. Dilinden Ve Elinden Müslümânların Selâmette Kaldığı Kimsedir Bâbı 4- Müslümânların Hangisi Efdaldir Bâbı. 5- Yiyecek Yedirmek İslâm'dandır Bâbı. 6- Kişinin Kendi Nefsi İçin Arzû Ettiğini Kardeşi İçin De Arzû Etmesi Îmândandır Bâbı 7- Rasûlullah(S)'ı Sevmek Îmândandır Bâbı. 8- Îmânın Tatlılığı Babı. 9- Bâb: (Kâmil) Îmânın Alâmeti Ensâr'ı Sevmektir 10- Bâb 11- Bâb: Fitnelerden Kaçmak Dîndendir. 12- Peygamber(S)'in "Allah'ı en çok bileniniz benim" Sözü Ve Yüce Allah'ın: "Allah sizi yemînlerinizdeki lağvden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muâhaze eder..." (el-Bakara: 2/225) Kavli Sebebiyle Ma'rifetin, Kalbin Fiili Olduğu Babı 13- Kişinin, Kâfirliğe Dönmekten, Ateşe Atılacakmışcasına Hoşlanmaması Îmândandır Babı 14- Îmân Ehlinin Ameller Sebebiyle Birbirlerinden (Faziletçe) Üstün Oluşları Babı 15- Haya İmândandır Bâbı. 16- Bâb: "... Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarım serbest bırakın... " (et-Tevbe: 9/5) . 17- Yüce Allah'ın: "İşte bu, sizin yapageldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde mîrasçı kılındığınız Cennettir" (ez-Zuhrûf: 43/72; küçük fark ile el-A'râf: 7/43) Kavlinden Dolayı "Îmân Ancak Ameldir"  Diyen Kimse Babı 18- Bâb: İslâm Hakikat Üzere Olmadığı Zaman, Sırf İnkiyâd İçin Yâhud Öldürülmekten Korkmaktan Dolayı Olduğu Zaman (Muteber Olmaz) 19- Bâb: Selâm (Vermek) İslâm'dandır. 20- Hayât Yoldaşına Nankörlük Etmek (Bir Nevi' Küfürdür) Ve Kâfirliğin Berisinde Kâfirlik Vardır Babı. 21- Ma'siyetler, Câhiliyyet İşi Nev'indendir Babı 22- Bâb:  "Eğer mü’minlerden iki zümre birbirleriyle döğüşürlerse aralarım barıştırın..." (el-Hucurât: 49/9). Yüce Allah bu döğüşen kimselere mü'minler ismini verdi  . 23- Bâb: Zulmün Bâzısı Daha Hafiftir 24-  Münâfıkın Alâmeti Babı 25- Bâb: Kadr Gecesini Tâatle Geçirmek Îmândandır 26- Bab: Cihâd Îmândandır. 27- Bâb: Ramazân Gecelerini Nafile İbâdetle Geçirmek Îmândandır 28- Bâb: Mükâfatını Yalnız Allah'tan Umarak Ramazân Orucunu Tutmak Îmândandır 29- "İslâm Dîni kolaylıktır" ve Peygamber(s)'in: "Allah'a en sevgili olan dîn müsâadekârlık (semahat) ve kolaylık üzerine kurulmuş olan, hanîf İslâm Dîni'dir" Sözü Babı 30- Bâb: Namaz Îmândandır. 31- Kişinin Müslümanlığının Güzelliği Babı. 32- Bâb: Allah'a En Sevgili Olan Dîn (Ameli), En Devamlı Yapılanıdır 33- Îmânın Artıp Eksilmesi Ve Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: "Biz de onların hidâyetini artırmıştık" (el [23.09.2023 22:12] Annem: 17- "... Eğer Tevbe Ederler, Namaz Kılarlar, Zekât Verirlerse Yollarını Serbest Bırakın... " (Tevbe: 9/5). 25 Bize Şu'be, Vâkıd ibn Muhammed'den tahdîs etti: Şöyle demiştir: Ben babamdan işittim; İbn Omer'den tahdîs ediyordu (O şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'tan başka hakk ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasûlüllah olduğuna (zahirde) şehâdet, namazı ikaame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmekliğim bana emrolundu. Onlar bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Bâtınlarından dolayı olan) hesâblarına gelince, o (hesabı görmek) Allah'a âiddir"     [23.09.2023 22:13] Annem: Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım... (Tirmizî, Menâkıb, 63) [23.09.2023 22:13] Annem: - عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ - إِنَّ الرَّجُلَ لَتُرْفَعُ دَرَجَتُهُ فِى الْجَنَّةِ فَيَقُولُ : أَنَّى هَذَا ؟ فَيُقَالُ : بِاسْتِغْفَارِ وَلَدِكَ لَكَ - ابو هريره رضى الله عنە دن روايت اولوندى كه رسول الله صلى الله عليه وسلم افنديمز شويله بويورمشلردر - محقق كه بر رجل جنتده درجەسى يوكسلتيلير ده، ’بو نرەدن ديه‘ سؤال ايدر. اوكا ’بو سنك اولادينك سكا اولان استغفاريدر‘ دينيلير - Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet olundu ki, Rasülüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır - Muhakkak ki bir racül cennette derecesi yükseltilir de ‘Bu nereden?’ diye sual eder. Ona ‘Bu evladının sana olan istiğfarı sebebiyledir’ denilir. - Sünen-i İbn-i Mâce, Kitabü’l-Edeb, h. 3660 [23.09.2023 22:13] Annem: İçinizden kim Allah'a ve Resülüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükafatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır. (Ahzâb, 33/31) [23.09.2023 22:15] Annem: 13/Ra'd 21 - Onlar, Allah'ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır. [23.09.2023 22:15] Annem: حَدَّثَنَا أَبُو الْقَاسِمِ، خَالِدُ بْنُ خَلِيٍّ قَالَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حَرْبٍ، قَالَ قَالَ الأَوْزَاعِيُّ أَخْبَرَنَا الزُّهْرِيُّ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، أَنَّهُ تَمَارَى هُوَ وَالْحُرُّ بْنُ قَيْسِ بْنِ حِصْنٍ الْفَزَارِيُّ فِي صَاحِبِ مُوسَى، فَمَرَّ بِهِمَا أُبَىُّ بْنُ كَعْبٍ، فَدَعَاهُ ابْنُ عَبَّاسٍ فَقَالَ إِنِّي تَمَارَيْتُ أَنَا وَصَاحِبِي هَذَا فِي صَاحِبِ مُوسَى الَّذِي سَأَلَ السَّبِيلَ إِلَى لُقِيِّهِ، هَلْ سَمِعْتَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَذْكُرُ شَأْنَهُ فَقَالَ أُبَىٌّ نَعَمْ، سَمِعْتُ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم يَذْكُرُ شَأْنَهُ يَقُولُ ‏ "‏ بَيْنَمَا مُوسَى فِي مَلإٍ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ، إِذْ جَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ أَتَعْلَمُ أَحَدًا أَعْلَمَ مِنْكَ قَالَ مُوسَى لاَ‏.‏ فَأَوْحَى اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ إِلَى مُوسَى بَلَى، عَبْدُنَا خَضِرٌ، فَسَأَلَ السَّبِيلَ إِلَى لُقِيِّهِ، فَجَعَلَ اللَّهُ لَهُ الْحُوتَ آيَةً، وَقِيلَ لَهُ إِذَا فَقَدْتَ الْحُوتَ فَارْجِعْ، فَإِنَّكَ سَتَلْقَاهُ، فَكَانَ مُوسَى صلى الله عليه وسلم يَتَّبِعُ أَثَرَ الْحُوتِ فِي الْبَحْرِ‏.‏ فَقَالَ فَتَى مُوسَى لِمُوسَى أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ، وَمَا أَنْسَانِيهِ إِلاَّ الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ‏.‏ قَالَ مُوسَى ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِي‏.‏ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا، فَوَجَدَا خَضِرًا، فَكَانَ مِنْ شَأْنِهِمَا مَا قَصَّ اللَّهُ فِي كِتَابِهِ ‏"‏‏.