Şair ve yazar Ali Ayçil, Nazım Hikmet'in Türkçenin tarihinin geleceğe taşınmasında önemli rol üstlendiğini dile getirdi
İSTANBUL (AA) - "Karşı Roman", "İstanbul'un Sakinleri" ve "Sur Kenti Hikayeleri" adlı kitapları kaleme alan şair ve yazar Ali Ayçil, Türkçenin önemli temsilcilerinden Nazım Hikmet ile ilgili AA muhabirine değerlendirmede bulundu.
Nazım Hikmet'in modern Türk şiiri içeresinde en çok tartışılan şair olduğunu belirten Ayçil, söz konusu tartışmaların odağında, şairin şiirlerinden çok yaşam serüveninin olduğunu söyledi.
Ayçil, Nazım Hikmet'in İstiklal Savaşı sırasında arkadaşı Vala Nurettin'le Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçerken Bolu'da tüm hayatını şekillendiren küçük bir grupla tanıştığına işaret ederek, "Bu grubun adı Spartakisler'dir. Nazım, daha sonra Rusya'ya gidecek ve hayat macerası sosyalizm içinde şekillenecektir. Hem Mustafa Kemal hem Milli Şef hem de Demokrat Parti döneminde Rusya'ya ve Ekim Devrimi'yle ortaya çıkan rejime karşı beliren kuşkulu tavır, Nazım'ın ve Türkiye'deki diğer sosyalistlerin devlet nezdinde tehlikeli birilerine dönüşmesine sebep oldu. Öte yandan bu süreçte ikircikli durumlar da yaşandı. Bir devlet partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası, Nazım'ı tehlikeli biri olarak yargılarken, aynı partinin kültürel-sanatsal unsurları ona ciddi bir yakınlık duyuyor, koşullar uygunsa yüceltmekten geri durmuyorlardı. Muhafazakar/milliyetçi kesimler ise özellikle Rusya'ya kaçışından sonra şairi ağır bir yargıyla tam karşı cepheye yerleştirdiler. Onlara göre Nazım bir 'vatan haini' idi." açıklamasını yaptı.
"Nazım'da memleket, bir gönül yarasıdır"Nazım Hikmet'i vatan hainliğiyle suçlayacak kadar ciddi belge ve durumun olmadığının altını çizen Ayçil, şunları aktardı:
"Bu yafta, Amerika'yı (kapitalizmi) sevmenin ve desteklemenin normal, Rusya'yı desteklemenin ise tehlikeli ve anormal kabul edildiği koşulların bir ürünüdür. Oysa şairin yüreğinin ölünceye kadar Türkiye için çarptığını, muhtemelen Türklerle konuşup koklaşabilmek için Bakü, Bulgaristan ya da Romanya gibi ülkelere gittiğini ve ondaki memleketçiliğin bir retorik hitabet niyeti taşımadığını biliyoruz. Nazım'da memleket, bir gönül yarasıdır ve bu yaranın izlerini şiirlerinde açık bir şekilde sürmek mümkündür. Kolay olmayacak biliyorum ama onu, Soğuk Savaş döneminin ideolojik yargılarından kurtarıp, yurtsever bir şair olarak yeniden konumlandırmak gerekir. Türkçe penceresinden baktığımızda ölünceye kadar şiirlerini Türkçe yazmakta ısrar etmiş, anadilini hiçbir koşulda terk etmemiş bir şairi görüyoruz. Türkçeye ihanet etmeyen bir adam Türkiye'ye zaten ihanet edemez. Bir şiirinde şöyle diyor Nazım Hikmet: 'Yazılarım 30-40 dilde basılır. Türkiyemde Türkçemle yasak'."
Ali Ayçil, Nazım Hikmet poetikasının, hayatını Türkiye'de yaşamış şairlere benzer şekilde olağan koşullarda şekillenmediğini vurgulayarak, onun şiiri üzerine yapılacak değerlendirmelerin bu durumu göz önüne alması gerektiğini söyledi.
