İSTANBUL (AA) - İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi'nde gerçekleştirilen programda Pay, sinemanın "kültürel iklim" oluşturma noktasında önemli bir potansiyele sahip olduğunu söyledi.
Sinemanın dünya düzenindeki değişimlere paralel bir şekilde ilerlediğini belirten Pay, "Tarihsel olarak Rönesans resmiyle başlayan ve fotoğrafın ortaya çıkışıyla somutlaşan bir süreç var. Fotoğrafla birlikte bakış, tam olarak kontrol altına alınmıştır. Burada 'bakan gözü' kontrol edebildiğiniz bir yapı meydana gelmiştir. Sinema, fotoğraftan aldığı mirasla bakışı kontrol altına almaya çalışan ve yönlendiren düzenin bir çocuğudur." dedi.
Pay, sinemanın ortaya çıktığı 1895 tarihinin sömürgecilikle çok önemli bir ilişkiye sahip olduğuna dikkati çekerek, "Bu dönemde sömürgecilik, dünyada ayak basılmamış yer bırakmamıştır. Sömürgeleşmenin fiziki olarak bittiği yerde yeni bir güç, zihinsel sömürünün bir aleti olarak ortaya çıkıyor. Sinema, hareketi yakalayarak hapsediyor ve bu özelliğiyle sömürgeleşme döneminde temel bir rol oynuyor." ifadelerini kullandı.
"Sinema, kapitalizmin ve kültürel iklimin oluşturulmasında önemli bir araç haline gelmiştir"Sinemanın başlangıçta "sessiz" bir dönemi olduğunu hatırlatan Murat Pay, şunları kaydetti:
"Bu dönemde karşımızda karanlık bir ortamda, arkadan bir nur olarak doğan ve perdeye yansıyan sinemanın ışığı vardır. İşte böylesi bir dönemde seyirci perdedeki treni görünce, onun kendisine doğru geldiğini düşünerek sinemadan kaçıyor. Bu da bize sinemanın gerçekliği yönlendirdiğini anlatıyor. Sinema önce ses, daha sonra renkle birlikte seyirciyi tamamen kontrol altına alıyor. Şu anda ise sinema bütün duyularımızı harekete geçirerek kontrol eden bir güce sahip. Dolayısıyla seyircinin sessiz dönemde yaşadığı ürkeklikle şimdiki hali arasında bir fark yoktur. Belki artık salonlardan kaçmıyoruz ama bakışımızı yakalayarak yönlendirme daha güçlü bir şekilde devam ediyor. Seyirci kendini akıllı sanıyor ama sinema hep yeni bir şeyler bularak seyircinin önüne geçmeyi başarıyor. İçinde bulunduğumuz dönemde sinema, kapitalizmin ve kültürel iklimin oluşturulmasında önemli bir araç haline gelmiştir."
Osmanlı'da sinema öncesinde seyirlik sanatların var olduğunu söyleyen Pay, bunun sinemanın gelişiminde dikkate değer bir etkisinin olduğunu belirtti.
Pay, orta oyunuyla sinema arasında benzerliklerin ve farklılıkların olduğunu kaydederek, "Hem sinema hem de orta oyununda perde, ışık ve bir yönetmen vardır. Fakat sinemada hareket, gerçekliğin kendisi olarak ortaya çıkıyor. Oysa Karagöz'de durum bunun tersinedir. Bir çocuk orta oyunu izlerken, perdenin arkasını merak edip oraya gidebilir. Bu tam olarak hayal ile gerçekliğin arasında durmak ve bu durum üzerine düşünmek demektir. Sinemada ise kişi üzerinde oluşturduğu güçle birlikte mutlak bir özdeşleşme hissi ve sarhoşluk oluşturuyor. Sinema seyirciyi gerçekliğe ikna ediyor ve bu da kişinin kendi gerçekliğini unutmasıyla sonuçlanıyor." değerlendirmesini yaptı.
Sinemanın doğaçlamanın dışında bir mühendislik faaliyetiyle hareket ettiği yorumunu yapan Pay, "Şu anda bir film seti, sermaye anlamında önemli bir yer tutuyor. Sinema, hesaplı kitaplı olmak zorunda. Öte yandan geldiğimiz noktada artık kitlesel bir anlama sahiptir ve bu da onun geniş kitleleri yönlendirebildiği anlamına geliyor. Karagöz'ün sözlü kültürden beslendiği durumun tersine sinema, görselliği odağını alarak gerçekliği kurabilme gücünü sahiptir." dedi.
"Büyülü Yeşilçam sinemasının, en büyük ilhamı Karagöz'dür"Murat Pay, Türk sinemasının da 1950'lerden sonra bir atılım gerçekleştirdiğine işaret ederek, "Dünya sinemasıyla aramızda bu anlamda 50 senelik bir fark var. Bunun kültürel, ekonomik ve politik nedenleri söz konusu. Türk sineması ortaya çıkarken Karagöz'den fazlasıyla besleniyor ve çıkış yolunu orta oyununda, Karagöz'de buluyor, ondan fazlasıyla istifade ediyor. Büyülü Yeşilçam sinemasının en büyük ilhamı Karagöz'dür." şeklinde konuştu.
Sinemanın Cumhuriyet döneminin uzun bir sürecinde "öksüz ve yetim" olarak varoluşunu sürdürdüğünü dikkati çeken Pay, "Cumhuriyet döneminde birçok sanat dalı kurulmuş ve devlet bunlara önemli destekler sağlamıştır. Sinema ise bu destekten mahrum kalıyor. Ben bu anlamda sinemaya halkın sahip çıktığını düşünüyorum. Devlet ise sinemanın halkı etkilediğini gördüğünde, çoğunlukla da sansürleme yoluyla bu sürece müdahil olmayı tercih etmiştir." ifadelerini kullandı.
Pay, Yeşilçam dönemindeki yönetmen ve sinemacıların sayısının çok fazla olmadığını aktararak, "Bütün bu süreçte oluşan bir kültürel iklim var ve bu sinemacıları da etkiliyor. Halit Refiğ, Lütfi Akad, Ayşe Şasa gibi isimler yüksek tabakadan gelmektedirler. Onlar 'halka bir şey öğretmek için' yola çıkarlar. Fakat bunun tam tersine halktan öğrenmeye başlarlar. Dolayısıyla Yeşilçam döneminde ortaya çıkan kültürel iklim, yalnızca seyirciyi değil sinema yapıcılarını da etkilemiştir." görüşlerini paylaştı.
Ulusal sinemanın önemli isimlerinden birisinin Halit Refiğ olduğunu söyleyen Pay, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Halit Refiğ'i etkileyen isim Kemal Tahir'dir. Kemal Tahir'in gözü ise hapishanede açılır. Bu halkı tanıma ve yakınlaşma anlamına gelir. Burada bir alışveriş söz konusudur. Sinemanın kültürel iklim oluşturma potansiyeli Yeşilçam örneğinde karşılıklı bir etkileşimle sonuçlanmıştır. Ben bu sürecin organik ve kendiliğinden bir süreç olduğunu düşünüyorum. Sinema, halkla özdeşleşmiş ve bir fedai olarak ortaya çıkmıştır. Sinema, hem sinemayı yapanları hem de halkı bir araya getirmiş ve önemli bir etkileşim oluşturmuştur. Sinemanı çift taraflı bu rolü, hayatla sinemayı iç içe geçtiği bir durumla sonuçlanmıştır. Hülya Koçyiğit'in 'ben aşkı filmlerde öğrendim ve yaşadım' ifadesi, bunun tipik bir örneği olarak okunabilir."
Muhabir: Ümit Aksoy