‏ Rivayet edildiğine göre İbn Abbas ile Hur İbn Kays İbn Hısn el-Fezârî Hz. Musa'nın (Kur'an'da buluştuğu bahsedilen) arkadaşı / bilge kişi hakkında görüş ayrılığına düştüler. İbn Abbas bunun Hızır olduğunu söyledi. Onların yanından Ubey İbn Ka'b geçiyordu. İbn Abbas onu çağırarak sordu: "Ben ve bu arkadaşım, Hz. Musa'nın kendisi ile buluşmak için yol sorduğu kişi hakkında tartıştık. Onunla ilgili olarak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir şey söylediğini işitmiş miydin?" dedi. Ubey şöyle dedi: "Evet, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini işittim: "Hz. Musa, İsrailoğulhrından bir grup ile birlikte iken bir adam ona gelerek: -Senden daha bilgili bir kimse biliyor musun? Diye sordu. Hz. Musa "hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa'ya vahyederek şöyle dedi: "Evet senden daha bilgili bir kimse var. O da kulumuz Hızır'dır" dedi. Musa onun yanına nasıl gideceğini sordu. Yüce Allah balığı onun için bir alâmet kıldı. Musa'ya "Balığı kaybettiğinde dön, çünkü onunla buluşacaksın" denildi. Hz. Musa denizde balığın izini sürerdi. (Musa (a.s.)'ın yanındaki yol arkadaşı olan genç adam:) 'Gördün mü?" dedi, 'Kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı." O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa: 'işte aradığımız o idi' dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler". Ardından buldular. Daha sonra Hızır ile Musa arasında Allah ın kitabında haber verdiği olaylar yaşandı Grades: Reference: Sahih Buhari 78 In-book reference: Kitap 3, Hadis 20 https://play.google.com/store/apps/details?id=com.islamicproapps.hadithpro [23.09.2023 22:16] Annem: عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  قال:  قال رَسُولُ اللَّهِ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : مَنْ تَابَ قَبْل َأن تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ. Ebû Hureyre (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Güneş batıdan doğmazdan önce kim tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zikir 43) [23.09.2023 22:16] Annem: HULK (HUY) BÖLÜMÜ.. Umumî Açıklama: HULK (HUY) BÖLÜMÜ Umumî Açıklama: Hulk (veya huluk), Nihâye'de din, tab' ve seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy'un karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu mânada kullanırız. Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk dendiği gibi. Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî sûretin evsafından çok, bâtınî sûretin evsafına taalluk etmektedir. Hulk şu hadise göre fıtrîdir  ve yaratılıştan gelen bir vasıftır:   إنَّ اللّهَ قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَخَْقَكُمْ كَمَا قَسَّمَ بَيْنَكُمْ اَرْزَاقَكُمْ "Allah aranızda rızkınızı taksim ettiği gibi ahlâkınızı da taksim etmiştir." Huyun yaratılıştan geldiğini ifade eden bir diğer hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın el-Eşecc (radıyallâhu anh)'e söylediği şu sözdür: "Sende iki haslet var ki Allah onları sever: Hilm ve hayâ." Eşecc sormuştur: "Ey Allah'ın Resûlü, bunlar bende  eskiden beri mi var, (yoksa Müslüman olduktan sonra) yenilerde mi hasıl oldu?