Modern Türk şiirinin içe kapalı bir şekilde yol almadığını ve özellikle Fransız şiirinin etkisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini aktaran Ayçil, "Elbette bu tesir kültürel ve siyasal Batılılaşma ile ilgilidir. Bir bakıma Batı'dan akıp gelen ırmağın milleri Türkçe ile işlenerek şiirin yeni evreni belirlenmiştir. Oysa Nazım Hikmet, Türkçeyi yanına alıp giden adamdır ve gittiği yerde her şeyi Türkçe ile karşılamak gibi bir durumu vardır. O, sosyalist devrimin göbeğinde dünyayı Türkçe ile Türkçe şiir ile tefsire mecbur kalmış bir adamdır. Doğal olarak ondaki biçim-içerik değişim ve dönüşümü, Türk şiirinde yenilik yapma arzusundan değil, Türkçe ile dönüşmekte olan dünyayı kayıt altına alma mecburiyetinden doğmuştur." diye konuştu.
"Duygularıyla konuşan, bir yanıyla Osmanlı kalmaya devam eden biridir"Nazım Hikmet'in şiire başladığı erken yaşlarda, dönemin akımı olan hece şiirine eğilimli olduğunu kaydeden Ayçil, şu bilgileri verdi:
"Ancak Rusya'ya daha ilk gidişinde, Moskova'ya varmadan önce Batum'da Rusça gazetelerde (bu dili hiç anlamadığı halde) alt alta sıralanan serbest şiir biçimini görmüş ve bu yolculuk sırasında şiirinde köklü bir değişikliği haber veren ilk şiiri 'Açların Gözbebekleri'ni yazmıştır. Rusya'da önce Mayakovski ve fütürizme yakın durduğunu, ancak duygu yoksunu bu kuru bölgeden çıkarak konstrüktivizme ve sosyalist gerçekçiliğe yöneldiğini biliyoruz. Elbette onun yazdıkları zamanla kendi içinde bir olgunluğa ulaştı. Nazım Hikmet şiiri hakkında olabildiğince objektif değerlendirmeler yapan kalemlerden biri de Cemal Süreya'dır. Süreya'ya göre Nazım Hikmet bir materyalist ama Nazım Hikmet şiiri tam olarak materyalist bir şiir değildir. Metinlerinde materyalizmi derinleştirmek gibi bir çabaya da girmemiştir. O hala duygularıyla konuşan, bir yanıyla Osmanlı kalmaya devam eden ve şiirinde türkülerden çok klasik Türk müziğinin ritmine uyan biridir."
Şair Ayçil, 19. yüzyılın başında Selanik'te Genç Kalemler dergisi tarafından başlatılan sadeleştirilmiş Türkçe çabalarının ilerleyen tarihteki en iyi örneklerinden birinin Nazım Hikmet olduğunu söyleyerek, bu durumun onu, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin ile dil akrabası yaptığını belirtti.
Şairin, Türkçeyi en temiz haliyle kullanmak söz konusu olduğunda, tarihsel olarak Yunus Emre ile de ilişkilendirilebileceğine işaret eden Ayçil, "Farklı biçimlerde belirse de, hümanizmaları olan bu iki ozan, tarihin çok uzak ve kırılmaya pek müsait dönemlerinde zamanı Türkçe terennüm ve tefsire yönelmiştir. 'Yetmiş iki millete' seslenmek, modern Türk şiirinin belli kaygılardan ötürü yüklenmeye pek de yanaşmadığı bir durumdur. Nasıl ki İkinci Yeni şiirini, Türkçenin yeni zamanları sezmesinin ve ön almasının başarılı bir atağı olarak görüyorsak, Nazım Hikmet şiirini de dilimizin dünyanın dönüşümünü anlama ve yorumlama becerisinin başarılı bir atağı olarak değerlendirebiliriz. Bu bağlamda bir Yesevi-Yunus-Nazım çizgisinden bahsedilebilir." değerlendirmelerinde bulundu.