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mevzumuz açısından ayrı bir ehemmiyet taşıyan cevabı şu: "Eskiden beri var!" Bunun üzerine Abdü'l-Kays kabilesinden olan Eşecc'in Allah'a ifade ettiği şükran  cümlesi de mevzumuzu aydınlatır: "Beni, sevdiği iki hasletle mecbul kılan Allah'a hamd olsun:  اَلْحَمْدُ للّهِ الَّذِى جَبلَنِى عَلى خُلَّتَيْنِ مِمَّا يُحِبُّهُمَا اللّهُ Hadiste Eşecc'in, o iki hasletin eski mi, yeni mi? olduğunu sorması ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın eskiden beri mevcudiyetini beyan etmesi, huyu meydana getiren bir kısım hasletlerin yaratılıştan mevcut olduğunu ifade eder. Ancak bâzı hasletlerin sonradan kazanıldığı, irade ve gayretle iyi hasletlere sahip olunabileceği de inkâr edilemez. Gerçi ahlâkçılar, dünyanın her tarafında, huyun fıtrî mi, iktisabî mi olduğunu tarih boyunca münâkaşa etmiştir. Bu münâkaşaya sadece Doğulu hükemâ değil, Batılı feylesoflar da katılmıştır. Her iki görüşü destekleyen müşâhedeler ve dogmaya ve nassa dayalı deliller mevcuttur. Aristo, Lock, Rousseau, Erasme gibi feylesof ve terbiyeciler insan ruhunu her bilgiyi, her ahlâkı almaya kabil boş bir levhaya, bal mumuna, ekime hazır verimli boş bir tarlaya benzetirken, Goethe, Schopenhauer gibi diğer bir kısımları da karakterin doğuşta sâbit şekilde tesbit edildiğini, sonradan verilecek terbiye ile hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemişlerdir. "Ey iman edenler, kendinizi ve âile halkınızı yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun" (Tahrim 6). "Nefsini temizleyen  kurtuluşa  ermiş, ihmal edip örten de ziyana uğramıştır" (Şems 9-10) gibi âyetlerden, "Ben bir muallim olarak gönderildim", "Hayır bir alışkanlıktır", "Çocuklarınıza ikrâm edin, terbiyelerini güzel yapın" gibi terbiyevî faaliyete dikkat çeken, teşvik eden pek çok nass, insanı kurtuluşa erdirecek güzel hasletlerin terbiye yoluyla kazanılacağını beyan ederler. Bu inanç esas olmasaydı, peygamberlik müessesesinin, kitapların, dâvetin, irşadın ne mânası olurdu? Meseleyi her iki yönüyle de değerlendiren İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi hasletlerin irâdî gayretle desteklenerek meleke haline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine hükmederler. Sözgelimi Hz. Ömer (radıyallâhu anh): "İnsanda on (fıtrî) ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu kötü (serbest kalırsa) diğerlerini de bozar..." demiştir. İbnu'l-Arabî de şunu söyler: "...Güzel ahlâk ile mecbul olanlar cidden azdır. Kötü ahlâk  üzere mecbul olanlar ise, insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına  galebe çalan, şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, temy [23.09.2023 22:16] Annem: Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası. İbn Mâce, Dua, 11. [23.09.2023 22:16] Annem: Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. (Müslim, "Zikir", 73;Ebu Davud,"Salat", 367;Nesau, "İstiaze", 2) [23.09.2023 22:16] Annem: Tarihte Bugün •  Devlet Demiryolları Kuruldu 1856 •  Gece ve Gündüzün Eşit Oluşu •  Sonbahar’ın Başlangıcı Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [23.09.2023 22:16] Annem: Günün Ayeti “Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” İsra 82 [23.09.2023 22:17] Annem: Günün Hadisi “Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır.” Buhârî, İlim 28, Ezân 62 [23.09.2023 22:17] Annem: ÜNİVERSİTE BÖLÜMLERİ VE BANKACILIK Doğru üniversite ve bölüm seçimi, insanın hayatı boyunca vereceği en önemli kararlardan biridir. Özellikle bölümün isabetli tercihi, öğrencinin sevdiği mesleği yaparak hem kendisi hem de toplumu için daha fazla katma değer oluşturmasına yardımcı oluyor. Ülkemizde de birçok farklı meslek için üniversite bölümleri bulunuyor. Bu bölümler arasında iktisat, işletme gibi bölümler en çok tercih edilenler arasında yer alıyor. Bankalarda çalışmak isteyen üniversite adayları, çok farklı bölümlerden istedikleri hedefe ulaşabiliyor. Farklı bölümler, banka içinde görev alınabilecek departman çeşitliliğini de arttırıyor. Hangi Bölüm Mezunları Bankalarda Çalışabiliyor? Üniversite adayları, iktisadi ve idari bilimler fakültesindeki hemen hemen tüm bölümler ile bankacılık sektörüne adım atabiliyor. Oldukça geniş seçeneklere sahip iktisadi ve idari bilimler fakültesi, bölümler arasında ortak ders havuzları oluşturarak gerekli eğitimleri almanızı sağlıyor. Bankacılık sektöründe iş bulabilmek için alınması gereken dersleri veren tüm öğrenciler, bankalarda çalışabiliyor.                 Kuveyt Türk Dijital Takvim https://play.google.com/store/apps/details?id=com.kuveytturk.dijital.takvim [23.09.2023 22:17] Annem: buyurdu: “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 62; Tirmizi, Zühd, 61; İbni Mace, Fiten 12.) Peygamber Efendimiz, pey- gamberlik birikimi ve “cevâ- miü’l-kelim” (az sözle engin manalar dile getirme) özelli- ği ile bu zorlu isteği, “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol!” diye iki cümleyle cevap- lamıştır. Hadisin başka bir ri- vayetinde cevap, “Rabbim Al- lah’tır de, sonra dosdoğru ol!” şeklindedir. İstikamet üzere yaşamak, fev- kalade dikkat ve gayret ister. Doğrulukta kalbin ve dilin dü- rüstlüğü pek büyük önem arz etmektedir. Kalp, beden ülke- sindeki tüm organların reisidir. Tek Allah’a iman edip dürüst- lüğü benimseyen bir kalp, di- ğer organları etkiler. Dil, kalbin tercümanıdır. Onun doğruluğu ve eğriliği de diğer organların tavırlarına tesir eder. Nitekim bir hadis-i şerifte, her sabah bütün organların dile hitaben, “Bizim hakkımızda Allah’tan kork, biz sana bağlıyız, sen doğru olursan biz de doğru oluruz, sen eğri olursan biz de eğriliriz.” (Tirmizi, Zühd, 61.) de- dikleri bildirilmiştir. Bu, doğru sözlü olmanın önemini gös- termektedir. Hatta bir başka hadiste de Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198.) O hâlde, özüyle sözüyle dosdoğru ol- mak gerekmektedir. Peygam- berimizin “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” tavsi- yesinin manası budur. İslamın özü de bundan ibarettir. kamçı ile vurmuş veya lanet etmişsem sen bunu kıyamet gününde onun hakkında bir temizlik, bir ecir ve bir rahmet vesilesi kıl!” (Ahmed b. Hanbel, Müs- ned, III, 400.) Dünya tarihinde böyle bir dev- let başkanı gördünüz mü? Vefatından önce halkı ile bu şekilde helalleşen ve vedala- şan bir kral, bir imparator, bir idareci tanıdınız mı? Peygam- ber Efendimizin üstünlüğü ve örnekliği işte buradadır. En bü- yük mucize, istikamettir. Peygamber Efendimiz, ashabı- na ne dedi ve onlardan ne is- tediyse hepsini daha fazlasıyla kendisi yaptı. Farz namazların camide cemaatle kılınmasını isteyen Peygamberimiz, hic- retten sonra namazlarını cami- de cemaatle kılmıştır. Günde