Ayçil, "Kuvayi Milliye Destanı", "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı", "Memleketimden İnsan Manzaraları" adlı yapıtlarının, tarihin ve toplumun Nazım gözüyle bir yorumu olduğunun altını çizerek, şöyle devam etti:
"Politik olarak reddetsek bile, bu yorum Türkçenin farklı algılarla zamanı resmetme kabiliyetinin bir parçasıdır. Unutmamak gerekiyor ki o bunu, resmeden/düşünen Türkçe ile yapmaktadır. Yargılar ise zamanla değişir."
Modern Türk düşüncesinin, edebiyatın içinden ilerlediği görüşüne katılmadığını dile getiren Ayçil, Nazım Hikmet ve Mehmet Akif söz konusu olduğunda bu durumun, farklı bir şekilde ortaya çıktığını söyledi.
"Nazım, hecenin zihne çektiği sınırları kaldıran ilk önemli şair oldu"Ali Ayçil, Mehmet Akif ve Nazım Hikmet'in düşünsel arzularını ve hayallerini şiirin içine taşıdıklarını söyleyerek, "Bazı gazete yazılarında politik tartışmalara girmiş olsa da Tanpınar felsefi olarak estetik merkezliydi. Onun için tarih de tarihsel manzara da büyük oranda bir rüya içinde bütünleştirilecek estetik unsurlardan oluşuyordu. İsmet Özel ise düşüncelerini şiir dışında yollarla da açma aktarma ihtiyacı hissetti. Bu Namık Kemal'den beri süregelen bir yoldur da. Akif ve Nazım için ise şiir, çatallı bir meseledir. Bir yanıyla şiirin şiir olmasıyla yüzleşmeleri, diğer yanıyla da onu araçsallaştırmaları gerekmiştir. Her iki şairin de bu cepheden metinlerinde eleştirilecek yanlar bulunur. Modern Türk düşünce tarihinin, modern Türk şiiri ile iç içe geliştiğini, hatta düşüncenin önce şiirin karnında kıpırdadığını söylemek abartı olmaz. Bu açıdan bakıldığında her düşüncenin şiir cephesinde şairleri, kavramları ve dize yükleri vardır ve kaygıları bağlamında hepsi de dürüsttür. İslamcı Akif, Türki Özel, sosyalist Nazım, hepsi de ego-memleket-dünya üçgeni içindedir ve onlarda şiir, fikir yaşamlarının organik bir tezahürüdür." dedi.
Modern Türk şiirinde epik, lirik ve patetik damarların olduğunu aktaran Ayçil, Nazım Hikmet'in tarihle kurduğu ilişkinin ise epik bir şiir kurma arzusundan kaynaklanmadığını dile getirdi.
Ayçil, Nazım Hikmet'in "Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmeyi" şiir yoluyla vasiyet etmiş bir şair olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hikmet, 'Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,/-öyle gibi de görünüyor-/Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni/ve de uyarına gelirse/tepemde bir de çınar olursa/taş maş da istemez hani...' der. Nazım, şiirimizde serbest tarzın önünü açan ve hecenin zihne çektiği sınırları kaldıran ilk önemli şair oldu. Bu kuşkusuz sadece şiire mahsus bir değişim değildi. Şiir, zihnin biricik mahsulü olduğu için, bu geçiş ulus devletin sınırlarını aşan düşünüşün de ilk pratiklerinden biri oldu. Nazım Hikmet'i Türkçenin büyük işçilerinden biri olarak görebilirsek, onu tartışmaların dışından bir yerden de anlamaya başlarız. Türklerin tarihi Türkçenin tarihidir ve Nazım da bu tarihin irileşerek, genişleyerek geleceğe taşınmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Onun yerini, pozisyonunu diyalektiğin olağan bir parçası olarak görmek gerekir."
Muhabir: Ümit Aksoy