beş vakit cemaatine imamlık yapmıştır. Rahatsızlığından dolayı ömrünün son on yedi vaktinde imamlığı Hz. Ebu Be- kir’e devretmiştir. Bu vakitlerin bir kısmını evinde bir kısmını da camide Hz. Ebu Bekir’in arkasında kılmıştır. Ömrünün son namazı olan 8 Haziran 622 Pazartesi gününün sabah namazını da camide kılmıştır. Sabah namazından sonra evi- ne gelen Peygamber Efendi- miz, evinde bulunan altı veya yedi dinar paranın bir an önce yoksullara dağıtılmasını istedi. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Hz. Aişe’ye bu paranın dağıtılıp dağıtılmadığını sordu. Hz. Aişe annemiz de “Seninle meşgul olduğumuz için henüz dağıtamadık.” dedi. Bunun üzerine bizzat kendisi bu pa- rayı beş yoksul aileye pay ede- rek gönderdikten sonra şöyle dedi: “İşte şimdi rahat ettim.” (İbn Sad, Tabakat, II, 237.) Peygamber Efendimiz, hicret- ten sonra Medine’de kurduğu devletin başkanıdır. Bu devletin hazinesi vardır, ordusu vardır, gelir ve gideri vardır, komutan- ları, valileri ve memurları vardır, geleni gideni vardır, gelen el- çilerin ağırlandığı devlet misa- firhanesi vardır. İşte bütün bu varlıklar içerisinde istikametin- den taviz vermeyen ve kıyame- te kadar bize örnek olan Pey- gamberimiz vardır. Evet, o bir devlet başkanıydı ama krallar gibi yaşayan bir devlet başkanı değildi. Onun, orta tabakanın da altında bir hayat standar- dı vardı. Vefat ederken geriye mal mülk ve zenginlik bırak- mayan bir devlet başkanıydı. Vefatından önce elindeki parayı yoksullara dağıtması konusun- da İmam Kastalani şöyle der: “Yüce Allah’ın habibi, peygam- berlerin ulusu, geçmiş ve gele- cekteki günahları bağışlanmış olan Peygamberimiz böyle ya- parsa üzerlerinde Müslüman- ların hakları bulunanların hâli nice olur, bir düşünün.” (Kastalani, Mevâhibülledüniyye, II, 481.) “Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol!” Hayatı boyunca istikamet üze- re yaşayan Peygamberimiz, ashabına da böyle yaşamaları- nı tavsiye etmiştir. Bu konuda bir hadis-i şerifin mealini ver- mekle yetineceğim: Ebu Amr (veya Ebu Amre) Süfyan b. Abdullah (r.a.) şöyle dedi: “Ya Resulüllah! Bana İs- lam’ı öylesine tanıt ki onu bir daha senden başkasına sor- maya ihtiyaç duymayayım.” Resulüllah da (s.a.s.) ona şöyle GÜNDEM Aylık Dergi | Eylül 2023 9 [23.09.2023 22:18] Annem: 10 DİYANET ÇOCUK DERGİSİ | Eylül 2023 Alabalık ile Kalabalık Yazan Fatma Nur Yılmaz Çizen Tuğba Erkaya Hayır, su. Sular kesilmiş nedense. Bana da iyi gelir inşallah. Bu arada ben çok terledim çok da susadım. Şuradaki çeşmeden bir şişeye doldur da vakit kaybetmeyelim. Ah belim ah! Tüm kılçıklarım ağrıyor. Çok yorgun hissediyorum kendimi. Ama anlamıyorum dostum, spor beni daha fazla yordu. Hani iyi gelecekti? Sen bana güven. Spor tam da böyle bir şey zaten. Kaç yıldır düzenli yapıyorum bak bana, elhamdülillah çok sağlıklı hissediyorum kendimi. Vücudun dinçleşecek, kılçıkların güçlenecek. Oo aleykümselam. Hoş geldiniz. Az sonra... Selamünaleyküm Bakkal Balık. Ah yok, oh var. Yakında tüm ağrılarından kurtulacaksın inşallah dostum. Yok ki. Şişe mi? BİR DAMLA SU


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —
G-H1BEN5KZ8N